“Torbada ne varsa, çorbada da o vardır.” [1] İngiltere’nin ilk ve tek kadın Başbakanı Barones Margaret Thatcher 8 Nisa...
“Torbada ne varsa,
çorbada da o vardır.”[1]
İngiltere’nin
ilk ve tek kadın Başbakanı Barones Margaret Thatcher 8 Nisan 2013’de geçirdiği
felç sonrası 87 yaşında öldü. 11 Nisan 2013 tarihli ‘The Independent’in
haberine göre ölümünün ardından ilk 3 saatte internete girenlerin yüzde 92’si,
hayatlarını perişan ettiği kömür madencilerinin çocuklarıydı…
Bir bakkalın
kızı olan Thatcher, 1979-1990 yılları arasında İngiltere Başbakanlığı yaptı.
Eski ABD Başkanı Ronald Reagan ile birlikte dünyada sıkı para politikaları
uygulamasının lideri olan Thatcher, sert liderlik anlayışı ve katı ekonomi
politikaları nedeniyle “Demir Leydi” lakabını almış ve çok eleştirilmişti.
Ancak 1982’de ülkesinin Arjantin’e karşı giriştiği Falkland Savaşı’nda
kazanılan zafer Thatcher’a desteği arttırdı.
Thatcher, çok
yakın olduğu Reagan’la birlikte Soğuk Savaş döneminin sona ermesi ve Sovyetler
Birliği’nin dağılmasına giden süreçte oynadığı rolle de tanınıyor.
Siyasal-toplumsal
açıdan muhafazakâr, iktisaden liberal ve dış politikada müdahaleci çizgisiyle
“Demir Leydi” lakabını alan Thatcher için kimileri Kanat Atkaya gibi, “Malum,
‘Ölenin arkasından konuşulmaz’ demişiz ama, “Kör ölür badem gözlü olur” diye de
kaş kaldırmış, bir nevi muhalefet şerhi düşmüşüz… Haydi iyi yolculuklar
Margaret, artık her nerede yaşıyor ve yaşatılıyorsan; anladın sen beni...”
derken; Hadi Uluengin de, “Toprağı bol olsun!” demeden edemiyordu…
Britanyalı
yönetmen Ken Loach, Thatcher’ın cenazesinin özelleştirilip en düşük teklifi
verene satılmasını önerdi. Zira Loach’a göre Thatcher’ın hayatı boyunca yaptığı
şey buydu.
‘New Left
Review’un editörü Tarık Ali ise, Thatcher’ın yaptığının İngiltere’yi ekonomik
olarak etkili bir şekilde harabeye çevirmek ve O’nu tamamen Amerikan
imparatorluğunun bağımlı bir eyaletine dönüştürmek olduğundan söz ediyordu.
‘Amerika’nın
Sesi’ ise, doğası gereği farklı telden ses verip, “Thatcher’ın düşman
kazanmasının nedeninin devrim gibi başarıları” olduğunu açıklıyordu…
O, halefi
Cameron’a göre, “İngiltere’nin çehresini değiştiren büyük lider”di.
Merkel için
Avrupa’yı derinden etkileyen muhteşem kadındı.
Gorbaçov
içinse, “Soğuk Savaş’ı o bitirdi. Güney Afrikalı siyahilerin gözünde,
Mandela’nın idamını önleyen sağduyunun sesi”ydi; vs., vb’leri…
* * * * *
Öncelikle ve
yeri gelmişken şunu belirtelim:
Ronald Reagan
ve Papa II. Jean Paul’den sonra Margaret Thatcher’ın da ölümüyle “Soğuk Savaş”
dönemini sona erdiren üçlüden kimse hayatta değil artık. Thatcher’ın ölümünü İngiliz
yüksek sınıfları üzüntüyle karşılarken, Londra’nın siyahların yoğun yaşadığı
Brixton semtiyle İskoçya’nın Glasgow kentinde yüzlerce kişi sokaklarda kutladı.
İngiliz
siyasetinin hemen hemen her kanadından “Savaş sonrası Britanyası’nın en büyük
başbakanı” övgüsü yükselirken eski Londra Belediye Başkanı Ken Livingstone’dan
“Bugünkü konut, bankacılık ve sosyal yardım krizlerini yaratan oydu”
değerlendirmesi geldi. Eski Başbakan Tony Blair, “Onu kendime örnek aldım”
derken Durham Bölgesi Madenciler Sendikası Genel Sekreteri David Hopper, “Bu
tüm madenciler için mutlu bir haber. Toplumumuza yaptıklarından ötürü bende ona
karşı asla bir sempati yok. Köylerimizi, insanlarımızı perişan etti.
Cenazesinde büyük bir gösteriye hazırlanıyoruz” dedi…
Hiç kimse, babasının
da içinde bulunduğu ülkesinin emekçi sınıfını ezip geçen bir manav kızının
dünyanın en önemli figürlerinden biri olacağına ihtimal vermiyordu. Hatta
kendisi bile. Birçok başarısız girişimden sonra önce milletvekili olup ardından
eğitim bakanlığına getirildiğinde bir soru üzerine “Yaşadığımız çağda
İngiltere’nin bir kadın başbakana sahip olacağını sanmıyorum” deyişi meşhurdur.
Tam üç kez, hem de arka arkaya 1979, 1983 ve 1987 genel seçimlerini kazanan ilk
ve tek kadın başbakan olacağını elbette o da tahmin edemezdi.
1970-74 arası
sürdürdüğü eğitim bakanlığı bir felaketti. Okullara ücretsiz süt dağıtımını
“tasarruf önlemi” gerekçesiyle durdurduğunda “Süt Hırsızı”na çıktı adı. 1979’da
başbakanlığa geldikten kısa süre sonra, 1981’de Kuzey İrlanda cezaevinde
tutuklu bulunan İrlanda Cumhuriyetçi Ordusu (IRA) militanlarının siyasi hakları
için Bobby Sands önderliğinde başlattıkları açlık grevindeki insafsız tutumu
tüm kesimlerin tepkisini toplamıştı. Sands, cezaevinden milletvekili seçilmiş,
ancak grevin 66’ncı gününde 9 arkadaşıyla hayatını kaybetmişti. Açlık
grevcilerinin ölümünü kılı kıpırdamadan izlemesi, acımasızlığına verilen en
çarpıcı örnektir.
Nisan 1982’de
Falkland Adaları krizinin savaşa dönüşmesinde de Thatcher’ın uzlaşmaz tutumunun
payı var. Görüşmelerle çözme şansının hâlâ olduğu bir sorunu savaşla çözme
konusunda kabinesine yaptığı baskının eşi benzeri yoktur. Soğuk Savaş döneminde
“en büyük düşman” saydığı Sovyetler Birliği’nde yayımlanan bir gazete
acımasızlığına, inatçılığına vurguyu “Demir Leydi” yakıştırmasıyla yapınca,
taraftarlarınca benimsendi hemen bu lakap. Oysa katılığının, soğukluğunun
ifadesiydi. Ülkenin yoksul kesimlerinin üzerine bir karabasan gibi çöktüğünde,
yaptığı özelleştirmeler sonucu 3 milyon işsiz yaratmıştı biranda.
Haklarını
vermediği madencilerin yerine yurtdışından madenciler getirdi. Ülkede
grevcileri tehdit ederken “Orduyu üzerlerine sürerim” diyen tek başbakan o
oldu. Dar gelirliler için yapılmış olan belediye konutlarını satışa çıkararak
dünyanın en başarılı “konutlandırma” projesini yerle bir eden ilk başbakan da
oydu.
“Demir
Leydi”yle anlatılmak istenen buydu. Aşırı bir İngiliz milliyetçisiydi. Dünyanın
en ünlü soda markası (Fransız) Perrier’yi evinde bulundurmayacak kadar.
“İngiliz sularının ne kötülüğünü gördünüz” cümlesi unutulmaz.
Dünyanın
neresine giderse gitsin hep İngilizdi. Hep Britanya üretimi kıyafetler giydi.
Monarşiye son derece bağlıydı, bir ABD ya da bir Avrupa olma fikrinin de
amansız düşmanıydı.
En çok
Reagan’ı sevdi. En çok da Gorbaçov’la uyum sağladı. Gorbaçov’la, Kremlin’de tam
dokuz saat süreyle konuştuğu kayıtlıdır. Seçim kampanyaları sırasında yaptığı
kimi gafları da vardır. Nükleer silahlara sahip olmanın 40 yıl boyunca barış
getirdiğini söylemek gibi örneğin.
Madenci
çocuklarının hâlâ işsiz olduğunu söyleyen David Hopper’ın “Emekçilerden nefret
ediyordu” deyişinde haklılık payı var. En iyi kanıtı da “Kelle Vergisi” olarak
bilinen “Poll Tax” uygulamasıydı. Gelir durumlarına bakmadan herkesten aynı
verginin alınmasını içeren bir vergiydi bu: “Kraliçe de işçi de aynı vergiyi
ödeyecek.”
“Yaptıklarını
bir gün hatırlayacaksın Maggie” diye bağıran o maden işçisinin tahmini
gerçekleşmedi. “Baroness Thatcher”, ömrünün sonlarına doğru, son on beş yıldır
hiçbir şeyi hatırlamıyordu. Yemek yemeyi bile unutmuştu. “Demir Leydi”,
Alzheimer hastalığıyla boğuşuyordu…[2]
Biraz geriye
dönersek: Daha gençliğinde Muhafazakâr Parti saflarında hızla yükselen ve
1959’da milletvekili seçilen Margaret Thatcher güçlü kadın imajını 1979’da
başbakanlık koltuğuna oturduktan bir yıl sonra İran’ın Londra Büyükelçiliği’ndeki,
6 gün süren işgali bitiren komando hareketiyle kazanmıştı. Komandolar 6
militandan 5’ini öldürüp rehineleri kurtarmıştı.
Doğu Bloku
ülkeleriyle mücadelesi ve izlediği katı politikalarla öne çıkan Thatcher
tavizsiz bir özelleştirme politikası yürüttü. Kömür madenlerinin kapatılmasının
ardından 1984’te başlayıp 1 yıl süren grevlerle ilgili “Falkland adalarında,
olmayan düşmanla mücadele ettik. Asıl zor olan ve özgürlük bakımından tehlike
teşkil eden ise içimizdeki düşmandır” diyecekti. 1982’de Falkland Adası’na
askeri birlikleri gönderen Thatcher, Arjantin’i 2 ayda yenerek popülaritesini
arttırmıştı.
Thatcher’ı en
çok zorlayan olaylardan biri 1984’te İrlanda Cumhuriyet Ordusu’nun (IRA)
bombalı saldırısıydı. Brington’da verdiği konferans sırasında kendisine yönelik
gerçekleştirilen bombalı saldırıyı yara almadan atlatan Thatcher yarıda kesilen
konuşmasını ertesi gün tamamlamıştı. Avrupa’ya en büyük yetki devrine izin
veren Avrupa Ortak Pazarı anlaşmasını 1986’da imzaladı ama parti içi muhalefet
nedeniyle ortak para birimine karşı çıktı. ABD’nin 1986’da Libya’yı
bombalamasını ve 1990’da Kuveyt’i işgal eden Irak’a saldırı kararını
destekledi.
SSCB’nin
sonunu getiren Mihail Gorbaçov’un yükselişini de alkışlamıştı. Muhaliflerine
göre Thatcher sosyal adaleti bozan özel sektörcü bir siyasetçiydi. 1985’te
“Thatcherizm tarihte iltifat olarak görülecek” diyecek kadar iman etmişti,
koçbaşılığını üstlendiği neoliberal politikalara.
*
* * * *
İyi de “Süt
Hırsızı”na “Demir Leydi” dedirten neyin nesi miydi?
Gayet basit:
“İngiltere’de burjuva demokrasisi, burjuva partileriyle kapitalist sınıf
arasındaki doğrudan ve sıkı temsil ilişkilerine dayanır. Muhafazakâr Parti,
kapitalist sınıfla iç içe yaşayan, onu temsil eden ‘akil adamlar’ (bunlara
‘Parti Mandarinleri’ deniyor) tarafından yönetilir. Partinin başına kimin
geçeceğini, hangi liderin ne zaman tükendiğine bunlar karar verirler, seçimleri
kaybeden bir lidere bir şans daha tanınmaz.
Ted Heath
tükenince başlayan arayış, sonunda Mandarinlerin Thatcher üzerinde karar
vermesine yol açtı. Thatcher artık partinin işine yaramayan bir noktaya
geldiğinde yine Mandarinler, ‘istifa et yoksa devireceğiz’ ültimatomuyla onu
görevinden aldılar. Arabasına binmiş giderken yüzündeki ifade aslında hiçbir
zaman gerçekten iktidarda olmamış olmanın, ‘Demir Leydi’ söylemlerinin bir
fanteziden ibaret olduğunun ayırdına varmanın ibret verici bir örneğini
oluşturur.
Thatcher’in
kaderini Mandarinlerin belirlemiş olması gibi, ‘bakkalın kızı’ söylemi de
aslında iktidarın nerede olduğunu gösteriyor. Thatcher milyoner işadamı
Denis’le evlenmemiş, Denis onun bir vergi uzmanı avukat olmasına olanak
sağlayan eğitimini finanse etmemiş, gereken kapitalist sınıf bağlarını sunmamış
olsaydı Thatcher ‘olayı’ da olmazdı.
Peki ya
iktidardaki başarılarına ne demeli? İngiltere ekonomisini kurtarmadı mı? Hiç
olmazsa bu konuda hakkını vermek gerekmez mi?
Gerekmez!
Birincisi, Thatcher, uyguladığı politikaların mimarı değildir. Monetarizmin
kökleri Şili Pinochet darbesine gider. Neo-liberalizm, Thatcher başbakan
olduğunda bir kriz yönetim modeli olarak, New York eyalet krizinde bankacıların
dayattığı koşullarda, FED Başkanı Volcker’in işsizlik yerine enflasyonu hedef
alan politikalara geçişinde, hızlı faiz artırımıyla çoktan şekillenmişti.
Thatcher bu programı uygulamaya kararlı olduğuna ilişkin güven verdiği için
partinin başına geldi kapitalist sınıfın desteğini, kültür endüstri tarafından
iyice korkutulmuş (bu sendikaların, İşçi Partisi’nin gözü sizin
servetinizde...) mülk sahibi ve orta sınıfların, hatta işçi aristokrasisinin
oyunu alarak seçimleri kazandı.
Oliver
Huitson’un, Open Democracy sitesinde yayımlanan yazısında yaptığı çok parlak
bir saptama, Thatcher’in ekonomik performansını değerlendirmek açısından çok
yararlı bir bakış açısı sunuyor: ‘Thatcherizm son tahlilde, şimdi yaşa, sonra
öde. Hatta bundan da öte, bırak başkası ödesin demekti.’
Huitson’a göre
‘Geleneksel muhafazakârlığın kökleri, hem geriye hem de ileriye dönük biz
zamanın içindedir. Thatcherizm ise -neoklasik ekonomi anlayışındaki gibi- esas
olarak zamansal bir anlatıdan yoksundur; her şey tüketilmelidir. Her şey şimdi
tüketilmelidir.’ (…)
Bugün
Thatcher’in kapitalist sınıf tarafından bu kadar yüceltilmesinin arkasındaki
esas neden, 1983 İskoçya parti kongresindeki konuşmasında ‘Bu mücadeleyi
kazanırsak, bizi bekleyen büyük ödül Marksist sosyalizmin bu topraklardan
kovulması olacaktır’ deyişindeki acımasız, kararlı sınıf savaşçısı kişiliğiydi.
Thatcher’in
bakanlarından David Mellor’un deyimiyle Thatcher’in ‘en büyük başarısı
sendikaların belini kırmaktı’. Böyle bir hizmetçiyi kapitalist sınıf hiç unutur
mu?”[3]
Söz konusu
özellikleriyle yani fakirden alıp zengine veren politikalar ile “Yeryüzünde
neo-liberalizmin bir librettosu yazılacaksa Thatcher’ın, adıyla anılacak uzunca
bir bölümü hak ettiği kesin”dir.[4]
Bir şey daha:
“Margaret Hilda (Roberts) Thacher, … 12 Eylül askeri darbesinin Türkiye’ye
istikrar getirdiğini de söylüyordu!”[5]
‘The
Independent’ gazetesinin Thatcher’ın kadın düşmanı bir kadın başbakan olduğunu
rakamlarıyla yazarken; Cüneyt Özdemir de ekliyordu:
“2012’nin
şubat ayında dünyanın en güçlü iş kadınlarından Güler Sabancı 1983 yılında
Londra’ya geldiğinde Bankacılar Kulübü’nde bir öğle yemeği yemek istemişti
ancak sadece kadın olduğu için bu kulübe girmesine izin verilmemişti. Zira
Bankacılar Kulübü’nün bütün üyeleri erkeklerden oluşuyordu.
İşte Margaret
Thatcher böylesine erkek egemen, muhafazakâr bir ülkenin muhafazakâr
partisinden ilk kadın başbakan oldu. Üstelik bunu bir bankacının kızı olarak
değil bir bakkalın kızı olarak başardı. Başarmasına başardı ama içinden çıktığı
sınıflara ve kadınlara da en büyük ihaneti yine o gösterdi.”
Geçerken
anımsatayım: Fransa eski devlet başkanlarından François Mitterrand, ikisinin de
iktidarda olduğu 80’li yıllarda Thatcher için “gözleri Caligula, dudakları
Marilyn Monroe” dermiş. (Caligula acımasızlığı ve entrikaları ile ünlüydü).
Bir şey daha:
Avustralya Dışişleri Bakanı Bob Carr, Thatcher’ın başbakanlığı bıraktıktan
sonra bir sohbette “utanmazca ırkçı ifadeler” kullandığından söz eder…
*
* * * *
Thatcher
ölmesine öldü ama Thatcherizm ölmedi, yaşıyor.
Çünkü
“Margaret Thatcher’in görüşleri ve vizyonu, dayandığı ideolojik temeliyle,
adeta yeni bir doktrin olarak kabul edildi. İlk denemeleri İngiltere’de yapılan
Thatcherizm kısa zamanda Latin Amerika’dan Uzakdoğu’ya kadar birçok ülkede bir
model olarak algılandı ve bir esin kaynağı oldu.”[6]
Türkiye’de de
12 Eylül’le olduğu gibi…
‘The
Independent’ın ifadesiyle, “Neo-liberal politikanın yerleşmesi için ABD Başkanı
Reagan ile birlikte çabalayan, sendikasızlaştırma ve toplumun
örgütsüzleştirilmesi için madenleri kapatan, özelleştirme furyasını yayan
Thatcher, Malvinas Adaları’nın (Falkland Adaları) gaspı için Arjantin’e savaş
açmaktan da geri durmamıştı.
Thatcher,
Kuzey İrlanda’yı sömürmeye devam etmek için kirli savaşı tırmandıran, İrlanda
Kurtuluş Ordusu’nu (IRA) yenmek için her türlü vahşete imza atan isimdi.
IRA’lılar ölüm oruçlarıyla direnirken, serbest bırakmayarak ölümlerine sebep
oldu. (Maze Cezaevi’nde Bobby Sands ve arkadaşları ölüm oruçlarıyla direniş
tarihinde önemli yer edindiler)
Thatcher,
Türkiye’de 12 Eylül darbesinin açtığı yolda Turgut Özal’ın çizdiği, emekçileri,
yoksulları, sosyal güvenliği dışlayan neo-liberal politikaların da ilham kaynağı
olmuştu.”
Kolay mı?
Ahmet İnsel’in ifadesiyle, “Thatcher’ın en büyük düşman bellediği kavram,
eşitlikti. İktisadi ve sosyal politikaları eşitliğe göre yönlendirmenin herkesi
daha yoksul yapacağını iddia eden liberal-muhafazakârlığı imanla benimsemişti…”
29 Ekim 2013
13:20:15, Ankara.
N O T
L A R
[*] Ümüş
Eylül Hapishane Dergisi, Yıl:3, No:11, Nisan-Mayıs-Haziran 2014…
[1]
Bulgar Atasözü.
[2]
Mustafa K. Erdemol, “Halkın ‘Süt Hırsızı’ Egemenlerin ‘Demir Leydi’si”,
Cumhuriyet, 10 Nisan 2013, s.9.
[3] Ergin
Yıldızoğlu, “Thatcher Mitolojileri”, Cumhuriyet, 15 Nisan 2013, s.11.
[4]
Özlem Albayrak, “Neo-Liberalizmin Hayaleti: Thatcher”, Yeni Şafak, 16 Nisan
2013, s.17.
[5]
Özgen Acar, “13 Ekim’in Yazgısı!”, Cumhuriyet, 12 Nisan 2013, s.12.
[6] Sami
Kohen, “Thatcher’in Mirası”, Milliyet, 10 Nisan 2013, s.23.
Yorumlar