“Ne diyordu değirmenci. Bu nasıl çark ulan! Buğday bizim, ezilen biz. Un olan biz, aç kalan biz. Kimdir bu doymak bilmeyen soysuz?” [1] ...
“Ne diyordu değirmenci.
Bu nasıl çark ulan!
Buğday bizim, ezilen biz.
Un olan biz, aç kalan biz.
Kimdir bu doymak bilmeyen soysuz?”[1]
“Yeni Dünya Düzen(sizliğ)i” artık çok merkezli, parçalı ve belirsizken; tarihin baş döndürücü biçimde hızlandığı evrede yerküre diken üstünde.
Prabhat Patnaik’in, “Emperyalizm, dekolonizasyonun etkilerini tersine çevirmek için dünyaya neo-liberal düzeni dayatıyor. Bunun yetersiz kaldığı yerde savaşların önünü açıyor,”[2] notu düştüğü güzergâhta “orman yasaları dönemi”nden ya da “güçlünün yasasının hâkim olduğu bir döneme girdiğimiz”den söz edebiliriz. Buna -moda deyimle!- “paradigma değişikliği” deseler de; söz konusu hâl “mega milyarderler”in “yeni yalanlar dönemi” veya Trump’ın 2. başkanlığıyla distopyanın kapısını araladığı, belirsizliklere gebe ve kaygılanılması gereken bir kaos kesiti.
Post-modernizm, neo-liberalizm, globalizmin düşünce akımları olarak artık tükendiği küreselleşme sonrası dönem, Trump çılgınlığıyla müsemma yeni bir hegemonyacı güç ile biçimlenen kabuk değişimi, yani i) Diplomasinin sonu ve ii) Vestfalya sisteminin iflası olarak nitelenebilir. (“Vestfalya” derken, uluslararası ilişkilerde biçimsel olsa da XVII. yüzyıldan itibaren dönüm noktası sayılan “devletlerarası eşitlik”(?) prensibi ile, “devletlerin egemenlik ilkesi”nin(!) dokunulmazlığıdır sözü edilen.)
“Karanlık Aydınlanma”dan söz edilmesi gereken tabloda Gore Vidal’ın, “We should stop going around babbling about how we’re the greatest democracy on earth, when we’re not even a democracy. We are a sort of militarized republic/ Yeryüzünün en büyük demokrasisi olduğumuza dair saçmalamaya son vermemiz gerekiyor; biz demokrasi bile değiliz. Bir çeşit askerileşmiş cumhuriyetiz,” saptamasının altı özen ve ısrarla çizilmeliyken; yerküre korkuyla, kuşkuyla bekliyor. Şaşkınlık, bulsak da biat etsek derdine düşmüş, “zamanın ruhunu” arayan, ona ayak uydurmak için ne yapacağını bilemeyen politikalar dört bir yanı sarıyor.
Ne yapacağını bilemeyen liberaller, Trump ve şürekasının hazırlık ve hamleleri karşısında şaşkın ve suskunlar; uluslararası düzeyde dünya savaşı hazırlıkları yapılırken...
Kolay mı? “Trump, Biden döneminde başlatılan Gazze’yi ‘bitirme’,[3] dahası Yemen’i ‘yok etme’, Grönland,[4] Kanada ve Panama Kanalı’nı ilhak etme ve Çin’e karşı savaş açma sözü verdi. Leon Troçki’nin bir zamanlar belirttiği gibi, dünya Amerikan emperyalizminin “volkanik patlamasıyla” karşı karşıya.
Trump, sistemin dışından gelen bir sapma değil; Amerikan kapitalizminin bir ürünüdür. Egemen sınıfın, servetini ve gücünü her ne pahasına olursa olsun koruma kararlılığının bir ifadesidir. Yani Trump, bir ‘şeytan’ değil; oligarşinin kişileşmiş hâlidir.”[5]
Herkes görüyor: “Karanlık Aydınlanma”nın kahramanı ABD’nin Trump’ıdır.[6]
Geçmişte kahramanlar, uzun mücadeleler ve sağlam değerler üzerine inşa edilirdi. Oysa bugün, halkın beklentileri bambaşka bir hâl aldı. Örneğin, ABD’de Donald Turmp’ın liderliği, bir “kahraman” figürünün toplumsal kutuplaşma üzerinden nasıl inşa edilebileceğini gözler önüne serdi. Suriye krizi, mülteci meselesi ve iklim değişikliği gibi küresel sorunlar, liderlerin kendilerini öne çıkarmaları için birer fırsata dönüştü. Halk, gerçekleri talep etmek yerine, kendisine sunulanı tüketiyor. Carl Jung’un kolektif bilinçdışı teorisine göre, toplumlar kriz dönemlerinde arketiplere yönelir. Korkuların ve umutların somutlaştırılmasıdır kibrit çöpü kahramanı.
Trump yemin ettikten sonra, devleti şekillendirmeye yönelik olarak ilk elden 26 kararname imzaladı. Kararnameler, liberal demokrasiye cepheden faşist saldırı olarak görülebilir. Bu kararnameler, yürütme yetkisini merkezileştirerek güçler ayrılığı ilkesini aşındırıyor. Federal kurumları etkileyecek düzenlemeler, tarafsız bürokrasiyi zayıflatıp liyakati değil sadakatı öne çıkarıp başkanın siyasi etkisini artırıyor. Federal kurumların düzenlemelerini sınırlayan veya gözden geçiren emirler, yasama sürecini devre dışı bırakmayı amaçlıyor.
Örneğin ABD Başkan yardımcısı J. D. Vance, “Üniversiteler savaş alanımızdır profesörler düşmanımız” dierken, büyük alkış topluyordu.
Trump rejimi, ilk ve ortaöğretimde, üniversitelerde, ABD tarihinin köleci, soykırımcı dönemlerinin öğretilmesini yasaklamaya çalışıyor.
Eğitim bakanlığını ortadan kaldırmayı ve yoksul öğrencileri etkileyecek şekilde programlardan fonları kesmeyi amaçlıyor.
Üniversitelerdeki özgür tartışma ortamını, anti-semitizmle mücadele kisvesi altında hedef alıyor; eğitim bakanlığı, 60 üniversiteyi soruşturarak akademide ifade özgürlüğüne yönelik baskıyı güçlendiriyor.
Trump, CNN ve MSNBC haber kanallarının yasadışı olduğunu iddia ediyor. Devlet dairelerinde, yazışmalarda, web sitelerinde yüzden fazla sözcüğün kullanılmasını yasaklıyor.[7]
Trump’ın 100 günlük dönemi kapanırken tartışmalara, “Otoriterlik artık bir gerçekliktir” realitesi damgasını vururken; “Proje 2025”in kapsamında planlanan başkanlık kararnameleri uygulamaya kondu.
Trump imzaladığı kararnamelerle, yürütme erkinde eşi görülmemiş bir güç yoğunlaştırdı.
Tarihçi, Adam Tooze, “Hedefte sadece medya ya da üniversiteler değil, bağımsız kamu kurumları da var” diyor: Trump’ın hukukçuları, Federal Reserve (Merkez bankası) ve finans sektörünü düzenleyen FTC ve SEC gibi kurumların bağımsızlığının korunmasını sağlayan “Humphrey’s Executor” kararını kaldırmak istiyorlar.
Ayrıca 7 Şubat 2025’de Beyaz Saray’ın resmi web sitesinde, Trump’ın imzaladığı atama kararları arasında, yeni kurduğu İnanç Ofisi’nin başına “kişisel dini rehberi ve manevi danışmanı” Paula White-Cain’i getirdiği vardı. O, bir tür Evangelist tarikat lideri olan ve “Başkan Trump’a ‘Hayır’ demek Tanrı’ya hayır demek olur”, “Şu anda ruhani bir savaşın içindeyiz. Başkan Trump’ın amacına ve çağrısına karşı birleşmiş, tüm şeytani ağlar yok olsun, yıkılsın, İsa’nın adıyla!” diyen birisiydi.[8]
Bunlar ve daha da fazlası “Emperyalistlerin Maskesiz Yüzü Trump” ve şürekasının insanlığın sırtına geçirilmiş bir deli gömleği olduğunu ortaya koyuyordu!
ABD’NİN TRUMP’LI HÂL(LER)İ
“ABD toplumun, siyasi, sosyolojik ve ekolojik olarak riskleri en aza indirmede başarısız oldu”duğu[9] tabloda “Sistem içi çelişkiler derinleşiyor”ken;[10] yeni Dışişleri Bakanı Marco Rubio’nun, alnına çizdiği “haç” işaretiyle canlı yayında konuştuğu[11] bir ABD’den söz ediyoruz.
Grönland’a, Panama’ya, Kanada’ya yönelik ilhak fantezileri yanında, ABD saldırganlığının “boyun eğdirme” olarak biçimlendiği; faşizmin gövdelendiği, anayasayı, mahkeme kararlarını yok sayma eğiliminin öne çık(arıl)dığı, yargıçlara baskının devreye sokulduğu[12] Trump’lı kesittir yaşanan.
ABD Başkanı Donald Trump, Amerikan ordusunun 250’nci yıldönümüyle aynı zamana denk gelen 79’uncu doğum gününü “güç gösterisi”yle kutlayıp; Washington D.C.’de görkemli bir askeri geçit töreni düzenlenirken aynı gün milyonlar 50 eyalette “Krallara hayır” sloganıyla yürüdüğü[13] hâlde “Trump ve milyarder Elon Musk, federal hükümetin içini boşaltma mesailerine devam ediyor, bu koşullarda Senatör Bernie Sanders, “oligarklar, sınırsız paralarıyla ülkemizdeki işçi sınıfına savaş açtı ve bu savaşı kazanmaya kararlılar” deyip ekliyordu: “Amerika tehlikeli bir şekilde oligarşiye, otoriterizme ve kleptokrasiye yürüyor… Son derece tehlikeli zamanlardan geçiyoruz”![14]
Ayrıca Trump ile şürekası kütüphanelerden ırkçılıkla, cinsel özgürlüklerle, ABD tarihiyle ilgili solcu, liberal yayınlar kaldırtırken, Hitler’in Kavgam kitabı hâlâ raflardaki yerini koruyor.
Çeşitlilik, Eşitlik ve Kapsayıcılık programları iptal edilip; kültürel saldırıya direnen üniversiteler, mali yaptırımlarla, akreditasyon tehditleriyle cezalandırılıyor.
Totaliter uygulamalar, en net biçimde, göçmenlik, vatandaşlık politikalarında görülüyorken; başkanlık kararnameleriyle yasal göç kriminalize ediliyor.
İnsan haklarını, anayasa maddelerini askıya alan kitlesel sınır dışı etme uygulamaları hızlandırılıp; yüzyıllık anayasal gelenek olan “doğuştan vatandaşlık” hakkını da kaldırmaya gayret ediliyor.
Çoğulculuğa, muhalefete, çeşitliliğe karşı, beyaz Hıristiyan milliyetçiliği siyasi kimlik olarak yükseltiliyor: Kürtaj hakları sınırlanıyor, cinsiyet değiştirmeye yönelik sağlık hizmetleri yasaklanıyor, LGBTQ+ kazanımları geriletiliyor. Rejim iktidarını destekleyen katı, ataerkil toplumsal normlar pekiştiriliyor.
Lidere kişisel sadakat artık hukuka, anayasaya, temel demokratik normlara olan sadakatin önüne geçiyor. İktidarın kişiselleştirilmesi, XX. yüzyılın Mussolini, Hitler gibi faşist liderlerini çağrıştırıyor.
Trump rejiminin kurucu miti 6 Ocak ayaklanmasına, şiddetin normalleştirilmesine dayanıyor. Polis şiddetinin teşvik edilmesi, göçmenlerin şeytanlaştırılması, sivil milis gruplarının kışkırtılması, devletin meşru şiddet tekeli kavramını bulanıklaştırıyor.
Trump’la ilgili davaların düşürülmesi, işbirlikçilerine sağlanan ayrıcalık, yasallığın artık sadakate bağlı çalıştığını gösteriyordu.[15]
Bunlara ek olarak: Trump daha göreve başlamadan Yüksek Hâkimler Kurulu, başkanın uygulamalarından dolayı yargılanamayacağına karar verdi. Böylece dokunulmaz, yargılanamaz konuma yükselen Trump, artık her istediğini yapabilirdi.
Trump dünyanın en prestijli eğitim kurumlarından olan Harvard’ı da hedef aldı. “Antisemitizmle mücadele” dayatmalarını reddeden Harvard’ın fonları kesildi.[16]
Filistin eylemleri sonrası üniversitelere savaş açan Trump, Harvard’ın yabancı öğrenci alma lisansını iptal etti. 7 bine yakın öğrencinin akıbeti belirsizliğini korurken Beyaz Saray diğer üniversitelere de sıra geleceğini söyleyip, ülkenin eski üniversitesi olan Harvard Üniversitesi’nin yabancı öğrenci kabul etme yetkisini durdurdu.[17]
Evet Trump 2.0’nin ne olduğunu, üniversitelerden-misal- “Marksistleri kovacağına” dair yaptığı açıklamalardan görüyoruz.
Trump ayrıca gene bu yayın sırasında, avukatlarından Pam Bondi’yi adalet bakanlığına getireceğini açıklıyor. Ve kan donduran şu açıklamaları yapıyor:
“… ‘Adalet bakanını çağırıp, O’na şu kişiyi itham et!’ diyeceğim…”
“Bakan ’Aman efendim o şahsın bir suçu yok’ derse… ‘Canım bul bir şeyler!’ buyuracağım” diye üsteliyor: “Olmadı…vergi suçu bulursun!”
Trump’a dair izlediklerimizden tiranlığın tüm zihin haritasını çıkartabiliriz.
“Elleri ve ayaklarından zincirlenerek sınır dışı edilen göçmenlerin” görüntülerinden örneğin, tiranlığın damardan insanlıktan çıkmak olduğuna hükmedebiliriz![18]
İnanılması “zor ama Trump, Adalet Bakanı Pam Bondi’ye Yurtdışı Yolsuzluk Faaliyetleri Yasası’nın uygulanmasını durdurma talimatı verdi.[19] Evet, evet, şaka değil: 10 Şubat 2025 tarihinde Amerikalı iş insanlarının yurtdışında rüşvet verdiği suçlamasıyla yargılanmasını durdurmayı öngören bir başkanlık kararnamesi yayınlayan Trump, yabancı ülkelerde rüşvet verilmesini önlemeye yönelik ‘Yurtdışı Yolsuzluk Faaliyetleri Kanunu’nu (‘Foreign Corrupt Practices Act-FCPA’) hedef aldı.[20]
Özetle: Bürokrasiyi, seçilenleri anayasa kapsamında denetleyen, bağımsız, profesyonel bir kurum olmaktan çıkarıp partizan bir yürütme aracına dönüştürmek yanında; yasama, yargı ve yürütme arasındaki dengeleri, yürütme lehine değiştirerek devleti yeniden yapılandırmaktı hedeflenen.
Bunlara eklenmesi gereken en önemli unsur da, Jalyssa Dugrot’un, “ABD’de ifade özgürlüğünün sonu”[21] vurgusuydu!
Tüm bunların yanında Trump’ın bir de Papa’sı oldu. “Vatikan tarihi”ndeki ilk Amerikalı Papa XIV. Leone adını alan “yanki” Robert Prevost da “Trump döneminin Papa’sı” oluverdi!
POLİTİK BAĞLAM
Bilmeyen yok: ABD’de dört yıl aradan sonra Beyaz Saray’a dönen Trump, göreve başlar başlamaz federal hükümetteki kontrolünü güçlendirmekten göçmenlere karşı sert önlemlere kadar birçok kararnameye imza atarken;
i) ABD, Birleşmiş Milletler’e (BM) bağlı Dünya Sağlık Örgütü’nden (DSÖ) çekildi.
ii) Enerji üretiminin artırılmasına yönelik Ulusal Enerji Acil Durumu ilan etti. Bu kapsamda enerji projeleri için izin gerekliliklerinin kolaylaştırılması ve enerji santrallerinin inşalarının hızlandırılmasını sağlayacak kararnameyi imzaladı. Ayrıca Trump, Biden yönetiminin 2050 yılına kadar net sıfır emisyona ulaşılmasını hedefleyen kararnamelerini de yürürlükten kaldırdı.
iii) Toplumsal cinsiyet kavramına savaş açtı. Sadece “erkek ve kadın olmak üzere iki cinsiyeti” tanıyacağını ilan eden bir kararname yayımladı. Kararname, devlet iletişimleri, sivil hakların korunması ve federal finansmanın yanı sıra cezaevlerine ilişkin transseksüel politikasını, pasaport ve vize gibi resmi belgeleri de etkiledi.
iv) Batı Şeria’da Filistinlilere yönelik şiddete karışan aşırılıkçı Yahudi yerleşimcilere yaptırım öngören kararnameyi de kaldırdı. Yaptırımların İsrail’in iç işlerine müdahale olduğunu söyleyen İsrail Maliye Bakanı Smotrich, Filistin topraklarında yeni gaspların sinyalini verdi.
v) 6 Ocak 2021’deki Kongre baskını olaylarına karışmakla suçlanarak yargılanması devam eden veya ceza almış bin 500’den fazla kişi için af kararnamesi çıkardı. Olaylarla ilgili suçlanan kişiler için Trump “bunlar rehine” derken derhâl serbest bırakılmaları emri verdi. Ayrıca Kongre baskınıyla ilgili olarak “kışkırtıcı komplo kurmaktan” hüküm giyen aşırı sağcı gruplar Oath Keepers ve Proud Boys üyelerinin cezalarını da hafifletti.
vi) Annesi babası vatandaş olmayıp ABD’de doğan çocuklara vatandaşlık hakkı tanıyan uygulamayı da imzaladığı başkanlık kararnamesi ile sonlandırdı.
vii) Hükümetin tam kontrolü sağlanana ve ileriye dönük hedefler anlaşılana kadar, ordu ve diğer bazı istisnai kategoriler hariç tüm federal işe alımların dondurulması içeren bir kararnameye de imza attı.
viii) Meksika sınırında olağanüstü hâl ilan ederek ABD ordusuna sınırı izleme emri verirken bir dizi katı göç politikasını da devreye soktu.
ix) İçişleri Bakanı’na Meksika Körfezi’nin adını “Amerika Körfezi” olarak değiştirme talimatı verdi.[22]
Sonra da ekledi: “Henüz hiçbir şey görmediniz, yeni başladık... Ordumuz her zamankinden daha güçlü olacak”![23]
Bunlarla birlikte “I take people into the oval office. The biggest people, foreign leaders, princes, kings, queens, presidents, prime ministers. A couple of dictators, I guess. They don’t say that. They say “I’m a prime minister or president,” and I say “No, you’re a dictator. But that’s ok/ İnsanları oval ofise götürüyorum. En büyük insanlar, yabancı liderler, prensler, krallar, kraliçeler, başkanlar, başbakanlar. Sanırım birkaç da diktatör. Bunu söylemiyorlar. “Ben başbakanım veya başkanım” diyorlar ve ben “Hayır, sen bir diktatörsün. Ama sorun değil,”[24] diyen Trump’ın yemin töreninde arkasında, ön sırada, yeni yönetimin bakanları değil, seçim kampanyasına ve yemin törenine bağışta bulunmuş teknoloji milyarderleri duruyordu. Üçünün serveti, nüfus piramidinin alt dilimlerindeki yüzde 50’sinin servetine eşitken; bu da Trump döneminde ülke içinde ve dünyada yaşanması olası gelişmelere ilişkin önemli ipuçları veriyordu.
Tıpkı Trump’ın “Grönland, ABD çıkarları için önemli, bize satın, satmazsanız askeri seçenek gelebilir” açıklamasındaki gibi!
Tıpkı Ukrayna Devlet Başkanı Volodimir Zelenski’nin, ülkesinin değerli madenlerinin yarısını ABD’ye devretme fikrini reddetmesini “dar görüşlülük” olarak nitelendirip, ABD olarak Ukrayna’ya bundan sonra da destek sağlamaya devam etmeleri durumunda bunun karşılığının olması gerektiğini vurguladığı gibi!
Tıpkı şu olayda görüldüğü gibi: Washington’da 27 Haziran’da Demokratik Kongo Cumhuriyeti (DKC) ile Ruanda arasında bir barış anlaşması imzalandı. ABD ve Katar arabuluculuğundaki bu imza töreni, ilk bakışta bölge için umut verici bir gelişme gibi sunuldu. Oysa bu anlaşma, doğu Kongo’da M23 adlı isyancı grubun stratejik şehirleri ele geçirdiği, yüz binlerce insanı yerinden ettiği ve zengin maden yataklarını kontrol altına aldığı bir dönemde geldi. M23’ün arkasında Ruanda’nın olduğu yönünde iddialar vardı.
Kongo, dünyanın en büyük kobalt üreticisi. Koltan, altın, bakır, lityum gibi stratejik öneme sahip neredeyse her şey bu ülkede var. Elektrikli araçlardan savunma sanayisine kadar pek çok sektör, bu minerallere muhtaç. Trump, imzadan sonra açık konuştu: “Kongo’dan çok fazla maden hakkı alıyoruz. Bu bizim için büyük kazanç.” Aynı günlerde ‘Newsweek’te çıkan haberde, ABD’nin yaptığı anlaşmanın Çin’in nadir toprak metalleri üzerindeki etkisini kırmayı amaçladığı açıkça yazıyordu. Kongo ise ABD’ye “güvenlik karşılığında kaynak” teklif etti. Bu da pek “eşitler arası bir ortaklık” gibi görünmüyor![25]
“Gibi”ler çoğaltılabilir…
Ancak Münih Güvenlik Konferansı’nda (MGK) ABD Başkan Yardımcısı J. D. Vance’ın, Trump 2.0’a atıfla “Kentte yeni bir şerif var!” diyerek meydan okuması, tüm bu “gibi”lerin özeti sanki![26]
Burada bir parantez açarak ilerleyelim: ABD’nin en önde gelen psikiyatr ve psikologları ortak açıklamalarında, Trump’ı ruh sağlığı ileri derece bozuk; “Ağır kişilik bozukluğuna sahip bir kişi” olarak tanımlamış ve yönetiminin ABD ve dünya için tehlikeli olacağını açıklamışlardı.
Dünyanın en çok yalan söyleyen liderleri arasında ilk sırada geldiğini gösterenler olmuştu. İlk başkanlık döneminde günde ortalama 21 yalan ya da yanlış bilgi verdiğini gösteren araştırmalar vardı.[27]
Bunlarla birlikte ekibindeki “şahin” isimler dikkat çeken Trump, ABD yayılmacılığının; emperyalist-sömürgeci yayılmacılığın, işgalin tipik bir temsilcisidir.
İş bu nedenle Trump semptomunu, “Çin’deki birçok kişi açısından Trump 2.0’ın küresel etkisi, Trump 1.0’ı geçmeyecek,”[28] yargısındaki üzere küçümsemek doğru olmayacaktır.
Çünkü ABD topraklarını genişletme hedefiyle göreve başlayan Trump, 4 Şubat 20025’te Netanyahu ile katıldığı ortak basın toplantısında, “ABD, Gazze’yi devralacak, sahiplenecek, yıkıp Ortadoğu Rivierası olarak yeniden yaratacak!”[29] diyecek kadar ipin ucunu kaçırdı.
Hatırlanacağı gibi Trump’ın birinci başkanlık döneminde i) Ticaret savaşı başlattığı; ii) Ortadoğu’ya İsrail lehine müdahale edip, Kudüs’ü Siyonistlerin başkenti ilan ettiği; iii) İran’ı hedefine oturttuğu; iv) Emekçilere saldırıyı tırmandırıp, sermaye yanlısı neo-liberal politikalar gelir eşitsizliğini derinleştirdiği; v) Kadın haklarına ve cinsiyet eşitliğine cepheden saldırılarıyla sosyal krizleri derinleştirdiği; vi) Göçmen düşmanlığını tırmandırıp sınır dışıları kolaylaştıran adımlar atarak Meksika sınırına duvar ördürttüğü malumken; Prof. Dr. Bill V. Mullen’ın, “rejimi, Amerikan egemen sınıfının tam güce sahip olmak ve hükümeti kendi zenginliğini artırmak için kullanmak isteyen bir kesimini temsil ediyor. Ve bunu yapmak için, gücü üzerindeki tüm sınırları silmeye çalışıyor,”[30] biçimde tarif ettiği Trump, emperyalizmin hoyrat bir versiyonunu gözümüze sokuyor.
Kolay mı? Trump’ın kendine -1898 İspanya-Amerika Savaşı’ndan muzaffer çıkan ve Guam ile Puerto Rico’yu alıp, Hawaii ve Filipinler’i ilhak eden, İngiltere ile Panama Kanalı’nın inşası için anlaşan ABD’nin 25. Başkanı William McKinley’i rol modeli olarak seçmesi; her fırsatta Mc Kinley’in ismini yaşatmaya söz verdiğini dile getirmesi boşuna değil.
ELON MUSK -YA DA MİLYARDELER- “ARTISI”!
Liza Featherstone’un, “Normal milyarder standartları için bile aşırı iğrenç bir milyarder. İtici, karizmasız, garip, Amerikan işçi sınıfından tiksindiğini saklayamayan ve hükümeti satın alarak bundan kâr etme çabalarında gayet açık biri,”[31] diye betimlediği Elon Musk’a ilişkin olarak Carolin Amlinger ile Oliver Nachtwey de şunu ekliyorlar:
“Otoriter milliyetçiliği kendine has bir postmodern, liberteryen bir çizgiyle aynı potada eritiyor. Musk paranoyak bir gerçekliği yansıtıyor: göçmenlerin beyaz çoğunluğu tehdit ettiği, duyarcı komünistlerin ekonomiyi riske attığı ve demokratik partilerin seçimi manipüle ettiği bir gerçeklik.”[32]
Kolay mı?
Elon Musk’ın Amerika’yı “Yeni Roma İmparatorluğu” olarak betimlemesi ABD’nin yayılmacı emperyalist karakterinin ve de hegemonya tesisi inşasının özleminin dışa vurumuyken; o, Avrupa ülkelerinde faşist partileri destekliyor.
Gerçekten de Trump’ın yemin töreninde ve Almanya’da AfD mitinginde boy gösteren milyarder Elon Musk, ‘Neden Elon Musk AfD’yi Destekliyor?’ başlıklı ‘Welt am Sonntag’ gazetesi köşe yazısında açık açık faşistler için seçim propagandası yapıp, “Almanya bir dönüm noktasında, geleceği ekonomik ve kültürel çöküşün eşiğinde” diye yazdı. Yalnızca AfD Almanya’yı “kendisinin gölgesine dönüşmekten kurtarabilir. Ülkeyi ekonomik refah, kültürel erdem ve teknolojik yeniliğin yalnızca rüya değil gerçek olduğu bir geleceğe ilerletebilir,” dedi![33]
Bu kadar da değil! Elon Musk, ABD’de olduğu gibi İngiltere’de de sandığı satın alarak aşırı sağı iktidara getirmek istiyordu.[34]
Elon Musk’ın Twitter’ı satın alıp onu X’e çevirmesi de bunlarla bağıntılıydı. O, Twitter’ı satın alırken ikili bir amaçla yola çıkmıştı. İlk olarak bu platformun sahip olduğu politik gücü ele geçirmek istiyordu. Küresel ölçekte politik meselelerin konuşulduğu başlıca mecra olmasının yanı sıra, siyasi aktörlerin hemen hepsinin sözünü söylemek için burayı tercih etmesi, platformu çekici kılan etmenlerdi. Diğer yandan ise, Elon Musk bu platformu kâr eden bir marka hâline getirmek istiyordu. Yönetimi ele geçirdiği günden itibaren bu yolda attığı adımlar, platformun yapısını önemli ölçüde değiştirdi.
X’in güncel durumu, bütün dünya halkları için ciddi tehlikeler barındırıyor. Bu sadece tekno-faşist bir kapitalistin bu platforma çökmesiyle de âlâkalı değil. Faşizan hareketlerin dünya çapında güçlerini artırması, daha örgütlü veya irtibatlı hâle gelmeleri, bilhassa Trump’ın ikinci zaferiyle birlikte daha özgüvenli bir siyasete doğru ilerlemeleri ile âlâkalı. Yani, Musk kendi kişisel fantezilerini ve distopik fikirlerini yaymak için değil, bu faşizan/otoriter siyasetin dünya çapında güçlenmesi için kullanacak bu platformu.
Üstelik söz konusu karanlık, X ile de sınırlı değil. Amazon’un kurucusu Jeff Bezos’tan, Meta CEO’su Mark Zuckerberg’e, Apple CEO’su Tim Cook’tan ve Google CEO’su Sundar Pichai’ye, faşist liderler Meloni’den, Orban’a, Milei’ye, Farage’a kadar Trump’ın yemin törenindeki hazırun tek meselenin Elon Musk olmadığını gösteriyor.
Kısacası, ABD milyarderleri ile önümüzde, belki de “Demir Ökçe” diye anılması mümkün karanlık bir dönem biçimleniyor.
IRKÇI MUHAFAZAKÂRLIK YOĞUNLAŞIRKEN
ABD’nin Avrupa aşırı sağına verdiği destek, artık bir sır değil. Washington’daki ‘Conservative Political Action Conference/ Muhafazakâr Siyasi Eylem Konferansı’nda konuşan Steve Bannon, “Avrupa’yı koşulsuz Trump boyunduruğu altına sokmak” anlamında “Avrupa ülkelerini, Berlin’in (AfD) zaferinden sonra bir bir avlayacağız,” dedi.
Bannon herhangi bir isim değil. Trump’ın en etkili stratejistlerinden ve karanlık prenslerinden biri. Bannon bununla sınırlı kalmadı, Musk gibi konuşmasında Nazi selamı verip;[35] Washington, Alman iç istihbaratının “kesin aşırı sağcı oluşum” olarak tanımladığı AfD’ye arka çıktı.[36] Dış politikadaki bu ve benzeri tutumların yanısıra Los Angeles’taki olaylar da, sadece Amerikan göçmen politikasının değil, aynı zamanda yeni muhafazakâr sağın -nam-ı diğer Trumpizm’in- ruh hâlini ve mevcut durumunu açıkça ortaya koyarken; söz konusu ırkçı vahşet şahsında Trump halka gözdağı veriyor.
Malum üzere Los Angeles’ta, Trump rejiminin göçmen karşıtı baskınlarına tepki olarak başlayan barışçıl protestolar, 4 bin ulusal muhafızın devreye girmesiyle şiddetli çatışmalara dönüştü; polis gazetecilere plastik mermiyle ateş açtı, sivillere karşı şiddet kullandı. Trump’ın, anayasal yetkilerini aşarak bir siyasi kriz yaratmakla eleştirilirken düzenli ordunun elit güçlerinden (Marines) 700 askerin de gelmesi, gelişmeleri ırkçılık bağlamında değerlendirmek gerektiğini gösteriyor…
Tabir caiz ise, ABD kendi halkına savaş açtı. Başta Los Angeles, Las Vegas, San Antonio gibi göçmen işçilerin yoğun olarak yaşadığı kentlerde yapılan protestolar, halka saldıran polisle karşılıklı çatışmalara dönüştü. Trump el yükselterek, hatta California valisini de ezerek kente Ulusal Muhafızları gönderdi. Trump’ın “yeni Amerika”sında göçmen karşıtı uygulamalar, 2 bin kişilik Ulusal Muhafızlar’ın devreye sokmasıyla katmerlendi.
Ellerinden, ayaklarından zincirlenerek askeri kargo uçaklarında toplu hâlde “paketlenen başları eğik göçmenler” Trump’ın 2. dönemini özetleyen bir görüntüydü.
Görülmeli: Kölelik yıllarında “birbirlerine zincirlenerek” yeni dünyaya getirilen “kara derilileri”, aynı yöntemlerle ABD şimdi ters yöne postalıyor. Bunlar da “modern çağın köleleri”.
Verili tablo “göçmenler” ve “yabancılarla” savaş hâlinde olunduğunu ortaya koyuyor.
Bunlar da i) “Trump devleti” yasalarının geçerli olduğunu/ olacağını; ii) Trumpizmin “meşrulaştığını” ve “normalleştiğini” kanıtlıyor.
Kolay mı?
İcraatlarıyla Trump’ın devreye soktuğu 1798 tarihli “Yabancı Düşmanlar Yasası”, başkana belgesiz göçmenleri hedef alma ve sınır dışı etme konusunda olağanüstü yetkiler veriyor. Söz konusu yasa 1812 Savaşı, I. Dünya Savaşı ve II. Dünya Savaşı dönemlerinde “aktif yabancı düşmanların” sınır dışı edilmesi amacıyla kullanılmıştı![37]
“TİCARET SAVAŞI”NDAN SALDIRGANLIĞA
Emperyalist zorbalığın “ticaret savaşı”ndan saldırganlığa uzanan Trump’lı aşaması, onun, Washington’daki Ulusal Cumhuriyetçi Kongre Komitesi Yemeği’ndeki, “Size söylüyorum, bu ülkeler bizi çağırıyor, kıçımı öpüyor… Bir anlaşma yapmak için can atıyorlar. ‘Lütfen, lütfen efendim, bir anlaşma yapın. Her şeyi yaparım efendim,”[38] satırlarıyla birlikte yalvaran bir yabancı lideri taklit emesiyle müsemmadır.
Boris Kagarlitsky’nin, “In short, Trumpism represents a policy of coercive redistribution of the disproportions in global capitalism that have accumulated over the past three decades and led to the Great Recession of 2007-2009. At that time, the crisis was simply ‘drenched in money’ without eliminating its structural causes. As a result, the imbalances continued to grow, and the system continued to malfunction. We are now confronted with the prospect of a new crisis, potentially even more severe. But since Trump and his team hold conservative views, they also do not propose any structural changes involving the redistribution of resources, authority or power between the private and public sectors, or between labour and capital. This time, it is not income and benefits being redistributed, but costs and losses/ Kısacası, Trumpizm, küresel kapitalizmde son otuz yılda biriken ve 2007-2009 Büyük Durgunluğu’na yol açan orantısızlıkların zorla yeniden dağıtılması politikasını temsil etmektedir. O zamanlar, kriz yapısal nedenlerini ortadan kaldırmadan basitçe ‘paraya boğuldu’. Sonuç olarak, dengesizlikler büyümeye devam etti ve sistem arızalanmaya devam etti. Şimdi, potansiyel olarak daha da şiddetli yeni bir kriz olasılığıyla karşı karşıyayız. Ancak Trump ve ekibi muhafazakâr görüşlere sahip olduklarından, kaynakların, otoritenin veya gücün özel sektör ile kamu sektörü arasında veya emek ile sermaye arasında yeniden dağıtılmasını içeren herhangi bir yapısal değişiklik önermiyorlar. Bu kez, yeniden dağıtılan gelir ve faydalar değil, maliyetler ve kayıplardır...”[39] notunu düştüğü tabloda Trump, seçim öncesi vaat ettiği “ABD’yi tekrar büyük yapma” hamlelerine, gümrük tarifelerini artırarak başladı. Böylece ABD’nin büyüyen dış ticaret açığını ve bütçe açığını aşağı çekmek, ABD’nin artan devasa dış borç yükünü azaltmak ve ABD’nin üretim gücünü daha da artırmak istiyordu.
Trump’ın ekonomik politika tercihleri, dünya ekonomisinde yeni bir belirsizlik ve kuralsızlık ortamı yaratırken; yeni bir kaosu devreye sokup, savaş tehdidini[40] besleyen sürdürülemez kapitalizmin soru(n)larına yenilerini ekliyor!
ABD emperyalizminin saldırganlık tarihi, malumdur. Örneğin Moskova’daki Çin Büyükelçiliği’ninyayınladığı, yaklaşık 30 ülkeyi içeren, Amerika tarafından -II. Dünya Savaşı’ndan sonra- bombalanan ülkeler listesindeki üzere: i) Japonya: 6 ve 9 Ağustos 1945; ii) Kore ve Çin: 1950-1953 (Kore Savaşı); iii) Guatemala: 1954, 1960, 1967-1969; iv) Endonezya: 1958; v) Küba: 1959-1961; vi) Kongo: 1964; vii) Laos: 1964-1973; viii) Vietnam: 1961-1973; ix) Kamboçya: 1969-1970; x) Grenada: 1983; xi) Lübnan: 1983, 1984 (Lübnan ve Suriye’deki hedeflere yönelik saldırılar); xii) Libya: 1986, 2011, 2015; xiii) El Salvador: 1980; xiv) Nikaragua: 1980; xv) İran: 1987; xvi) Panama: 1989; xvii) Irak: 1991 (Körfez Savaşı), 1991-2003 (ABD ve İngiliz işgalleri), 2003-2015; xviii) Kuveyt: 1991; xix) Somali: 1993, 2007-2008, 2011; xx) Bosna: 1994, 1995; xxi) Sudan: 1998; xxii) Afganistan: 1998, 2001-2015; xxiii) Yugoslavya: 1999; xxiv) Yemen: 2002, 2009, 2011, 2024, 2025; xxv) Pakistan: 2007-2015; xxvi) Suriye: 2014-2015…[41]
ABD emperyalizmi her daim, Trump’lı Trump’sız kural tanımayan barbarlıktır; II. Dünya Savaşı sonrasının “süper güç”ünün utanç verici dış politika tarihi boyunca Beyaz Saray’da hep Trump oturmuyordu: i) 1947’de Yunanistan’daki halk ayaklanmasına müdahale; ii) 1948 İtalya seçimlerinin sabote edilmesi; iii) savaş sonrası Japonya ve Güney Kore’de demokratik ve sol eğilimli grupların ezilmesi; iv) 1953’te İran’da Musaddık’ın ve 1954’te Guatemala’da Árbenz’in devrilmesi; v) 1961’de Kongo Demokratik Cumhuriyeti’nde Lumumba’ya suikast; vi) Küba’da defalarca Castro’yu öldürme/ devirme girişimleri; vii) Endonezya’da komünistlerin ve destekçilerinin imhası; viii) Kuzey ve Güney Vietnam, Kamboçya ve Laos’un yok edilmesi; ix) 1973’te Şili’de Allende’nin devrilmesi… Irak, Afganistan… Ve bugüne dek devam eden örneklerdeki üzere, hepsi Beyaz Saray’da Demokrat veya Cumhuriyetçi farklı başkanlar varken yaşanmıştı.
Noam Chomsky, bu korkunç kronolojiyi ortaya koyarken, ABD’nin “hayırsever bir hegemon” olmadığını, aksine “kendisinden önceki birçok imparatorluk gibi, … şiddet ve entrikaya başvuran acımasız bir imparatorluk” olduğuna dikkat çekmekteydi.
O hâlde Trump bir sapma değil, giderek saldırganlaşan ABD emperyalizminin doğal sonucudur!
Tıpkı Latin Amerika’da da olduğu gibi; 200 yılı aşkın Monroe Doktrini canlı ve adeta doping almış hâlidir. Örneğin askeri olarak Trump, Latin Amerika’daki ABD güvenlik operasyonlarının görünürlüğünü ve kapsamını artırırken; ortak tatbikatlar, liman ziyaretleri ve Karayip Havzası Güvenlik Girişimi gibi programlara hız verdi.
2025 Nisan’ındaki ‘Latin Amerika ve Karayip Devletleri Topluluğu’ (CELAC) Zirvesi’nde Latin Amerikalı liderler bölgenin bir “barış bölgesi” olması çağrısında bulunurken, Trump onları –çeşitli örneklerdeki üzere- savaşla tehdit ediyordu:
i) Panama, “kamufle edilmiş” bir işgal olarak, daha büyük bir ABD askeri varlığını kabul etmeye zorlandı.
ii) Ekvador Devlet Başkanı Noboa, çete şiddetine karşı kendi “savaşında” ABD askeri yardımının yanı sıra Blackwater’dan Erik Prince’in özel paralı askerlerini de kabul ediyor.
iii) Marco Rubio, Venezüella Devlet Başkanı Nicolás Maduro’yu “büyük bir donanmamız var ve hemen hemen her yere ulaşabilir” diyerek uyardı ve komşu Guyana’da güç konuşlandırmakla tehdit etti.
NATO’nun bölgedeki varlığı, Kolombiya’nın hâlihazırda bir “ortak” olması ve Arjantin’in de bir ortak olmak için çalışmasıyla büyüyordu.[42]
Tüm bunlara Uzak Doğu ve Asya Pasifik’teki soru(n)lar ile Filistin, Suriye, İran[43] ile Ortadoğu[44] pratikleri de eklenmeli…
Kolay mı?
ABD Dışişleri Bakanlığı verilerine göre, ABD’nin yabancı ülkelere silah satışının 2024’de yüzde 29 oranında arttığı ve 318.7 milyar dolara ulaştığı[45] güzergâhta Amerikan saldırganlığı Batı’nın “kurallara dayalı düzeninin” safsata olduğunu bir kez daha gözler önüne serdi.
Tıpkı “İran’da yaşanacakların sonucu, dünyamızın gidişatını on yıllar boyunca belirleyecektir,”[46] notundaki örnek üzere!
“Husiler’in saldırılarından İran’ı sorumlu tutacağız… İran’a anlaşma yapması için şans üstüne şans verdim, sonraki saldırılar daha da acımasız olacak,”[47] diyen Trump’ın hedefleri “BOP” ile uyumludur!
“Emperyalizm, yurttaşlık haklarını ulus-devlet sınırları dışına yayma değil, onları geçersiz kılma sürecidir,”[48] vurgusundaki üzere “BOP” kavramı 1990’ların sonunda doğdu, “11 Eylül” sonrasında, “terörizme karşı savaş” yalanı altında Kuzey Afrika’dan Afganistan’a kadar uzanan bölgenin toplumlarının yeniden yapılandırılmasına yönelik bir proje olarak tasarlandı. Jeopolitik yorum, ülkelerin rejimlerinin yıkılması, topraklarının parçalanması analizi etrafında şekillendi. Emperyalizm teorileri bağlamında, benim de benimsediğim bir yoruma göre BOP, kapitalizmin yapısal krizi içinde geniş bir coğrafyayı sermaye ihracı, tüketim, ucuz emek, kaynak alanı, olarak yapılandırma projesiydi;[49] 2007’deki röportajında ABD’li Orgeneral Eski NATO Komutanı Wesley Clark’ın, “Beş yıl içerisinde Irak’la başlayan sonrasında Suriye, Lübnan, Libya, Somali ve Sudan’la devam edip İran’la bitecek yedi ülkeyi dağıtacağız,”[50] ifadesindeki üzere![51]
Görülmesi gerek: İktidara yeniden geldiği günlerden beri, ülkesine dönük iç siyasetinde çelişkilere bağlı iç çatışmacılıktan doğan zikzakların ürünü, iktidar ortaklığını paylaştığı odaklar da içinde, toplumsal patlamalı eylemlerden kurtulamayan Trump’ın, İsrail-İran savaşının yönlendiricisi, başaktörü rolünü oynaması tesadüf değil, zaruretti.
Şurası çok açık: İsrail’in Gazze soykırımının ardından İran’a düzenlediği saldırılar, Batı merkezli emperyalist kapitalizmin hakikâtini sergiliyor. ABD-Avrupa merkezli emperyalist kapitalizm artık bir barbarlık üretme makinesine dönüşmüştür.
Tam da bu noktada Vijay Prashad’ın, “Israel is not a country. It is a US military base./ İsrail bir ülke değil, bir ABD askeri üssüdür”; Jason Hickel’in, “ABD’nin İran’a yönelik saldırısı, lideri Uluslararası Ceza Mahkemesi tarafından aranan soykırımcı olan rejim ile işbirliği içinde gerçekleştirilen kışkırtmasız ve yasa dışı bir eylemdir. ‘Bizim dünyamız böyle’…” sözlerini hatırlatarak Ortadoğu Devrimci Çemberi stratejisini özetleyen Ghassan Kanafani’nin, “Emperyalizm dünya üzerinde gövdesini Doğu Asya’ya, kalbini Ortadoğu’ya, atardamarlarını Afrika ve Latin Amerika’ya yerleştirmiştir. Nereye vurursanız vurun, ona zarar verirsiniz ve Dünya Devrimi’ne hizmet edersiniz,” sözleri ve Turgut Uyar’ın, “sakiniz elimiz filan temiz baharı filan bekleriz/ fincanı taştan oyarlar içine bâde mi koyarlar/ biz silah kuşanırız bize bir şey söyleme,” dizeleriyle noktalayalım diyeceklerimizi…
28 Temmuz 2025 13:04:34, Muğla.
N O T L A R
[*] Görüş, Ağustos 2025…
[1] Hasan Hüseyin Korkmazgil.
[2] Prabhat Patnaik, “Emperyalizm ve Genişleme Arzusu”, Birgün, 14 Ekim 2024, s.10.
[3] ABD’nin seksen yıllık Orta Doğu politikası döndü dolaştı “rivyera projesine” indirgendi. ABD Başkanı yüksünmeden, “ABD Gazze Şeridini devr alacak ve orada bir iş yapacağız” deyip ekledi: “Oraya sahip olacağız ve patlamamış bombaların ve silahların sökülmesinden, yıkılmış binalardan kurtulmaktan sorumlu olacağız”. (Nilgün Cerrahoğlu, “Rivyera Projesi”, Cumhuriyet, 9 Şubat 2025, s.7.)
[4] Atlas Okyanusu’nun kuzeyinde, İzlanda’nın batısında yer alan 2.1 milyon kilometrekare genişliğindeki ada, Danimarka Krallığı’na bağlı yarı özerk bir yapıda ve yaklaşık 60 bin nüfusa sahip. Adaya, 1941’de Grönland-ABD işbirliği ile önce Kangerlessuaq ve Narsarsuaq askeri üsleri, sonra da 1951’de Thule Üssü kuruldu. Kuzey Kutup çizgisinin 1200 kilometre kuzeyinde yer alan bu üsler, başlangıçta ABD’nin B-52 bombardıman uçakları için inşa edilmişti. İlerleyen yıllarda bu üsler, ABD erken uyarı füze savunma sisteminin konuşlandığı merkezler hâline geldi. Thule Üssü, 2020’de bütünüyle ABD Hava Kuvvetleri’ne devredildi. Danimarka, Grönland’daki bu gelişmeler karşısında sessiz bir tutum izledi. Ada halkının, ABD güçleri tarafından bazı stratejik bölgelerden zorla çıkarılmasına da göz yumdu.
ABD başkanlarından Harry Truman, 1946’da, 100 milyon dolar karşılığında Grönland’ın buzlarla kaplı bir bölümü satın almak istedi. Ancak bu teklif, Danimarka tarafından kabul edilmedi. 2019’da adanın bütünüyle satışı gündeme geldi. ABD’nin, 1867’de Alaska’yı Rusya’dan 7.2 milyon dolara satın alması stratejik ve kârlı bir yatırımdı. Trump, ilk kez 2016’da seçildikten sonra üç yıl sonra Grönland’ı satın alma konusunu yeniden gündeme getirdi. Dönemin Grönland Başbakanı Kim Kielsen, adanın Danimarka’ya bağlı özerk bir statüde olduğunu anımsatarak “Grönland satılık değildir” dedi. Bu açıklama karşısında Danimarka Başbakanı Mette Frederiksen de “Grönland, Grönlandlılarındır” demekle yetindi.
Grönland, 1973’te Danimarka ile birlikte Avrupa Ekonomik Topluluğu’na (AET) katıldı. 23 Şubat 1983’te ada, Danimarka’ya bağlılığını sürdürmekle birlikte AET’den ayrılma kararı aldı. 1 Şubat 1985’te bu kararı yürürlüğe koydu; o dönem değişen adıyla Avrupa Topluluğu’ndan ayrıldı. Grönland, 21 Haziran 2009’da yapılan bir referandumla iç işlerinde serbest, dış işlerinde Danimarka’ya bağlı özerk bir yapıya kavuştu.
ABD ile Rusya arasında tırmanan gerilime bağlı olarak Grönland’ın stratejik önemi arttı. Grönland parlamentosu, hazırladığı bir anayasa taslağıyla Danimarka’ya karşı yürüttüğü bağımsızlık hedefini ileri bir aşamaya taşıdı. Mayıs 2007’de Danimarka’da çıkarılan bir yasayla Danimarka Kronu’nun Grönland versiyonunun kullanılmasına izin verildi.
Grönland Başbakanı Mute Egede, 2024 sona ererken yaptığı yeni yıl konuşmasında, Grönlandlılara Danimarka’dan ayrılarak tam bağımsızlığa kavuşma çağrısı yaptı. Egede, konuşmasında ayrıca “Uzun süredir Grönland’ın bağımsız bir devlet olması için gerekli çalışmaları yapıyoruz. Şimdi daha büyük adımların atılması zamanı geldi” dedi. Egede, daha önceki bir konuşmasında da “Tarih ve koşullar, Danimarka Krallığı ile işbirliğimizin tam bir eşitlik yaratmayı başaramadığını gösterdi” demişti.
Trump, “Grönland’ı tekrar büyük yapma” çağrısında bulunarak “Grönland harika bir yer ve eğer bir gün ülkemizin parçası olursa, halkı bundan büyük fayda görecektir. Onu koruyacak ve kötü bir dünyadan uzak tutacağız,” sözlerine Grönland Başbakanı Egede’nin, “Biz satılık değiliz” sözleriyle yanıt verdi. (Ali Haydar Nergis, “Gözler Grönland’da...”, Cumhuriyet, 12 Ocak 2025, s.2.)
[5] WSWS, “Milyonlar Trump’a Karşı Sokakta”, Birgün Pazar, 13 Nisan 2025, s.8.
[6] Bkz: i) Sibel Özbudun-Temel Demirer, “Trump Versiyonlu ‘ABD İmparatorluğu’, Dünya ve Faşizm”, Kaldıraç Dergisi, No: 283, Şubat 2025; ii) Temel Demirer, “İmparatorluğun Trump’lı Encamı”, Rojnameya Newroz, Eylül 2019… https://temeldemirer.blogspot.com/2019/09/imparatorlugun-trumpli-encami.html; iii) Sibel Özbudun-Temel Demirer, “ABD’nin -Güncel- Ahvali!”, Kaldıraç Dergisi, No:277, Ağustos 2024; iv) Temel Demirer, “Trump Kâbusu ve Emperyalist ABD”, Kaldıraç Dergisi, No:230, Eylül 2020; v) Sibel Özbudun-Temel Demirer, “ABD Seçim(sizlik)i: Made in USA”, Kaldıraç Dergisi, No:235, Şubat 2021; vi) Sibel Özbudun-Temel Demirer, “Avrupa’dan ABD’ye -Bugünlerde- (Neo-) Faşizm”, Kaldıraç, No: 257, Aralık 2022; vii) Temel Demirer, “Çürüyen/ Çöken Uluslararası Hâl(imiz)”, Sosyalist Mezopotamya, No:11, Aralık 2021; viii) Sibel Özbudun-Temel Demirer, “Üçüncü Büyük Paylaşım Eşiği”, Kaldıraç Dergisi, No:255, Ekim 2022.
[7] Ergin Yıldızoğlu, “Faşizm ve Dil”, 20 Mart 2025… https://www.cumhuriyet.com.tr/yazarlar/ergin-yildizoglu/fasizm-ve-dil-2311125
[8] L. Doğan Tılıç, “Saray’da Bir Vaiz”, Birgün, 15 Şubat 2025, s.3.
[9] Ben Burgis, “Yan Hollywood Yan”, Birgün, 13 Ocak 2025, s.10.
[10] “Bill Mullen: Yaşanan Bir İşçi Sınıfı İsyanı”, Birgün Pazar, 15 Haziran 2025, s.10.
[11] “Trump’ın Bakanı Canlı Yayına Alnında ‘Haç’ İşaretiyle Çıktı”, Birgün, 7 Mart 2025, s.11.
[12] “ABD’de Yargıçlara Baskı”, Cumhuriyet, 22 Mart 2025, s.6.
[13] “Krallara Hayır”, Birgün, 16 Haziran 2025, s.10.
[14] Jessica Corbett, “Amerikan Oligarklar İşçi Sınıfına Savaş Açtı”, Birgün, 17 Şubat 2025, s.10.
[15] Ergin Yıldızoğlu, “İlk 100 Gün”, 28 Nisan 2025… https://www.cumhuriyet.com.tr/yazarlar/ergin-yildizoglu/ilk-100-gun-2333027
[16] “Harvard Hedefte”, Birgün, 16 Nisan 2025, s.11.
[17] “Yabancı Öğrencileri Sürgün Edecek”, Birgün, 24 Mayıs 2025, s.11.
[18] Nilgün Cerrahoğlu, “Tiranlık Nasıl Başlar?”, Cumhuriyet, 2 Şubat 2025, s.7.
[19] Andrew Feinberg, “Trump, Rüşvet Yasasını Kaldırma Emri Verdi”, 11 Şubat 2025… https://www.indyturk.com/node/753670/d%C3%BCnya/trump-r%C3%BC%C5%9Fvet-yasas%C4%B1n%C4%B1-kald%C4%B1rma-emri-verdi
[20] Pelin Ünker, “Trump Kararnamesi: Küresel Yolsuzluğun Önü Açılıyor”, 14 Şubat 2025… https://www.dwturkce1.com/tr/trump-kararnamesi-k%C3%BCresel-yolsuzlu%C4%9Fun-%C3%B6n%C3%BC-a%C3%A7%C4%B1l%C4%B1yor/a-71614249
[21] Jalyssa Dugrot, “ABD’de İfade Özgürlüğünün Sonu”, Birgün, 16 Haziran 2025, s.11.
[22] “Trump Hızlı Başladı”, Birgün, 22 Ocak 2025, s.11.
[23] Bedri Baykam, “Dünyanın Sahte Demokrasi Parodileri (Trump ve Ötesi)”, Cumhuriyet, 1 Mayıs 2025, s.8.
[24] Polymarket Intel @PolymarketIntel, 2 Mayıs 2025… https://x.com/PolymarketIntel/status/1918054903253004442
[25] Barış Karaağaç, “Yeni Bir Barış mı Eski Sömürü mü?”, Birgün, 7 Temmuz 2025, s.11.
[26] Nilgün Cerrahoğlu, “Batı İttifakı’nın Sonu mu?”, Cumhuriyet, 16 Şubat 2025, s.7.
[27] Selçuk Candansayar, “Arzusunu Hak, Hayalini Hakikât Bellemek”, Birgün, 20 Ocak 2025, s.10.
[28] Wang Wen, “Trump 2.0: Çin’den Bakış”, Birgün, 10 Mart 2025, s.10.
[29] Faik Bulut, “Trump’ın ‘Çılgın Adam’ Tavrı Ne Kadar Gerçek ve Nereye Kadar Geçerli?”, 2 Mart 2025 … https://www.indyturk.com/node/754625
[30] Umut Can Fırtına, “Bill V. Mullen: Savaşmaktan Başka Çare Yok”, Birgün, 21 Nisan 2025, s.11.
[31] Liza Featherstone, “Oligarkları Durdurun”, Birgün, 7 Nisan 2025, s.10.
[32] Carolin Amlinger-Oliver Nachtwey, “Liberteryenizm ve Otoriterlik Musk’ta Birleşiyor”, Birgün, 3 Şubat 2025, s.10.
[33] Johannes Stern, “Alman Medyası Musk ve AfD’yi Destekliyor”, Birgün, 6 Ocak 2025, s.10.
[34] John Westmoreland, “Musk’ın Yozlaştırıcı Etkisi”, Birgün, 30 Aralık 2024, s.11.
[35] Nilgün Cerrahoğlu, “Çirkin Amerikalı”, Cumhuriyet, 11 Eylül 2025, s.8.
[36] “ABD Aşırı Sağcı Partiye Arka Çıktı”, Birgün, 5 Mayıs 2025, s.11.
[37] “Yargı Trump’a Dur Dedi”, Birgün, 17 Mart 2025, s.11.
[38] 9 Nisan 2025… https://www.politico.eu/article/donald-trump-tariffs-leaders-are-kissing-my-ass-to-make-trade-deals/
[39] Boris Kagarlitsky, “From US Hegemony to a ‘War of All Against All’…”, https://www.counterpunch.org/2025/07/24/from-us-hegemony-to-a-war-of-all-against-all/
[40] Bkz: i) Temel Demirer, “Sürdürülemez Kapitalizm: Kriz, Savaş ve Dünya Hâl(ler)i”, Kaldıraç Dergisi, No:261, Nisan 2023…; ii) Temel Demirer, “Emperyalist Yerkürede Barış (Yalanı) ve Savaş (Gerçeği)”, Kaldıraç Dergisi, No: 195, Ekim 2017…; iii) Temel Demirer, “Isınan ‘Soğuk Savaş’…”, Rojnameya Newroz, Eylül 2024… https://temeldemirer.blogspot.com/2024/09/isinan-soguk-savas.html; iv) Temel Demirer, “Yeniden Paylaşım Kaosu=Emperyalist Savaş Tehdidi”, Kaldıraç Dergisi, No:251, Haziran 2022…; v) Temel Demirer, “Emperyalizm Çağında Barış Savaş Demektir, Savaş da Barış!”, Kaldıraç Dergisi, No: 221, Aralık 2019…; vi) Temel Demirer, “Barış (ile Savaş) Gerçeği”, Kaldıraç Dergisi, No:173, Aralık 2015…; vi) Temel Demirer, “Barış (=Hayat) ile Savaş (=Ölüm) Hâli”, 2 Eylül 2016… https://temeldemirer.blogspot.com/2016/10/baris-hayat-ile-savas-olum-hali.html; vii) Sibel Özbudun-Temel Demirer, “Ukrayna Laboratuvarı: ‘Soğuk Savaş’ Sonrası, ‘Büyük Savaş’ Öncesi”, Rojnameya Newroz, Mart 2022… https://temeldemirer.blogspot.com/2022/03/ukrayna-laboratuvari-soguk-savas.html
[41] SSCB’nin çöküşünden bu yana, ABD Ukrayna’da Rus karşıtı bir muhalefet yaratabilmek ve güçlendirebilmek için milyarlarca dolar harcadı. Dışişleri Bakanlığı Doğu Avrupa İşleri eski Müsteşarı Victoria Nuland, 2009’da Kiev’de petrol şirketleri sponsorluğunda gerçekleşen bir toplantıyı hatırlatarak, “Avrupa’nın bağımsızlığı hedefiyle demokratik kazanımlar ve kuruluşların inşası için Ukrayna’ya 5 milyar dolar yatırım yaptık,” demişti. (Kit Klarenberg, “Renkli Devrimlerin Sonu”, Birgün, 17 Şubat 2025, s.10.)
[42] Roger D. Harrıa-John Perry, “Latin Amerika’da Trump Kıyameti”, Birgün, 24 Nisan 2025, s.11.
[43] Bkz: i) Temel Demirer, “İran Sadece İran Değil”, SAV (Sosyal Araştırmalar Vakfı) 2009 Almanak-2009 Analizleri, SAV Yay: 32, 2010…; ii) Temel Demirer, “İran Sokaklarının Başkaldırısı”, Sosyalist Mezopotamya, No:1, Mart 2018…; iii) Sibel Özbudun-Temel Demirer, “İran’ın “Uzun Yürüyüşü veya Gelecek Uzun Sürer”, Rojnameya Newroz, Nisan 2023… https://temeldemirer.blogspot.com/2023/04/iranin-uzun-yuruyusu-veya-gelecek-uzun.html; iv) Temel Demirer, “Mahsa Amina’nin, Nika Shakarami’nin, Masih Alinejad’ın İran’ı”, Görüş21, Kasım 2022… https://temeldemirer.blogspot.com/2022/11/mahsa-aminanin-nika-shakaraminin-masih.html
[44] Bkz: i) Temel Demirer, “Büyük Ortadoğu Savaşı’na Doğru (mu?)”, Esmer Dergisi, No:72, Mart 2012…; ii) Temel Demirer, “Ortadoğu: Büyük Fotoğraf ile ‘Küçük’ Ayrıntı(lar)”, Rojnameya Newroz, Aralık 2016… https://temeldemirer.blogspot.com/2016/12/ortadogu-buyuk-fotograf-ile-kucuk.html; iii) Temel Demirer, “Kudüs Ortadoğu Halklarınındır!”, Rojnameya Newroz, 2 Mayıs 2018… https://temeldemirer.blogspot.com/2018/05/kudus-ortadogu-halklarinindir.html
[45] “Trump’tan ‘Etnik Temizlik’ Planı”, Birgün, 27 Ocak 2025, s.11.
[46] Dimitris Konstantakopoulos, “Sıra İran’da: Yeni Bir 1989’un Hayaleti”, Birgün, 23 Aralık 2024, s.10.
[47] “Trump Tehdit Etti”, Yeni Yaşam, 14 Haziran 2025, s.8.
[48] Hannah Arendt, The Origins of Totalitarianism, Harcourt Brace Jovanovich, 1979.
[49] Ergin Yıldızoğlu, “Jeopolitik ve Emperyalizm”, 21 Temmuz 2025… https://www.cumhuriyet.com.tr/yazarlar/ergin-yildizoglu/jeopolitik-ve-emperyalizm-2419868
[50] Emre Kongar, “İsrail’in İran Saldırısı ve ABD!”, Cumhuriyet, 17 Haziran 2025, s.2.
[51] Amerikalı bilim insanı Jeffrey Sachs’ın 13 Nisan 2025’deki Antalya Diplomasi Forumu’nda Suriye iç savaşının ABD ve İsrailce başlatıldığını ve kışkırtıldığını söyledi: “Rejimi değiştirmek istiyorlardı. CIA ‘Timber Sycamore’ gibi gizli operasyonlarla Suriye’yi istikrarsızlaştırdı ve cihatçı grupları silahlandırarak savaşı körükledi.” (Orhan Bursalı, “Neden Şaşırdık Jeffrey Sachs’ın Söylediklerine?”, Cumhuriyet, 20 Nisan 2025, s.7.)
Yorumlar