“Kim olduğumuzu, ne yaptığımızı görünce anlarız.” [1] Sürdürülemez kapitalist eşitsizliğin kriziyle merkezden çevreye, çevrede...
“Kim olduğumuzu, ne yaptığımızı görünce anlarız.”[1]
Sürdürülemez kapitalist eşitsizliğin kriziyle merkezden çevreye, çevreden merkeze üreterek büyüttüğü ırkçılık ve milliyetçilik, insan(lık)ın süreğen gündem maddesine dönüş(türül)müş durumda…
Yerkürenin herhangi bir coğrafyasında bunu bilmeyen, göremeyen, duymayan, yaşamayan var mı?
Zannetmiyorum!
Mesela, Blessing-Miles Tendi’nin ifadesiyle, “Apartheid’ın sona ermesinden yıllar sonra, toplam nüfusun yüzde 10’unu oluşturan beyaz azınlık, Güney Afrika’nın ekonomik zenginliğinin yüzde 80’ini kontrol ediyor. Beyaz vatandaşlar, Yale Üniversitesi’nden Amy Chua’nın deyişiyle, ‘piyasaya egemen azınlık’ konumunda”;[2] “ırkçılığın çözüldüğü” ilan edilen Güney Afrika’da…
Yani soru(n) hâlâ yerli yerinde!
Ya Avustralya? Avustralya’nın Yeni Güney Galler eyaletindeki yeni bir yasaya göre polis artık potansiyel zanlıların kimliklerini tespit edebilmek amacıyla bir kişiden burkasını çıkarmasını isteyebilecek…
Söz konusu uygulama İslâmofobi’nin doğrudan ürünü!
Ya da New York Polis Teşkilâtı’nın, eyalet sınırları dışında kalan üniversitelerdeki Müslüman öğrencileri yakın takibe aldığı, kılık değiştirip öğrencilerin arasına girerek fişlediği ortaya çıkan ABD!
Somut örnekler çoğaltılabilir; ancak önemli olan bu örneklerin ırkçılığın yaşamımızı dört yandan sımsıkı kuşattığını göstermesidir…
KATLANARAK, YÜKSELEN IRKÇILIK!
Öncelikle şunun altı çizmek “olmazsa olmaz”: Karl Polanyi’ye göre, “Hasta ekonomilerin gürbüz çocuğu olan faşizm, hiçbir toplumun tekelinde değildir. Her yerde, her zaman, boy verebilir.”
Bilgi Üniversitesi’nden Prof. Dr. Ayhan Kaya’nın işaret ettiği gibi, “Avrupa’da aşırı sağın yükselişinin 30 yıllık bir geçmişi var. Bu süreç özellikle de neo-liberal devletlerin ortaya çıkmasıyla bağlantılıdır.
Yani liberal ekonomi, krizle dibe vurunca özüne yani faşizme indirgenmekte!
Yüksel(til)en ırkçılığın iki temel ayağını oluşturan “milliyet” ile “dini aidiyet”, “ötekileştirme”nin en önemli silahlarını oluşturuyor…
Tam da böylelikle ırkçı partiler ülkelerinin toplumsal sorunlarına, sıradan bir Avrupalının da ruhunu okşayacak “milliyetçi” söylemlerle yaklaştıkları için son yıllarda ciddi oy topladılar. Ama bunu yaparken yabancıları, son yıllarda özellikle Müslümanları hedef aldılar. Başarı kazandıkları kesin. Avrupa’da ırkçılık, sadece yabancı düşmanlığı söylemiyle var oluyor değil.
Irkçı hareketler diğer toplumsal sorunlarla da ilgililer uzun zamandır. Elbette bunu yabancılara verilen hakların “eşitsizlik” yarattığı propagandasıyla birlikte sürdürüyorlar. Emek üretim sürecinde yer alan yabancı bir işçinin, yasalardan doğan haklarına itiraz, “kendi vatandaşımıza iş ya da ev yok, ama yabancıya var” propagandasıyla yapılıyor.
Kriz döneminde yüksel(til)en ırkçılık, “anti-politika” söylemine de sarılıyor…
“Örneğin Avrupa’da sol ve sağ... kitle partilerinin ‘politika’ adına verebilecekleri fazla bir mesajları kalmadığını gösteriyorken; klasik sol-sağ siyasetin girdiği bu büyük girdaba Avrupa’da ‘anti-politika’ adı veriliyor.
‘Anti-politika’ ifadesini siyaset jargonuna kazandıran ülke, vaktiyle ‘faşizm’ deyimini de icat etmiş olan İtalya…
‘Anti-politika’ dendiğinde ‘siyasi sınıfın imaj, itibar kaybı’ anlaşılıyor.
Çok yönlü kaybın nedenlerini yapısal ‘yozluklar’ ve ‘yolsuzluklar’ olduğu kadar, ‘proje ve fikir fukaralığı’ oluşturuyor...
Fransa’da sol uçtaki Sol Cephe - Melenchon ile aşırı sağda Ulusal Cephe -Le Pen’in, anti-politika partileri ile çok sayıda ortak yönleri var. Zıt uçlarda yer almalarına karşın; Fransız aşırı sağı da solu da... Eski Kıta’nın tüm ‘anti-politika’ partileri / akımları gibi, ‘AB’ye’, ‘küreselleşmeye’, ‘siyasete yön veren finans sistemine’, ‘neo-liberal politikalara’ baş kaldırıyor.
Melenchon da, Le Pen de... seçmen için daha korumacı bir ulusal ekonomi istiyor. Le Pen’in ayırt edici farkı, taleplerini, ‘ırkçılık’ sosuyla servis etmesi oluyor. Bu iki ‘anti-sistem’, ‘anti-politika’ partisi 22 Nisan’daki Cumhurbaşkanlığı seçimlerinin ilk turunda görüldüğü gibi, Fransa’da artık rahatlıkla her üç seçmenden birinin oyunu alabiliyor.
Avrupa’nın kriz kâbusu bitmediği müddetçe, ‘anti-politika’ akımları ve partileri yükselmeye devam edecek,” diyor örneğin Nilgün Cerrahoğlu ve ekliyor Herman Dworzcak de:
“Norveç’teki katliam kesinlikle kişisel bir durum değildi. Sırf Avrupa’da tüm dünyada popüler sağcılar, aşırı sağ organizasyonları, Naziler ve faşistler gibi aşırı sağın farklı türlerinin yükselişte olduğunu görüyoruz. Norveç’teki katliam da bu açıdan değerlendirilmeli.
Kökten Hıristiyancılık ABD’de çok güçlü… Avrupa’da var olansa daha çok İslâmofobi, Nazi nostaljisi ve Yunanistan gibi zayıf ülkelerde oluşan nefret dalgası. Ancak Avrupa’daki aşırı sağcıların ne söylediği çok da önemli değil. Çünkü ideolojileri çabucak değişebiliyor. Avusturya’daki sağcıları örnek vermek gerekirse bir süre öncesine kadar Alman Antisemitizmini benimsiyorlardı. Şimdiyse Avusturya vatanseverleri gibi davranıyorlar.
Aşırı sağın yükselişinin en önemli sebebi kapitalizmin yarattığı ekonomik, ekolojik ve sosyal sorunlar. Kapitalizm birçok alanda umutsuzluk ve çaresizlik yarattı. Aşırı sağ da bu yüzden ortaya çıkan ideolojik vakumu değerlendiriyor.”[3]
Bunda “11 Eylül Sendromu” yaygaralarıyla tezgâhlanan “İslâmofobi”, liberal Atilla Yayla’nın da kabullenmek zorunda kaldı üzere, bir hayli etkili oluyor:
“11 Eylül 2001’de ABD’de El Kaide tarafından gerçekleştirilen saldırılar ‘Batı’ dünyasının ruh ve düşünce dengesini bozdu. Batı toplumlarının kültür ve politikasında zaten gömülü bulunan ırkçı, ayrımcı, dışlayıcı öğelerin yenilenmesine, gün yüzüne çıkmasına ve yayılmasına sebep oldu. Bunun etkisinden neredeyse hiçbir akım, ekol, siyasî hareket kaçamadı. Bugün Batı dünyası ciddi bir moral ve kültürel bunalım içinde. Özellikle İslâm’a ve Müslümanlara karşı önyargılı... İslâm’ı terör üreten bir din, Müslümanlarıysa potansiyel teröristler olarak görme eğiliminde. Ancak, bu tuhaf ruh hâlinden ve onun yansımalarından sadece Müslümanlar ve Batı’ya akan göçmenler değil, Batı ülkelerinin sakinleri de zarar görmekte. Norveç’te vuku bulan ve bir Norveçlinin faili olduğu katliamlar, bunun bir örneği ve gittikçe kökleşmekte olan problemlerin vahim boyutlara ulaştığının delili.”
“İslâmofobi” deyip, geçilmemeli: “Batı’da, özellikle, 11 Eylül sonrası, yükselen İslâmofobi, sadece ‘medeniyetler çatışması’ anlayışı ve yeni muhafazakâr-sağ siyasetlerin bir ürünü değil. Bir yandan, Batı dünyasının ta Soğuk Savaş döneminden bu yana, İslâm dünyasına ilişkin yürüttüğü ikiyüzlü siyasetlerin tıkanma noktasında yükselen çatışmacı politikaların bir ürünü. Komünizme karşı dinamik güç olarak desteklenen ve son perdesi ‘Afganistan cihatı’nda sergilenen köktendinci hareketlerin, bir sonraki safhada ‘düşman’ olarak ilan edilmesinin sonucu. Diğer yandan ise, Batı dünyasında, Aydınlanma felsefesinin izinde, şekil değiştirmesine karşın hiç hız kesmeden yoluna devam eden ‘Oryantalist’ yaklaşımın bayağılaşmış bir ürünüdür.”[4]
Ve bu ürün, Avrupa’da net kareleriyle karşımıza dikilmektedir!
İSLÂMOFOBİK IRKÇI AVRUPA
Avrupa’da İslâmofobi alanındaki çalışmalarıyla tanınan Fransız araştırmacı Prof. Dr. Vincent Geisser, Norveç’teki terör saldırılarının Avrupa’da Müslüman karşıtı iklimin bir sonucu olduğunun altını çizerken; Derya Sazak’ın ifadesiyle, “11 Eylül’den bu yana… ‘İslâmofobi’ Avrupa’yı giderek daha fazla kuşatmakta. Fransa’da eski sömürge Afrikalı göçmenler bu ayrımcılığın hedefi oldular. İtalya’dan Hollanda’ya, Avusturya’dan İsviçre’ye bu ayrımcılık körükleniyor. ‘Neo faşist’ akımlar ve partiler güçleniyor”ken; ‘Le Figaro’, “Aşırı sağcı terör, toplumlarımız için yeni bir tehdit hâline mi geliyor?”; ‘Le Republicain Lorrain France’ da, “Bir zamanlar siyasi liberalizmin modeli ve demokrasinin beşiği ülkelerde yabancı düşmanlığı filizleniyor,” diyorlar…
“Avrupa’da artık, aşırı sağın yükselişinden değil, köklenmesinden bahsediliyor: Fransa’da cumhurbaşkanlığı seçimlerinin ilk turunda, yüzde 18’in üzerinde oy alması aslında şaşırtıcı bir gelişme değil… Avrupa ülkelerinden, Almanya, İspanya, Portekiz ve Yunanistan dışında hepsinde, aşırı sağ partiler ilk üç büyük parti arasında ve/veya siyasetin kaderini belirleyici rol oynuyor.”[5]
Örneğin Hollandalı İslâm düşmanı Geert Wilders’in ırkçı Özgürlük Partisi, bundan bir süre önce internet sayfasında tartışmalı bir anket başlattı. Sorulan soru ise özetle şu: “Çevrenizde sorun yaratan veya bir Hollandalının elinden işini almış olan bir Orta veya Doğru Avrupalı biliyor musunuz?”
Norveç’teki Breivik’leri üreten tam da bu iklimdir…
Tam da bu noktada “Breivik siyasi suçlu değil, bir psikopat. Breivik’in ideoloji diye sunduğu şey saçma sapan iddiaların eklektik biçimde toparlanmış hâli. O nedenle eylemden siyasi sonuçlar çıkartmaya çalışmak, yanlış yönlere sevk edebilir. Dikkat!,” diyen Deniz Ülke Arıboğan’ın dedikleri ciddiye alınamaz…
Çünkü Breivik’in katliamı, Avrupa’nın 20 yılına damgasını vuran “kültür” temelli yeni ırkçılığın acı ama önlenemez bir neticesine işaret ediyorken; serbest piyasa ekonomisinin yürürlükte olduğu, Doğu’daki “Hıristiyan kuzenlerle” İsrail’e sahip çıkan “Hıristiyan değerler”, yasa ve düzenin hâkim kılındığı bir dünya olarak tahayyül edilmektedir!
Anders Behring Breivik, XXI. yüzyılda Avrupa’yı yeniden “reset”leyecek, “kültürel muhafazakâr ideolojiyi” böyle tanımlıyor; ve bildiğiniz sıradan canilerden değil O...
Öncesinde de “tahammülsüzlük” olarak adlandırılabilecek hâliyle küçük çapta bir “İslâm karşıtlığı” elbette vardı Avrupa’da ama, bu daha çok, kültürel bir sorun olarak mevcuttu. Bunu “sorun” hâline getirenler de elbette kendilerinden olmayan her tür tekil “kimlik”i ya da bütüncül “aidiyet”i benimsemeyenlerdi. Tabii ki bu hâliyle de söz konusu “tahammülsüzlük”ün yabana atılacak bir mesele olduğu söylenemez. Ama bunun üzerine, asla “faşist” ya da “ırkçı” olmayan, ancak İngiliz muhafazakârlığının doğal tutumu olan, nefret değilse de, “yabancıya temkinli yaklaşım”a sahip bireyleri eklediğimizde hoş olmayan bir “atmosfer”in hep olageldiği söylenebilir Avrupa’da.
Avrupa’daki Müslümanların, 11 Eylül saldırılarından çok önce, “ötekileştirilmesi” olgusu, Avrupa yaşama kültürünü “başka kültürler”den koruma konusundaki duyarlılığın(!) bir sonucuydu çoğunlukla. Gelişen İslâmofobi ise bir dizi gelişmeye bağlı olarak yükseliş gösterdi. Bu “bir dizi olay”, Avrupa’da radikal İslâm’ın yükselişinin de göstergeleri kabul edilebilir. Madrid tren bombalamaları, (2004 Mayıs), Hollanda’da Theo van Gogh’un öldürülmesi (Kasım 2004), nihayet Londra bombalamaları (Temmuz 2005) radikal İslâm’ın Avrupa’da eylem yapacak güce ulaştığının kesin kanıtları olarak değerlendiriliyor.
Bu olayların Batı medyasında ele alınışında egemen olan söylem İslâmofobi’nin izlerini taşıyan bir söylemdi. Ancak İslâm düşmanlığı, elbette 11 Eylül’den çok önce de vardı…
“Radikal sağın ve ırkçılığın muhafazakâr ve hatta merkez sosyal demokratlar tarafından ‘korunduğu’, en azından ‘göz yumulduğu’ gizli ırkçılığın Avrupa’da yüzde 30’lara dayandığı bir gerçek”ken;[6] yeri geldi aktarayım: Avrupalı sağcıların yüzde 56’sı Müslüman karşıtı…
ABD’nin araştırma kuruluşlarından PEW’in iki anketinden çıkan sonuçlar Müslümanlar ile Batı dünyası arasındaki soru(n)ları ortaya seriyor. Raporda Batı ile Müslümanlar arasında bir gerilim olduğu belirtilirken 2008’de yapılan diğer raporda, Avrupa’da azınlık karşıtlığının yükselişte olduğu ortaya çıktı.
2008 Raporu’nda: Almanya’da Müslümanlardan hoşnut olmayan kesimin yüzde 50’yi bulduğu belirtilirken Fransa’da bu oran yüzde 38, İngiltere’de yüzde 23, İspanya’da yüzde 52 ve Polonya’da yüzde 46… Avrupa’da yaşayan sağcıların yüzde 56’sı ve solcuların yüzde 42’si Müslümanlara karşı…
2011 Raporu’nda: Müslümanlar ile batılılar arasındaki ilişkilerin zayıf olduğunu düşünenler Almanya’da yüzde 61, İngiltere’de 52… İlişkilerin kötü olmasından Müslümanları sorumlu tutanların yüzde 56’sı Fransız, yüzde 34’ü İngiliz… İslâmi aşırılıkçılıktan korkanlar arasında Almanya yüzde 73 ile Avrupa’da birinci sırada. Almanya’yı İngiltere (yüzde 70) ve Fransa (yüzde 68) takip ediyor… Türkiye’yi yüzde 70’i Avrupa’yı düşman olarak görüyor… Fransa’nın yüzde 65’i ve Almanya’nın yüzde 53’ü, Müslüman dünyanın demokratik olmadığını öne sürüp, yaşanan çatışmaların sebebi olarak bunu gösteriyor…
Ayrıca “İslâmofobi” tartışmalarının yoğunlaştığı Avrupa’da, Müslüman karşıtlığının sadece aşırı sağ gruplar arasında değil, halkın önemli bir kısmında taraftar bulduğu tespit edildi. Friedrich-Ebert Vakfı’nın araştırmasına göre, Avrupa’da Müslüman karşıtlığının en fazla olduğu ülke yüzde 61’le Macaristan, bunu yüzde 50 ile İtalya ve yüzde 47 ile Polonya izliyor. Milyonlarca Müslüman’ın yaşadığı Almanya’da halkın yüzde 46’sı, İngiltere’de ise 45’i Müslümanları “sorun” olarak görüyor. Müslüman karşıtlığının en az olduğu ülke ise yüzde 27 ile Portekiz. Yönetimin sık sık ülkedeki Müslüman toplum ile çatıştığı Fransa’da ise Müslümanlara karşı olumsuz hisler besleyenlerin oranı yüzde 38…
Bir ek daha: ‘Londra merkezli Uluslararası Af Örgütü’nün raporunda, Müslümanların başta istihdam ve eğitim olmak üzere hayatın çeşitli alanlarında ayrımcılığa maruz kaldıkları belirtilerek, kadın istihdamı oranlarında Müslüman azınlıkla toplumun geneli arasındaki uçuruma dikkat çekildi. 2009’da Fransa’da, Fransız vatandaşlığı bulunan kadınların istihdam oranı yüzde 60.9 iken ülkedeki Faslı kadınların yüzde 25.6’sı, Türkiyeli kadınların ise 14.7’sinin istihdam edildiği aktarıldı. Yine 2006’da Hollanda’da Türkiye ve Fas uyruklu kadınların istihdam oranı yüzde 31 ve 27 iken herhangi bir etnik azınlığın üyesi olmayan Hollandalı kadınların istihdam oranının ise yüzde 56 olduğunun altı çizildi.
GÖÇMEN VE İSLÂM KARŞITI IRKÇI PARTİLER AVRUPA’YI KUŞATTI (2012)
| |
FRANSA
|
1980’de meclise giren Ulusal Cephe’nin 2002’deki seçimlerde yüzde 16 oy alması Fransa’da korku yaratmıştı. Aradan geçen 9 yılda partinin lideri Jean-Marie Le Pen koltuğunu kızı Marine Le Pen’e bırakırken, parti oylarını daha da arttırdı. Cumhurbaşkanlığı seçimlerinin ilk turunda yüzde 18 oy alan Ulusal Cephe, göçmen karşıtı söylemleriyle yabancı düşmanlığının büyümesinde önemli rol oynuyor. Mecliste sandalyeleri yok, ama Avrupa Parlamentosu’nda 3 milletvekilleri var.
|
AVUSTURYA
|
Avrupa’da aşırı sağın en yüksek oy oranına ulaştığı ülkelerden biri Avusturya. Ulusal mecliste 37, AP’de ise 2 milletvekili bulunan Avusturya Özgürlük Partisi (FPÖ), 2007’ye kadar hükümette kaldı. FPÖ ile partiden ayrılanların kurduğu Avusturya’nın Geleceği İçin Birlik Partisi’nin 2008’deki genel seçimlerde toplam oyları yüzde 28’e ulaştı. Son anketlere göre daha da güçlenen iki partiye destek yüzde 32 civarında.
|
BULGARİSTAN
|
Özellikle Türkiye karşıtı söylemleriyle dikkat çeken ATAKA’nın 240 sandalyeli ulusal mecliste 21, AP’de ise 3 milletvekili var.
|
İSVİÇRE
|
İsviçre Halk Partisi (SVP), Avrupa’da seçimlerde birinci sırada yer alan tek aşırı sağcı parti. Son seçimde yüzde 26 oy alan parti, ulusal meclisteki en büyük siyasi grup.
|
BELÇİKA
|
Flaman bölgesinin bağımsızlığını isteyen aşırı sağcı Flaman Menfaati partisi, 2007 seçimlerinde Belçika genelinde yüzde 12 oranına ulaştı. 2010 seçimlerinde oyları yüzde 7’e geriledi.
|
DANİMARKA
|
Ülkenin 3. büyük siyasi gücü olan Danimarka Halk Partisi, İslâm’ı ‘terör dini’ olarak tanımlıyor. 2007’de yüzde 13.9 oy alan parti, son seçimlerde yüzde 12’ye geriledi.
|
NORVEÇ
|
Aşırı sağcı İlerici Parti (FrP), 1997’den beri ülkenin 2. büyük partisi. Anders Breivik’in 2011 yılında 77 kişiyi katlettiği olay sonrasında, oyları yüzde 17’den yüzde 11’le geriledi.
|
MACARİSTAN
|
Ekonomik krizle beraber desteği hızla artan Jobbik, 2011 seçimlerde yüzde 17 oyla ülkenin 3. büyük partisi oldu.
|
HOLLANDA
|
İslâm’a hakaretleriyle tepki çeken Özgürlük Partisi lideri Geert Wilders’in, desteğini çekmesiyle hükümet çöktü. 2010 seçimlerinde yüzde 15’in üzerinde oy alarak 24 milletvekilini parlamentoya sokan partinin AP’de de 5 milletvekili var.
|
ALMANYA
|
Almanya’da Nasyonal Demokrat Parti (NDP) seçimlerde yüzde 1.5 oy aldı. Nazi geçmişi nedeniyle ırkçı partilere karşı sert önlemlerin alınmasına rağmen partinin yasaklanmaması tepki çekiyor. 2000-2006 yılları arasında 8 Türk ve 1 Yunanlının öldürüldüğü olayların arkasında Neo-Nazi örgütü Nasyonal Yeraltı’nın çıkması ülkede deprem etkisi yaratmıştı.
|
YUNANİSTAN
|
Faşist parti, yüzde 8 oy ile parlamentoya girdi.
|
ÜLKELERİN NÜFUSA GÖRE GÖÇMEN DAĞILIMI (2011)
| |||
ÜLKE ORAN
|
YÜZDE
|
ÜLKE ORAN
|
YÜZDE
|
İSVİÇRE
|
23
|
AVUSTURYA
|
15
|
İRLANDA
|
14
|
ALMANYA
|
12
|
İSPANYA
|
10
|
NORVEÇ
|
7
|
ANDORRA
|
77
|
MONACO
|
70
|
İNGİLTERE
|
9
|
FRANSA
|
10
|
HOLLANDA
|
10
|
Hasılı Slavoj Zizek’in, “Fransa’dan Almanya’ya, Avusturya’dan Hollanda’ya kadar, bireylerin kültürlerine ve tarihlerine dair yeni gurur hissiyatıyla ana partilerin, göçmenlerin ev sahibi toplumu tanımlayan kültürel değerlere göre hareket etmesi gereken misafirler olduğunu söyleyen ‘burası bizim ülkemiz, ya sev ya terk et’ söylemi kabul görmeye başladı,” haklı tespitindeki üzere, Avrupa’daki ırkçı partiler Norveç’te kanlı katliamı gerçekleştiren Anders Breivik’in eylemini onaylamadıklarını, ama genel olarak görüşlerini paylaştıklarını açık seçik beyan etmekte hiç sakınca görmezlerken; 31 Mart 2012’de Danimarka’nın Aarhus şehrinde bir araya gelen aşırı sağcı örgütler, ‘Avrupa Savunma Cemiyeti’ çatısı altında örgütlenmeyi hedefliyor. Farklı Avrupa ülkelerinden aşırı sağcı liderler tecrübeleri paylaşmak ve kaynakları ortak kullanmak için böyle bir girişim başlattıklarını açıklıyor.
Denilebilir ki ekonomik krizle boğuşan Avrupa’nın “yükselen yıldızı” aşırı sağ oldu. Norveç’te yaşanan katliam ve Almanya’daki neo-Nazi cinayetleri ise bu hareketin yıllarca gözlerden uzak kalan yeraltındaki yapılanmasını ortaya çıkardı.
Avrupa’nın Büyük Buhran’dan bu yana içine düştüğü en büyük ekonomik kriz, kıta halkının endişelerini göçmenlere yönlendiren bir rol oynadı. Geleceğin belirsizliği, vaat edilen değişikliği sunamayan politikacılara duyulan öfke ve çığ gibi büyüyen işsizler ordusu, Avrupa’da “bir günah keçisi arayışı” doğurdu.
Avrupa Konseyi Yabancı İlişkiler Konseyi üyesi Thomas Klau, “1930’lu yıllarda aşırı sağcı partilerin ortak noktası Yahudi karşıtlığıydı. XXI’inci yüzyılda bu Müslüman karşıtlığına dönmüş durumda” yorumunu yaptı.
Gerçekten de Erdal Şafak’ın, “Hem de tehlikeli biçimde: AB’nin tüm ülkelerinde aşırı sağ akımlar yükselişte. AB’nin tüm üyelerinde yabancı düşmanlığı iyice tırmanışta... AB’nin tüm parçalarında içe kapanma, bencillik virüsü toplumu pençesine aldı,” vurgusundaki üzere, mülteci akını nedeniyle Avrupa’da yeniden sınır kontrolleri gündemde. Fransa ve İtalya kıta genelinde serbest geçiş hakkı sağlayan Schengen anlaşmasına kısıtlamalar getirilmesi için bastırırken, Danimarka sınır kontrollerini yeniden başlatmaya karar verdi.
Avrupa’daki neo-liberal politikaların derinleşmesinin toplumdaki siyasi karşılığının neo-faşizmle buluşması tesadüf değildir.[7]
“YENİ EŞİK”!
Tekrarlıyorum: Sürdürülemez kapitalist eşitsizliğin kriziyle merkezden çevreye, çevreden merkeze üreterek büyüttüğü ırkçılık ve milliyetçilik, insan(lık)ın süreğen gündem maddesine dönüş(türül)müş durumda…
Prof. Giulio Tremonti “Avrupa yeni bir faşizm… finans faşizmi’ tehdidiyle karşı karşıya” diyor: “Bunun adı beyaz faşizm!”
Prof. Tremonti, sıradan bir akademik gözlemci değil.
Tremonti, yeni çıkan “Güvenlik Çıkışı/Uscita di Sicurezza” isimli kitabında Avrupa’yı açıkça “yeni faşizm tehlikesine” karşı uyarıyor.
“Tekrar bir 1933’e yönelmemiz olasıdır” diyor.
Avrupa’da böyle çok sayıda gözlemci giderek artık açıktan “yeni faşizm tehlikesine/ tehdidine” gönderme yapıyor...
Kimileri Tremonti gibi tehdidi “finans piyasalarının tahakkümü” gibi salt teknik cepheyle sınırlıyor..
Kimileri -Almanların deyimi- “Geschichstsmüde”; “tarih yorgunluğuyla” açıklıyor:
İspanyol tarihçi Jose Enrique Ruis Domenec “Avrupa krizinin” kökenlerinde örneğin böyle derin bir “belleksizlik” sorunu olduğunu söylüyor; “Avrupa entegrasyonunun siyasi geçmişinin öyküsü, üç kuşak boyunca desteklenegeldi. Ancak ne var ki o öykü artık tükendi” diyen Domenec şunları ekliyor:
“Avrupalıların büyük çoğunluğu, liderleri dâhil, artık nasıl bir geçmişten geldiklerini bilmiyor. Geçmişlerini bilmedikleri gibi, nereye gitmek istediklerinin ayırdında değiller.
Avrupa’nın geleceği hiç bu kadar yoğun sis altında kalmamıştı.[8]
Örneğin Norveç’te 77 kişiyi öldüren Anders Behring Breivik, yaptığı işten pişman olmadığını, gerekirse aynı saldırıyı tekrarlayacağını söyledi!
Örneğin her üç Macar’dan ikisi, Yahudilerin ülke ekonomisinde fazla etkili olduğuna ve Romanların genetik olarak şiddet yanlısı olduğuna inanıyor!
Örneğin Avrupa’da yabancı düşmanlığı ve ırkçılık giderek büyüyor. Belçika’da göçmenleri hedef gösteren site yayına geçti. Belçikalı ırkçıların yasalara aykırılıkların rapor edilmesi bahanesiyle faaliyete soktuğu “meldpuntillegaliteit.be” internet sitesinde, düzensiz göçmenlerin sağlanan sosyal imkânlar ve yardımlarla “şımartıldıkları” iddia ediliyor!
Örneğin İngiltere’de David Cameron, göçmenlerin ülke ekonomisi ve mükellefler üzerindeki “yüklerini” azaltmaya yönelik önlemler açıkladı!
Örneğin İtalya’da hükümet ortağı Kuzey Birliği Partisi’nin Avrupa Parlamentosu Milletvekili Mario Borghezio, Norveç’te katliam gerçekleştiren Anders Behring Breivik’e destek çıktı. Ayrıca İtalyan hükümeti, günde 100 mülteciyi sınır dışı edeceğini açıkladı. Hükümet iki kuzey Afrikalı göçmeni ağızlarını bantlayarak sınırdışı etti!
Örneğin eski Cumhurbaşkanı Nicholas Sarkozy, Fransa’da çok fazla yabancı olduğunu söyleyerek, “Entegrasyon sistemimiz giderek daha kötü çalışıyor. Çünkü ülkemizde çok fazla yabancı var ve onlara daha fazla konut, iş, okul bulamayacağız” derken; Fransa’da cumhurbaşkanlığı seçimlerinin ilk turunda gençlerin en beğendiği aday, aşırı sağcı Ulusal Cephe lideri Marine le Pen oldu. CSA kamuoyu araştırma merkezinin anketine göre, 18-24 yaş grubu seçmenlerin yüzde 26’sı Le Pen’e oy verdi!
Örneğin Hollanda’nın aşırı sağ politikaları ve İslâm karşıtı söylemleri ile tanınan Geert Wilders liderliğindeki Özgürlük Partisi (PVV), Orta ve Doğu Avrupalı göçmenleri hedef aldı!
Örneğin Yunanistan’da varlığını öteki düşmanlığı üzerine kuran, Karacaferis başkanlığındaki Laos Partisi yüzde 6.8 oy oranıyla meclisteki gücünü arttırdı. Yunanistan’da resmi kayıtlara göre 1 milyon 450 bin göçmenin yaşadığı kaydedildi. Ancak kayıt dışı kalan kaçak göçmen sayısının da yüksek olduğu tahmin ediliyor.
Kamuoyu araştırmalarında vatandaşların yüzde 51.6’sı göçmenleri tehdit olarak görüyor, yüzde 30.6’sı ise olumlu olarak bakıyor. Yunanlıların yüzde 74.9’u ve göçmenlerin yüzde 63.8’i anketlere verdiği cevaplarda göçmenlerin ülkede Yunanlıların yapmadıkları işleri yaptıklarını belirtiyorlar. Ayrıca Yunan toplumunun yüzde 65.3’i göçmenlerin varlığının güvenlik açısından tehlikeli olduğunu düşünüyor!
Örneğin Almanya’da 2000 ile 2006 yılları arasında, Türklerle yakın ilişki içindeki ve “Türk gibi görünen” Yunanlı ile küçük işyeri sahibi 9 Türk’ü kendi işyerlerinde öldürdükleri ileri sürülen Nazi çetesinin ardında Alman Gladio’su da var!
Ayrıca Almanya’da Neo-Nazi terör örgütü Nasyonalist Sosyalist Yeraltı 12 yılda 10 seri cinayet işlerken, iç istihbarat toplamakla görevli Anayasayı Koruma Teşkilâtı’nın 2010 yılında yayımladığı raporda ülkede aşırı sağcı terör yapılanmasının olmadığı yer alıyor…
Bu tablo daha da vahimleşecekken; asla unutulmasın: Faşizm toplumdaki bütün sesleri bastırır; farklılıkları yok eder...
Saldırgandır... Kin doludur... Nefret doludur... Öfkelidir!
Her farklı ses onun için bir düşmandır... Öteki ilan ettiğine hayat hakkı tanımaz...
Faşizmin nefret söylemi ve eylemidir: Dışlayıcıdır... Ayrımcıdır... Onun gibi davranmayan, kısacası onun gibi olmayan herkesi dışlar, düşmanlaştırır! Faşizmin sınırı yoktur...
Bu nedenle faşizme, ırkçılığa, milliyetçiliğe karşı direnmek kolay değildir elbet: Akıl ister... Fikir ister... Ruh ister... Duygu ister... Bilgi ister... Beceri ister... Birikim ister... İrade ister... Kişilik ister... Kararlılık ister... Yürek ister… Mücadele ister! Kapitalizme karşı mücadeleyi “es” geçmeden, faşizm karşısında dik durmayı gerektir…
10 Mayıs 2012 21:02:53, Ankara.
N O T L A R
[*] Esmer, No:74, Temmuz 2012…
[1] Pierre Drieu la Rochelle.
[2] Blessing-Miles Tendi, “Güney Afrika’da Ekonomik Apartheid Devam Ediyor”, The Guardian, 30 Temmuz 2010.
[3] Herman Dworzcak, “Norveç Katliamını Kapitalizm Yarattı”, Cumhuriyet Pazar, No:1324, 7 Ağustos 2011, s.6-7.
[4] Nuray Mert, “… ‘Sıradan Zalimlik’ten ‘Cani’liğe”, Milliyet, 28 Temmuz 2011, s.8.
[5] Sezin Öney, “Avrupa’da Aşırı Sağ Yükselmiyor, Kökleniyor”, Taraf, 24 Nisan 2012, s.9.
[6] Recep Korkut, “Avrupa’da Irkçılık Herkes İçin Tehdit”, Radikal, 25 Temmuz 2011, s.18.
[7] Nihal Kemaloğlu, “Yeni Faşizmin Oslo’daki Bumerang Etkisi”, Akşam, 26 Temmuz 2011, s.12.
[8] Nilgün Cerrahoğlu, “Avrupa’yı Bekleyen ‘Ak Faşizm!’…”, Cumhuriyet, 22 Ocak 2012, s.13.
Yorumlar