“Aşk bir eşkıyanın hayata itirazıdır... Susarsa çatışma, Konuşursa savaş Yazarsa destan Severse devrim olur.”[2] Lev Tolst...
“Aşk bir eşkıyanın hayata itirazıdır...
Susarsa çatışma,
Konuşursa savaş
Yazarsa destan
Severse devrim olur.”[2]
Lev Tolstoy’un, “Gerçekten aşk var mı?” sorusuna itibar etmem; benim indimde aşk -insan(lık)a dair- her şeydir! Yani hayattan sanata her şey aşka dahildir…[3]
Aşka dair eylediğiniz her düşünce/ davranış hayata, sanata yani insan(lık)ı var eden değerlere mündemiçtir.
Bir parantez açıp, hatırlatmadan geçmeyelim: Sanat; ne bir oyun ne de bir eğlencedir, o aşka ve hayata içkindir.
Bunun için “Öncelikle sanat siyasidir çünkü mekânın, görünürlüğün ve yaşanırlığın dağılımını yeniden biçimlendirir. (…) Sanat siyasaldır çünkü sosyal tahakkümün biçimlerini yapılandıran zaman ve mekânın sıradan koordinatlarını askıya alarak belli bir algısal modeli biçimlendirir,” vurgusuyla ekler Jacques Ranciére:
“Sanatın dışında kalacak bir gerçek dünya yoktur. Duyumsanabilir ortak kumaşın üzerindeki estetik politikası ile politika estetiğinin birleşip ayrıldıkları tek ve ikili kıvrımlar vardır. ‘Kendine gerçek’ diye bir şey yoktur; algılarımızın, düşüncelerimizin ve müdahalelerimizin nesnesi olarak, gerçeğimiz olarak bize sunulmuş olanın yapılandırılması vardır.”[4]
Bu(nlar) böyleyken; aşka (ve sanat ile hayata) dair söz etmek elbette kolay değildir.
Tam da bundandır Eugenie Delacroix’nın, “Aşkı anlatabilmek için yeryüzünde var olan dillerden bambaşka bir dil ister”; Halil Cibran’ın, “Aşkı konuşmak için dudaklarımı kutsanmış ateşle temizledim, ama hiçbir sözcük bulamadım,” saptamalarına sonuna kadar hak vermem…
Çok metafizik bulsanız da “Sevginin sihri”ne[5] veya kerametine inanırım; “Aşkın gizemi, ölümün gizeminden daha büyüktür,” diyen Oscar Wilde gibi…
Bir başka deyişle aşkın, düz mantığın kavrayamadığı, mantıklı sebepleri vardır; Cemal Süreya’nın, “Dokunulmasa da, görülmese de;/ kalpte yer verilir bazısına, nedensiz,” dizelerinde dile getirdiği gibi.
Kolay mı? Derin duygulara sahip insan(lar)ın acıları ve yaratıcılığı büyük olurken; insan(lık)ın muhteşemliği de aşk(lar)ın gücünden beslenir; tıpkı sanat ve hayat gibi; Şükrü Erbaş’ın, “Hangi acıyla yaprak dökersek dökelim,/ İnsan kendini seveceği bir dünya buluyor”; Attilâ İlhan’ın, “Kaldırımlarda yağmur kokusu/ Ben sana mecburum,” dizelerindeki üzere…
* * * * *
Aristoteles’in, “Sevmek acı çekmektir, sevmemek ölmek,” notunu düştüğü sevda deyince, bir insanın sana neler verebileceği değil, senin için nelerden vazgeçeceği önemliyken; insan(lık) sevdiği kadar affeder ve var olur.[6] Çünkü sevda yaşamak ve yaşatmak; karanlığa bakarken dahi görmektir.
Sevdasız, mantığın ve aklın önemi yoktur; “Sevmenin sınırı olamaz,” diye ekler Albert Camus…
Sevda, bütünleşmektir; paylaşmaktır; bir karardır, yargıdır, söz vermedir; almak değil, vermektir; insan(lık)ın gücünü somutlayan eylemdir.
Eğer sevdanız kendini çoğaltmıyorsa, kısırdır, bir anlam taşımaz. Eğer bir sevdalı olarak yaşamınızı ortaya koyuyor ve sevda için her şeyi göze alamıyorsanız, sevginiz güçsüzdür, bitiktir.
Sevda, sevilme yani karşılık olarak görülmemelidir. Sevda bağlanmaktır; karşılık beklemez.
Baruch Spinoza’nın, “Anlamak, sevmenin başlangıcıdır,” notunu düştüğü sevda, karşılıksız olarak adanmaktır. Çünkü o bir bağlanma eylemidir. Bağlanamayanın sevdası olmaz.
Sevdanın tek kanıtı, bağlılığın derinliği, eylemin kesinliği ve çekincelerin olmamasıdır.
Onun için önemli olan kuru sıkı sözler değil, davranışlardır. Söyleyen değil, gösteren ve yaşatandır.
Sevmeyen, her yerde ve her şeyde yalnızdır! Sevda aktiftir; pasif değildir…
Fyodor Dostoyevski’nin, “Cehennem, insan yüreğinde sevginin bittiği yerdir,” notunu düştüğü sevda babında Karl Marx’ın, “Sevgi yalnız bir insana bağlılık değildir. Bir tutumdur. Kişinin yalnız bir sevgi nesnesine değil, bütünüyle dünyaya bağlılığını gösteren bir kişilik yapısıdır. Kişi yalnız bir tek kimseyi seviyor, başka her şeye karşı ilgisiz kalıyorsa sevgisi sevgi değil, genişletilmiş bencilliktir”; Ernesto Che Guevara’nın, “Sevgili dediğin güzelliğiyle seni kendine aşık eden değil, sana kendin olabilme şansını verendir,” saptamaları kulaklara küpe edilirken; Cemal Süreya’nın, “Bilirsin sigarayı da/ kalem tuttuğum gibi tutarım./ Ondan tüter sevda sözleri”; Attilâ ilhan’ın, “Sevmek insan yüreği kadardır,/ Küçükse büyüğünü taşıyamazsın,” dizeleri de durmadan terennüm edilmelidir…
Ve sevdanın yoğunlaştırılmış hâli olan aşka gelince…[7]
* * * * *
Öncelikle Ursula K. Le Guin’in, “İlk Bakışta değil, son bakıştadır aşk. Yani ayrılırken sana nasıl bakıyorsa o kadar sevmiştir seni”; Can Yücel’in, “… ‘İlk görüşte aşka inanırım’. Bunu yaşayan bilir. Çünkü aşkta ikinci görüş, hiç olmayabilir”;[8] Virginia Woolf’un, “En iyi yaşam, âşıkken söylediklerimiz üzerine kurulur,”[9] saptamasının altı çizilmelidir aşk babında…[10]
Sonra… Siz bakmayın La Rochefoucauld’un, “Aşk, herkesin bahsettiği, fakat kimsenin göremediği bir hayaldir”; Charles Bukowski’nin, “Aşk, gerçekliğin ilk ışığında yok olacak bir sistir”; Paulo Coelho’nun, “Aşık olmak denetimi elinden kaçırmak demektir,” saptamalarındaki karamsarlığa…
Sigmund Freud’ün, “Yaşam belirtisinin kökeninde duygulanma vardır, duygulanmanın da temeli aşktır,” notunu düştüğü asla unutmayın! Sakın ola aşk deyip geçmeyin; Edith Piaf’ın, “Duygularını yıllar boyu gizlemek burjuvaların işidir,”[11] uyarısına kulak verin…
Hiç bir şey yaratıcılığı, ayan beyan yani gerçek aşk kadar tahrik ve teşvik etmez.[12]
İyi de “gerçek aşk da ne mi?
Bunu da Georg Wilhelm Friedrich Hegel, “Gerçek aşk; onunla birlikteyken bir bütün olmak değil, o yokken; ‘yarım kalabilmektir’,” diye tarif ediyor.
Aşk, içimizdeki insan olmak/ve kalmak yangını söndürmeksizin, çoğaltarak taşımak eylemidir.
Evet, aşk birbirine dokunarak çoğalmak ve hayatı kucaklamaktır; aşktan korkmak hayattan korkmaktır; hayattan korkanlar ise “yaşayan” ölülerdir.
Sabahattin Ali’ye, “Seni seviyorum... Deli gibi değil gayet aklı başında olarak seviyorum,”[13] dedirten aşk, iki iken bir olarak çoğalmak, çoğaltmaktır; “Dünyanın en büyük ordusu iki kişidir,” dizelerinde altını çizdiği gibi Özdemir Asaf’ın…
“Bir tek aşk var bu dünyada,” diyen Albert Camus haksız olabilir mi? Zannetmiyorum; çünkü Fritz Lang’ın, “Aşk, çünkü yalnızız. Aşk, çünkü korkuyoruz,” formülüne büyük değer atfediyorum.
Aşkta “olağan” denilene mündemiç mantık aramak, mantıksızların işidir; çünkü aşk, “olağan” denileni aşanlara, takmayanlara, itiraz edenlere mündemiçtir.
Aşık Veysel gibi, “Güzelliğin beş para etmez, bu bendeki aşk olmazsa,” diyebilen aşk, mutluluksuz da yaşamayı göze alabilme cüretidir.[14]
“Her zaman söylerim, aşk aynı zamanda hüzün demektir.”[15] Çünkü Cemal Süreya’nın ifadesiyle,“İki şey: aşk ve şiir mutsuzlukla beslenir, biri ona dönüşür”!
Aşık için uzaktaki(ler) daima yakındır. Çünkü aşklar ya sonsuzdur ya da onsuz…
Ve de kalbin zamanı, mekânı aşan duyarlılığıdır aşk.
Ya da “Aşk bir milad, her hakiki aşk, umulmadık dönüşümlere yol açar. Aşk bir milad demektir,” Elif Şafak’ın ifadesiyle…
İnsan(lık) yaşamında “Aşka her zaman yer var”ken; “Sen aşkı bulamazsın, aşk seni bulur”[16] çoğunluk…
Herkesi eşit kılan “Aşk bir iç sestir... Aşk kendi olma sanatıdır.”[17]
Ayrıca, görevden daha iyi bir öğretmen olma özelliğiyle aşk; “Sadece birbirine bakmak değil, birlikte aynı yöne bakmaktır,” Antoine de Saint-Exupéry’in ifadesiyle…
Franz Schubert’in, “Ne zaman bir aşk şarkısı yazmak istediysem ortaya kederli bir ezgi çıktı... Ve ne zaman hüzünlü bir şarkı yapmak istediysem, o benim için bir aşka dönüştü,” itirafındaki üzere öğrenebileceğimiz en mükemmel şeydir aşık olmak.
“Nec mortem effugere quisquam nec amorem potest/ Aşk ve ölümden daha hiç kimse kaçamadı” kaçamasına da; insan(lık)a “Finis vitae, sed non amoris/ Hayatın sonu, ama aşkın değil” dedirten onun sağaltıcı bir yanı vardır. Örneğin, “Amor misceri cum timore non potest/ Aşk ve korku bir arada olmaz”, olamaz. Çünkü “Amantes sunt amentes/ Aşıklar çılgındır,” göze alan, itiraz eden, meydan okuyandır…
Aşk için yapılan her şey, tüm “kurallar”ı, dayatmaları aşar; “Aşık başkalarının kör olduğunu düşünür, başkalarıysa onun deli olduğunu,” diyen Arap atasözündeki üzere…
* * * * *
“İnsanlığı, düşünmeye cesaret edenlerin farklılaştırdı”nın[18] altını çizerek tamamlıyorum: “Âşık olmak cesur olmayı gerektirir”ken;[19] “Aşk cesareti şart koşar”![20]
Cesur olmayan,[21] cüret etmeyen aşk, aşk olamaz. Çünkü aşk doğası gereği muhaliftir.
İnsanı ve onun iç dünyasını zapt-u rapt altına almak, ehlileştirmek, evcilleştirmek için konulmuş -hâkim ideoloji, gelenekler, aile, okul, devlet tarafından, elbet din tarafından, ayıplar, yasaklar, günahlarla korunan - ahlâki değerlere, kurallara, normlara muhalif olma hâlidir…
Aşktan önce insanın hayatına şekil veren kurallar, alışkanlıklar, sınırlar, ölçüler aşkla birlikte tarumar olur.
Aşk, çatışma ve huzursuzluk hâlidir.
Aşkın huzursuzluğu insanı dönüştüren, değiştiren, devrimci bir huzursuzluktur. Dingin, sakin, durağan aşk olmaz. Büyük aşklar, büyük heyecanlar, hazlar ve acılarla yaşanır. Louis Aragon “Mutlu aşk yoktur!” derken bunu anlatmak istiyordu.[22]
Aşkın takvimi, toplumsal alt üst oluş günlerinin, yani devrim günlerinin takvimine benzer.
Devrim günlerinde kitleler nasıl on yıllar içinde öğrenemedikleri, kavrayamadıkları pek çok şeyi, çok kısa sürede öğreniyorlarsa, aşk günlerinde de insanlar hayata ve kendilerine dair pek çok şeyi, aşkın yoğun iklimi içinde kısa sürede hissederler, algılarlar. O güne kadar kavrayamadıkları pek çok şeyi kavrar ve farkına varırlar.
Her aşk biriciktir.[23]
Yani başkaldıran insan(lık)ın canlı ve ölümsüz yanıdır aşk…[24]
Tıpkı sanat ve hayat gibi…
16 Ağustos 2017 10:07:10, İstanbul.
N O T L A R
[1] 21 Ağustos 2017’de Seferihisar’daki Teos Sanat Kampı’nda düzenlenen 11. Türkiye Tiyatro Buluşması’nda yapılan konuşma... Ümüş Eylül Dergisi, Yıl:7, No:26, Ocak, Şubat-Mart 2018…
[2] Bedri Rahmi Eyüboğlu.
[3] “Dünyada en çok kullanılan ‘aşk’ sözcüğü kadar sömürülmüş bir sözcüktür ‘Özgürlük’...” diyen Oriana Fallaci’nin uyarısı haksız değildir.
[4] Jacques Ranciére, Özgürleşen Seyirci, Çev: E. Burak Şaman, Metis Yay., 2009.
[5] İnal Aydınoğlu, “Sevgi Dili”, Milliyet, 29 Nisan 2016, s.24.
[6] “Bir insanın “Seni seviyorum” diyebilmesi için önce ‘Ben’ demesini bilmesi gerekir.” (Ayn Rand, Hayatın Kaynağı, Çev: Belkıs Dişbudak Çorakçı, Plato Film Yay., 2. Baskı, 2010,, s.518)
[7] ‘Savaş ve Barış’da Tolstoy, Prens Andrey’in ağzından şöyle anlatır onu: “Biri çıkıp da bende böyle bir yetenek - böylesine sevebilme yeteneği bulunduğunu daha önce söyleseydi, asla inanmazdım,” dedi Prens Andrey. “Vaktiyle yüreğimde duyduğum sevgiye hiç mi hiç benzemiyor bu. Şimdi dünya benim gözümde iki parçaya bölünmüş gibi: Tüm sevinçleri, tüm umutları ve aydınlığı kendinde toplayan birinci parçayı o oluşturuyor; ikinci parça ise, içinde onun yer almadığı geri kalan her şey - bu ikinci parçada sadece üzüntü, kaygı ve karanlık var...” (Lev Nikolayeviç Tolstoy, Savaş ve Barış, Çev: Tansu Akgün, İş Bankası Kültür Yay. - Hasan Ali Yücel Klasikler Dizisi, 2016.)
[8] “Aşk yokmuş sizde beş paralık!/ Gidiyorum ben boşçakallar.../ Sıçmışım ortalık yerinize,/ kıçımın fosforuyla aydınlanın siz artık!” (Can Yücel.)
[9] Virginia Woolf, Gece ve Gündüz, Çev: Oya Dalgıç, İletişim Yay., 2005, s.299.
[10] Marcel Proust’dan bir şeyi daha ekleyelim: “Şüphesiz, aşk denilen olgunun bütünüyle öznel yapısını ve aşkın fazladan bir kişi, bu dünyada aynı ismi taşıyan kişiden ayrı, özelliklerinin çoğunu bizden almış bir kişi yaratmak anlamına geldiğini çok az insan kavramıştır. Yine pek az insan, kendilerinin gördüğü varlıkla aynı olmayan bir varlığın bizim için zamanla dev boyutlara ulaşmasını doğal kabul edebilir.”
[11] Simone Berteaut, Kaldırım Serçesi Edith Piaf, Çev: Aydın Emeç, Agora Yay., 2010.
[12] “Aşkın gözlükleri öyle pembedir ki, bakırı altın, yokluğu varlık, gözdeki çapağı inci gibi gösterir.” (Miguel de Cervantes.)
[13] Sabahattin Ali, Kürk Mantolu Madonna, Yapı Kredi Yay., 2015.
[14] “Yeterince dürüstsen, fazlasıyla aşıksan, gerçekten iyi biriysen, hazırsın, artık mutsuz olabilirsin!” (Charles Bukowski.)
[15] Gülten Dayıoğlu, Mo’nun Gizemi, Altın Kitaplar, 6. Basım, 2003, s.169.
[16] Zeynep Oral, “Aşka Her Zaman Yer Var!”, Cumhuriyet, 11 Mart 2015, s.2.
[17] Ceren Çıplak, “Oyuncu Yetkin Dikinciler: Sayıca Az Olsak da Mücadele Sürer”, Cumhuriyet, 28 Mayıs 2017, s.16.
[18] Orhan Bursalı, “İnsanlığı, Düşünmeye Cesaret Edenler Farklılaştırdı”, Cumhuriyet, 30 Temmuz 2017, s.6.
[19] Gülcan Özer, Herkes Kendi Hayatının Kahramanı- Aşkta, Evlilikte, İlişkilerde Valizimizde Getirdiklerimiz, Doğan Kitap, 2016.
[20] Filiz Aygündüz, “Püfür Püfür Psikoloji”, Milliyet, 26 Haziran 2016, s.4.
[21] “Bugün cesaret edemediğin için yapmadığın şeyleri, yarın zamanın olmadığı için yapamayabilirsin.” (Paulo Coelho.)
[22] “güzel aşkım sevgilim kanayan yaram benim/ içimdesin kanadı kırık bir kuş gibi sen/ bir gün dalgın gözlerle kimiz neyiz bilmeden/ bakan şu insanların düşmeyecek dilinden/ iri gözlerin için can veren sözcüklerim/ mutlu aşk yoktur,” dizeleri Louis Aragon’un ‘Mutlu Aşk Yoktur’undandır…
[23] Hasanaki Gürkansız, “Aşk Üstüne Düzensiz Düşünceler”, 7 Ekim 2016... http://manaliposta.blogspot.com/
[24] Aşkın Ayrancıoğlu, “… ‘Sevgililer Günü’ Kutlu Olsun!”, 13 Şubat 2016… http://direnisteyiz3.org/sevgililer-gunu-kutlu-olsun-askin-ayrancioglu/
Yorumlar