TEMEL DEMİRER “biz kırıldık daha da kırılırız kimse dokunamaz bizim suçsuzluğumuza.” [2] “İfade özgürlüğünün kullanılmasının gen...
TEMEL DEMİRER
“biz kırıldık daha da kırılırız
kimse dokunamaz bizim suçsuzluğumuza.”[2]
“İfade özgürlüğünün kullanılmasının genellikle Toplanma Hürriyetinin kullanımıyla gerçekleştiği ve bu hürriyetin gerçek özgür toplumun temeli olup, amacının düşünce değişiminde bulunmak veya belli ortak çıkarları savunmak amacıyla bir araya gelerek belirli fikir ve kanaatler çerçevesinde kamuoyu oluşturma ya da siyasal karar organlarını etkileme ereği olduğu”ndan söz eden Cumhuriyet Savcısı Erdoğan Gökçek’in (34007) “Ama”lar, “Fakat”larla hazırladığı “iddianame”, A.İ.H.S.’den “yerli yersiz” yaptığı alıntılara rağmen, özü itibariyle bir polis fezlekesinin “süslenmiş” bir tekrarından başka anlam ifade etmiyor…
“Verba volant, scripta manent/ Söz uçar, yazı kalır” diyen birisi olarak, hakkım(ız)da gözünü kırpmadan “6 aydan 3 yıla kadar hapisle cezalandırılmamı(zı)” istemesi müthiş bir sorumsuzluktur.
“Wie es eigentlich gevvesen/ Bir şeyi tam da nasılsa öyle” göstermekten uzak olan “iddianame” bana kaçınılmaz olarak, “Yetkililer haksız olduğu zaman, haklı olmak tehlikeli bir durumdur,” diyen Voltaire’in uyarısını ve Walter Benjamin’in, “Ezilenlerin geleneği gösteriyor ki, içinde yaşadığımız ‘olağanüstü hâl’ istisna değil, kuraldır. Buna denk düşen bir tarih anlayışına ulaşmak zorundayız,” saptamasını anımsatıyor!
Hele, hele “Adalet kimin için?” sorusu ortadayken; “Hukukun dokunulmazlığı” tartışmalıyken; “Bağımsız yargı, hukuk devleti ve adalet” çok problemli bir alanken; “Yanlış mahkemeden doğru karar çıkmaz”ken ve “Yargı ile ideoloji”ye mündemiç tüm bağlamlarda başını kuma gömen “genellemeler”le yol almak imkânsızken aklıma birden 20 Aralık 2011’de kaleme aldığım “Türk(iye) Hukuk(suzluğ)u ve Kürtler” başlıklı yazım geliyor.[3]
Orada “Türk(iye) hukuk(suzluk)u”nun çifte standartlı olduğunun ve Kürtler ile toplumsal muhalefet hareketlerine karşı “te’dip” amaçlı kullanıldığının altını çizmiştim.
Bu çerçevede mahkemenizde görülmekte olan bu davanın keemlenyekûn (yok hükmünde) olduğuna ilişkin kesin kanımın altını çizerek; konuyla doğrudan ilişkili beş soru(n) üzerinde durmak istiyorum.
I) BAYRAM KUTLAMAK NEDEN “SUÇ” OLSUN?
Kendi hesabıma, bayram kutlamanın “suç” olabileceğine inanmam.
Ayrıca 23 Nisan, 29 Ekim, Kutlu Doğum Haftası veya Dini Bayramlar’ın neden “sakıncasız” olarak addedilip de 1 Mayıs İşçi Bayramı’nın, Newroz kutlamalarının “sakıncalı” ilan edildiğini kavrayamam.
Mesela “iddianame”yi kaleme alan Cumhuriyet Savcısı Erdoğan Gökçek’in, “milli güvenlik, kamu düzeni, suç işlenmesinin önlenmesi, genel sağlığın ve genel ahlâkın veya başkalarının hak ve özgürlüklerinin korunması amacıyla ve kanunla sınırlanabileceği”ne ilişkin tedbiri neden hep 1 Mayıs İşçi Bayramı’na, Newroz Kutlamaları’na uygulanır da; 23 Nisan, 29 Ekim, Kutlu Doğum Haftası veya Dini Bayramlar bundan nasibini almaz?
Bunun, çifte standartlılık, keyfilik dışında bir izahı olabilir mi? Elbette olamaz!
İyi de bu böyleyse; bizim burada “Newroz’u kutladık” diye yargılanmamız da bir çifte standartlılık, keyfilikten başka anlam taşımaz!
Şunu net olarak belirteyim: “İşçilerin birliği ve halkların kardeşliği”ni savunan bir sosyalist olarak tüm 1 Mayıs’lara, Newroz’lara katıldım; katılacağım da!
1 Mayıs’lar da, Newroz’lar da ezilenlerin bayramıdır; hiçbir güç onları kutlama hakkını bizlerden alamaz.
Kaldı ki Newroz Kutlamaları üzerinden gidersek: Kocaeli Üniversitesi Siyaset Bilimi ve Kamu Yönetimi Bölümü öğretim üyesi Doç. Dr. Yücel Demirer’in ‘Tören, Simge, Siyaset: Türkiye’de Newroz ve Nevruz Şenlikleri’[4] başlıklı yapıtında işaret ettiği üzere Newroz, nihaî kertede (ideolojik kullanımının da mümkün olduğu) “bayram”dır.
Gündönümü şenlikleri anlamına gelen Newroz/ Nevruz Farsçada “yeni gün” (Nev= yeni, roz= gün)dür. Çeşitli Orta Asya dillerinde ufak tefek farklılıklarla (Noruz, Noruz, Naras, vb.) karşımıza çıkan Newroz, gece ile gündüzün eşit olduğu ilkbahar gündönümüne (ekinoks), yani miladî takvimde 21 Mart gününe denk düşer. Eskiden pek çok kültürde 21 Mart yılbaşı günü sayılırdı. Örneğin Babillilerin Akitu bayramı, Hititlerin Purulliyas festivali bir çeşit “Newroz” töreni idi. Daha yakın yüzyıllarda özellikle tarım topluluklarının “yeni yıl” başlangıcıdır.
Bugün İran’da, Afganistan’da, Azerbaycan’da ve pek çok Orta Asya (Türkî) devletinde yeni yıl 21 Mart’ta başlar. Zerdüştlerde, Alevîlerde, Bahaîlerde Newroz kutsal gündür. Ama “Newroz”u 12 Mart’ta, 20 Nisan’da kutlayan topluluklar da var. Dahası, bazı kültürlerde “ilkbahar gündönümü” (21 Mart) ile “sonbahar gündönümü” (23 Eylül) yer değiştirmiştir.
Firdevsi’nin ‘Şehname’sinde de Cemşid’in tahta çıktığı ve kılıcının bir güneş gibi parladığı gün Newroz diye anılırken; Kürt söylenceleri de Newroz’u zalim Dahhâk’a (Zahhak, Dehak, Dehaq diye de yazılır) demirci Gâve (Kave, Kava, Kawa diye de yazılır)’nın isyanıyla dillendirir.[5]
Bu böyleyken ve “Nevruz” diyenler Valilerin, mülki amirlerin, hatta Kültür Bakanları’nın katılımıyla bu bayramı kendi meşreplerine göre “kutlarlarken”; neden benim de kendi meşrebime göre Newroz’u kutlamam “sakıncalı”, “yasaklı” olsun ki?
Ha bunu şöyle bir “gerekçesi” de olabilir!
Yavuz Sultan Selim’e atfedilen, “Kürde fırsat verme ya Rab, dehre sultan olmasın/ Ayağını çarık sıksın, asla iflah olmasın/ Vur sopayı al ekmeği, karnı bile doymasın/ Ol çeşmeden gâvur içsin, Kürde nasip olmasın!” dörtlüğündeki “mantık(sızlık)la”!
Ya da, “Devlette ve onun ‘adalet’ cübbesi altına gizlenmiş olan ‘devlet içindeki devlette’ Kürt karşıtlığının devamlılığı esastır,” diyen İrfan Aktan’ın, “Türk yargısı Kürde fırsat vermez, ayağını sıkan çarık olur ve ‘Türkler’ yargı önünde daha eşit olmaya devam eder,” saptamasındaki “absürd”lükle mi?
Newroz Kutlamaları milyonlara mal olmuşken; Melih Pekdemir’in, “Him Aşitî Him Azadî/ Hem Barış Hem Özgürlük” uyarısı eşliğinde Newroz’u yargılama talihsizliğinden[6] vazgeçilmelidir!
Ha bu konuda “mevcut yasalar”dan söz edilecekse eğer; “yasaları” da, yasaklarını da toplumsal hakikâtin aşabileceği anımsanmalıdır; Gore Vidal’ın, “Yanlış yolda yürüyeceğine, doğru yolda bekle!”; Theodor W. Adorno’nun, “Bilginin iktidarla ilişkisi sadece uşaklıkla değil, hakikâtle de ilgilidir!” satırları şahsında!
II) GENELDE “TÜRK(İYE) HUKUK(SUZLUK)U”
Mine Söğüt’ün, “Kendimizi başından beri öylesine gaddar bir sisteme teslim etmişiz ki; bu sistemde vicdanı küçümsemek akılcılık; savaşın yol açtığı vahşeti olağan saymak gerçekçilik sayılıyor,” notunu düştüğü verili tabloda: “Hukuk(suzluk)” deyince bir genelleme yapmak yerine; somut olgulara bakıp, Bertolt Brecht’in, “Bozuk adalet yeter artık!/ Acemi ellerle yoğrulan,/ iyi pişirilmemiş adalet yeter!/ Yeter katıksız, kara kabuklu adalet!/ Dura dura bayatlayan adalet yeter!” dizeleriyle birlikte, De Goncourt’un haykırışını anımsamakta büyük yarar var: “Maskeler zamanla yüze yapışır, ikiyüzlülük içtenlik sayılır…”
O hâlde Güneri Cıvaoğlu’nun, “Türkiye özellikle son yıllarda “hukuk devleti” inancının yaralar aldığı bir süreçte yalpalıyor”; ‘İnsan Hakları İzleme Örgütü’nün ‘Türkiye’nin İnsan Hakları Alanındaki Gerilemesi ve Reform Önerileri’ başlıklı raporunu hazırlayan Emma Sinclar Webb’in, “Bu ülkenin yurttaşları hükümetin AİHM kararlarını keyfi bir şekilde uygulamasını hak etmiyor… Yargının bağımsızlığı, tarafsızlığı ve aynı zamanda hukukun üstünlüğü ilkesi AKP tarafından yok ediliyor. Anayasa Mahkemesi ülkedeki tek frenleme mekanizması hâline geldi… Kendini hukuk sisteminden üstün görme, hukuku yok etme veya tanımama AKP hükümetinin mantığının bir parçası hâline gelmiş durumda,” diye betimlediği tabloda “Türk(iye) Hukuk(suzluk)u”ğuna ilişkin kimi örnekleri aktaralım:
i) Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı, Şırnak Roboskî’de 34 yurttaşın bombalanarak öldürüldüğü saldırıyla ilgili yaptığı açıklama nedeniyle, Genelkurmay Başkanı Orgeneral Necdet Özel hakkında “soruşturmanın gizliliğini ihlâl” ve “adli yargılamayı etkileme” suçlarından yürütülen soruşturmada, “kovuşturmaya yer olmadığına” hükmetti. Kararda, Özel’in katliamın ardından “Ölenler arasında silahlı teröristler de bulunmaktaydı” şeklindeki sözlerine binaen, “Gerçekten söylenmiş olsa da yargılamayı etkilemez” savunması yapıldı![7]
ii) Ankara Güvenpark’ta 17 Mayıs’ta Soma protestosunda bulunan KESK Başkanı Lami Özgen ve arkadaşları, polisin hedef gözeterek, gereksiz yere su ve gaz sıktığını belirtip suç duyurusunda bulundu. Savcılık ise Emniyet’in gönderdiği “hedef alınmadıkları”nı vurgulayan yazıyı esas alarak, ifade almadan dosyayla ilgili takipsizlik kararı verdi![8]
iii) Ankara 11. Ağır Ceza Mahkemesi, Mehmet Ağar’ın denetimli serbestlik hakkını iptal eden kararı kaldırarak Kurban Bayramı sonrası cezaevine gitmesinin önünü kapattı![9]
iv) Ankara’da 12 Eylül 1994 tarihinde gözaltına alınarak kaybedilen Kenan Bilgin davasının; hem askeri darbenin hem de kaybedilişinin yıl dönümü olan 12 Eylül’de zaman aşımından düşürüldüğü ortaya çıktı… Ankara Terörle Mücadele Şube (TMŞ) Müdürlüğü tarafından Türkiye Devrimci Komünist Partisi (TDKP) yöneticisi olduğu iddiasıyla gözaltına alınan Bilgin’in, işkence gördüğüne dair tanık ifadeleri bulunmasına karşın, soruşturma savcısı ne o dönem TMŞ’de görevli polisleri ifadeye çağırdı ne de haklarında herhangi bir iddianame hazırladı![10]
v) Polisin öldürdüğü Uğur Kurt davasında amirin ‘Sıkma’ talimatı iddianameye girmedi… Uğur Kurt’un Okmeydanı Cemevi’nde bir cenaze törenine katılmak üzere beklerken 22 Mayıs 2014’de TEM Şube Müdürlüğü’nde görevli Sezgin Korkmaz’ın silahıyla vurularak öldürülmesine ilişkin iddianamenin detayları ortaya çıktı. Savcı Hasan Yılmaz’ın hazırladığı iddianamenin, 30 Mayıs’ta İstanbul Valiliği’ne yazdığı soruşturma izin yazısından kopyalanması dikkat çekti![11]
vi) Aynı mahkeme, aynı hukuksal durum, iki ayrı karar... Mahkeme, yedi yıldır tutuklu Füsun Erdoğan’ı tahliye etmezken bir gün sonra Veli Küçük’ü bıraktı… ‘Özgür Radyo’nun kurucusu ve yayıncısı Füsun Erdoğan, 2006 yılında MKLP operasyonunda gözaltına alınıp hiçbir şiddet eylemine karışmadığı hâlde yedi yıl tutuklu yargılandı ve mahkûm edildi. Özel yetkili mahkemeleri (ÖYM) kaldıran ve tutukluluk süresini beş yıla indiren yasanın çıkması ve Anayasa Mahkemesi’nin İlker Başbuğ kararı üzerine avukatları, tahliye için başvurdu. İstanbul 4. Ağır Ceza Mahkemesi, “Karar verildiği tarihte tutukluluk süresi 10 yıl” diyerek, tahliye etmedi. Aynı mahkeme bir gün sonra MKLP’lilerle aynı hukuksal niteliğe sahip Ergenekon sanığı Veli Küçük, Levent Ersöz ve Hüseyin Ataman Yıldırım’ı, “sabit ikametgâh sahibi oluşları, delillerin toplandığı ve tutuklamanın amaçlarının karşılandığı” için bıraktı![12]
vii) Adana Valisi Hüseyin Avni Coş’un bir protestocuya yönelik hitabını köşe yazısına konu yapan gazeteci Hakan Gülseven “Vali Çoş’a hakaret etmek” ten suçlu bulundu. Mahkeme 11 ay 20 gün hapis cezasına hükmetti. Vali Hüseyin Avni Coş’un 10 Kasım 2013 töreninde hükümet aleyhine protestolar sırasında protestoculardan birine yönelik ‘G...’ şeklindeki hitabı ile ilgili soruşturmada takipsizlik kararı verilmişti. Takipsizlik kararının gerekçesi de hakaret suçunun hakarete uğrayan kişinin şikâyetine bağlı bir suç olması ve Vali Coş hakkında ise bir şikâyetin olmaması şeklinde açıklanmıştı![13]
III) ÖZELDE KÜRTLER’İN (ROBOSKÎ’Lİ) HÂLİ
Bu tabloda “Türk(iye) Hukuk(suzluk)u”ğunun özelde Kürtleri ilgilendiren (Roboskî’li) hâline gelince öncelikle birkaç veri aktaralım…
İHD Amed (Diyarbakır) Şubesi’nin 2012 yılı ‘Hak İhlâlleri Raporu’na göre, Bölge’de ilk 6 ayda tam 15 bin 109 hak ihlâli yaşandı. Ölüm ve tecrit hiç eksik olmadı…
İHD Amed Şube Başkanı Raci Bilici, 1988 yılından Eylül 2012’ye 563 çocuğun güvenlik güçleri tarafından veya askeri patlayıcılar sonucunda öldürüldüğünü belirterek, sadece 2012 yılında ise 10 çocuğun yaşanan çatışmalı ortamda hayatını kaybettiğini vurguladı…
İHD Amed Şubesi Çocuk Hakları Komisyonu Üyesi Mehmet Güzel’in verilerine göre, “2012 yılının ilk 6 ayında 10 çocuk öldürüldü. 1988 yılından 2012’nin ilk 9 ayına kadar 561 çocuk çatışmalarda, çöplükte buldukları bombalarla yaşamlarını yitirdi. 2012 yılının ilk 6 ayında ise 122 çocuk gözaltına alındı, 34 çocuk tutuklandı. 2010’dan 2012’nin ilk 6 ayına kadar bin 147 çocuk gözaltına alındı, 343 çocuk tutuklandı”…
İHD Amed (Diyarbakır) Şubesi’nin 21 Eylül 2011 tarihli raporundaki istatistiki verilere göre, Amed, Sêrt (Siirt), Colemêrg (Hakkari), Wan, Bedlîs (Bitlis), Çewlîg (Bingöl), Sêmsûr (Adıyaman), Şirnex (Şırnak), Êlîh (Batman), Mêrdîn (Mardin), Dersim, Xarpêt (Elazığ), Agirî (Ağrı), Îdir (Iğdır), Erdexen (Ardahan), Qers (Kars), Dîlok (Antep), Meletî (Malatya), Hatay ve Riha (Urfa)’da Hizbullah’a ait toplam 3 bin 248 kişinin gömüldüğü 253 toplu mezar bulunuyor. Ancak Eylül 2011’e kadar bu mezarlardan yalnızca 29’u açıldı ve 190 insana ulaşıldı. Ulaşılan insanların kimlikleri ya da akıbetleri hakkında yürütülen çalışmanın yüzeyselliği ve hiçbir detayın uygulanmayışı sebebiyle bir sonuç çıkmadı…
Ve bir şey daha: Emniyet Genel Müdürlüğü, toplumsal olaylarda kullandığı “biber gazı, tazyikli su ve cop” yerine çok daha etkili bir sistemle tanıştı. Emniyet Genel Müdürlüğü’ne ABD’li Raytheon firması tarafından yeni bir teknoloji tanıtıldığı öğrenildi. “Öldürücü olmayan silahlar” sınıfına giren ve “Sessiz Bekçi” olarak nitelendirilen yeni sistemin Emniyette büyük ilgi ve beğeni gördüğü belirtildi. Öldürücü olmayan silahlar “mikrodalga” ve “akustik” olarak ikiye ayrılıyor. Türkiye’de tanıtılan sistem mikrodalga ve “Elektronik Kitle Durdurma ve Süpürme” sistemi olarak tanımlanıyor. “Silent Guardian-Sessiz Bekçi” adlı silah sistemi kullanıldığında yüksek orandaki acı hissi nedeniyle hareket kabiliyeti yitiriliyorken;[14] Emniyet Genel Müdürlüğü Güvenlik Dairesi’ne tanıtılan ve toplumsal eylemlerde “cop, tazyikli su ve biber gazı” yerine “Sessiz Bekçi-Silent Guardian” adlı “Elektronik Kitle Durdurma ve Süpürme” sisteminin öncelikli olarak Güneydoğu Anadolu Bölgesi’ndeki illerde kullanılmasının hedeflendiği öğrenildi![15]
Sonra da sıralayalım…
i) “Tarih: 24 Ocak 2012. Yer: TBMM, AKP Grubu. Tayyip Erdoğan: ‘Uludere soruşturması titizlikle yürütülüyor. Bu dosya Ankara’nın karanlık dehlizlerinde kaybolmayacak’ dedi.
Sonra sırasıyla şunlar oldu: TBMM Uludere Komisyonu’nun, TSK’nin ‘kastı olmadığına’ karar vermesi 15 ay sürdü. Diyarbakır Özel Yetkili Savcılığı’nın ‘görevsiz’ olduğuna karar vermesi 18 ay sürdü. Genelkurmay Başkanlığı Askeri Savcılığı’nın ‘takipsizlik kararı’ vermesi 7 ay sürdü”![16]
“Genelkurmay Askeri Savcılığı’nın Roboskî katliamı ile ilgili olarak ‘kovuşturmaya yer olmadığı’na ilişkin olarak verdiği karar, tam olarak CHP Ankara Milletvekili Levent Gök’ün basın toplantısında ifade ettiği gibi, ‘devletin, vicdanın, adaletin sona erdiği an’ diye zihinlerde yer edinecektir”![17]
ii) Şırnak’ın Uludere İlçesi’ne bağlı Ortasu Köyü kırsalındaki Irak sınırında 28 Aralık 2011’de savaş uçaklarının attığı bombalarla yaşamını yitiren 34 kişi arasında bulunan 25 yaşındaki Nadir Alma’nın ailesine, Alma’nın 2003 yılında işlediği ‘kaçakçılık’ suçundan verilen 8 bin 403 lira para cezasının tebligatı yapıldı. Daha önce verilen tebligatı kaybeden ve Alma’nın ölümünden sonra cezanın düşeceğini sanan ailesi, elden aldıkları tebligatla şoke oldu. Ailelerin avukatlığını yapan Diyarbakır Barosu Başkanı Tahir Elçi, 2 yıldır hayatta olmayan bir kişi ile ilgili aileye ceza tebligatı yapılmasını “Skandal” olarak nitelendirdi![18]
iii) Van’ın Çaldıran ilçesindeki 8 Ekim Kobanê gösterileri sırasında polis, ilçe belediyesinde görev yapan zabıta Abdulaziz Adıyaman’ı (48) üzerinde resmi kıyafeti olduğu hâlde, elinde telsiz bulunduğu için, “Sen bizi telsizle göstericilere anons mu ediyorsun?” diyerek gözaltına aldı... 8 çocuk babası Adıyaman, “yasadışı gösteri suçundan” 7 kişi ile birlikte savcılığa sevk edildi. Adıyaman, Çaldıran’daki gösterilerde hayatını kaybeden olmadığı hâlde ‘kasten cinayet’ten tutuklanarak cezaevine konuldu. Polis M.Ç. savcılıktaki ifadesinde “Yanına gittiğimizde kaçmaya çalıştı” dedi. Adıyaman ise “Bana ‘Şerefsiz telsizle anons mu yapıyorsun?’ dediler. ‘Telsizle anons yapacak kadar karaktersiz değilim’ dedim. Zaten telsiz çalışmıyordu” diye konuştu![19]
iv) Yüksekova’da 2013’ün aralık ayında çıkan olaylarda hayatını kaybeden Mehmet ve Veysel İşbilir kardeşlerin ölümü üzerine açılan soruşturmada şüpheli sıfatıyla ifade veren 6 polis memurunun tıpatıp aynı savunmaları yaptıkları ortaya çıktı. 6 polis de savunmalarında kendilerini görevlendiren amirin ismini hatırlayamamış. Savunmalardaki yazım hataları bile aynı![20]
v) Şırnak’ın iki köyünde 1994’te 38 kişinin hava saldırısında ölümüyle sonuçlanan katliamda zamanaşımı nedeniyle takipsizlik kararı verildi![21]
vi) Mahkeme arasında gidip gelen JİTEM davası yine ortada kaldı. Yedi yıldır dosyayı elinde tutan Diyarbakır 7. Kolordu Komutanlığı Askeri Savcılığı, “sanıklar asker ama suçlar askeri değil” diyerek görevsizlik kararı verdi![22]
vii) Diyarbakır’da gaz fişeğiyle başından vurularak hayatını kaybeden sekiz yaşındaki Enes Ata’nın kanıt niteliğindeki elbiselerinin mahkeme kararı olmaksızın polis tarafından imha edildiği ortaya çıktı![23]
viii) Diyarbakır’ın Lice Belediye Eş Başkanı BDP’li 25 yaşındaki Rezan Zuğurli, kaş, göz ile burun ve dudak arasındaki boşluğunun polise taş atan grupta bulunan bir kişiye benzemesi yüzünden 4 yıl 2 ay hapis cezasına çarptırıldı![24]
Kürtler’in (Roboskî’li) hâli elbette negatif bir deneyimdir. Ancak “Deneyim, insanın ‘başına gelen bir şey’ anlamına gelmez… Deneyim, insanın ‘başına gelenle nasıl başa çıktığı’ anlamına gelir,” Aldous Huxley’in işaret ettiği üzere…
IV) GEZİ/ HAZİRAN HUKUK(SUZLUK)U
Nihayet “hukuk(suzluk)un muhalefet hareketlerine karşı bir “te’dip” amaçlı kullanıldığına ilişkin önemli bir alan olarak Gezi/ Haziran gerçeğine gelirsek!
i) Adana Terörle Mücadele Şube Müdürlüğü’nün aralarında doktor ve öğretmenlerin de bulunduğu 28 kişi hakkında hazırladığı fezlekede tüm protesto gösterileri “Gezi eylemlerini yeniden canlandırma” olarak nitelendirildi. 28 kişi çok sayıda örgüte üye olmakla suçlandı![25]
ii) Taksim Dayanışması’nın raporuna göre Gezi direnişine ilişkin olarak Temmuz 2014’e dek 7 bin 990 kişi hakkında soruşturma başlatıldı, en az 5 bin 513 kişi gözaltına alındı, 5 bin 235 kişiye dava açıldı. Polis şiddetinin hüküm sürdüğü günlere ilişkin sadece 12 polis hakkında dava açıldı![26]
iii) Antalya’da öğretmenlik yapan 31 yaşındaki Mehmet Yürekli hakkında, Facebook’tan paylaştığı poşulu ve “Her Yer Taksim Her Yer Direniş” yazısı önünde zafer işaretli fotoğrafları suç delili gösterilerek, Gezi eylemlerine katıldığı gerekçesiyle soruşturma açıldı![27]
iv) Bursa’da Gezi Direnişi’ne destek veren DİSK, KESK, ÇHD, ÖDP, HDP, TBMMOB yöneticilerinin de aralarında bulunduğu 92 kişi hakkında “2911 sayılı Toplantı ve Gösteri Yürüyüşleri Kanunu’na muhalefet” suçundan 1.5 yıldan 3 yıla kadar hapis istemiyle dava açıldı![28]
v) Gezi eylemleri sırasında gözünü kaybeden Erdal Sarıkaya ve ayağından sakatlanan Aydın Aydoğan, hukuk zemininde mücadelesini sürdürüyor sürdürmesine ama açtıkları tazminat davası için en önce mahkemenin istediği ücreti yatırmaları gerekiyor. Ödeyemiyorlar. Onlara, “Paranız yoksa, hakkınızı arayamazsınız,” deniyor![29]
vi) Gezi Parkı olayları sırasında Beyoğlu’nda bankacı E. Y. adlı kadının kalçasına palayla vuran Sabri Çelebi’yi mahkeme 9 bin TL adli para cezasına çarptırdı![30]
vii) Gezi eylemleriyle ilgili yazdığı ‘Gezi Fenomeni’ başlıklı kitapta Erdoğan’a Başbakanlık döneminde hakaret ettiği gerekçesiyle hakkında kamu davası açılan Abdurrahman Erol Özkoray’a, İstanbul 2. Asliye Ceza Mahkemesi’nce yazarın kitapta yeralan bazı ifadelerle “Kamu görevlisine görevinden dolayı alenen hakaret” suçunu işlediği kanaatine varılarak, 11 ay 20 gün hapis cezasına verildi![31]
viii) Çarşı grubu Gezi’de “darbeye teşebbüs”le suçlanıyor! Çarşı üyeleri hakkında darbe suçlamasıyla iddianame hazırlayan savcının yürüttüğü Gezi soruşturmasında CHP lideri Kemal Kılıçdaroğlu ve İşçi Partisi yöneticileri Hasan Basri Özbey ve Tugay Şen, Gezi eylemleriyle ilgili soruşturmada ‘çıkar amaçlı suç örgütü’ kurmakla suçlanıyor. Diğer şüpheliler Aydınlık yöneticileri, Adnan Keskin ve Memet Ali Alabora![32]
ix) Gezi Parkı olaylarında dövülerek ateşe atılan ve bir gözünü kaybeden Hakan Yaman’la ilgili soruşturmada tüm deliller yok edilmiş. Polis müfettişleri hiçbir sonuca ulaşamazken savcılık bir yıldır şüphelileri arıyor![33]
x) Gezi Parkı eylemleri süresince Afyonkarahisar’da protesto, yürüyüş, gösteri yapan ve haklarında “kovuşturmaya gerek görülmeyen” 54 kişi, haklarında yapılan ikinci soruşturma sonunda açılan davada “Toplantı ve Gösteri Yürüyüşleri Kanununa muhalefet” ile “trafiği tehlikeye düşürmek” suçlarından yargılanacak![34]
xi) Ethem Sarısülük’ü vurarak ölümüne neden olan polis A.Ş.’nin, bir özel hastaneden olay gününe ilişkin 3 farklı rapor almasına ilişkin suç duyurusu hakkında takipsizlik kararı verildi![35]
xii) Gezi eylemleri sırasında KESK’in yurt çapında ilan ettiği genel grev kararına uyan 8 Eğitim Sen’li asistana 2 yıl kıdem durdurma cezası verildi. Yine Gezi eylemleri sırasında Ethem Sarısülük’ü vuran polis memuru hakkında da 2 yıl kıdem durdurma cezası verilmişti![36]
Evet hâl bu!
Yani Erk Acarer’in, “Üzerlerinde baskı bitmeyen Gezi şehitlerinin yakınları: Malum suçlular, mağdur şüpheliler ülkesi… ‘Bambaşka bir ahlâk anlayışının’ akıllara durgunluk veren yansımalarıyla sarsılan ülkede, vicdan denilen hassas kavram da yaralandıkça kanıyor. ‘Ak’lanan şüpheliler bir yanda, makul, mağdur suçlular öte yanda! Türkiye tam da vicdan denilen yerden ikiye bölünüyor… Katile ‘katil’ ve hırsıza ‘hırsız’ diyenin yargılandığı ülke... Çok açık... Gülmek devrimci bir eylem... Üstelik Yeni Türkiye’nin ‘gelişen adalet’ anlayışına ancak gülüp geçerek katlanılabiliyor,” satırlarındaki üzere!
V) ÖRNEK KARARLAR
Tablo böyle olsa da kimi içtihatlar da yok değil.
Keşke Cumhuriyet Savcısı Erdoğan Gökçek de, polis fezlekesini “iddianame”ye dönüştürürken; şu altı içtihatlardan haberdar olsaydı.
I. İÇTİHAT ÖRNEĞİ:
DENİZLİ 7. ASLİYE CEZA MAHKEMESİ’NİN
“YASAL OLAN MI ADİL OLAN MI?” SORUSUNA YANITI:
“ADİL OLMAK GEREKİR”[37]
|
Denizli 7. Asliye Ceza Mahkemesi, 8 Gezi direnişçisini beraat ettiren kararının gerekçesinde, 13 Mart 2014’de toprağa verilen Berkin Elvan’dan Nâzım Hikmet’e kadar birçok değere gönderme yaparak, demokrasi dersi verdi. Gerekçede, ifade özgürlüğünün en temel hak olduğu vurgulanarak, “Ayakta duranı, oturanı, yürüyeni, tencere tava çalanı, ışık yakıp söndüreni tehdit, tehlike olarak görmek, sesini kesmem için mücadele etmek, bırakın ilerisini demokrasi ile bağdaşmaz” denildi…
Hâkim Haki Öncü tarafından verilen gerekçeli kararda, cumhuriyet savcıları tarafından yapılması düşünülen operasyonlarda bile valinin onayının alınması girişimlerinin, ne demokrasi ne de hukuk devletiyle bağdaşmayacağı da vurgulandı. Farklı düşünenlerin sindirilmesi sürecinde TOMA araçlarının, ülke genelindeki itfaiyelerin tamamından daha fazla su kullandığı belirtilerek, “Sıkılan suyun da insan için zararlı olacak kimyasal madde ile karıştırılmış bir su olması, gösteri yapmaya çalışan vatandaşların direkt meydanlarda sıkılan kimyasal sularla cezalandırılmasının amaçlandığı bir gerçektir” denildi.
“Yasal olan mı adil olan mı?” başlığı altında da “adil olmak gerekir” vurgusuyla, sanıkların beraatine karar verildiği kaydedildi.
|
II. İÇTİHAT ÖRNEĞİ:
“VALİ YASAĞI”NA ÇANAKKALE 1. SULH CEZA MAHKEMESİ’NİN YANITI[38]
|
Çanakkale’de valiliğin yasakladığı alanda açıklama yaptıkları için 21 eğitimciye verilen para cezası iptal edildi. Cezayı kaldıran hâkim Halil Güner, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’ne (AİHS) göre özgürlüklerin asıl, sınırlamaların ise istisnai olduğunu, şiddeti içermeyen ve teşvik etmeyen hiçbir açıklamanın cezalandırılamayacağını, valiliğin yasada yetkisi olsa bile bunu evrensel hukuka aykırı şekilde kullanamayacağını belirtti.
“AİHS’ye göre özgürlükler asıldır, sınırlama istisnaidir” diyen hâkim Güner, AİHS 10. maddede düzenlenen ifade özgürlüğünün bilgi ve fikir alma, kanaat sahibi olma, bilgi ve fikir açıklama özgürlüklerini içerdiğini kaydeden hâkim şunları kaydetti: “AİHM’nin içtihatlarında görüleceği gibi istisna olan sınırlamanın olabilmesi için şiddet içermesi, şiddeti teşvik etmesi gerekir ve ancak yasayla olabileceği belirtilmiştir. Bu nedenle temel hak ve özgürlük olan düşünceyi açıklama kapsamındaki basın açıklamalarının da sınırlanabilmesi için bu ölçüleri içermelidir. Başvuranın basın açıklaması yapması ve bu açıklamada bulunması, düşünceyi açıklama özgürlüğü kapsamındadır. Bu açıklama şiddet içermemekte, şiddeti teşvik etmemekte, demokratik toplum gereklerine aykırılık oluşturmamaktır.”
|
ÇANAKKALE 1. SULH CEZA HÂKİMİ HALİL GÜNER:
“İZİNSİZ GÖSTERİ YÜRÜYÜŞÜ DİYE BİR SUÇ YOKTUR”![39]
|
Çanakkale 1. Sulh Ceza Hâkimi Halil Güner, Berkin Elvan yürüyüşü sırasında İl Emniyet Müdürlüğü’nün verdiği ‘trafik cezası’nın iptali davasında adeta hukuk dersi verdi. “Bazı kavram ve tespitlerin yapılması gerekir” diyen Güner, “İzinsiz gösteri yürüyüşü diye bir suç yoktur. Gösteri veya yürüyüş için izin gerekmemektedir. İzin gerektirmeyen bir faaliyet için suç tanımlaması hukuka uygun değildir. Güvenlik birimlerinin görevi de, gösteriyi engellemek değil, gösterinin düzenli ve güvenli şekilde gerçekleşmesini sağlamaktır,” ifadelerini kullandı.
|
III. İÇTİHAT ÖRNEĞİ:
EREĞLİ 1. SULH CEZA MAHKEMESİ:
“EYLEMCİLER YAYA VE TRAFİK YOLLARINI KAPATABİLİR”![40]
|
ÖDP Zonguldak İl Başkanı Ali Deliak, Gezi Direnişi sırasında Ereğli ilçesinde 16 Haziran 2013’de düzenlenen eyleme katıldı. Ereğli İlçe Emniyet Müdürlüğü Trafik Tescil ve Denetleme Büro Amirliği, Ali Deliak ve yürüyüşe katılan bazı kişilere, ”trafik güvenliğini ve düzenini tehlikeye düşürdükleri” gerekçesiyle Karayolları Trafik Kanunu’nun ilgili maddesi gereği 77’şer lira idari para cezası kesti.
Deliak, yasalara aykırı düzenlendiği gerekçesiyle ceza tutanağının iptali için Ereğli 1. Sulh Ceza Mahkemesi’nde dava açtı. Mahkeme ise, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin (AİHM) ilgili kararları incelendiğinde, yürüyüş yapma hakkının doğal sonucu olarak yaya ve araç trafik yollarının belli bir süre kullanıma kapanabilmesinin mümkün olduğunu vurgulayarak cezayı iptal etti.
Gerekçeli kararda şöyle denildi: “AİHM, sözleşmeye taraf olan ülkelere, toplantı ve yürüyüş hakkını dolaylı yoldan usulsüz bir şekilde sınırlandırmaktan da kaçınmalarının gerektiğini not etmektedir. Ceza tutanağının suç tarihinde değil de daha sonra kamera görüntüleri ve kimlik bilgilerinin POL-NET kayıtlarından elde edilerek hazırlanması, bu hakkın dolaylı yoldan usulsüz bir şekilde sınırlandırıldığı yönünde kuşku uyandırmıştır.”
|
IV. İÇTİHAT ÖRNEĞİ:
“TOPLANTI VE GÖSTERİ YÜRÜYÜŞLERİ KANUNU”NA “MUHALEFET’TE
ANKARA’DA 3. SULH CEZA VE 12. SULH CEZA MAHKEMESİ’NİN KARARLARI[41]
|
Ankara’da savcıların, Gezi Parkı göstericilerini tutuklatma çabası bir kez daha mahkemeden döndü. Gösterilerde, “Polise taş attım”, “Taş atmak haktır” diyen eylemciler bile delil olmadığı gerekçesiyle serbest bırakıldı.
Bazı şüphelilerin “Polise taş attım ve taş atmak haktır” şeklindeki açıklamalarına rağmen Ankara 6. Sulh Ceza Mahkemesi, savcılığın tutuklama istemini reddetti. Mahkeme, ‘kamu malına zarar verme’ suçu için kuvvetli suç şüphesinin bulunmadığına dikkat çekti. Toplantı ve Gösteri Yürüyüşleri Kanunu’na muhalefet’ suçu yönünde ise suçun ceza süresini göz önünde bulunduran mahkeme, tutuklama talebinin reddine karar verdi. Böylece şüpheliler serbest kaldı. Gezi eylemlerinde 13 şüpheli Ankara 3. Sulh Ceza Mahkemesi’nce, üç kişi de Ankara 12. Sulh Ceza Mahkemesi’nce serbest bırakılmıştı.
|
V. İÇTİHAT ÖRNEĞİ:
İSTANBUL CUMHURİYET SAVCISI ŞENOL DAĞ:
“GÖSTERİ ÖZGÜRLÜĞÜ” HAKKINDA[42]
|
İstanbul’da 1 Mayıs 2008’de izinsiz kutlanan ve olayların çıktığı 1 Mayıs İşçi Bayramı’yla ilgili başlatılan soruşturmada karar altı yıl sonra çıktı. Soruşturmayı yürüten savcı Şenol Dağ, 30 şüpheli hakkında takipsizlik kararı verdi.
Kararda o gün Taksim ve civarında çok sayıda toplumsal olayın meydana geldiği, güvenlik güçlerine göstericilerin taş ve molotof atarak saldırıda bulundukları nedeniyle suç duyurusunda bulunulduğu anlatıldı.
6 yıl sonra açıklanan kararda savcı Şenol Dağ, 1 Mayıs’ın dünya üzerinde birçok ülkede tatil olarak kabul edildiğini, bu tarihte tören ve kutlamalar yapıldığını vurguladı. Savcı kararının devamında 2911 sayılı Toplantı ve Gösteri yürüyüşleri kanunun amaç ve kapsamına da değinerek şu ifadelere yer verdi: “Bu durumda nasıl ki 29 Ekim Cumhuriyet Bayramı, 23 Nisan Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramı, 19 Mayıs Gençlik ve Spor Bayramı kutlamaları, asker uğurlamalarında, hacı kafilesi karşılamalarında, açık alanlarda toplu iftar yemeği verilmesinde, açık alanlarda düğün ve sünnet töreni yapılmasında, 2911 sayılı toplantı ve gösteri yürüyüşleri kanunu uygulanmıyorsa, dünya çapında kutlanan ve ülkemizde 2008 yılı Nisan ayında kabul edilip, 22 Nisan 2009 yılında kanun ile resmi tatil ilan edilen ‘1 Mayıs Emek ve Dayanışma Günü’nün de 2911 sayılı kanun hükümlerinin uygulanamayacağı sabittir.”
|
VI. İÇTİHAT ÖRNEĞİ:
YARGITAY 9. CEZA DAİRESİ’NİN
“TOPLANTI VE GÖSTERİ YÜRÜYÜŞLERİ KANUNU’NA İLİŞKİN YORUMU[43]
|
Yargıtay Ceza Genel Kurulu, Diyarbakır’da katıldığı bir gösteride polise taş atan kişinin eylemini Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) kararlarını emsal göstererek, “düşünce ve kanaat açıklama yöntemi” olarak gördü. Kurul, bu gerekçeyle sanığın cezasını düşünce özgürlüğüne ilişkin suçlarda erteleme öngören kanun kapsamına almayan yerel mahkeme kararını bozdu…
Yargıtay 9. Ceza Dairesi ise 6352 sayılı Yasa ile 31 Aralık 2011’den önce işlenen düşünce özgürlüğüne ilişkin suçlarda davanın ertelenmesinin öngörüldüğüne dikkati çekti. Daire, kanunda erteleme kapsamına alınacak suçlarla ilgili olarak ‘sair düşünce ve kanaat açıklama yöntemleri’ ile işlenmesi şartının arandığına dikkat çekerek şu değerlendirmelerde bulundu:
“Bir amaca ulaşmak için izlenen yol, usul ve metot gibi anlamlara gelen ‘yöntem’ ifadesi, kanun çerçevesinde ele alındığında, korunmak istenenin; her türlü düşünce ve kanaat açıklama biçimi değildir. Aksine bir eylemin bu kapsamda kalabilmesi için meşru olan ve düşünce ve kanaat açıklaması bağlamında mutat (olağan) bir yöntemle işlenmiş olması gerekir. Buradan hareketle, eylemin işleniş yönteminin bizzat ayrı bir suç oluşturduğu veya düşünce ve kanaati açıklamak bakımından mutat kabul edilemeyecek olması hâlinde erteleme uygulanmayacaktır. Başkaca yazım biçimleri arasından tercih edilen, ‘düşünce ve kanaat açıklama yöntemleri’ ibaresi bu ilkeler çerçevesinde değerlendirilmelidir. Örgütlenme özgürlüğü bağlamında ele alınan toplantı ve gösteri yürüyüşü yapma özgürlüğünün kolektif niteliği, ifade özgürlüğü ile yakın ilişkisi ve AİHM’ce değerlendiriliş biçimi nazara alınmalıdır. Buna göre, Toplantı ve Gösteri Yürüyüşleri Kanunu’nun 33/1. maddesine (toplantı ve yürüyüşe silahla katılmak) uygun olduğu kabul edilen eyleminin mutat ve meşru bir ‘düşünce ve kanaat açıklama yöntemi’ olduğu kabul edildiğinden, sanığa yüklenen suçun düşünce ve kanaat açıklama yöntemiyle işlendiği ve bu nedenle sanık hakkında açılan dava ertelenmelidir.”
Daire bu kararına AİHM’nin Avusturya ve Rusya’ya karşı açılan iki davada verdiği kararları emsal gösterdi.
|
Diyeceklerimi “tamamlıyorum”:
Özdemir Asaf’ın deyişiyle, “Küçük kararları aklımla, büyük kararları kalbimle almayı öğrendim,” diyenlerden birisi olarak böyle bir davanın açılmış olmasının bir keyfilik olduğundan şüphe duymuyorum.
Mahkemeniz, buraya kadar değindiğim gerçekler ışığında bu iddianameyi reddetmelidir.
Çünkü iddianamenin “zihniyeti”, Heracleitus’un “Değişmeyen tek şey, değişimdir,” saptamasının inkârına denk düşerken; dayattığı keyfilikle de Uğur Aktaş, “çünkü her med biriktirir cezrini” [44] dizelerini anımsatmaktadır bana…
Gereğini (b)ilginize sunuyorum.
2 Kasım 2014 14:45:56, Ankara.
N O T L A R
[1] Ankara 23. Asliye Ceza Mahkemesi Başkanlığı’nın Dosya No: 2014/512 Esaslı ve 10 Kasım 2014 tarihli davasında sanık Temel Demirer’in sunduğu savunma… Kaldıraç, No:162, Aralık 2014…
[2] Cemal Süreya, ‘Biz Kırıldık Daha da Kırılırız’.
[3] 21 Aralık 2011 tarihinde BDP Ankara Akademisi’nde verilen ders… 15 Ocak 2012 tarihinde Yüksekova (Hakkâri) Akademisi’nde verilen ders… Kaldıraç, No:128, Ocak 2012…
[4] Yücel Demirer, Tören, Simge, Siyaset: Türkiye’de Newroz ve Nevruz Şenlikleri, Dipnot Yay., 2012.
[5] Ayşe Hür, “Geleneğin İcadı: Newroz ve Nevruz”, Taraf, 18 Mart 2012, s.12.
[6] Diyarbakır’da tarihi bir gün (Newroz kutlaması) yaşanırken Çağlayan’da 11 kişi 2012 yılında Newroz’a katıldığı için yargılandı. O gün Tekirdağ 2 No’lu F Tipi Cezaevi’nden çıkan bir minibüs, hava koşulları yüzünden çokça gecikerek İstanbul’a ulaşmaya çalışıyordu. Çağlayan Adliyesi’nde 9’da başlaması icap eden duruşmada 11 genç ilk kez hâkim karşısına çıkacaktı. Altı tutuklunun dördü o minibüsteydi.
Tutukluluklarının ancak yedinci ayında görebildikleri iddianameye göre çoğu Öğrenci Kolektifleri, Halkevleri gibi farklı sol örgütlerden ve öğrenci yapılanmasından gelenlerin (Bekir Sürücü, Burcu Deniz, Deniz Aydın, Eren Yurt, İhsan Oğuzcan Yüzgeç, İzzet Utku Çaybaş, Kadir Ev, Rüya Kurtuluş, Uğur Karakuş, Yiğit Can Yirmibeş, Zeynel Nihadioğlu) suçu öncelikle 18 Mart 2012’de İstanbul Kazlıçeşme’de yapılmak istenen Newroz’a katılmak ve mala zarar vermekti.
Mala zarar verdiklerine dair delil bulunmadığı, bu yüzden de kovuşturmaya gerek olmadığı kararı çıktıysa da suç itinayla yaratılırdı. Gençlik Kampı ajandası, bilumum not defterinden alınan, misal Sarıyer Halkevi’nde ‘Cesur Yürek’ filminin gösterimine dair notlar, İlkay Akkaya’nın telefon numarası gibi güçlü deliller vardı nasıl olsa. O gün BDP’li Hacı Zengin’in gaz bombası yüzünden hayatını kaybetmesine dair kimse yargılanmamıştı. Ne acı bunlara alışmak.
İddianamede, sonradan partileşen Halkların Demokratik Kongresi’nin (HDK) ne kadar yasadışı olduğuna dair dinlenen ‘gizli tanık Bahar’ ifadesinde gaz ve toz bulutundan Öcalan’ın talimatlarına, oradan sanıklara ulaşan yolu tarif ediyor... Öcalan, ta ne zaman avukatlarıyla şu mesajı yollamış, Karayılan şöyle demiş, ANF şunu yazmış, bunlar da Newroz’a gitmiş, e o zaman talimat almışlar.
Sanıklara yöneltilen “Neden Kürtlerle yan yana geliyorsunuz?” tipi dolaysız sorular temel meselenin ne olduğunu gösteriyor aslında. Neden? Orada da fotoğraf net aslında...
Benzerleri gibi yine hukuk dersi niteliğinde olan duruşma tüm sanıkların tahliye edilmesiyle sonuçlandı. (Pınar Öğünç, “Neden Kürtlerle Yan Yana Geliyorsunuz?”, Radikal, 18 Ocak 2013, s.6.)
[7] “Öldürülenlere Terörist Demek Yargılamaya Etkide Bulunmaz”, Birgün, 9 Temmuz 2014, s.7.
[8] Mesut Hasan Benli, “Takipsizlik”, Hürriyet, 30 Eylül 2014, s.29.
[9] Mesut Hasan Benli, “Mahkemeden Ağar’a Bayram Hediyesi”, Radikal, 12 Ekim 2013, s.8-9.
[10] Eda Yıldırım, “Kenan Bilgin Davasında Zaman Aşımı Kararı”, Evrensel, 4 Ekim 2014, s.3.
[11] Canan Coşkun, “Polis Öldürdü Savcı Kararttı”, Cumhuriyet, 28 Ekim 2014, s.6.
[12] İsmail Saymaz, “Veli Küçük’e Tahliye Füsun Erdoğan’a Ret”, Radikal, 17 Mart 2014, s.7.
[13] Cem Tursun, “Malum ‘Söz’e Bu Kez Hapis Cezası”, Hürriyet, 30 Eylül 2014.
[14] Barkın Şık, “Polisler Bu Kez Yakacak”, Cumhuriyet, 6 Mayıs 2012, s.4.
[15] Barkın Şık, “Güneydoğu’yu Yakacak”, Cumhuriyet, 25 Mayıs 2012, s.4.
[16] Çiğdem Toker, “Hukukun Kalbi Yok”, Cumhuriyet, 8 Ocak 2014, s.10.
[17] Cengiz Çandar, “Roboskî’nin Hesabı...”, Radikal, 8 Ocak 2014, s.11.
[18] Ferit Aslan, “Uludere’de Öldü Ailesine Ceza Gitti”, Hürriyet, 26 Ocak 2014… http://www.hurriyet.com.tr/gundem/25657795.asp
[19] İsmail Saymaz, “Ölü Yokken Cinayetten Tutuklandı”, Hürriyet, 18 Ekim 2014… http://www.hurriyet.com.tr/gundem/27407429.asp
[20] Burcu Karakaş, “İfadeler de aynı Yazım Hataları da”, Milliyet, 27 Ağustos 2014, s.29.
[21] İsmail Saymaz, “Şırnak Katliamı Dosyası Kapandı”, Radikal, 18 Nisan 2014, s.9.
[22] Gökçer Tahincioğlu, “JİTEM’de 7 Yıl Sonra Görevsizlik Kararı”, Milliyet, 18 Şubat 2014, s.15.
[23] Mahmut Oral, “8 Yaşındaki Enes’in Kıyafetlerini Polis İmha Etmiş”, Cumhuriyet, 27 Mayıs 2014, s.18.
[24] “Burun ve Dudak Arasındaki Boşluk Mahkûmiyet Sebebi Oldu”, Evrensel, 15 Temmuz 2014, s.8.
[25] Sinan Tartanoğlu, “Gezi Korkusu Bitmiyor... Polis Yeni Bir Suç Türü Yarattı!”, Cumhuriyet, 7 Temmuz 2014, s.6.
[26] “Gezi’de 7 Bin 990 Soruşturma Açıldı”, Cumhuriyet, 19 Temmuz 2014, s.6.
[27] “Bu Fotoğrafla Suçladılar”, Taraf, 14 Haziran 2014, s.7.
[28] Levent Gencelli, “Bursa’da ‘Herkes’e Gezi Davası”, Cumhuriyet, 5 Eylül 2014, s.12
[29] Tolga Alp Turgut, “Paralı Hukuk Parayı Seven Adalet”, Evrensel, 8 Ağustos 2014, s.4.
[3] “… ‘Palalı’ Saldırgana Para Cezası”, Cumhuriyet, 11 Temmuz 2014, s.7.
[31] “… ‘Gezinin fenomeni’ Kitabının Yazarına 11 Ay Ceza”, Cumhuriyet, 24 Eylül 2014, s.12.
[32] “Kılıçdaroğlu’nu da Terör Şüphelisi Yaptılar”, Cumhuriyet, 6 Ekim 2014, s.4.
[33] İsmail Saymaz, “MOBESE Bozuk, TOMA Çağdışı, Kasklar Sahipsiz”, Radikal, 28 Nisan 2014, s.11-12.
[34] Onur Bayram, “Afyon’da Gezi Protestolarına Önce Takipsizlik, Sonra Dava”, Hürriyet, 13 Ekim 2014… http://www.hurriyet.com.tr/gundem/27376783.asp
[35] “Ethem’i Vuran Polise ‘Sahte Rapor’ Koruması”, Evrensel, 19 Nisan 2014, s.3.
[36] Orhan Şahin, “Greve Katılanla Ethem’i Öldürene Aynı Ceza!”, Sol, 6 Şubat 2014, s.6.
[37] Sedat Kurt, “Hâkimden ‘Berkin’li Manifesto”, Cumhuriyet, 13 Mart 2014, s.18.
[38] İsmail Saymaz, “Hâkimden ‘Şiddet’li Bir Ders”, Radikal, 24 Aralık 2013, s.9.
[39] Seçkin Sağlam, “Hâkim: İzinsiz Yürüyüş Suç Değildir”, Radikal, 14 Haziran 2014, s.8-9.
[40] “Örnek Gezi Kararı”, Cumhuriyet, 21 Kasım 2013, s.7.
[41] Mesut Hasan Benli, “… ‘Taş Attım Bu Bir Haktır’ Diyen Serbest”, Radikal, 20 Haziran 2013, s.9.
[42] “Savcıdan 1 Mayıs Kararı”, Cumhuriyet, 7 Ekim 2014… http://www.cumhuriyet.com.tr/haber/turkiye/127765/Savcidan_1_Mayis_karari.html#
[43] Kemal Göktaş, “Polise Taş Atma İfade Yöntemi”, Milliyet, 19 Eylül 2014, s.22.
[44] Uğur Aktaş, Kendi ile Ben, Yitik Ülke Yay., 2013.
Yorumlar