“Nâzım usta kalk iki cümle et! Sekseninde zeytin ağacı diken şiir sesli arkadaşın gitti!” [1] Konuşurken bile şiir okurdu sanki. Kendine...
“Nâzım usta kalk iki cümle et!
Sekseninde zeytin ağacı diken
şiir sesli arkadaşın gitti!”[1]
Konuşurken bile şiir okurdu sanki.
Kendine has bir tarzı vardı. Öyle ki, hangi oyunu oynasa, zannedersiniz ki ya oyunu oturup kendisi yazmış, ya da birisi özellikle o oyunu onun için hazırlamıştı.
En büyük özelliği tonlamalarıydı, çok kuvvetli bir sese sahipti; bazen bir kadın veya çocuk gibi incecik sesler çıkarır, bazen de bir dev gibi gürlerdi.
Ne yazık ki 31 Temmuz 2024’te aramızdan ayrıldı.
“Hoşça kalın dostlarım benim, hoşça kalın! Sizi canımda canımın içinde, kavgamı kafamda götürüyorum. Hoşça kalın dostlarım benim, hoşça kalın... Resimlerdeki kuşlar gibi dizilip üstüne kumsalın, mendil sallamayın bana, istemez... Tek hecesiz elveda” dizeleriyle Nâzım Hikmet’in ‘Veda’ etti hepimize.
Kan kanseri nedeniyle 86’sında kaybettik tiyatronun büyük ustası Genco Erkal’ı.
Lakin ona dair yazarken;[2] “Güle güle” demek yerine, bir kez daha “Merhaba Genco Erkal” diye başlayacağım.
Nâzım Ustanın “Yaşamayı ciddiye alacaksın/ yani o derecede, öylesine ki/ Mesela, kolların bağlı arkadan, sırtın duvarda/ Yahut kocaman gözlüklerin/ Beyaz gömleğinle bir laboratuvarda/ İnsanlar için ölebileceksin/ Hem de yüzünü bile görmediğin insanlar için/ Hem de hiç kimse seni buna zorlamamışken/ Hem de en güzel, en gerçek şeyin/ Yaşamak olduğunu bildiğin hâlde,” dizelerini doğrularcasına, 65 yıl içli dışlı yaşadı tiyatro ile. Onunla nefes aldı. Tiyatroya soluk verdi. Kurucularından olduğu Dostlar Tiyatrosu ise 55 yaşını geride bıraktı.
* * * * *
Onun… 22 yaşında ilk kez profesyonel olarak Muammer Karaca Tiyatrosu’nda “Çöl Faresi” isimli oyunda sahneyi kimlerle paylaşmıştı biliyor musunuz? Yıldız Kenter, Müşfik Kenter, Sadri Alışık, Cahit Irgat, Lale Oraloğlu...
Peki oyunu Muhsin Ertuğrul’un yönettiğini biliyor muydunuz? Türkiye’de ve dünyada Nikolay Gogol’un “Bir Delinin Hatıra Defteri” isimli oyunla ilk kez tek kişilik bir gösteri sergilediğini...
Yine 1975’de sadece Nâzım Hikmet şiirlerinden oluşan “Kerem Gibi”nin şiirlerden oluşan ilk tiyatro oyunu olduğunu... Zülfü Livaneli ve Joan Baez ile aynı sahneyi paylaştığını...
Nâzım’ın şiirlerini çeşitli ülkelerin sahnelerinde İngilizce, Fransızca, İtalyanca, İspanyolca ve Rumca okuduğunu...
Ruhi Su ile birlikte “Dostlar Korosu”nu kurduğunu... İsmini kan davası yüzünden bıçaklanan bir Kürt gencinden aldığını…
Robert Kolej’de okurken Tiyatro Kulübü Başkanı seçilip okulun ilk Anadolu turnesini düzenlediğini...
Amatör tiyatro grubu “Üniversiteli Genç Oyuncular” ile Erdek’te Türkiye’nin ilk kültür ve sanat şenliğini gerçekleştirdiğini...
1963’de Asaf Çiyiltepe’nin kurduğu Arena Tiyatrosu’nda “Aslan Asker Şvayk” daki rolüyle ilk kez “İlhan İskender” ödülünü aldığını ve yine bu oyunla ilk kez “halkı askerlikten soğutma” suçundan gözaltına alındığını biliyor muydunuz?
Genco Erkal, tanıdıkça ve hakkında daha fazla bilgi sahibi oldukça daha çok seveceğimiz, hayranlık duyacağımız insanlardandı. Devam edelim bu büyük ustayı tanımaya.
Mesela vatani görevini Ankara Çinçin Bağları semtinde ilkokul öğretmeni olarak yaptığını -o yıllarda yedek subaylara böyle bir hak tanınmıştı-…
Askerlik sonrası, tiyatronun dünyadaki yerini görmek, yabancı oyunlar izlemek, yeni oyuncu ve yönetmenlerle tanışmak için gittiği yurt dışından gelir gelmez 1969 yılında, bugün 55’inci yılını kutladığımız ‘Dostlar Tiyatrosu’nu kurduğunu biliyor muydunuz?
Hemen bir sene sonra, 1970 yılında “Rosenberg’ler Ölmemeli” oyunuyla ilk belgesel tiyatroyu gerçekleştirdiğini... Turhan Selçuk’un ölümsüz çizgi roman serisi “Abdülcanbaz”ın Dostlar Tiyatrosu tarafından çizgi romandan sahneye uyarlanan ilk yapıt olduğunu...
“Asiye Nasıl Kurtulur” oyununda aksesuar olarak kullanılan bir sustalı bıçak yüzünden gözaltına alındığını, bu aksesuarın tutuklandığını...
Tiyatro dehası Mehmet Ulusoy’un yönettiği ve Metin Deniz ile Kuzgun Acar’ın sahne ve kostüm tasarımıyla büyüttüğü “Kafkas Tebeşir Dairesi”...
Sinemadaki başarıları: “At”, “Faize Hücum”, Berlin Film Festivali’nde “Gümüş Ayı” ödülü kazanan “Hakkâri’de Bir Mevsim”, aldığı “Altın Portakal” ödülleri, onlarca oyun, yüzlerce rol...
Bunlara karşılık tutuklanmalar, gözaltılar, sansür, yurt dışına çıkış yasakları... Çok çok özel bir insandı Genco Erkal.[3]
“Merhaba” oyunundaki, “Bütün devrilmişlere, devrileceklere selam…” repliğiyle dilimizden düşmeyen onunki, “Tiyatroya Adanmış Bir Ömür”dü.[4]
Genco Erkal, dünya siyasetinden ülkemizin gerçeklerine değinen, toplumcu mücadeleye katkısı olacağına inandığı oyunları sergiledi sanat yaşamı boyunca.
Yönettiği oyunlarda, seyircisinin totaliter rejimlerin ve kapitalist sistemin insan onurunu ayaklar altına alan uygulamaları ile yüzleşmesini amaçladı. Kendi yazdığı “Sivas 93”de gericiliğe karşı laikliğin önemini vurgularken, Bilgesu Erenus’un yazdığı “İkili Oyun”, üzerinden darbe geçmiş iki gencin içine düştükleri çaresizlik ve bunalımla yüzleşmesini anlatıyordu. Dünyadaki haksızlıklar hep gündeminde oldu; Alain Decaux’nun “Rosenbergler Ölmemeli”, H. Magnus Enzensberger’in “Havana Duruşması”, Orhan Asena’ının “Şili’de Av” oyunları, McCarthy dönemi soruşturmaları, Küba Domuzlar Körfezi çıkartması, Şili darbesi gibi Amerika’nın işlediği suçları gündeme getiriyor, Maxwell Anderson’un “Yalınayak Socrates”i ve Bertolt Brecht’in “Galileo Galilei”sinde aydın sorumluluğunu tartışmaya açıyor, Peter Weiss’ın “Soruşturma”sında Nazilerin insanlık suçlarını, Steinbeck’in “Bitmeyen Kavga”sında emekçilerin mücadelesini, Jaroslav Haşek’ten uyarladığı “Aslan Asker Şvayk”ta ve “Yaşasın Savaş” adlı kabare oyununda savaşın acı gerçeklerini sorguluyordu. Son sahnelediği -ve oynadığı- oyun, Colin Teevan’ın “İmparator”unda ise Habeş imparatoru Haile Selasiye’nin korkunç ve gülünç saltanatını anlatıyordu.
Genco Erkal’ın 1969’da kurduğu Dostlar Tiyatrosu’ndan altı yıl önce Asaf Çiğiltepe ve arkadaşlarınca kurulan Ankara Sanat Tiyatrosu (AST) seyirciyi uyanmaya, eylemsizliği ile yüzleşmeye çağıran oyunlar sergiliyordu. Oynadıkları yerli ve yabancı yazarların yapıtları ülkelerindeki haksızlıklar, baskılar ve insanlık suçları ile hesaplaşmalar içeriyordu. Belgesel oyun “Dimitrof Davası”ndan “Küçük Adam Ne Oldu Sana?”ya (Hans Fallada), “Sakıncalı Piyade”den (Uğur Mumcu) “Salpa”ya (Yılmaz Güney), “Ferhat ile Şirin” ve “Yusuf ile Menofis”ten (Nâzım Hikmet), “III. Reich’ın Korku ve Sefaleti”ne (Brecht), “Gizli Ordu”dan (Brendan Behan) “Mezarsız Ölüler”e (Jean-Paul Sartre), “72. Koğuş”tan (Orhan Kemal), “Saf Adam ve Kundakçılar”a (Max Frisch), “Durdurun Dünyayı İnecek Var”dan (Anthony Newley ve Leslie Biriousee) “Pazar Gezintisi”ne (George Mitchele), “Sınırdaki Ev”den (Slavomir Mrozek), “Durand Bulvarı”na (Armand Salcrou) sayısız oyun belleğimizde taptaze…[5]
Toparlarsak: Genco Erkal’ın Robert Kolej’de öğrenciyken başlayan tiyatro sevdası, izleyen yıllarda, onu, 1950’lerin sonlarında patlama yaparak 1960’ların özel tiyatrolar hareketinin tohumlarını atan Gençlik Tiyatroları yelpazesi altında Genç Oyuncular’la buluşturacaktır... Demokrat Parti iktidarının muhalif düşünenlere karşı giderek hırçınlaştığı bir süreçte Gençlik Tiyatrolarının varlığı ve de düzenlenen uluslararası şenlikler ayrıca kayda değer… Genç Oyuncular 1957’de amatör tiyatrocular tarafından kurulmuştur: Attila Alpöge, Genco Erkal, Arif Erkin, Çetin İpekaya, Misak Torosyan, Ergun Köknar, Ali Sirmen, Mehmet Akan, Sevil Akdoğan, Aysel Ataman’a uzanan bir ekiptir bu.
1960’da, profesyonel tiyatroya ilk adımını attığı Kent Oyuncuları anlamlı dönüm noktalarından biridir Genco Erkal’ın hayatında. Arena Tiyatrosu ve onu adeta yıldızlaştıran Jaroslav Hasek’in “Aslan Asker Şvayk”ı unutabilir mi? Gülriz Sururi-Engin Cezzar Tiyatrosu’ndaki Haldun Taner’in epik oyunu “Keşanlı Ali Destanı” ile yıldızı daha da parlamıştır… Orada hem oyunun rejisini yapmış hem de İzmarit Nuri ve Politikacı rollerini oynamıştır. AST’da oynadığı Nicolai Gogol’ün “Bir Delinin Hatıra Defteri” ise bir başka satırbaşıdır.
Ülkede siyasi gerilimin ve buna bağlı olarak gençlik olaylarının tırmanışta olduğu yıllarda, 1969’da Genco Erkal, Mehmet Akan, Şevket Altuğ, Arif Erkin, Atila Alpöge, Nurten Tunç, Ferit Erkal tarafından kurulan Dostlar Tiyatrosu’nun politik duruşu repertuara alınan yazarlarda, sahnelenen oyunlarda gösterir kendini... Özgürlüklerden, demokrasiden yana, baskı ve sansüre karşı bir tiyatrodur Dostlar. Genç seyirci, üniversite öğrencileri adeta bu topluluğun bir parçasıdır…
Yıllar sonra, Selçuk Metin’in yaptığı “Genco: Tiyatroya Adanmış Bir Yaşam” belgeselinde Dostlar’ın kuruluş nedenini şu sözlerle dile getiriyordu Genco Erkal: “Tiyatronun toplum içinde bir görevi, bir amacı, bir sorumluluğu olduğu bilincine vardım. Özellikle bizim gibi aydınlanma devrimini tamamlamamış toplumlarda tiyatro yön gösteren sanatsal bir ışık olmalıydı.” Ve hiç taviz vermeden, bir ömür hep bu ışığı takip etti güçlü sanatçı, güçlü yorumlarıyla…
Politik tiyatronun ustasıdır Genco Erkal… Onun dünyasında savaşla, barışla, hakla, hukukla, adalet ve adaletsizlikle, iyilik ve kötülükle, neşeyle, hüzünle yoğrulmuş sözcüklerde umut ışıklarının pırıltısı yakalanır. Çünkü kendisinin de sıkça vurguladığı gibi, irdelediği topluma dair sorunları ve ortaya attığı soruları daima aklın süzgecinden geçirerek taşımıştır sahneye…[6]
* * * * *
“Politik tiyatro yapıyorum. Dünyada ve ülkemizde gördüğüm haksızlıkları, baskıları, adaletsizliği, bağnazlığı eleştiriyorum. Doğal olarak bu duruşumla askeri ve sivil tutucu iktidarları rahatsız ediyorum. Bu benim görevim. Bir yararı olacağını düşünmediğimden, hiçbir zaman hakaret yoluna başvurmadım.
İfade özgürlüğünün kısıtlanmasına, insanların düşünceleri yüzünden hapis yatmasına karşıyım. Doğanın yok edilmesine, betonlaşmaya karşıyım. Yoksulları daha yoksul kılan çarpık ekonomik düzene karşıyım. Laik bir ülkede din olgusunun sürekli öne çıkarılmasına, siyasi malzeme olarak kullanılmasına karşıyım…”
“Tarihi bu kadar çalkantılı politik müdahalelerle dolu bir ülkede, özellikle politik tiyatro yapan sanatçıların cesaretleri ve direnişçi bir ruha sahip olmaları kaçınılmaz… Muhalif olmanın açlığa mahkûm edilmek anlamına geldiği bir dönemde cesaret ve dirence çok ihtiyacımız var…”
“Umut hep var olacak, onu kaybetmeden yol almak zorundayız. Gece uzun da olsa güneş mutlak doğar,”[7] diyen Genco Erkal bir hakikâti söyleyendi; parrhesia idi.
Daha öncede yazıp söylemiştik: “Genco Erkal gibi tüm parrhesia’lar da sınıf hukuk(suzluk)unca ‘ceza’landırılırlar!
Bunda ‘şaşırtıcı’ bir şey yoktur. Çünkü ‘Düşünme ancak yüzyıllardır yüceltilmiş olan aklın, düşüncenin en dik başlı düşmanı olduğunu öğrendiğimiz zaman başlar,’ der Martin Heidegger; parrhesia bunu öğretir…
‘Düşünmek gerek, ama başkalarının aklıyla değil, kendi aklınla düşüneceksin,’ der Henri Barbusse; işlevi budur parrhesia’nın…
‘Düşünenler özgürdür, boyun eğenler değil,’[8] der Eduardo Galeano; parrhesia tam da budur…
‘Mevcut koşulların kötülüğünü fark eden her kimse, onları ifşa etmek için sesini yükseltmek ve böylece insanların gözlerini açmakla görevlidir,’ der Johann Most; parrhesia tam da bunu yapar…
Evet, Grekçe bir sözcük olan parrhesia ‘her şeyi söyleme’ anlamına gelir. Aslında diğer taraftan da parrhesia’yı ‘açıksözlülük, doğruyu söyleme, hakikât cesareti ve konuşma özgürlüğü’ olarak da okuyabiliriz. Günümüz dünyasında parrhesia’yı kullanmak sadece cesaret değil aynı zamanda bedel de ister; Genco Erkal vb’leri gibi…
Biliyoruz ki hakikâti söylemek her zaman kolay olmamıştır; hakikâti dile getirenlerin neleri göze aldığını tarihten binlerce örneğiyle biliyoruz.
Hakikâti söylemenin neden sorun hâline getirildiğine dikkat çeken Michel Foucault parrhesia’yı şöyle formüle eder: ‘Parrhesia bir anlamda ‘aşağıdan’ gelip ‘yukarı’ yönelir. Bu nedenle bir Yunan, bir çocuğu eleştiren bir öğretmen ya da bir babanın parrhesia kullandığını söylemeyecektir. Ancak bir filozof bir tiranı eleştirdiğinde, bir vatandaş bir çoğunluğu eleştirdiğinde ya da bir öğrenci öğretmenini eleştirdiğinde parrhesia kullanılmış olabilir.’[9]
Ona göre, dürüst olmayı elden bırakmadan hakikâtle belirli bir ilişki kurmak, aynı zamanda tehlike yoluyla kişinin kendi hayatıyla bağ kurması, eleştiri ile de kendisi ve diğer insanlarla ilişkilenmesi olarak; özgür bir şekilde bir ödevi yerine getirme etkinliği olarak sözel bir etkinlik türüdür parrhesia. O hâlde doğal bir etkinlik olduğu için hiçbir biçime sığmaz. İşte bu hiçbir yere sığmamanın özgül hâli belirli bir ahlâki kuraldır da.
John Locke’un ifadesiyle ‘Hukuk’un bittiği yerde tiranlık başlar’sa eğer; hakikâti söylemek bir ödevdir. Bu ödev insan(lık) gündeminin baş maddesi olmaya devam ediyorken; günümüzde gerçeği söylemenin özgürlüğü ile her türlü bedeli göze alanların varlığı, belki de bu mirasın ne olursa olsun devam ettiğinin göstergesidir. Émile Zola’nın, ‘Gerçeği susturup yeraltına gömseniz bile büyüyecektir. Gerçek yürüyor, onu hiçbir şey durduramaz,’ deyişindeki üzere…
Nihayet Joseph Roux’nun, ‘Karşıt düşünceye yer vermeyen devlet düşünceye, dolayısıyla insana değer vermiyor demektir,’ biçiminde tarif ettiği tabloda diyeceklerimizi toparlarsak parrhesia:
‘Özgür ve mutlu bir insan olmak neden tuhaf olsun! Böyle bir istek duymak ne müthiş bir buluş, ne de göz kamaştırıcı bir kahramanlıktır. Asıl tuhaf olan, bu isteği duymayan insanların var olması,’[10] satırlarıyla Nikolay Gavriloviç Çernişevskiy’nin anlattığıdır.”[11]
* * * * *
Toparlıyorum: O, düşünce ve ifade özgürlüğünden taviz vermeyen eşsiz bir yaratıcıydı; tek başına “Tiyatro”ydu…
Kolay mı?
Politik tiyatronun öncülerindendi; bu yolda son nefesine dek sahnedeydi.
Müthiş bir cesaretti. Örneğin Genco Erkal, 25 Kasım 2021’de AKP’li Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’a sosyal medya üzerinden hakaret ettiği iddiasıyla yargılanıp, beraat ettiği mahkemedeki savunmasında, “O çobanlığı tercih edebilir ama ben sürüden biri olmayı kabul etmiyorum. Çağdaş bir toplum özgür bireylerden oluşur, halk koyun sürüsü olamaz,”[12] demekte tereddüt etmemişti.
Onun için yaşamı ne ise, politik tiyatrosu da oydu!
Sakın ola “Politik Tiyatro” deyip geçmeyin; bıçak sırtındadır O; hassas bir sentezdir; çıtayı dorukta tutabilme mahareti ve cüretidir.
Tıpkı Genco Erkal’ın son oyunu ‘İmparator’unda “teşrifatçı” kimliği ile söyledikleri her zaman kulaklara küpe olacak ve hiç unutulmayacak kalibrede olduğu gibi:
“Terfi ve tayinler kişinin becerisi, yeteneğine göre değil, yalnız sadakate göre yapılırdı. Yücelerin yücesi efendimiz zayıf bakanları yeğlerdi. Herkes akıllı olursa algıda sonra karmaşa yaşanırdı. Bir güneş yerine 50 güneş birden parlardı. Olmaaaz! Bir tek güneş vardı. Doğanın düzeni budur. Başka türlüsü sapkınlıktır!”
Genco Erkal böylesi bir duruş idi. Bu da ancak tiyatroyu aşkla, dirençle yapıp, dik durarak, muhalif kimliğinden hiç ödün vermeden mümkündü ve O da bunu yaptı; korkmadan, geri adım atmadan ve “Yaşamak Şakaya Gelmez” diyerek…
Ve nihayet: Yaşamın ve tiyatronun yılmaz bir savaşçısıydı; unutulmaz bir anıt oldu…
18 Aralık 2024 16:36:19, İstanbul.
N O T L A R
[*] Kaldıraç Dergisi, No: 282, Ocak 2025…
[1] Şevket Çoruh.
[2] Bkz: i) Sibel Özbudun-Temel Demirer, “Genco Erkal ya da Parrhesia Meselesi”, İnsancıl Dergisi, Yıl:32, No:377, Aralık 2021; ii) Temel Demirer, “Başkaldıran Tiyatro(cular)”, Güney Kültür Sanat Edebiyat Dergisi, No:105, Temmuz-Ağustos-Eylül 2023; iii) Temel Demirer, “Devrimci Bir Gelenek: AST”, Ümüş Eylül Kültür-Sanat Dergisi, No:49, Ekim-Kasım-Aralık 2023; iv) Temel Demirer, “… ‘Ehlileştirilemeyen’ Tiyatro(cu)nun Gerekliliği”, Rojnameya Newroz, Mart 2021… https://temeldemirer.blogspot.com/2021/07/ehlilestirilemeyen-tiyatrocunun.html
[3] Burhan Şeşen, “Bir Genco Geçti Hayatımızdan”, Birgün, 6 Ağustos 2024, s.13.
[4] Çetin Deste, “Tiyatroya Adanmış Bir Ömür Genco Erkal”, Güney Dergisi, No: 110, Ekim-Kasım-Aralık 2024, s.30-38.
[5] Vecdi Sayar, “Cesaret Direnç Yaratıcılık”, Birgün, 5 Ağustos 2024, s.19.
[6] Dikmen Gürün, “Güle Güle Yerine Merhaba Genco”, Birgün, 2 Ağustos 2024, s.13.
[7] Öznur Oğraş Çolak, “Erkal: Gece Uzun da Olsa, Güneş Mutlak Doğar!”, Cumhuriyet, 1 Temmuz 2023, s.13.
[8] Eduardo Galeano, Ve Günler Yürümeye Başladı, çev: Süleyman Doğru-Savaş Çekiç, Sel Yay., 2017, s.336.
[9] Michel Foucault, Söylem ve Hakikât, çev: Kerem Eksen-Murat Erşen, Ayrıntı Yay., 2021.
[10] Nikolay Gavriloviç Çernişevskiy, Nasıl Yapmalı?, 1. Cilt, çev: Mazlum Beyhan, Evrensel Basım Yay., 2008.
[11] Sibel Özbudun-Temel Demirer, “Genco Erkal ya da Parrhesia Meselesi”, İnsancıl Dergisi, Yıl:32, No:377, Aralık 2021...
[12] Işıl Çalışkan, “Nâzım’ın İzinde Sonsuzluğa”, Birgün, 1 Ağustos 2024, s.13.
Yorumlar