“Radyoyu ne zaman açarsanız açın, en sevdiğiniz şarkının hep son melodilerini duyarsınız.”[1] Tiyatronun temel direklerinden Mü...
en sevdiğiniz şarkının
hep son melodilerini duyarsınız.”[1]
Tiyatronun temel direklerinden Müşfik Kenter, 65 yılını verdiği ve son ana kadar inmediği sahnelere ‘ve perde’ dedi. O, kimi zaman tam 25 yıl boyunca hayat verdiği, yüreklerimize işleyen ‘Bir Garip Orhan Veli’, kimi zaman ‘Vanya Dayı’, kimi zaman ‘Hamlet’ti... Meşhur uzaylı Alf’e ses verdi...
Ama bana sorulursa Müşfik Kenter, “Sahi nedir gençlerdeki bu lens merakı? Gözler de sahte olduktan sonra, insan neye bakıp inanmalı?” sorusundaki içtenlikti…
* * * * *
Nâzım Hikmet’in memleketinin hüzünlü sesiydi ve yalnız onun sesinden dinlenmeliydi Orhan Veli; O gidice sesimizi kaybettik. (Nâzım Hikmet şiirlerini kimin sesiyle dinleyeceğiz artık? Kim bize o güzel sesiyle mısraları şekle büründürüp duygu katacak?)[2]
Kimsenin arkasından konuşmasını istemediğini vasiyet eden ve “Üzülüyorsun, takma diyorlar.
Kızıyorsun, değmez diyorlar.
Boş veriyorsun, gamsız diyorlar.
Susuyorsun, iki çift laf et diyorlar.
Konuşuyorsun, muhatap olma diyorlar.
Çekip gidiyorsun, mücadele et diyorlar.
Alttan alıyorsun, tepene çıkardın diyorlar.
Bağırıyorsun, sakin ol diyorlar.
Aklı başında davranıyorsun, bu kadar uslu olunmaz diyorlar.
Dikine gidiyorsun, yaşına başına yakışmaz diyorlar.
Ölünce ne diyecekler?
Muhtemelen, ‘ölüm sana yakışmadı.’
Normal tabi, dirimizi beğenmediler ki ölümüzü beğensinler,” diyen ustanın gidişi büyük bir kayıptı.
Kalktı gitti O... Coğrafyamızı terk eden güzelliklerdendi. Ancak yeri doldurulabilecek gibi değil.
Malum insanların gidişine üzülürüz, bazılarının acısıysa böğrümüze saplanır; Müşfik Kenter ikincilerdendir.
Ancak sel gitse de kum kalır ya, Müşfik Kenter gidince anısı, sesi kalır bize…
‘Bir Garip Orhan Veli’de, Orhan Veli’nin şiirlerini okumuş, her mısrada tüyleri diken diken etmişti. Sesine kattığı anlam ve duygunun yanında, insana inanılmaz bir rahatlama hissi vermişti.
Ahmet Telli’nin şu dizeleri galiba en çok Ona yakışırdı: “sımsıcak konuşurdun konuşunca/ ırmak gibi rüzgâr gibi konuşurdun/ yayla kokuşlu çiçekler açardı sanki/ çiğdemler güller mor menevşeler açardı/ sımsıcak konuşurdun konuşunca.”
Etkileyici sese sahip, tonlaması mükemmel olan O; filmlerdeki kalender tiplemeleriyle, Anadol arabasıyla, şiirlere sesiyle verdiği hayatla, coğrafyamızın değerlerindendi.
Mesela ‘Sevmek Zamanı’nda, “Sen dostlukların, aşkların kolay mı kurulduğunu, kolay mı sürdürüldüğünü sanıyorsun? Resminle aramda ne kadar uzun zamanlar geçti. İlk karşılaşmamızı dün gibi hatırlarım. Birden bana iyilikle, sevgiyle bakan bir yüz gördüm. Elbiselerim eskiydi, kirliydim, sakallarım uzamıştı. İnanamadım… O insanca bakışı bir daha göremem diye bir daha resme bakmaktan korkuyordum. İkinci kere zorlukla baktım resmine. Gene iyilik, gene sevgi vardı gözlerinde,” diyen Boyacı Halil’di…
“Müşfik”, “Sevecen, şefkatli” demekti… İsmiyle müsemma denir ya; O da öyleydi…
Zamanında kendisine verilen devlet sanatçısı unvanını reddetmiş gerçek bir sanatçıydı ve “Madem ateşin var ne duruyorsun karanlıkta,” derdi.
‘Sevmek Zamanı’ filmindeki Halil karakteri ile özdeşleşmiş, her daim aşkı en yoğun biçimde yaşayan insandı ve “Üşüdüğümüzde camı kapatmak kadar kolay olsaydı keşke, sevilmediğimizi anladığımızda o kişiye yüreğimizi kapatmak,” demişti…
“İşini iyi yapan, iyi bir insan...” Her hâlde Müşfik Kenter’i en iyi anlatan cümle budur. Sonrasında şu sıfatlar da eklenebilir sırayla: Beyefendi, sessiz, sakin, duygusal...
Onu hiç tanımayanlara, sahnede görmeyenlere göre bile, etkileyici bir sesin sahibi ve iyi bir oyuncuydu.
Oyunculuk yapmayan, oynadığı karakteri yaşayan O; “Tiyatro ciddi bir şakadır,” der ve eklerdi: “Tiyatromuz çok ileridedir de seyircilerimiz biraz geridedir.”
Onu en iyi anlatan, “Bence artık kendinize gelin. Çünkü parlatıcıyla aydınlanmaz gelecek, fön çekince düzelmez hayat ve fondötenle kapanmaz yaralar,” cümlesiyle yine kendisiydi.
Bir de “post-modern zamanlar”a şu eleştirisi: “Hep bir yerlere, bir şeylere yetişme telaşındasınız değil mi?
Hiç vaktiniz yok, ‘fast live’, ‘fast food’, ‘fast music’, ‘fast love’...
Dikte ettirilen ‘yükselen değerler’, ‘in’ler, ‘out’lar...
Buna benzer bir odada, şanslıysanız gökyüzünü görebilen bir pencere ardında bitecek hepsi.
Dostluğu klavyelerinde, yaşamı monitörlerinde arayanlar, size sesleniyorum!
Hangi tuş daha etkilidir ki sıcacık bir gülüşten ya da hangi program verebilir bir ağaç gölgesinde uyumanın keyfini?
Copy-paste yapabilir misiniz dalgaların sahille buluşmasını?
İçinizi ısıtan gün ışığını gönderebilir misiniz maille arkadaşlarınıza?
Sevgiyi tuşlarla mı yazarsınız?
Öpüşmek için hangi tuşlara basmak gerekir?
Ya da geri dönüşüm kutusunda saklanabilir mi kaybolan zaman?
Doğayı bilgisayarlarına döşeyenler, neden görmezsiniz bahçedeki akasyanın tomurcuklandığını?
Ve ıslak toprak kokusu var mıdır dosyalarınız arasında?
Koklamak, duymak, dokunmak, yok mu yaşam skalanızda?
Bilgi toplumu oldunuz da, duygu toplumu olmanıza megabaytlarınız mı yetmiyor?”
* * * * *
Diplomat Ahmet Naci Kenter ve Olga Cynthia’nın[3] çocuğu olarak 1932’de İstanbul’da dünyaya gelen Müşfik Kenter, Ankara Devlet Konservatuvarı Tiyatro Bölümü’nde eğitim gördükten sonra, 1955’te Devlet Tiyatrosu’na girmiş, sanat yaşamına Devlet Tiyatrosu’nda “Oğuz Ata” adlı oyunla adım atmıştı. Devlet Tiyatrosu’nda ayrıldıktan sonra İstanbul’da kardeşi Yıldız Kenter’le birlikte Muhsin Ertuğrul’la çalışmıştı.
Kenter’ler, Küçük Sahne’de oyunlar sergiledikleri dönemde Şükran Güngör ve Kamran Yüce ile bir araya gelmişler ve bu dörtlü uzun yıllar birlikte çalışmıştı.
1960-1961 yıllarında Site Tiyatrosu’nu kurduktan sonra 1962’de adını Kent Oyuncuları olarak değiştirmişler, 1968’de Kenter Tiyatrosu’nun inşaatını tamamlamışlardı. Tiyatroyu yapmaları için bütün paralarını ortaya koymaları, büyük bir turneyle Anadolu’yu gezmeleri ve bir koltuk satma kampanyasıyla destek sağlamaları gerekmişti. ABD ve İngiltere’de tiyatro araştırmaları yapan Müşfik Kenter, İngiltere, ABD, Fransa, Almanya ve Yugoslavya gibi ükelerde de oyunlar sergilemişti.
Kenter’in oynadığı “Bir Garip Orhan Veli” adlı oyun 25 yıldan fazla bir süre sergilenmiş; aynı oyuncuyla Türkiye’de en uzun süre sahnelenen oyunlardan biri olmuştu.
Kenter, Mimar Sinan Üniversitesi Devlet Konservatuvarı’ndan emekli olduktan sonra Haliç Üniversitesi Konservatuvarı Tiyatro Bölümü Başkanlığı ve Bakırköy Belediyesi Şehir Tiyatrosu Genel Sanat Yönetmenliği görevlerinde bulunmuştu.
Sanatçı, tiyatro oyunculuğunun yanı sıra pek çok sinema filmi ve TV dizisinde de oynamıştı. 1966’da 3. Antalya Film Şenliği’nde “Bozuk Düzen”deki yorumuyla En İyi Erkek Oyuncu ödülüne değer görülen Kenter, 1997’de 1. Afife Tiyatro Ödülleri’nde de Muhsin Ertuğrul Özel Ödülü’nü almıştı.
Kenter’in oynadığı pek çok tiyatro oyunu arasında ‘Martı’, ‘Lütfen Kızımla Evlenir misin?’, ‘İvanov’, ‘Konken Partisi’, ‘Van Gogh’, ‘Arzu Tramvayı’, ‘Vanya Dayı’, ‘Çöl Faresi’, ‘Buzlar Çözülmeden’, ‘Ayaktakımı Arasında’, ‘Sandalyeler’, ‘Salıncakta İki Kişi’ ‘Üç Kız Kardeş’, ‘Üç Kuruşluk Opera’, ‘Nalınlar’, ‘Mikadonun Çöpleri’, ‘Cyrano de Bergerac’ ve ‘Hamlet’ sayılabilir.
Sanatçının sinema filmleri arasında ise ‘Murtaza’, ‘Sevmek Zamanı’, ‘Bozuk Düzen’, ‘Üç Arkadaş’, ‘Hayallerim, Aşkım ve Sen’, ‘Rümuz Goncagül’, ‘Piano Piano Bacaksız’, ‘Dar Alanda Kısa Paslaşmalar’ gibi yapıtlar yer alıyordu.[4]
4 Ağustos 2012’de hayatını kaybeden yönetmen Metin Erksan’la ondan bir hafta sonra yaşamını yitiren oyuncu Müşfik Kenter’in yolu ‘Sevmek Zamanı’ filminde kesişmişti. 1965’te “alışılmadık” denilip gösterilecek salon bulamayan filmde aşkın en soyut hâli anlatılıyor. Boyamaya girdiği bir evin duvarında asılı kadın resmine aşık olan boyacı Halil’in ve resmin sahibi Meral’in öyküsünü konu eden filmden sandal karesi de Kenter’in hafızalara kazınan başka bir sahnesi...
1987’de Haluk Bilginer’le Zuhal Olcay’ın rol aldığı televizyon dizisi ‘Gecenin Öteki Yüzü’nün hafızalara kazınmasının bir nedeni Müşfik Kenter’in replikleridir. Dizi başlarken ağlayarak denize doğru ilerleyen Olcay’a yaklaşıp ateş isteyen Kenter “Madem ateşin var ne duruyorsun karanlıkta. Koş hayata” der. Kadrajdan çıkıp karanlıkta kaybolurken de Azrail’e seslenir: “Hey bre Karacaahmet, kara mezarlık! Sana gelmiyorum işte! Bir diyeceğin var mı? Yorgo’nun meyhanesine gidiyorum. Daha çok beklersin.”[5]
Ve 15 Ağustos 2012’de kaybettik Müşfik Kenter’i, 80 yaşındayken…
* * * * *
Yaşar Kemal’in, “Büyük bir usta, mert bir insandı”; Işıl Kasapoğlu’nun, “Ustaların ustasıydı”;[6] Doğan Hızlan’ın, “Büyük bir aktördü”;[7] Mehmet Birkiye’nin, “Bir rolü inanılmaz sadelikle oynardı”;[8] Hasan Pulur’un, “Bir tiyatro dehasıydı”;[9] Murat Daltaban’ın, “Tiyatronun masal kahramanıydı”; Rıza Kocaoğlu’nun, “Tiyatromuzun kalender abisiydi”; Güven Kıraç’ın, “Süsten ve şatafattan hoşlanmazdı,”[10] notunu düştükleri Müşfik Kenter’i; Ali Poyrazoğlu, “Dünyanın geleceği için derin kaygılar taşıyan ve bu üzüntüsünü içinde saklamaya çalışan bir insandı”;[11] Nedim Saban, “Sahnede önce insan olun, oynamayın” derdi! Türkiye’de oyun oynamayı sahtekârlık sözüyle eş değer tutuyorlar, oysa oyunculuk önce insan olma sanatıdır. Ondan sadeliği öğrendik,”[12] diye tanımlarlardı…
O, tiyatronun “idol”ü olarak yaşadı.[13]
“Türkiye Rönesansı”nın, dünya çapında bir örneği ve kanıtıydı, oyunculuğu ve kişiliğiyle;[14] hasılı “Tiyatronun büyülü ışığıydı.”[15]
Müşfik Kenter, sanatçı-öznenin vazgeçilmez rolünü hiç yadsımadan yaşamış ve yaşatmıştı. Sanatçıyı yeti ve emeğiyle kişi yapması, Müşfik Kenter’in tiyatroya baş koymasıyla somutlaşmış, sanatçılığı dünyalaşmıştı.[16]
Neydi Müşfik Kenter’i bunca özel, bunca özgün, bunca farkı kılan?[17] Yetenek, ustalık, yorum gücü, çalışma disiplini, sürekli çalışma? Elbet, bunlar var ama... Ama bunlardan öte bir şey söz konusu... Hani günlerdir herkes söylüyor ya, oynamadan oynamak diye... Bence onun yeteneği ve ustalığı, içgüdüsel. İçgüdüleriyle oynuyor. İçgüdüleriyle canlandırdığı kişiye ve duruma yaklaşıyor. İçgüdüleriyle “havayı kokluyor”, soruyor, arıyor ve buluyor... Sonra canlandıracağı kişiye ilişkin “bulduğu” bir doğruyu, bir gerçeği, yine içgüdüleriyle çoğaltıyor, büyütüyor ve onu özbenliğiyle buluşturuyor. Şunu demek istiyorum: Müşfik Kenter oynamıyor, oluyor. Sahnedeki varoluş biçimiyle bir oyunda canlandırdığı kişi, bir ve tek oluyordu.[18]
Müşfik Kenter öyle ya da böyle hayatlarımıza girmiş. Her birimizde silinmeyen izler, anılar bırakmıştı.[19]
İzlerken sadeliği, doğallığı, dupduru oyunculuğuyla büyüleyen, yaptığı işi çok kolaymış gibi gösterebilen, nasıl böyle oynamadan oynanır diye hayrete düşüren, izlerken mesleği daha çok sevdiren müthiş aktördü.[20]
O, sadece güçlü bir oyuncu, yorumcu, yönetici olarak değil, kıymetli bir hocaydı.[21]
Müsekkin sesimizdi; sessiz bir toplumun en müşfik sesiydi…[22] Bir Garip Orhan Veli’yi yıllarca sahnede binlerce kişiye oynadı. Bir şairi yaşatmak, onun şiirlerinin daha çok okunmasını sağlamak, ancak onun gibi usta bir tiyatro insanına vergiydi… Şiirle ilişkisi hiçbir zaman kopmadı. Nâzım Hikmet’in Kuvây-ı Milliye’sini de sahneye getirmişti...[23]
Müşfik Kenter’i seyretmek, bizler için her zaman olağanüstü ve sıra dışı bir olaydı. Ama bu olağanüstülük ve sıra dışılık, her zaman onun günlük insanı büründüğü her karakterde olağanüstü ve sıra dışı canlandırabilme ustalığından kaynaklandı.[24]
Sahnede devleşen bir büyücüydü Müşfik Kenter. Perdedeki pırıltılı çekiciliği ve oyun gücüyle içimizi doldururken, bize tanıttığı her karaktere beslediğimiz hayranlığın izleri silinmedi.[25]
Bunun içinde hep yaşadı; yaşattı O…
9 Haziran 2017 19:15:31, İstanbul.
N O T L A R
[*] Patika Dergisi, No: 99, Ekim - Kasım - Aralık 2017…
[1] Müşfik Kenter.
[2] Müşfik Kenter son yolculuğuna uğurlanırken, ablası Yıldız Kenter, “Müşfik, şimdi salon full efendim” diyerek başladığı konuşmasına şöyle devam etti: “Genç yaşlarda benim ilk hocalarımdan biri oldu. Doğallığı, sahici olabilmeyi, gerçek olabilmeyi ve bunu büyük bir sadelik içinde gösterişsiz yapabilmeyi Müşfik’te gördüm. Hiç belli etmeden onun ortaya koyduğu ustalığını izleyerek büyüdüm. Ona minnettarım. Müşfik olmasaydı Kenterler olmazdı. Ona hep ihtiyaç duydum. Onu hep gıptayla izledim. Ona kardeşim olduğu için teşekkür ediyorum.” (“Şimdi Salon Full Efendim”, Hürriyet, 18 Ağustos 2012, s.15.)
[3] “Babası Lozan Anlaşması’nın özel notlarını tutan, İnönü’nün özel kalem müdürü ünlü bir diplomattı...
Robert Kolej’i bitirmişti... İngilizce ve Fransızca’yı ana dili gibi konuşuyordu... İstikbal onundu...
Oysa o aşık olmuştu... İngiltere’de bir İngiliz kızına... Olga Cynthia’ya...
Aşık olmasında bir sorun yoktu, fakat o günlerde Türk diplomatları yabancı kadınlarla evlenemiyorlardı... Babası aşkını, mesleğine yeğledi... Öyle bir adamdı...
Müşfik Kenter’in doğumu, babasının uğruna mesleğinden vazgeçtiği Olga Cynthia’yla olan aşkından meydana geldi...” (Reha Muhtar, “Bu muydu İnsanlara Son Nefesinde Görüneceğinden Bahsedilen Şeytan?”, Vatan, 16 Ağustos 2012, s.15.)
[4] “Büyük Ustayı Yitirdik”, Cumhuriyet, 16 Ağustos 2012, s.17.
[5] Samet Aday, “Madem Ateşin Var Ne Duruyorsun Karanlıkta”, Akşam, 17 Ağustos 2012, s.4.
[6] “Büyük Değer, Mert İnsan”, Cumhuriyet, 17 Ağustos 2012, s.15.
[7] “Müşfik Kenter’i Kaybettik”, Hürriyet, 15 Ağustos 2012.
[8] “Şimdi Salon Full Efendim”, Hürriyet, 18 Ağustos 2012, s.15.
[9] Hasan Pulur, “Müşfik Kenter”, Milliyet, 18 Ağustos 2012, s.3.
[10] “Hocamızı, Tarihimizi Kaybettik”, Radikal, 16 Ağustos 2012, s.31.
[11] “Müşfik Sesimiz Sustu...”, Vatan, 16 Ağustos 2012, s.7.
[12] “Hocamızı, Tarihimizi Kaybettik”, Radikal, 16 Ağustos 2012, s.31.
[13] Ayşegül Yüksel, “Tiyatromuzun İdolüydü”, Cumhuriyet, 16 Ağustos 2012, s.17.
[14] Ali Sirmen, “Müşfik Kenter”, Cumhuriyet, 19 Ağustos 2012, s.4.
[15] Ülkü Tamer, “Tiyatronun Büyülü Işığıydı”, Cumhuriyet, 18 Ağustos 2012, s.14.
[16] “Üstün Akmen: Bir Çınar Daha”, Cumhuriyet, 18 Ağustos 2012, s.15.
[17] “Çok tanıdığımız, az bildiğimiz biriydi Müşfik Kenter. Sesi, yüzü, oyunculuğu ezberimizde. Ama ne düşünür, ne hisseder, neye kızar, neye sevinir, sakındı hep. Belki de o nedenle içkiye sarıldı; tıpkı babası gibi… 1957’de ilk maaşıyla babasına Omega marka bir saat almıştı. Maaşı 320 liraydı, saat 290 lira. ‘Vefatından sonra saat yine bana kaldı’ demişti bir söyleşisinde, ‘Sahnede hep o saati takarım, babamı yanımda hissetmek için’…” (Miraç Zeynep Özkartal, “Büyük Ustayı Kaybettik”, Milliyet, 16 Ağustos 2012, s.13.)
[18] Zeynep Oral, “O, Müşfik Kenter”, Cumhuriyet, 19 Ağustos 2012, s.14.
[19] Nilgün Cerrahoğlu, “Efsane Aktöre Veda”, Cumhuriyet, 18 Ağustos 2012, s.12.
[20] “Zerrin Tekindor: Oynamadan Oynamak!”, Cumhuriyet, 17 Ağustos 2012, s.15.
[21] Dikmen Gürün, “Unutulmaz Oyunların Unutulmaz Oyuncusu”, Cumhuriyet, 17 Ağustos 2012, s.15.
[22] Ertuğrul Özkök, “Kimse Onun Kadar Güzel Yaşlanamaz, Kimse Onun Kadar Güzel Ölemez”, Hürriyet, 15 Ağustos 2012.
[23] Doğan Hızlan, “Yirmi Beş Yıldır ‘Bir Garip’ Müşfik Kenter”, Hürriyet, 17 Ağustos 2012, s.18.
[24] Ahmet Cemal, “Müşfik Kenter ya da Oyuncu Kimdir?”, Cumhuriyet, 17 Ağustos 2012, s.14.
[25] Görkem Yeltan, “Sahneden Bir Dev Aktör Geçti”, Radikal, 16 Ağustos 2012, s.30-31.
Yorumlar