“Köşe başını tutan leylak kokusu Yakamı bırak da gideyim.” [1] “Şiir, insanın yaşamasını anlamasıdır,” deyip ekler: “Akılla yazıl...
“Köşe başını tutan leylak kokusu
Yakamı bırak da gideyim.”[1]
“Şiir, insanın yaşamasını anlamasıdır,” deyip ekler: “Akılla yazılan şiir en kötüdür bence...”
Bu kadar da değil; devam eder şöyle:
“Gerçeğe ışık tutmakta gösterdiği başarı yeni şiirin erdemlerinden biridir.”[2]
“Gerçeği duyularımızla tanırız. Hiç ağaç görmemiş birine birden çınarı gösterirseniz ne yapar! İnsan kendini alıştıra alıştıra algılar gerçeği, böylece öldürür onun şaşırtıcı ve olağanüstü yanını. (…) Şiir hep bizden önce vardır, doğada da, kitaplarda da. Şunu söylemek istiyorum: Okumasını ve bakmasını bilirseniz hemen tanırsınız onu.”[3]
“Duygu, akıl dışı bir olaydır. Bilinir, duyulur, ama anlatılmaz. Fransızca deyimiyle intelligible değildir, anlama sığmaz. Ama şu var ki, şairler, duygularını akıl diline çevirerek anlatmaya çalışırlar. Daha doğrusu, akıl dilinde, duygularına bir karşılık bulurlar. Buna, duygularını dillendirirler de diyebiliriz.”[4]
“Şair ister istemez bir düşünür olmak zorundadır, hem de ileriyi gören bir düşünür. Yoksa geri düşüncelerle yoğrulmuş kafa şiire fayda yerine zarar verir. Bu, şairin sadece bir düşünür olmasını istemek değildir. Elbette ki, bir şiir sanatı, bu şiir sanatının da kendine göre bir düzeni vardır. Ama bu düzen, kâinat anlayışımıza, dünya görüşümüze göre ayarlanacağı içindir ki her şeyden önce şairin bir düşünür olmasını gerektirir. Gelgelelim bu o kadar kolay bir iş değildir. Dil öğrenmek ister, meyhanelerden pılıyı pırtıyı toplayıp kitaplıklara geçmek ister, okuyup yazmak, durmadan okuyup yazmak ister. Ama canım, insan da ya şair olmak ister, ya istemez. İsterse, kim dedi şairliğin yağma Hasan’ın böreği olduğunu?”[5]
* * * * *
Kendi hayatını da bir sanat yapıtına dönüştürebilen şair Oktay Rifat 100 yaşında.
Oktay Rifat 10 Haziran 1914’te Trabzon’da doğdu. Şair ve dilci Samih Rifat’ın oğlu. Asıl adı Ali Oktay Rifat. 18 Nisan 1988’de İstanbul’da aramızdan ayrıldı.
1925 yılında, ortaöğrenimine Ankara Erkek Lisesi’nde başlayan Oktay Rifat, liseyi de aynı okulda okudu. Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi’ni 1936’da bitirdi. Aynı yıl, şairin edebi görüşlerini, şiirde biçim ve kural anlayışını tam olarak yansıtan ilk şiirleri, “Varlık” dergisinde yayımlanmaya başladı. 1937’de Maliye Bakanlığı tarafından açılan doktora burs sınavını kazanarak Paris’e gönderildi. Burada üç yıl Siyasal Bilgiler okuyan Oktay Rifat, İkinci Dünya Savaşı’nın patlak vermesi nedeniyle, doktora tezini tamamlayamadan 1940’ta yurda döndü.
Paris dönüşü gerçekleşen bu yazınsal ve düşünsel faaliyetlerinin yanı sıra, bir süre Maliye Bakanlığı’nda görev yapmasının ardından, Matbuat Umum Müdürlüğü’nde (Basın Yayın Genel Müdürlüğü) çalıştı. Sonrasında ise yine Ankara’da serbest avukatlık yapmaya başladı. 1954 yılında kaleme aldığı ve toplumsal sorunlara eğildiği, Karga ve Tilki adlı şiir kitabıyla Yeditepe Şiir Ödülü’nün sahibi oldu. 1955 yılında ise İstanbul’a taşınarak avukatlık mesleğine burada devam etti.
1973 yılında, Devlet Demir Yolları’nda birinci bölge avukatıyken emekliye ayrıldı. Bu dönemde de yazmaya devam etti ve çok başarılı eserler koydu. 1988’de hayata veda etti.
* * * * *
Ankara Erkek Lisesi’nde okurken tanıştığı Orhan Veli ve Melih Cevdet’le birlikte kurdukları “Garip” akımıyla şiirimizdeki en büyük yenilik hareketlerinden birini gerçekleştirdi.
Garip sonrasında da ‘Perçemli Sokak’ ve ‘Âşık Merdiveni’ kitaplarıyla İkinci Yeni akımına koşut, “gerçeğin gündelik düzenini değiştirmek” olarak adlandırdığı yenilikçiliğini sürdürdü.
Şiirde ilk kez Orhan Veli ve Melih Cevdet’le birlikte başlattıkları Garip anlayışı ile tanınsa, ilk kitabı birlikte yayımladıkları “Garip” (1941) olsa da Oktay Rifat kendine has bir şairdir. Garip’in getirdiği ünle yetinmemiş, şiirde her zaman çırak hissetmiş kendini, şiirini geliştirmiş, değiştirmişti.
Oktay Rifat “Hiçbir zaman ‘ben oldum’ demeden, sürekli arayan, bulduğuyla yetinmeyip daha ötesini isteyen bir şair. Rahatlıkla üç-dört şaire yetecek kadar şiir, şiir anlayışı, eğilimi bir arada. Üstelik ilk şiire başladığı günden beri, yirmili yaşlarından beri, her yaptığını bilerek, üzerinde düşünerek yapmış biri. İzah edemeyeceği, hesabını veremeyeceği tek bir dizesi yok! Ustalığının doruğunda bile yenilik peşinde. (...) Belki de bu niteliği nedeniyle hep genç, hep delikanlı, hep heyecan uyandırıcı”ydı.[6]
Garip’le başlayan İkinci Yeni’ye, toplumculuğa, gerçeküstücülüğe, mitolojiye uğrayan, her uğrak yerinden kazanımlarla çıkıp billurlaşan bir şiiri var Oktay Rifat’ın. Her zaman önce şair olmuş, hayata ve kitaplara şair olarak bakmış, yaklaşmıştı.
1966’da yayımlanan ‘Elleri Var Özgürlüğün’ kitabıyla, geçirdiği bütün yenilik arayışlarının ardından gelen “başyapıtlar dönemi” diyebileceğimiz büyük yaratıcılık yılları geldi. ‘Şiirler’, ‘Yeni Şiirler’, ‘Çobanıl Şiirler’ gibi yapıtlarında, Türkçenin ses zenginliği, sınırsız imge zenginliği bir aradaydı.
Yaşadığı yıllarda şiir tartışmaları içinde de yer almış, toplum, birey ve şiir üstüne en çok düşünmüş, şiir uğraşının toplumsal yararını da gözetmiş ozanlardandı. “Şiir, sosyalizm ve yalandan sakınma bana kişiliğimin temel direkleri gibi görünür” demişti bir konuşmasında.
“İyi”nin ve “güzel”in ardında, kendini ve şiirini yenileye yenileye büyük bir şair hayatı yaşadı Oktay Rifat. “Her şey insan içindir” diyordu, “Bilgi de, sanat da insan için. İnsanın, tabiatın ve toplumun yıkıcı kuvvetlerini yenerek daha rahat, daha kolay, daha insanca yaşaması için. Bu ana kuralın tersine kürek çekmek şairliğe sığmaz gibi geliyor bana.”
Şiir üstüne yapılmış belki de en güzel tanımlardan birini de, Metin Eloğlu’nun bir sorusuna verdiği yanıtta söyledikleriyle ona borçluyuz: “Şiir olmasaydı, yaşama dediğimiz oluşun çarklarından biri eksilirdi. Belki kıyamet kopmazdı ama insanlar sevişemez, öpüşemez, beğenemez, yarınların yeni düzenine şiirli dünyanın hızıyla kavuşamazdı.”[7]
İyi de şiirde Oktay Rifat olmasaydı?
Kıyamet kopmazdı ama Türkçemiz mutlaka çıplak, şiirimiz dilsiz kalırdı.
Oktay Rifat’ı, 18 Nisan 1988’de kaybettiğimizde şiir, doruklara ulaşmış bir ozanını yitirmişti. On altı şiir kitabı, üç romanı, Fransızca’dan çevirileri yayımlanmış, çeşitli sahnelerde oyunları oynanmıştı.
Bir şiirinin adı gibi, ‘Nara Benzer’di, çoktu. Çokluğu, yalnızca yetenekli bir sanatçı olması değil, bu yeteneğini, insanlık kültürünün, bilgi ve deneyiminin bütün unsurlarıyla, kısacası insan olmanın o yüce değerleriyle buluşturup, kendi hayatını ve kişiliğini de bir sanat yapıtına dönüştürebilmiş olmasındaydı.
Bu yüzden Oktay Rifat, yalnızca birbirinden güzel şiirlerin değil, aynı zamanda örnek, güzel bir hayatın da simgesi oldu.
* * * * *
Elli yıla yaklaşan bir şiir birikimi… Garip Hareketi’nin ve İkinci Yeni akımının öncülüğünü yapan Oktay Rifat’ı oğlu Samih Rifat’ın, “Övünmekten ve övülmekten hoşlanmayan, gerçeği, gerçek değerleri görmeye, anlamaya çalışan, alabildiğine alçak gönüllü bir kişilik,” sözleriyle betimlemek, en iyisi…
Kolay mı? romanları, oyunları, denemeleri ve çevirileriyle bütünlüklü bir edebiyat insanı olması yanında yaşamının özellikle son yıllarına sığdırdığı ressamlığı da vardı. Kalemiyle şiirinde yarattığı imgeler ve resimlerle yetinmeyip sık sık fırçasına sarılmıştı…
“Halk için girişilen savaşta/ O korkulu sevincin/ Öfkenin kıymetini bil/ Bil ki bu/ Budur işte/ Güneş yalnız dirileri ısıtır/ Güneşin kıymetini bil,” dizelerindeki üzere insandı; insana yakındı ve insan(lık)a ait olan hiçbir şey, “Boğazından lıkır lıkır geçen şu suyun kıymetini bil,” diyen Oktay Rifat’a yabancı değildi…
18 Kasım 2014 12:59:56, Ankara.
N O T L A R
[*] Patika Dergisi, No:88, Ocak-Şubat-Mart 2015
[1] Oktay Rifat.
[2] Oktay Rifat, Yeditepe Dergisi, 8 Aralık 1958.
[3] Oktay Rifat, Yusufçuk Dergisi, 1980.
[4] Oktay Rifat, Yeditepe Dergisi, 28 Şubat 1959.
[5] Oktay Rifat, “Şiir Konuşması”, Yaprak, 15 Şubat 1949, s.62.
[6] Metin Celâl, Şiir Ustalardan Öğrenilir, Everest Yay. 2006.
[7] aktaran: Refik Durbaş, “Oktay Rifat 100 Yaşında...”, Birgün, 12 Haziran 2014, s.2.
Yorumlar