“- Geçmiş günleri mi özlüyorsun? - Hayır, o günleri değil, yalnızca o günlerde hayalini kurduğum yaşamı özlüyorum…” [1] “Üç şey birlikte...
“- Geçmiş günleri mi özlüyorsun?
- Hayır, o günleri değil,
yalnızca o günlerde hayalini
kurduğum yaşamı özlüyorum…”[1]
“Üç şey birlikte doğdu: İnsan, özgürlük ve ışık,” der ve ekler Anatole France: “Hayal kurmak her şeydir”…
Evet, “insan, özgürlük ve ışık” kurulan bir hayalin; Wilhelm Reich’ın, “Evet, iyimserim ben ve vicdanım, her şeyim gelecekle dolu,” satırlarındaki kararlılığın mücadelesiyle var edilendir.
Bu; Virginia Woolf’un, “Yaşamak neden böyle içler acısı, neden bir uçurumun yanı başından geçen daracık bir yol gibi,” betimlemesindeki üzere, elbette kolay falan da değildir.[2]
Ancak “Omnium rerum principia parva sunt/ Her büyük işin, küçük bir başlangıcı vardır” ya; işte tam da oradan “Vitam impendere vero/ Gerçek uğruna hayatı bile veririm,” diyerek başlanmalıdır.
Kolay mı? “Mutluluk, görevini yerine getirmek demektir; görev ne kadar güç olursa mutluluk da o kadar büyük olur”du[3] ve Turgut Uyar’ın, “Ben bunu bilir, bunu söylerim,/ Kardeşliktir en güzel türküsü dillerimizin,” dizelerindeki içtenlikle “Kardeşler birlik olduğunuzda hiçbir güç bizi durduramaz, hak verilmez alınır!” diyen Harun Karadeniz de Onlardan biriydi…
* * * * *
Yoksul doğdu Harun Karadeniz; sene 1942, yer Giresun’un Alucra ilçesiydi.
Doğduğu köyde okul yoktu; Bulancak’a taşındılar sonunda.
Geçim derdi bırakmadı ailenin peşini; Samsun’a göç ettiler.
Liseyi orada okudu. Sonra ver elini İstanbul Teknik Üniversitesi İnşaat Fakültesi...
‘Olaylı Yıllar ve Gençlik’ başlıklı yapıtında, “Babam çok dindar bir adamdı. İslâm dininin birçok özelliklerini ve İslâm felsefesiyle İslâm mitolojisini kırık dökük de olsa ondan öğrendim... Sonradan tasavvufi düşüncenin bütün aşamalarını öğrendim... Bu nedenle benim için ilk düşünceler mutasavvıfların sorularıyla başladı,”[4] satırlarını kaleme almıştı. Belli ki bulduğu yanıtlar Ona yetmemişti.
1960’lı yıllarda işçi, köylü, gençlik uyanış evresindedir. Harun Karadeniz de bu ortamın içine girer üniversitede. Her devrimci öğrenci gibi Türkiye’nin niye geri kaldığı sorusuna yanıt arar. Kendi dönüşümünü, “sömürüye karşı aldığımız tavır bizi önce anti-emperyalist, sonra anti-kapitalist ve daha sonra sosyalist bir çizgiye doğal olarak getirdi” sözleriyle açıklar.
Üniversitenin ilk yılları Harun için politikayla tanışma süreci gibiydi. Hızlı bir şekilde politikleşip eylemlerde yer aldı. İTÜ İnşaat Fakültesi Talebe Cemiyeti Başkanlığı ve İTÜ Talebe Birliği yönetim kurulu üyeliği yaptı. Bu dönemde, üniversitede gazoz yasaklama eylemleri gerçekleştirildi.
Gelişmeler Harun’u başka bir insana dönüştürdü. “Harun sen sağcı bir gençtin, nasıl ve neler oldu da bu noktaya geldin! Burjuvazi senin hakkında elliye yakın dava açtı ve senin için 150 yılı aşan hapis cezası istedi, ne nasıl gelişti de, bu sonuç çıktı” diye soranlara, Karadeniz neden sosyalist olduğunun yanıtını belki de verilebilecek en sade şekilde veriyordu: “Ben sadece yurt sorunlarıyla ilgilendim.”
Özel yüksekokulların açılmasının yarattığı adaletsizliği görür; kamu kaynaklarının halk için kullanılması talebini yükseltir. Kamucudur. Ardından tüm dünyada olduğu gibi 68’in rüzgârını hisseder; eğitim sisteminin dönüştürülmesini talep eder. Demokratik üniversite mücadelesinin en önündedir.
“Gençliği ülke sorunları ile ilgilenmeyen bir ulusun sonu gelmiş demektir” görüşünü benimseyen Karadeniz, eğitim görme olanağını bulan öğrenci gençliğin sadece kendi geleceği için değil, işçilerin ve köylülerin sömürü ve yoksulluktan kurtulması için de çalışması gerektiği sonucuna vardı. Düşünsel ve eylemsel olarak bağımsızlık, demokrasi ve sosyalizm mücadelesine katıldı. Fikir Kulüpleri Federasyonu ve Türkiye İşçi Partisi (TİP) üyesi oldu, daha sonra da Türkiye Komünist Partisi (TKP) çizgisini benimsedi.
Dönemin en büyük öğrenci yürüyüşü olan “Özel okullar devletleştirilmelidir” yürüyüşünde yer aldı ve kampanyasında etkin rol oynadı. Eğitim sistemindeki reformları gerçekleştirmek için yapılan üniversite işgallerinden biri olan İTÜ’nün işgalinde öncü oldu. Grev hâlinde olan Derby’de işgalin başlamasında işçilerin yanında İTÜ öğrencileri olarak yer aldılar.
Bir dönem Vietnam’da görev alıp, “Vietnam Kasabı” lakabıyla anılan işkenceci Robert W. Kommer’in, ABD Büyükelçiliğine tayin edilmesi üzerine, coğrafyamızda Kommer protestoları başladı. Ankara’da Kommer’in arabasının yakılmasından sonra İstanbul’da bayrak yakma eylemleri başladı. Söz konusu eylemlerle, Kommer’in Ankara’dan geri alınmasını sağladılar. “Onlar Ortak Biz Pazar; İşte Size Ortak Pazar” sloganıyla montaj sanayi ve ortak pazara hayır kampanyaları düzenlediler. ABD’nin 6. Filosu’nun protestolarında etkin rol oynadı. Bu eylemlere yönelik bir operasyonda yakın arkadaşı Vedat Demircioğlu, güvenlik güçlerince katledildi.
O dönemde, dönemin öğrenci liderleriyle ve yakın arkadaşlarıyla fikir ayrılığına düştü. Gençlik hareketlerinin sınıf hareketinden bağımsız olamayacağını söylüyordu. Öğrenci eylemlerini emekçilerle buluşturmak için yoğun çaba sarf ediyordu.
1969’dan sonra işçi sınıfı içinde çalışmalara hız verir. Kartal İşçi Birliği’ni örgütler, işçilerin hakları için mücadele eder. 15-16 Haziran 1970’teki büyük işçi eylemlerini hissedercesine…[5]
Ve 12 Mart 1971 darbesi ile polise taş attığı ve öğrencileri kışkırttığı gerekçesiyle gözaltına alınarak, TKP ve DEV-GENÇ davasından yargılandı.
Uzun süre yurt dışında tedavi görmesi gerektiğini bildiren raporlara rağmen cezaevinde tutuldu. Yurt dışına çıkabilir izni verildiğinde ise artık her şey için çok geçti. İlk önce kolunu kaybeden Karadeniz, 15 Ağustos 1975’de İstanbul’da yaşamını yitirdi.
Öğrendiklerini kitlelere anlatmayı kendine iş edinen ve tüm yaşamını sosyalizmi kitlelerle buluşturmaya adayan Harun Karadeniz, ‘Olaylı Yıllar ve Gençlik’, ‘Eğitim Üretim İçindir’,[6] ‘Devrimcinin Sözlüğü’,[7] ‘Yaşamımdan Acı Dilimler’[8] ve ‘Kapitalsiz Kapitalistler’[9] gibi dönemi anlatan teorik kitapları kaleme aldı.
* * * * *
Harun Karadeniz, eli kalem tutan bir devrimciydi, yazdıklarıyla çağına tanıklık etmesini bilmişti.
O, hayata diyalektik pencereden bakabilen bir öğrenci önderiydi.
Bağımsızlık savaşlarının önemini, gerekliliğini kavradığı kadar, ülkemizin kurtuluşunu kapitalizme ve sömürüye karşı verilecek savaşımla kurulacak sosyalizmde gören bir devrimciydi; her türlü baskıya karşı dirençli bir yüreğin sahibiydi; hasılı bilinçli, inanmış bir sosyalistti.
Onun düşünceleri ve eylemliliği “Cumhuriyet devrimleri, kazanımlarından yola çıkarak çağdaş, insandan yana hak savaşımının yaşamın her alanına dönük kazanımlarında, ‘Bizim 68’lilerin’ öncü lideri Harun Karadeniz’in yaşamı üzerinden 12 Mart’ı okumak,”[10] türünden Kemalist hamasete alet de, kurban da edilemezdi. Çünkü ‘Bizim 68’liler’in kimliğinin oluşumuna damga vuranlardan ve 1968-1969 kesitinde üniversite öğrenci örgütlerinin sosyalist önderlerindendi O.
68’li her genç gibi ülkesini, halkını düşünmeye başlayan ve yurt sorunlarına sahip çıkmaya çalışan Harun Karadeniz İTÜ İnşaat Fakültesi Talebe Cemiyeti Başkanı oluyor; kalkınma üzerine yazılar yazıyor; “sömürü”, “faşizm”, “emperyalizm”, “sosyalizm” sözcükleriyle konuşuyordu…
1965’te Türkiye Milli Talebe Federasyonu’nun (TMTF) “milli petrol” kampanyasına aktif biçimde katılıyordu; geceleri yollara yazı yazarak...
1967’de Amerikan 6. Filo eylemlerine omuz veriyor. Grevdeki Singer işçilerini desteklemeye gidiyor.
Kasım 1967’de İstanbul’dan Ankara’ya yapılan 13 günlük “Özel Okullar Devletleştirilmelidir” yürüyüşünde öne çıkıyor.
1968’in Mart ayı sonunda, İstanbul Teknik Üniversitesi Talebe Birliği (İTÜTB) başkanı seçiliyor.
Öğrenci hareketinin merkezi, Harun Karadeniz ile birlikte yavaş yavaş İTÜ’ye kaymaya başlıyor. Gençlik “reform” değil, “devrim” istemektedir artık.
14-17 Mayıs 1968’deki 17 örgütün katıldığı “NATO’ya Hayır” haftası Harun’un başkanlık döneminin ilk çalışması oldu. Taksim’de 8 metrelik NATO amblemi yakılıyor. Gerisini Faruk Pekin’den dinleyelim:
“İTÜ ve İTÜ TO 1968 Haziran işgali Harun’un başkanlığında sürdü. Temmuz 1968’de 6. Filo olayları nedeniyle polis İTÜ yurdunu bastı ve Vedat Demircioğlu öldürüldü. Harun, protesto eylemlerini yürüttü. 17 Temmuz 1968’de Çetin Uygur’la birlikte T.C. devletinin başı Cevdet Sunay’a gönderdikleri mektup ibret vericidir. Aynı şekilde Sunay’ın 30 Ağustos mesajına Harun Karadeniz başkanlığında 10 öğrenci örgütünün verdiği cevap da çok anlamlıdır.
4 Temmuz 1968 günü Derby fabrikası işgalinde Harun Karadeniz konuşma yapıyordu. ‘İşçi-gençlik el ele’ sloganları atılıyordu.
1968 Ağustosu’nda Öğrenci Örgütleri Dayanışma Kurulu’nu oluşturduk. Onlarca bilim insanıyla mücadelemizi daha bilimsel, daha bilinçli kılmak istiyorduk. Bu çabalar ışığında ‘I. TÖS Devrimci Eğitim Şûrası’na katıldık: ‘Devrim İçin Eğitim.’
24-30 Aralık 1968’deki ‘Montaj Sanayi ve Ortak Pazara Hayır’ haftası onun liderliğinde yürütüldü. 1969 başında ABD Büyükelçisi Kommer’in arabasını yakanların teslim olma töreninde Harun’la birlikte ODTÜ’deydik. 16 Mart 1969 öncesinde Amerikan 6. Filosu’nun gelişine karşı planlanan 7-14 Şubat protesto eylemlerinde Harun Karadeniz vardı.
16 Şubat 1969 tarihli ‘Emperyalizm ve Sömürüye Karşı İşçi Yürüyüşü’ onunla başladı. Harun Karadeniz ardından Gerze Tütün Mitingi’ni gerçekleştirdi.
Nisan 68-Mayıs 69 arasında üniversite gençliğinin tek sözcüsü konumunda olan Harun Karadeniz döneminde, tüm eylemlere üniversite gençliğinin en yoğun, en geniş katılımı sağlandı. Ayrıca üniversite gençliği, işçi ve köylü örgütleriyle, kitleleriyle ilk gerçek ilişkileri o dönemde kurdu. Sık sık devrimci gençliğin tek başına ‘devrim’ yapamayacağını dile getirdi. Ama her zaman nihai hedefin ‘sosyalizm’ olduğunu belirtti.
1970’de ‘ANT Sosyalist Dergi’nin yeni atılımında yazı kurulunda yer aldı. Derken askeri darbeyle karşılaştı. Kanserli kolu giderek kötüleşirken aranmaya başlandı. Hapse atıldı ve medyada ‘Entelektüeller Davası’ diye lanse edilen, sıkıyönetim komutanlığınca ‘Gizli TKP’ diye adlandırılan davada ‘Çekirdek’ grubunda yargılandı.
Siyasal düzen onun peşini bırakmadı. İçeri atıp orada ölmesini amaçlıyorlardı. Apar topar Ankara’ya götürüldü. Günlerce sorgusuz sualsiz tuttular. Uzun süre hapiste tutabilecek bir ceza veremediler. Ama eşi Hülya Karadeniz’e o dönemin adli müşaviri açıkça ‘ölsün istiyoruz’ diyebilmişti.
Kolu giderek kötülüyordu. Tedavisi o günkü Türkiye koşullarında zordu. Doktorların raporuna rağmen kendisine pasaport verilmiyordu. Londra’ya gitti. Sağ kolu kesildi. Lakin artık çok geçti. Ve 15 Ağustos 1975’te işçi ve köylü için çarpan, sosyalist mücadele için atan yürek durdu.”[11]
* * * * *
Cezaevinde tedavisine izin verilmeyerek öl(dürül)en Harun Karadeniz’in maruz bırakıldığı adaletsizlikler saymakla, sıralamakla tükenecek gibi değildir.
Dev-Genç davasından kapatıldığı zindanda kanser tedavisine izin verilmeyen O; anti-emperyalist eylemin en ön saflarında, boykotlarda, okul işgallerinde kitlelere öncülük ettiği için egemenler tarafından cezalandırıldı ve cezaevinde yaşadıklarını şu satırlarla anlattı:
“İstanbul’a geldikten sonra öğreniyorum ki, ben içerideyken karım İstanbul Sıkıyönetim Adli Müşaviri Turgut Akan’a çıkmış ve: ‘Kocamı hangi suçla tutuyorsunuz? Sağlığı iyi değil, hayati tehlike söz konusu. Sağlık kurulları ve klinik raporları bu durumu belirtiyor’ demiş. Adli Müşavir’in cevabı ise benim Ankara öykümün içyüzünü açıklamaya yeter de artar bile: ‘Ölsün istiyoruz’ demiş Adli Müşavir. ‘O eline silah almadı; eğer eline silah alsaydı işini bitirmek çok kolaydı. O bizim için eline silah alanlardan daha tehlikeli ve onun için de ölsün istiyoruz.’ Bu sözler 1972 yılı sonbaharında söylendi. Şu an yıl 1975 ve aylardan şubat. Benim sağ kolum kesildi ve fakat ölmedim...”
O, öncelerde sağ kolundan birkaç kez ameliyat edilmiş, bir türlü de iyi olamamıştır. Bu konuda elinde raporlar vardır. İstanbul Emniyet Müdürlüğü’nden Maltepe Cezaevi’ne gönderildiğinde ilgililere verdiği dilekçede belirttiği durum, hâkim Yarbay, Yrd. A. Savcı Nevzat Çizmeci tarafından şöyle yanıtlanır:
“Tutuklu sanıkların hastalık sebebiyle tahliyelerini mümkün kılan mevzuat mevcut olmadığı kadar, Harun Karadeniz’in re’sen tahliyesine mucip cihet bulunmadığı da göz önünde tutularak, As. Savcılıkça, bu konuda yapılacak bir işlem bulunmamaktadır.”
Harun Karadeniz, bu yanıta “Hastalık nedeniyle tahliye, kanser için olmuyorsa, pek merak ediyorum hangi hastalık için söz konusudur?” diye karşılık verir.
Etraf sağır duvarlarla çevrilmiştir.
Duruşmada lise son sınıf mantık kitabını kullanarak oluşturduğu savunma, savcılığın bütün iddialarını çürütecek, iddianameyi savcının yüzüne karşı bir “safsataname” olarak niteleyecektir. TKP davasından beş buçuk ay yatan Harun Karadeniz, içerden çıkışının dördüncü ayında bu kez üyesi olmadığı DEV-GENÇ davasından gözaltına alınacak, önce Selimiye’ye ardından da Davutpaşa’ya götürülecektir.
İfadesini alan savcıyla aralarında geçen şu diyalog ibret vericidir:
-Adın soyadın, -Harun Karadeniz
-Baba adı, -Rıza
-Doğum yeri ve yılı, -Alucra 1942
-Ne iş yaparsın, -İnşaat Yüksek mühendisiyim
-Nee?...Seni mezun ettiler ha?, -Anlamadım ne demek yani
-Nasıl mezun ederler seni, -Ne var ki?
-Daha ne olacaktı, memleketi birbirine katarsınız, hocalara karşı gelirsiniz. Sonra onlar sizi mezun eder ha?
Harun bu karşı duruşa tepkisini gösterir ve savcıya şu yanıtı verir: -Elindeyse mezun etme.
Harun Karadeniz bu engeli aştığı sırada kolu onu iyice rahatsız etmektedir. Haydarpaşa Numune Hastanesi Sağlık Kurulu’na yaptığı başvuruda “yurtdışında tedavi gerektiğine oybirliği ile” karar veren bir rapor alır. Memur, pasaport işlemleri yaptırmaya giden Harun’un eşine önce “Ne yüzle pasaport istiyorsunuz” diyebilme yüzsüzlüğünü göstermiş, bir süre sonra da “Size pasaport vermiyoruz” diyebilmiştir.
Kolunun acısı içten içe işlemekteyken Selimiye’ye götürülür yeniden. Oradan da Ankara’ya.
Burada yaşadığı acılardan komik görüntüler biriktirir:
Savcının -Laz İsmail sen değil misin sorusuna, -Bu da nereden çıktı, ciddi olun lütfen diye yanıt verir.
Savcı -Yoo, biz son derece ciddiyiz. Biz İstanbul’dan Laz İsmail’i istedik, seni gönderdiler.
Mamak Askeri Ceza ve Tutukevi’ndeki doktorun karşısında yaşadıkları daha da hazindir:
Doktor sorar: -Nen var?
Harun Karadeniz yanıt verir: -Kolumda kanser var ve sağlık kurulu yurtiçinde tedavisi mümkün değil, diye rapor verdi.”
Doktor duruma öfkelenir ve yanındaki ere -Yaz sağlam der.
Harun’un -“Beni muayene etmediniz, sağlık kurulu beni bir hafta inceledi ve hasta, üstelik önemli hasta diye rapor verdi,” dedim.
Doktor bir an duraklar ve ere çıkışır: -Yazsana sağlam diye.
Harun: -Ben şimdi sağlam mıyım diye sorar doktora. Doktoru yanıtı: -Evet sağlamsın olur.
Harun Karadeniz, tutukluluğunun zor koşullarında tanıdığı “Memleketimden İnsan Manzaraları”nın yaşadığı trajediyi kolunu kemiren acıya aldırmadan bilinç ışığıyla bir güzel espriye dönüştürür.
Ankara’nın Kalaba Mahallesinin saf, temiz, yürekli mert ve dünyası kahvesiyle sınırlı kahvecisi Cevat Kabadayı’yı, bir ihbar sonucu sorguya alırlar: -Söyle bakalım Mao’yu tanıyor musun?
Cevat’ın Mao’dan haberi yoktur. Zaten Mao yerine Mova demektedir. Cevat soruya: -Tanımıyorum diye yanıt verir. -Tanırsın, tanırsın…
Cevat sıkıştırılınca yaptığı açıklama ilginçtir: -Bir gün benim kaveme eli çantalı, foter şapkalı bir adam geldi, iki kahve içip gitti. Olsa olsa odur; çünkü öbürlerini tanımıyorum”
Harun Karadeniz Ankara’daki tüm askeri hapishanelerin komutanı Kemal Saldıraner’le de koğuş arkadaşları adına tartışmadan geri kalmaz.
Harun: -Mahkeme kararı olmadan hiç kimse hürriyetinden yoksun bırakılamaz. Kanun açık!
Komutan: -Ne hürriyetinden bahsediyorsun sen? Kanunlara karşı gelirsiniz sonra da kanundan, hürriyetten bahsedersiniz. -Kanunları çiğneyen sizsiniz
-Çok konuştun sus bakayım. -Ne susacağım, benim hayatım tehlikede böyle giderse zaten öleceğim. Daha ne susacağım?”
-Ölürsen öl, zaten birkaçınız ölüyor.”
Harun Karadeniz sağlığını büyük ölçüde yitirdiği bir anda tahliye edilir…
Bunun arkası Londra’da geçen sıkıntılı ayları içerir. Londra-İstanbul köprüsü acılar, sıkıntılar, gerilimler, hüzünlerle doludur.
Londra’daki doktor Hülya Karadeniz’e “Altı ay önce neden gelmediniz, çok geç kaldınız” der.
Hülya Karadeniz’in yanıtı nettir:
Siz sıkıyönetim nedir bilir misiniz? 18 aydır pasaport almaya çalışıyoruz buraya gelmek için. Siz ise altı ay önce niye gelmediniz diyorsunuz. Bunu nasıl dersiniz?”
İki genç insanın parasız kalışı, Londra’daki Türk konsolosluğundaki ilgisizlik, azalan umutlar ve verilen raporların ardından Türkiye’ye dönülür.
Sözü Harun’a bırakalım: -11 Temmuz 1975 cuma günü doktorlarımız “Elimizden başka bir şey gelmiyor, ışın tedavisinden de yeterli sonuç alamadık, nasıl isterseniz öyle yapalım,” dediler.
Biz güldürü ve acıyla yine de Anadolu insanının canlılığı içinde geri dönmek istedik yurdumuza.
Yaşantımızın son bölümüyle, son bölümünü, son günüyse son gününü, son dakikasıyla son dakikasını yurdumuzda gün, dakika, saniye olarak yaşamak istedik.”
Ve pırıl pırıl bir beyne sahip 33 yaşındaki som yürek genç, beş kitabını, hayli broşürünü gazetelerde kalan yazılarını, dostluklarını, arkadaşlıklarını, büyük sevgilerini, sosyalizme olan inancını, yüreği kanayan bir eşi ve avukatı Gülçin Çaylıgil’in adını taşıyan bir buçuk yaşındaki kızını geride bırakarak 15 Ağustos 1975 günü sevenlerine veda eder.[12]
Onurlu yaşamıyla 68 Kuşağı’nın ipi erken göğüsleyenlerden biri olurken; hapishane arkadaşı Vedat Günyol’un deyişiyle, “Harunlar tükenmez” gerçeğinin de ilham kaynağıydı.
* * * * *
Anılarda yaşayan Harun Karadeniz gerçeği, ozanların mısralarına da yansır; mesela Refik Durbaş’ın ‘Harun Karadeniz Düşünceleriyle Yaşıyor’ şiirindeki gibi:
“ölüm ilgilendirmiyor artık seni, cinayet ilgilendirmiyor/ bir dağ yamacında, pınarlar kadar berrak bir şafakta/ köylüler geçiyor zap suyu’ndan ve tanıyor seni/ ölüm geçiyor atardamarlarından ve tanıyor seni/ kuşların, ağaçların ve toprağın sesini dinliyorsun/ ölüm ilgilendirmiyor artık seni, işkence ilgilendirmiyor
ışıklar içinde yüzün/ yüreğinde tarifsiz bir telaş/ sabah, vardiyasız bir dokuma tezgâhında/ öğle, bir yürüyüştesin pankartlar afişlerle dalga dalga/ akşam, nöbetini tutuyorsun bir grev çadırında onurun/ rüzgâr tanıyor seni, bulut tanıyor/ elini uzatıyorsun bir dağ yamacında, bir kolun kesik/ bir mermi daha sürüyorsun ve basıyorsun tetiğe/ bir dağ yamacında, yüreğinde tarifsiz bir telaş/ ölüm de tükenmiş ölümsüzlük de, kolun kesik değil ama...”
Ya da Şükran Kurdakul’un dizelerindeki üzere:
“46’dan, 51’den, 72’den/ Fışkıran sevgi dalları gibiydi.../ Özgürlüğü bilincinde büyüyen
Duyduk/ Harun arkadaşın direncinde/ Ölümün bile üstesinden geldi.
Kuştu/ Gençlerimizin göğsünde ürperen,/ Kilitlendikçe üreyen sevgi.
Kitaptı/ Fabrikada, tarlada, mahpushanede
Okuduk/ Harun arkadaşın direncinde
Ey adını beraberliğimizden alan öğreti,/ Dalgalanır bunca ses evrende/ 46’dan, 51’den, 72’den
Koşup gelen ellerin güzelliği/ Ölümsüzlüğü ölümünde yaratır gibi
Yürüdük/ Harun arkadaşın direncinde.”
* * * * *
Dostlarının, “Anti-emperyalist mücadeleyi salt gençlik hareketi olarak yürütmek yerine, öğrenci eylemlerini canlanan işçi ve köylü direnişleriyle, yani gerçek sahibi emekçilerle kaynaştırmak gerektiğini görüyordu. Onu artık elinde sigara paketi ile tütün soygununu anlattığı ‘Gerze Tütün Mitingi’nde ya da işçi birliklerini oluşturma çalışmaları için Kartal’da emekçi mahallelerinde, Kavel Grevi’nde görmek mümkündü,”[13] diye betimlediği Ona dair söylenebilecek en önemli şey mücadele dolu yaşamıdır.
Tam da bu noktada Cemal Süreya, “Her ölüm erken ölümdür,” diye haykırırken ekler Rıfat Ilgaz da, “Ölür mü acılara katlanmasını bilenler,/ Direnenler tüm kırımlara karşı…/ Ölmez sevgiden yana olanlar/ Defneler ölmez!”
Bir de gür sesi yükselir Hasan Hüseyin Korkmazgil’in: “Elbet bir bildiği var bu çocukların/ kolay değil öyle genç ölmek/ yeşil bir yaprak gibi yüreği/ koparıp ateşe atmak/ pek öyle kolay değil/ hem öyle bir ağaç ki şu yaşam denilen şey/ yalnız bir bahar çiçeklenir/ a benim gülüm...”
Tümüyle haklı Hasan Hüseyin Usta!
Turgut Uyar’ın, “Her şeyden biraz kalır diyor birileri,/ çoğulluk haklıdır./ Kavanozda biraz kahve,/ kutuda biraz ekmek,/ insanda biraz acı…” dizeleri boşuna mı kaleme alındı?
Elbette değil; “İnsan, ancak onu düşünen hiç kimse kalmadığı zaman gerçekten ölür,” diyen Bertolt Brecht; aynı zamanda ölümsüzlüğün;[14] Harun Karadeniz gibi ölümsüzleşenlerin unutulmadığına dikkat çekmez mi?
14 Mayıs 2022, 13:17:54, İstanbul.
N O T L A R
[*] Görüş, Haziran 2022…
[1] Jean-Paul Sartre, Akıl Çağı, çev: Samih Tiryakioğlu, Oda Yay., 1994.
[2] “Tiyatronun kulisinde bir gün yangın çıkmış. Palyaço haber vermek için sahneye gelmiş. Herkes bunun bir şaka olduğunu sanıp alkışlamaya başlamış. Palyaço uyarmaya devam ettikçe alkışlar daha da hızlanmış. Sanırım dünyanın sonu her şeyin bir şaka olduğunu sananların yükselen alkışları arasında gelecek.” (Soren Kierkegaard, Meseller, çev: Osman Çakmakçı, Pinhan Yay., 2017.)
[3] Nicos Kazancakis, Zorba, çev: Ahmet Angın, Ataç Yayınevi, 1970.
[4] Harun Karadeniz, Olaylı Yıllar ve Gençlik, May Yay.,1975.
[5] Deniz Yıldırım, “Harun ve Karadeniz”, Cumhuriyet, 26 Ağustos 2020, s.4.
[6] Harun Karadeniz, Eğitim Üretim İçindir, Gözlem Yay., 1975.
[7] Harun Karadeniz, Emekçinin Kitaplığı: Kapitalistsiz Kapitalistler, Eğitim Üretim İçindir, Devrimcinin Sözlüğü, Belge Yay., 1995.
[8] Harun Karadeniz, Yaşamımdan Acı Dilimler, May Yay.,1975.
[9] Harun Karadeniz, Kapitalsiz Kapitalistler, Vardiya Yay., 1975.
[10] Şükran Soner, “Dinmeyen Öfke Hep En Haklı, Güçlü, Doğru Olanlara”, Cumhuriyet, 11 Aralık 2020, s.9.
[11] Faruk Pekin, “Ölümünün 40. Yılında Sosyalist Öğrenci Lideri; Harun Karadeniz”, Cumhuriyet, 15 Ağustos 2015, s.14.
[12] Ahmet Özer, “Bu Dünyadan Bir Harun Karadeniz Geçti”, 17 Ağustos 2015… https://www.adaletbiz.com/bu-dunyadan-bir-harun-karadeniz-gecti-makale,476.htm
[13] Mete Akalın, “Harun Karadeniz İçin”, Cumhuriyet, 15 Ağustos 2015, s.14.
[14] “Kahramanların ölümü, şişmiş bir kurbağanın çatlamasına değil, bir güneşin batışına benzer.” (Karl Marx, Demokritos ile Epikuros’un Doğa Felsefeleri, çev: Hüseyin Demirhan, Sol Yay., 2016, s.18.)
Yorumlar