“Şiire, aşka ve ölüme inanıyorum, diyor, işte bu yüzden ölümsüzlüğe de inanıyorum. Bir dize yazıyorum, dünyayı yazıyorum; ben varım;...
“Şiire, aşka ve ölüme inanıyorum, diyor,
işte bu yüzden ölümsüzlüğe de inanıyorum.
Bir dize yazıyorum, dünyayı yazıyorum;
ben varım; dünya var.”[1]
Bellek tazeleyen bir panzehirdi modern zamanlarda Eric Hobsbawm…
O; “Geçmişin ya da daha çok kişinin çağdaş deneyimini önceki kuşakların deneyimine bağlayan toplumsal mekanizmaların yok olması, geç XX. yüzyılın en karakteristik ve ürkütücü fenomenlerinden biridir. Yüzyılın sonunda çoğu genç erkek ve kadın, içinde yaşadıkları zamanın geçmişiyle her türlü organik ilişkiden yoksun, bir tür sürekli şimdiki zaman içinde yetişti,”[2] uyarsıyla modern zamanların devreye soktuğu tahribata dikkat çekerdi; Hegel’in, “Afrika’nın tarihi yoktur”; Ömer Hayyam’ın, “Tarih, kainatın vicdanıdır”; W. Goethe’nin, “Tarihin en büyük bölümü dedikodudan başka bir şey değildir,”[3] saptamalarına ve post-modern tahrifata tashih atarcasına…[4]
‘Braveheart/ Cesur Yürek’deki ifadeyle “Tarih kahramanları asanlar tarafından yazılmış,” olmasına itiraz edenlerden birisi olarak “Hobsbawm’ın yaşamının en büyük başarısı, Britanya’daki tarih okumasını dönüştürmesiydi. Konuyu dar kafalılıktan ve yavan ampirizmden kurtararak, geçmişe -toplumsal protestonun tarihinden geleneğin keşfi ve cazın etkisine- yeni bir ışık tutan savaş sonrası kuşaktandı O.
Hobsbawm’a göre, tarih, günümüz konuşmalarının bir parçası olmalıydı. Okumuş bir kitle için popüler tarih kitapları yazmayı içeren İngiliz tarih geleneğine cuk oturuyordu. AJP Taylor ve Hugh Trevor-Roper gibi yaşıtlarının yanı sıra Thomas Babington Macaulay ve G. M. Terevelyan’a kadar uzanan tarih yazımı uygulamasının bir parçasıydı. XIX. yüzyılın sanayi ve imparatorluğu üstüne kitapları ve XX. yüzyıla ilişkin çok satan yapıtı, geniş bir okuyucu kitlesine pek az bilim insanının boy ölçüşebileceği küresel bir tarih sundu.
En önemli katkısı, tarihte sınıf ve ekonominin incelenmesini Britanya akademi çevrelerine açmasıydı. Komünist parti tarihçiler grubundan olması ve Fransız Annales tarih okuluyla bağlantısı, toplumsal tarih ve toplumsal yapının, geçmişin her türlü kapsamlı anlatımındaki rolünü vurgulamaya yöneltti onu. Hobsbawm’a göre, toplumsal tarih, yitik sesleri canlandırarak ve halkın yaşanmış gerçekliğini sahnenin ortasına yerleştirerek, solun daha geniş siyasal projesinin parçası olmalıydı. Hobsbawm hiçbir zaman kaba bir materyalist olmadı; hep düşünceler tarihinin önemine inandı, en çok da Marksizmin…”[5]
* * * * *
‘Milletler ve Milliyetçilik’in son bölümünde, “… ‘Millet ve milliyetçilik’ artık, böyle tanımlanan politik birimleri, hatta bir zamanlar bu sözcüklerle tanımlanan duyguları -bırakın çözümlemeyi- tanımlamak için bile uygun terimler değildir. Milliyetçiliğin milli devletin gerilemesiyle birlikte bir gerileme içine girmesi imkânsız değildir. (…) O günün yakın olduğunu iddia etmek saçma olur. Ama bunun en azından tasarlanabileceğini umuyorum. Her şey bir yana, tarihçilerin milletler ile milliyetçiliğin incelenip analiz edilmesinde en azından biraz ilerleme kaydetmeye başlamaları bu fenomenin zirve noktasını geride bıraktığını düşündürmektedir. Hegel’in dediği gibi, bilgelik getiren Minerva’nın baykuşu alacakaranlıktan çıkmaktadır. Onun şimdi milletler ile milliyetçiliğin etrafında dolanması iyiye işarettir,”[6] diyen Hobsbawm’ın milliyetçilik üzerine çalışanların temel referans kaynaklarından biri olsa da pek çok yerde olduğu gibi Türkiye’de asıl olarak -Kısa XX. Yüzyıl’la birlikte- Devrim, Sermaye ve İmparatorluk çağı “dörtlemesi”yle tanındı.
Fransız Devrimi’nden 1990’lara kadarki zaman dilimini kendi Marksist perspektifiyle ve yine kendine has yalın üslubuyla anlattığı “çağ” dizisi, modern zamanları anlamak için temel başvuru kaynağı niteliğindeyken; Hobsbawm’ın bir diğer özelliği de caza olan tutkusuydu. New Statesman’a Francis Newton mahlasıyla (Billie Holiday’in grubunda trompetçi olarak yer almış komünist bir cazcı olan Frankie Newton’dan esinlenerek) caz üzerine yazılar da yazıyordu.
* * * * *
Nitelikli bir entelektüel olan Hobsbawm, Viyanalı bir Yahudi anne ile İngiliz Yahudisi bir babanın çocuğu olarak 1917’de Mısır’ın İskenderiye şehrinde doğdu. Bir yazım hatası sonucu Obstbaum olan soyadı Hobsbawm’a değişen tarihçi çocuk yaşta Viyana’ya geldiklerinde ailesi yoksul düşecek; kısa aralıklarla anne ve babasını kaybedecektir.
Berlin’de akrabalarının yanında hayata tutunmaya çalışırken Nazilerin ayak sesleri yükselmeye başlamıştı çoktan. Göçmen, Yahudi ve öksüz olarak alt sınıftan biridir; erken yaşta Sosyalist hareketlere katılacaktır. Nazilerin iktidara gelmesinden hemen önce Almanya’yı terk edip İngiltere’deki akrabalarının yanına sığınacaktır.
Hayatı boyunca radikal sosyalist fikirlere bağlılığını sürdüren Hobsbawm, 14 yaşındayken yükselen faşizm karşısında, komünist partisine katıldı. 1933 yılında Almanya’da Adolf Hitler’in Nazi yönetimine geçilirken, Londra’ya taşındı. Cambridge’de doktorasını tamamladıktan sonra 1947’de Birkbeck College’da ders vermeye başlayan Hosbawm, ilk kitabını bir yıl sonra yayımladı.
30’u aşkın kitabında, XIX. yüzyıl sanayisini ve devrimlerini, ayrıca İkinci Dünya Savaşı’ndan Avrupa’da sosyalist rejimlerin yıkılışına dek geçen dönemi irdeledi. “İnsanlık tarihinin en olağandışı ve berbat yüzyılında yaşadığını” söyleyen Hobsbawm, komünizmin XX. yüzyıldaki sorunlarına rağmen Marksist ideallerinden vazgeçmedi.
Cambridge King’s College’da okuduğu yıllarda, 1936’da Komünist Parti’ye katılan Hobsbawm, kapanana kadar da partiden ayrılmadı.
1952’de Marksist düşünceden olmayanların da katkıda bulunduğu ‘Past and Present’ dergisinin kurucuları arasında yer aldı. Toplumsal tarihin ‘diptekilere’ odaklanılarak ele alındığı dergide, geleneksel Britanya yemeği ‘Fish and Chips’in işçi sınıfıyla bağlantısından Chicago’lu gangsterlere geniş yelpazeden konular irdeleniyordu. İlk iki kitabını ‘The Jazz Scene’ ve kapitalizmin doğuşundaki isyan hareketlerini incelediği ‘İlkel Asiler’i 1959’da yayımladı.
Dışarıdan müdahaledense içeriden eleştirmenin daha dönüştürücü bir etkisi olduğunu düşünen Hobsbawm, Sovyetler’in 1956 Macaristan işgaline karşı olduğunu açıklayıp, 1968’deki Prag Baharı’nı desteklese de, zıt görüşün hâkim olduğu Komünist Parti’de kalmaya devam etti. Sovyetler’le arasına mesafe koyan Avrupa komünizminin öncülerinden Antonio Gramsci’ye hayranlığını da defalarca ifade etti.
1968 olaylarından da heyecanlansa bile bunun toplumsal bir harekettense tüketim toplumunun geçirdiği bir safha olduğunu öne süren Hobsbawm, üretken bir tarihçiydi. Fransız devrimi ve endüstriyel devrim üzerine yoğunlaşan Hobsbawm’un külliyatında ‘eşkıyalık’ kavramı da önemli bir yer tutuyordu. Makalelerinde barbarlık, modern çağ, işçi sınıfı hareketlerinde problemler, anarşizm ve komünizm arasındaki çatışma gibi konuları da inceleyen Hobsbawm iki kere evlenmişti.
HOBSBAWM’IN TÜRKÇEYE ÇEVRİLEN ESERLERİ
|
i) Devrim Çağı: 1789-1848 (Dost Kitabevi Yay.); ii) Sermaye Çağı: 1848-1875 (Dost Kitabevi Yay.); iii) İmparatorluk Çağı: 1875-1914 (Dost Kitabevi Yay.); iv) Aşırılıklar Çağı: 1914-1991 (Sarmal Yay.); v) Tarih Üzerine (Agora Kitap.); vi) Devrimciler (Agora Kitap.); vii) Eşkıyalar (Agora Kitap.); viii) Sanayi ve İmparatorluk (Dost Kitabevi Yay.); ix) Yeni Yüzyılın Eşiğinde (Yordam Kitap); x) Küreselleşme, Demokrasi ve Terörizm (Agora Kitap.); xi) Sıradışı İnsanlar: Direniş, İsyan ve Caz (Yordam Kitap); xii) Tuhaf Zamanlar (İletişim Yay.); xiii) İlkel Asiler (İletişim Yay.); xiv) Milletler ve Milliyetçilik (Ayrıntı Yay.); xv) Fransız Devrimine Bakış (Agora Kitap.); xvi) Geleneğin İcadı (Agora Kitap.); xvi) Sıradışı İnsan, (Bulut Yay.)
|
Ünlü tarihçinin 1789-1914 yılları arasındaki dönemi incelediği ve “Devrim Çağı” (1962), “Sermaye Çağı” (1975) ve “İmparatorluk Çağı” (1987) adlı kitaplardan oluşan üçlemesi okurlarını derinden etkilemişti. Daha sonra yayımlanan “Aşırılıklar Çağı” adlı dördüncü ciltte ise 1914’ten 1991’e uzanan dönem ele alınmıştı.
Hobsbawm’ın 2011’de yayımlanan son kitabı “Dünya Nasıl Değiştirilir” ise, Marx ve Marksizm üstüne 1960’lara kadar uzanan denemelerini içeriyordu.
İngiltere’nin en tanınmış tarihçilerinden A.J.P. Taylor, Hobsbawm’ın en önemli özelliklerinin, tarihte olup bitenlere kusursuz açıklamalar getirmesi ve sıradan insanları esas alması olduğunu söylemişti:
“Pek çok tarihçi, bir meslek hastalığı olarak, yalnızca yukarı sınıflarla ilgilenir ve birkaç yüzyıl önce yaşamış olsalar kendilerinin de bu ayrıcalıklılar arasında olacağını varsayarlar. Oysa hiç de öyle değildir. Hobsbawm ise sımsıkı bağlarla barikatların öbür tarafındakilere bağlıdır.”
* * * * *
“Bir ulusu ulus yapan da, bir ulusu öteki uluslar karşısında haklı çıkaran da geçmiştir; geçmişi ortaya çıkaran ise tarihçilerdir…
“Öyle anlaşılıyor ki, Amerikan yurtseverliği, dışlanan bir kesimi ölçü alarak değer biçiyor kendine: Doğru Amerikalılar, aslında Amerikalı olmayan yanlış Amerikalılar gibi olmadıkları için doğru Amerikalılardır…
“Hint ve Çin lokantalarının dünya çapında yaygınlığının gösterdiği gibi, yabancı düşmanlığı yabancı kültürel dışalımlara değil, yabancı insanlara yöneliktir…
“Milletler ve milliyetçilik alanında çalışan hiçbir ciddi tarihçi politik anlamda kararlı bir milliyetçi olamaz’ Milliyetçilik, doğru olmadığı apaçık olan şeylere çok fazla inanmayı gerektirir…
“Eroinmanlar için Pakistan’daki haşhaş yetiştiricileri ne ise, milliyetçilik için de tarihçiler odur: Pazar için gerekli hammaddeyi sağlarız…
“Öyle görünüyor ki, yabancı düşmanlığı, XX. yüzyıl sonunun kitle ideolojisi hâline gelmekte. Bugün insanlığı bir arada tutan, insan soyunun ortak yanlarının yadsınması…
“En çok toplumsal sorumluluk taşıyan bilim insanlarının bile, uğraşlarının toplumsal sonuçları konusunda birey olarak, hatta bir grup olarak yapabilecekleri pek bir şey yok…
“Ütopyacılık, büyük olasılıkla, onsuz hiçbir büyük devrimin gerçekleştirilemeyeceği insanüstü çabaları yaratmak için gerekli bir toplumsal aygıttır…” diyen Marksist tarihçi Hobsbawm, 95 yaşında yaşama veda ederken; ardında bıraktığı en önemli özelliği, tarihte olup bitenleri açıklarken sıradan insanları temel almasıydı…
Yaşamı boyunca sosyalist kalan Hobsbawn’ın kızı Julia Hobsbawm, babasının, son saatlerine kadar dünyada olup bitenlerle yakından ilgilendiğini, yatağının gazetelerle dolu olduğunu söyledi. Julia Hobsbawm, babasının bir hafta kadar önce torunlarına “meraklı olmayı” öğütleyerek “Merak bir insanın sahip olabileceği en değerli şeydir” dediğini belirterek ekledi:
“Babam üç de kitap tavsiye etti. Biri Dostoyevski’nin ‘Suç ve Ceza’sı, biri de W.H. Auden’ın şiirleri. Ve son olarak da, gözleri parlayarak ‘Komünist Manifesto’ dedi...”
31 Aralık 2014 12:10:49, Ankara.
N O T L A R
[*] Ümüş Eylül, Yıl:4, No:15, Nisan-Mayıs-Haziran 2015…
[1] Yannis Ritsos, ‘Son İstek’.
[2] Eric Hobsbawm, Kısa XX. Yüzyıl 1914- 1991, Aşırılıklar Çağı, Çev: Yavuz Alogan, Sarmal Yayınevi, 2012.
[3] W. Goethe, Goethe Der ki, çev: Gürsel Aytaç, Kültür ve Turizm Bakanlığı Yayınları: 534, 2’inci baskı, 1986, s.95.
[4] “Kendi başlarına karar vermekten aciz ne kendilerini ne de eylemlerini nesneleştirebilen kendi koydukları hedefleri olmayan, anlam veremedikleri bir dünyaya gömülü yaşayan, ağır basan bir şimdide varoldukları için bir ‘yarın’ ve bir ‘bugün’ü olmayan hayvanların tarihi yoktur.”
“Nitekim hayvanlar yükümlü olamazlar. Tarihten yoksun yapıları onların hayatı ‘üstlenmesine’ imkân vermez. Hayatı üstlenemedikleri için hayatı kuramazlarda ve kuramadıkları için hayatın genel yapısını değiştiremezler. ‘Güdü’ dünyalarını, kültür ve tarihi kapsayan anlamlı bir simge-dünyaya dönüştürmeleri için, kendilerini hayatın yıkıma uğrattığı varlıklar olarak ta göremezler.” (Paulo Freire, Ezilenlerin Pedagojisi, Ayrıntı Yay., Çev: D. Hattatoğlu-E. Özbek, 1991, s.75.)
[5] Celâl Üster, “Tarihi Fildişi Kulesinden Çıkardı”, Cumhuriyet Kitap, No:1185, 1 Kasım 2012, s.6.
[6] Eric Hobsbawm, Milletler ve Milliyetçilik, Ayrıntı Yay., çev: Osman Akınhay, 3. baskı, 2006.
Yorumlar