SİBEL ÖZBUDUN-TEMEL DEMİRER “Sanat, gerçekliğin edilgen bir yansıması değil, aynı zamanda etkin bir biçimde yaratılmasıdır. Esas olan yans...
SİBEL ÖZBUDUN-TEMEL DEMİRER
“Sanat, gerçekliğin edilgen bir yansıması değil,
aynı zamanda etkin bir biçimde yaratılmasıdır.
Esas olan yansıtmak değil, yaratmaktır!”[1]
Öncelikle hatırlatarak başlayalım: “Ülkem yoksulluğa, adaletsizliğe gömülmüşken; bunları sonlandırabilmek umuduyla millet sadece ve sadece önümüzdeki seçimlere yoğunlaşmışken hâlâ kitapların yayımlanması, tiyatroların, konserlerin, sergilerin dolması bana mucize gibi geliyor; ‘İyi ki sanat var, edebiyat var,’ diyerek onlara sığınıyorum,”[2] diyenlerden değiliz. Sanatı bir “sığınak” olarak gören anlayış(sızlığ)a karşı çıkarken; Albert Camus’nün, “İki şey var ki, yeryüzünde son insan kalıncaya dek yok olmayacak: Biri sanat, öteki isyan!” saptamasının altını ısrarla çizenlerdeniz.[3]
Bizim için “Sanat acıyı yok saymaz, sayamaz, başkalarının acısına kayıtsız kalamaz”;[4] iş bu nedenle de açık seçik taraflıdır; hem de “Gün bitse bile gökyüzünde/ Günler daha mühürlenmedi/ Çünkü dilde söz/ Çiçekte renk/ Ve zamanda gelecek bitmedi,”[5] dizelerindeki vazgeçmeyen ısrarla!
* * * * *
Farkındayız, biliyoruz: “Sanatçılar ne dünyayı değiştirebilir, ne de tarih yazabilir. En fazla sahtekârlıktan arındırabilir onu. Var olan kalpsizliği teşhir etmek de dahil olmak üzere, bunu yapmanın çeşitli yolları vardır.”[6]
Bu yolların tümü de sanatı başkaldırı hattına taşır; Charles Bukowski’nin, “Entelektüel; basit bir şeyi karmaşık söyleyebilen kişidir; sanatçı ise zor bir şeyi kolay,” ifadesindeki netlikle…
Kolay mı? “Sanat rahatsızları rahatlatmalı, rahatları rahatsız etmeli” diyen Banksy,[7] kısacık bir cümlede çok şeyi özetlemiş olmuyor mu?
“Sanat var olan bir şeyin en mükemmel ifadesi”yken;[8] Leonardo da Vinci’nin, “Ruhun elle birlikte çalışmadığı yerde sanat olmaz,” saptamasına ekler Vladimir Mayakovski de: “Sanat, dünyayı yansıtan bir ayna değil dünyanın onunla şekillendirildiği bir çekiçtir.”
Doğası gereği eleştiren, sorgulayan, hakikâte ayna tutan, başkaldıran sanat William Shakespeare’in, “İyilerin iyiliklerini, kötülerin kötülüklerini gösterir”; Oscar Wilde’ın, “Sanat, taklidin bittiği yerde başlar,” dedikleri şeydir…
Mevcut koordinatlarda sanat taklide inat hakikâtin teslim alınamaz başkaldırısıdır; bugünlerdeki sürdürülemez kapitalist yıkım, yabancılaşma, metalaştırma tasallutunun sanatı başkalaştırma zorbalığına rağmen…
* * * * *
Evet sürdürülemez kapitalist yıkım günümüzde sanatı metalaştırarak sanat olmaktan çıkartırken herkes Georg Lukàcs’ın, “Yeni bir Homero’un ya da Shakespeare’in, Mozart’ın ya da Goethe’nin doğacağı düşünülebilir mi? Doğacak olsa bile, toplum böyle birine gereksinme duyacak mıdır?”[9] sorusu üzerine kafa yormalıdır.
Çünkü! John Berger’in, “Bu karanlığı tanımlayacak bir kelimemiz yok. Gece değil, cehalet de değil”...[10]
Füruğ Ferruhzad’ın, “Bütün kavramların ve ölçütlerin anlamlarını yitirdikleri ve -değersiz demek istemiyorum- giderek sarsılmaya yüz tuttuğu bir çağda yaşıyoruz. Dış dünya öyle tepe taklaktır ki inanmak istemiyorum”…
Edip Cansever’in, “Günlük edimlerimiz bizi öyle yoğuruyor ki, öylesine kılıktan kılığa sokuyor ki, bir yığın çıkmazın buyruğunda, direnmekle çevreye uymak arasında şaşkına dönüveriyoruz. Boyutsuz, anlamsız, sallantılı bir yaşama düzeyinde bocalıyoruz durmadan”…
Sâdık Hidâyet’in, “Ne zevk var, ne sanat, ne de mutluluk. Hep hırsızlık, hep üçkâğıtçılık, hep ağıt yakma. Kokuşup parçalanıyoruz. Sufîsiyle, dervişiyle, yaşlısıyla, genciyle, esnafıyla, hepimiz para ve makamın büyüsüne kapılmışız hem de en utanç verici ve çirkin şekliyle,”[11] diye betimledikleri tabloda yerküreyi derinden sarsan savaşların, yıkımların, krizlerin, dolayısıyla bireysel ve toplumsal travmaların tavan yaptığı “sır” değilken; sanat “eğlence endüstrisi”ne iliştiriliveriyor!
Örneğin “Metaverse projesi üç boyutlu eğlence endüstrisinin eserlerinden yalnızca biri. Bu teknolojiler toplumu duyularına teslim olmaya teşvik ediyor… Ürettiğimiz teknolojiler bizleri de baştan tasarlıyor. Kültürümüze biçim veriyor, kültürü tecrübe etme biçimlerimizi de değiştiriyor. Üç boyutlu tecrübeler ortak ve ‘söylemsel’ kültür eserlerinin yerine geçmemeli. Bir eseri birlikte tecrübe etme, keyfine varma ve tartışma şansımız elimizden alınmamalı. Bizi sarıp sarmalayan üç boyutlu tecrübeler gitgide baskın kültürel paradigma hâline geliyor,”[12] ifadesindeki üzere!
Çok önceleri “Karl Kraus, yıllarca önce bunu bilmişçesine şu özlü düşünceyi ileri sürmüştü: ‘Makineler tam geliştiği ve insanın görevini yerine getiremediği anlaşıldığı zaman çağdaş dünyanın sonu gelmiş olacaktır’…”[13] denilmesi boşuna değilmiş…
Bir başka deyişle, “Günbegün bütün dünyada medya ağı gerçeklerin yerine yalanları koyuyor. En başta siyasi ya da ideolojik yalanlar yok (onlar sonra geliyor), insan hayatının ve doğal hayatın aslında neden oluştuğuna dair görsel, somut yalanlar var. Bütün yalanlar tek bir devasa sahtekârlıkta toplanıyor: Hayatın kendisinin bir meta olduğu ve onu satın almaya gücü yetenlerin, tanımı gereği onu hak edenler olduğu varsayımı! Çoğumuz bunun yanlış olduğunu biliyoruz ama bize gösterilenlerin pek azı direncimizi güçlendiriyor.”[14]
Bu kadar da değil!
Popülizm ve milliyetçiliğin yükselişe geçtiği yerkürede sanattan kültüre “zehirli” bir karışım boy gösteriyor: “Halkçı sanat” adı altında işi öğreti çığırtkanlığına dökenlerin ortaya koydukları şeyler, tatsız-tuzsuz birer propaganda olmanın ötesine geçmiyor. İktidarın çığırtkanlığını yapmak, sanatı sanat olmaktan çıkartırken; aslolan başkaldıran sanatın estetik değerlerini öne çıkaran “11 Tez”ci bir beğeni düzeyi yaratmaktır.
Kaldı ki halkı “yığın”/ “sürü” olarak gören popülizm ile halkçılık bağdaşmaz; işin gerçeği, popülizmin sanatın düşmanıdır.
* * * * *
Ve bu olumsuzlukların panzehiri ise başkaldırının kendisi olan; “Hayır” demeyi bilen başkaldıran/ direnen devrimci/işçi/eylemci sanatçıdır. “İster bir karakter yaratsın, ister yeni bir yöntem keşfetsin, ister karmaşık bir durumun özünü yakalasın, sanatçı bir eylem adamıdır,” saptamasındaki üzere Joseph Conrad’ın...
Duydunuz mu? XIX. yüzyılın ikinci yarısında, Paris Komünü içerisindeki Sanatçılar Birliği’nde sanatçı, sanat işçisi ve eylemci terimleri aynı anlamda kullanılıyordu.[15]
Gerçekten de bir işçi/ eylemci olarak “Sanatçı ‘Hayır’ demeyi bilen insandır. Düşünmek hayır demekle başlar. Evet de her zaman bir teslim oluş vardır. En doğru, en sağlam, en güçlü başkaldırı sanatta olur. Başkaldırmayan sanat gerçek anlamda sanat değildir.”[16]
Başkaldırı ile bütünleşmiş sanat için egemen ideoloji karşısında bir var oluş hâlidir direnme; ısrarla karşı koymadır. Malum “Sanat direnmektir,” der Gilles Deleuze. Çünkü o, bir yaşam şeklidir; bitirilemez olandır; aşktır, tutkudur, bir destanın adıdır.
Ve de “Sanat tüm çağların sanatı olamaz, tam tersine, çağıyla belirlenir, Marx’a göre de egemen sınıfın ayrıcalıklı değerlerini belirtir. Öyleyse bir tek devrimci sanat vardır, bu da devrimin buyruğuna verilmiş sanattır…
“Sanat da şu aynı zamanda hem yücelten, hem yoksayan eylemdir. ‘Hiçbir sanatçı gerçeği hoş görmez,’ der Nietzsche. Doğrudur; ama hiçbir sanatçı gerçeksiz de edemez. Yaratma hem birlik gerekliliği, hem de dünyanın yadsınmasıdır…
“Bilinç başkaldırıyla doğar. Başkaldırı, haklarının bilincine varmış, bilinçli kişinin işidir. Başkaldıran insan, bütün yanıtların insansal olarak belirlenmiş olduğu bir düzen isteyen insandır. Sanat ve başkaldırı ancak son insanla birlikte ölecektir.”[17]
“Başkaldırı aslında her faaliyetin sadece ölümsüz tarafıdır. Statükocu olmayan bir faaliyet, statükoya girmemiş bir faaliyet olarak, statükocu olan bir faaliyeti reddetmelidir.”[18]
“Her sanat yapıtı, yalnızca aktarılan bir şey değil, aynı zamanda anlatılamaz olanın belli bir yolda ele alınışı olarak anlaşılmalıdır.”[19]
Bu yolda George Santayana, “Sanat da, hayat gibi, özgür olmalıdır”; Schiller, “Sanat, özgürlük tarafından emzirildikçe büyür”; Johann Wolfgang Von Goethe, “İnsan dünyayla en sağlam bağı sanat aracılığıyla kurar,” derken; “Sanatçının dünyayı değiştirmek için sözcüklerden, renklerden, notalardan başka bir gücü yoktur,” diye ekler Jean-Luis Joubert de.
Toparlarsak “Tarih boyunca sanatın büyüsü direnenlerin en büyük gücü, direnilenlerin ise en korkulu rüyası olmuştur. İşte bu nedenle Jara’nın, Pinochet güçleri tarafından tutuklandığında gitarının yanında olması nasıl tesadüf değilse -gardiyanların ölüm tehdidine rağmen- diğer tutukluların da coşkuyla eşlik ettiği melodileri çalmasına engel olabilmek için ellerinin kırılması bir o kadar tesadüf değildi. Artık gitarını çalamayan Victor Jara’nın bu durumda bile şarkı söylemeyi sürdürmesi üzerine öldürülerek ellerinin kesilmesi ve diğer tutuklulara ibret olsun diye tribünlere asılması sanatın direniş gücünü gösteren acı bir hikâyedir. Jara toplumsal bellekte bir mücadele gücü yaratmış ve bu etkiyle yeni sanatçılar onun kaldığı yerden direnişinin sözcüsü olmaya devam etmiştir.”[20]
Bunda şaşırtıcı bir şey de yoktur.
Çünkü sanat direnişe, direniş sanata muhtaçken; başkaldıran sanat en genel anlamda hayatta var olmuş, var olan ve var olabilecek her şeyin tanığı ve bu tanıklığın estetik yansımasıdır.
Kolay mı? André Malraux’nun, “Ölüme direnen bir yaratıcılık” olarak formüle ettiği başkaldıran sanat her biçimiyle toplumda nasıl bir değişim yaratılabileceğini tarih boyunca birçok defa göz önüne sermiştir (elbette görmek isteyenlere)!
Özetin özeti: başkaldıran/ direnen devrimci/işçi/eylemci sanatın gerçekleşmesi, gündelik hayatı devrimcileştiren kesintisiz devrimden başka bir şey değildir.
* * * * *
İçinden geçtiğimiz günlerde Gustavo Santaolalla’nın işaret ettiği gibi, “Acı evrenseldir, umut da öyle...”
O hâlde acıyı umuda çevirmek insan olmak (ve kalmak) eyleminin sanat cephesinde de “olmazsa olmaz”ıyken; “Bizlere dadanan her yakıcı umutsuzluk,/ Her küstah acı bir güzelliğe,/ Bir yaşama direncine dönmek zorundadır;/ Anlam da bizde, anlamsızlık da,” dizeleriyle Edip Cansever hepimize ve başkaldıran sanata ne yapması gerektiğini; “Aşk, hayat, isyan için sanat yeniden,”[21] düzleminde formüle etmektedir.
Bu güzergâhta biz(ler) düşen; “Öncelikle yeni bir ufuk keşfetmek lazım. Bunun için de umudu tekrar bulmalıyız-yeni düzenin önümüze çıkarttığı ya da çıkartır gibi yaptığı bütün engellere rağmen...”[22] diye düşünmek ve davranmaktır.
Hem de her alanda iktidara yaranmak adına her türden yalakalığın zirve yaptığı bir dönemde; sanat erbabının da kafileler hâlinde bu gidişata katılırken!
Oysa bir şeylerden nemalanmak adına biat etmek, yaltaklanmak, kendine insanım diyene yakışacak bir durum değildir. Hele de bir sanatçı olarak sanatın doğası gereği her türlü baskının ve sömürünün karşısında olması gerekirken.
Sanatçı muhalif bir kimliktir. Eleştirendir, eleştirel bakış açısıyla bakmasını bilendir. Böyle bir bakış, sadece benimsemediği iktidarı değil, kendi dünya görüşüne yakın bir yapı iktidar olduğu zaman da yanlış gördüklerini eleştirmekten geri durmayan bir bakıştır. Bu sanatçının aydın kimliği ve kişiliğinden kaynaklı bir özelliktir.
“Okumuşluk, kültürlü kişi olmak, kültür değerlerini üretmek gibi nitelikler aydın kavramını tam kuramazlar. Bunları bir de aklın ışığıyla aydınlatmak yolunda eleştiri görevini üstlenmeyi eklemek gerekir. Bu eleştiri geleceği biçimlendirmede aydınlara hem bir görev hem de bir sorumluluk yüklemektedir” der Macit Göktürk.
Sanatçının dünyadaki tavrına ilişkin bir dünya görüşüne sahip olması gerekliliği göz ardı edilemez. Ayrıca bu görüş ve duruş toplumsal bağlaşıklarıyla kucaklaşmasına da engel değildir. İlle de bir tanımlama söz konusu olacaksa bu “devlet sanatçısı” şeklinde değil, olunabiliyorsa “halkın sanatçısı” olmalıdır…
Onlara göre “makbul aydın”, “Ülkemiz yanlış yapsa da, bunun doğru olduğunu düşünmemiz gerekir” diyen, ateşli milliyetçi-ırkçı tutumuyla maruf Fransız yazar Maurice Barrès meşrebinden olan tiplerdir.
Oysa aydın kimliğinde aslolan bir uyruğa ait olmak değil, özgür ve etik olarak kendine aitliktir. Aydın kimliğinde biat etmek, yaltaklanmak ve nemalanmak yoktur. Aydın, çağının tanığıdır. Çağındaki tüm olumsuzluklardan sorumludur. İnsanlığın vicdanıdır. Kendinden ve herkesten hesap sormasını bilendir. Aydın, herkesin “Evet” deyip sustuğu bir yerde gerektiğinde “Hayır” diyebilendir.
Edward Said, “Aydın, hiçbir otorite karşısında boyun eğmeyen, her durumda insan özgürlüğünü savunan ve bu özgürlüğün yaşam bulması için durmadan çabalayan bir kimsedir” diyor.
Yine Jean- Paul Sartre’a göre aydın “taraf” olmak zorundadır. Bu tarafgirlik gereği olarak da; toplumsal yaşam içinde hangi kesim eziliyorsa, sömürülüyorsa, “öteki”leştirilmiş ise aydın bu kesimler lehine tavrını koymak zorundadır.[23]
* * * * *
Son söz de Andre Breton’dan: “Olmuş olanın hiç önemi yoktur, göz kamaştırıcı olan bekleyiştir...”; gelecektir…
1 Aralık 2022 16:04:16, İstanbul.
N O T L A R
[*] Sancı Dergisi, No:21, Ocak/ Şubat 2023…
[1] V. İ. Lenin.
[2] Zeynep Oral, “İyi ki Sanat Var”, Cumhuriyet, 13 Kasım 2022, s.13.
[3] “İki temel sorunu vardı insanlığın, adaletsizlik ve anlamsızlık. Birine karşı hukuku buldu, diğerine karşı sanatı. Ama insanlar hukuka ulaşamadı ve sanatta insanlara.” (Friedrich Nietzsche.)
[4] John Berger, İstanbul’dan Gelen Telefon-Müzik Eşliğinde Bir Söyleşi, çev: Yücel Göktürk, Metis Yay., 2016, s.20.
[5] Adnan Yücel, Yeryüzü Aşkın Yüzü Oluncaya Dek, Yurt Kitap-Yay., 2015, s.51.
[6] John Berger, Portreler, çev: Beril Eyüpoğlu, Metis Yay., 2018.
[7] Gerçek adı ve kimliği doğrulanmayan ve spekülasyon konusu olan Banksy takma adlı sokak sanatçısı, politik eylemcinin gerçek kimliği bilinmemektedir, Banksy kullandığı imzadır.
[8] John Berger, Portreler, çev: Beril Eyüpoğlu, Metis Yay., 2018, s.240.
[9] Georg Lukàcs, Çağdaş Gerçekçiliğin Anlamı, çev: Cevat Çapan, Payel Yay., 1986.
[10] John Berger, Portreler, çev: Beril Eyüpoğlu, Metis Yay., 2018.
[11] Sâdık Hidâyet, Hacı Ağa, çev: Mehmet Kanar, YKY., 1998, s.67.
[12] Adam Stoneman, “Sanal Gerçeklikte Kültürel Tüketim”, Birgün, 24 Ocak 2022, s.5.
[13] Georg Lukàcs, Çağdaş Gerçekçiliğin Anlamı, çev: Cevat Çapan, Payel Yay., 1986.
[14] John Berger, Sanatla Direniş, çev: Aslı Biçen, Metis Yay., 2017.
[15] Corina L. Apostol, “Sanat ve Direniş / Güvencesizlik ile Direniş Arasında Sanat İşçileri: Bir Tarih”, 15 Aralık 2015… https://www.e-skop.com/skopbülten/sanat-ve-direniş-güvencesizlik-ile-direniş-arasında-sanat-işçileri-bir-tarih/2737
[16] Afşar Timuçin, Estetikte Anlam ve Yorum, Bulut Yay., 2011, s.92.
[17] Albert Camus, Başkaldıran İnsan,çev: Tahsin Yücel, Bilgi Yay., 1975.
[18] R. G. Collingwood, Bir Sanat Felsefesinin Ana Hatları, çev: V. Ahsen Coşar, Dorlion Yay., 2020 s.115.
[19] Semih Gümüş, Başkaldırı ve Roman-Hayır İçin Bir Çözümleme Denemesi, Oğlak Yay., 1996.
[20] Başak Şahindoğan, “Otoriteye Karşı Sanat”, 22 Mart 2015… https://www.evrensel.net/haber/108477/otoriteye-karşı-sanat
[21] Temel Demirer, “Aşk, Hayat, İsyan İçin Sanat Yeniden...”, Kaldıraç, No:165, Mart 2015.
[22] John Berger, Portreler, çev: Beril Eyüpoğlu, Metis Yay., 2018.
[23] Hicri İzgören, “Sanatçı ve Aydın Sorumluluğu”, Yeni Yaşam, 15 Eylül 2022, s.11.
Yorumlar