İnsanlar vardır; Gelip geçerler hayatlarımızdan... Kimi depremlerle gider, Kimi fırtınalarla... Ben kalanlardan yanayım... Gitm...
İnsanlar vardır;
Gelip geçerler hayatlarımızdan...
Kimi depremlerle gider,
Kimi fırtınalarla...
Ben kalanlardan yanayım...
Gitmeyenlerin sadakatini ve sabrını severim,
Sarılıp bırakmayanların sıcaklığını...”[2]
Şu an konuşmak kolay değil; sözcükler, duygu ve düşüncelerimin imdadına yetişmeli; yoksa vay hâlime!
Söze nasıl başlamalıyım?
En iyisi, içimden geldiği gibi, protokole ya da alışılmışlara aldırmadan salondaki kalabalığa değil; sizlerle seslenmek istiyorum Yeni Kapılılar, isteyenler de kulak kesilip dinlesin bizi…
* * * * *
Başkalarını bilemem, ama bencileyin dünyanın en zor işlerinden birisi, ince eleyip sık dokuyarak, defalarca tartıp ölçerek, “Seni seviyorum” demektir.
Hiç mi hiç kolay değildir; yaşadıklarımdan öğrendim bunu; Cemal Süreya’nın, “Sevmek, ne uzun kelime./ Derin deniz mavisi” dizelerindeki üzere…
O hâlde “Sizleri seviyorum Yeni Kapılılar, kardeşlerim, yoldaşlarım,” diyerek başlayayım sözlerime.
Sizler, karanlığın ortasında imkânsız denilen bir ihtimalin işaretisiniz, çoban ateşisiniz.
“İmkânsız” ilan edilen insana özgü her şeyi mümkün kılan bir başkaldırı işaretidir Yeni Kapı.
Kolay mı; Onlar, ezilenlerin safındaki vicdanın eylemliliğiyle özgürce yaşayıp; özgürlüğü yaşayarak yeşertirler…
Yaşamın, seyircilikten kurtulup, oyuna girildiği anda başlandığını unutmaz; hatırlatırlar, “Jiyan mîna çîrokekê ye, girîngîya wê ne ji dirêjbûna berhemê ye, ji başbûna wê ye/ Hayat bir öyküye benzer, önemli yanı eserin uzun olması değil iyi olmasıdır,” diyen Seneca’yı desteklercesine…
* * * * *
Sizleri sevmek boşuna değildir. Çünkü umuttan, ütopyadan, gelecekten söz ettiğimde hep, tam karşımda bana bakarak gülümseyen çocukları, yani Yeni Kapılılar’ı düşünür/ hatırlarım.
“Pueritia semper amabilis/ Çocukluk her şeyden daha değerli,” diyen boşuna dememiş.
“Çocuk olmak”, “Çocuk kalmak”, “İçindeki çocuğu öldürmemek” Yeni Kapılılar’ı betimleyen temel özelliktir.
* * * * *
Hepimize, herkese “Kral çıplak” diye haykıran Yeni Kapılı çocuklar, aslında hepimize bir hayat (ve umut) dersi vermektedirler: “Başka bir dünya mümkün” vurgusuyla…
Gerçekten de Andrei Tarkovski’nin, “Hepimiz, kocaman bir koronun söylediği şarkıya, sadece ağzını kımıldatarak eşlik eden; ama kendi sesini çıkarmaktan aciz bir noktadayız,” diye tanımladığı “insanlık durumu”nda; ayrı ayrı bitişik evlerde izole edilmiş; beton şehirlerin varoşlarına hapsedilmiş olarak; medyanın beyin yıkaması eşliğinde; depresyondan, hastalıktan, rezaletten, utançtan, alçaltılmadan malûl hâlde, hapishane hücrelerindekiler gibi yaş(atıl)ıyor, ya da “yaşadığımızı” zannediyoruz…
Bu tabloda “yaşadığını” zannedenler, “yaşıyor” denilmesi mümkün olmayan robotlar ya da “canlı ölüler”dir.
Çünkü sürdürülemez kapitalist vahşet, robotlar ya da “canlı ölüler” için her şeyi çoktan söylemiş ve formatlamıştır. Yani yol çizilmiştir; rol hazırdır, etiketler de…
İnsan(lık)ın sürüleştirildiği bu dizaynda insanın maymunla ortak atayı paylaştığı bir “sır” değilse de; bu gerçek, kimi insan(cık)ların maymunu küçük düşürmemesi için saklanırken, “İnsan düşünen bir varlıktır,” denir denmesine de; bütün insan(cık)lar öyle mi? Olmadığı kanaatindeyim!
“Neden” mi? İnsan, gören, düşünen, eyleme geçendir. Bu bağlamda insan(lık)ın hakikâti, gösterdiğinde değil, gösteremediğindedir. Böyle değilse, insan(cık) insan değildir; “olağan”ın kuklasıdır!
Evet, evet söz konusu formatta asıl hapishane insanın kafasında, ruhunda yarattığı köleliktir; “olağan” denilene teslimiyettir.
Bu durumda önemli olan yaşamaktan çok; “Hayır”ın “Evet”ten önce geldiğini unutmayan, insan olma ve kalma ısrarıdır. Çünkü insan, uğrunda ölümü göze alabileceği bir şey bulmadığı müddetçe, insan değildir; ve “Hayır” diyemeyen kişi güçsüzdür; “Hayır” diyemeyen kişinin, “Evet”inin de anlamı yoktur.
“Kral çıplak” diye haykıran Yeni Kapılılar bize, hepimize “Hayır” diyen insanın erdemini ve gerekliliğini hatırlatırlar.
Bize, insan olduğumuzu ve nasıl insan kalabileceğimizi anımsatırken; devrimci sanatın da ne olması gerektiğini hepimize işaret eden Yeni Kapılılar’a çok şey borçluyuz.
* * * * *
Çünkü Vergilius’la birlikte “Carpe viam et suspectum perfice munus/ Kendi yolunda git ve başlanmış işi bitir,” dercesine; “Functus officio/ Kendi işini yap”; “Facta sunt potentiora verbis/ İşler sözlerden güçlü”; “Dicere non est facere/ Söylemek, yapmak demek değil”; “Dictis facta respondeant/ Sözler işe/ fiile uygun olmalı” gerçeklerinin altını çocuksu bir ısrarla çizerlerken; abartıyor falan değilim: Onlar çok şey borçluyuz!
Borçlu olduğumuz Onlar; “Siz de ‘Şah’ diyeni öldürürlerse,/ ben de bu yayladan Şah’a giderim,” diyenlerdir Pir Sultan Abdal gibi…
Borçlu olduğumuz Onlar; Tahir olmak da ayıp değil Zühre olmak da/ hattâ sevda yüzünden ölmek de ayıp değil,” diye haykıran Nâzım Hikmet’in çocuklarıdırlar…
Borçlu olduğumuz Onlar; “Ne kadar azsan, yaşamını ne kadar az görkemli kurmuşsan, o kadar çoksun demektir ve görkemli yaşamın da o denli büyüktür,” diyen Karl Marx’ın takipçileridirler…
Borçlu olduğumuz Onlar; “Ades animo et omitte timorem/ Cesaretini kaybetme ve korkuyu bir kenara bırak,” saptamasıyla Çiçeron’un uyarısını yaşatanlardır…
Borçlu olduğumuz Onlar; “Biz de bir güneş sığdıralım ömrümüze/ Ve aldırmayalım hiç, gelen geceye,” dizelerinde Fernando Pessoa’nın tarif ettiği cürettir ki, bu hâlleriyle de, “Gerçek insan adanmış insandır, bir başka deyişle özgeci insandır. Gerçek insan mutluluğun ünlerde, unvanlarda, zenginliklerde, gösterişlerde, mal mülk biriktirmelerde, egemen olmalarda değil; yalnızca ve yalnızca adanmalarda olduğunu bilir. Kendine egemen olmanın dışında kimseye egemen olmak istememek ve böylece kendini insanlığın yolunda duymak gerçek ahlâkın temel özelliğidir,”[3] saptamasını hatırlatırlar Afşar Timuçin’in…
* * * * *
Diyeceklerimi toparlarsam: Bir hayli yaşlandım; bunu bana anımsatan şeylerden birisi de Yeni Kapı’nın onuncu yaşına girmesi…
Yaşlandığını bilenlerden birisi olarak, hayalleri(mizi)n yerini pişmanlıklar(ımız) almadıkça soru(n) olmadığının altını çizerek eklemeliyim: Gençlere onlardan daha akıllı olduklarını söyleyip duran yaşlılara, saçmalıklarına aldırmayın.
Hiç yaşlanmayan Yeni Kapılılar’a bakın, takip edin, kulak verin ve böylelikle de Onlara (yani insan(lık)a) borcunuzu ödeyin!
Gilles Deleuze’ün, “Devrimin en güzel tarafı birbirini tanımayanları akraba kılmasıdır,” saptamasını anımsayarak Yeni Kapılılar ile kardeş, yoldaş olun!
Nihayet “Sanatta işlenecek suç yoktur” kararlılıklarındaki üzere Onlar gibi başkaldırın; zulme, zalimlere karşı…
16 Mart 2015 12:03:18, Ankara.
N O T L A R
[1] 19 Mart 2015 tarihinde İzmir’de “Yenikapı Tiyatrosu’nun 10. Yıl Buluşması”nda yapılan konuşma… Newroz, Yıl:8, No:267, 25 Mayıs 2015…
[2] Şems-i Tebrizi.
[3] Osman Bozkurt, Bir Portre Afşar Timuçin, Bulut Yay., 2015.
Yorumlar