SİBEL ÖZBUDUN-TEMEL DEMİRER “İnsanın büyüklüğü yaptıklarından gelir, söylediklerinden değil!” [1] Cemal Süreya’nın, “Şelaleye/ Düşmüşt...
SİBEL ÖZBUDUN-TEMEL DEMİRER
“İnsanın büyüklüğü
yaptıklarından gelir,
söylediklerinden değil!”[1]
Cemal Süreya’nın, “Şelaleye/ Düşmüştür/ Zeytinin dalı;/ Celaliyim/ Celalisin/ Celali,” şiirindeki geleneğin takipçisi/ taşıyıcısıydı…
José Martí’nin, “Pencereden dışarıya baktığınızda/ güneşi engellemiyorsa gökyüzü sizden,/ Onursuzluğun sancısı/ ağır bir tokat gibi inmiyorsa suratınıza,/ Birileri yaşadığınız günlerin/ bedelini ödediği içindir,” vurgulu tarihi yaratanlardandı…
Edip Cansever’in, “Hırçın hırçın, pembe pembe./ Öfkeli öfkeli gül./ Gül kokuyorsun nefes nefese,” dizelerindeki ölümsüzlerdendi…
“Açık tenli, temiz yüzlü, gözlerinden sevgi, şefkat fışkıran sımsıcacık Remzi”den (s.200) söz ediyoruz.
Onu anlatıyor ‘Devrim Kartalı Remzi Basalak’ başlıklı yapıt…[2]
* * * * *
Nişan yüzüklerini “börekçide iki yoldaş”la takmışlardı. (s.126)
“Yasadışı ama meşru aşk”ları vardı. (s.79)
Ona dair “Cemal Süreya’nın söylediği gibi ‘yasadışı bir aşk’tı bu. Nişanımız da, evliliğimiz de ‘yasadışı’ydı bizim…” (s.80)
“Remzi’nin klasik erken şablonuna uymayan pek çok yönü vardı. Romantikliği, sevecenliği, kibarlığı, nezaketi, kadınlara yaklaşımı… Elbette bunlardan ibaret değildi. Aynı zamanda gözünü budaktan sakınmayan hâlleri, atılganlığı, cesareti, fedakârlığı, sevdikleri için her türlü tehlikeyi göze alması, yüksek sorumluluk duygusu… Saymakla bitmeyen erdemleri… Onu bu bütünlük içinde sevdim…” (s.100)
“Onu kaybetmenin acısı çok büyük ve hiç dinmeyecek. Ama onu tanımış olmak, sevmek-sevilmek en büyük mutluluğum. Bu hayatta kaç kişi dolu dizgin yaşamış, hesapsız-çıkarsız sevmiş sevilmiştir ki?” (s.160) diyen yoldaşı, sevdası, nişanlısı Zeynep Berktaş ekliyor:
“Birbirimizi sevdiğimizi o sıralar anladık sanıyorum ama bunu açıkça ifade etmemiz yıllar sonra oldu. 1992’nin Mayıs ayında duygularımızı paylaştık ve ölümünden sadece 10 gün önce küçük bir nişan töreni ile yüzüklerimizi taktık. “Bir ömür boyu” diyerek... Onun ömrü 10 gün sürdü, ben hâlâ yaşıyorum ama birbirimize verdiğimiz sözü tuttuk”![3]
* * * * *
Verdiği sözü, diyetini ödeyerek tutanların anıları geleceğe aktarılıp, ne varsa eğer yazılmalı ki, geçmiş bugüne ışık tutarak, yarınımızı biçimlendirebilsin… Malum: Geç(me)mişin anılarıyla, geleceği(mizi)n sorumluluklarıyla biçimlendirebiliriz hayatı…
Hayır, Haruki Murakami’nin,“Anılar insanın vücudunu içten içe ısıtan şeylerdir. Fakat aynı zamanda lime lime de edebilirler,” uyarısını unutuyor değiliz; kaldı ki bu da mümkün değil… Ancak “Anılar, kimsenin bizden alamayacağı tek mülkümüzdür,” Jean Paul Sartre’ın işaret ettiği gibi!
* * * * *
Ahmed Arif’in, “Seni, anlatabilmek seni./ İyi çocuklara, kahramanlara./ Seni anlatabilmek seni,/ Namussuza, hâlden bilmeze,/ Kahpe yalana.// Yokluğun, Cehennemin öbür adıdır/ Üşüyorum, kapama gözlerini,” dizeleri eşliğinde sözü Remzi Basalak’a dair satırlara bırakırsak…
“Selanik göçmenlerindendi” (s.20); “1981 yılında 17 yaşında iken gözaltına alındı.” (s.6)
“Büyük-küçük demeden her işi üstlendi; pankart asmadan korsan örgütlenmeye, verilen her işi titizlikle ve şevkle yaptı” (s.76); “Atom karınca misali sürekli çalışan, yerinde durmayan bir yapısı vardı” (s.119); “Kıstası hiçbir zaman kişilerin mevkisi-statüsü olmadı” (s.124)
Sevgilisine “Hadi kartopu oynayalım” (s.84) diyebilen bir çocuktu. “Kayahan’ın, Sezen Aksu’nun şarkılarını severdi.” (s.101)
“Son dönemde felsefeye merak salmıştı.” “Entelektüel olma veya öyle görünme çabası hiç olmadı.” (s.103); “Teorik-siyasi yanı güçlüydü.” (s.185)
“Doğal önder özelliklerine sahip çok yönlü bir insandı… Tanıyıp da sevmemek mümkün değildi” (s.145); “Ön açıyor, yönetiyor, yönlendiriyor”du (s.209); “Remzi varsa eylemin içinde, huzur doluyor insan. Cesaret, akıl, canlılık, soğukkanlılık” (s.223) vardı.
Onun için Remzi’nin küçük kardeşi, “Abim karıncayı bile incitmezdi” (s.163); Teyze çocuğu, “Çok titiz biriydi… Hayvan sevgisi de vardı” (s.172); Nişan yüzüklerini takan yoldaş, “İyi bir örgütçü, iyi bir askeri komutan” (s.179) yoldaşları da “Çok dikkatliydi” (s.183); “Çok ender bir insan olduğu çok açık” (s.264); “Umudunu hiç kaybetmez O. Remzi’yi Remzi yapan şeydi bu aslında. Kavgaya, mücadeleye, yoldaşlarına olan umuduydu. En zor zamanlarda bile umudunu asla kaybetmedi.” (s.266)
Bir direniş destanı yazan Onun sevdalı bir ihtilalci komünist olduğu bir “sır” değil; Remzi Basalak demir leblebidir; Onu unutmak mümkün değildir. Çünkü O, Ahmet Telli’nin “Sımsıcak konuşurdun konuşunca/ Hâlâ koynumda resmin// Ve hâlâ sımsıcak durur anılar/ sımsıcak ve biraz boynu bükük/ Ne varsa yaşanmış ve paylaşılmış/ yasak bir kitap gibi durmaktadır/ ve firari bir sevda gibi/ Şimdi duvarlarda resmin,” dizelerindeki bizim geleneğimizdir.
* * * * *
Yapıtın anımsattığı üzere: “Remzi kendi başına bir birey değil, komünist bir örgütün parçasıydı. Yaptığı her şeyi o örgütün politikaları doğrultusunda ve içinde bulunduğu dönemin koşulları içinde yapmıştı.” (s.10)
Ancak şu da göz ardı edilmemeli: Tarihte bireyin rolünün ne olduğunu, olması gerektiğini hepimize bir kez daha öğretendir O; tıpkı Georgiy V. Plehanov’un, “Bir büyük adamın başlıca özelliği, yüksek özgünlüğü kendi alanında çağının ruhsal ve toplumsal dileklerini, ihtiyaçlarını başkalarından daha önce, daha iyi ve daha bütünlükle belirtebilmesindedir. Onun tarihsel bireyliğini meydana getiren bu özellik önünde bütün öteki özellikler -güneşin karşısında yıldızların kaybolması gibi- gözden silinirler,”[4] satırlarındaki üzere.
Burada durup, bir parantez açmakta yarar var: “İnsanlar, tarihe karışarak, emeğe ve tarihi oluşturan mücadelelere katılmak zorunda kalarak ilişkilerini yanılsamalarından kurtulmuş bir şekilde gözden geçirmeye mecbur olurlar. Tarihsel döneme ait en son bilinçdışı metafizik bakış açısı, tarihin kendini açımlamak için kullandığı üretken ilerlemeyi tarihin nesnesi olarak görebilse bile bu tarihin kendinden başka nesnesi yoktur. Tarihin öznesi, kendini üreten, dünyasının -tarihin- efendisi ve sahibi hâline gelen ve kendi oyununun bilinci olarak var olan canlıdan başka bir şey değildir.”[5]
Kolay mı? Ursula K. Le Guin’in, “Yirmi yaş dolaylarında öyle bir an vardır ki; yaşamın geri kalan kısmı boyunca ya herkes gibi olmayı ya da farklılıklarını erdeme dönüştürmeyi seçmen gerekir,” notunu düştüğü noktada “İnsan onurlu bir kelimedir,” der Maksim Gorki.
Ve ardından José Mauro de Vasconcelos, “İnsan dünyanın her yerinde aynıdır. Önemli olan yüreğidir”; Osho, “İnsanın kendine inanmasından daha büyük güç yoktur”; İvan Aleksandrovic Gonçarov, “Büyük bir yaşama deneyi, akıl olgunluğu ve insan sevgisi gereklidir,” hakikâtinin altını çizerler…
Bu hakikâtin cisimleşmiş hâllerinden biri de Remzi Basalak’tır; “Sözün özü, kişinin doğası, yüreğindeki ateşi sürekli canlı tutabilecek harlı çakımdan yoksun olmamalı! Gerisi palavra. Göle maya çalmanın laf ola beri gelesi...”[6] dedirtircesine!
Çünkü O, “Tuttuklarını koparan, ne istediklerini bilen ve yapan insanlardı… Bilinçleri ve yürekleriyle, tutkuyla, tüm benlikleriyle katıldılar kavgaya.” (s.138) dediklerinden; “Tek kişilik bir ordu gibiydi” (s.203); “Bir ateş topu”ydu (s.206); “Direniş tarihine görkemli bir destan bıraktı” (s.194); “Onun direnişi, ‘Duymadım, görmedim, bilmiyorum’ şeklinde pasif bir direniş değildi. ‘Örgüt evlerinin anahtarı bende, gel al alabiliyorsan; hepsinin adını biliyorum, gel söylet söyleyebiliyorsan,’ diyerek meydan okuyor, cepheden savaşıyordu,” (s.240) diye betimlenendi…
Veya Enver Gökçe’nin, “Sana selam olsun/ Zincirin zulmün kâr etmediği,/ Kırbacın kâr etmediği/ Büyük tahammül!” Ya da Ataol Behramoğlu’nun, “Ve cellat uyandı yatağında bir gece./ Tanrım dedi bu ne zor bilmece./ Öldükçe çoğalıyor adamlar,/ ben tükenmekteyim öldürdükçe,” dizelerindeki komünist cüretti…
Evet Dr. Hikmet Kıvılcımlı, İbrahim Kaypakkaya, Mehmet Fatih Öktülmüş gibi işkence tezgâhlarında direncin simgesidir Remzi Basalak da…
O, 12 Eylül zulmünün “teşhir masası”nı yıkan tekmenin cüretidir; “Yaralı ve kolları arkadan bağlı olduğu halde polislerin üzerine yürürken, kanatlarını açmış havaya yükselen bir kartal gibiydi” ifadesiyle müsemmaydı…
1992’de yakalandığı akşam paralar ve silahlarla basının önüne çıkarıldığı vakit masaya tekmeyi vurur, slogan atmaya başlar, paralar ve silahlar yerlere dökülür. Neye uğradığını şaşıranlar, onu o akşam işkencede katleder. Ancak eylem o kadar etkili olup, o kadar ses getirmiştir ki, bir daha hiçbir solcu söz konusu mizansen ile basının önüne çıkarılamaz olmuştur. Böylelikle Mehmet Ağar’lı mekanizmanın “operasyonları” püskürtülmüştür!
Remzi Basalak’ın, herkesin bilgisi dahilinde işkenceyle katledildiği 23 Ekim 1992’de, Başbakan Süleyman Demirel, İçişleri Bakanı DYP’li İsmet Sezgin idi. Mehmet Ağar’dan Necdet Menzir’e, Ünal Erkan’dan Hayri Kozakçıoğlu’na ve Abdullah Çatlı’dan Haluk Kırcı’ya, Sedat Bucak’tan İbrahim Şahin’e, legal ve illegal bir dizi sorumlu başrollerde sahneye çıkıyordu. Burjuva basın bile “Şüpheli ölüm” şeklinde haber yapmak zorunda kaldı!
O tekmenin akşamında işkenceyle katledildi; sonrasında da diz boyuna gelen bir kalorifere kendini asarak intihar ettiği açıklandı. Ayrıca masaya tekme attığı anın görüntüleri de internetten kaldırılıp, yok edildi.
Hiçbir şeyin kolay olmadığı kesitlerde, onura mündemiç şeyler, çok zor kazanıldı; “Boyun eğdirilmiş suçlu” mizanseni nihayete erdiren Remzi Basalak’ın cüretkârlığıyla…
Yeni bir milat başlattı Onun tekmesi; polis tezgâhları bir tekmeyle yıkıldı. İktidarın mizanseni, Onun devrimci mirasıyla fiilen sona erdirildi.
Tarihi sarsarak önünü açan büyük inisiyatifler, asla birdenbire ortaya çıkan anlık refleksler değildir. Onların bir arka planı, çoğu kez yılları bularak derinleşen bir birikim, yoğunlaşma ve olgunlaşma süreçleri vardır, ve “Remzi’nin tekmesi” de, katli de böyledir!
İsmet Özel’in, “ölüyoruz, demek ki yaşanılacak...”; Vesselin Hançev’in, “Ve tam not aldı/ Ölümsüzlük dersinden…”; Luis Nieto’nun, “Ölüler ansızın içimizde dirildi,” dizelerini bir kere daha doğrulayarak…
* * * * *
Özetin özeti: Kızıl bir isyan bayrağı gibi yaşayan Onun hayatı bir şiirdir.
Nâzım Hikmet’in, “En güzel deniz: henüz gidilmemiş olanıdır./ En güzel çocuk: henüz büyümedi./ En güzel günlerimiz: henüz yaşamadıklarımız./ Ve sana söylemek istediğim en güzel söz:/ henüz söylememiş olduğum sözdür”…
“Ve elbette ki, sevgilim, elbet,/ dolaşacaktır elini kolunu sallaya sallaya,/ dolaşacaktır en şanlı elbisesiyle: işçi tulumuyla/ bu güzelim memlekette hürriyet”…
Vitezslav Nezval’ın, “O gün bir gelsin bak, bize artık aç kalmak yok./ Geçeceğiz vitrinlerin, sergilerin önünden, küçülmeden.// Bir kurtulalım hele tüm asalaklardan,/ nasıl seveceğiz birbirimizi, şiirler okuya okuya!/ Çekip gidince soyguncular, bir başka dünya kuracağız./ Yaşamak neymiş, yaşamak, sen o zaman gör bak!”
Sennur Sezer’in, “Ayaklanan bir şarkı duyulur bazen/ Bir devrim şarkısı Marseyez gibi/ Yıldız kayar, ay seslenir bir gemi geçer/ Çiçekler de seslenir derinden/ Derinden çok derinden/ Kederi çevrensiz sessizliğimizden”...
Adnan Yücel’in, “Bugünlerden geriye,/ Bir yarına gidenler kalır/ Bir de yarınlar için direnenler,” dizelerindeki üzere…
Şan olsun devrim kahramanı (biz Ona “şehit” demeyiz!) Remzi Basalak’a…
2 Mart 2023 18:54:19, İzmir.
N O T L A R
[*] Devrimci Duruş, No:111, Mart-Nisan 2023…
[1] Ralph Eemerson.
[2] Devrim Kartalı Remzi Basalak, Derleyen: Şaban Budak, Editör: Zeynep Berktaş, Yediveren Yay., 2022, 351 sahife.
[3] Esra Çiftçi, “Zeynep Berktaş: Teşhir Masalarına Son Veren Tekme”, 29 Ocak 2023… https://artigercek.com/kultur-sanat/teshir-masalarina-son-veren-tekme-237190h
[4] Georgiy V. Plehanov, Tarihte Bireyin Rolü Üzerine, çev: Nahide Özkan, Yazılama Yay., 2014, s.44.
[5] Guy Debord, Gösteri Toplumu, çev: Okşan Taşkent-Ayşen Ekmekçi, Ayrıntı Yay., 2014.
[6] Vüs’at Orhan Bener, Buzul Çağının Virüsü, İletişim Yay., 1996, s.38.
Yorumlar