“Aldanmak ehemmiyetsiz bir cezadır. Aldatmak mühim bir azap.” [2] “Aykırı” -olarak nitelenen- kafalardan biriydi. 13 Mart 1910-21 Nisan 19...
“Aldanmak ehemmiyetsiz bir cezadır.
Aldatmak mühim bir azap.”[2]
“Aykırı” -olarak nitelenen- kafalardan biriydi.
13 Mart 1910-21 Nisan 1973 kesitinde yaşamış romancı, yazar, düşünür, senaryocuydu; hayatının önemli kısmını Çankırı, Çorum, Kırşehir, Malatya hapishanelerinde geçirmişti.
Yazınımızda tarihsel roman, Cumhuriyet dönemi öncesi [Osmanlı] ve sonrası [TC] denince, akla gelen, gözlemci-araştırmacıydı.
Marksistti. Aziz Nesin ve Dr. Hikmet Kıvılcımlı’nın yakın arkadaşı. Harp Okulu Olayında, Nâzım Hikmet’le beraber 15 yıla mahkûm edilmişti.[3]
Dönemin yasaklısıydı ve kitapları toplatılmıştı. Ayrıca 12 Mart’ın gazabından da kurtulamamıştı.
‘Demir Tahir’, ‘Bedri Eser’, ‘Cemalettin Mahir’, ‘Ta-Ka’, ‘Celal Dağlar’, ‘F.M’ müstear isimleri ile de yazmıştı.
50’lerin ünlü Çağlayan Yayınları’nda Ertem Eğilmez ile birlikte takma isimle çeviri yapan, yayınladıkları 10 kitaplık çağlayan Feza Romanları serisiyle bilimkurgu tohumları atan, kitapları kesip biçerek, sayfa sayısı az geldiğinde yeni bölümler ekleyerek çeviren tarihçi ve yazar kişidir. Bu yüzden kendisini ilk bilimkurgu yazarı sayanlar da vardır.
Hakkında, “Avrupa’da doğsaydı James Joyce, Rusya’da doğsaydı Fyodor Dostoyevski olurdu,” diyenler vardı. Ve hatta Onu “Türkiye’nin Ruhunu Arayan Aydın”[4] olarak niteleyenler de olmuştu.
Osmanlı elitinin İstanbul Türkçesi kadar, Çorum köylüsünün mahalli ağızlarını da romanlarında yansıtan Kemal Tahir’in ‘Sağırdere’, ‘Körduman’, ‘Yediçınar Yaylası’, ‘Köyün Kamburu’, ‘Büyük Mal’, ‘Kelleci Memet’ten oluşan külliyata “İç Anadolu’dan (Çorum, Çankırı, Yozgat özellikle) insan manzaraları” denseydi kimsenin karşı çıkmazdı.
‘Devlet Ana’sı da, ‘Yorgun Savaşçı’sı da çok tartışılmıştı.
“Kemal Tahir’in belki de en çok tartışılan romanı ‘Devlet Ana’ oldu. Yazar, bu romanında Osmanlı geleneğinden kopuşun yanlışlığını vurguluyordu. Osmanlı toplum yapısının Batı toplumlarından farklı olduğunu, üretim biçiminin ve üretim ilişkilerinin gelişiminin kendine özgülüğünü savunan tarih tezi, Kemal Tahir romanlarının anahtarını oluşturdu.”[5]
Tarihi gerçekleri değiştirmesi hep eleştirilmiş (‘Yorgun Savaşçı’daki Sarıkamış Faciası’nın anlatılması) yazardı; “O külyutmaz tavrını, resmi görüşü altüst etmesini, sorunlara tersinden bakmasını çok arayacağız,”[6] dedirtendi.
Ancak farklı düşünenler de vardı: “Edebiyatımızda derin izler bırakan Kemal Tahir; eserleri ve fikirleri çok tartışılan yazarlardandı; Marksizmi, Osmanlıyı, Batıcılığı, tarihi bıkmadan usanmadan sorgulamış, hazır kalıplara hep karşı durmuş, Marksizmi bile yerli bir söyleme oturtmuştu. Osmanlı haritasına bakıp Evliya Çelebi’yi, Âşık Paşa’yı, Mevlit’i okuyan, Batı’ya barbar deyip Osmanlı’yı göğe çıkaran bir Marksisti anlamak tabii ki biraz güçtür.”[7]
* * * * *
1910’da II. Abdülhamit’in hünkâr yaverlerinden Tahir beyin oğlu olarak İstanbul’da doğdu.
Galatasaray Lisesi’nin onuncu sınıfından ayrılarak Zonguldak Maden İşletmeleri’nde ambar memurluğu, İstanbul’da avukat kâtipliği yaptı. Edebiyata ilk adımını 1931’de şiirlerinin yayımlandığı ‘İçtihat’ dergisiyle attı. İlk başta hece ölçüsü ile yazan Tahir’in şiirleri Nâzım Hikmet’le tanıştıktan sonra evrildi. Yazar, toplumsal konulu serbest şiirler üretmeye başladı. Yaşamını kalemiyle kazanmak zorunda olan yazarlardan olması sebebiyle bu yıllarda mizah öyküleri, serüven romanları da yazdı.
Çeşitli gazete ve dergilerde düzeltmen, röportaj yazarı, çevirmen, sekreter olarak çalıştı. Nâzım Hikmet’in yargılandığı ‘Bahriye Davası’nda suçlu bulunarak on beş yıla hüküm giydi. 1941’de hapisteyken Tan’da tefrika edilen öyküleriyle yazarlığının ilk dikkat çekici ürünlerini verdi. Edebiyat dünyasında beğeni toplayan pek çok romanını da cezaevindeyken yazdı.
1950 Affıyla hapisten çıktıktan sonra takma adlarla macera ve aşk romanları çevirdi, senaryolar yazdı. Bu tür çalışmaları arasında en ünlüsü belki de Mayk Hammer dizisi...[8]
1955’deki 6-7 Eylül olaylarının ardından yine tutuklanan aydınlar arasında oldu, 6 ay cezaevinde yattı.
Malum 6-7 Eylül olaylarından sonra bütün solcular toplanıp hapse atılır, aralarında Aziz Nesin ve Kemal Tahir de vardır. Aziz Nesin, ‘Salkım Salkım Asılacak Adamlar’ başlıklı yapıtında bundan söz ederken, “Kemal Tahir dünyanın en iyimser insanıydı. En aleyhimizde olan verileri bize zekâsıyla lehimize yorumlayarak, hemen bırakılacağımızı bağıra bağıra savunurdu. Kemal Tahir’e göre, hergün biz, ertesi gün, en çok iki gün sonra salıverilecektik. Biz o hücrelerde dört ay tutulduk. Dört ay değil de dört yıl tutulsaydık, inanıyorum ki Kemal Tahir, hergün bağıra bağıra ve söve saya en çok bir hafta içinde salıverileceğimizi söyleyecekti,”[9] der.
1955’de yazarın nihayet kendi adıyla yayımlanan ilk romanı ‘Sağırdere’ basıldı. Onu, ‘Körduman’ izledi. Kemal Tahir, Çankırı-Kastamonu, Çorum çevresinde geçen romanlarında köydeki yaşama biçimini, toplum yapısını, köylünün dünyasını işledi.
1973’de geçirdiği kalp krizi sonucu aramızdan ayrıldı.
* * * * *
Çeşitli yapıtlarında “Görmek nispidir. Kaşınan yeri parmak, gözden iyi görür”...
“Yığını anlamak insanı anlamak değildir. İnsanı anlamayınca yığını anlıyorum sanmak, kendini aldatmaktır”...
“Bizim memleket ıstıraba katlanmasını iyi beceriyor da, ona karşı gelmesini bilmiyor”...
“Bir devletin gideri gelirini aştı mı, rezilliği, Hızır Peygamber gelse önleyemez”...
“Ahlâkını koruyamayan toplumlar eşkıyalara sarılırlar”
“Aslanın ölüsüne karşı söylenenler, dirisine karşı söylenemeyenlerdir”...
“Sen bu -Allah- sözünü beline silah etmeye çabalamaktasın, ama bu silah bize hiç sökmez”...
“Eski zaferlerden çok bahsediliyorsa, artık yeni zafer ümitleri kalmamış demektir,” diyen O, coğrafyamızın en çok tartışılan romancılarından biriydi.
1955’de yayınlanan ‘Sağırdere’den ölümüne dek 19 romanı (5’i ölümünden sonra) yayımlandı. Onu tartışılır kılan, romanlarını bir siyaset kuramı önerme aracı olarak kullanmasıydı. Önerdiği siyaset kuramı, Marksizan temelliydi. Fakat Kemal Tahir’in Osmanlı’ya sempatiyle yaklaşması, Batılılaşmaya karşı açık tavır alması ve devleti kutsaması, onu yaşadığı dönemde ve sonrasında hep tartışılır kıldı.
1938 Donanma Davası’ndan 12 yıl cezaevinde kaldı. 1955’deki 6-7 Eylül Vahşeti ardından tutuklanan aydınlar arasındaydı; 6 ay cezaevinde yattı.
Cezaevi koşullarında Anadolu insanı ile temas etmesi romancılığının en büyük kaynağı oldu. Osmanlı’yı savunan, hatta onu “Kerim Devlet” olarak niteleyen O solda pek kabul görmedi.
“Her ülkenin sosyalistleri, kendi yollarını kendileri bulmak, daha açıkçası sosyalizmlerini kendileri yaratmak zorundadırlar,” diyerek yerelliğe vurgu yapan Kemal Tahir; . Osmanlı’ya duyduğu ve romanlarında gerekçelendirdiği sevgisi ve “güçlü devlet” mesajı ile sağcıları etkiledi. Ama din konusuna mesafesi ve her fırsatta vurguladığı “solculuğu”ndan ötürü onlara da kendini sevdiremedi.[10]
Özetle O; “Anadolu’ya uygun ‘yerli’ bir sol düşünce oluşturmaya çalıştı.”[11]
Bu da Kemal Tahir’i, Bülent Ecevit’le “buluşturdu”! “Nasıl” mı?
Başbakan Bülent Ecevit, Osmanlı imparatorluğu’nun kuruluşunun 700. Yılı dolayısıyla, yönetmen Halit Refiğ’i Ankara’ya çağırarak, “Kemal Tahir’in ‘Devlet Ana’sını sizin filme çekmenizi öneriyorum, kabul eder misiniz?” demiş. Refiğ de elbette, “Memnuniyetle…” biçiminde yanıtlamış.
Ecevit’in ‘Devlet Ana’ romanını çok sevdiği belirtiliyor. Romanın filme çekilmesini istemesinin nedeni de, devletin Osmanlı imparatorluğu’nda yatan köklerini arama, geçmişiyle barışma düşüncesi…
Bilindiği gibi Ecevit, Ocak 1968’da ‘Devlet Ana’ için özel sayı hazırlayan ‘Dost’ dergisinde bir yazı yazmış ve bu romanı yere göğe sığdıramayıp, “Devlet Ana, edebiyat tarihimizin de, tarih edebiyatımızın da önemli olaylarından biridir, ” demişti.
Kemal Tahir’in çizdiği Osmanlı devleti öncesi Anadolu halkının güçlü, güvenli bir devlet arayışı, düpedüz bir yanılsamadır. Yazar burada kendi öznelliğini Anadolu insanının özlemleri yerine geçiriyorken; Kültür Üniversitesi Öğretim Üyesi Doç. Dr. Yunus Emre’ye göre de, “Kemal Tahir’in etkileri olmasaydı Ecevit 1970’lerdeki yükselişi yakalayamazdı.”[12]
* * * * *
Onu takdir edenlerden birisi Ecevit yanında, Attilâ İlhan gibi, “Türk aydını batı’nın manevi ajanıdır,” notunu düşendi de…
Onu savunanlar, “Yerli ve milli” diyenlerdi; Kemal Tahir de bu nitelemeyi sonuna kadar hak edendi.
Ayrıca Onun en koyu fanlarından birisinin de Engin Ardıç olması ve romanlarından alıntılar yapıp ne kadar şahane bir yazar olduğundan dem vurması boşuna değildi.
ATÜT’cü (Asya Tipi Üretim Tarzı) Prof. Dr. Sencer Divitçioğlu’nun fikriyatından etkilendiği Kemal Tahir; Alev Alatlı’ya göre, “Türkiye’nin Lev Tolstoy”udur; Cemil Meriç de, “Kemal Tahir bir devrin yüz akıdır,” derken; kimileri için de “Amin Maalouf’un Türkiye versiyonu”dur…
Bunların kimi abartılı tevatürler olsa da, söz konusu referanslar oldukça düşündürücüdür!
“Kemal Tahir büyük bir romancı olduğu kadar tekerlek izinden ayrılmasını bilmiş çağdaşları Cemil Meriç ve İdris Küçükömer gibi ‘bir hakikât arayışçı’ idi,”[13] denilebilirdi! Ama bu hangi hakikâtti, kimin içindi?
Yine “Kemal Tahir’in edebiyat ve düşünce dünyasında sakıncalı bir tarikatın mensubu gibi yurtsuz bırakılmaya çalışılması, yazarın düşünme biçiminin önü eleştirenlere göre bir ideolojik ikametgâhı olmamasındandır,”[14] saptamasındaki “ideolojisizlik” saçması da bir ideoloji değil miydi?
“Gerçek çok yönlü ve değişkendir,” tekrarıyla “Sık sık fikir değiştirmesi ile bilinen yazar. Bu yüzden bütün kesimlerin sağlı sollu eleştirisine maruz kalmış. Fakat onun bu özelliğine bir tek Oğuz Atay yapıcı yaklaşmış. Oğuz Atay, Kemal Tahir’in bu özelliğini dinamik, kendini yenileyen, kendisiyle hesaplaşan bir yazar olmasına bağlamış”tı;[15] ama o da “Tutunamayan” Oğuz Atay’dı!
* * * * *
Yılmaz Güney’in, ‘Umut’ (1970) filmi için “Bu ne biçim iştir? Ne lüzumu var böyle at arabacısı filan? Endüstriyel bir dönem yaşıyoruz, sanayi devriminin içindeyiz. Bir şoförü ele alsaydı,” sözleriyle tepkisini ortaya koyarken mantığının ucunu bizlere gösteren Kemal Tahir için “Sosyalizmin hazır kalıplarını Türkiye’ye uygulamak yerine, Türk toplum gerçeğinden yola çıkarak sosyalizme yaklaşmıştır,”[16] diyebilmek çubuğu abartılı biçimde bükmekle mümkündür!
Murat Belge’nin, “Olsa olsa sosyal demokrat” diyebiliriz diye betimlediği Kemal Tahir’e, Marksist cepheden önemli eleştiriler yöneltilmiştir. Mete Tuncay, Can Yücel de bu isimlerdendir.
Can Yücel, Kemal Tahir’in tarih tezlerinin sol çevrelerde benimsenmesinden rahatsız olmuş, “Tahiriler” ile epeyce mücadele etmiştir.
Marksist çevrelerden yöneltilen temel eleştiri, Kemal Tahir’in Osmanlı ve Türk devletini “Kerim Devlet”, “Koruyan/ Kollayan Devlet” olarak sunmasıyla, tarihsel meselelerin/ gerçeklerin çarpıtmasıydı.
Aslı sorulursa “İslâmın şartı beş, Marksizmin şartı birdir; o da haddini bilmektir”…
“Marksizm, toplumumuzun gerçeklerine uydurulacak yerde, toplumumuzu kafamızdaki yarım yırtık yani aptallığımızın Marksizm’ine uydurmak istemişizdir…
Memleketimizde, 50 yıllık Marksizm çabalamalarının içine düşürüldüğü durum, Marksizmi tersine çevirdiğimizden ileri gelir…
Değişen şartlara göre değişen tedbirler gerekir. Dogmatizm, değişen durumların karşısına eski gerçeklere göre alınmış tedbirlerle çıkmaktır. Dünyada değişmez gerçek yoktur…
Batılı toplumlara benzemeyen doğulu toplumlarda durum daha da çapraşık sayılmalı, kesinliklerden, genellemelerden büsbütün kaçınılmalıdır. Bir durumun değiştirilebilmesi için onun genel gerçeklerini bilmek hiçbir işe yaramaz, özelliklerinden yola çıkılmadıkça hiçbir durum işe yaramaz…”
“Biz, batı’yla ergeç, ister istemez hesaplaşmak zorundayız! Bunu gerçekten yapmadıkça, batı’ya hizmet teklif etmekle belâyı başımızdan def edemeyiz!” diyen siyasi açıdan bakıldığında Kemal Tahir oku(t)mak, anla(t)mak netameli bir iştir...
* * * * *
“Kimseye kitap tavsiye etmem. Eğer tavsiye ettiğim kitaba lâyıksa onu araya araya kendisi bulur. Lâyık değilse hediye etsem okumaz, hatırım için okusa da anlamaz”…
“30 yaşındayım. Donkişot’u iki defa okudum. Üçüncü defa elli yaşında okuyacağım. İşte kitap budur”…
“Bence Türk romancısının ana ödevi, imparatorluk kurmak gücüne sahip Türk insanının geleceği kurtaracak cevherini, bu cevherin tarih boyu taşıdığı insancıl birikimi, bu birikimin gelecekte ise yarar yönünü bulup açıklamaktır,” diyen Onun yazarlığı da önemli bir tartışma alanıdır…
“Kemal Tahir romanı, yazarının ideolojik-tarih anlayışının gölgesinde kalan, yazınsal niteliği zaman içinde eskimeye yazgılı bir romandır. Gelgelelim, farklı dünya görüşlerine sahip okurların tümünün ilgisini çekiyor, sürekli okunuyorsa, bunun nedenleri edebiyatın hangi özellikleriyle popüler kültürün ilgi alanına girebileceğine de ışık tutabilir”ken;[17] romancının biraz da sosyolog olması gerektiğini sözel olarak ifade etmesinin yanında, yapıtlarına bu görüşü yansıtmıştı. Ayrıca Karl Marx yorumcusu olduğu “iddia”sındaydı.
ATÜT görüşünden hareketle ‘Devlet Ana’da Osmanlı Devleti’nin kuruluşunu anlatırken, Doğu-Batı sorununa göndermeler yapmıştı.
‘Yorgun Savaşçı’da Cumhuriyeti kuran kadronun eski İttihatçılar olduğunu vurgularken, onların hatalarını gözler önüne sermişti.
Kurtuluş savaşı, onun ideolojisi ve Türk(iye) uluslaşması üzerindeki etkilerini ‘Esir Şehrin İnsanları’, ‘Esir Şehrin Mahpusu’ nda masaya yatırmıştı.
‘Kurt Kanunu’nda, İttihatçıların Cumhuriyet’in ilanından sonraki dönemde içine düştükleri bunalımı ve Cumhuriyetin artık onlara ihtiyacı olmadığını anlatmıştı.
‘Rahmet Yolları Kesti’de eşkıyalığın ne olursa olsun meşru olamayacağı savına yaslanmıştı.
‘Esir Şehir’ üçlemesininin ilk iki cildi ‘Esir Şehrin İnsanları’ ve ‘Esir Şehrin Mahpusu’ Anadolu’daki mücadeleye İstanbul’dan bir bakıştır. ‘Yol Ayrımı’ ise, zaferle sonuçlanan mücadeleden sonraki siyasi dalgalanmaları ele almıştı.
Anadolu köylüsünün genel durumunu ‘Sağırdere’, ‘Kördüman’, ‘Yediçınar Yaylası’, ‘Köyün Kamburu’, ‘Büyük Mal’da gözden geçirmişti.
Cumhuriyet sonrası dönemde bürokrasinin zararlarını, köy enstitülerini, İttihatçıların tasfiyesini de ‘Yol Ayrımı’, ‘Bozkırdaki Çekirdek’ de anlamıştı.
Kısmen otobiyografik izler taşıyan (bazısı ölümünden sonra yayınlanan) notları da ‘Karılar Koğuşu’, ‘Hür Şehrin İnsanları’, ‘Bir Mülkiyet Kalesi’ndeydi.
O, roman sanatına tarih, coğrafya, sosyoloji, iktisat, cinsellik, şive ve devleti yerleştiren bir yazardı; milliyetçi değildir ama milliyetçiler severdi, solcuydu ama solcuları sevmezdi…
Romanlarında sunduğu tezleri o kadar inanılmaz bir ustalıkla hikâyenin akışına gizler ki, okuyucunun düşünceleri kadar ters olursa olsun, rahatsızlık duymazdı.
Yapıtlarında diyalogların yeri ve önemi büyüktü. Diyalogsuz olay anlatılarına pek önem vermeden, olayı karakterler arasında diyaloglarla anlatmayı seçerdi.[18]
Onun yazarlığını “olumlayanlar” dışında, “Kemal Tahir romancılığını reddediyorum,”[19] diyenler de vardı.
Kimi bakış açılarına göre, romanlarında ve kişiliğinde Marksist tarih görüşü değil, “komplocu polis hafiyesi mantığı” egemendi.
Romanlarında insanların “cinsel açlığı, kadınların hafif meşrepliği, insanlara ve özellikle kadınlara karşı yoğun bir güvensizlik” söz konusuydu. Orhan Kemal ve “İnsan sevmeyen bir yazar,” diyen Fethi Naci,[20] Onu bu açıdan eleştirmişlerdi.
* * * * *
“İyi de Kemal Tahir nedir” mi?
Tarihçiliği entelektüel çevrede eleştirilen O, edebiyat ve düşünce tarihinin özgün isimlerinden biridir.
Tezleri, romanları, Kemalizm’e mesafesi, sol düşünceyle ilişkisi klasik yaklaşımlardan çok farklı olmuştur; onlardan yer yer kopacak kadar.
Örneğin ‘Devlet Ana’ romanıyla yerlici Osmanlı tarih yazımının bütün alaturka numaralarını cerbezeli bir dille olumlamıştır. Hatta bunun da ötesinde estetize, idealize etmişti.
Kolay mı? Kemal Tahir romanlarında Türk(iye) toplumunda Batı’dakine benzer sınıf çatışmaları olmadığını ve sınıf yerine devletin birleştirici ve koruyucu güç olduğunu ifade ederdi.
‘Yorgun Savaşçı’ bunun örneğidir. I. Dünya Savaşı sonunda Osmanlı Devleti’nin çöktüğü, ülkenin işgal altında kaldığı günlerde asker/ sivil bir grup aydının, yeni bir devlet arayışı hikâye edilir. Ona göre Batı’da devlet olmadığı zaman da, sınıfların ve onu temsil eden kilisenin varlığı sayesinde toplumlar dağılmaktan kurtulabilirdi; ama sınıfları olmayan Türk(iye) toplumu devletsiz kalırsa dağılır!
Kemal Tahir Türk(iye) tarihi üzerine yaptığı araştırmalardan çıkardığı sonuçları roman yolu ile duyurmak istemiştir…
Türk(iye) tarihine Marksizan bir yöntemle yaklaşan Onun hareket noktası, Osmanlı ve Doğu toplumlarının tarihin içindeki gelişmelerinin, batı toplumlarının klasik gelişiminden farklı olduğu olgusudur. Osmanlı toplumu, kölelik, feodalite, kapitalizm evrelerinden geçmemiştir ve bunun nedeni de Asya Tipi Üretim Tarzı’dır. (ATÜT) Başka bir deyişle Osmanlı’da üretim aracı olan toprağın sahibi devlettir ve özel toprak mülkiyeti olmadığı için servetin bireylerin elinde birikimi ve güçlü bir sınıfın oluşumu engellenmiştir...
“Osmanlı bürokrat sınıfının tarihi sürecin bir aşamasında batılılaşma siyaseti güderek imparatorluğun sorunluğuna çare araması tamamıyla yanlış bir siyasetti, çünkü daha sağlıklı olan Osmanlı toplum yapısını geliştirmek yerine insancıl olmayan ve bize uymayan bir yapıyı getirdi Türkiye’ye. Batı’nın sorunları da bulduğu çözümler de uymaz bize. 1920’den sonra da daha da hızlandırılan batılılaşma ve devrim hareketleri yine kopyacılıktır ve halka rağmen yapıldığı için tabana uymayan bir üst yapı değişiklikleri hem Türk aydını ile halkı arasındaki kopukluğu arttırmış hem de geçmişle aramızdaki bağı koparmıştır...”[21]
Özetle Kemal Tahir’e göre, Türklerin bir devlet kurma geleneği vardır; ancak Türklerde devleti hep bir “kadro” kurar. Bu kadro çok iyi yetişmiştir, halktan öndedir, bilgilidir, tecrübelidir. Halk tabii ki nitelikli ve asıldır ama kadro ile aralarında büyük bir “fark” vardır. Bu kadro ne zaman olursa olsun hep adaleti gözetir, halkı asla aldatmaz. Ne zaman halk aldatıldığını anlarsa devletin varlığı tehlikeye girer veya çöker; ‘Yorgun Savaşçı’daki üzere…
Türkler adaleti esas alarak devlet kurarlardı; ‘Devlet Ana’daki üzere…
Batıda ise devletler genelde sınıflar arası dengeler gözetilerek kurulur. Bunun açıklaması Kemal Tahir’e göre Türkler’de (Doğu’da) halkın (Osmanlı) günlük ihtiyacını görmekten öte malı yoktur. (Yani taşınmaz malı yoktur.) Neredeyse her şey devletindir. O zaman bu “her şeyin” kullanımı devlet tarafından adil olarak gerçekleştirilmelidir.
‘Devlet Ana’daki satırlar ile Osmanlı’yı, “Kerim, güçlü, müspet eylemiştir”; Türkiye’de sağın devlet fikrine malzeme taşımış ve yataklık etmiştir!
Kendisini takip edenlere “Tahiriler” denir…
* * * * *
Ve nihayet Olcay Tunalı’nın aktardığına göre, ölümünün ardından hapishane arkadaşı Aziz Nesin, Onun için “Bir fırtına dindi!” demişti…
9 Eylül 2019 12:46:09, Çeşme Köyü.
N O T L A R
[1] Kaldıraç, No:219, Ekim 2019…
[2] Kemal Tahir.
[3] İsmet Bozdağ’a göre, Harp Okulu Olayı’nda asker içinde komünizmi yaymak iddiası ile mahkûm olurken şöyle der: “Eğer beni bu iddia ile yargılayanlar o dönem gelip kitaplığımı inceleseler idi, kitaplarımın çoğunun Turancılık üzerine olduğunu görürlerdi.” (İsmet Bozdağ, Kemal Tahir’in Sohbetleri, Yaba Yay., 3. baskı, 2003.)
[4] Türkiye’nin Ruhunu Arayan Aydın Kemal Tahir Özel Sayısı, Hece, No: 181, Ocak 2012.
[5] Burcu Aktaş, “Kemal Tahir Yine Tartıştıracak...”, Radikal Hayat, 7 Şubat 2012, s.32.
[6] Ahmet Soner, “Kemal Tahir Özel Sayısı”, Gündem, 12 Mayıs 2012, s.15.
[7] Öznur Özkaya, “Kemal Tahir’i Anlamak…”, 10 Nisan 2014… http://www.insanokur.org/?p=59294
[8] “Tek parti döneminin yakından ilgi gösterdiği Kemal Tahir, 1938’de yirmi sekiz gibi genç bir yaşta girdiği hapishaneden ancak on iki sene sonra, 1950 genel affıyla kırk yaşında çıkabilmiştir. Böyle büyük bir yazarın en verimli olabileceği gençlik yıllarını hapishanede geçirmesi ne büyük talihsizlik! Yazarak, sadece kalemine yaslanarak hayatta kalmanın neredeyse imkânsız olduğu memleketimizde, on iki yıl mahpus yatacak yazı adamının da birtakım meziyetler edinmesi şarttır. İşte bu meziyetlerin başlıcası da bildiği Fransızca’dan tercüme ettiği ve yasaklı olduğu için de altına ismini yazamadığı polisiye romanları süratle tercüme etmek ve gazetelerde tefrika olarak yayınlatmaktır. Hem F.M. İkinci’nin hem de Samim Aşkın’ın doğuşunun altında yatan tek neden, yasaklı ve para kazanmak zorunda olan genç bir adamın hayatta kalma arzusudur. Bu işte o kadar ustalaşacaktır ki F.M. İkinci çevirmenlikten yazarlığa doğru bir kariyer yükselişi de yaşayacaktır.” (Gökhan Yavuz Demir, “F. M. İkinci’yi Kemal Tahir’den Çok Sevmek”, Birgün, 21 Nisan 2016, s.13.)
[9] Aziz Nesin, Salkım Salkım Asılacak Adamlar, Aziz Nesin Yay., 2013.
[10] “Kemal Tahir’in etrafında kopan tartışmaların temelinde ileri sürdüğü tarih ve toplum tezleri yatar. Bütün bu tezlerini romanlarına dökmüştü. Her ne kadar Batılılaşmanın karşısına Doğulu kimliğimizi ve geleneği koysa bile, her türden cinsel yönelimiyle canlandırdığı Türk milletiyle, zenginliklerini Ermeni mallarının yağmasından edinen yeni zenginleri teşhiriyle ve Marksist tarih anlayışına bağlılığıyla milliyetçi maneviyatçı çevreler için de sağlığında- sevimli bir yazar/düşünür tipi değildi.” (A. Ömer Türkeş, “Kemal Tahir 100 Yaşında”, Radikal Kitap, Yıl:8, No:470, 19 Mart 2010, s.18-19.)
[11] Burcu Aktaş, “En Çok Tartışılan Romancı 100 Yaşında”, Radikal, 13 Mart 2010, s.22.
[12] İrfan Bozan, “Dışlanmış Bir Sol Aydın: Kemal Tahir”, 23 Nisan 2017… http://aljazeera.com.tr/al-jazeera-özel/dışlanmış-bir-sol-aydın-kemal-tahir
[13] Ömer Faruk, “Ölümünün Kırkıncı Yılında Kemal Tahir Okumak”, Yeni Şafak, 21 Nisan 2013, s.17.
[14] Polat Safi, Editör: Kurtuluş Kayalı, Bir Kemal Tahir Kitabı - Türkiye’nin Ruhunu Aramak, İthaki Yay., 2010.
[15] Oğuz Atay, “Kemal Tahir ve Roman Geleneğimiz”, Https://oggito.com/içerikler/kemal-tahir-ve-roman-geleneğimiz/46652
[16] Ertan Eğribel, Editör: Kurtuluş Kayalı, Bir Kemal Tahir Kitabı - Türkiye’nin Ruhunu Aramak, İthaki Yay., 2010.
[17] Semih Gümüş, “Kemal Tahir Romanının Açmazı”, Radikal Kitap, Yıl:8, No:470, 19 Mart 2010, s.20.
[18] “1945’lere kadarki romanımıza ‘Türkçe’de yazılmış roman,’ der Kemal Tahir ama Türk romanı demez, çünkü ‘batı romanı kopyacılığı çizgisinde gelişmiştir’ ve dış kalıpları gibi romanımızın özü de sadece yerli adlar taşıyan yabancı insanların özentili serüvenlerinden ibaret kalmıştır... Türkiye’de, sorunları burjuva toplumundan kaynaklanan bireyin romanı gerçekten de yazılamazdı, ama gerçekliği farklı olan bir toplumun sorunlarından kaynaklanan roman yazılabilirdi... Romanı batı’dan alan yazarlarımızın çoğu burjuva toplumunun kendine özgü sorunlarını ve bireyinin dramını değil, Türkiye’nin toplumsal gerçekliğini oluşturan batılılaşmanın sancılarından kaynaklanan konuları işlemişlerdir. Bir kültür bunalımındaki toplumun değerler kargaşasına eğilen yazarlarımızın kullandıkları tipler sınıfları değil doğu ve batı’yı temsil ederler.” (Berna Moran, Türk Romanına Eleştirel Bir Bakış-2, İletişim Yay., 2007.)
[19] Gürsel Korat, “Kemal Tahir Romancılığına Reddiye”, Radikal İki, 11 Şubat 2001.
[20] Fethi Naci’nin yönelttiği “Sevgisizliğin romancısı” eleştirisine cevaben aşağıdaki yanıtı vermişti: “İnsanları toptan sevdiğini söylemek, namusluyla namussuzu, ihanet edenle etmeyeni ayıramama zayıflığındandır. Bütün insanları sevdiğini ileri sürmek, sevilmesi gereken namuslu adamların sevgi payına namussuzları, hiç de hakkımız olmadığı hâlde ortak etmektir.” (Yeni Dergi, Haziran 1973.)
[21] Berna Moran, Türk Romanına Eleştirel Bir Bakış-2, İletişim Yay., 2007.
Yorumlar