Ben Selim Encü’yüm; babasını anne karnında kaybetmiş, yavrusunu anne karnında yetim bırakmış bir yetimim… “Hayat zordur” demişler, bö...
Ben Selim Encü’yüm; babasını anne karnında kaybetmiş, yavrusunu anne karnında yetim bırakmış bir yetimim… “Hayat zordur” demişler, böyle bir ölmek daha da zormuş, bu ölümle anladım… Kırk yaşına dört çocukla girecektim, karlar üzerinde kırk parça olsun istemezdim bedenim, ciğerime çektiğim cigaram ciğerimle beraber bir kayanın altında kaldı...
Ben Osman Kaplan’ım; babamın oğluyum, gözü pek, alnı ak… Yoksulluğu ite kaka beş çocuğa bakıyordum… Her bir yaşım bir tesbih tanesi gibi savruldu Roboskî’nin kayalarına, ben böyle ölmemeliydim…
Ben Hüsnü Encü’yüm; tam sekiz yıl hasreti ile kavrulduğum bir evlat müjdesi almıştım. Hayalimde yavrucağımın yüzü, yanımda kardeşimle beraber düştüm toprağa… otuz yıllık ömrümün bakiyesi, yanan bir ceset kokusu…
Ben Nadir Alma’yım; babamdan kalma bir işim vardı, kaçakçıydım, tütün içerdim, mezarıma çiçek ekin…
Ben Mehmed Ali Tosun’um; on bir kardeşin biriyim, beni beyaz kefene sarmayın, beyaz karın üzerinde donarak öldüm, ama siz anama öyle söylemeyin…
Ben Zeydan Encü’yüm; kara toprağın kara bağrına, yanyana yürüdüğü kardeşi Orhan ile yanyana değil parça parça düşen… Şerafettin Encü sayıldım otopsi raporunda, mezarlıkta düzelttiler adımı… Ölüm çemberinden kurtulamadık… Ömür çemberimizi kırdılar… Babam hangimizin acısına yansın şimdi…
Ben Selam Encü’yüm; mühendis olacaktım. 23’üncü yaşıma giremedim, beni bombalayan pilot’un ben yaşında bir oğlu varmış, mühendis olacakmış… bir bahar daha göreydim ne olurdu?!
Ben Seyithan Enç’im; Dağları delemedik, göğsümüzü deldi kara gülleler. Ferhat’la Mecnun’a haber salın. Teknoloji çağı deyip küçümsedikleri zamanda bir genç, sevdiğinin sesini duyabilmek için öldürüldü… Vasiyetimdir: Beni sevdiğimin gamzelerine gömün…
Ben Hamza Encü’yüm; otopsi raporuna “aidiyeti bilinmeyen kol ve bacak” olarak geçtim ben! 80 kiloluk Hamza’sının on kilosuna iki gün sonra kavuşabildi anam! Bedenimin 70 kilosu Roboskî’nin dağına bayırına savruldu. Anam her dağa, her taşa fatiha okumasın da ne yapsın?
Ben Fadıl Encü’yüm; ‘Yüzümün üstüne kaç yüz düştü’ sayamadım, kaç yüz parçaya ayrıldı bedenim… her birimizin kaç parçası kaldı karlar altında… üç gün aradılar beni, vücut parçalarım bulunamadı, birçoğu gibi ben de eksik gömüldüm… Saatim kolumla beraber kayboldu bulursanız kardeşime verin…
Ben Hüseyin Encü’yüm; bacağım yok, kan kaybından öldüm, ruhum santim santim, gram gram çekildi, nasıldı anlatamam size…
Ben Nevzat Encü’yüm; sekiz kardeşin ikincisi, ocağına ateş düşen “otuz dört”lerin bilmem kaçıncısıyım… Benimle beraber yedi kişi eksildi sınıftan… Roboskî, yediveren gibi büyüyen bir kahırdır artık… Yedi kardeşimin isyanını duyuyor musunuz?
Ben Şêrvan Encü’yüm; Şêrvan “aslan avcısı” demek… Sırtıma bir hançer gibi saplandı bomba! Arkadan vuruldum! Şêrvanlar hep böyle mi ölür!?
Ben Cihan Encü’yüm; 15’e girmeden yetim, 18’e ayak basmadan öksüz kalan, 20’sini göremeden toprağa düşen biriyim… Askerin biri “bu son kaçağınız” demişti, sonumuz oldu… Katilim istediği zaman lambayı söndürsün, ben onu karanlığından tanırım!
Ben Adem Ant’ım; nişanlıydım, bu son “kaçakla” Garibe’me bir çift küpe alacaktım. Katırı da emanet almıştım, iki kere mahcup oldum…
Ben Salih Encü’yüm; Anamın gözbebeği yanarak öldü… Herkesin babası buradaydı, bir benim babam yoktu… korkudan olacak unutmuşum, benim babam mayın kurbanı idi, tek ayaklıydı, onca yolu gelemezdi…
Ben Özcan Uysal’ım; amcamın düğününe hazırlanan kızların ellerinde kaldı parlak fistanları… kız kardeşlerim, zülüfleri yerine gözyaşı dökecekler, yine yas tutmak kalacak bu toprağın analarına, yine yetim çocuklar büyütmek düşecek paylarına…
Ben Şerafettin Encü’yüm; 12’sinde öksüz kalan çocuk 17’sinde toprağa düştü, anasının yanına bir mezar daha kazıldı, domdom kurşunu değil koca bombalar bedenimdeki, yine teke tekte yenilmedik, yine haindi pusu, benim de hikâyem böyle bilinsin…
Ben Cemal Encü’yüm; okulun kantinine olan borcumu ödemek için gitmiştim kaçağa. Babam yanmış elbiselerimden tanımış beni, parçalarımı çuvala koymuş; Ceylan’ın annesi gibi…
Ben Aslan Encü’yüm; çıkmadan anama tembih ettim “kekliklerimi susuz bırakma” diye. Keklikleri sahipsiz, anamı da Aslan’sız bıraktı o koca bombalar. O gece, o beyaz karın koynuna bir Aslan düştü.
Ben Vedat Encü’yüm; üç gün sonra on sekizime girecektim, akan kanım buz kesmiş, ölmüşüm…
Ben Selahattin Encü’yüm; özlemlerimi soğuk toprağın bağrına gömen ve katırıyla ölenlerdenim. sizin hiç çocuğunuz bombalandı mı? Babamınki bombalandı, kahroldu!
Ben Salih Ürek’im; etrafa saçılan ceset parçalarını, katırların sesine karışan insan seslerini, kanı, acıyı, çaresizliği gördüm o gece. Yaralı bir ceylan gibi yüklediler bir katırın sırtına, ambulansların yolu kesilmiş, katır sırtında ölmüşüm…
Ben Yüksel Ürek’im; etlerim kıymaya döndü, katırımın etleriyle karıştı! bir parçam traktör yükü benim! yaşımı biliyor musunuz siz!?
Ben Bilal Encü’yüm; yaşım 16. Bir ailenin umudu, zor bir hayatın kahır dolu sonuyum… “Keşke biraz ölmesem” diyecektim, komadılar! Böyle yazılsın mezar taşıma…
Ben Celal Encü'yüm; Sizin hiç tebessümünüz çalındı mı? Benimkini çaldılar! Şimdi burada tebessümlerimin hırsızı, umutlarımın cellâdı olanlar hesap versin diye gözlerim açık bekliyorum…
Ben Serhat Encü’yüm; Şekerden hayallerim vardı benim, bombaladılar! Annem güvercininin acısını dindirecek merhem bulamaz, sorarsa siz ona şöyle deyin: O güzel insanlar, o güzel katırlarla gittiler, dönmediler...
Ben Mahsun Encü’yüm; sabaha çıkamadım, kardeşimi doktora götüremedim, doktorda olan babamın eve dönüp dönmediğini öğrenemedim. Artık büyüyemeyecek, evlenemeyecek, çocuk sevemeyecek, takım tutamayacak, ağlayamayacak, gülemeyecek, aşık olamayacağım.
Ben Savaş Encü’yüm; 14’ünde toprağa düşmüş bir fidanım… Ben doğmadan ömrüm kadar sürmüş ölüm yarışı, ömrümce de sürdü, ma êdî ne bes e!
Ben Orhan Encü’yüm; ak yeleli bir tay sırtladı beni, cennete uçurdu… Ben gittim, düşlerim kalacak bir ceviz ağacının kıyısında… Ağabeyim Zeydan ile artık ‘bir gömüyüz biz, bulutların altında…’
Ben Erkan Encü’yüm; ömrümün 13 senesini yaşadım, ‘üstü kalsın’ deyip ayrıldım aranızdan, ‘asker görürsen korkma’ dedi annem, bomba düştü, çok korktum… Bilmek ürkütüyor biliyorum, ama gene de söyleyin; kapanır mı bombanın açtığı yara çocuklarda?
Ben Şivan Encü’yüm; Şivan Perwer’in “Helepçe”sinde bir “ax hawar! hawar! hawar!” var ya o benim işte…
Ben Bedran Encü’yüm; yırtık elbiselerimin cebinden bir kek çıkmış, acıkırsam yiyecektim. Gövdemin sağ üst parçasını bulmuş babam, bacaklarım “kök saldı” toprağa, “kökümüzü kurutamasınlar” diye…
Ben Muhammet Encü’yüm; “otuz dört kaçakçı” idik biz… Şimdi siz, “Otuz üç kurşun”un yanına “otuz dört kaçakçı”yı da yazın, üç’ler yedi’ler kırk’lara ‘otuz dörd’ü ekleyin ve unutmayın…
…
Ben tam 365 gündür Reha Ruhavioğlu Encü’yüm; şairin dediğini diyorum:
“katır sırtında taşınan ölüler /
unutursam kalbim kurusun!”
unutursam kalbim kurusun!”
*Reha Ruhavioğlu
Yorumlar