“ölümün içinden yeşerir yaşamak.” [1] Bazı anlar vardır, söyleyecek söz bulamazsın; öyle bir şey işte... 20 Temmuz 2015 Suruç Ka...
“ölümün içinden yeşerir yaşamak.”[1]
Bazı anlar vardır, söyleyecek söz bulamazsın; öyle bir şey işte...
20 Temmuz 2015 Suruç Katliamı ardından sözün bitirildiği, tüketildiği zamanlardayız; acıyı, öfkeyi nasıl ifade edebilirim?
Kolay mı? Suruç’ta sonra aldığım her nefes içimde isyan ediyorken; bıçağın kemiğe dayanmaktan öte, kemiği delip geçtiği bir hâl bu.
“Yaşamak şakaya gelmez” demişti şair. Öyle yaptılar. Büyük bir ciddiyetle, sosyalistçe yaşadılar. İşleri güçleri aşk, hayat ve devrim için yaşamak oldu.
* * * * *
Biz Onları çok sevdik: Çünkü Paramaz Kızılbaş’ı selamlayıp, “Hayal gücü iktidara,” diyenlerdi Onlar…
Polen Ünlü gibi, gülüşleriyle yüreğimize, duruşlarıyla beynimize kazınan 33 yürekli, sosyalist devrimciydiler.
Ece Ayhan’ın, “Tarihi düzünden okumaya ayaklanan çocuklar”ındandılar.
“Umut(muz)” denilen şeyin bombalarla yok edilemezliğini; dost düşman herkese bir kez daha öğreten Onlar; Turgut Uyar’ın, “Birisi bir camı açar, birden haykırır/ Sen de varsın ey hayat,/ Tıpkı, ölüm gibi,” dizelerini terennüm edenlerdi…
Ya da Hasan Hüseyin Korkmazgil’in, “elbet bir bildiği var bu çocukların, yoksa kolay değil genç yaşta ölmek” dediklerindendiler…
Onlar hepimize, herkese, bila istisna; “Aşk olsun size çocuklar aşk olsun!” dedirtenlerdi…
* * * * *
“Terör eylemi tam da budur işte!” dedirten; Onların katli coğrafyamız için bir milattır.
Çevresine ölüm saçanların, hayatı savunanlara reva gördüğü bir zulümdür.
Kürtlerin Rojava ve Kobanê’deki atılımlarıyla, onlarla enternasyonalist dayanışmaya gözdağı vermeye yönelik devreye sokulan Suruç saldırısı, polislerin yaralıları taşıyanlara saldırdığı devlet destekli katliamdır.
Korkunçtur; vahşettir; devlet mamûlatıdır; egemen nefretin yarattığı kan gölüdür.
O bir AKP-IŞİD ortak yapımıdır; katliamıdır ve insanlık suçudur.
* * * * *
Katil(ler)i tanıyorsunuz; azmettiricileri de ayan beyan ortadadır.
Katliamın sorumluları, IŞİD’i besleyenler, barındıranlar, silahlandıranlardır.
Emri verenin kim olduğu bellidir; vahşeti devlet ile IŞİD birlikte gerçekleştirdi; Selahattin Demirtaş’ın, “IŞİD’in başını okşayan Ankara’daki yöneticiler bu barbarlığın suç ortağıdırlar,” ifadesindeki üzere…
Roboskî’den Reyhanlı’ya; Gezi/ Haziran’a uzanan devlet terörüyle, Kürt illerindeki kırımlarla, AKP Türkiye’si karanlık bir coğrafyaya dönüşmüştür.
Kırım ve kıyımlar saymakla, anmakla bitmiyor.
Katil(ler)in hiç birisi hukuk önünde sağlıklı yargılamadan geç(iril)mediği gibi, Sünnî ve Türk olmayan herkes hoyrat bir ayrımcılığa maruz bırakıldı.
Farklı düşüncenin örgütlenmesine, kendini ifade etmesine tahammül edilmedi.
Tüm bunların ve daha fazlasının sorumlusu kirli savaş mimarı AKP’dir; Ankara Katliamı’nın sorumlusu da, Reyhanlı ve Suruç’un faillerini ortaya çıkartmayanlardır.
IŞİD İstanbul’da toplu bayram namazı kılıp tehditler savurmuşken; AKP’nin haberi ve onayı olmadan, hiçbir şeyin olması mümkün değildir.
Bir an anımsayın: AKP, IŞİD’e canlı kalkan olarak kullanacakları 49 konsolosluk görevlisi ve karargâha çevirecekleri bir konsolosluk binası vermedi mi?
Sözde rehinelere karşılık cezaevlerindeki 180 cihatçıyı salıvermedi mi?
TIR’lar dolusu silah(lar) vermedi mi?
Libya’dan gelen cihatçıları karşılayacak liman ve Orta Asya ile Kafkasya’dan gelenleri taşıyacak uçak vermedi mi?
Kürtlere saldırsınlar diye yol ve sınırı rahat rahat kullansınlar diye geçişlere göz yummadı mı?
Kafa kesmekten yorulduklarında gelip dinlenecekleri sınır kentlerini tatil beldelerine dönüştürmedi mi?
Yağmaladıkları petrollerini satacakları pazar sunmadı mı?
Bunlar, fazlasıyla böyleyken; Suruç’un ve bundan sonra olabilecek katliamların sorumlusu AKP ve ona oy verenlerdir!
* * * * *
Coğrafyamız, Pakistan oldu; Pakistanlaştı.
İnsanların parçalanmış cesetlerinin, bir kez daha Sivas’ı, Çorum’u, Maraş’ı anımsattığı tabloda “Bunu devlet yaptı,” diyenler haklıdır; “MİT yaptı,” diyenler de haklıdır; bunun neresinde olursa olsun, suçlu devlet ve istihbarat teşkilâtıdır.
Ancak kimse Suruç’un sorumlusu “sadece AKP”dir, “IŞİD”dir diyerek kurtulmaya çalışmasın. Herkes yaptıklarının, söylediklerinin mantıksal sonuçlarından sorumludur... Katliamın sorumlusu, içi Kürt nefretiyle kapkara olmuş, yürekleri kurumuş, ırkçısı, İslâmcısı, ulusal solcusudur, medyasıdır da...
Evet Ahmet Ümit’in, “Suruç’u yazamayan basın seri katile bağladı,”[2] dediği ve Cumhurbaşkanı 7 Haziran 2016 sonrasında hükümet kurma görevini günlerce bekletip, AKP’nin bir hükümet kuramadığı, kurdurtulmadığı, kurmak da istemediği bir dönemde işlenen “Yeni Türkiye”nin kolektif suçlarındandır Suruç…
Kaldı ki 1 Kasım seçimleri için Türkiye’ye gelen Avrupa Konseyi Parlamenter Meclisi heyetinin başkanı Andreas Gross’un, 100’ü aşkın insanın öldürüldüğü Ankara Katliamını, Türkiye’nin güvenlik güçlerinin bilmemesinin mümkün olmadığını vurgulaması da boşuna değildir.[3]
Amara Kültür Merkezi önünde gerçekleştirilen katliam için şu şöyle olmuş, bu böyle olmuş demek anlamsız. İstihbarat teşkilâtı burada insanların ölmesine göz yummuştur. Bu insan(lar)ı AKP, kapitalizm katletmiştir.
* * * * *
Suruç, “yine” faili bulunamayacak bir katliamdır. Bu belli değil mi, bugüne dek, olayla ilgili hiç bir şey ortaya çıkartılmamıştır.
Oysa Diyarbakır’ın bağlantıları ortaya çıkartılsaydı, Suruç, Ankara olmazdı.
Hesabı sorulmayan her cinayet, katliam bir sonrakine yol verip, fırsat sunarken; hesap sorulsaydı, katliamı yapanlar, arkasındakiler açığa çıkartılsaydı, bundan sonrakiler olmayacaktı.
Oysa Gökçer Tahincioğlu’nun, “Bir mitingi patlatmak için yola çıkan zanlı otelde bulunduğunda arama kayıtları yok edilir,”[4] notunu düştüğü Suruç’un ardından Kızılay, “Kan vermeyin, ihtiyaç yok,” dedi; THY, 180 TL olan uçuş ücretini 400 TL’ye yükseltti!
A. Davutoğlu’nun “açıklama”sına(?) göre, “Suruç’taki saldırının hedefi Türkiye” imiş! Ne kadar da aydınlandık değil mi?
Ya polis? Adli tıbba taşınanlara polis saldırıyor; yaralıları taşıyanlara gülerek bakıyor ve gaz bombası atıyorken; hükümet yalakaları da, “Suruç ile AKP’yi mağdur etmeye çalışıyorlar,” diye çığrışıyorlardı!
‘Suruç Aileleri İnisiyatifi’ ile ‘Suruç için Adalet Platformu’ üyelerinin, savcısı ile görüşmesi ardından, dava avukatlarından Gülhan Kaya, gizlilik kararı devam ettiği, “Daha önce aldığımız cevaplara benzer ‘incelemeler hâlâ devam ediyor’ cevabını aldık. Dosyanın ne aşamada olduğunu bilmiyoruz. Henüz bir dava açılması durumu da söz konusu değil. Dava ile ilgili bir yol katedilmiş değil. Ankara katliamı ile Pirsus katliamı failleri arasında bağlantı olduğu, buna ilişkin kimi belgeleri basından öğrendik. Bir yıla yaklaştı. Dosyada bir adım dahi yol katledilmedi. Bir kısım aile henüz eşyalarını almış değil. Bazı ailelerimiz bu talepte bulundular, ancak bu talebimizde bu gün (20 Haziran 2016) reddedildi,” dedi.[5]
Ayrıca Suruç’ta katledilen Murat Yurtgül’ün annesi Nimet Yurtgül, gözyaşları içerisinde oğlunun öldüğü yeri öperek ağıt yakıp, “Benim oğlum ne yaptı ki? O barış istedi barış. Benim çocuğum oyuncaklarıyla barış istedi. Onu öldürdüler. Onunla gurur duyuyorum. Onların da çocukları yok mu, yürekleri yanmıyor mu? Biz çocuklarımızı kaybetmişiz. Tek isteğimiz davanın açıklığa kavuşturularak sonuçlanmasıdır,” derken; anma nöbetinde “Kalplerimiz adalet için atsın, gizlilik kararı kaldırılsın” yazılı pankart açıldı.[6]
Evet, evet olup bit(mey)enler yani bunlar kötü bir şaka değil; onların gerçeğidir!
* * * * *
Onların gerçeği, “yok başka bir cehennem yaşıyorsunuz, yaşıyoruz işte,” dizelerindeki Dersim, Sivas, Maraş, Çorum, 1 Mayıs 1977 Katliamları’dır; Auschwitz, Treblinka, Hiroşima, Nagazaki, Srebrenica’dır.
Sonra Roboskî, Reyhanlı, Soma, Ermenek, Diyarbakır ve şimdi de Suruç... (Suruç’un, Paris’teki Charlie Hebdo Baskını’ndan, Londra’daki Metro Saldırısı’ndan veya İstanbul’daki 29 Haziran 2016’daki Hava Limanı saldırısından ya da diğerlerinden ne farkı var ki?[7])
Hatta daha da fazlası: Onların, “insan”la, “insanlık”la ne alâkâsı olabilir ki?
Coğrafyamızda insan(lar)ın KaçAK-saray’ın girişinin koruduğu gibi korunmadığı, insan(lığ)ın yok edildiği “Yeni Türkiye” budur…
* * * * *
Suruç’tan sonrasına gelince: Suruç başlangıçtı. Sonrası malum!
Mehveş Evin’in ifadesiyle, “Savaş artık her yerde… ‘Türkiye Pakistanlaşacak’ tezi gerçek oldu… Hiç kimse, hiçbir yerde güvende değil”ken;[8] Suruç, bize hüzne değil, öfkeye muhtaç olduğumuzu öğretir.
33’ler korkmadı; siz de korkmayın kardeşler.
Korkmayın ve gözyaşı dökmeyin ki, vahşetin mimarları amacına ulaşmış olmasın!
Barbar vicdansızlığın sınırı olmadığını bir kere daha görmek yüreklerimizi ezmiş olsa da; ağlamayıp, öfkeleneceğiz.
Sağlam, çok sağlam durun kardeşler; tıpkı Onlar gibi…
Daha ağır günler, daha acı günler eşikte.
Şimdi korkuyu değil umudu büyütme; gözyaşı dökme yerine öfkelenme zamanıdır.
Öfkelenin ve iyi olmayın!
Her gün, yaşam için öl(dürül)üyorken; biz iyi değiliz, siz de iyi olmayın
Biz o gün Charlie Hebdo’yduk; dün Madımak, bugün de Suruç…
Hatırlayın: “İyi olmayın,” demiş saldırıdan yaralı kurtulan Loren Elva, “Artık bana bir daha hiç bir zaman ‘Nasılsın’ diye sormayın. Hayatımdaki en değerli varlıkları kaybettim. Ve bir kez daha yineliyorum bu saatten sonra da iyi değilim, iyi olmayacağım, iyi olmayın!” haykırışıyla…
* * * * *
Coğrafyamızda ölmek kolay, yaşamak zorken; insanca, kardeşçe yaşamak kolay olmasa da; hesap mahşere kalmayacak; emin olun kalmayacak.
Yas tutmayacağız. Savaşacağız. Bulunduğumuz her yerde savaşacağız. Eğer yas tutmak için başımızı öne eğersek, o anda ensemize bir IŞİD/AKP kurşunu daha gelir.
Yine ölmedik; öldüremediler Onları; öldüremeyecekler asla biz(ler)i.
Sıyrılıp gelenin ifadesi olan 33’lerden biz(ler)e kalan özgürlük renginde gülüşleri ve Hasan Hüseyin Korkmazgil’in “kandan kına yakılır mı?” dizesinde ifadesini bulan kararlılıklarıdır.
Emin olun; asla şüpheye düşmeyin: Pablo Neruda’nın dediği gibi, “Dünyadaki tüm çiçekleri koparsalar dahi baharın gelişini asla engelleyemeyecekler”…
Çünkü Onlar; ““Nâzım kadar coşkulu/Aragon kadar aşık/ Lorca kadar yaralıydık,” dizelerinde Murathan Mungan’ın anlattıklarıydılar.
Çünkü Onlar; “vurun ulan,/ vurun,/ ben kolay ölmem./ ocakta küllenmiş közüm,/ karnımda sözüm var/ hâldan bilene,” diye haykıran Ahmed Arif’in yoldaşlarıdır.
Çünkü Onlar; “yine doğumdayız işte, yine sevinçteyiz./ bitmedi daha sürüyor o kavga/ ve sürecek/ yeryüzü aşkın yüzü oluncaya dek!” dizelerindeki Adnan Yücel’in umutlarıyla silahlananlardır.
* * * * *
Bütün insanlık suçları gibi Suruç’un da hesabı sorulacakken; gelecek(imiz), elbette onu yaratan 33’lerin olacaktır; elbette bunun için ödenmesi gereken bedel sonuna dek ödenerek!
Kolay mı? Paul Simon’un, “Günümüz insanının, metronun zamanında gelmesini temenni etmekten başka hiç bir beklentisi yoktur”; Claude Lucas’ın, “Yirminci yüzyılda özgür olmak demek terliğini, pijamanı giyip, sıcak evinde oturmak demektir,” dizeleriyle betimlenen kapitalist yabancılaşma dünyasında; “Ya düşlerinin peşine düşmeyi seçersin, ya da olanları kabullenmeyi. ‘İyi ki’lerinle güçlenir, ‘keşke’lerinle tükenirsin. Karar senin,” diyen Charles Bukowski’nin uyarısını “es” geçmeden Prometheus’u, Spartküs’ü, demirci Kawa’yı, Şeyh Bedreddin’i ve ötekilerle 33’leri asla unutmayıp, açtıkları yoldan yürümekten vazgeçmeyeceğiz…
Çünkü şüphemiz yok: “Kimsenin tarihin tekerleğini sonsuza dek tersine çevirmeye gücü yetmez. Şimdi hesap zamanı, bilme vakti; yenilenler için hezimet, bu gerilimin ardından, bilginin dövüşken güzüyle donanacak. (…)
Yenilenler efsanevi mağluplar, bizimdir karşı çıkışlarınızın o destansı mirası! Siz! Eski zamanın ezilenleri! Mezarların ihtişamı uğruna sakatlanan o kutsal-güneşin köleleri! Derinizle aynı renkteki toprakla birlikte satılanlar, kara sabana koşulanlar! Otlaklar çitlerle çevrilince pamuk tarlalarında, kömür ocaklarında kan ter döken yerinden yurdundan edilmiş çocuklar! Siz kabullendiniz mi bunu? Kimse kabullenmez asla bunu!
Spartaküs, Köylü Jacquou! Thomas Münzer! Ve sizler: Ovaların baldırı çıplakları, balçıklı çeltik tarlalarının Taipingleri, Çartistler ve makine kırıcılar, kenar mahalle sokaklarının üçkâğıtçıları, Babeufcu eşitlikçiler, Fransız Devrimi’nin baldırıçıplakları (sans-culottes) komüncüler, Spartakistler! Halk örgütlenmelerine ve büyük mahalle konseylerine katılan tüm o insanlar, terör döneminin hizipçileri, yaba taşıyıp, mızrak kuşananlar, barikatlarda savaşanlar, şatolan ateşe verenler! Ne kadar da çok oldukları şiddetle keşfedilen, tüm diğer kalabalıklar. Kendi faal bütünlüklerini tarih kıtalara ayrılırken keşfedenler! Subaylarını etçil balıklara atan denizciler, hudutlarının ileri karakolunda savaşan güneş ülkesi ütopyacıları, dinamitleri büyük bir iştahla kullanan And Dağları’nın Quechuali madencileri! Ve sömürgeci kokuşmuşlukta ışıldaya o panter desenli kalkanların arkasında dalga dalga yükselerek gelen Afrikalı asiler! Elbette, av tüfeğini çıkarıp, şüphe çekici bir yaban domuzu gibi Avrupa’nın ormanlarında işgalciye karşı direnişe başlayan yalnız adamı da unutmamalıyız. (…)
Hepiniz! Uçsuz bucaksız tarihten gelen kardeşlerimiz! Sizler bizim mağlubiyetimizi yargılıyor ve neden burada pes ediyorsunuz mu diyorsunuz? Söylenebilecek tüm sözler bir yana; yenilmedik mi biz? Sürekli olarak yenilmedik mi? Bizim hezimetimizi mahkûm etmeye cüret eden kimse bırakın kalsın ayağa! Bırakın hiç de utanç duymasın! Sizin müphem katiyetinizi biz doğurduk. Ve bugün sahip olduğunuz zafere yazgılı gücünüz, bizim size miras bıraktığımız girişimlerle aynı kumaştan ve aslında onların temize çekilmiş hâlinden ibaret. Siz, tevekkül edenler! Gerici bir yargıya bel bağlayarak, mağluplar gibi başınızı eğip, yenilgiyi kabullenerek bizim devasa çabamızı yerle bir mi edeceksiniz?
Hayır! diyorum, hayır! Tuzu kurular ve korkaklar bizi ilgilendirmiyor. Halkların sebatkâr hafızasıdır dünyadaki büyük boşluğu açan ve işte o boşluk içerisinde yüzyıllardır dikilmekte, komünizmin işaret feneri! Bütün zamanların halkları! Her yerdeki halklar! Hepiniz bizimlesiniz!”[9]
33’ler ve tüm isyancılar için “Fama semper vivat/ Şân sonsuza kadar yaşasın”!
Yaşayacaklar da…
3 Temmuz 2016 10:29:11, Ankara.
N O T L A R
[1] Pablo Neruda.
[2] Sibel Bahçetepe, “Ahmet Ümit: Suruç’u Yazamayan Basın Seri Katile Bağladı”, Cumhuriyet Sokak, 12 Haziran 2016, s.18.
[3] Duygu Güvenç, “Güvenlik Kurumlarının Bilgisi Olmadan Ankara Saldırısı Olmaz”, Cumhuriyet, 4 Kasım 2015, s.12.
[4] Gökçer Tahincioğlu, “Suruç’tan Sonra”, Milliyet, 26 Temmuz 2015, s.12.
[5] “Suruç Soruşturmasında Bir İlerleme Yok”, 20 Haziran 2016… http://halkingunlugu.net/index.php/g%C3%BCncel/item/8457-suru%C3%A7-soru%C5%9Fturmas%C4%B1nda-bir-ilerleme-yok.html
[6] “Suruç Saldırısında Ölen Oğlunun Can Verdiği Yeri Öptü”, Cumhuriyet, 22 Haziran 2016, s.12.
[7] Müslümanların yapabileceği türden saldırı. İçinde Müslümanlığın ya da Müslümanların geçmediği intihar saldırısı var mıdır yakın tarihte? “Gerçek İslâm bu değil,” demeyin; karşımızdaki -İslâm- budur!
[8] Mehveş Evin, “Suruç Katliamı: Savaş Artık Her Yerde”, Milliyet, 22 Temmuz 2015, s.13.
[9] Alain Badiou, Komünist Hipotez, Çev: Oylum Bülbül, Encore Yayınevi, 2011.
Yorumlar