“Düşünün bir kere, her şeyin tekrarlandığını ve tekrarlanmanın kendisinin de tekrarlandığını.” [2] Bir “insanlık suçu”nu, bir ...
“Düşünün bir kere,
her şeyin tekrarlandığını
ve tekrarlanmanın
kendisinin de tekrarlandığını.”[2]
Bir “insanlık suçu”nu, bir kara lekeyi lanetlemek; “Buradayız” diye haykırmak hep beraberiz; suçlulara (ve güçlülere!) karşı buradayız…
“Bilmemem gereken/ şeyler öğrendim./ sorular sordum/ sormamam gereken./ gördüm apaçık/ görmemem gerekeni./ söylenmezi söyledim./ suçum büyük/ ve taammüden,” diye haykıran Metin Altıok’tan hepsine Sivas/ Madımak’taki canlarımızla, kararlılıkları ve idealleriyle yine ve yeniden omuz omuza, el ele düşmana ve suçlulara inat, buradayız…
Bir kez daha karanlığa meydan okurken; “Suçun dört boyutu vardır” diyen Karl Jaspers’in sözünü anımsıyoruz:
1) Cürüm suçu: Suçu işleyen fail… 2) Siyaset suçu: Suçu işleyenleri seçen vatandaş… 3) Ahlâk suçu: Olan biteni seyreden, hiçbir şey yapmayan toplum… 4) Metafizik suçu: Oralı olmayan dünya insanları.
Jaspers, işlenen bir suçtan bütün dünya insanlarını sorumlu tutuyor.
Evet, sorumluluk duymak böyle bir ahlâk sorunudur.
Kabul ediyoruz; eğer haksızlıklar yapılıyorsa, hepimiz “suçlu” olduğumuz içindir.
Evet, evet suç benim; suç senin; suç hepimizin...
Hâlâ Madımak ateşiyle kavrulup, aydınlanıyorken; Sivas’ın katillerinden hesap soramadığımız için suç benim; suç senin; suç hepimizin...
* * * * *
Zeynep Altıok Akatlı’yı, “Devlet yetkilileri ve siyasiler, neden Sivas’ta katliam yapıldığını söylemekten bile çekinir?” diye haykırtan gerçeğin ardında devlet vardır!
Zulmün, zalimin neden zulmettiğini sorgulamaksızın kavranamayacağını ve Orhan Kemal Cengiz’in, “Sivas’ta olan, daha önce bu ülkede onlarca kez tekrarlanmış bir hikâyedir aslında,” uyarısını “es” geçmeden!
Evet, evet Sivas/ Madımak’taki yangın, yüzyıllardır bu toprakları kavuran egemen zulmün eseridir…
Aydınların kırıma uğradığı dönemin Sivas Valisi Ahmet Karabilgin, “Katliamın arkasındaki siyasal gücü “Türkiye’de herkesin bildiğini” söylerken; katliamdan iki gün önce dağıtılan bildirilerden birinde şöyle deniliyordu:
“Müslüman kamuoyuna...
Mü’minlere öz canlarından daha ileri olan Allah Resûlü (S.A.V.)’ne ve O’nun temiz zevcelerine, Allah’ın beytine (Kâbe’ye) ve kitab’ı Kur’an’a alçakça küfredilmekte ve mü’minlerin izzet ve namuslarına saldırılmaktadır. Dünyanın bazı bölgelerinde şeytan ve onun yandaşları olan emperyalist kâfirler, dinimize ve mukaddes değerlerimize dil uzatmaktadırlar.
Bunun başını ise satılmış, mürted Salman Rüşdi köpeği çekmektedir. Mel’un Rüşdi’nin figüranlığına soyunan, dünya emperyalizminin gönüllü uşağı Aziz Nesin, aynı şekilde, Kur’an’ın korunmuşluğuna dil uzatmış, Hazret-i Peygamber (S.A.V.)’in aile hayatını (hâşâ) bir genelev ortamına benzetmiş ve ümmetin anaları olan hanımlarına (hâşâ) fahişe deme cür’etinde bulunmuştur. Bu olay, dünyanın değişik yerlerinde kâfir devletler tarafından dahi kabul görmezken, basımına müsaade edilmezken, ne yazık ki laik ve ikiyüzlü T.C. Devleti tarafından yayımlanmasına izin verilmiş, ayrıca bunu kabullenmeyip protesto eden izzetli Müslümanlar, devletin polis ve jandarması tarafından coplanmış, kurşunlanmış, bir kısmı da hapishanelere atılmıştır.
Aziz Nesin köpeği, yanında kendisiyle beraber bir ekiple birlikte, şehrimiz Valisi tarafından davet edilip, şehirde adeta Müslümanlar’la alay edercesine gezebilmektedir. Kâfirler şunu iyi bilmeli ki: İslâmın Peygamberi’ni ve kitab’ın izzetini korumak için, bu uğurda verilecek canlarımız vardır. Gün, Müslümanlığımızın gereğini yerine getirme günüdür.”[3]
Nihayet o meş’um 2 Temmuz gününde, Sivas’taki sağ eğilimli yerel gazeteler Hürdoğan, Bizim Sivas, Hakikât, Anadolu, Yeni Ülke, Taraf da halkı tahrik edici başlıklarla çıkarken camiler tıklım tıklım dolar...
Sonrası malum!
* * * * *
“İyi de devletin tavrı neydi” mi?
35 insanın katledilmesi, tarihe bir “kara leke” olarak geçerken, bu korkunç durum, Başbakan’a, İçişleri Bakanı’na defalarca bildirildiği hâlde olaya müdahale edilmemesi ve önlem alınmaması da asla unutulmadı, unutulmayacak da...
Yeri geldi hatırlatalım: 10-15 bin saldırgandan ancak 35 kişi, katliamdan 1 gün sonra gözaltına alındı. Artan toplumsal tepkiler sonucu, gözaltına alınanların sayısı daha sonra 190’a çıkarıldı. Gözaltına alınanlar hakkında Toplantı ve Gösteri Yürüyüşleri Yasası’na muhalefetten dolayı soruşturma başlatıldı, fezlekeler bu doğrultuda hazırlanarak cumhuriyet savcılığına sevk edildi. Soruşturmanın bu yetersiz çerçevede kalması sonucu, 190 kişiden 124’ü tutuklandı, geri kalanlar serbest bırakıldı.
Olay, “rejime yönelik ve arkasında ırkçı-şeriatçı örgütlerin bulunduğu siyasal bir gelişme” şeklinde değerlendirilmedi. Hukuki süreç bu yönde işletilmedi. Böylece, 35 kişinin katledilmesine, 60 kişinin ağır yaralanmasına, onlarca arabanın yakılmasına neden olan katliamın düzenleyicileri olan ırkçı-şeriatçı örgütler ve katliamda kusuru bulunan sorumlular ortaya çıkarılmadı.
2 Temmuz’da saatlerce süren kalkışma sonucu 35 kişinin yakılmasına adeta göz yumulduğu gibi yargı sürecinde de dava dosyası, Kayseri DGM, Sivas, Ankara Asliye ve ağır ceza mahkemeleriyle, Ankara DGM ve Yargıtay arasında uzun süre dolaştırıldı. Böylece sıcağı sıcağına soruşturma başlatılmadığı gibi, suçluların çoğunluğu çoktan kayıplara karıştı. İddianamede, “Şeytan Ayetleri kitabını Türkiye’de de yayımlayan Aziz Nesin” suçlanırken Pir Sultan Abdal Kültür Şenlikleri ve bu şenliğe katılanlar da “Dev-Sol, Dev-Genç, PKK” örgütleriyle bağlantılı olmakla suçlandı... Bu örgütlerin Sivas’ta yürüyüş yaptıklarından söz edildi. Oysa Sivas Valiliği’nin ve Emniyet Müdürlüğü’nün raporlarında, “böyle bir yürüyüş olmadığı” belirtiliyordu. Yine iddianamede, “katliamı gerçekleştiren ırkçı-şeriatçı örgütlerden hiç söz edilmedi”. Savcılar iddianamede, katliamın nedenini Aziz Nesin’in tahrikine ve sol örgütlere bağlarken, adeta katliamı yapanlardan yana taraflı oldukları görüldü.
Sonunda, gözaltına alınan 190 kişiden 124’ü hakkında “laik anayasal düzeni değiştirip din devleti kurmaya kalkışma” suçlamasıyla dava açıldı, geri kalanlar serbest bırakıldı…
26 Aralık 1994’te karara bağlanan dava sonucunda, 22 sanık hakkında 15’er yıl, 3 sanık hakkında 10’ar yıl, 54 sanık hakkında 3’er yıl, 6 sanık hakkında 2’şer yıl hapis cezası, 37 sanık hakkında da beraat kararı verildi.
Bu kadar da değil!
Sivas Valisi Ali Kolat, 2 Temmuz 1993’te 35 kişinin yakılarak öldürüldüğü Madımak katliamının 2011 yılındaki anma törenine saatler kala “Madımak olaylarının yıldönümünde anma etkinliği yapacak grubun toplu hâlde otel önüne gelmelerine ve burada basın açıklaması yapılmasına izin verilmeyecek” dedi.
Ardından da Sivas katliamının 18. yıldönümünde Madımak Oteli’ne yaklaştırılmayan gruba polis gaz bombalarıyla müdahale etti!
Tam da bu noktada Yıldırım Türker haklı olarak haykırıyordu: “Devlet, şimdi Sivas valisi eliyle, insanlık adına, katil yakınlarının sırtını sıvazlıyor.
2 Temmuz, Sivas katliamının 18’inci yıldönümüydü. Madımak Oteli kamulaştırılıp Bilim ve Kültür Merkezi’ne dönüştürülmüştü.
Binanın girişinde bir ‘Anı Köşesi’ bulunuyor. O köşede 37 isim var: Olaylar sırasında yanarak hayatını kaybeden 33 aydın, iki otel görevlisi ve onların yanında iki saldırgan.
Evet, iki linççi de; oradaki insanları diri diri yakanlardan iki kişi de o duvarda saygıyla anılıyor.
Bu arada bir validen insanlık da öğreniyoruz.
Sivas Valisi Ali Kolat, olaya “İnsan merkezli baktığımız için hiçbir ayrım yapmadık.” deyivermiş. Böyle mangal yürekli, manda gönünden bir insanlık anlayışına varamamış olabilirsiniz, demeye getiriyor, vali efendi…
Devletimiz ve akılverenleri zaten hep Madımak’da yakanların yanında oldu. Bir ara bir Adalet Bakanımız katillerin avukatlığını üstlenmişti sözgelimi. Devlet, şimdi Sivas valisi eliyle, insanlık adına, katil yakınlarının, potansiyel katillerin, hassassiyeti kanlı dindarların sırtını sıvazlıyor.”
Tam da bunun için Madımak’ta ölen iki saldırganın adlarının anı bölümüne yazılmasına katliamda babalarını yitiren Behçet Aysan ile Metin Altıok’un kızları Eren Aysan ve Zeynep Altıok, “Devlet babalarımızı yok sayıyor” diyerek tepki gösterip eklediler: “Bu, Hızır Paşa’nın adının yazılması gibi…”
Bu kadar da değil!
Mesela MEB kaş yaparken göz çıkardı: Hz. Ali’nin atı Düldül, katır yapıldı. “Her ne ararsan kendinde ara, Mekke’de Kudüs’te Hac’da değil” diyen Hacı Bektaş’a “Namaz kılın, hacca gidin” dedirtildi. Aleviler “cemaat” yapılıp cihata çıkarıldı![4]
Mesela 10 Ekim 2010 tarihinde Alevi örgütlerinin Alevi Konfederasyonu çatısı altında toplanması çalışmalarının yürütüldüğü Alevi Kurumlar Toplantısı’nda konuşan Devlet Bakanı Faruk Çelik, din derslerinin kaldırılması yaklaşımını “iktidar olarak doğru bulmadıklarını” belirterek “Ne derdiniz var din dersiyle, niye kalksın din?” dedi![5]
Bu kadar da değil!
Madımak katliamının 18 yıldır aranan firari sanığı Cafer Erçakmak’ın 10 Temmuz 2011’de Sivas’ta öldüğü ve ailesi tarafından gizlice defnedildiği ortaya çıktı.
Katliam mağdurlarının avukatı Şenal Saruhan, “18 yıl bir insan nasıl adaletin önünden kaçırılabildi? Dosyada ‘Sivas’ta arandı, evine gidildi, bulunamadı’ biçiminde tutanaklar var. Bu örgütlü bir saklama işidir. Bu örgütün ortaya çıkarılmasını istiyoruz” dedi.
Şenal Sarıhan, olayda Sivas Emniyet Müdürlüğü’nün ihmali olduğunu belirterek, yetkililer hakkında görevi kötüye kullanmak iddiasıyla suç duyurusunda bulunacaklarını açıkladı.
Pir Sultan Abdal Kültür Derneği Genel Başkan Yardımcısı Mustafa Özarslan da, Erçakmak’ın “Kitleyi topladığını ve Madımak Oteli’ne yönlendirdiğini, kışkırtıcılık yaptığını, Aziz Nesin’i itfaiye merdivenlerinde tekmelediğini” belirterek, “O dönem Refah Partisi’nin Belediye Meclis Üyesi olan Erçakmak, 18 yıl kaçtıktan sonra 72 yaşında şaibeli biçimde Sivas’ta ortaya çıktı. Adalet Bakanlığı neden Erçakmak’ın peşine düşmedi?” diye sordu.
Yine Sivas’ta katledilenlerden Seher Dilateş’in amcası Avukat Süleyman Ateş, “Burada devletin ve emniyetin ihmali var. Bu adam Fransa’da denildi ama bulunamadı. Ama bu adamın Sivas’ta olduğu biliniyordu. Emniyetten mahkemeye gelen yazıda çocuklarının evine baktık yok deniliyor. Ama Erçakmak hasta ise bu evde kalıyordur. Demek ki orada olduğunu bildikleri hâlde mahkemeye bulamadık diyorlar. Emniyet onları koruyor” derken Pir Sultan Abdal Kültür Derneği Genel Başkan Yardımcısı Mustafa Özarslan da ekliyordu:
“Cafer Erçakmak’ın suç ortaklarından 33’ü 18 yıldır cezaevindeyken ve ömür boyu da orada kalacakken, ona bu korumayı kim sağladı, kim korudu, kolladı, adaletten kim kaçırdı?”
Tüm bu ve benzerleri devletin tavrını (ve ne olduğunu!) yeterince net anlatmıyor mu?
* * * * *
Elbette, elbette ama! Bir de “zaman aşınımı” var!
Bilindiği üzere Sivas katliamının firari sanığı hakkındaki ceza 2006’da kesinleşti ancak yakalanması için karar ancak 2010’da çıkabilmişti… Sivas katliamı ana davası sanıklarından firari Vahit Kaynar, 4 yılda bulunamadı. Ancak Adalet Bakanlığı’nın Ankara Cumhuriyet Başsavcı Vekilliği’ne yazdığı bir yanıt yazısı Kaynar’ın cezasının 2006’da kesinleşmesine rağmen hakkındaki yakalama kararının 2010 yılında çıktığını ortaya koydu. Yani Vahit Kaynar, cezası kesinleştiği 2006’dan 2010 yılına kadar 4 yıl boyunca elini kolunu sallayarak dolaşmış!
Bu tür “zırvalar”dan malûl Sivas katliamı “davası”, zamanaşımına uğra(tıl)dı!
Tıpkı Karin Karakaşlı, “Vahşete insanlığa karşı işlenmiş suç denememesi ve zamanaşımsız adaletin bir türlü tecelli edememesi, herkesi kendi acısında bir kez daha yalnızlaştırıyor,” deyişindeki üzere…
Açıklanan gerekçeli zamanaşımı kararında 5 sanığı üstü örtülü olarak beraat ettiren mahkeme, “Sanıkların mahkûmiyetlerine yetecek her türlü şüpheden uzak, kesin, inandırıcı ve yeterli delil elde edilmediğini” bildirdi.
Ayrıca Ankara 11. Ağır Ceza Mahkemesi’nin, insanlık suçu tartışmasına değinilen gerekçeli kararda, Sivas katliamının “insanlık” değil, “terör” suçu olduğu savunuldu ama; Madımak Katliamı’nda hayatını kaybeden ailelerin avukatı Şenal Sarıhan, Türk Ceza Yasası’nda ve Ceza Yargılama Usul Yasası’nda zamanaşımı konusunun düzenlendiğini, fakat TCY’ye 2005 yılında “insanlık suçu” tanımı getirildiğini hatırlattı!
* * * * *
Hayır Sivas/ Madımak’ın failleri öne çık(artıl)an üç beş çapulcu değildir; elbette daha fazlasıdır!
Örneğin Sivas’ta insanları yakan canileri savunan avukatlar kimdir? Şimdi nerededir? Hangi mevkilere yükselmişlerdir?
Alın size kısa liste; o avukatlar ve bugün yaptıkları işler…
i) Av. Şevket Kazan, eski RP milletvekili ve eski Adalet Bakanı!
ii) Av. Celal Mümtaz Akıncı, Afyon Barosu Başkanı ve AKP oylarıyla Anayasa Mahkemesi üyesi!
iii) Av. Hayati Yazıcı, AKP’nin devlet bakanı!
iv) Av. Haydar Kemal Kurt, AKP Isparta Milletvekili!
v) Av. Zeyid Aslan, AKP Tokat Milletvekili, Başbakan Erdoğan’ın eski avukatı!
vi) Av. Hüsnü Tuna, AKP Konya Milletvekili!
vii) Av. Burhanettin Çoban, Afyonkarahisar AKP’li Belediye Başkanı!
viii) Av. Faik Işık, Başbakan Erdoğan’ın ve Süleyman Mercümek’in avukatı!
ix) Av. İbrahim Hakkı Aşkar, 22. Dönem AKP Afyon Milletvekili!
x) Av. M. Ali Bulut, AKP Maraş Milletvekili ve Anayasa Komisyonu üyesi!
xi) Av. Bülent Tüfekçi, AKP Malatya İl Başkanı!
xii) Av. Halil Ürün, RP kayıp trilyon davası sanığı, AKP Afyon Belediye Başkan adayı!
xiii) Av. Mevlüt Uysal, AKP İstanbul Başakşehir Belediye Başkanı!
xiv) Av. Nevzat Er, Eski AKP Eminönü Belediye Başkanı!
xv) Av. Suat Altınsoy, AKP Konya İl Bşk. Yardımcısı!
xvi) Av. Tayfun Karali, İstanbul Büyükşehir Belediyesi Darülaceze Müdürü!
xvii) Av. Ferruh Aslan, İst. Büyükşehir Belediyesi Basın Yayın Müdürü!
xviii) Av. İbrahim Kök, AKP Elazığ milletvekili aday adayı!
xix) Av. Ali Aşlık, eski AKP İzmir İl Başkanı!
xx) Av. Bedrettin İskender, AKP Ümraniye Belediye Başkan adayı!
xxi) Av. Ekrem Bedir, Sakarya AKP Hendek Belediye Meclis Üyesi!
xxii) Av. Eyüb Karagülle, eski Saadet Partisi İlçe Başkanı!
xxiii) Av. Faruk Gökkuş, AKP, Kâğıthane Belediye Başkanlığı aday adayı!
xxiv) Av. Hasan Hüseyin Pulan, AKP İstanbul İl Disiplin Kurulu üyesi!
xxv) Av. Hurşit Bıyık, AKP Trabzon İl Başkan Yardımcısı!
xxvi) Av. Reşat Yazak, Anadolu Ajansı Yönetim Kurulu üyesi![6]
Failler ayan beyan ortada ya da belli değil mi?
Ha bir şey daha var: TBMM İnsan Haklarını İnceleme Komisyonu bünyesindeki Alt Komisyon, Sivas katliamında öldürülen şair Metin Altıok’un kızı Zeynep Altıok’a, AKP’li Oya Eronat’ın, “Aziz Nesin halkı kışkırtmasaydı babam yaşıyor olabilir miydi diye düşündünüz mü” diye sorusunu ve buna karşılık Altıok’un da, “Görüşler dile getirilince insanlar kışkırtmamalı. Aziz Nesin bunu söylemeseydi yaşanmaz mıydı? Belki evet ama bu ütopik bir görüş. Ben de bazen provoke oluyorum ama adam öldürmüyorum” yanıtını unutmayın!
* * * * *
Geçerken Sivas/ Madımak’ın faillerinden egemen medyanın dediklerini de hatırlatayım:
Öncelikle ‘Sabah’, ‘Hürriyet’, ‘Milliyet’, ‘Türkiye’, ‘Meydan’ gibi yüksek satışlı beş gazete “olaylara Aziz Nesin’in yaptığı bir konuşmayla neden olması”nı öne çıkarıyor, ‘Hürriyet’, bu konuşmanın “yerel basında abartılı bir şekilde yayınlanması”na vurgu yapıyordu.
O gün yegâne hakikât duyurucusu ‘Özgür Gündem’di. Manşeti, “Devlet gözetiminde katliam: 40 ölü” idi.
‘Sabah’a kalırsa olayın içinde Alevi-Sünni çatışması yoktu. Aziz Nesin tahrik etmiş, halk da galeyana gelmişti.
‘Milliyet, Aziz Nesin’in Türk milletini yüzdelere bölüşünü hatırlatıyor, böylelikle Nesin’in kışkırtıcılığını tescilliyordu.
‘Sabah’ta Mehmet Barlas, “Aydın olmak ve laik olmak inançlara saygısız olmak veya inanç sahiplerini küçümsemek değildir.” buyuruyordu. Yanarak ölmüş 35 kişinin üstüne.
Cengiz Çandar daha fütursuzdu: ‘Sivas Faciası: Provokasyon ve Gaflet’ başlıklı yazısında şöyle diyordu: “Devletin vurdumduymazlığı ve aczi “birey”in provokatörlüğü olgusunu ortadan kaldırmaz... ‘Türk milletinin yüzde altmışından fazlasının aptal olduğu’ kanaatini her yerde tekrarlayan Aziz Nesin’in bu saptamasında doğru bir husus var: Eğer seksenine dayanmış Aziz Nesin bunak değilse, Türk milletinin bir aptal ferdi.”
Tansu Çiller, Sivas’ta 35 kişinin ölümüyle neticelenen olayların, Aziz Nesin’in tahrik edici konuşmasından kaynaklandığını söylemişti.
‘Tercüman’da başyazının başlığı: “Şeytan Aziz”di. “Askerin ‘tayın bedeli’ni çalmak iddiası ve bu sebepten ordudan atılmak ile başlayan hayat macerasını kanlı bir olayla noktalama histerisine kapılan Aziz Nesin hafızasını yitirmiş olmalı ki akıl almaz görüş ve düşünceler öne sürerek Türk toplumunu manevi anlamda yaralayabilme gayreti içinde çırpınıp durmaktadır.”
Demokrasi limonu Nazlı Ilıcak, “Müslümanlığa sövmek herhâlde fikir hürriyetinin kapsamı içinde alınamaz. Aziz Nesin bir süredir belki de enteresan olabilme gayretiyle “sıra dışı” konuşmalar yapıyor hâlbuki mizah yazarı olarak kalsaydı, toplumumuz nezdinde şüphesiz daha saygı değer bir konumda bulunacaktı...” Ilıcak sonra da olayın abartılmaması gereken münferit bir katliam olduğunu belirtmeden geçmiyordu. Yani fikir hürriyeti kapsamında değerlendirilebilirdi.[7]
* * * * *
Bu tutumuyla T.“C” gibi egemen medyası da “nefret suçu” işliyor ve teşvik ediyordu…
Evet, evet 2 Temmuz 1993’te Sivas’ta yaşananlar tipik bir “toplumsal nefret suçudur”!
Toplumsal nefret suçu bir gruba veya ona mensup kişilere karşı ırk, dil, din, cinsiyet veya cinsel yönelim konularında oluşmuş önyargılardan doğan nedenlerle işlenen ve genellikle şiddet içeren suçlardır…
Alevilerin yaşadığı Maraş, Çorum, Sivas, Gazi benzeri yerleşmelerdeki ayrımcı saldırıların, “belli odakların” ve belli hesapların sonucunda olduğu öne sürülür ama bu olayların nasıl bu kadar kolay meydana geldiği ve neden bu kadar büyük öfke ve kin içerdiği yeterince sorgulanmaz.
Nefret ve önyargıların sadece toplumda değil, devlet yönetiminde de karşılık bulması bu suçun çok daha hunharca ortaya çıkmasına neden olmuştur. Bütün bu olaylar adli olaylar olarak görülür ama buradaki nefret suçu ve bu suçun gerisindeki tarihsel önyargılar kırılmaz ise köken ve inanç bağlamında yaşanan sorunların şiddet sarmalından kurtulamaması kaçınılmazdır.
Bu gerçek asla unutulmamalı, unutturulmamalıdır…
Tıpkı Nelson Mandela’nın, “Tu kes ji rengê tenê xwe, ji çandîya hêla paş an jî ji ber bawerîya olê meriv ji bo ji yekî din nefret kirinê nayê dinyayê. Divê meriv ji însanan nefret kirinê hîn bibe. Kesê ku dikane nefretê hîn bibe, dikane hez kirinê jî hîn bibe, ji ber ku hezkirin ji dilê mirov re ji hestên din hê bêhtir xwezayî tê,/ “Hiç kimse derisinin rengi, kültürel arka planı ya da dini inançları yüzünden başkasından nefret ederek doğmaz. İnsanlardan nefret etmeyi öğrenmeleri gerekir. Nefret etmeyi öğrenebiliyorlarsa, sevgiyi de öğrenebilirler, çünkü sevgi insan kalbine diğer hislerden çok daha doğal gelir,” çığlığı gibi…
* * * * *
Alevilere (ve elbette Kürtler ile öteki ilan edilen gayrimüslimlere) yönelik ayrımcılık ve nefret suçu fiilleri gündelik hayatın ayrılmaz bir parçasıdır!
Hızla birkaç örneği -yüzümüz kızararak- anımsayalım/ anımsatalım…
i) Adıyaman, İzmir, Antep, Malatya ve Erzincan’ın Avcılar köyünden sonra Aydın’ın Didim ilçesindeki Hisar ve Mavişehir mahallelerinde yaşayan Alevilerin kapılarına “Alevileri yakın, Alevilere ölüm” yazılıp “X” işareti konulması tepkilere neden oldu![8]
Aydın’ın Didim ilçesi Hisar mahallesi 2232 Sokak’ta bulunan bir apartmanda Alevi iki ailenin evinin kapısı işaretlenip, boyayla “Aleviler’e Ölüm, Aleviler’i yakın” yazılması endişe yarattı![9]
ii) Sivas katliamında hayatını kaybeden şair Metin Altıok ve yazar Prof. Füsun Akatlı’nın kızı Zeynep Altıok Akatlı kurumsal iletişim müdürü olarak çalıştığı Doğuş Üniversitesi’nden atıldı! Zeynep Altıok’un işine, Sivas katliamıyla ilgili açıklamaları “zararlı” bulunduğu gerekçesiyle son verildi![10]
iii) Merzifon Kredi Yurtlar Kurumu’nda özel güvenlik görevlisi olarak çalışan Semra Yıldırım, “Burada Alevi istemiyorum” dediğini öne sürdüğü Yurt Müdiresi Emine Çağlar’ın kendisini işten çıkarmak için her yolu denediğini söyledi. Yıldırım, kızının ziyarete gelmesinin bile soruşturma konusu olduğunu ve çalıştığı şirkete işten çıkartılması için baskı yapıldığını söyledi![11]
iv) Amasya’da 2007’de dört Alevi kız öğrencinin Amasya Anadolu Kız Meslek Lisesi’nden ve yurttan “dini baskı” nedeniyle ayrılmak zorunda kalmasının ardından Suluova ilçesindeki Anadolu Öğretmen Lisesi’nde din kültürü ve ahlâk bilgisi öğretmeni Abdullah Koca derste “Kim Alevi el, kaldırsın” diye sordu ve cemevlerinin ibadethane olamayacağını savundu![12]
v) Amasya merkeze bağlı Böke köyünde oturan Ş.Ç., G.D., H.D. ve Ş.D’nin dini baskılar nedeniyle başka bir okula gitmek zorunda bırakılan 4 öğrencinin AKP’li Üskül’ün de aralarında bulunduğu bir grup partili tarafından ailelerinin içeri girmesine izin verilmediği bir odada ifadeleri alındı. Baba olaya tepki gösterdi![13]
vi) Bağcılar Arif Nihat Asya İlköğretim Okulu’nda Din kültürü ve Ahlâk Bilgisi öğretmeni Tuğba Albayrak’ın namaz kılmasını bilmeyen öğrencileri sınıfta bırakmakla tehdit ettiği iddia edildi. Öğretmenin tutumu Alevi ailelerini isyan ettirdi![14]
vii) Amasya Gümüşhacıköy Lisesi’nde sözleşmeli öğretmen olarak çalışan mahalle imamı Şuayip Güllü, Alevilere hakaret edince veliler İlçe Kaymakamı ve Milli Eğitim Müdürlüğü’ne şikâyette bulundu![15]
viii) Dersimli Taylan Çakır İnegöl’de bulunan özel bir dershanede Biyoloji öğretmenliği yapıyordu. Çakır, Alevi ve Kürt olduğu için dershanede hakarete maruz kalarak kovulduğunu söyledi![16]
ix) Kahramanmaraş katliamının 32. yıldönümü dolayısıyla Alevi Bektaşi Federasyonu’nun Müftülük Meydanı’nda düzenlediği anmaya, bir grup basma girişiminde bulundu. Polis ve MHP İl Başkanı’nın ikna etmeye çatlığı grup tahta ve kalaslarla Alevi derneklerinin programı yaptığı meydana girmek istedi![17]
* * * * *
Durum, Aleviler (ve elbette Kürtler ile öteki ilan edilen gayrimüslimler) açısından tehlikelidir…
Bu konuda Sivas’ta katledilen şair Metin Altıok’un kızı Zeynep Altıok Akatlı, “Endişelerim korku boyutuna ulaştı. Başbakan’ın kindar söylemleri bu kadar teşvik etmemesi gerekirdi. Sivas’ın tekrarlanmasını engelleyecek hiçbir şey yok çünkü. Ne ders kitaplarında geçiyor, ne kültürel ne de siyasi ortamda buna bir engel yok. Ne yazık ki bu ülke katliamlara doyamadı, son olarak Uludere’de de gördüğümüz gibi. Bu ülkede genç kuşağın, ailesi bilgi vermediği ya da kendisi merak edip araştırmadığı sürece, bu ve diğer katliamları bilme şansı yok! Biz de unutanlara ve bilmeyenlere, en etkin yolla, yani sanatla hatırlatıyoruz yaşananları,” derken; ‘Avrupa Alevi Birlikleri Federasyonu’ Kurucu Genel Başkanı İsmail Elçioğlu da şunların altını çiziyor:
“Bugün ise 20 milyon Alevinin, ana kültürü, inanç biçimi ortadan kaldırılmak isteniyor. AKP’nin ‘sözde Aleviler’ ile uygulamaya koyduğu ‘Sünnileştirme planı’yla Madımak’tan daha tehlikeli bir oyun sahneleniyor. Hatta Madımak’tan, Kerbela’dan, Gazi olaylarından çok daha tehlikeli”!
* * * * *
Evet Alevilik değerleri ve tarihiyle, AKP elinden devletin (sui) kastıyla karşı karşıyadır!
Hz. Ali’nin ağzından; “İnsanların güzel edebe, altın ve gümüşten daha çok ihtiyaçları vardır… “Kendin için istediğini başkaları için de iste, kendin için istemediğin bir şeyi başkası için de isteme,” diye haykıran Alevilik deyip geçmeyin!
Alevilik, merkezi/ askeri Osmanlı despotluğu karşısında ezilenlerin devrimci ideolojisidir; halk isyancılığıdır…
Anadolu Aleviliği’nin kültürünü zenginleştirenler Halaç-ı Mansur’dur, Hoca Ahmet Yesevi’dir, Hacı Bektaş Veli’dir, Hubyar Sultan’dır, Yunus Emre’dir, Abdal Musa’dır, Şeyh Bedrettin’dir, Şah Hatayi’dir, Pir Sultan Abdal’dır, benzerleridir.
O tarihte despotizme karşı eşitlikçi isyanlar vardır.
Örneğin Osmanlı Tarihi, Torlak Kemal, (1420), Şeyh Bedrettin (1421), Karabıyıkoğlu Hasan (1511), Baba Nurali (1512), Bozoğlu Şeyh Celal (1519), Baba Zünnun (1527), Kalender (1527) gibi pek çok ayaklanmalarıyla doludur. 1420’den 1527’ye kadar aşağı yukarı bir asır süren ayaklanmaların hemen hepsinde Rafızilik damgası vardır.
Rafızilik aslında Batıni bir inanç hareketidir. Yusuf Ziya Bahadınlı, Batınilikten yola çıkarak Aleviliği inceler.[18]Bu hareketin kökeninde toplumcu (sosyalizan) bir anlayışın bulunduğu belgelere dayanılarak yapılan tarihi araştırmalardan bilinir.
Bir an Anadolu’daki Celali isyanlarını ve Alevi katliamlarını hatırlayın!
Osmanlı devleti tarihinde “Celali İsyanları” olarak bilinen ve Yavuz Sultan Selim dönemiyle, Kanuni Sultan Süleyman dönemi arasına tarihlenen isyanlar, 1610’a dek sürdü. Söz konusu isyanları bastırmakla görevlendirilen Kuyucu Murat Paşa’nın vahşeti ise dönemin tarihçilerinin bile lanetleyerek andıkları örneklerdir.
Kuyucu Murat, Osmanlı yönetiminin baskılarına isyan eden Celali-Kızılbaş isyancıları kuyulara doldurup boğarak katleder. Kuyucu Murat 1606’da sadrazam olmuştu. 1607’de Celali İsyanları’nı bastırmak için Anadolu’ya serdar olarak gönderilmişti. İsyancılardan Canbulatoğlu’yla karşılaşmasında 26 bin kişinin başını kestirerek tepe yaptı. 3 yıl süreyle Anadolu’yu kasıp kavurdu. Bu dönemde 60 bin Anadolu köylüsü katledildi.
Ermeni rahip Grigor’un tanıklığına göre: “Murad Paşa, bütün konakladığı yerlerde önceden kuyular kazdırır ve bütün Celalileri... şikâyet edilen muzır adamları bu kuyulara attırır oraya indirilen bir kaç adam da atılanları üst üste yığarlardı. Olaylardan dört yıl sonra kış mevsiminde oradan geçerken ev büyüklüğünde olan kuyuları gözlemlemiştik.”
Murat Paşa sivilleri katletmiş, bizzat kendi eliyle çocuk dahi öldürmüştür. Murat ayrıca pek çok ölüm fermanı yayınladı. Bunlardan biri: “Saka Mehmet, Gürcü Rıdvan ve daha bunlara benzer eşkıya yakalanıp katlolunup birine daha aman verilmeye... Başları sarayın kapısı önüne koyula”
Yine dönemin paşalarından İsmail Paşa, kimi yakaladıysa, İstanbul’a Celali diye göndermesiyle meşhurdur. Bu insanlar Padişah huzuruna getirilir ve orada öldürülürdü. Anadolu halkının kitle hâlinde yok edilmesinin ortaya çıkardığı vahşet görüntüsünü Evliya Çelebi şöyle anlatır: “Bir kaç gün içinde Üsküdar insan kanıyla Laleliğe dönüp teafun ile kötü kokudan divan erbabı rahatsız olmaya başlar. Kanlar üzerine konan sinekler, çadırlarda rahatça oturanların üzerlerine konup herkesin elbise ve destarını kana bulardı. Tabiat sahibi olanlar kötü kokudan ve sineklerin hücumundan yemek yiyemezlerdi... Bu üzücü hâl yedi günden sonra bildirilince insan naaşları için kuyular kazılıp, beşer altışar kesilenlerle kuyular dolduruldu. Nihayet kuyu kazmaktan da usanılıp ases başı ve diğerleri naaşları arabalara yükleyip Haydarpaşa bahçesi önünde denize dökerdi. Nihayet bununla da baş edemeyip mahkûmları divanda muhakemesi görülenleri, Kavak İskelesi’ne gönderip orada katletmek tedbir edildi. Kavak İskelesi’nde yüzlerce adam öldürüldü.”
Aslında bakarsanız, Cumhuriyet döneminin Dersim İsyanı (1938); Hamido’nun ölmesiyle devreye sokulan Malatya saldırısı (17 Nisan 1978); Sivas olayları (3-4 Eylül 1978); Maraş (1978) ve Çorum (Mayıs-Temmuz 1980) katliamları da, 12 Eylül 1980 darbesi ve zulmü de; 2 Temmuz 1993 Sivas, Gazi mahallesi (1995) katliamı da; vd’leri de Osmanlı’dan bugüne uzanan egemen tarihin bir parçası ve tekrarından başka bir şey değildir...
Evet, Alevilik egemenlerin zulmüne uğramıştır!
Çünkü O; “Sevgi ve hoşgörü sahibi ol”... “İncinsen de incitme”... “Düşmanının dahi insan olduğunu unutma”... “Bir insanı içten yaralamak gammazlıktır”... “Düşman önemsiz olsa da aşağılama”... “Hiçbir insanı ve ulusu küçümseme”... “Tevazu gömleğini giymek olgunların işidir”... “Göze nur gönülden gelir”... “En büyük keramet çalışmaktır”... “Kötülerden sakın temizlerle dostluk et”... “Mahlûkatın en güzeli de insan, en çirkini de insandır”... “Okunacak en büyük kitap insandır”... “Soy sopun büyüklüğü iyi ahlâk ve güzel huy sahibi olmaktır”... “Âdem’e candan, Hakk’a da kuldan yakın ol”... “Bizim meclisimizin tarafı yoktur”... “Vefa, sevgi ve sadakat bağıdır”... “Eline, diline, beline sahip ol”... ifadelerinde açığa çıkan, insancıl, dünyevi ve adaletli bir yerküre tahayyülüne yaslanır…
* * * * *
Bunun için Alevilik, egemen zulmün boy hedefi olmuştur!
Bunun için Madımak’takiler yakılmıştır!
Bunun için Dersim’dekiler; Malatya, Sivas, Maraş, Çorum, Gazi Mahallesi’ndekiler katledilmişlerdir!
İş bu nedenle de “Mahkemeler, savcılar, yargıçlar var. Adalet sarayları var. Ama adalet yok… Hukuk bu değil,”[19] diyen Erdal Atabek’in haykırışı ile Can Dündar’ın, “Yazı yazanın, poşu takanın, slogan atanın baskıyla ezildiği yerde zulüm bitene, adalet gelene dek, ne yazık ki tek seçenek, şiddettir,” uyarılarını unutmadan; burada bir kez daha diyoruz ki:
19 yıl önce Sivas’ta 35 canımızı diri diri yakarak katleden devlet 13 Mart 2012’de’ta aldığı zaman aşımı kararıyla bu katliamı üstlendiğini itiraf etti. Böylelikle Hrant Dink’in katillerini serbest bırakan devlet Sivas katliamının da failinin kendisi olduğunu ilan etti.
Devletin katliamları ve katliam şebekelerini aklama örnekleri bunlarla sınırlı değildir.
Katliamdan 15 gün önce “Gerçek Müslümanları savaşa çağıran” bildiriyi yerel gazetelere fakslayan Emniyet Müdürlüğü unutulabilir mi?
35 canın yakılışını an be an izleyen Garnizon Komutanlığını unutulabilir mi?
“Otelin çevresindeki vatandaşlarımıza zarar gelmemiştir” açıklaması yapan dönemin Başbakanı Tansu Çiller; “Çok şükür güvenlik güçleriyle halk karşı karşıya gelmemiştir” diyen Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel; “Güvenlik güçlerimizi olaylar büyümesin diye çok çaba sarf etmiştir” açıklamasını yapan Başbakan Yardımcısı Erdal İnönü unutulabilir mi?
Zamanaşımı kararına “Hayırlı olsun” diyen ABD uşağı Tayyip Erdoğan unutulabilir mi?
Hayır, binlerce, yüz binlerce kere “Hayır”!
“Kadılar müftüler fetva yazarsa,/ İşte kement işte boynum asarsa,/ İşte hançer işte kellem keserse,/ Dönen dönsün ben dönmezem yolumdan,” diye haykıran Pir Sultan Abdal’ın ısrarıyla asla unutmayacağız, asla affetmeyeceğiz!
Ve nihayet hep birlikte ve herşeye inat, “Başka bir yaşam, başka bir Anadolu, başka bir Dünya mümkün” diyeceğiz; Attilâ İlhan’ın “O sözler ki,/ kalbimizin üstünde/ dolu bir tabanca gibi/ ölüp ölesiye taşırız./ O sözler ki,/ bir kez çıkmıştır ağzımızdan/ uğrunda asılırız,” dizelerini terennüm ederek!
29 Haziran 2012 16:18:39, Ankara.
N O T L A R
[1] 1 Temmuz 2012 tarihinde Ankara’da AKA-DER, Ankara Düşünceye Özgürlük Girişimi, EHP, BDSP, DYÖ, TKP 1920, TÜM-İGD, Kaldıraç tarafından düzenlenen ‘Madımak Miting’inde yapılan konuşma… Kaldıraç, No:134, Temmuz 2012…
[2] F. Nietzsche.
[3] Aktaran: Mehmet Menekşe, “Sivas Hâlâ Yanıyor”, Cumhuriyet, 1 Temmuz 2011, s.9.
[4] Betül Kotan, “MEB, Alevileri AB’ye Böyle ‘Uydurdu’…”, Radikal, 4 Ekim 2008, s.9.
[5] “Bakan Alevileri Suçladı”, Cumhuriyet, 11 Ekim 2010, s.6.
[6] Onur Caymaz, “Sivas’ın Katillerini Beraat Ettiren Avukatlar Şimdi Ne Yapar?”, 1 Temmuz 2011, www.muhalifkalemler
[7] Yıldırım Türker, “Madımak Helalleşmesi”, Radikal, 4 Temmuz 2011, s.8.
[8] Mehmet Menekşe, “Bu da mı Çocuk İşi?”, Cumhuriyet, 7 Mayıs 2012, s.5.
[9] Buket Yetişsin, “Aydın’da Alevi Evlerine İşaret”, Milliyet, 6 Mayıs 2012, s.17.
[10] “… ‘Sivas’ Hâlâ Can Yakıyor”, Cumhuriyet, 24 Eylül 2011, s.4.
[11] Mehmet Menekşe, “Alevi Olmak Suç mu?”, Cumhuriyet, 27 Aralık 2011, s.5.
[12] Mehmet Menekşe, “Kim Alevi, El Kaldırsın”, Cumhuriyet, 18 Ocak 2012, s.7.
[13] Mehmet Menekşe, “Alevi Öğrencilere Vekil Sorgusu”, Cumhuriyet, 25 Kasım 2007, s.9.
[14] Ali Açar, “Namaz Bilmeyene Tehdit İddiası”, Cumhuriyet, 15 Ocak 2011, s.10.
[15] Mehmet Menekşe, “Dersin Adı Hakaret”, Cumhuriyet, 6 Kasım 2010, s.5.
[16] Zeynep Kuray, “Sen Alevisin, Günaha Girmek İstemiyoruz”, Birgün, 4 Ocak 2011, s.7.
[17] Sermet Çuhudar, “Anmaya Saldırı Girişimi”, Cumhuriyet, 20 Aralık 2010, s.7.
[18] Yusuf Ziya Bahadınlı, Alevilik ve İslâm Fanatizmi, İnsancıl Yay., 2010.
[19] Erdal Atabek, “Tıp Bu Değil!”, Cumhuriyet, 11 Haziran 2012, s.4.
Yorumlar