“Karanlık saatler geldiğinde, o zamanın insanı da gelir.” [1] Ortadoğu yeniden biçimlen(diril)irken söylenmesi gerekeni, gecikip, lafı...
“Karanlık saatler geldiğinde,
o zamanın insanı da gelir.”[1]
o zamanın insanı da gelir.”[1]
Ortadoğu yeniden biçimlen(diril)irken söylenmesi gerekeni, gecikip, lafı dolandırmadan hemen belirteyim: Büyük bir alt üst oluşun içindeyiz…
Bu kadar da değil; her şey daha da ağırlaşarak vahimleşecek; veya tarih müthiş hızlanacak; ya da sık sık Montesquieu’nun, “Ne mutlu tarihi sıkıcı olan halka” sözü anımsanacak…
Söz konusu kritik eşikten yaklaşık 2700 yıl kadar önce ozan Hesiodos, savaşlarla “İnsan soyunun gitgide bozulduğunu” ileri sürüp, “Hak yalnız güçlünün olacak; vicdan kalmayacak!” vurgusuyla bugünün Ortadoğu’sunu vurgulamıştı sanki.
Ayrıca, 2425 yıl kadar önce de Aristophanes, ‘Akharnai’ler’ adlı tiyatro oyununda, “Savaştan yalnızca birkaç kodaman yararlanmaktadır!” diye hatırlatmıştı hepimize…
Hesiodos’dan Aristophanes’e tarihe düşülen notları biz(ler)e bir kez daha hatırlatan vahim gidişata “Dur” demek; yani Savaşa Karşı Savaş(mak) için büyük değişim ve dönüşümün Ortadoğu’suna göz atmak gerekiyor.
BÜYÜK DEĞİŞİM VE DÖNÜŞÜMÜN ORTADOĞU’SU
XXI. yüzyılın başında (XX. yüzyıldan devralınan) Ortadoğu’da gerçeği ile olup da bitmeyenler, bölge meselesi olmayı çoktan aşıp; küresel bir kapışma eksenine dönüştü.
Emperyalist ve otoriter esaret zincirlerinin “Arap Baharı” denilen “uyanış”la sarsılması, ABD’nin, Suudi Arabistan, Emirlikler ve Katar gibi ülkelerin halk hareketine, devrimci atılımlara müdahaleleri, etnik-dini temelde herkesin herkesle savaşmaya başladığı bir kargaşayı da devreye soktu.
Bunun yanında yeniden paylaşım ekseni olan bölgedeki siyasi hava ısınırken; ekonomik, siyasi, askeri ve kültürel boyutlarıyla uluslararası sistemi sarsacak yeni bir Ortadoğu krizi de biçimleniyordu.
Söz konusu çerçevede Ortadoğu’nun “yeni bir soğuk savaş”la ısınmaya başladığından, hatta koşar adım büyük bir yangına doğru ilerlediğinden söz edebiliriz.
Evet, Balkanlar’da XIX. yüzyılın sonu ile XX. yüzyılın başında, ardından da XX. yüzyılın sonunda yaşanan kanlı kimlik boğuşmaları, şimdi Ortadoğu’da! Balkanlar gibi burada da sınırlar sarsılıyor!
Bu kanlı sosyo-politik dip dalgaları kolay kolay durulacak gibi gözükmüyorken; Ortadoğu’da yeni denge(sizlik)lere doğru ilerlendiğinden söz etmek yanlış olmaz.
Örneğin ‘Annaşra’ gazetesinden Mahir Hatip, Ortadoğu’da yaşanılanı yeni bir “soğuk savaş” dönemi olarak adlandırıp, bu savaşın merkezinde Suriye’nin yer aldığına dikkat çekerek, bölgede devam eden yeniden şekillenmenin, bugünkü sınırların ortaya çıkmasında kritik öneme sahip Sykes-Picot anlaşmasının yüzüncü yılına denk düştüğü de hatırlatılıyor.
Saptama çok önemlidir. Egemen güçlerin cetvelle çizdiği sınırlarla birbirinden ayrılan Ortadoğu’da hiçbir şey basit ve yalın olarak sadece “kendisi” değilken; Patrick Cockburn, “Bölgede çizilen sınırlar değişiyor”; Murat Yetkin, “Ortadoğu’da savaşlar sınırları değiştirir”; Abbas Güçlü, “Ortadoğu’da tüm sınırlar değişebilir,” diye eklemeden edemiyorlar.
Öte yandan ‘Amerika’nın Sesi Radyosu’dan Henry Ridgwel’in analizinde Ortadoğu haritası XXI. yüzyılda yeniden çizilebilir notu düşülürken; ‘Royal United Services Institute’ün başkanı Micheal Clarke’in, “Bildiğimiz Arap dünyası aslında 1916’da Sykes-Picot anlaşmasına dayanarak İngiliz ve Fransızlar tarafından oluşturuldu. İsrail’in 1948’de kurulması dışında önemli bir değişiklik olmadı. Şimdi, ilk kez Ortadoğu haritası çözülmeye başlıyor. Bölgenin Balkanlar gibi bölünmesi olasılığı var,” saptamasına da yer verildi.
Elbette verili tablonun başat aktörlerinden biri de (çeşitli versiyonlarıyla) siyasal İslâmdır.
Çok önceleri (“Yeşil Kuşak” ekseninde Afganistan örneği ve Usame bin Ladin’le) karşımıza bir ABD projesi olarak dikilen siyasal İslâmın uygulamaları, Türkiye ve Mısır’da yaşananlarla birlikte, Batı’da “ılımlı İslâm”a umut bağlayanların siyasal İslâm projesine güvenlerini tamir edilemez biçimde sarstı.
Burada bir parantez açıp, vurgulayayım: Batılı kaynakların sıkça dile getirdikleri “siyasal İslâm’a karşı ılımlı İslâm” dikotomisi bir aldatmacadan ibarettir. “Ilımlı İslâm”, “siyasal İslâm”ın bir veçhesidir ve aralarında bir karşıtlıktan değil, olsa olsa bir süregenlikten söz edilebilir.
Bunda Batı’da umut bağlanan “ılımlı İslâmcı” yönetimlerinin, Mısır ve Türkiye’de toplumsal muhalefet duvarına toslaması da önemli ve etkin bir rol oynadı.
Özellikle Sünni İslâm ilhamlı partilerin ve kurdukları otoriter rejimlerin küresel kapitalizm için işlevselliğinin azalmasındaki neden, batılı ortaklarının onları gözden çıkarmış olması değildi. Neden içerideydi. Küresel sermayenin ve yerli ortaklarının hizmetinde olan bu rejimlerin, Türkiye’de, Mısır’da ve Tunus’ta çok geniş bir direniş hareketi tarafından sorgulanıyor olmasından kaynaklanıyordu.
Gerçekten de Ergin Yıldızoğlu’nun ifadesiyle, “İslâmın, yüzyıllardır bir arada yaşamayı beceren Sünni ve Şii kanatları, ABD bir imparatorluk projesi bağlamında büyük Ortadoğu coğrafyasını tanımlayıp yeniden şekillendirmeye başladığından bu yana, adeta ölümcül bir savaşa girmiş gibi görünüyorlar.
Bu savaşın en kanlı sahnesi, bir süredir, başka ülkelerden gelen Sünni ve Şii savaşçıların çabalarıyla, AKP Türkiye’si de dahil birçok devletin askeri, mali araçlarla burnunu sokmasıyla Suriye’de şekillenmiş durumda. Bu iç savaşta 100 binden fazla Müslüman öldü. Kentler, yaşam alanları tahrip oldu. Sayıları yüz binlerle ifade edilen bir göçmen kitlesi oluştu. Bu savaş, Lübnan’a sıçradı, Türkiye’yi etkiliyor, Ürdün’ü sarsıyor…
ABD’nin hegemonya restorasyonu projesi içinde dünya halklarını ‘uygarlıklar’, uygarlıkları da dini aidiyetler üzerinden tanımlama çabasının katkılarıyla bu geri dönüş tüm insanlığa artık çok pahalıya mal olmaya başladı. En ağır fatura, egemen sınıfları ve egemen ekonomik siyasi sistemin getirdiği sorunları, emperyalizmi unutarak, birbirlerini din adına katletmeye itilen yoksul halk çocuklarına hem de kendini aşkın bir amaç uğruna feda etmeye hazır en parlak çocuklarına çıkmaya başladı.”
Özetle ABD başta olmak üzere Batı dünyasındaki birçok ülke El Kaide ve benzeri grupların tehdidiyle karşı karşıyayken; Ergin Yıldızoğlu gibi, “Siyasal İslâmın sonbaharı”ndan söz etmek doğru mudur? Veya Semih İdiz’in, Gelişmeler Ortadoğu’nun İslâmcıların hayallerindeki gibi şekillenmeyeceğini artık gösterdi,” saptamasını ciddiye almak mümkün müdür? Bu sorular bir yana, Suriye merkezli kapışmayla şekillenen Ortadoğu topyekûn savaş güzergâhına girmişken; ayağı çukurdaki sürdürülemez kapitalizmin silaha boğduğu Ortadoğu serüveninde “demokrasi arayışları” kara mizah örneği oluşturmuyor mu?
Ancak unutulmamalıdır ki, halkların yeni Ortadoğu’su da bu tabloda boy verecektir…
GERİLEYEN “İMPARATOR”LUK
Ortadoğu bunları yaşarken, altı çizilmesi gereken bir diğer faktör de gerileyen “İmparator”luk gerçeğidir.
ABD’nin “yükseliş devri”ni tamamlayıp, “duraklama devri”ne girdiği yönünde, özellikle de ABD politika dergilerinde çok sayıda makale varken;[2] Ramzy Baroud’un, “ABD’nin bütün bölgeyi yeniden şekillendirmek için harekete geçtiği ve kalıcı askeri varlığını oturttuğu 1990’ların başının aksine, taktik değiştirmesi için ABD’yi yeni dinamikler zorluyor. Bu yeni gerçeklikte ABD, var olanı tekrar şekillendirmeye muktedir değil, tek yapabildiği elverişsiz sonuçları dengelemek ya da kontrol altına almak,” diye formüle ettiği tabloda ‘Yedioth Ahronot’da yer alan bir analizde de ABD’nin Ortadoğu’da tek başına değişiklikler yapamayacağı belirtiliyordu.
Analizi kaleme alan Ron Ben-Yişai, Washington’un Ortadoğu’daki kısa vadeli hedeflerini, enerji sevkıyatını güvence altına almak, sivillerin öldürülmesine son vermek ve bölgesel nükleer silah yarışı ile radikal İslâmın yayılmasını önlemek olarak sıraladı.
Nejat Eslen’in, “Küresel liderliğini sürdürmeyi stratejisinin amacı hâline getiren ve bunu müttefikleri ile ortaklarının katkısına dayandıran ABD, stratejik amacını sürdürebilecek mi? Bir başka deyişle, Çin’in eski Çin, Rusya’nın eski Rusya ve İran’ın eski İran olmadığı bu jeopolitik ortamda, Suriye meselesinde bocalayan bir ABD küresel meselelerde eski prestijini, ağırlığını ve etkinliğini sürdürebilecek mi? İşte bu nedenlerle ABD’nin küresel liderliği konusunda turnusol kağıtı gibi görev yapan Suriye meselesi önem kazanıyor,” notunu düştüğü tabloda 23 Temmuz 2013’de ABD’li senatörlere yazdığı açık mektupta ABD Genelkurmay Başkanı General Martin Dempsey, Suriye’de güç kullanmanın kolay olmadığını söyledi. Ayrıca, güç kullanmanın savaşa girmekten farksız olmayacağını kaydederek, bunun ABD’ye milyarlarca dolara mal olacağını belirtip, “Suriye için askeri seçenek ayda en az 1 milyar dolardır,” dedi…
Bu kapsamda “Obama orduya Esad’ı yok etmeyi ve rejimini yıkmaya hazır olmayı emretmedi. Sadece, ‘Esad’a ve ileride onun gibi davranacaklara’ bir mesaj verecek harekât hazırlıklarının yapılmasını istedi.”[3]
ABD Yönetimi, Ankara’nın Suriye’deki kimyasal silahların imhası konusunda başlayan yeni sürece yönelik eleştirilerine yanıt verdi ve Amerikan Dışişleri Sözcüsü, Dışişleri Bakanı Davutoğlu’nun iddiasının aksine yeni girişimin kozmetik bir süreç olmadığını ve Suriye için en iyi yolun askeri harekât olmadığını açıkladı.
“Neden” mi?
Gayet açık: “Suriye’de Esad Rejimi’ne karşı başlayan barışçı, demokratik ayaklanma, kısa sürede silahlı militanların oradan, ABD’nin yakın denetimi altındaki Körfez ülkelerinin desteğiyle de, Irak, Suriye Levant El Kaidesi’nin, El Nusra örgütünün, birçok irili ufaklı radikal Müslüman grupların hâkimiyeti altına girdi. Şimdi ABD’nin Suriye rejimine karşı planladığı saldırının, gerçekleşirse, Suriye El Kaide gruplarını güçlendireceği, Suriye toplumunu yıkıma bir adım daha yakınlaştıracağı kesin...
Kısacası, Terörizme Karşı Küresel Savaş, Ortadoğu ve Kuzey Afrika’da devletleri yıkan, ‘terörizmi’ güçlendiren, ‘terörizm’ listesindeki gruplarla işbirliği yapılan savaşlara yol açtı.”[4]
O hâlde ABD emperyalizmi şimdi, Irak’taki fütursuzlukla değil, kontrollü olarak Suriye’ye müdahaleden yanadır.
Elbette ABD’nin Suriye’ye askeri müdahale planının arkasında, insani amaçlar değil stratejik çıkarlar yatıyor. Tarih gözlerimizin önünde tekerrür etmeye başladı, dün Irak’tı yeri, bugün Suriye…
ABD’nin Suriye’ye askeri müdahale amacının stratejik boyutu, ABD liderliğindeki “Batı” merkezli dünya düzeninin korunmasıyla yakından bağlantılıdır.
Bu düzenin en önemli ilkelerini de coğrafyaların uluslararası kapitalizmin ekonomik, siyasi, kültürel hareketlerine (küreselleşmeye), askeri müdahalelerine açık tutulması ve düzenin “kırmızıçizgilerini geçenlerin” cezalandırılması oluşturur.
Zaten ABD’nin de kontrollü önlemleriyle, T.“C”nin AKP patentli neo-Osmanlı emellerine yapmaya çalıştığı budur…
NEO-OSMANLI SALDIRGANLIĞI
Neo-Osmanlı emellerinde ifadesini bulan AKP patentli T.“C”nin emelleri konusunda Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu, “110 yıl önce Yemen ile Üsküp aynı ülkenin parçalarıydılar. Ya da Erzurum ile Bingazi. Bunu dediğimizde, bize ‘yeni Osmanlıcı’ diyorlar. Bütün Avrupa’yı birleştirenler, yeni Romacı olmuyor, Ortadoğu coğrafyasını birleştirenler yeni Osmanlıcı oluyor. Osmanlı’yla, Selçuklu’yla, Artuklu’yla, Eyyubi’yle anılmak şereftir,” derken; ‘Yeni Şafak’ gazetesi yazarlarından Yusuf Kaplan da ekliyor:
“Tarihin kırılma ânındayız. Dünya, yeni oluşumlara gebe. Önümüzdeki yarım asır içinde, bambaşka bir dünya ile karşı karşıya kalacağız…
Oysa gelecek, Osmanlı modelinindir. Irk-eksenli seküler projeler, Osmanlı’yı çökertmişti. Türkiye de, etnik kimlikleri ve duyarlıkları kışkırtan ve kutsayan sekülerliği din katına yükseltmekle kendi varlığının altını oyduğunu ve geleceğini bizzat kendi elleriyle yok ettiğini artık görmek zorundadır…
Eğer Türkiye, Osmanlı medeniyet modelini üreten ruhu, bizzat kendisi dünyaya sunabilecek kadar içselleştiremez ve geliştiremezse, Osmanlı’yı çökerten ulusçuluk gibi seküler projelerin, Türkiye’nin de çöküşünü hazırlaması ve hızlandırması önlenemeyecektir.”
Dikkat edin!
Dışişleri Bakanı Ahmet Davudoğlu’nun, “Yüz yıllık parantezi kapatma zamanı”; Yusuf Kaplan’ın, “Türkiye’nin gücü, ‘fetih ruhu’nu harekete geçirebilmesinde gizli”; Eski milletvekili Süleyman Gündüz’ün, “Mazlum halkların ihalesini biz aldık”; Abdullah Kuloğlu’nun, “Arap Baharı’ndan Büyük Doğu’ya doğru!” çığlıklarında somutlanan neo-Osmanlı saldırganlığını belki de en iyi özetleyen TBMM Dışişleri Komisyonu Başkanı, AKP İstanbul Milletvekili Volkan Bozkır’ın, ‘Suriye’nin içişlerine karışılıyor’ eleştirilerine karşı çıkarak, “Türkiye geleceğe yatırım yapmıştır” demesidir.
Neo-Osmanlı saldırganlığı, doğası gereği müdahale çığırtkanlığıdır da.
“Nasıl” mı?
Örneğin Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç’ın, ABD Dışişleri Bakanı John Kerry’nin kimyasal silahlarını teslim etmesi durumunda Suriye’ye harekât yapılmayacağını söylemesine tepki gösterip, “Kerry’nin kimyasal silahların teslimiyle ilgili sözleri ‘maalesef’ müdahale imkânını ortadan kaldırdı,” demesi gibi!
Örneğin Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu’nun, Suriye’deki bütün grupların ve oluşumların Türkiye’nin dostu olduğunu söylerken; “El Nusra da mı dost?” sorusuna maruz kalması gibi!
Örnekleri daha da fazla sıralamak gereksiz! Ancak ‘The New Left Review’daki makalesinde sosyolog Cihan Tuğal’ın, Ortadoğu’da Türkiye’nin rolü için “demokratik yeniçeriler” tanımlamasını yaptığını hatırlatarak ekleyelim: T.“C”nin “Yeni Ortadoğu Projesi”ndeki yeri belirlenendir. Bir başka deyişle, nihai kertede ne “bağımsızlığı” ne de “görece özerkliği” söz konusudur.
Neo-Osmanlı emellerinin Ortadoğu’daki arayışları, nihai kertede nafileyken; Suriye’deki savaşın Türkiye’ye etkileri toplumsal yapıdaki fragmantasyon ve polarizasyonu hızlandırmaktadır.
Ortadoğu, neo-Osmanlı emellerin arka bahçesi olacağa benzemezken; T.“C”, Ortadoğu oyununda bir bataklığa saplanmakla yüz yüzedir. Çünkü AKP’nin hesaplarının tutmadığı Suriye politikasının ağır bir bedeli vardır ve Erdoğan için de ağır bir baş ağrısı olacağa benzemektedir.
Kolay mı? Faik Bulut’un ifadesiyle, “AKP, Ortadoğu’da Batıya hizmet ediyor”ken; “Başbakan Erdoğan’ın ve AKP hükümetinin dünyada yaratmış olduğu, siyasal İslâmla demokrasiyi bağdaştıran, reformist lider, Ortadoğu’da, özellikle Arap Baharı’ndan sonra ‘örnek ülke’, ‘yükselen güç’, ‘küresel oyuncu’ imajı, ‘Gezi Olayı’ ile yıkılmış. ‘Demokrat’ imajının yerini ‘Otokrat’ imajı, ‘Oyun Kurucu’ Türkiye’nin yerini olaylara seyirci Türkiye imajı almaya başlamış”[5] durumdadır artık…
Ayrıca ‘Rusya Uluslararası İlişkiler Konseyi’nin, Vladimir Avatkov ve Yuliya Tomilova imzalı analizinde Türkiye’nin “barışçı devlet imajından uzaklaştığı”nın altı çizilirken, “Ortadoğu ülkeleri ve Rusya için en büyük tehlike, Türkiye’deki iktidar partisinin artmakta olan dış politik hırslarıdır,” denildi.
Saptama doğru ve yerli yerindedir.
Ancak abartılı neo-Osmanlı emelleri şahsında T.“C”nin Ortadoğu ve özellikle de Suriye’ye ilişkin hesapları, biraz bölgeyi bilmemek, biraz da kimseyi dinlememekten yanlış ve karşılıksız çıkarak karaya oturdu.
Bu bağlamda da, “Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın Mayıs 2013’de gerçekleştirdiği Washington ziyareti, ileride Türkiye’nin Suriye politikasında büyük bir kırılmanın yaşandığı bir ziyaret olarak hatırlanacaktır,” Sedat Ergin’in ifadesiyle…
Kolay mı? İsmet Berkan’ın, “Suriye konusunda Amerika ile büyük anlaşmazlık”ın altını defalarca çizdiği ufukta Cengiz Çandar da, “Türkiye’nin Suriye dosyası: ‘yine hüsran’…” notunu düşerken; Suriye politikası AKP Türkiyesi’ni Ortadoğu’da yalnızlaştırdı, hiçbir sürece müdahale edemez duruma iterek, izole etti…
Çünkü AKP hükümetin Ortadoğu politikasını bilgiden çok inanç/ fantezi ve saplantıya denk düşerken; Erdoğan-Davutoğlu’nun Suriye konusunda farklı saiklerle dönüp dolaşıp bir mezhepçi siyasete sırtlarını dayamış olmaları hem bölge hem Türkiye için çok büyük bir talihsizlik ve risk oluşturmaktadır…
Yani T.“C”, Ortadoğu’daki bir savaş ocağına, saldırganlık odağına dönüşmektedir.
Tarık Ali’nin, “Türkiye Suriye’ye asker göndermek dışında her şeyi yaptı. Türkiye’de kamplar kurdu, desteklediği gruplara silah gönderdi. ABD de söylemeyi sevmiyor ama Türkiye gibi onlar da bu işe karıştı,” notu eşliğinde işte bunun somut verileri:
i) Amerikan haber ajansı Associated Press Ürdün’ün Suriye sınırına yakın Mafrak kenti yakınlarında Suriye yönetiminden kaçmış 1200 üst düzey polis ve ordu yetkilisini barındırıldığı gizli bir kampı ortaya çıkardı. Dışarıdan kimsenin sokulmamasıyla Türkiye’deki Apaydın kampı örneğini hatırlatan alanda görevlilerin bile kalmasına izin verilmiyor…[6]
ii) Suriye’nin Lazkiye kentinde 27 Nisan 2012 gecesi muhalif güçler şişme botlarla denizden kıyıdaki bir askeri tesise saldırı düzenledi…[7]
iii) Adana ve Mersin’de, El Kaide’ye bağlı El Nusra Cephesi üyelerinin evlerine düzenlenen operasyonda ele geçirilen ve sarin gazı olduğu iddia edilen malzemelerin antifriz olduğunun belirlendiği açıklandı. Ancak, uzman polislerin yaptığı operasyonda elde edilen ve anında sarin gazı olduğu belirtilen kimyasalın, Vali Hüseyin Avni Coş’un açıklamasının ardından antifrize dönüşmesi dikkat çekti…[8]
iv) İran’ın Fars Haber Ajansı, Türkiye’den Suriye’ye insani yardım adı altında silah gönderildiğini öne sürdü. Ajans, Suriyeli kaynaklara dayandırdığı haberinde bir silah yükünün Suriye’nin Rif İdlib bölgesindeki Serakib kentine gittiğini ve yükün üzerinde de “insani yardım” etiketinin bulunduğunu kaydetti…[9]
v) Büyük çoğunluğu Batı ülkelerinde faaliyet gösteren 47 Suriyeli örgüt ‘The Daily Telegraph’ ve Sabah’a verdikleri ilanla, AKP hükümeti ve Türk halkına teşekkür etti…[10]
vi) ‘The New York Times’ın 25 Mart 2013 tarihli haberine göre, Suriyeli muhaliflere silah ve ekipman ulaştırılmak üzere CIA desteğiyle Türkiye, Arap ülkeleri ve Hırvatistan hattında gizli hava köprüsü kurulduğu iddia edildi…[11]
vii) İsrail Ordu Radyosu, Fransa’nın Suriyeli muhalifleri Halep’in savunması için Türkiye ve Ürdün’de eğittiğini duyurdu. Habere göre, Türk savunma yetkilileri de destek veriyor…[12]
viii) ÖSO ağır silah talebi için Fransa ile İngiltere AB ülkeleriyle görüşmeler yaparken, ‘The New York Times’, CIA’nın Türkiye üzerinden “isyancılara” silah sevkiyatı yaptığını yazdı…[13]
ix) Irak’ın Suriye sınırında militanlara ait iki kampta Türk silahları bulundu… Irak güçlerinin “Suriye sınırı çevresini Sünni terör gruplardan temizlemek gerekçesiyle” El Anbar çevresinde başlattıkları operasyonda yakalanan El Kaide militanları ve onlarla işbirliği yapanların ellerinde Türk yapımı silahların olduğu öne sürüldü…[14]
x) Özgür Suriye Ordusu’nun (ÖSO) internet sitesinde yer alan iletişim bilgileri Türk kamuoyunu karıştırdı. Zira sitede ordunun ana üssü Hatay olarak belirtilirken, Türkiye hatlı bir telefon numarası ve e-postadan oluşan açık iletişim bilgileri yer alıyor…[15]
xi) BM ve Arap Birliği özel temsilcisi Kofi Annan, Askeri çözümden yana davranan Türkiye, Suudi Arabistan ve Katar’ın muhalifleri, İran ve Rusya’nın da Esad rejimini destekleyerek krizin derinleşmesine yol açtıklarını vurguladı…[16]
SADECE “SURİYE” OLMAYAN SURİYE
Görmeyen, bilmeyen yok: T.“C”nin de doğrudan müdahili olduğu Suriye artık sadece Suriye değil…
XXI. yüzyılın soğuk savaşının merkez üssü olan Suriye’de, iki yıldır bir iç savaştan söz edilse de, yaşanan bir iç savaşın ötesinde bölgesel ve uluslararası güç mücadelelerinin iç içe geçtiği bir paylaşım savaşıdır.
Başını ABD emperyalizminin çektiği paylaşım savaşında ABD Dışişleri Bakanı John Kerry, “Suriyeli muhalifleri eğittiklerini” söylerken; Cumhuriyetçi senatör Ileane Ros-Lehtinen’in, “Suriye savaşının finansmanının nasıl karşılanacağı” sorusunu da, “Suriye’ye müdahalenin finansmanını Arap devletleri üstlenecek,” diye yanıtlamaktadır!
‘The New York’ Times’a göre, ABD Merkezi Haberalma Teşkilâtı (CIA), Arap hükümetleri ve Türkiye’nin, Suriyeli muhaliflere askeri yardımını eski bir Amerikalı yetkili, “silah çağlayanı” diye nitelerken; ‘The Washington Post’ da CIA’nın Türkiye’de Suriye sınırı yakınındaki “gizli üsleri” kullandığı açıkladı.
ABD, Suriye’de muhaliflere doğrudan silah yardımını Türkiye ve Ürdün üzerinden gerçekleştirirken; ABD, Britanya ve Fransa, Suriyeli muhalifleri Ürdün’deki iki kampta eğitiyor.
Yine ‘The Washington Post’un, Amerikalı yetkililer ve Suriyeli kaynaklara dayandırdığı haberine göre, CIA Suriyeli muhaliflere “ölümcül yardım” sevkıyatına başladı.
Ayrıca CNN’in “özel” haberine göreyse, CIA, Libya’da bulunan karadan havaya füzeleri Türkiye üzerinden Suriye’ye kaydırma çalışmaları yapıyor.
Bunlar “Suriye’ye demokrasi götürmek”(?) için(!) yapılıyor…
Kolay mı? “Suriye’ye de demokrasi, özgürlük getireceğiz,” “kimyasal silah kullanmanın bir bedeli olmalıdır” diyen Obama ve ABD’nin Irak’a da benzer gerekçelerle açtığı savaşın sonuçlarına bakarsak, Suriye’ye açılacak savaşın sonuçları da şimdiden çok net şekilde görülecektir. Irak’ta 9 yılın sonunda tespit edilen bazı sonuçları anımsayalım. İşte sonuç: i) 2.5 milyon evsiz barksız; ii) 4 milyon yetim çocuk; iii) 2.5 milyon ölen Iraklı; iv) haber alınamayan 800 bin insan; v) hapislere doldurulan 300 bin kişi; vi) ve 4.5 milyon göçmen…
Alın size “demokrasi ihracı”nın verileri! Ama iş bununla da sınırlı değil…
İran’ın Ankara Büyükelçisi Ali Rıza Bigdeli’ye bile, “Suriye’den ‘yeni Afganistan’ doğar,” dedirten tabloda ‘The Guardian’, bol paralı, iyi silahlı Nusra’nın, çok sayıda isyancıyı, ÖSO saflarından kendi saflarına çekmeyi başardığını yazıyor.
Nusra Cephesi’nin ‘Gaz Emiri’ lakaplı komutanının öngörüsü uyarınca, “Beşşar düştükten sonra ÖSO üçe bölünür. Bazıları eski hayatlarına döner, bazıları şeriatı tesis için bize katılır ve üçüncü parça Sehva’ya dönüşüp bizimle savaşır,” denilirken; Suriyeli muhaliflerin Ürdün üzerinden silahlandırılmasına paralel olarak Lübnan sınırında Hizbullah (Allah’ın Partisi) ile ÖSO arasında çatışmalar yaşandı.
Ayrıca Şam’da yaşayan Suriyeli muhalif Anas Joudeh, “İslâmcılar çoktan Talibanvari toplum inşasına başladı,” derken; Suriye’deki muhaliflerin lideri George Sabra, kendilerine İslâmcıların destek verdiğini açıklıyor.
Uzun bir süre Irak’ı kendine ana üs seçmiş olan El Kaide, burada hedefine ulaşamayınca Suriye’ye taşındı ve epey mesafe kaydetti. Eğer Türkiye dahil, Suriye’nin komşusu ülkeler isteseydiler bu gelişmeyi engelleyebilirlerdi. Ancak Beşşar Esad rejiminin bir an önce yıkılmasını istedikleri için olsa gerek El Kaide’nin hemen kapılarının dibine yerleşmesine fazla ses çıkarmadılar.
El Nusra Cephesi 10 Nisan 2013 tarihinde yaptığı açıklamayla El Kaide lideri Eyman el Zevahiri’ye bağlı olduklarını duyurdu. El Nusra lideri Ebu Muhammed el Cevlani’nin 9 Nisan 2013 günü Irak’taki El Kaide örgütünün kendileriyle aynı çatı altında oldukları yönündeki açıklamasına onay vermemesi ise dikkat çekti.
Radikal İslâmcı etkinlik giderek vahşete dönüşürken; Reuven Merhav’a göre, “Suriye’de Esad’ı öldürme vakti”[17] çığlıkları eşliğinde vahim kareler karşımıza dikiliyor…
Birkaç örneği hızla sıralıyorum:
i) ‘The New York Times’, internet sitesinde, Suriye’de İslâmcı muhaliflerin 7 askeri infaz ettikleri görüntüleri, yayımladı. 300 kişilik bir gruba komuta eden Abdülasamed İsa, Allah adına ilk askerin başına kurşunu sıkmadan önce, intikam alacaklarını söylüyor, ardından video için poz veren adamları da diğer esirlerin başına kurşun sıkıyor…[18]
ii) Suriye’den gelen vahşet haberlerine 13 Mayıs 2013 tarihinde muhalif güçlerin bir komutanının Suriye ordusundan bir askerin cesedini doğraması da eklendi. 12 Mayıs 2013’de internete yüklenen bir videoda muhalif cepheden Faruk Tugayları kurucularından Ebu Sakkar, ölmüş askerin cesedinin yanında “Allah’a yemin ederim ki Beşşar’ın köpekleri, sizin kalplerinizi, ciğerlerinizi yiyeceğiz” diyor…[19]
iii) Halep kentinde El Kaide ile bağlantılı dinci bir grup, “dine aykırı yorumlar yaptığı” gerekçesiyle 9 Haziran 2013 günü 15 yaşındaki bir çocuğu idam etti. İnfazı ailesinin gözleri önünde gerçekleştirilen Muhammed Kataa adlı çocuğun yüzünden ve boynundan vurularak öldürüldüğü belirtildi…[20]
iv) Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin, Suriye krizine çözüm bulmak için toplanmak istenen Cenevre Konferansı’nda, Esad askerinin ciğerini yiyen “yamyam” muhalif görmek istemediklerini söyledi…[21]
v) Suriye’de 87 kişinin öldüğü Halep Üniversitesi saldırısını üstlenen olmazken uzmanlar radikal İslâmcı El Nusra Cephesi’ne işaret ediyor…[22]
vi) SANA ajansının haberine göre, 12 Mart 2013 günü Şam yakınlarında Haresta bölgesinde saldırganlar yuva çocuklarının içinde bulunduğu servis aracına ateş açtı. Saldırıda bir çocuğun yaşamını yitirdiği, 9 çocuğunsa yaralandığı belirtildi…[23]
vii) Suudi Arabistan istihbarat şefi Prens Bender bin Sultan’ın yürüttüğü bir operasyonla Suriye’nin en büyük şehri Halep’in kontrolü için savaşan isyancılara ağır silahlar temin etti. DEBKAfile’ın istihbarat kaynaklarına dayandırdığı habere göre, Sırbistan, Bosna, Hırvatistan ve Kosova’da tomarla parayla silah bulmaya çıkan Suudi görevliler, Rus yapımı çok namlulu roket fırlatıcı MLRS ve 70 kilometre menzilli topçu roketi aldı…[24]
viii) Suriye Devlet Başkanı Beşşar Esad, Katar’ı her terörist ailesine 10 bin dolar vermekle suçladı…[25]
vix) Press TV’nin internet sitelerinde yer alan haberde Fransız ve Türk istihbarat servislerinin Suriye Devlet Başkanı Beşşar Esad ve Şam rejiminin önde gelen isimlerine yönelik suikast planları yaptığı iddia edildi…[26]
Bunlar olurken; ortada savunmasız halka karşı işlenen bir savaş suçu var!
BM ‘Uluslararası Bağımsız Suriye Araştırma Komisyonu’nun raporunda, hem Şam yönetiminin hem de muhaliflerin bir dizi savaş suçu işlediği belirtilirken; bu gerçeği doğrularcasına Suriye muhalefeti, yaşanan iç savaşta sivillere karşı işlenen suçların araştırılmasına yönelik artan uluslararası talepler doğrultusunda, komutan ve askerlerine uluslararası insan hakları ve savaş hukuku alanında eğitim vermeye başladığını açıkladı!
Oysa bu gibi “pansumanlar” sivil Suriyeli’lerin maruz kaldığı trajediyi gizleyip, tolere edemez… Örneğin ‘Uluslararası Kurtarma Komitesi’ (IRC) örgütü, ‘Suriye: Bölgesel Bir Kriz’ başlıklı raporunda, Suriye’deki krizin tüm Ortadoğu’yu sarsan bir insani krize dönüştüğünü belirterek, ekledi:
“Suriye’de artık tecavüz bir savaş ve yıldırma tekniği... Evinden olan 1.5 milyon insanın çoğu tecavüz kurbanı!”
Devam edelim: ‘BM Mülteciler Yüksek Komiserliği’ ve UNICEF, Suriye’deki çatışmalardan kaçmak zorunda kalan çocukların sayısının bir milyona ulaştığını ve iki milyon çocuğun da ülke içinde göç etmek zorunda kaldığını açıkladı. BM, Suriye’den kaçanların yarısını çocukların oluşturduğunu söylüyor. Bu çocukların dörtte üçü ise 11 yaşın altında...
Suriye yakılıp, yıkılarak yağmalanıyor!
“Halep’te çok sayıda fabrika yağmalandı, makineler yurtdışında satıldı. Bazı işadamları yağmadan korumak için fabrikalarını Mısır ‘a taşıdı. Kimi malları çalıp satarken kimileri dağıttı.”[27]
İş bunlarla sınırlı değil; daha fazlası söz konusu…
“Suriye’deki iç savaştan kaçarak önce Urfa’ya ardından da İstanbul’a gelen ailelerin yaşadıkları fakirlik ve verdikleri yaşam mücadelesi yürek burkuyor.”[28]
“Suriyeliler savaşın acı yüzünden kaçtılar, belki hayatlarını kurtardılar ama bu kez sefil bir yaşamda tutunmaya çalışıyorlar.”[29]
“Savaştan kaçıp Türkiye’ye göç eden Suriyeli sığınmacılara kimse sahip çıkmıyor. Parkta, kömürlükte, pansiyonda, dükkânlarda barınmaya çalışan Suriyeli sığınmacılar, günlüğü 15-20 lira karşılığında duvar boyacılığı, temizlikçilik yapıyor; yetmiyor, çocuklarını dilenmeye gönderiyor. Kocası Suriye’de kalan kadınlarsa, son çare olarak fuhuşa yöneliyor.”[30]
Evet Suriye’deki çatışmalardan kaçarak Hatay ve Ceylanpınar’a sığınan binlerce kadın ve çocuk, insan tacirlerinin tehdidi altında. 28 Şubat 2013’de açıklanan iki rapora göre, kamplarda kalan genç kadınlar para karşılığı, yaşça kendilerinden büyük erkeklere satılıyor.
Taciz ise yine gündemde: 13-14 yaşında kız çocuğu olan aileler kampları güvenli bulmadıkları için ev tutuyor ve 20-21 kişi bir odada yaşamaya razı oluyor.
Mülteci genç kızlar Ürdün’de para karşılığı seks için satılıyor. BBC’nin haberine göre mültecilerden 18 yaşındaki Kazal, 50 yaşındaki Suudi Arabistanlı bir adamla 3 bin 100 dolar karşılığında evlendiğini, ancak evliliklerinin sadece bir hafta sürdüğünü anlattı.
Nihayet iç savaştan kaçarak Türkiye’ye sığınan binlerce Suriyeli, hayatlarını sürdürebilmek için tarlalarda işçilik yapıyor. Günlüğü 23 liradan mısır toplayan Suriyeliler arasında öğrenci de var, öğretmen de…
Amik Ovası’nda tarlalarda çalışan Suriyelilerin büyük bölümü aylar önce Türkiye’ye gelip sınır kentlerde ve yakın köylerde ev kiralamış, kamplarda kalmayan orta gelir seviyesinden insanlar. Gün geçip çatışmalar sürdükçe memleketlerine dönemeyen ve tarlalarda işçilik yapmak zorunda kalan Suriyeliler günlüğü 25 liraya çalışıyor. Aldıkları paradan 2 lira “Çavuş” olarak anılan tarlalardaki işi ayarlayan kişilere kesiliyor.
Sabah 06.30’da başlayan tarla mesaisi 16.30’a kadar sürüyor. Mısır ve pamuk tarlalarındaki Suriyelilerin başında bulunan Çavuşlar, işçilerle günlük çalıştıklarını söyledi. Reyhanlı ilçesindeki köylerde ev kiralayan Suriyelilerin, zor şartlarda kaldıklarını belirten Çavuşlar, “Çoğu kısa sürede dönmek için gelmiş. Burada 100 liralık bir iki odalı evler onlar gelince 400-500 liraya çıktı. Evlerde köylünün oturmadığı boş binalar. Aynı evde onlarca Suriyeli birlikte kalmaya başladı,” dediler.[31]
Tüm bu yıkım ve zulüm silah tüccarlarına, emperyalist saldırganlara kâr olarak dönüyor!
Örneğin batılı ülkelerin Suriye’ye müdahale edeceğine dair artan beklentiler, silah ve savunma sanayi şirketlerinin hisselerinde yukarı yönlü ciddi bir hareket yaşanmasına neden oldu.
2013 Haziran’ında başlayan müdahale beklentisi, savunma şirketi hisselerini takip eden ‘PowerShares Aerospace and Defense’ borsa yatırım fonuna yüzde 7.46 değer kazandırdı. F-35 Lightening, F-22 Raptor gibi savaş uçaklarıyla JASSM füzelerini üreten Lockheed Martin hisseleri 10 Haziran’da yüzde 15.25 değer kazanarak savunma sanayindeki yükselişin öncüsü oldu.
ABD’nin uçak gemilerinin ve B-2, B-117 hayalet uçaklarının üreticisi olan Northrop Grumman hisse fiyatı 3 ayda yatırımcısına yüzde 11 getiri sağladı. Suriye’de hedefleri vurmakta kullanılması planlanan Tomahawk füzelerinin üreticisi General Dynamics hisseleri de aynı dönemde yüzde 6.89 değer kazandı. Sikorsky helikopterlerinin üreticisi United Technologies’in de 3. çeyrek getirisi yüzde 9.24 oldu. F-18 uçaklarının üreticisi Boeing’in hisseleri de yüzde 3.49 yükseldi.
Ne yazıktır ki “kimyasal” tartışmaları arasında bu gerçekler göz ardı ediliyor.
Hayır, kimyasal kullanımı ve katliamını “es” geçiyor falan değilim!
Ömer Ağın’ın, “Baas rejimlerini destekleyenler, sol adına konuşabilir mi?” sorusunu dillendirdiği düzlemde hem emperyalist savaş çığırtkanlarına, hem Esad rejimine ve hem de Suriye’de İslâmiyet adına işlenen katliamlara, kimyasal saldırılara karşı çıkmalıdır.
Şu veya bu biçimde Esad ile Baas da, İslâmcılar ile emperyalistler de kesinlikle desteklenmemelidir. (Önce de, bugün de, sonra da… Aklımdayken Ömer Ağın’a hatırlatayım: Esad ve Basçılar ile ilişki/ destek sadece bugün değil, geçmişte de yanlıştı değil mi?)
Bu düzlemde John Berger’in, ‘Irak Dünya Mahkemesi’ndeki, “Suçlar unutulmamalı, belgelerini, kayıtlarını muhafaza etmeliyiz. Çünkü suçluların ilk işi bunları yok etmektir. Bu efendiler yalnızca masumları katletmekle kalmaz, hafızayı da yok ederler. (...) İşledikleri suçlar unutulmayacak, her kıtada ağızdan ağza dolaşacak. Her geçen gün daha çok insan HAYIR diyecek,” haykırışı unutulmadan ekleyelim:
Robert Fisk’in işaret ettiği gibi, “Ortadoğu’da gaz kullanan ilk ordu İngilizlerdi, 1917’de Sina’da Türklere karşı…”[32]
Ayrıca “Gaz kullanımıyla ilgili tereddütleri anlamakta güçlük çekiyorum. Oysa biz Barış Konferansında gazı sürekli bir savaş yöntemi olarak kesin karara bağladık. Şahsen uygar olmayan halklara karşı zehirli gaz kullanılmasına açıkça taraftarım,”[33] diyen Winston Churchil’in haykırışını nasıl unuturuz/ unuttururuz?
Bir şey daha: Beşar Esad’a 2013 Ocak ayına kadar kimyasal silah yapımında kullanılan maddeleri İngiltere sattı... ‘The Sunday Mail’e göre, Londra, 2013’e kadar sinir gazı yapımında kullanılan potasyum florid ve sodyum florid gibi maddeleri Suriye’ye ihraç etti…[34]
Bunların yanında Askeri amaçlı kimyasal silahları 1980’lerde Irak’a veren de Wasington’du. Bu gerçeğin ortaya çıkmaması için Kongre sürekli baskı altındaydı. “Küba kimyasal silah üretiyor” yaygarası sırasında Havana’ya giden eski Başkan Carter her yeri dolaşıp bunun hiçbir izini görmediğini açıklamıştı. Eski Rodezya’daki ırkçı Ian Smith iktidarına siyah yerlilere karşı kitlesel olarak kullanılabilecek mikropları sağlayan Afrika’da görevli özel ABD askerlerinin hizmetindeki Dr. Steven J. Hatfill’di. Bulaşıcı dang hummasını 1981’de Küba’ya sokan CIA’ydı...
Örnekleri keselim. Bu gerçeklere eğilen Ken Lawrence, Bob Lederer, Meryl Nass, Nicholas Kristoff, Jack Colhoun, Ellen Ray, William H. Schaap, Richard Hatch, A. Namilka ve Tod Ensign gibi Amerikalı yazarlar vardır. Gerçek şu ki, kimyasal silah yapımının ve kullanımının öncüsü ve uygulayıcısı ABD’diydi…[35]
Nihayet Tarık Ali’nin ifadesiyle, “Irak’ta, 2004 yılında Fallujah’da beyaz fosfor kullananın ABD olduğunu biliyoruz; ki orada Iraklıların kanından başka bir kırmızı çizgi çekilmemişti…”[36]
Malumun ilamı üzere burjuva uygarlığı yalan, ikiyüzlülük ve çifte standart güzergâhında yol alıyor her zaman ki gibi…
Bu madalyonun bir yüzü; ötekine gelince: Kimyasal silahların Suriye muhalefetinin elinde olduğu gerçeği de gölgeleniyor!
Bir süre önce ÖSO, kimyasal silah üretip bununla rejimin merkezlerini vurabileceğini duyurmamış mıydı?[37]
DEBKAfile sitesi, Suriye’de El Kaide’ye bağlı El Nusra Cephesi’nin iki kimyasal silah deposuna yaklaştığı duyurmamış mıydı?[38]
Rusya’nın BM Daimi Temsilcisi Vitaliy Çurkin, Sarin gazının ÖSO militanları tarafından kullanıldığının tespit edildiğini açıklamamış mıydı?[39]
BM, Suriyeli muhaliflerin sarin gazı kullandığını gösteren bulgulara ulaştığını duyurup, BM yetkilisi Carla del Ponte, “Suriye’deki şiddet olayları kurbanlarının ifadeleri, muhaliflerin sinir gazı (sarin) kullandığını gösteriyor” dememiş miydi?[4]
El Kaide’nin kimyasal silah sabıkası savcılık iddianamesine girip, 2013 Mayıs ayında Adana’da yapılan El Kaide operasyonunun ardından savcının hazırladığı iddianamede, Al Nusra ve Ahrar-ı Şam örgütlerinin Türkiye’den büyük miktarda sarin gazı ile kimyasal silah yapımında kullanılan madde temin etmeye çalıştığı belirtilmemiş miydi?[41]
Tüm bunların ışığında Patrick Cockburn’un, “Suriye’de kimyasal propaganda savaşını aklınızda tutun”[42] uyarısı “es” geçilmemelidir!
Suriye’de Esad’ın alternatifi İslâmcı, ABD uşağı muhalefet değil ve olamaz da!
Şu iki somut örnek bile her şeyi aydınlatmıyor mu?
Birincisi: Suriye’de etkin muhalif gruplar arasında da şiddetli çatışma, rekabet ve adam kaçırma olayları yaşanıyor. Suriye’nin kuzeyindeki Halep kentini büyük oranda elinde bulunduran El Kaide bağlantılı muhalif yapılanmalardan ‘Yargı Konseyi’, diğer bir silahlı grup olan ‘Guraba el Şam’ı Halep’in sanayi bölgelerini yağmalamakla suçladı. İki grup arasında çıkan çatışmalarda ise en az 4 kişi hayatını kaybetti... [43]
İkincisi: Muhalif kaynaklar, Esad karşıtlarını silahlandıran ülkelere, şimdiden iş anlaşmaları için söz veriyor… Suriye’ye Türkiye üzerinden silah gönderildiği yönünde yeni tanıklıklar ortaya çıkarken, muhaliflere silah sağlayan ülkelere, şimdiden iş anlaşmaları için söz verildiği bildirildi.
Reuters ajansına konuşan bir muhalif kaynak, silahlar için ödemelerin, çatışmalar sona erdikten sonra Suriye’nin yeniden inşasında rol alacak ülkeler tarafından yapıldığını, bu ülkelerin, şimdiden anlaşma sözü verilerek ödüllendirildiğini söyledi…[44]
Burada durup, Kürtler’in Rojava’sına geçiyorum…
KÜRTLER’İN ROJAVA’SI
Kadri Gürsel’in, “Kürt sorunu’nun bölgeselleşti”ğine; Mete Çubukçu’nun da, “Ortadoğu’da Kürtlerin yükselişi”ne dikkat çektiği koordinatlarda Suriye seçeneksiz değil; başkaldıran, boyun eğmeyen, teslim olmayan Kürtler’in Rojava’sı (böyle kaldığı sürece) hepimize, herkese yol gösteriyor!
Elbette Rojava’nın örnek olması ve önemi, Mazlum Özdemir’in, “Dünya petrol ihtiyacının yüzde 56’sının karşılandığı Ortadoğu’da bir yandan kriz ve çatışmalar sürerken, diğer yandan bu devasa petrol rezervlerinin paylaşım planları da yapılmaya devam ediyor. Irak’ta Kürt Yönetimi’nin kendi inisiyatifiyle yaptığı petrol arama-çıkarma anlaşmaları, bu piyasaya Kürtlerin de girmesinin başlangıcı sayılıyor. Suriye’de en önemli petrol rezervlerinin bulunduğu Rojava’daki petrol işletme tesislerinin Demokratik Birlik Partisi’nin (PYD) kontrolüne geçmesi ile birlikte önümüzdeki dönem bu alandaki gelişmelerin farklı bir seyir izleyeceğini gösteriyor. Hem Güney hem de Rojava petrollerinin taşınması için yapılacak antlaşmalar ise bölgenin geleceğini yakından etkileyecek,”[45] satırlarındaki reel-politiker bakış açısıyla ele alınamaz!
Bu tarz-ı siyaset, devrimci olmaktan uzak bir pragmatizmdir ve mutlaka mahkûm edilmelidir!
“Biz de Esad’a karşıyız ve rejimin yıkılmasını istiyoruz. Bazılarına göre hareket etmememiz hoşlarına gitmiyor. Zaten muhalefetin parçasıyız,”[46] vurgusu eşliğinde; dışarıdan askeri müdahaleyle Suriye’deki kimyasal silahların yok edilemeyeceğini savunan PYD Eşbaşkanı Salih Müslim, “Askerî bir müdahaleye kesinlikle karşıyız. Böyle bir müdahale Suriye’yi yerle bir eder. Rusya, İran, Türkiye, Katar ve diğer dış güçler Suriye’yi rahat bırakırsa, sorun bir ay içinde çözülür,”[47] saptamasıyla ekliyor:
“Baştan beri biz kendimizi savunuyoruz halkımızı örgütlüyoruz. Devlet güçleri üzerimize gelirse kendimizi savunuyoruz, o zaman ‘devlete karşıdır ve ÖSO ile beraber hareket ediyor’ diyorlar. Bazı çeteler bize saldırınca kendimizi savunursak bu sefer ‘bak rejimin yanında duruyor’ diyorlar. Biz stratejimizi değiştirmedik, meşru savunma stratejisidir ve değişen bir şey yoktur…”[48]
Müslim, Suriye Kürtlerinin, mevcut durumda iki temel sorunla karşı karşıya olduklarını belirterek bunları, Kürtlerin hiçbir haklarına saygılı olmayan Selefiler ile Kürt fobisi olan Türkiye olarak sıralayıp, demokratik bir Suriye’nin kurulmasından yana olduklarını belirterek, bunun da ancak “siyasi çözüm” yolu ile mümkün olabileceğinin altını çiziyor.[49]
Ayrıca, Türkiye Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu’nun kendilerini muhatap almak için öne sürdüğü koşullar için “manasız” deyip, “Biz diyaloga varız. Ne zaman isterse koşulsuz biz varız, oturabiliriz” diye ekliyor.[50]
Konuyla ilintili olarak, Türkiye’ye yaptığı ziyareti eleştirenlere “Biz satılık değiliz,” yanıt veren Müslim,[51] “Türkiye için Suriye sınırında en güvenli bölgeler, denetimimizde olan yerlerdir. Türkiye bir zarar görmemiştir,” diyor.
Müslim, ABD’nin PYD’yi istemediği iddiasına “Zaman zaman Amerika, PYD ile görüşüyor. PYD, hiçbir zaman ABD’ye zarar vermemiştir. Demokrasiden bahsediyorsa en fazla demokrasi için çalışan biziz. Sanırım bu kişilerle ve Türkiye’nin politikasıyla ilgilidir. Bunun çok yakında değişmesini umuyoruz” yanıtını verdi.[52]
Bunların yanında, geçici yönetim fikrinin Türkiye tarafından desteklendiğini söyleyen Müslim, özerk yönetim söz konusu olmadığını, kesin siyasi çözüme kadar geçici bir yönetim kurma fikrini ilettiği Türk yetkililerden, “En doğal hakkınız” yanıtını aldığını açıkladı.[53]
Rojava’da herkesin içinde temsil edildiği ortak bir komite veya meclise ihtiyaç duyulduğunu dile getiren Muslim, “Bu bir hükümet değil, geçici bir yönetimdir. Bu yönetim ileride yapılacak seçimler için bir hazırlık komitesi gibi çalışacak,” derken; PYD Eş Başkanı Asya Abdullah da, Rojava Devrimi’nin kazanımlarını korumak ve geliştirmek için bir yönetim oluşturulması gerektiğini belirterek, “İsmi önemli değil, önemli olan Rojava’nın geleceği” diye ekliyor.[54]
Yine Hewler’de konuşan Asya Abdullah, Suriye’de olayların başlamasından bu yana ne rejimden ne de silahlı muhaliflerden yana bir siyaset izlediklerini dile getirdi ve “Biz üçüncü çizgiyi temsil ettik. Zaman tezlerimizin doğruluğunu gösterdi,” dedi…[55]
Bunlarla birlikte PYD Avrupa Dış İlişkiler Sözcüsü ve Kürt Yüksek Konseyi Dış İlişkiler Komite üyesi Zuhat Kubani, Ankara’yı, El Kaide ile değil Kürtlerle ittifak yapmaya çağırıp, El Kaide’nin sınırda İslâmi emirlik istediğini söylerken;[56] YPG komutanı Sipan Hemo da, “Biz kendimizi Türk halkının dostu görüyoruz. Bölge radikal İslâmcıların kontrolüne girerse bu Ortadoğu için felaket olur. Radikal İslâm’ı sadece kendimize değil, Türk halkına ve dünyaya da bir tehdit olarak görüyoruz,” diye ekliyor.[57]
PYD’nin T.“C”ye ilişkin diplomatik/ ılımlı “iyimserliği”[58] karşısında AKP hükümetinin (ve propaganda aygıtının) hiç de iyiniyetli olmadığı gün gibi aşikârdır.
Öncelikle Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, Suriye’nin kuzey kesiminde “Kuzey Irak” benzeri bir oluşuma Türkiye’nin izin vermeyeceğini belirterek, “Irak’ta yaşanan sıkıntının da biz yaşanmasını istemiyoruz. Biz, Kuzey Suriye gibi bir oluşuma Türkiye olarak müsaade edemeyiz. O bize farklı yetkiler, farklı haklar verir. Ne otonom, ne legal, ne illegal... Bütünlüğü bu bozar, biz bütünlüğü bozan herhangi bir oluşuma müsaade edemeyiz” dedi...
Öte yandan Suriye’nin kuzeyindeki özerklik girişimlerinin krizi derinleştireceğini belirten Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu, “Türkiye Kürtlerin Suriye’deki haklarına karşı değil. Biz burada oluşabilecek de facto emrivakilerden kaygılıyız,” derken; Başbakan’ın Başdanışmanı Yalçın Akdoğan da ekliyordu: “PYD liderinin Türkiye’ye gelmesi, hükümetin ona arka çıkması, destek olması değildir. Uyarıdır, dikkat çekmedir”!
Bunun birlikte Türkiye’nin, Suriye Kürdistanı’nda da İslâmcı örgütleri Kürtlere karşı desteklediği ortaya çıktı. Daha önce Salih Müslim tarafından gündeme getirilen “Türkiye burada bize karşı savaşan örgütleri destekliyor” iddiası, bu defa PYD’ye karşı savaşan İslâmcı örgütün liderinin açıklamalarıyla gündeme geldi. Suriye’deki Kürtlere karşı savaşan El Cezire-Fırat Kurtuluş Cephesi (FAEL) lideri Nawaf El-Beşir’in, “Türkiye bizi insani, ahlâki ve askeri şekilde destekliyor ve bunun için biz onlara müteşekkiriz,” dedi.[59]
Ayrıca Nusra ve IŞİD’e karşı savaşan Cephet el Akrad’ın (Kürt Cephesi) komutanı Haci Ahmet Kurdi, ABD ve Türkiye’yi Kaide konusunda uyarıp, “Türkiye’den gelen bu insanlar rejimle savaşmayı bırakıp Kürtlere saldırıyorlar. Amerika bunları görmüyor mu? O kadar yardım gönderiyor ÖSO’ya ama bu yardımların hepsi El Nusra ve Irak-Şam İslâm Devleti gibi Kaide ile bağlantılı gruplara gidiyor… Bütün dünya Nusra ve Irak-Şam İslâm Devleti’nin Kaide’ye bağlı olduğunu biliniyor. Çatışmalarda öldürülen Kaide savaşçılarının üzerinden çıkan belgeler var elimizde. Birçoğu Türkiye üzerinden geçiyor ve Türkiye’den yardım alıyorlar. Türkiye’de eğitilip geliyorlar. Bu bizi düşündürüyor,”[60] dedi.
Söz konusu tablo önce BDP Eş Başkanı Selahattin Demirtaş’ın büyük gafına,[61] ardından da BDP’nin de tepkilerine yol açtı.
BDP İstanbul Milletvekili Sebahat Tuncel, hükümeti Suriye’nin Kürtlerin yaşadığı Rojava bölgesindeki El-Kaide’ye yakın grupların yaptığı katliamı kınamaya çağırırken; BDP Genel Başkanı Selahattin Demirtaş da “El Kaide mi Kürtler mi?” diye sorup ekledi:
“AKP ve Davutoğlu dış politikası değişmelidir. Kürtlere burada kardeşim diyorsunuz, sınırın öbür yanındaki Kürtleri tehdit olarak görüyorsunuz. Atı alan Üsküdar’ı geçmiş! Rojava’da halk iktidarını çoktan kurmuş. Siz bağırıp çağırsanız da böyle! Bugüne kadar Suriye ve Irak komşumuzdu. Şimdi komşumuz Kürdistan olacak diye niye feryat ediyorsunuz?”
Ayrıca BDP ve DTK’nın çağrısıyla Suriye’deki Kürtlere destek için Ceylanpınar’a gitmek isteyenlere, Valilik tarafından izin verilmedi. Yapılan çağrılar ile Türkiye’nin farklı kentlerinden gelenler de Ceylanpınar’a yaklaşık 50 kilometre mesafedeki Viranşehir çıkışında durduruldu.
Demirtaş, “BDP ve DTK olarak AKP destekli El Kaide ve El Nusra zihniyetini protesto etmek için Ceylanpınar’a gitmek istedik. Ancak İçişleri Bakanlığı ile Şanlıurfa Valiliği bunu yasaklayarak bugün bu vahşeti ortaya çıkardı. Yolu kapatan güvenlik güçleri, maalesef kalabalığın yolu kapatmasını bahane ederek kitleye müdahale etti. Bunu kabul etmiyoruz. Rojava halkının yalnız olmadığını herkes bilsin. Bedeli ne olursa olsun vazgeçmeyeceğiz ve Ceylanpınar’a gideceğiz, direnmeye devam edeceğiz” dedi.
BDP’nin tepkileri bütünüyle haklı ve yerindeydi: Çünkü radikal İslâmcılar tarafından Rojava’da yoğun ve yaygın bir terör estirilmekteydi.
Sedat Yurtdaş’ın, “Kürtlerin İslâm’la bir sorunları yok. Bilakis, İslâm’ı bir tür yayılma aracı olarak kullanmış olanların tarih boyunca Kürtlerle sorunu olmuştur,” notunu düştüğü gerçeğe ilişkin örnekleri hızla sıralarsak:
i) El Kaide destekli El Nusra Cephesi, Yusufiye köyünü ateşe verirken, militanlarının diri diri yaktığı 3 Kürt’ün görüntüleri İran televizyonlarında yayımlandı…[62]
ii) Resulayn’da PYD güçleriyle çatışan El Kaide’nin kolu El Nusra’nın sivillere yönelik gerçekleştirdiği katliamlarda çocuk ve kadınlar hedef alındı...[63]
iii) İran’ın Arapça kanalı El Alem, Nusra Cephesi’nin 5 Ağustos 2013 gecesi Tel Abyad’ı basarak 120’si çocuk, 330’u kadın 450 Kürt’ü katlettiğini duyurdu.
Russia Today’e konuşan bir Kürt kaynak da “İsyancı güçler köyü çevreledi. Kapı kapı dolaşıp her eve giriyorlar. İçeride erkekler varsa onları öldürüyorlar, kadınlar ve çocuklar varsa esir alıyorlar,” dedi.
Lavrov ise Roma ziyaretinde “Nusra, Suriye’nin kuzeyinde rehin aldığı 450 sivil Kürt’ü vahşi bir şekilde katletmiştir. Aralarında 100 çocuğun bulunduğu grup diri diri yakılmıştır” diyerek iddialara destek verdi…[64]
iv) Suriye’de Kürtlerin yoğun yaşadığı bölgelere saldırılarını yoğunlaştıran El Nusra Cephesi’nin, aralarında kadın ve çocukların da bulunduğu sivilleri hedef aldığı ve saldırılar sonucunda onlarca Kürdün yaşamını yitirdiği bildirildi...[65]
v) PYD lideri Salih Müslim, Suriye’nin Türkiye sınırında El Nusra ve ÖSO içindeki cihatçıların Kürt halkını hedef alan saldırılarının sürdüğünü, yüzlerce Kürt’ün öldürüldüğünü, yüzlercesinin kaçırıldığını, evlerinden sürüldüğünü açıklayıp, “Vahşi saldırıların hedefindeyiz. Çağdışı saldırıların hedefindeyiz. Katliamlara dünyanın sessiz kaldığını söyleyen Müslim, “Cebhet el Nusra yalnız değil, ÖSO birlikleri de saldırıyor,” dedi.
Kürtlere saldıran El Nusra ve ÖSO içindeki cihatçıların elebaşlarının Türkiye’de olduğunu söyleyen Müslim, Akçakale’nin karşısındaki Tel Abyad’a gelen Nusracıların halka “Serê Kanê’de PYD’yi desteklediniz” diye baskı yaptığını, köylüleri zorla evlerinden çıkarttıklarını ancak YPG’nin karşı koyması üzerine geri çekildiklerini anlattı. Tel Abyad’da olanların aynısının şimdi Tel Aran ve Tel Hasıl’da yaşandığını, cihatçıların camilerden megafonla “Kürtlerin kadınları, kızları helaldir, mallarını çalabilirsiniz, evlerini yıkabilirsiniz” anonsları yaptığını belirten PYD lideri “Tek günahımız Kürt olmak” diye konuştu…[66]
vi) Kürt güçler El Nusra üyelerinin boyunlarında aynı simgeye rastladı… Suriye’nin Humus kenti yakınlarında silahlı bir grubun saldırısında aralarında çocukların da olduğu çoğu Hıristiyan 11 kişinin yaşamını yitirdiği belirtildi. Bazı görgü tanıkları Hıristiyanların dini bir kutlama yaptıkları sırada silahlı grubun ateş açtığını anlattı.
Kürtlere ait bir ambulansın El Nusra’nın açtığı ateşin hedefi olduğu, saldırıda iki ambulans görevlisinin yaşamını yitirdi.
Bu arada Kürt güçlerin, çatışmalarda öldürdükleri El Nusra üyelerinin çoğunun boynunda anahtar ve kaşık olduğunu iddia ettikleri kaydedildi. El Nusra üyelerinin öldürülmesi hâlinde şehit olacaklarına inandıkları için cennetin kapısını açmak amacıyla boyunlarına anahtar taktıkları, gireceklerine inandıkları cennette Hz. Muhammet ile yemek yemek için de boyunlarına ayrıca kaşık bağladıkları öne sürüldü…[67]
vii) Kaide’nin Suriyeli Kürtlere saldırmasıyla ilgili senaryolar çeşitli: Bazıları bunu Kaide’nin emirlik kurma hazırlığına, bazıları fiili özerk bölgenin yıldönümünde gözdağı verme amacına bağlıyor…[68]
viii) Kobani Halk Meclisi Başkanı Ahmet Şêxo, Kürtlerin Rojava’da hem rejimin hem de ÖSO’ya bağlı silahlı grupların hedefinde olduğunu söyledi…[69]
Bu tablo karşısında Kürt liderlerden İsa Huso’nun 30 Temmuz 2013’de öldürülmesinin ardından PYD’nin silahlı kanadından cihatçılara karşı savaş çağrısı geldi. PYD’nin askeri kanadı YPG’nin açıklamasında, “Huso’nun öldürülmesinin ardından eli silah tutan herkes Suriye’deki İslâmcılara karşı silahlanmaya,” çağrıldı…
Daha sonra PYD ve El Ekrad, cihatçıların ateşkes isteğini reddetti. El Ekrad, sınırı radikal İslâmcılardan temizleyene kadar savaşacağını duyurdu.
SAVAŞA KARŞI SAVAŞ(ALIM)!
Buraya kadar sıraladıklarımız, elbette doğası gereği, “Ne yapmalı?” sorusuna mündemiçtir.
Öncelikle ‘Suriye Demokratik Değişim Ulusal Koordinasyon Komitesi’nin (NCC) yurtdışı sorumlusu yazar Haytham Manna’nın, “Suriye’ye dışardan yapılacak silahlı bir müdahale, Esad rejimini güçlendirmekten başka işe yaramaz. Böyle bir müdahale, içerdeki şiddeti artırır, yıkımın üstüne yıkım ekler ve siyasal diyalog yolunu tıkar. Suriye’de olanlardan elbette ki Esad rejimi sorumludur, çünkü askeri müdahaleyi içerde bizzat kendisi başlatmıştır. Ama bir yandan terörizme karşı savaşmaktan söz edip, öte yandan El Kaide’ye bağlı teröristlerin ekmeğine yağ sürecek bir dış müdahale nasıl savunulabilir?”[70] sözlerini anımsatarak ekleyelim: Verili tablo ezilenlere savaşa karşı savaş(mak) zorunluluğunu dayatmaktadır.
Bunun için eşitlik, özgürlük ve halkların kardeşliği düzleminde ve de mümkün olduğunca sınıf perspektifi ekseninde emperyalizm karşıtı başkaldırıyı örgütlemekle mükellefiz.
“Emperyalist müdahaleye ve yerel gericiliğe karşı mücadele edebilir miyiz?” sorusunun yanıtını Paulo Freire’ye bırakıyoruz:
“Ezilenler, ancak ezenlerini keşfettikleri ve özgürleşme için örgütlü mücadeleye girdikleri zaman kendilerine inanmaya başlarlar.”
“Ezilenlerin büyük insanî görevi şudur; kendilerini ve aynı zamanda da ezenlerini özgürleştirmek. İktidarlarını kullanarak, sömüren ve gasp eden ezenler, bu iktidardan ne ezilenleri ne de kendilerini özgürleştirme gücünü alamazlar. Sadece ezilenlerin zayıflığından doğan erk, hem ezilenleri hem de ezenleri özgürleştirecek kadar kuvvetli olacaktır. Kim ezilenlerden daha iyi anlayabilir, ezenlerin korkunçluğunu?”[71]
Bu yolda gerekirse, George Orwell gibi, “Bir savaşa son vermenin en kısa yolu, yenilmektir,” demeliyiz!
Emma Goldman’ın, “Bütün savaşları dövüşemeyecek kadar korkak olan bu yüzden de kendileri adına dövüşmek için dünyanın gençlerini cepheye süren hırsızlar çıkarır,” uyarısını rehber edinmeliyiz!
Charlie Chaplin’in, “Beni duyanlara sesleniyorum. Umutsuzluğa kapılmayın. Mutsuzluğumuzun sebebi hırslı kişilerin insanlığın ilerlemesinden korkmasıdır. Nefret geçer, diktatörler ölür. Halktan aldıkları iktidar halka geri döner. İnsanlar ölür, özgürlük ölmez!” haykırışını unutmamalıyız!
18 Eylül 2013 10:10:12, Ankara.
N O T L A R
[*] İlker Dayanışması’nın 18 Eylül 2013 tarihinde, Dikmen (Ankara) Aşık Mahsuni Şerif Parkı’nda, “Ortadoğu, Suriye, Savaş” başlığı ile düzenlediği panelde yapılan konuşma...
[1] İngiliz Atasözü.
[2] bkz: Yaman Törüner, “Amerika’nın Yükselişi Durdu mu?”, Milliyet, 7 Şubat 2012, s.10.
[3] Nihat Ali Özcan, “ABD’nin Politik Hedefi ve Türkiye”, Milliyet, 3 Eylül 2013, s.20.
[4] Ergin Yıldızoğlu, “Stratejik, Trajik, Tuhaf - II”, Cumhuriyet, 11 Eylül 2013, s.4.
[5] Ergin Yıldızoğlu, “AKP Türkiyesi’nin Yeni İmajı”, Cumhuriyet, 5 Ağustos 2013, s.11.
[6] “Ürdün’de Girilemeyen Mülteci Kampı”, Milliyet, 30 Ağustos 2012, s.21.
[7] “Denizden Saldırı”, Cumhuriyet, 29 Nisan 2012, s.13.
[8] Savaş Kürklü, “Sarin Gazıydı Antifrize Dönüştü”, Cumhuriyet, 3 Haziran 2013, s.3.
[9] “İran Ajansından İddialar: Türkiye İnsani Yardım Etiketiyle Silah Yolladı”, Cumhuriyet, 3 Temmuz 2013, s.15.
[10] “Suriyeli Muhalifler: Türkiye’ye İlanla Teşekkür”, Cumhuriyet, 8 Ağustos 2013, s.11.
[11] “Silah Trafiğinde Esenboğa Durağı”, Cumhuriyet, 26 Mart 2013, s.12.
[12] “Muhaliflere Halep Eğitimi”, Taraf, 20 Haziran 2013, s.3.
[13] “Muhaliflere Silah Türkiye Üzerinden”, Gündem, 27 Mart 2013, s.12.
[14] “El Kaide’de Türk Silahı”, Cumhuriyet, 28 Mayıs 2013, s.16.
[15] “Ana üs: Hatay, Turkey”, Milliyet, 29 Ağustos 2012.
[16] Osman İkiz, “Annan Türkiye’yi Suçladı”, Cumhuriyet, 10 Kasım 2012, s.13.
[17] Reuven Merhav, “Suriye’de Esad’ı Öldürme Vakti”, Ha’aretz, 28 Ağustos 2013.
[18] “Poz Vererek Katliam”, Cumhuriyet, 6 Eylül 2013, s.14.
[19] “Yamyam Muhalefet”, Cumhuriyet, 14 Mayıs 2013, s.14.
[20] “Halep’te El Nusra Vahşeti: 15 Yaşındaki Çocuğa İnfaz”, Cumhuriyet, 11 Haziran 2013, s.16.
[21] Nerdun Hacıoğlu, “Putin: Cenevre’de ‘Yamyam’ İstemiyoruz”, Hürriyet, 5 Haziran 2013, s.24.
[22] “Halep Saldırısında El Nusra Şüphesi”, Milliyet, 17 Ocak 2013, s.23.
[23] “Miniklere Ateş”, Cumhuriyet, 12 Mart 2013, s.12.
[24] “Suudiler Balkanlar’dan Halep’e Türkiye Üzerinden Ağır Silah Taşıyor”, Cumhuriyet, 30 Mart 2013, s.14.
[25] Ayşe Sayın, “Esad’ın Katar İddiası”, Cumhuriyet, 11 Mart 2013, s.4.
[26] “Ankara Suikast Planladı”, Cumhuriyet, 4 Mart 2013, s.12.
[27] Fehim Taştekin, “Yağmalanan Ülke Suriye”, Radikal, 18 Şubat 2013, s.20-21.
[28] Burcu Ünal, “Savaşın Ateşinden Sefaletin Kucağına”, Milliyet, 5 Ağustos 2013, s.16.
[29] Meltem Yılmaz, “5 Metrekarede Acı Yaşam”, Cumhuriyet, 21 Nisan 2013, s.9.
[30] Meltem Yılmaz, “Mekânlar ve İnsanlar Değişse de, Koşullar Değişmiyor”, Cumhuriyet, 22 Nisan 2013, s.6.
[31] Rıza Özel, “23 TL’ye 10 Saat Suriyeli”, Hürriyet, 3 Eylül 2013, s.16.
[32] Robert Fisk, “Esad, Suriye ve Kimyasal Silahlara Dair Hakikât”, Radikal, 11 Aralık 2012, s.19.
[33] Winston Churchill, War Office Minute, 12 Mayıs 1919.
[34] “Esad’ın Gazı İngiltere’den”, ntvmsnbc, 2 Eylül 2013…http://www.ntvmsnbc.com/id/25463928/
[35] Türkkaya Ataöv, “Kimyasal Silah Kullanan ABD’dir!”, Cumhuriyet, 6 Eylül 2013, s.2.
[36] Tarık Ali, “Suriye’ye Müdahale Üzerine”, Gündem, 3 Eylül 2013, s.10.
[37] “Kimyasal Silahta Ters Köşe”, Birgün, 3 Ocak 2013, s.11.
[38] “El Nusra Kimyasal Silahlara Yakın”, Cumhuriyet, 4 Nisan 2013, s.10.
[39] “Sarin Gazını ÖSO Kullandı”, Birgün, 11 Temmuz 2013, s.11.
[40] “Suriye’de Muhalifler Sarin Gazı Kullandı”, ntvmsnbc, 6 Mayıs 2013.
[41] “El Kaide’nin Kimyasal Silah Sabıkası Savcılık İddianamesinde”, Radikal, 13 Eylül 2013, s.11.
[42] Patrick Cockburn, “Suriye’de Kimyasal Propaganda Savaşını Aklınızda Tutun”, Radikal, 23 Ağustos 2013, s.17.
[43] “Muhalifler Çatışıyor”, Sabah, 19 Mayıs 2013, s.15.
[44] “Silahı Veren İhaleyi Kapar”, Cumhuriyet, 1 Mart 2013, s.9.
[45] Mazlum Özdemir, “Ortadoğu, Yeni Dengeler, Petrol ve Kürtler”, Gündem, 10 Nisan 2013, s.13.
[46] “Esad’a Karşıyız Devrilsin İstiyoruz”, Sabah, 28 Temmuz 2013, s.20.
[47] “PYD, Askerî Müdahaleye Karşı”, Taraf, 29 Ağustos 2013, s.10.
[48] Orhan Dil, “Salih Müslim: Meşru Müdafaa Yapıyoruz”, Evrensel, 8 Mayıs 2013, s.11.
[49] “Müslim: Suriye’de Tek Çözüm Siyasidir”, Evrensel, 12 Nisan 2013, s.9.
[50] “Salih Müslim: Davutoğlu’nun Şartları Manasız”, Gündem, 12 Nisan 2013, s.7.
[51] İhsan Dörtkardeş, “Suriye’de Hesaplar Tutmadı”, Hürriyet, 31 Temmuz 2013, s.17.
[52] “Türkiye Karşıtı Değiliz”, Milliyet, 22 Temmuz 2013, s.16.
[53] “Ankara PYD ile Uzlaştı”, Cumhuriyet, 28 Temmuz 2013, s.10.
[54] “Müslim: Bu Bir Hükümet İlanı Değil”, Evrensel, 22 Temmuz 2013, s.8.
[55] “PYD Eş Başkanı Asya Abdullah: Geleceğimiz İçin Bir Yönetim Şart”, Evrensel, 22 Temmuz 2013, s.8.
[56] Özgür Ulusoy, “Cihatçılara Komşu Olursunuz”, Cumhuriyet, 21 Temmuz 2013, s.13.
[57] “Radikal İslâm Türkiye’ye de Tehdit”, Hürriyet, 24 Temmuz 2013, s.14.
[58] PYD lideri Salih Müslim, 25 Temmuz 2013 akşamı İstanbul’a gelirken, bu sürpriz ziyaretle birlikte Resulayn’da sınırın sıfır noktasındaki PYD bayrağı indirildi. (“PYD Lideri ile Kürt Bölgesi Mesaisi”, Cumhuriyet, 27 Temmuz 2013, s.12.)
[59] “AKP’den FAEL’e Askeri Destek”, Birgün, 7 Şubat 2013, s.8.
[60] Mutlu Çiviroğlu, “Kürtlerin Bir Başka Üçüncü Yolu: Cephet el Akrad”, Radikal, 5 Ağustos 2013, s.16-17.
[61] CHP ve MHP her zamanki çizgilerini sürdürerek, Reyhanlı’daki bombalı saldırı sonrası hükümeti suçlarken, BDP Eş Başkanı Selahattin Demirtaş, birlik içinde hareket edilmesi gerektiğine vurgu yaparak, “Bu saldırılara karşı hükümetin yanında olacağız” dedi.
“Suriye’deki mesele AKP’nin Recep Tayyip Erdoğan’ın meselesi değil Türkiye’nin, milletimizin meselesidir. Düşürülen uçak AKP’nin uçağı değil, Türkiye Cumhuriyeti’nin uçağıdır. Şehit edilen polisler Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin polisleridir. Alçakça katledilen masum insanlar Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlarıdır. Bugün bir olmak, beraber olmak zorundayız. Saldırı sonrası hükümeti suçlamak fırsatçılıktır.”
“Bu saldırılar Suriye politikamıza yönelik değil, büyüyen bir Türkiye’ye yönelik saldırılardır. Tuzağa düşmeyeceğiz. Bu yapılanları da yapanın yanına kar bırakmayacağız.
Bizi, Türkiye’yi, Suriye’deki kanlı bataklığın içine çekme yönündeki her provokasyon, her tahrik karşısında, son derece dikkatli, son derece hassas, en önemlisi de son derece soğukkanlı olmak zorundayız. Büyük devlet, hadiseler karşısında soğukkanlılığını muhafaza edebilen, aklıselimle düşünebilen, aklıselimle hareket edebilen devlettir. Birilerinin, Şam’daki canilerle, Şam’daki gayrimeşru yönetimle gönül bağı olabilir. Birilerinin, eli kanlı terör örgütleriyle muhabbeti olabilir. Birilerinin mezhep taassubu içinde bir mezhep çatışmasına körükle gitme niyeti de olabilir ama biz buna izin vermeyeceğiz...” (“BDP Eş Başkanı Demirtaş: ‘Bu Saldırılara Karşı Hükümetin Yanında Olacağız’…”, 13 Mayıs 2013…http://www.sesonline.net/php/genel_sayfa.php?KartNo=57771)
[62] Mahmut Oral, “El Nusra Diri Diri Yaktı”, Cumhuriyet, 8 Ağustos 2013, s.11.
[63] “El Nusra Katliamı”, Cumhuriyet, 3 Ağustos 2013, s.11.
[64] “Lavrov: Nusra 450 Kürt’ü Katletti”, Radikal, 8 Ağustos 2013, s.18.
[65] Namık Durukan, “El Nusra Sivil Kürtleri Vurdu”, Milliyet, 3 Ağustos 2013, s.14.
[66] Özgür Ulusoy, “Camilerden Tecavüz Çağrısı Yapıldı”, Cumhuriyet, 3 Ağustos 2013, s.11.
[67] “Cennetin Anahtarını Taşıyorlar!”, Cumhuriyet, 18 Ağustos 2013, s.4.
[68] Fehim Taştekin, “Kaide Kürtlere Neden Savaş Açtı?”, Radikal, 18 Temmuz 2013, s.18-19.
[69] “Kürtler Hem Rejimin Hem ÖSO’nun Hedefinde”, Evrensel, 10 Nisan 2013, s.8.
[70] LeVif/L’Express internet gazetesi, 3 Eylül 2013.
[71] Paulo Freire, Ezilenleri Pedagojisi, çev: Dilek Hattatoğlu, 9’uncu baskı, Ayrıntı Yay., 2013, s. 43-23.
Yorumlar