“Kimsenin kuşkusu olmasın; onları [kapitalizmi] mutlaka yeneceğiz!” [2] Ekim Devrimi’ni mümkün (ve büyük) kılan: Devrimin güncelliğini...
“Kimsenin kuşkusu olmasın;
onları [kapitalizmi] mutlaka yeneceğiz!”[2]
Ekim Devrimi’ni mümkün (ve büyük) kılan: Devrimin güncelliğini fikrini hayata geçiren enternasyonalist sınıfsal devrimci bir praksis olması yanında; “Zamanın Ruhu”nun devrim ihtiyacını yanıtlamasıydı.
Bu bağlamda Ekim Devrimi’nden -hakkını vererek- söz etmek, güç olduğu kadar, büyük bir sorumluluk isteyen meseledir. Tıpkı V. İ. Lenin’in, “Büyük kelimeleri temkinle kullanmak gerek. Bunları büyük davalara dönüştürmenin güçlükleri de devasadır. Ama bu güçlüklerden laf salatasıyla kaçınmak, ciddi görevlerden hayalci uydurmalarla uzak durmak, bu zorlu görevlere sözüm ona ‘doğal geçişler’ üzerine tatlı uydurmaları gözlere sokmak, tam da bu yüzden affedilmezdir,” uyarısındaki titiz ciddiyetle…
Hayır! Ekim Devrimi, “Şöyle olsaydı, böyle olurdu veya olmazdı” biçimindeki gayrı ciddi teorisist lafazanlıklarla irdelenemeyeceği gibi, kavranıp sunulamaz da!
“Kleopatra’ nın burnu iki santim kısa,[3] topçunun (Napolyon) da boyu on santim uzun olsaydı tarihin akışı değişirdi.”[4] “İddiaya göre Kleopatra’nın burnu çok alımlıymış, kendisi ise erkekleri çeken bir mıknatıs. O burun o kadar çekici olduğu için Sezar’dan Marcus Antonius’a nice kudretli erkeği kendine meftun etmeyi başarmış. Kleopatra’nın burnu biraz daha kısa ya da küt olsaydı, o dönemde ne bunca savaş olurdu, ne böyle kanlı iktidar ve aşk mücadeleleri,”[5] diyebilen öznellikle malûl tarih anlayış(sızlığ)ıyla kavranması mümkün olmayan sınıf savaşımları, Ekim Devrimi somut tarihi bir hakikâttir.
O hâlde Ekim Devrimi (ve elbette sınıf mücadeleleri) irdelenirken yöntem konusunda Marksist-Leninist bir tutuma sahip olmak zorunludur.
Konuya ilişkin olarak V. İ. Lenin, “Bir Marksist, bir durumu değerlendirmek için, olabilecek olandan değil, gerçek olandan hareket eder,” derken; “reçete”lere, “ders”lere ya a benzeri “vaaz”lara, “zırva”lara inat “gerçek olandan hareket eder”. Çünkü Karl Marx’ın ifadesiyle, “Varolan, sınıf mücadelesinden doğan gerçek ilişkiler”dir aslolan… Bunun içinde teoriye son şeklini veren sınıf savaşımıdır…
EKİM DEVRİMİ
Ekim Devrimi’ni yaratan proletarya, Paris Komünü’nden esinlenen “silahlı işçi demokrasi”sini, “devlet olmayan devlet”ini yani proletarya diktatörlüğü alternatifini yaratmaya yönelik tarihi adımını atmıştı.
İlhamını Paris Komünü’nden alan Ekim Devrimi, Sovyet’i onu yaratanların seçtiği, yönettiği, dağıttığı, koruduğu, yaşattığı örgütlenme ve yönetim modeli olarak devletin karşıtıydı.
Devlet yukarıdan, sovyet aşağıdandı. Devlet sömürülenlere baskı yapan, sovyet sömürenleri baskıdan kurtarandı.
Devlet merkez, sovyet yereldi.
Devlet kaskatı, sovyet dinamikti.
Devlet ayrıcalık, sovyet eşitlikti.
Devlet toplumun üstünde, sovyet toplumun içindeydi.
Devlet sınır çizen, sovyet sınır silendi.
Devlet yönetmeyi kalıcı hâle getiren, Sovyet yönetmeyi gereksizleştirme ümidiydi.
Devlet kendini ölümsüzleştirmek isteyen, Sovyet kendini söndürmeyi arzulayandı...[6]
Bu niteliğiyle biz(ler)e, sadece düşüncemizin çerçevesinin ne olması gerektiğini değil; bunun da ötesinde eylemlerimizin genel yönüne işaret eden Ekim Devrimi, işçi sınıfı omurgasına silahın ve siyasetin örgütlenmesidir.
Söz konusu özelliğiyle O, buzun kırılıp, yolun açılmasıdır.
Tıpkı “Rusya’da sorun sadece ortaya konabilirdi. Rusya’da çözülemezdi. Ve bu anlamda gelecek her yerde ‘Bolşevizme’ aittir,” vurgusuyla Rosa Luxemburg’un eklediği üzere:
“Bolşevikler, gerçek bir devrimci partinin tarihsel olanakların sunduğu sınırlar içinde yapabileceği katkıyı her şeyiyle yapabileceklerini gösterdiler. Onlardan mucizeler yaratmaları beklenmiyor. Savaş tarafından tüketilmiş, emperyalizm tarafından boğazlanmış, uluslararası proletarya tarafından ihanete uğramış, yalıtılmış bir ülkede, örnek ve kusursuz bir proleter devrimi bir mucize olurdu.
Önemli olan, Bolşeviklerin politikalarında temel olanla olmayanı, özsel olanla kazara ortaya çıkan sivrilikleri ayırt edebilmektir. Bütün dünyada belirleyici nihai mücadelelerle yüz yüze olduğumuz bu dönemde, sosyalizmin en büyük sorunu zamanımızın en yakıcı sorunu hâline geldi ve hâlâ da öyle olmaya devam ediyor. Bu sorun, şu ya da bu ikincil taktik sorunlardan biri değil, fakat proletaryanın eyleme geçme kapasitesiyle, eylem gücüyle, sosyalist iktidarı gerçekleştirme iradesiyle ilgilidir. Bu bakımdan, Lenin ve arkadaşları dünya proletaryasına bir örnek oluşturarak ilk öne çıkanlar oldular; onlar şu ana kadar hâlâ Hutten’la birlikte şu şekilde haykırabilecek olan biricik örnek olmaya devam ediyorlar: ‘Ben buna cüret ettim!’
Bolşevik siyasette temel ve kalıcı olan budur. Bu anlamda Bolşevikler siyasal iktidarı feth etmek, sosyalizmin gerçekleştirilmesini pratik bir sorun olarak koymak ve bütün dünyada emekle sermaye arasındaki hesabın görülmesi davasını ilerletmek yoluyla uluslararası proletaryanın başını çekerek ölümsüz bir tarihsel hizmette bulundular.”[7]
Yani Hutten gibi, “Ben buna cüret ettim!” diyen Ekim Devrimi devlete karşı sovyet ile, özel mülkiyete karşı kolektif mülkiyetle, piyasaya karşı planla ve yabancılaşmaya karşı özgürleşimle mücadele ederken; insanlık, dünya proletaryası, sosyalizm ve Marksizm adına çok büyük kazanımlar elde etti.
Yeni ufuklar açtı ve eşsiz deneyimler biriktirdi.
Ancak “Beklenen dünya devrimin gelemeyişi, emperyalist kapitalizmin saldırıları, eski hâkimlerin direnişi, bunların yarattığı imkânsızlıklar, yoksunluklar, zorluklar ve bazı talihsizlikler ile büyük hatalar Ekim’in üstüne kara bulutlar çekti,”[8] Bertell Olman’ın notundaki üzere…
Ama bunda şaşırtıcı bir şey yoktu.
Çok önceleri, “Biz hatalarımızdan korkmuyoruz. Devrimin patlamasıyla insanlar azizlere dönüşmüyor. Yüzyıllardır ezilmiş, korkutulmuş, sefalet ve cehalet içinde tutulmuş, vahşileştirilmiş olarak yaşamış olan emekçi sınıflar devrimi, hatalar da yapmadan gerçekleştiremezler.
Ve benim daha önce de söylediğim gibi, burjuva toplumunun cesedi tabut içinde çivilenip mezara gömüldüğünde iş bitmez. Hâl edilmiş kapitalizmin cesedi bizim içimizde, ortamızda çürümeye başlar, havayı zehirler, varlığımızı zehirler ve yeni olanı, taze, genç, canlı olanı eskinin, çürümüşlüğün ve ölümün binlerce bağıyla bağlayıp boğmaya çalışır,” uyarısını dillendirmişti V. İ. Lenin.
“İyi de sosyalizmin soru(n)ları” mı?
Bunun yanıtını da 1921’de ‘Ulaşım İşçileri Kongresi’ndeki konuşmasında, “İşçiler ve köylüler var oldukça farklı sınıflar var demektir, dolayısıyla tam sosyalizm yoktur,” diye vermişti V. İ. Lenin.
O hâlde eklemeden geçmeyelim: “Tam sosyalizm” olmadığı sürece, dünya devrimine bağlanmamış bir sosyalizm inşası (“devlet olmaya devlet”) istikametinde ilerlemezse, geriler, çürür, likide olur!
Ayrıca bu kadar da değil; sözünü ettiğim sosyalizm sadece bir kalkınma modeli ya da rekabetçi bir yarışma falan da değildir. O yeni insanı yaratıp, toplumsallaştıran Sovyetik bir özgürleşmedir.
Yeni bir toplumun kurulması için V. İ. Lenin’in, “İnsanlık henüz gelişmedi ve biz henüz işçilerin, tarım emekçilerinin, köylülerin, asker temsilcilerinin sovyetlerinden daha üstün ve daha iyi bir hükümet şekli bilmiyoruz.”
“Yeni ve daha iyi bir toplumsal düzene kavuşmak istiyoruz. Bu yeni ve daha iyi toplumda ne zenginler ne de yoksullar olmalı; herkes çalışmalı. Tüm çalışanlar ortak emeklerinin meyvelerinden yararlanmalı; bir avuç zengin değil. Makine ve diğer gelişmeler herkesin işini kolaylaştırmaya hizmet etmeli, birkaç kişiyi milyonların, on milyonların pahasına zenginleştirmeye değil. Bu yeni ve daha iyi topluma sosyalist toplum denir.”
“Tüm halk kitlesi toplumsal dönüşüm sürecinin içinde yer almalıdır. Sosyalizm bir düzine entelektüel tarafından birkaç resmî makam tarafından buyrularak kurulamaz. Halk denetimi zorunludur,” tarifindeki üzere!
Lakin şunun da altını çizmeden geçmeyelim: Ekim Devrimi, Komün’den ilham alan bir “Sovyet”ti elbette. Ancak sınıf mücadelesinin elverdiği kadar ve iç savaş koşullarında mümkün olabildiği ve ezenlere karşı bir proletarya diktatörlüğü olduğu unutulmadan…
Haziran 1919’da V. İ. Lenin’in, “Proletarya diktatörlüğü sınıflar savaşımının sonu değildir; onun yeni biçimler altında sürmesidir. Proletarya diktatörlüğü, yenilmiş, ama direnmeyi bırakmak şöyle dursun, direncini daha da yoğunlaştırmış, yokolmamış, ortadan kalkmamış burjuvaziye karşı siyasal iktidarı eline geçirmiş bulunan proletaryanın sınıf savaşımıdır,”[9] biçiminde formüle ettiği türden…
Burada durup, Maximilien Robespierre’in, ‘Ulusal Konvansiyon’daki (1794) konuşmasından aktaralım: “Devrim devleti, özgürlüğün tiranlığa karşı despotizmidir.” “Hainlere yumuşaklık hepimizi yok edecek.”
1789 Fransız Devrimi’nden[10] öğrenen Bolşeviklerin iç savaş uygulamaları ile Yuval Noah Harari’nin, “Eşitlik ancak daha iyi durumdakilerin özgürlüklerini kısıtlayarak sağlanabilir” ve Leo Huberman’ın, “Olağanüstü karışık koşullar olmadan devrim de olmazdı. Kurttan korkuyorsanız, ormana girmeyin,” deyişleri arasında bir paralellik olduğunu da inkâr etmek doğru ol(a)maz.
DEVRİMİN MİMARI V. İ. LENİN
“Sosyalizm teorisi mülk sahibi sınıfların eğitim görmüş temsilcileri tarafından, aydınlar tarafından geliştirilen, felsefi, tarihsel ve iktisat teorilerinden doğup gelişmiştir. Toplumsal konumlarıyla, modern bilimsel sosyalizmin kurucuları Marx ve Engels’in kendileri de burjuva aydın katmanındandırlar”…[11]
“Şimdi aramızdan bazıları şöyle bağırmaya başlıyorlar: gelin bataklığa gidelim! Ve onları ayıplamaya başladığımız zaman da, karşılıkları şu oluyor: ‘ne geri insanlarsınız! Sizi daha iyi bir yola çağırma özgürlüğünü bize tanımamaktan utanmıyor musunuz?’ Evet beyler! Yalnızca bizi çağırmakta değil, istediğiniz yere, hatta bataklığa bile gitmekte özgürsünüz. Aslında bize göre sizin gerçek yeriniz bataklıktır, oraya ulaşmanız için size her türlü yardımı yapmaya da hazırız. Yeter ki ellerimizi bırakın, yakamıza yapışmayın ve o büyük özgürlük sözcüğünü kirletmeyin, çünkü biz de dilediğimiz yere gitmekte ‘özgürüz’, yalnızca bataklığa karşı değil, yüzlerini bataklığa doğru çevirenlere karşı da savaşmakta özgürüz!”
“Sosyal-demokrasi [Komünizm] ‘halk’ sözcüğünün burjuva demokratça istismarına karşı savaşmıştır ve çok haklı olarak savaşmaktadır. Sosyal-demokrasi, bu sözcüğün, halk içerisindeki uzlaşmaz sınıf karşıtlıklarının kavranmamasını örtbas etmek için kullanılmamasını ister. Proletarya partisinin tam bir sınıfsal bağımsızlığının gereği üzerinde kesin olarak direnir. Ancak, ileri sınıfın kendi içinde kapalı kalacağı, kendisini dar sınırlar içerisinde tutacağı ve dünyanın iktisadi efendilerinin yüz çevirecekleri korkusuyla, çalışmasını iğdiş edeceği biçimde, ‘halkı’, ‘sınıflara’ bölmez; bunu, ara sınıfların yarı gönüllülüğünden, yalpalamalarından ve kararsızlarından uzak bulunan ileri sınıf, bütün halkın başında, bütün halkın davası için en büyük enerji ve coşkuyla savaşsın diye yapar”…
“Din, kişinin özel sorunu olarak kabul edilmelidir”…
“Devrim; kadının mutfaktan çıkıp ülkeyi yönetmesidir”…
“İşçiler ve tüm emekçiler aç, çıplak, bitmiş ve tükenmiş bir durumda iken saf demokrasiden, genel olarak demokrasiden, eşitlikten ve özgürlükten söz etmek, emekçiler ve sömürülenler ile alay etmek demektir”…
“Sermaye var olunca, toplumun tümü üzerinde egemenlik kurar ve hiçbir demokratik cumhuriyet, hiçbir oy hakkı onun niteliğini değiştiremez”…
“Savaş siyasetin devamıdır. Öyleyse savaş öncesinde güdülen siyaseti, savaşa yol açan, savaşı ortaya çıkaran siyaseti incelememiz gerekir. Bu siyaset emperyalist bir siyasete, yani mali-sermayenin çıkarlarını güven altına almak, sömürgelerle yabancı ülkeleri soymak, ezmek amacını güdüyorsa, o zaman bu siyasetten doğan savaş emperyalisttir”…
“Kendileri ezen uluslara mensup olan ve ezilen ulusların ‘kendi kaderlerini tayin hakkı’ için savaşmayan kişilerin sosyalist bir siyaset izleyecekleri hayalini beslemek gülünçtür”…[12]
“Kendi kaderini tayin etme özgürlüğü, yani bağımsızlık, yani ezen uluslardan ayrılma özgürlüğü istiyoruz. Bunu, ülkeyi ekonomik bakımdan bölmeyi, ya da küçük devletler idealini düşlediğimiz için değil, tam tersine, yalnızca gerçekten demokratik, gerçekten enternasyonalist bir temel üzerinde, geniş büyük devletten ve ulusların yakın birliği, hatta kaynaşmasından yana olduğumuz için istiyoruz. Ancak ayrılma özgürlüğü olmaksızın böyle bir temel düşünülemez. Nasıl ki, Marx 1869’da, İrlanda’nın ayrılmasını, İrlanda’yla Britanya, arasında bir bölünme olsun diye değil, ama onun ardından gelecek özgür bir birlik için istediyse, ‘İrlanda için adalet’i sağlamak üzere değil, ama Britanya proletaryasının devrimci savaşı için istediyse, biz de aynı biçimde, Rus sosyalistlerinin, ulusların kendi kaderlerini tayin özgürlüğünü istemeyi reddetmelerini, yukarıda belirttiğimiz anlamda, demokrasiye, enternasyonalizme ve sosyalizme doğrudan doğruya ihanet sayıyoruz”…
“Ezilen ulusların kurtuluşunu istemeliyiz; ve bu, havada, genel sözlerle, içi boş lafebelikleriyle ve sorunu geleceğe, sosyalizmin gerçekleştiği zamana ‘erteleyerek’ olmamalıdır”…
“Tam hak eşitliği ilkesi, ulusal azınlıkların haklarının güvence altına alınmasına sıkı sıkıya bağlıdır”…
“Ulusların ne türden olursa olsun ezilmelerine karşı savaşım vermeksizin, sosyalistler, asıl büyük hedeflerine ulaşamazlar”…
“Kim proletaryaya hizmet etmek istiyorsa, bütün ulusların işçilerini birleştirmeli ve ‘kendisinin’ olsun, başkalarının olsun, milliyetçiliğine karşı kesin savaşıma girişmelidir. Kim ulusal kültür sloganını savunuyorsa, onun yeri küçük-burjuva milliyetçilerinin arasındadır, Marksistlerin arasında değil”…[13]
“Sınıf bilinçli işçiler bir erk olabilmek için çoğunluğu kendilerine kazanmak zorundadırlar: kitle üzerinde bir diktatörlük olmadığı sürece, başka bir iktidar yolu söz konusu olamaz. Biz Blangist değiliz, iktidarın bir azınlık tarafından ele geçirilmesi yandaşı değiliz. Biz Marksistiz, küçük-burjuva sarhoşluğuna karşı, şövenist anavatan savunusuna karşı, lafazanlığa karşı, burjuvaziye bağımlılığa karşı proleter sınıf mücadelesinin yandaşlarıyız”…
“Kapitalist bir devletin gerçek gücünü ölçmek için bir tek araç vardır, savaş. Özel mülkiyetin ana ilkeleriyle çelişmez savaş, tam tersine özel mülkiyetin gelişiminin kaçınılmaz ve dolaysız ürünüdür. Kapitalist rejimde, çeşitli ekonomilerin ve türlü devletlerin eşit şekilde gelişmesi imkânsızdır. Kapitalist rejimde, durmadan bozulan dengeyi zaman zaman yeniden kurmanın yolu, sanayide krizler, politikada savaşlardır”…
“Biz, tek ülkede değil bütün dünyadaki burjuvaziyi devirir, yener ve onları mülksüzleştirirsek, savaşlar olanaksız duruma gelir. Ve bilimsel açıdan şu en önemli şeyi görmezlikten gelmek ya da önemsememek, son derece yanlış -ve devrimciye hiç de yakışmayan- sosyalizme geçişte bu en güç ve en büyük savaşımı gerektiren bir görevdir. ‘Sosyal’ vaizler ve oportünistler, geleceğin barışçıl sosyalizminin hayallerini kurmaya her zaman hazırdırlar. Ama bunları devrimci sosyal-demokratlardan ayıran şey, bu güzel geleceğe kavuşmak için gerekli çetin savaşımlar ve sınıf savaşları üzerine kafa yormaya yanaşmamalarıdır”…
“Eğer devlet; sınıflar arasındaki çelişkilerin uzlaşmaz olduğu gerçeğinden doğduysa, eğer toplumun üzerinde ve ‘ona gitgide yabancılaşan’ bir iktidar ise açıktır ki, yalnızca zora dayanan bir devrim olmaksızın değil, ayrıca egemen sınıf tarafından yaratılmış bulunan ve içinde o ‘yabancı’ niteliğin maddeleştiği devlet iktidarı aygıtı da ortadan kaldırılmaksızın, ezilen sınıfın kurtuluşu olanaksızdır”…[14]
“Devrimin temel yasası, bütün devrimler tarafından ve özellikle XX. yüzyıldaki üç Rus devrimi tarafından doğrulanan devrimin temel yasası şudur: Devrim olabilmesi için sömürülen ve ezilen yığınların, eskiden olduğu gibi yaşamanın olanaksız olduğu bilincine varmaları ve değişiklik istemeleri yetmez. Devrimin olması için, sömürücülerin eskiden olduğu gibi yaşayamaz ve hükümeti yürütemez duruma düşmeleri gerekir. Ancak aşağıdakilerin, eski tarzda yaşamak istemedikleri ve yukarıdakilerin de eski tarzda yaşayamadıkları durumdadır ki, ancak bu durumdadır ki, devrim başarıya ulaşabilir. Bu gerçeği başka şekilde şöyle ifade edebiliriz: (sömürüleni de sömüreni de etkileyen) bir ulusal bunalım olmadan devrim olanaksızdır. Böylece bir devrimin olabilmesi için; ilkönce, işçilerin çoğunluğunun (hiç değilse, bilinçlenmiş olan ve aklı eren, siyasi bakımdan etkin işçilerin çoğunluğunun) devrimin gereğini tam olarak anlamış olmaları ve devrim uğruna hayatlarını feda etmeye hazır olmaları gerekir; bundan başka, yönetici sınıfların, en geri yığınları bile siyasi hayata sürükleyen, hükümeti zayıf düşüren ve devrimcilerin onu devirmesini mümkün kılan bir hükümet bunalımından geçmekte olması gerekir (her gerçek devrimi belirleyen şey, o zamana kadar bilinçsiz olan, ezilen emekçi yığınlar arasında siyasi mücadeleye atılmaya hazır insan sayısının hızla on misline ve belki de yüz misline yükselmesidir),”[15] diyen Lenin... Vladimir İlyiç...
“Geniş bir yüzü, çıkık elmacık kemikleri, ince bir sakalı, büyük bir burnu, parıltılı gözleri ve dudaklarında hafif bir gülümsemesi olan” kısa boylu bir adam...
Kırlarda gezmeyi, çiçek toplamayı, bisiklete binmeyi, Beethoven dinlemeyi, Tolstoy okumayı seven bir adam...
“Tarihin, tavan arası odalardan ve sürgün kütüphanelerinden çıkarıp dünya tarihinin girdabına oturttuğu adam...”
Zürih’te, ayda yirmi sekiz franka oturduğu dik bir sokaktaki tek odalı dairesinden yola çıkarak mühürlü bir vagon içinde Rusya’ya hareket eden ve yedi ay sonra “dünyayı sarsan on gün”ü başlatan adam...
“Herhangi birimiz gibi görünen ama gözleri bin kez daha keskin gerçek bir insan...”
“Benzeri yalnızca bin yılda bir kere dünyaya gelen tarihin devlerinden biri...”
Umarsız, umutsuz, çaresiz kalmış Avrupa için bir umut ışığı...
Açlık, soğuk, tifüs ve ölümlerle bitap düşmüş geri ve harap Rusya’da cesaretin doruğunu temsil eden adam...
Bir köylünün, tabutunun ardından, “İyi adamdı, biz köylüler için yalnızca o iyi şeyler yaptı” dediği insan...
İnsanların görmek için Kızıl Meydan’da uzun kuyruklar oluşturduğu, mozolenin koyu mermer derinliklerinde ölümsüz yüzü, huzurlu çehresi, ağzının dostça nazik edası ve mütevazı elbisesiyle yatan adam...
Pablo Neruda’nın, “Aklı hep ateşliydi, ama hiç kül olmadı,/ Ve ölüm, alev almış kalbini soğutamadı…” dediği insan...
Nâzım Hikmet’in, “Komünistler bir çift sözüm var size:/ ister devlet başında olun ister zindanda/ ister sıra neferi, ister parti kâtibi/ Lenin girebilmeli, her zaman, her mekânda/ işinize, evinize, bütün ömrünüze/ kendi işi, öz evi, kendi ömrüymüş gibi”; Vladimir Mayakovski’nin, “İşte bu bayraktan/ bu bayrağın/ her kıvrımından/ her zamankinden/ canlı,/ Lenin bize/ seslenir her zaman/ ‘emekçiler, son saldırı için/ hazır olun!/ Köleler,/ başınızı dik tutun,/ belinizi doğrultun!/ Proleterler/ ordusu/ işte dimdik ayaktasın!’...” dizelerindeki önder…
Tarihin en unutulmaz simalarından birisiydi... İnsanlığa Ekim Devrimi’ni armağan etmiş muzaffer bir proletarya ile partinin önderiydi... İnsanlığın bir yarısının en iç açıcı umutlarla bağlandığı, diğer yarısının hayvani bir korkuyla andığı[16] “V. İ. Lenin gerçek bir siyaset dehasıydı; Geçmişe ve geleceğe bakışta kopuş ile sürekliliği bir bütünün parçası olarak ele alıp bütünlüklü yaşamıştı. Lenin Marksizm’i esas, temel alırken sürekliliği ve II. Enternasyonalle yollarını ayırırken de kopuşu güncelleştirmiş ve yaratıcı yeniden üretimle kopuş ile sürekliliğin köprüsü olabilmiştir. XXI. yüzyıl başında dünya komünist hareketi; artık belirleyici gücüyle yeni bir sosyal demokrat harekete evrilen XX. yüzyıl komünist hareketiyle yollarını ayırarak kopuşu gerçekleştirmeli ve Marksizm-Leninizm’i esas alıp ona yaratıcı yeniden katkı ile de sürekliliği sağlamalıdır.”[17]
BİR KAÇ SAPTAMA
“Parti olmayan parti” gibi öznesiz bir “mücadele mucitleri”nin, toplumsal/ sınıfsal pratikten ari -mesela Michel Foucault vari[18]- “itirazları” ya da “Karl ve eşi Roza kafaları darp edilerek bir kanala atılmış, Alman devrimi doğmadan ölmüştü,” gafıyla malûl bir kalemin “Bolşevikler” ve “Ekim Devrimi” hakkında “Yüz Yıl Sonra Sosyalizm”[19] başlığıyla “fikir” serdetmelerini ciddiye almak mümkün müdür?
Ya da “Dünyamızın yeni Lenin(ler) görmesi mümkündür; ama yeni bir Marx ortaya çıkması (dünya görüşü ve omurga) mümkün değildir,”[20] ibaresiyle Leninizm’siz bir Marksizm’den söz edenleri…
Veya kendisini; “Bir eski keskin Leninist olarak daha öncede belirtmiş olduğum gibi, varılmış olan bu yerin tek suçlusu elbette ki Lenin değildir. Ama esas yanlış olan Lenin ve Leninizm’dir,”[21] diye tanımlayıp; “Ekim Devrimi öldü, Rojava Devrimi doğdu, Ekim Devrimi’nin tetikleyemediği dünya devrim sürecini Rojava Devrimi, Afrin direnişi tetikleyeceğe benziyor. Bütün devrimcileri, bu olup bitenleri ‘şaka gibi’ değil, devrimler tarihinin bir gerçekliği olarak görüp, ‘Ekim Devrimi öldü, yaşasın Rojava Devrimi’ diyerek olanca enerjileri ile katkı yapmaya çağırıyorum,”[22] diyebilenleri!
Sovyetlerin likidasyonu, “devletçi bir iktidar yarattı” söylenceleriyle V. İ. Lenin’e bağlanamaz! (Hem iç savaşta ne yapılmasını isterdiniz ki?)
V. İ. Lenin’siz bir Karl Marx ile Frierich Engels mi? İmkânsız!
Onun görüşleri çağımızın Marksizmi’dir. V. İ. Lenin’siz bir Marksizm,1900 öncesi bir Marksizmi’dir. Eksik bir Marksizm’dir! Karl Marx ile V.İ. Lenin, et ve tırnak gibidir. Birbirinden ayrılamaz… Ve nu üçlü, günümüzde devrim üzerine düşünmenin vazgeçilemez referansını oluşturur.
“Devlet olmamalıymış, komün olmalı”ymış; aksini iddia eden var mı? Ancak geçiş sürecinde proleter devleti/demokrasiyi (yani proletarya diktatörlüğünü) inkâr etmemek kaydıyla…
Bunu bize Karl Marx öğretti.
Ha bir de, “Ekim Devrimi gibi bir devrim olmaz” mı diyorsunuz?
Ekim Devrimi, neo-liberal “iddialar”daki üzere “bir anomali” görenleri tarihin tekzip ettiği üzere tüm devrimler özü itibariyle Ekim Devrimi’nin doğrulanmasıdır.
Karl Marx, Frierich Engels, V. İ. Lenin bir bütündür.
Bunları atlamadan; olup bit(mey)en açısından yaşanan deneyim açısından soru(n) olması gereken biçimde ideolojinin siyaseti biçimlendirmesi yerine; pragmatik biçimde siyasetin ideolojik hattı gütmesi oldu. (“Barış içinde bir arada yaşama”, “Konverjans teorisi”, “Halkın Devleti” vs… Bu hâle ilişkin çok eskilerde İttihat ve Terakki şefi Enver Paşa da, “Mefkûreler gerçekleşmeyince, gerçekleri mefkûreleştirmek gerekir,” dermiş; biz buna reel-politikerliğin pragmatizmi derdik!)
Bu kapsamda bir “Meydan Okuma”[23] olarak Ekim Devrimi’nin “siyasal planda yenilmiş olduğu varsayımı”na, kesinlikle katılmıyorum!
Sektörel Reel Sosyalist Ülkeler Topluluğu’nun likidasyonu ile yenilen Ekim Devrimi’nin ülküleri ve pratiği değildi; başka bir şey, yani başkalaşan bürokratik deformasyonun kaçınamadığı sonuçlarıydı.
Ancak St. Petersbug Garı’ndaki “Benim adım Vassili Georgieviç Panin. Hiç benden söz edildiğini işitmedin mi?” diye haykıran kişiye bir Kızıl Muhafız’ın ağzından, “İki sınıf var. Biri proletarya, öbürü burjuvazi... Nasıl açıklanır bilemem orasını. Ama her şey bana olduğu gibi gözüküyor. Cahil olmasına cahilim. Yine de yalnız iki sınıf var galiba ortada. Proletarya ve burjuvazi. Birine karşı olan öbürüyle beraberdir,”[24] tarihsel yanıtı yaratan Ekim Devrimi’nin yok edilmesi mümkün müdür?
Sınıfların varlığının inkârı temelinde: “Eduardo Bernstein’in post-Marksist torunları Ernesto Laclau ile Chantal Mouffe”[25] patentli “sınıf mücadelesiz ve devrimsiz ‘radikal’lik”lerin ya da pişmanlıkların[26] veya Abdullah Öcalan’ın 2005 Nisan’ında Kandil’e İmralı’dan gönderdiği metinde, “Ben sınıfları reddetmiyorum ama sınıfa dayalı devrim teorisini reddediyorum.” “Demokratik Konfederalizm dünya çapında solun yeni açılımı olacaktır. Marks ve Lenin’i iki binlerde aşarak bunu yapacağız,”[27] deyişinden mülhem tutumlarla kapitalizmin aşılması mümkün değildir!
Tıpkı ne idüğü belirsiz, şu tür “XXI. Yüzyıl Sosyalizmi” söylenceleri gibi…
“Sosyalizm, XXI. yüzyıl dünyasında ve Türkiye’sinde kendini ‘başka şekillerde’ yeniden kurmak zorundadır...”[28]
“Çağımız insan toplumunun tek amacı sosyalizm değil… Mevcut mücadeleyi XX. yüzyılın devrim mücadelesine benzer bir biçimde yürütmeye kalkışmak mücadele sürecini büyük bir çıkmaza sokar…”[29]
“Şimdi başka bir yolu deneyelim; geçmişe referansları, bilmem kaç on yıl öncesinin politik kamplaşmalarını bir yana bırakarak “Türkiye için sosyalizmi” tartışalım: Türkiye için XXI. yüzyıl sosyalizmini…”[30]
Marksizmi (Devrimi) “XIX.”, “XX.”, “XXI.” yüzyıl diye bölümlemek, birbirleriyle ilintili, bütünsellik gerçeğine “sırt dönmek” riski içerir…
Şu gerçek “XIX.” yüzyıldaki Marksizm (Devrim); “XX.” yüzyılda nasıl Leninizm’siz düşünülemezse; “XXI.” yüzyıldaki gerçeklikte Marksizm-Leninizm’siz var olamayacaktır.
Altını çizdiğimiz bir “tekrar” veya “tamamlayıcılık” değil; süreklilik içindeki kopuşun sınıf mücadelesi zeminindeki/ inşa hâlindeki felsefi, teorik, ideolojik, politik üretimidir.
Bu çerçevede, eğer orta yerde “dokunulmaz doğrular” veya “tekrarlar” varsa; M-L’den söz edilemeyeceği gibi, bunun sorumlusu da M-L olamaz!
Mahkûm edilmesi gereken “XXI.” yüzyıla da (“XIX.”, “XX.” yüzyılda olduğu gibi) dogmatizm olmalıdır. (Hiç kuşku yok ki, Marksizm eleştiri-üstü/dışı değil. Ama Marksizm’in karikatürleştirilmiş versiyonunu ‘Marksizm diye’ eleştirmek, bir yere vardırmıyor.)
Dogmatizm yanında “Burjuva Aydınlanma”dan (yani “modernizm”den) da uzak durmasını bilen düşünce/ davranış düzlemine ilişkin olarak bunun aksini (“XIX.” ve “XX.” da dahil) “iddia” eden bir Marksist ve Leninist olmadı. Ancak sosyalizm, “XXI.” yüzyılda “Burjuva Aydınlanma”dan (yani “modernizm”den) öğrendiklerini “es” geçmeyecektir.
Kaldı ki soru(n) “Burjuva Aydınlanma”ya (yani “modernizm”e) mündemiç olmaktan çok, bizim meselemizin kapitalizmin biçimlendirdiği hâle içkindir.
Teorik ve soyut olarak “Burjuva Aydınlanma” (yani “modernizm”), “Eleştirel aklın, sorgulamanın, itirazın” somutlanmasıdır ki, devrimcilerin buna “Hayır” demeleri mümkün ve muhtemel değildir, olamaz da!
Yaşayan sosyalist sektörel deneyimin (yıkım) verilerinin özeleştirisi üzerinden yeni(den) sosyalist kuruluşa yol açacak kopuş: (Sovyet deneyimi “kopuş” ile “sonrası”na müteallik soru(n)ların kurbanı olmuşken!) “Parti” + “Sovyet/Şura” denklemi üzerine inşa edilen ve bundan sonrasının yolunu açacak olan “Devletin Sönümlendirilmesine Yönelik Genel Halk Silahlanması” + “Proleter Enternasyonalist Dünya Devrimi”dir.
Bu ise, Karl Marx’ın Paris Komünü ( “proletarya diktatörlüğü”) formülasyonuna dayandırılmalıdır.
Bu imkân dahilindedir. Çünkü sürdürülemez kapitalist yıkım; işçi sınıfı kolektivitesinin önünü açıyor; daha da açacak. Bunun böyle olduğunu yaşayanlar görecek. (Yıkımlar bireyi toplumsallaştırır/ kolektifleştirir.)
Devrim(ler)in itici gücü proletaryanın çeper kanatları (Güney Doğu Asya, Ortadoğu, Afrika, Latin Amerika) olacak, ama bu devrim(ler) “zincirlerinden başka kaybedecek hiçbir şeyi kalmamış, yoksullaşmış-yoksunlaşmış (kimi sol entelektüellerin “prekarya”(!) dediği) çeper kolektif proletaryanın gövdesi üzerinde yükselecek. Yaşananlar, 20 yıldır birbiri ardına patlak veren ayaklanmalar buna işaret ediyor.
Burada aslolan “Sosyalizmin başarısızlığından bahsediyorlar. Peki kapitalizmin Afrika, Asya ve Latin Amerika’daki başarısı nerede?” sorunu dilendiren Fidel Castro’nun, “Bir devrimden daha önemli bir şey yoktur. İnsanlığın diyalektik gerçeği budur. Emperyalizme karşı sadece sosyalizm durmaktadır,” yanıtını veren düşünce ve davranışını hayata geçirebilmektir.
ELBETTE YENİ(DEN)
Ekim Devrimi fikri ve zikri, tüm bastırılma, müdahale, unutturulma ya da çarpıtma ve tezviratlara rağmen birikerek, gelmekte olandır. Çünkü O, insan(lık)ın içinde debelendiği yabancılaşma, yozlaşmaya bataklığından kurtuluş yolunda işçi sınıfı mücadelesine mal edilmiş her şeydir!
Örneğin “Kapitalizm diğer sistemlerden daha iyi,” diyenlerin oranı 2018’de yüzde 61’den 2019’da yüzde 58’e gerileyen Amerikalıların[31] yüzde 58’i kapitalizmin, yüzde 36’sı sosyalizmin, yüzde 19’u komünizmin, yüzde 18’i Marksizm’in tercih edilebilir bir sistem olduğunu düşünüyorken;[32] sosyalizmin hiçbir yere gitmediği ayan beyan orta yerdedir!
Kavranılması gereken mesele; Michael Löwy’in, “Kapitalizm sadece sürdürülemez bir sistem değildir: Gezegeni ve dolayısıyla insanlığı tarihte benzeri olmayan bir felakete iten yıkıcı bir sistemdir,”[33] diye betimlediği soru(n)lara, -devrimin güncelliği fikrine sırt dönmeden!- sınıf mücadelesi zemininde örgütlü, alternatif yanıtlar üretilmesidir.
Malum “Maddi bir güç ancak maddi bir güçle devrilebilir; ama teori de, kitleleri kavradığı zaman maddi bir güç hâline gelir”ken;[34] “Şimdi yeni baştan başlamalıyız; adım adım kendi bedenlerimiz dışında hiçbir kalkana sığınmadan. Keşfetmek, yaratmak ve hayal etmek gerekiyor. Bugün düş kurmak, kendi uyanışını görmek her zamankinden daha fazla gerekli,” Eduardo Galeano’nun altını çizdiği gibi…
O hâlde şimdi Paris’in 68 Baharı’ndaki bir duvar afişinin, “Eğer hiçbir şeyin değişmeyeceğini düşünüyorsam ben bir alığım… Eğer düşünmek istemiyorsam bir korkak… Ve hiçbir şeyin değişmemesinin benim çıkarlarıma olacağını düşünüyorsam bir alçak...” uyarısına kulak vererek yüzümüzü geleceğe dönelim:
“Mümkünün son sınırına imkânsızı elde etmek için çabalayanlar ulaşabilir ancak. Gerçekleşmiş imkânlar, zorlanmış imkânsızlıkların sonucudur. Öyleyse nesnel olarak imkânsızı istemek budala bir hayalcilik ya da kendini aldatmak anlamına gelmez,” diyen Karl Liebknecht gibi…
“İyi de çok zayıfız” mı dediniz?
O hâlde yürüyüşe hazır bir “nokta” olarak Paul Klee’nin, “Çizgi, yürüyüşe çıkmış noktadır,” betimlemesi ile Cornelius Castoriadis’in, “Gece, ancak, kendilerini geceye bırakanlar için gelmiştir, yaşayanlar için, ‘güneş her gün yeniden doğar’…” sözlerini anımsayın.
Karl Marx’ın, “Sınıf savaşımının, arzulanamaz ‘kaba’ bir fenomen olarak bir kenara itildiği yerde, sosyalizm için, ‘gerçek insanlık aşkı’ ve ‘adalet’ hakkında boş laf salatasından başka hiçbir temel kalmaz,” uyarısı eşliğinde…
19 Ekim 2020 19:02:51, İstanbul.
N O T L A R
[1] 17 Ekim 2020’de ‘Ekim Devrimi’nin XXI. Yüzyıla Etkileri’ başlığıyla Komün TV’de yayınlanan programında yapılan konuşma… “Özgür Bilimsel Eğitim için Özgür Üniversite”nin 7 Kasım 2020 tarihli oturumunda yapılan konuşma… Kaldıraç Dergisi, No:232, Kasım 2020…
[2] V. İ. Lenin.
[3] “Kleopatra’nın burnu biraz daha küçük olsaydı, bütün dünya tarihi daha farklı olabilirdi.” (Blaise Pascal’den aktaran: Adrian Berry, Bilimin Arka Yüzü, çev: R. Levent Aysever, Tübitak Yay., 1996, s.4.)
[4] İhsan Oktay Anar, Yedinci Gün, İletişim Yay., 2012, s.197.
[5] Elif Şafak, Firarperest, Doğan Kitap, 2010, s.208.
[6] Gökhan Atılgan, “Ekim’i Yeniden Kazanmak”, Birgün Pazar, Yıl:14, No:560, 3 Aralık 2017, s.4-5.
[7] Rosa Luxemburg, Rus Devrimi, çev: Cangül Örnek, Yazılama Yayınevi, 2018.
[8] Bertell Ollman, Yabancılaşma: Marx’ın Kapitalist Toplumdaki İnsan Anlayışı, çev: Ayşegül Kars, Yordam Kitap, 2015.
[9] V. İ. Lenin, Burjuva Demokrasisi ve Proletarya Diktatörlüğü Üzerine Tezler, çev: Muzaffer Erdost, Sol Yay., Haziran 1977.
[10] “Çoğu ister istemez Çar döneminde devrimci olmuş olan Rus entelektüelleri, Fransız Devrimi tarihinin bütün ayrıntılarına vakıftılar. Daha sonra Fransız komünizminin saygın ihtiyarlarından olacak Marcel Cachin, 1920’de Moskova’dan dönüşünde Tours’daki Sosyalist Parti Kongresi’nde delegelere hitaben aynen şunları söyleyecekti: “Fransız Devrimi’ni bizden daha iyi biliyorlar.” (Eric J. Hobsbawm, Fransız Devrimi’ne Bakış, çev: Osman Akınhay, Agora Kitaplığı, 2009, s.69.)
[11] V. İ. Lenin, Ne Yapmalı?, çev: Muzaffer Erdost, Sol Yay., 2011, s.38-39.
[12] V. İ. Lenin, Ulusal Sorun ve Ulusal Kurtuluş Savaşları, çev: Yurdakul Fincancı, Sol Yay., 2. baskı, 1993, s.227.
[13] V. İ. Lenin, Ulusların Kaderlerini Tayin Hakkı, çev: Muzaffer Erdost, Sol Yay., 1968.
[14] V. İ. Lenin, Devlet ve İhtilal, çev: Kenan Somer, Bilim ve Sosyalizm Yay., 1989.
[15] V. İ. Lenin, Sol Komünizm: Bir Çocukluk Hastalığı, çev: Ferit Burak Aydar, Agora Kitaplığı, 2010.
[16] Yazarların ve Sanatçıların Gözüyle Lenin, çev: Ceren Şenesen-Ümit Şenesen, Yordam Kitap, 2017.
[17] Sinan Çiftyürek, “Lenin Marx’a Nasıl Yaklaştıysa Lenin’e Öyle Yaklaşmalıyız!”, 19 Ekim 2006… http://www.sinanciftyurek.com/lenin-marxa-nasil-yaklastiysa-lenine-oyle-yaklasmaliyiz
[18] “-Siz özellikle gündelik yaşam düzeyinde uygulanan mikro iktidarları inceliyorsunuz. Devlet aygıtını göz ardı etmiş olmuyor musunuz?
- Michel Foucault: Gerçekten de, on dokuzuncu yüzyıl sonundan beri Marksist ve Marksizan devrimci hareketler, mücadelenin hedefi olarak devlet aygıtını öne çıkardılar.
Bu durum sonuç olarak neye yol açtı? Yalnızca bir hükümetten ibaret olmayan devlete karşı mücadele edebilmek için devrimci hareketin kendini politik-askeri terimlerle devletin eşiti kılması gerekir, dolayısıyla parti hâlini alması, devletle aynı disiplin mekanizmalarıyla, aynı hiyerarşilerle, aynı iktidar örgütlenmesiyle bir devlet aygıtını -içeriden- model alması gerekir. Bu ağır bir sonuçtur, ikinci olarak, devlet aygıtının ele geçirilmesi muhtemel değişimlerle birlikte bu aygıtın basitçe işgal edilmesi olarak mı kabul edilmeli, yoksa ortadan kaldırılmasının vesilesi olarak mı? Bu sorun, Marksizm içinde bile büyük bir tartışma yarattı.
Bu sorunun sonuçta nasıl çözüme bağlandığını biliyorsunuz: Devlet aygıtını çökertmek gerekir, ama sonuna kadar değil, çünkü sınıf mücadelesi proletarya diktatörlüğü kurulur kurulmaz bitmeyecektir... Dolayısıyla, devlet aygıtının sınıf düşmanlarına karşı kullanılabilecek kadar sağlam olması gerekir. Böylece ikinci sonuca varılır: Devlet aygıtı, en azından belli bir noktaya kadar, proletarya diktatörlüğü süresince varlığını sürdürmelidir. Nihayet, üçüncü sonuç: İşgal edilecek ama parçalanmayacak bu devlet aygıtlarını çalıştırmak için teknisyenlere ve uzmanlara çağrı yapmak uygun olur. Ve bu aygıtları çalıştırmaları için, bunlara alışık olan eski sınıf, yani burjuvazi kullanılır.
SSCB’de olup biten kuşkusuz budur. Devlet aygıtının önemsiz olduğunu asla öne sürüyor değilim; fakat bence Sovyet deneyimine yeniden başlamamak için, devrimci sürecin tıkanmaması için bir araya getirilmesi gereken tüm koşullar arasında ilk kavranması gereken şey, iktidarın yerinin devlet aygıtı olmadığı ve devlet aygıtlarının dışında, üstünde, yanında çok daha küçük düzeyde işlev gören iktidar mekanizmalarında değişiklik yapılmadığı takdirde toplumda hiçbir şeyin değişmeyeceğidir.” (Michel Foucault, İktidarın Gözü Seçme Yazılar, çev: Işık Ergüen-Osman Akınhay, 5. Basım, Ayrıntı Yay., 2020, s.42-43.)
[19] Hüseyin Aygün, “Yüz Yıl Sonra Sosyalizm”, Birgün, 10 Ağustos 2019, s.8.
[20] Metin Çulhaoğlu, “Hipertrofi ve Atrofi”, 29 Aralık 2018… https://ilerihaber.org/yazar/hipertrofi-ve-atrofi-92376.html
[21] Teslim Töre’den aktaran: Sinan Çiftyürek, “Teslim Töre’ye Zorunlu Yanıt”, 19 Temmuz 2007… http://www.sinanciftyurek.com/teslim-toreye-zorunlu-yanit/
[22] Teslim Töre, Afrin Direnişi Suriye Halklarını Birleştirdi, Karşı Devrimin Bütün Dengelerini Bozdu!”, 21 Şubat 2018… https://www.facebook.com/tslmtre/posts/2348510925375301/
[23] “Ekim Devrimi’nin tılsımının, içinde gizlediği üç M’de saklı olduğunu söyleyebiliriz: Mücadele, Mecburiyet ve Meydan Okuma.” (Can Uğur, “Gamze Yücesan Özdemir: Sol Kendi Sözünü Yüksek Sesle Söylemeli”, Birgün Pazar, Yıl:14, No:563, 24 Aralık 2017, s.12-13.)
[24] John Reed, Dünyayı Sarsan On Gün, çev: Erdoğan Gürkan, Oda Yay., 1999.
[25] Yaşar Ayaşlı, “Bernstein’in Post-Marksist Torunları: Ernesto Laclau ve Chantal Mouffe (1)”, 14 Mayıs 2020… https://sendika63.org/2020/05/bernsteinin-post-marksist-torunlari-ernesto-laclau-ve-chantal-mouffe-1-587313/#more
[26] “Ekim Devrimi’nin 100. yıldönümünün, ezilen, sömürülen ‘aşağı sınıflar’ ayaklanmasının ya da o sınıflar adına hareket ettiğini söyleyen ‘öncü’ ‘parti’ hareketinin yeniden değerlendirilmesine vesile olması sevindirici…
Şöyle yeniden bir hatırlayalım. ‘Devrim’, Marx ve Engels’in tüm beklenti ve öngörüsünün aksine sermaye birikimine sahip olmayan, dolayısı ile kapitalizmin sınıfsal konumlanışının dışında bir ülkede gerçekleşti. Aslında devrim, Birinci Dünya Savaşı yıllarında savaşmaktan bitap düşmüş bir ordu, Çarlık Rusyası’nda açlık ve sefalet içinde kıvranan bir halkın isyanını kendiliğinden ayaklanmasını fırsata çevirerek hayat buldu. Petrograd’daki özel yetişmiş askeri birliklerin de isyan eden asker ve köylü yığınlara destek vermesi ile Çarlık rejimi yıkıldı.
Sonradan, 1918 yılında Komünist Partisi adını alacak olan Bolşevik Partisi örgütlü yapısı ile kucağında bulduğu bu toplumsal patlamayı sonuçlandırmayı başardı ve ‘devleti ele geçirdi.’ Komünist Partisi de böylelikle, bütün gücü, yetkileri, karar alma mekanizmalarını, her şeyi elinde tutan bir yapı olarak SSCB yıkılana dek konumunu sürdürdü…” (Yalçın Ergündoğan, “Ekim Devrimi: Devleti Ele Geçirmenin Yetmediği Kanıtlandı…”, 6 Kasım 2017… https://www.artigercek.com/ekim-devrimi-devleti-ele-gecirmenin-yetmedigi-kanitlandi)
[27] Şafak Mahsum (der.), PKK-Yeniden İnşa Kongre Belgeleri, İstanbul: Çetin Yay., 2005, s.144-120... Ayrıca https://www.birgun.net/haber/ocalan-in-ideolojik-seyir-defteri-47791
[28] Metin Çulhaoğlu, “Hakikât Sonrası Toplumda Sosyalizm”, 17 Eylül 2019… https://ilerihaber.org/yazar/hakikât-sonrasi-toplumda-sosyalizm-103596.html
[29] Teslim Töre, “Çağımız İnsan Toplumunun Tek Amacı Sosyalizm Değil”, 4 Kasım 2018… https://www.facebook.com/tslmtre/posts/2544134182479640?__tn__=K-R
[30] Metin Çulhaoğlu, “XXI. Yüzyıl Sosyalizmi”, 19 Ekim 2019… https://sendika63.org/2019/10/21-yuzyil-sosyalizmi-metin-culhaoglu-ileri-haber-565945/
[31] “Ocak 1939’da Amerikalılara Sovyetler Birliği ile Almanya arasında bir savaş çıkması hâlinde hangi tarafın kazanmasını istedikleri sorulduğunda Amerikalıların yüzde 83’ünün Sovyet zaferinden, yüzde 17’sinin ise Almanlardan yana olduğu anlaşıldı.” (Eric J. Hobsbawm, Kısa 20. Yüzyıl: 1914-1991 Aşırılıklar Çağı, çev: Yavuz Aloğan, Everest Yay., 2006.)
[32] Arif Çelebi, “Kriz ve Komünizmin Güncelliği”, 21 Ocak 2020… http://etha15.com/haberdetay/kriz-ve-komunizmin-guncelligi-109598
[33] “Michael Löwy: Kapitalizmin Demir Yasalarını Terk Eden Sistem Karşıtı Bir Devrime İhtiyacımız Var”, 9 Mayıs 2020… https://elyazmalari.com/2020/05/09/michael-lowy-kapitalizmin-demir-yasalarini-terk-eden-sistem-karsiti-bir-devrime-ihtiyacimiz-var/
[34] Karl Marx-Friedrich Engels, Alman İdeolojisi, [Feuerbach], Çev: Sevim Belli, Sol Yay., 1976.
Yorumlar