SİBEL ÖZBUDUN-TEMEL DEMİRER “Bir öykü var sakladığın Bir öykü var ardında duran Bırak onu uyansın.” [2] Wole Soyinka’nın, “Yazarların ...
SİBEL ÖZBUDUN-TEMEL DEMİRER
“Bir öykü var sakladığın
Bir öykü var ardında duran
Bırak onu uyansın.”[2]
Wole Soyinka’nın, “Yazarların ve aydınların insanlığa karşı bir görevi vardır,” vurgusuna ekler Maksim Gorki: “Yazmak; vicdani sorumluluğun yüklendiği, duyarlı insanların girişimidir.”
Öykü (hikâye) yazarı açısından da geçerlidir bu.
Çünkü hikâye(ler) merhemdir. Onu yabana atmayın sakın. Çünkü onlar kendi ötelerinde bir dünyaya kapı açar.
Kolay mı?
Şiir gibi yoğun bir tür olarak karşımıza çıkması yanında; hem sadelik hem dil işçiliği gerektiren hikâye, insanî olandır; insan da hikâyesi olan...
Hasılı kelam herkesin bir hikâyesi vardır; ilk edebiyat türü örneğini, Hermann Hesse’in “Avrupa hikâye anlatıcılığının ilk büyük başyapıtı,” notunu düştüğü Giovanni Boccaccio’nun (1313-1373) ‘Decameron’[3] u olduğundan söz edilen öykü, Irène Némirovsky’nin deyişiyle, “Bilinmeyen bir evin bir an aralanıp kapanan kapısı”[4] olarak da tanımlanabilir.
* * * * *
Uzun yıllardır demir parmaklıkların ardında, şimdilerde de Kırklar-Buca-İzmir Yüksek Güvenlikli Kapalı Hapishanesi’nde bulunan Hasan Şeker (Hasan Şevger) ‘Masumiyet Yitimi’[5] yapıtında özlem ve isyanın hikâyeleriyle karşımızda.
Hikâye deyince, elbette Sait Faik Abasıyanık, Sabahattin Ali, Tomris Uyar, Bilge Karasu, Füruzan, Leyla Erbil, Ferit Edgü, Murathan Mungan, Onat Kutlar, Ömer Seyfettin, Aziz Nesin, Tarık Dursun K., Sevgi Soysal, Tahsin Yücel, Oktay Akbal, Yusuf Atılgan, Necati Cumalı, Cevat Şakir Kabaağaçlı, Tezer Özlü vd’leri anımsanır; lakin bu alanda yeni, önemsenmesi gereken yapıtlar çıkıyor, çıkacak da.
Çünkü öykü, insan(lık)n hâllerinin vazgeçemeyeceği edebî üslûptur.
İnsan yaşamından bir kesiti, belirli bir yer ve zamana bağlı olarak anlatan öykü, okuyucunun hayal gücünü harekete geçirerek derin düşüncelere yol açar.
Sınırsız yaratıcı gücüyle duyguları harekete geçirip, hayal gücünü besleyen hikâye(ler) bitmeyen bir yolculuktur. Okuyucuları farklı dünyalara taşır.
Bu bağlamda derdini romanlara göre daha hızlı anlatan yazın türü olarak hikâyeler evrenin yansıması gibidir; Robert Mckee’nin, “Hikâye, gerçek hayatın metaforudur,” ifadesinde dile getirildiği gibi.
Aslında ayağı yere sıkıca basan her hikâye, insan(lık)a dair bir arayıştır.
Hikâyenin gücü sadece üsluptan değil, içeriğinin zenginliğinden de gelir; o, gerçeği anlatır. Hatta bazen o kadar gerçektir ki, yüzleşmeyi reddetmeniz gerekebilir.
Kimilerine “abartı” gelse de hikâyeler gerçektir; dünyadaki ilk hikâyelerin anılar olduğunu “es” geçmeyenler için…
Malum: Hikâye ya da öykü, gerçek ya da gerçeğe yakın bir olayı aktaran kısa, düzyazı biçimindeki anlatı; yani yaşamın kısa özetidir.
Yaşanmışlıkların yazımıdır hikâye. Yılmaz Erdoğan’ın tanımıyla, “İçinde hisse olan kıssadır.”
Bunun içindir ki kimi hikâyeler nefes almanın mahiyetini kavramış bir ömrün yüz akıdırlar.
Özetin özeti: Şiir kadar susmayan, roman kadar konuşmayan; şiirle roman arasında, daha çok şiire yakın edebi üretim ya da kıssadan hisse içeren konsantre yazım türüdür.
* * * * *
Hasan Şevger’in, ‘Masumiyet Yitimi’nde ifadeye gayret ettiklerimizin hemen tümünü bulmak mümkün.
Örneğin “Vuslat Düşlemi”nde ki (s.11); “Kum saati misali, sana damlıyorum her an”; “Hüzünlerin elim sancısı çöktü yüreğime”; “Gel de artık bitsin bu özlem, bu hasret” yoğunluğu…
“Tetiğe Bastı”daki (s.15); “… Kükrercesine haykırdı… Bu saatten sonra sana biat edenin iki cihanda kökü kurusun!” “Bu saatten sonra kendi kaderini kendi çizmeyenin ömrüne gün doğmasın!” itirazının isyanı…
“Hayat Acımasız”daki (s.21); gündelik yaşamda her köşebaşında karşımıza çıkabilecek “Tilki Fiko” tiplemesi…
“Bez Bebek”deki (s.37) açlığın, yoksulluğun çarpıcı fotoğrafı…
“İnsanlar ve Acılar”daki (s.47); memleket(imiz)den insan(lık) manzaralarının; tüm soru(n)larıyla “Masumiyet Yitimi”nde (s.55) sunumu…
“Ah Kalbim”deki (s.121); “O yakamoz katresi gülüşleriyle, yolumu aydınlatır geceleri. Bilmezsiniz siz onu. O yaşam denen muammanın en nadide ve en egzantirik çehresine sahip. Afrodit kıskanır onu bu yüzden,” satırlarındaki sevdayla boylu boyunca insan(lık) gerçeğinin muhtelif boyutlarıyla betimlenmesi…
“Borç Yatağı”ndaki (s.27); gündelik hayattaki çürümenin kadın(lık) hâlinin Songül örneğinde sergilenmesi...
* * * * *
Hasılı O; niçin yazdığını Pablo Picasso’nun, “İnsanları uyandırmak gerek. Şeyleri algılama biçimlerini altüst etmek. İnsanları kızdıracak, kabul edilmez imgeler yaratmak lazım. Pek güvenilir olmayan, tuhaf bir dünyada yaşadıklarını, sandıkları gibi bir dünyada bulunmadıklarını anlamalarını sağlamak,” satırlarıyla betimleyen bir yazar olarak;
John Steinbeck’in, “Mükemmel hikâye yazmanın tek yolu var. Mükemmel hikâye yazmak!” vurgusuyla, “Hikâye anlatmak; dinleyicinin, ‘Sandığın kadar yalnız değilsin’ demesi ve bunu hissetmesi için yalvarmaktır,” diye eklediği şeyi yapıyor.
Gayet de ustalıkla yapıyor; Jonathan Gottschall’ın, “Bir canlı türü olarak bizler hikâyeye bağımlıyız. Beden uykuya yattığında dahi zihin tüm gece uyanık kalır ve kendi kendine hikâyeler anlatır”; Jean-Paul Sartre’ın, “Bir insan her zaman hikâye anlatıcısıdır; kendi hikâyeleriyle ve başkalarının hikâyeleriyle kuşatılmış olarak yaşar, basına gelen her şeyi bu hikâyeler aracılığıyla görür ve hayatını anlatıyormuş gibi yaşamaya çalışır,”[6] sözlerindeki netlikle…
19 Şubat 2025 13:06:26, Muğla.
N O T L A R
[1] Ümüş Eylül Kültür-Sanat Dergisi, Yıl:14, No:56, Temmuz-Ağustos-Eylül 2025…
[2] Özdemir Asaf.
[3] Giovanni Boccaccio, Decameron, çev: Rekin Teksoy, Oğlak Yay., 2011.
[4] Irène Némirovsky, Çehov-Bir Yazarın Romanı, çev: Oktay Akbal, Telgrafhane Yay., 2022.
[5] Hasan Şevger, Masumiyet Yitimi, Ar Yay., 2023, 129 sahife.
[6] Jean-Paul Sartre, Bulantı, çev: Selahattin Hilav, Ataç Yay., 1961.
Yorumlar