SİBEL ÖZBUDUN-TEMEL DEMİRER “Şiir, mumdan kayıklarla alev denizini geçmeye benzer.” [1] Turgut Uyar’ın, çok önceleri dillendirdiği...
SİBEL ÖZBUDUN-TEMEL DEMİRER
“Şiir, mumdan kayıklarla
alev denizini geçmeye benzer.”[1]
Turgut Uyar’ın, çok önceleri dillendirdiği saptama hâlâ güncel gerçek(liğimiz).
Ne demişti şair? Anımsayıp/ anımsatalım: “Şiir çıkmazdadır. Bütün şiir yazanlara, edebiyat yazanlara hatırlatmak gerekir: Şiir çıkmazdadır. Çünkü insan çıkmazdadır, sorunlar çıkmazdadır, toplum değişiyor, insan değişiyor, insanın yeri değişiyor, insanın ilişkileri ve sorunları değişiyor…
1930’un eksik idealizmi 1940 realizmi ve 1950’nin hastalıklı romantizmi ile bugünün insanın betimlemek mümkün değil.
Çünkü insan çıkmazda. Ama bütün sorun bir çıkmazın bilincine varmakta. Şiirin çıkmazda olmadığını düşünenlerden yana değiliz.
Çünkü bu çıkmaz; bilince, bilgiye, uygunluğa, çağdaş şaire ve insana yeni bir imkândır.”[2]
* * * * *
Çıkmaz ile imkânın iç içe geçtiğini bir an dahi unutmadan; Sümer’den, Babil’den, Asur’dan, eski Yunan’dan yadigar sanat dalı şiirin bir çığlık, bir ilan-ı aşk, sıkılı bir yumruk, umut, kurtuluş çağrısı olduğunun kaydedilmesi büyük önem arzediyor.
Pablo Neruda’nın, “En büyük ödülüm bir gerillanın sırt çantasında bulunması olacaktır şiirimin,” vurgusundaki ölçütle değerlendirilmesi gereken şiir, söyleyecek bir “sözü” olanın, o sözü olabilecek en estetik biçimde söylemesidir.
Kolay mı? Octavio Paz’ın, “gördüğüm ve söylediğim/ söylediğim ve sustuğum/ sustuğum ve düşlediğim/ düşlediğim ve unuttuğum/ arasındadır: şiir,” diye tanımladığına Hasan Hüseyin Korkmazgil’in de
“biliyorum/ matarada su/ torbada ekmek/ ve kemerde kurşun değil şiir/ ama yine de/ matarasında su/ torbasında ekmek/ ve kemerinde kurşun kalmamışları/ ayakta tutabilir,” notunu düşmesi boşuna değildir…
* * * * *
Hakkında saatlerce konuşulabilecek, sayfalarca yazılabilecek duyguları, durumları kısacık yazıyla anlatabilme sanatıdır şiir: Mesela, “...Can benim düş benim ellere nesi...”; “...Yaşamak şakaya gelmez, büyük bir ciddiyetle yaşayacaksın...”; “...Acılar da sevinçler gibi olgunlaştırır insanı...”; “...Ben sana mecburum...”; “...Gözlerin gözlerime değince felaketim olurdu, ağlardım...”; “...Fakat artık umut yetmiyor bana...” dizelerinin anlattığı gibi…
İnsanın kalbini titreten kelimeler kombinasyonudur şiir; asi bir çocuktur; sesin feryadıdır; hakikâti işaret eder ya da etmeye çalışır.
İnsan(lık)ın med-ceziridir şiir. Ondan söz açılınca unutulmamalı: Aşk ve isyandır onun tarihçesi!
Siz aldırmayın Süreyya Berfe’nin, “sümerlerden bu yana şiir yazılıyormuş,/ bakıyorum dünyanın hâline,/ yazılmasa da olurmuş,” demesine!
Şiir, aşkın varlığının kanıtıdır, diyebiliriz; öyle ki, şairin yazdığı değil; şairin uğruna yandığına şiir denir.
Bir yaşama biçimi olması yanında; Ataol Behramoğlu’nun, ‘Okyanusla İlk Karşılaşma’sında “şiir ne için yazılır/ ve neye karşı;/ esirgeyen, bağışlayan aşk adına/ esirgemeyen, bağışlamayan ölüme karşı” notunu düştüğü şiir, kendisinden öte bir şeydir.
* * * * *
Bunlardan neden mi söz ettik?
Uzun yıllardır zindan(lar)da Recep(Çitikbel)’in terennüm ettiği türkü(/şiir)lerden…[3]
O da “Şiir olmayan yerde insan sevgisi de olmaz. İnsanı insana ancak şiir sevdirir. Şiir, insanı insana yaklaştıran şeydir,” diyen Sait Faik Abasıyanık gibi düşündüğünü ifade eder, ‘Şiirsiz’ başlıklı “Ne geliyorsa başımıza şiirsizlikten” (s.79.) dizelerinde.
Şiir onun için bir türküdür; ‘Dilinde Türkü’ başlıklı, “İçeridesin,/ Duvarla örülü her yanın/ Haftada on dakika telefon/ Senden çok, konuşur karşındaki//
Yılda birkaç kez/ Gelenin olur/ Gider sarılırsın//
Zaman geçer/ Unutursun yaşını//
Bir avuç gökyüzüne bakarsın/ yakarsın bir cıgara/ Duyarsın akarsuların sesini/ Dilinde Pir Sultan türküsü/ ‘Dönen dönsün ben dönmezem yolumdan’…” (s.1-3.) dizelerindeki üzere.
Tıpkı ‘Sen Türkülerini Söyle’ başlıklı, “Sen türkülerini söyle/ Eylül, bahar olacak bir gün” (s.6.) dizelerindeki inançla, kararlılıkla söylenen...
* * * * *
‘Benim Sesim’ başlıklı dizelerinde, “Unutulmuş bir türkünün/ esen sesiyim/ karanlıklar içinde” (s.9.) diye zindan(lar)dan hepimize seslenen O; ‘Fırtınalardan’daki, “Çocuklarının adını/ Yarının umudu koydular/ Biliyorlar, yarın uzak değil!” (s.21.) dizeleriyle veya ‘Karanlığın İçinden’deki, “Aşkla sarılırım umutlarıma/ Umutlarım:/ Yaşamın kendidir, yaşamımdır:/ Düşlerimi sunar bana/ Ben/ İnsan kaldıkça!” (s.39.) ya da ‘Kuşların Sesi’ndeki, “Biz kanatlandıkça maviliğe/ Hep doğan güneş oluruz/ Ve baharımız yarınımız!” (s.72.) dizeleriyle; ‘Işıklı Günler Özlüyorum’undaki, “Işıklı günleri özlüyorum/ Bütün insanlar için” (s.90.) dizeleriyle formüle edilmiş bir umudun, ütopyanın mesajını iletir.
O; ütopyalarına “Ama”sız/ “Fakat”sızca, ‘O Sözler ki’deki, “O sözler ki/ Daha söylenmedi!” (s.61.); ‘Zamanı, Zaman Yargılar’daki, “Zamanın tanığı olacaksın/ Zamanı, zaman yargısında, yargılayacak zaman;/ Yaşam, son sözünü/ Söyleyecektir o zaman” (s.194.) dizelerinin içtenliğiyle sımsıkı bağlıdır.
Tüm bunlar dizelerine sonuna kadar yansırken; kimi dizelerinde kızı Serap için yazar ‘Anımsamak’ındaki (s.24.) gibi, ya da anası ‘Zeycan’dan söz eder ‘Aydınlığa Doğru’da (s.95-96.) olduğu üzere…
O dizelerinde Gezi Direnişçileri’ni de unutmaz ‘Geleceğe Yürüyenler’deki (s.185-186.) gibi veya ‘Haiti’de Deprem’ dizelerini kaleme alacak kadar duyarlıdır yerkürede olup biten her şeye. (s.203-204.)
Recep’i bu denli duyarlı kılan; insan olması ve kalmasıdır; ‘Çekirgeye Sesleniş’ örneğindeki, 2004 yılında, bir gece, hücrede yalnız olduğu zaman, çıkagelen bir çekirge ile konuşmasındaki gibi. (s.69-70.)
Ve Berrin Taş, Ahmed Arif, Kemal Özer, İlhan Berk, Mehmet Uzun, Mevlâna, W. Shakespeare, Nâzım Hikmet’e göndermelerle bezenir birikimli dizeleri.
Yapıtını okuduğumuzda; bize bir kez daha Pablo Neruda’nın, “Şiir, ihtiyacı olanındır”; Charles Baudelaire’in, “Şiirin ilkesi, insanın üstün bir güzelliği özlemesidir”; Louis Aragon’un, “Şiir sanatı, eksiklikleri güzelliklere çeviren bir simya bilimidir”; Maksim Gorki’nin, “Bilim aklın şiiridir; şiir de yüreğin bilimidir”; Wallence Stevens’in, “Solucanlardan ipek giysi üretene şair denir,” saptamalarını anımsatan Recep; yaşa(tıl)dığımız coğrafyanın karanlıklarından, aydınlık yaratan simyagerler olduğunun da kanıtıdır sanki…
* * * * *
68 kuşağının en önemli isimlerinden şair Allen Ginsberg, “Bir ülkenin kötü durumu yüzünden politikacıları suçlayamayız... Suçlu olan şairlerdir... Çünkü politikacıların bir ülkenin durumu hakkında bilinçleri ve kapasiteleri yoktur ama şairlerin vardır,” derken önemli bir gerçeğin altını çizer.
Kolay mı? “Şiir bizim eski suç ortağımız/ biz ne işledikse onunla işledik” demişti Gülten Akın... Öyleyse suç ortaklığına devam...
“Şiir yazılan toplumda asla umut kesilmez” diyordu Ceyhun Atuf Kansu... Öyleyse umut etmeye devam...
“Şiir bir çalar saattir/ Dakik/ Tam zamanında çalan./ Zırvasız/ Ve zartasız, zurtasız...” diyordu Can Yücel... Her yanda öyle çok “zarta zurta” var ki, şiire devam “olmazsa olmaz”…
Oktay Akbal, “Şiir zamansızlıktır, zamana meydan okumadır,” dememiş miydi hem?
Çünkü insanı yaşama bağlayan şey olarak şiir; düş ve gerçeğin coğrafyasıdır; düşünce ve duyguların alfabesidir.
Aşkı, isyanı görünür, dillendirir hâle getirendir; başkaldırının dilidir; ezilmişlerin sesidir.
Özetin özeti: Recep Çitikbel’in, ‘Sen Türkülerini Söyle’sinin de bir kez daha kanıtladığı üzere, “Şiir eyleme uymaz. Eylemin önünde yer alır,” Arthur Rimbaud’nun ifadesiyle…
26 Aralık 2015 00:51:38, Ankara.
N O T L A R
[*] İnsancıl, Yıl:26, No:309, Nisan 2016…
[1] Şeyh Galip.
[2] Turgut Uyar, “Çıkmazın Güzelliği”, Dönem, Kasım 1963.
[3] Recep Çitikbel, Sen Türkülerini Söyle, İnsancıl Yay., Ekim 2015, 266 sayfa.
Yorumlar