“Kıyamet günü, normal tarihsel koşuldur.” [1] i) Gezi/ Kızılay/ Gündoğdu (vd’leri) güzergâhı, “devrimin güncelliği” fikrine veda...
“Kıyamet günü,
normal tarihsel koşuldur.”[1]
i) Gezi/
Kızılay/ Gündoğdu (vd’leri) güzergâhı, “devrimin güncelliği” fikrine veda
etmeyenler için şaşırtıcı olmadığı gibi, “beklenilmeyen” de değildi…
Bu bağlamda
Kaan Arslanoğlu’nun, “Bu memleket adam olmaz”, “insanların üzerinde ölü toprağı
var”, “insan doğuştan/genetik olarak itaatkârdır,”[2]
türünden zırvalarını yerle yeksan eden Haziran Başkaldırısı, tarihsel bir yanıt
oldu.
Gezi Parkı
ekseninde 27 Mayıs 2013’den başlayarak gelişen direniş giderek Taksim’in
kuşatılmasıyla genişleyerek sürdü. Göstericiler 1 Haziran günü polisi püskürterek
Taksim’e ve Gezi Parkı’na girdi. Devlet Taksim ve çevresinden çekildi. Böylelikle
Taksim ve Kızılay fiili politik özgürlüğün ne olduğunu ortaya koydu.
Haziran
Başkaldırısı, Türkiye’ye özgü yanları olmasına rağmen nedenleri, söylem ve
eylemleri bakımından küresel özellikler taşımaktaydı. Başkaldırı, beklenmedik
değildi; beklenmedik olan, başkaldıranların tarz-ı siyasetinin yalın özgürlükçü
söylemiyle ortaya çıkmasıdır.
Sürdürülemez
kapitalizmin neo-liberal versiyonuna “yeni” olmayan bir itiraz olarak, Gezi/
Kızılay/ Gündoğdu’a (vd’lerine) dünyanın başka yerlerinden aşinayız. Mesela New
York, Madrid, Tunus, Kahire, Londra, Atina, Stockholm, Sao Paolo’dan ve nice başka
kentlerden…
ii) Gezi/ Kızılay/ Gündoğdu (vd’leri) kimilerince
“yeni” diye ambalajlanırken; “yeni-sol”un “sivil toplum” söylencelerine ya da
“orta sınıf” abartılarına katık edilmek isteniyor
Bununla da
yetinilmeyip Semih Gümüş gibi, “küçük güzeldir”in kocaman laflarıyla kendisi
olmaktan çıkarılıyor: “Kulağı üstünde yatan sosyalistler için Taksim-Gezi
Direnişi yeni bir düşünce üretimini zorluyor.” “Devrim anlayışında devrim”.
“Bugün şiddeti
dışlayan, iktidarı amaçlamayan ama sistemi adım adım çürütecek -hiç kuşkusuz
uzun zamanlı- bütün düşünceler özünde devrimcidir”.
“Sistemde
çatlaklar yaratmak ve sistemi küçük küçük kemirmek, gene söyleyelim, devrimci
bir değişiklik yaratmaz ama devrimci stratejiden çok daha etkili olabilir”.
“Sivil bir
hareket, siyasal amaçların dışında kalarak, iktidarı amaçlamadan milyonlarca
insanın ortak çıkarları neyse onları önüne koyarak, baş edilmesi olanaksız bir
güç durumuna gelebilir.”[3]
Gümüş’ün, “Neren
eğri” sorusuna devenin, “Nerem doğru ki” yanıtını anımsatan aforizmalarıyla; Emre
Kongar’ın, “Bu eylemin [Gezi Direnişi’nin-b.n] ortaya çıkışı ve dışa vurumu
Bilişim Devrimi’nin Türkiye’deki bir yansıması oldu iki açıdan: Hem Bilişim
Devrimi’nin ideoloji alanında demokrasi ve insan hakları ön plana çıktı, hem de
bu devrimin ortamı, yani dijital ortam kullanıldı. “Dijital gençler, Analog
iktidara karşı” gibi! (…) Hem evrensel hem de ulusal konjonktür yeni bir çağa,
yeni bir devrim aşamasına geçti!”[4]
ifadesi aynı kapıya çıkıyor: Başkaldırı, halk isyanı gerçeğinin, girift
laflarla gölgelenmesi!
Bir şeyi
kendisi olmaktan çıkarmak isteyenlerin yaptığı ilk şey, öznelliklerini ağır ve
ağdalı lafların ardına gizlemektir.
Mesela Bilgi
Üniversitesi’nde psikoloji ve kültür dersleri veren İskender Savaşır’a göre,
“Gezi direnişi bir yaşam sevinci örgütlenmesi”dir; Mimar Sinan Üniversitesi
Sosyoloji Bölümü öğretim üyesi Ali Akay için de “Yatay bir mücadeledir ve
arzunun mikro politikasını savunmaktadırlar”; Cengiz Çandar da, “Postmodern bir
direniş türü bu. Alışıldık cinsten değil. Bir hayli bireyci. Kayıtsız.
Umursamaz. Kentli ve seküler yeni kuşakların tüm özelliklerini yansıtıyor.
Barışçıl, ve tüm bireyciliği içinde dayanışmacı,” gibi “sonuçlar”a ulaşıyor.
Bunların tümü
başkaldırının niteliği kavrayamaması yanında, kendisi olmaktan çıkartan
“vazifeli” öznellikler…
iii) Gezi
Parkı’nda başlayan direniş bir başkaldırıdır. Gezi Parkı direnişi ve ardından
gelişen olaylar da “Halk Hareketi”dir. “Zira toplumun neredeyse tüm sınıf,
meslek, statü, kimlik, etnisite, inanç ve kesimlerinden insanlar bu harekette
yer almıştır.”[5]
İstanbul
Milletvekili Levent Tüzel’in “Ne isyan, ne devrim… Abartılı anlamlar yüklemek
doğru değil. Demokratik içerikli, özgürlük talepleriyle bezenmiş bir halk
hareketi” olarak nitelendirdiği Gezi Eylemlerini, ÖDP Genel Başkanı Alper Taş
da, “Büyük bir toplumsal hareket, devrim değil, kendiliğinden bir isyan” diye
yorumlarken; Melis Alphan’ın ifadesiyle, “Otoritenin sıradanlaştırma politikası
da çöktü”.
Söz konusu
ayaklanma neo-liberalizme karşı mücadelenin birikimidir.
“Gezi
gösterileri yakın tarihte benzeri ancak 1968’de görülmüş bir siyasallaşmanın
ifadesidir. Tıpkı 1968 hareketleri gibi Gezi de Wall Street’i İşgal
Hareketleri’nden Tahrir’e uzanan bir dizi hareketin bir parçasıdır. Ve tıpkı
1968 gibi her ülkedeki hatta her şehirdeki hareket kendi özgül koşullarında,
özgül bileşenleriyle ve özgül gündemiyle çıkmış ve gelişmiştir. Ancak özgül
niteliklerine rağmen hem 1968 hem de günümüzdeki hareketler kapitalizmin
tarihsel krizlerinin ifadesidir.”[6]
‘Büyük
Başkaldırı’ olarak da nitelenmesi mümkün olan politik olgu, sınıfsal ve sosyal
talepleri olan siyasal başkaldırıdır. Net bir politik programdan uzak olma hâli
ve kendiliğindenci tarz-ı siyaseti bu gerçeği değiştiremez. Kaldı ki
başkaldırı, kendiliğinden de olsa devrimci siyasallaşma biçim(ler)ini devreye
sokmuştur. Kaldı ki, başkaldırı zaten kendiliğinden bir oluşumdur. İçinde yer
alan aktörler tarafından siyasallaştırılmaya ve yönlendirilmeye yetilidir.
Evet Gezi/
Kızılay/ Gündoğdu (vd.’leri) halk ayaklanmasıydı. Sorunu oportünistçe eğip
bükmemek lazım. Geniş geri kitleler, apolitik görünen geniş katmanlar,
görünüşte olan biteni ilgisizlikle izleyenler oldukça politikleşmiş bir çıkış
yaptı. Birikmiş toplumsal tepki ve öfke patladı. Gezi Parkı’ndaki
ağaçların kesilmesi sadece bardağı taşıran bir son damladır. Sonrasında
özgürlük sokaktır. Halk hareketi bunu çarpıcı bir şekilde ortaya koydu. AKP
hükümeti ağır bir darbe yedi.
Çekirdek hâlde
bir “devrimci durum”un ortaya çıktığından söz edilmesi mümkün olan hareket, 12
Eylül askeri darbesinin ardından Batıdaki en kitlesel, en yaygın, en kararlı,
en renkli, en uzun süreli devrimci halk hareketi olmuştur.
Bu, 79 kente
yayılan ve politik değeri son derece yüksek devrimci bir kazanımdır. Kitlelerin
kendiliğinden ve doğrudan hareketi olarak Gezi/ Kızılay/ Gündoğdu (vd.’leri),
neo-liberal karşı devrim sürecinin yarattığı bir öfke patlamasıydı.
Heterojen bir
özellik arz eden direnişin verili hâli, öne çıkan özgürlük talebinin kapsayıcılığıyla
doğrudan ilintiliyken; neo-liberal politikaların yoksullaştırıcı etkisi karşı
çıkışın önemli ekseni olmuştur.
iv) Direniş
kıvılcımını ateşleyen soru(n), elbette Gezi Parkı’dır. Ancak itiraz edilen
neo-liberal talan ve yıkımın kent politikalarıdır ve kent yoksullarının itiraz/
isyan pratiklerini hayata geçirmiştir.
Neo-liberalizm
bilindiği üzere: 1970’lerdeki krize çözüm olarak devletin, kamunun küçülmesi,
sosyal harcamaların kısılması, her alanda liberalizasyon, özelleştirme furyası
neo-liberal virüsün alâmetifarikasıdır. Erdoğan’ın Gezi Parkı Projesi,
“Taksim’in yayalaştırılması” veya “kentsel dönüşüm” etiketlerinin arkasına
saklanmış neo-liberal bir özelleştirmedir.
Tam da bunun
için Columbia Üniversitesi’nden Karen Barkey’in, “Gezi Parkı fenomeni kitlelerin,
hükümetin İstanbul’u hiç yeşil alanı olmayan devasa bir AVM’ye dönüştürmeye
yönelik neo-liberal politikalarına bir tepkidir,” tespiti yerindedir…
Gezi Direnişi
kapitalizmin tarihi boyunca sermaye ve emek fazlasını massetmesini sağlayan
kilit yöntemlerden biri olan kentleşme olgusuna, kentlerin çeperlerinde yaşayan
insanların, kentsel ortak malların, kamu malları üzerinden kendilerini
göstermek için dışına atıldıkları şehrin merkezine dönmeleri ve kenti ele
geçirmeleri girişimidir.
David Harvey’in
belirttiği gibi, “Kapitalizm karşıtı mücadelenin nihai amacı, bu sınıfsal
ilişkinin ve ondan kaynaklanan her şeyin, her nerede ortaya çıkarsa çıksın,
tasfiye edilmesine yöneliktir. İlk bakışta bu devrimci gayenin kentleşmeyle
hiçbir ilgisi yokmuş gibi görülebilir. Hatta sıklıkla olduğu gibi bu
mücadelenin ırk, etnisite, cinsiyet ve toplumsal cinsiyetin prizmasından
görüldüğü ve şehrin yaşam alanlarında etnisiteler arası, ırksal ve toplumsal
cinsiyetten kaynaklanan kent temelli çatışmalarda tezahür ettiği durumda dahi,
antikapitalist mücadelenin kapitalist sistemin derinliklerine uzanarak üretim
sürecinde etkin olan sınıf ilişkilerinin kanserli tümörünü kesip çıkarmasını
şart koşan yerleşik kavramlaştırma hükmünü sürdürür… Marx’ın ısrarla
vurguladığı gibi, hakiki özgürlük alanı ancak bu tür maddi kısıtların geride
bırakıldığı yerde başlar. Antikapitalist mücadele adına şehirleri yeniden
sahiplenmek ve örgütlemek, bunun için en ala başlangıç noktasıdır.”[7]
O hâlde XXI.
yüzyıl devrimlerinde, kent ayaklanmaları kilit önemde olacak; kentler ise,
stratejik önem taşıyacak.
v) Ankara Emniyeti TEM Şube Müdürlüğü’nün,
Ankara’da düzenlenen eylemlere ilişkin hazırladığı 86 sayfalık fezlekede, ilk
12 günde eylemlere 283 bin kişinin katıldığını açıklanırken; AKP eliyle devreye
sokulan neo-liberal otoritaryanizme karşı çıkanların özgürlük talepleriyle
örtüşen isyan; “kürtaj ve alkol yasağı”na, “kaç çocuk doğurulacağı”na, “ne
yenip ne içileceği”ne, vd.’lerine tepkiyi kucakladı.
Erdoğan’ın
geniş kesimlerin hayat tazına müdahalesi, “tektipleştirme” dayatması… “Âkîl
İnsanlar”dan İç Anadolu Bölgesi heyeti üyesi Prof. Dr. Erol Göka, tüm ülkeye
yayılan Gezi Eylemleri’ni, “Birikmiş öfkenin patlaması” olarak niteliyor.
“Gezi
protestoları da tam anlamıyla bu ‘özgürsüzlüğe’ karşı çıkışın, “Her şeyin
fiyatı olduğu sürece özgürlük yoktur” anlayışının eylem hâlini oluşturuyor”ken;[8] Hüsnü Arkan’ın ifadesiyle “Otuz
yıllık hafıza kaybı bitmiştir, 12 Eylül ruhu bitmiştir.”
Kitlelerde
düzenin değiştirilebileceğine dair umutları yeşerten kalkışma, “Böyle gelmiş
böyle gider” anlayışına güçlü bir şamar indirmiştir.
İsyan sadece
isyancıları değil; TV izlemekle iştigal edenleri de politize edip, yaygın
siyasallaşma formları oluşturmuştur. Örneğin Kürt halkının demokratik hak ve
özgürlükler mücadelesine mesafeli kesimlerin, devletin terörist yüzünü
gördükten ve medyanın üç maymunu oynayan tutumunu izledikten sonra Kürtlerle
kurdukları duygudaşlık isyanın en önemli kazanımlarındandır.
vi) BDP’nin Gezi/ Kızılay/ Gündoğdu (vd’leri)
başkaldırısına katılımı - AKP iktidarıyla yürütülen müzakere yüzünden- sınırlı
oldu. Ayrıca BDP Muş milletvekili Sırrı Sakık’ın, AKP ve Erdoğan’dan yana,
onunla aynı telden çalan açıklamaları da meseleyi içinden çıkılmazcasına
ağırlaştırdı.
Kararsız,
ortacı, mesafeli, ikircikli tutumu BDP’nin politik itibarını zedelemiştir. Özetle
başkaldırının ilk günlerinde BDP (Sırrı Süreyya Önder, Ertuğrul Kürkçü ve
Sebahat Tuncel’i tenzih ederiz) sınıfta kalmıştır. BDP’de başkaldırıya katılmak
gerektiğini düşünen bir kesim de etkili olamamıştır.
Ancak BDP,
Sırrı Süreya Önder’in ifadesiyle, “Barışın güvencesi Gezi Parkı’dır”
sorumluluğu kavramış olsaydı, halklar arası kardeşleşme çok somut bir ifadeye
kavuşurken; Kemalist vb. çevrelerin gücü daha etkisiz hâle getirilecekti.
İstanbul Şehir
Üniversitesi Sosyoloji Bölümü Öğretim Üyesi Prof. Dr. Mesut Yeğen’in, “Gezi
için kurulan koalisyon çözüm sürecini vurabilir,” saptamasında billurlaşan “barış
süreci”nin kesintiye uğrayacağı kaygısı, kitle hareketi içerisindeki Türk
bayrakları ve Mustafa Kemal flamaları karşısındaki mesafeli duruşu tarihi bir
fırsatın kaçırılmasını devreye sokmuştur.
Oysa DTK Genel
Başkanı Ahmet Türk’ün aktardığına göre: “Gezi’yi iyi okumak gerekir. Hatta
Öcalan bu konuda bizi eleştirdi. Gezi’yi iyi takip edemediniz dedi. Elbette o
da bazı siyasi partilerin, Ergenekon türünden güçlerin oraya konmak istediğini
gördü fakat sonuç itibariyle Gezi’deki halk bunlara pabuç bırakmadı, önemli
olan da budur. Öcalan bu süreci çok yakından izledi ve bizi o manada eleştirdi.”
vii) Gezi
Parkı halk isyanı; yaşanan geçmişin tüm tekli düşüncesine karşı bir arada
yaşamı öne çıkarmıştır. Her dilden, her dinden, her inançsız kesimden, her
renkten, her kültürden farklılıklara rağmen bir arada yaşamı savunan düşünce
öne çıkmıştır.
Hem de Tayfun
Atay’ın, Karşınızda olan Ergenekoncular, CHP’liler, Ulusalcılar, sosyalistler
ve diğer ‘aşırı uç’ dediğiniz oluşumlar değil. Karşınızda sadece ve sadece
‘Hayat’ var!” betimlemesindeki üzere.
Sünni İslâm
merkezli dayatmalara, eğitim sisteminin -bu anlayışa göre- yeniden
yapılandırılmasına, 3. köprüye Yavuz Sultan Selim isminin verilmesine ve
Alevilerin soru(n)larına tutumda ifadesini bulan ayrımcılığa karşı Aleviler
sokaklara çıktılar…
Tıpkı
Kadınlar, LGBT’liler gibi…
Direniş
kadınların özgürleşmesinin önünü açmıştır. Direnişin simgeleri de haklı olarak
kadınların cüreti olmuştur. Bir an gaza maruz kalan “kırmızılı kadın”, TOMA’dan
sıkılan suya meydan okuyan “siyahlı kadın”, “sapan kullanan kadın”, çatışan
kadınları anımsayın…
İsyanı
körükleyen sınır/ kural tanımayan polis (=devlet) terörüdür. Bu da sürdürülemez
kapitalizmin “neo-liberal güvenlik devleti”nin ne olduğunu net biçimde ortaya
koymaktadır. (Geçerken hatırlatalım: “Devlet, kendi şiddetine hukuk;
bireyinkine ise suç adını verir,” der Max Stirner…)
Taraftar
grupları isyana katılımı, en alttakilerin, ötekileştirilenlerin kolektif
itirazına önemli bir örnektir. Kuşkusuz bunun böyle olmasında taraftar grupları
içindeki solcu-devrimci gençlerin önemli katkısı olmuştur.
Antikapitalist
Müslümanlar’ın da yer aldığı Gezi/ Kızılay/ Gündoğdu Direnişi -nesnel olarak-
egemen düzene karşı, devrimci bir çıkışın ilk adımıdır.
viii) Gezi/
Kızılay/ Gündoğdu Direnişi’nin politik inisiyatifi radikal sosyalistlerindir.
Radikal
sosyalistler, Gezi/ Kızılay/ Gündoğdu Direnişi’ne önderlik edemediyse de, bu
hareketin en ön saflarında herkese “Aşk olsun” dedirtecek yüreklilikle dövüştü…
Direniş’de
gençlik etkin biçimde yer aldı. Gençliğin barikatlarında yerini alması,
“apolitik gençlik” yargısını boşa düşürürken;
“Y Kuşağı” yaygaralarını da devreye soktu.
Burada “Y
Kuşağı gevezelikleri ve gerçekler” ara başlıklı bir parantez açmadan
geçmeyelim:
Üzerine atıp
tutulan “Y Kuşağı”, adından başlamak gerek. “Y” dedikleri “Why”dan geliyor.
Hani Türkçeleştirirsek, bu sınıflandırmaya göre 80 ve sonrası doğumlular
“Niçin?” diye soran insanlardan oluşuyor. Bütün farklı yanlarına rağmen onları
“ortak kılan” özelliklerinin (ne demekse?) bu olduğu “iddia” ediliyor.
Yeri geldi
hatırlatalım: “Y Kuşağı” kavramı reklamcıların projeksiyonu olarak ortaya
çıktı. Pazarlamacılar pek sevdi ve üzerinde çalıştı. Sonra da dile pelesenk
oldu…
“Y Kuşağı”nın (yani 90’lar sonrası gençliğin “marka”sı!)
‘Zambak Yayın Grubu’ İnsan Kaynakları Uzmanı Zafer Avcı, “Genel itibarıyla;
internet gençliği, özgür, egosu yüksek, rahat, zeki, pozitif, sorumsuz, zekâ
yarıştıran, kibar, rahatına ve menfaatine düşkün olarak tanımlandığına” dikkat
çekiyor.[9]
İyi de bunun ölümü
göze alarak TOMA’lar çatışan Ethem Sarısülük’ün kardeşleriyle ne bağıntısı var
ki?
Gençliği, “Y,
Z Kuşağı” gibi popüler kültür kodlarıyla tanımlamak yerine onlara “Red Kuşağı”
demek en doğru olandır.
Red kuşağının
algısı, ruh hâli, dili, düşünce biçimi müthiş yaratıcıydı. Tıpkı 68 gibi… Bunda
şaşırtıcı bir şey yok…
Asıl şaşırtıcı
olan Gezi Parkı’yla ilgili Başbakan’la görüşen ekipte yer alan sanatçı Yavuz
Bingöl’ün, “Gençler yeni bir dil oluşturmuşlar. Yeni bir alfabe bu. Bunun için
bir okuma yazma seferberliği başlatılması lazım,” türünden abartısıdır…
Konuya ilişkin
bir şey daha: “Eylemler dikkatle incelendiğinde, katılımcılarının kendi
işgücünü satarak geçinenler, işgücünü satarak geçinmeye aday olan lise ve
üniversite öğrencileri ve işsiz kesim olduğu görülür. Yani birçoğunun
dillendirmeye cesaret edemediği bir ücretli işçi sınıfı ya da ücretli işçi olmaya
aday kişiler,” sevgili Mustafa Kemal Coşkun’un altını çizdiği gibi…
ix) Gelelim şu
“orta sınıf hareketi” şayialarına!
“Gezi Parkı
Direnişi ‘olayı’ konuşulurken ‘gençler’, ‘orta sınıf’ gibi kavramlar
kullanılıyor. Bu kavramlar, aslında ‘adı ağza alınamayan’, alındığı takdirde
kapitalist gerçekçi bireyde gerginlik yarattığı için bastırılan ‘şey’in yerine
kullanılıyor.”[10]
Tıpkı Francis
Fukuyama’nın, “Türkiye ve Brezilya ve bu ülkelerin yanında 2011 yılında ortaya
çıkan Arap Baharı ve Çin’de sürmekte olan protestoları birbirine bağlayan ana
konu, küresel anlamda yeni bir orta sınıfın yükselişi. Modern bir orta sınıf,
ortaya çıktığı her yerde siyasi karışıklığa neden olur. Ancak az durumda kendi
kendine kalıcı bir politik değişim sağlamayı başarır. Son olaylarda İstanbul ya
da Rio de Janeiro sokaklarında gördüğümüz hiçbir şey bu kez farklı olacağını
göstermiyor,”[11] saptamasındaki
üzere.
Yani bay
Fukuyama’ya göre, her şey nafile, boşa uğraşıyoruz!
x) “Orta
sınıf” şayiaları kadar müptezel bir diğer “rivayet”te AKP patentli “komplo
teorileri”dir.(!?)
Hızla
sıralıyorum: AKP Antalya Milletvekili Menderes Türel, “Gezi Parkı olayları, 3-5
ağacı korumaktan ibaret masum bir çevre olayı değil. Gezi olayları, AKP’ye
karşı yapılmış postmodern bir darbe girişimidir”;[12]
Tuncay Tezel, “Neo-Conlar Taksim ve Tahrir’de”;[13]
Cevdet Akbay, “Gezi Parkı kalkışmasının arkasında Neo-Con çetesi var,”[14] diyorlar!
Ayrıca “Ayşe
Böhürler Gezi olaylarıyla ortaya çıkan din düşmanlığını daha önce bastırılmış
duyguların patlaması olarak görüyor ve dindarlara karşı mahalle baskısı
uygulandığını söylüyor. Kurtlar Vadisi senaryosu oynandığına dikkat çeken
Böhürler, Gezi olaylarını 28 Şubat sürecine benzetiyor”![15]
Yetmedi!
“Camiye girip bira içtiler!” “Polisimizi Şehit ettiler!” “Türbanlı kadına
saldırdılar!” “Gezi olaylarının arkasında faiz lobisi var!” “Faiz Lobisi
tarafından kullanılıyorlar!” yalanlarına ek olarak Ahmet Yenilmez, “Gezi
Parkı’nda neden Muhteşem Süleyman rolünü oynayan biri gitti? Bu olaylar Mısır’a
da aksetsin diye, çünkü orada da diziler seyrediliyordu. Bunu kimse görmüyor”
diyor![16]
Bunlar
yanıtlanmaya değmez; kayıtlara geçsin diye hatırlatmakla yetiniyorum o kadar!
xi) ‘The
Observer’ın, “Taksim Türkiye’nin ilk komünü”; ‘The New York Times’ın, “Taksim
dünyaya kamusal alanın gücünü hatırlatıyor,” saptamalarıyla betimlenen Gezi/
Kızılay/ Gündoğdu (vd’leri) güzergâhı, temsili demokrasiyi aşan (Paris Komünü
benzeri) bir doğrudan demokrasi deneyimidir.
SDP Genel Başkanı Rıdvan Turan’ın formülasyonundaki üzere: “Bu
direniş AKP polislerince ezilse dahi, AKP başta olmak üzere konvansiyonel
siyaset hükümsüz kalmıştır ve kaybetmeye mahkûmdur. Direnişin ise hükümetler
değişse de, zafere dek süreceğinden kuşku yoktur.”[17]
“İyi de ya
zaaflar” mı?
Vardı, oldu
elbet… Ama unutulmasın karanlık bir ormanda yol açanlar yani tarihi yaratanlar
için bundan daha doğal ne olabilir ki?
Ancak aslî bir
rahatsızlığımı belirtmeden geçmeyeyim: Gezi/ Kızılay/ Gündoğdu (vd’leri)
güzergâhının hikâyesinde sadece neo-liberalizm, sömürü, işsizlik, yoksulluk, adaletsizlik,
talan, çevre tahribinin vd’lerinin altını çizmek yetmez.
“Yeni(lene)nin”,
“eski(meyen) olduğunu asla “es” geçmeden, tüm bunları radikal sosyalizmle
ilişkilendirmeliyiz.
Bu olmadan, sürdürülemez
kapitalist düzenin, burjuva siyasetinin pislik ve baskısı ile doğrudan yüzleşmek,
hesaplaşmak ve en önemlisi onu “11
Tez”deki üzere aşmak mümkün olmaz.
17 Ağustos
2013 21:54:06, Çeşme Köyü.
N O T L A R
[*] 2
Kasım 2013’de Mersin SDP’nin düzenlediği “Gezi’de Gözüm Kaldı Dayanışma
Gecesi”nde yapılan konuşma… 30 Kasım 2013 tarihinde Denizli SDP’nin düzenlediği
“Özgürlük Sokaktadır” başlıklı panelinde yapılan konuşma... Gezi, İsyan,
Özgürlük-Sokağın Şenlikli Muhalefeti, Derleyen: Kemal İnal, Ayrıntı Yay., 2013
içinde yayınlandı…
[1] F.
Kafka.
[2] Kaan
Arslanoğlu, Evrim Açısından Devrim, İthaki Yay., 2010.
[3]
Semih Gümüş, “Sosyalizm Anlayışı Nasıl Değişiyor?”, Radikal Kitap, Yıl:12,
No:646, 2 Ağustos 2013, s.22.
[4]
Gamze Akdemir, “Emre Kongar: Dijital Gençler, Analog İktidara Karşı”,
Cumhuriyet Kitap, No:1223, 25 Temmuz 2013, s.12-13.
[5]
Kemal İnal, “Taksim Gezi Direnişi: Tanımlama, Sonuçlar ve Öngörüler”, Birgün,
21 Haziran 2013, s.10.
[6] M.
Sinan Birdal, “… ‘68’den Gezi’ye: Çanlar Neo-Liberalizm İçin Çalarken”,
Evrensel, 14 Temmuz 2013, s.4.
[7]
David Harvey, Asi Şehirler -Şehir Hakkından Kentsel Devrime Doğru, Çev: Ayşe
Deniz Temiz, Metis Yay., 2013.
[8]
Neval Oğan Balkız, “Şişedeki Mesajlar”, Radikal, 1 Ağustos 2013, s.17.
[9] “Y Kuşağının Mesleği de Farklı”, Cumhuriyet,
24 Temmuz 2013, s.3.
[10]
Ergin Yıldızoğlu, “Adı Ağza Alınamayan ‘Şey’…”, Cumhuriyet, 12 Haziran 2013,
s.4.
[11]
Francis Fukuyama, “Orta Sınıf Devrimi”, 2 Temmuz 2013…
http://www.fikirzamani.com/francis-fukuyamaorta-sinif-devrimi/
[12]
“Menderes Türel: Gezi Postmodern Darbe Girişimi”, Cumhuriyet, 2 Ağustos 2013,
s.6.
[13]
Tuncay Tezel, “Neo-Conlar Taksim ve Tahrir’lere Devam Edecekse Ne Yapılmalı?”,
Yeni Şafak, 7 Temmuz 2013, s.18.
[14]
Cevdet Akbay, “Gezi Parkı Kalkışmasının Arkasında Neo-Con Çetesi Var”, Yeni
Şafak, 5 Temmuz 2013, s.18.
[15]
Kübra Sönmezışık, “Ayşe Böhürler: Gezi’de Kurtlar Vadisi Senaryosu Oynanıyor”,
Yeni Şafak, 30 Haziran 2013, s.12.
[16]
“Muhteşem Süleyman’ Gezi Parkına Gitti Çünkü...”, Haber Türk, 9 Ağustos 2013…
http://www.haberturk.com/polemik/haber/867608-muhtesem-suleyman-gezi-parkina-gitti-cunku
[17]
Rıdvan Turan, “Direnişin Kodları ve Konvansiyonel Siyaset”, Gelecek, No:55, 14
Haziran 2013, s.4.
Yorumlar