“SON”DAN(!) “ÖNCE”Sİ(?)[*]

  “Eğer itilmezse hiçbir diktatör düşmez.” [1]   Georg Wilhelm Friedrich Hegel’in, “Köle Efendi Diyalektiği’nde Efendi Köle’yi öldürmez. Çün...



 

“Eğer itilmezse

hiçbir diktatör düşmez.”[1]

 

Georg Wilhelm Friedrich Hegel’in, “Köle Efendi Diyalektiği’nde Efendi Köle’yi öldürmez. Çünkü Efendi ‘bağımsız bir özbilinç’ olmayı Köle’nin ‘bağımlı bir özbilinç’ olarak var olmasına borçludur,”[2] diye tanımlandığı hâlin sarsıldığı bir güzergâhtayız.

Tarihi, her zaman olduğu üzere kötü yanı üretirken; iktidardaki kötülüğün etki alanı daralıyor. Son kullanım tarihi geçiyor.

Evet Albert Einstein’ın, “Otoriteye duyulan aptalca bağlılık, gerçeğin en büyük düşmanıdır”; Epiktetos’un, “Hiç bir siyasi otorite kendi sistemini sarsıcı eseri sansür uygulamadan izin vermez”; Alexander Berkman’ın, “Özgürlüğü bilmeyen bir halk diktatörlüğe alışır,” uyarıları sonuna dek haklıyken; John Steinbeck’in, “Diktatör; aslında yönettiklerinden korkandır. Halkının manevi duygularını sömürürler, en temel hak ve özgürlüklerle ilgili kısıtlama getirmeye çalışırlar, eleştiriye ve protestoya hiç tahammülleri yoktur. Sonları hep hazin olmuştur,” tesbiti de “es” geçilmemelidir!

Şurası gerçek: Hiçbir şey mutlak ve ilanihaye değildir, olamaz da!

Görünen köy kılavuz istemez: Coğrafyamızdaki hükümet tarihsel olarak tökezliyor. Siyasi, kültürel, ekonomik olarak tekliyor. Yolunu açamıyor ve eskisi kadar inandırıcı, ikna edici değil.

Bu da devlet aygıtını kontrol eden oligarşik grubun baskı, terör eğilimini güçleniyor. 

 “Anayasa” veya hukukunun temel ilkeleri askıya alınmışken; bir belirsizliğe sürükleniyoruz.

Açıkçası: Organize bir kötülükle yüzyüzeyiz. Herkesin Franz Kafka’nın, Josef K.’sına dönüştüğü hâlde müthiş bir akıl tutulmasının hedefiyiz.

Bu ne kadar böyle gider? Kestirmek mümkün değil. Ancak emeğin vicdanını tutsak almak mümkün görünmüyor ve giderek güçleşiyor.

Kendilerini güçlü sanan iktidar açısından ne hukuki, ne ahlâki, ne de kapsayıcı bir toplumsal meşruiyetten söz edilebilir artık.

Sadece kaba güç, gaz, cop, tutuklama, zindan var. Ama zorbalığın ilelebet payidar olamayacağı da açık değil mi?

Tarih sınıfsal, sosyal uyanışı çağırırken; yaşanan ile rejim, kendi kitlesi gözünde bir “imaj yitimi”yle yüzyüzeyken; iktidar gücü ve güçsüzlüğü birlikte barındırmakta. Baskılar geçicidir; kalıcı olan halktır. 

Kolay mı?

Simone Weil’in, “Meşruiyetin kaynağı ne hukuk ne de tarihtir; halkın hissettiği hakikâttir,” uyarısı eşliğinde hakikâtin direnişi, egemen meşruiyetin çöküşünü körüklüyor!

Hatırlatmakta yarar var: Hâkikat, bireysel vicdandan çok, bastırılmış tarihsel bellekte biriken kolektif sezgiye dayanır; meşru olan, her zaman yasal olan değildir, olmayabilir de.

2000’lerden beri derinleşen neo-liberal dönüşüm, yalnızca ekonomik yapıları değil, siyasal alanın sınırlarını biçimlendirse de egemen rızanın çatladığı eşikteyiz ve iktidar yönetemedikçe, baskılarının dozajını artırıyor.

Kaldı ki coğrafyamızda yaşanan beşeri kriz, egemen hegemonik kopuşun imkânlarını da güçlendiriyor. 

Toplu gözaltıların, polis şiddetinin yaşandığı günlerde, sopanın çok daha göz önüne geldiği bir dönemden geçiyoruz. Bu sopa sadece sokaktaki insana, medyaya, sosyal medyaya değil, artan bir biçimde seçilmişlere de yöneliyor.

Meseleyi bir devlet biçimi kavramıyla ele almak anlamlıdır.

Devlet biçimini toplumsal güç dengelerindeki değişim tayin eder; bunun bir artısı ise, hoşnutsuz, yaşam koşulları giderek kötüleşen, ekonomik ve sosyal haklardan yoksun bırakılmış insanların mikrofon tutulunca yansıttığı öfkelerini kitlesel boyutta dışa vurmasıdır.

Toplu göz altıların, polis şiddetinin, sopanın çok daha öne çıktığı bir dönemden geçerken; yaşanan bir kriz, ama nasıl bir kriz, neyin krizi? Elbette sürdürülemez kapitalizmin krizi…

Otokratik rejime ve yeni bir evreye geçtiğini gözlemlediğimiz otoriter devlet biçimine karşı mücadele geliştirebilmek, yalnızca zora karşı bir demokratikleşebilme mücadelesi değil; aynı zamanda sürdürülemez kapitalizmi aşma perspektifiyle mümkündür.

Çünkü uluslararası konjonktür, egemenlerin planları ne olursa olsun halkların da toplumsal hareketlerin de kendi dinamikleri var. Küçük bir kıvılcım tüm bir bozkırı tutuşturabilir.

 

“KÂĞITTAN KAPLAN”

 

Şimdilerde yeniden sürdürülemez kapitalist vahşetin “kâğıttan kaplan” olduğu anımsamak gerekiyor.

Çünkü hemen her şey Etienne de La Boétie’ın, “İnsan özgür doğar, oysa her yerde zincire vurulmuştur,” ifadesindeki üzereyken; yine Onun, “Kulluk etmemeye karar verdiğiniz an özgürsünüz demektir,” uyarısındaki gibidir.

Malum: “Bütün diktatörler kendilerine bağlı militan takipçiler toplayıp gerçek ya da hayali düşmanlara karşı savaşabilmek için bir komplo teorisine ihtiyaç duyarlar”[3]… Ve “ama”sız, “fakat”sızca Rollo May’un, “Gerçeği aramak, her zaman görmekten hiç hoşlanmayacağımız şeyleri fark etme riskini de içinde taşır”… Dante Alighieri’nin, “Kötülüğün gücü, erdemin zayıflığıyla beslenir”… André Maurois’un, “Ahlâkı zayıf, terbiyesi kıt toplum içindeki zorbalara ve soygunculara hayranlık duyar”… Victor Hugo’nun, “Diktatörlük, bir milletin ruhunu zincirle bağlamak gibidir”… Etienne de La Boétie’in, “Diktatörler, kendilerine itaat edildiği için iktidarda kalırlar. Onlardan korkulmaz ve itaat edilmezse zorda kalırlar”… Amin Maalouf’un, “Gelmemenin bir vakti yoktur,” uyarıları terennüm edilmelidir zorbalık karşısında!

Sürdürülemez kapitalist vahşet gibi, onların ürünü diktatörlükler de “kâğıttan kaplan”dır; onların gerçeğinin bilincinde olunduğunda…

Malum, birincisi, diktatörler ülkenin kaos içinde olduğu iddiası ile işe başlarlar. Bu söylemle işe başlamak oldukça kolaydır. 

İkincisi, medyayı ele geçirirler. Devlete bağlı medya kuruluşları zaten ceptedir. Özel yayıncılar ve gazeteciler iktidara yakın oligark arkadaşlarca satın alınır. 

Üçüncüsü, yargıçların diktayı sürekli rahatsız etmesini engellemek için yargı kontrol altına alınır. 

Dördüncüsü, tüm rakiplerin vatanseverlik karşıtı faaliyetlerini incelemek üzere bir komisyon kurulur.

Beşincisi, siyaset yapma yasağı, politik rakipler için harika bir mekanizmadır. 

Altıncısı, diktatörler kanun ve düzen için, aile ve din için, iş ve ekmek için halkın iradesini sadece kendilerinin temsil ettiğini söylerler. Kime karşı mı? Farklı düşünenlere karşı elbette.

Yedincisi, diktatör olarak anılmamak için düzenli seçimler yapılır. Seçimleri manipüle ederken sayılara oldukça dikkat edilir. Seçimleri yüzde 90’lık bir oranla kazanmak çok şık görünmeyeceği için, abartmamaya dikkat edilir. 

Sekizinci olarak, işi şansa bırakmamak, olası bir tersliği önlemek amacıyla polis, gizli servis ve ordu hazır konumda bekletilir. Tüm önemli makamlar güvenilir kişilerle doldurulur. Silahlı kuvvetler hem yurt içindeki hem de yurtdışından gelecek muhalefete karşı hazırdır. Popülerliğinizi artırmak için savaşlar çıkarmaktan da çekinmemelisiniz. Vatan dara düştüğünde savaşlar vazgeçilmezdir.

Dokuzuncusu, diktatör sağlığına dikkat eder. Resmî konutunu ülkenin en iyi kliniği hâline getirir.

Ancak son olarak, zamanlamaya her zaman çok dikkat edilmeli. Çünkü bir tehlike var, o da halkın gücü. Eğer insanlar stratejilerinizi anlayıp sokağa çıkarlarsa şansı yoktur.[4]

Yeter ki onların “kâğıttan kaplan” olduğu görülsün; Enver Gökçe’nin, “Açmaz Açamaz Deme/ Hiç Bir Zaman Bu Nar Çiçeği./ Açacaktır Elbet.../ Bizim Caddelerimizde de/ Bayram Olacak./ Halkın Üstüne Böyle/ Kalksa da Faşist Namlular,/ Namert Ellerdir En Sonda/ Bir Bir Kırılacak,” dizelerindeki bilinciyle!

 

HÂL VE GİDİŞ

 

Karşımızda şiddete sarılmış hastalıklı, kliyantalist, keyfi,[5] son derecede tehlikeli bir rejim var!

Coğrafyamızda siyasal İslâmın iktidara gelme, toplumu yeniden biçimlendirme süreci yeni mevziler kazanmasıyla tökezleyip/ sarsılırken; rejim, artık “ya hep ya hiç” noktasına ilerliyor.

Buna “son”un “önce”si denilmesi mümkünken; “son”u erteleyebilmek için iktidarın daha fazla zorbalıktan ve kaygan/ virajlı yolda hızlanmaktan başka seçeneği yoktur; yaptığı da budur. 

15 Temmuz’un 2025’deki IX. yıldönümünde yeni bir darbe süreci yaşanırken; TBMM Başkanı Numan Kurtulmuş, “Yeni, çağdaş, kapsayıcı, demokrat, kuşatıcı bir anayasanın yapılması mecburiyeti”nin altını çiziyor.

Bu tamı tamına kuralsız zorbalığı yasallaştırma operasyonudur; AKP’li Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan da, “Terörsüz Türkiye, terörsüz bölgeye giden yolun kilidini açacaktır,” diyerek ülkede her alanda yepyeni bir dönemin başlayacağını söylüyor.[6]

Saray rejimi ne kadar parlatılırsa parlatılsın, hangi güç atfedilirse edilsin zamanının dolacağı güzergâhta. 

Ne kadar “barış”tan söz ederlerse etsin, artık yıldızları sönüyor; içeriden bölgelsel Ortadoğu denklemine dek…

Trump, Suriye’de Esad rejiminin devrilmesinde aslan payını Erdoğan’a verince Türkiye’de yandaşlar bayram ilan etti. Ama kısa süre içinde Colani’nin gerçek patronunun kim olduğu ortaya çıktı. İsrail ve ABD tüm oyunu domine etti. 

Suriye’de Kürt varlığı yasal statü edindi. Türkiye’nin ne kadar itiraz ettiği konu başlığı varsa adım adım hayata geçirildi. Öcalan’ın çağrısıyla PKK’nın silah bırakması bile Ankara karşısında Kürtlerin Suriye’deki elini çok güçlendirdi. 

Aynı tarihlerde Filistin sorunu tamamen unutuldu. Dozajı her konuşmada biraz daha düşen metinler içinde kendine ancak yer bulabildi.

Ortaklıkta kahraman edasıyla dolaşan Hakan Fidan’ın tüm havası Kıbrıs konusunda yaşanan gelişmelerle bir anda söndü.

Bir de şu Ukrayna meselesi var ki tam evlere şenlik. Hatırlayın Erdoğan’ın çağrısıyla bir araya gelen Trump ve Putin yıllardır devam eden savaşı durduracaklardı. Gerçekleşen, alt düzey bir temas ve esir takası. Trump ve Putin “Bu meseleye kimseyi karışmasın, biz hâlledeceğiz,” dedi. Bunların hepsi Türkiye’nin “merkezde!” olduğu birkaç ay içinde gerçekleşti!

Şöyle bir ülke düşünün: Yolsuzlukta dünyanın 180 ülkesi arasında 108’inci sırada. Gelir adaletsizliği konusunda Avrupa’nın zirvesinde. Dünyadaki en yüksek enflasyona sahip beş ülkeden biri. Yoksulluk ya da sosyal dışlanma riski altındaki genç sayısı 3 milyon 800 bini aşmış durumda. Her beş gençten biri ortaokuldan sonra eğitimine devam edemedi. Geniş tanımlı işsizlik yüzde 30’lara dayandı. Çiftçi toprağa tohum atamaz hâlde. Adalete güven yüzde 15’e gerilerken yüzde 70’i iktidarın uygulamalarından memnun değil. Yine bu ülkede sadece iki ay içinde yaşananlara itiraz ettiği için aralarında sanatçı, akademisyen, belediye başkanı ve öğrencilerin de olduğu üç binden fazla kişi gözaltına alınmış olsun. Sağlık sistemi iflas noktasında, insanlar hastane kuyruklarda perişan. Kredi kartı borçları, haciz sayıları, ekonomik krizden kaynaklı boşanmalar, intiharlar… 

Tam bir cehennem tablosu.[7] Ama bu ülkenin iktidarı başarılı ve yeniden yükselişe geçti öyle mi? Herkes biliyor ki yukarıda anlatılanların fazlası var azı yok![8]

Evet, rejimin sermaye birikimi değişmeye değişiyor ama karşıtları da güçleniyorken; inkâra gerek yok:

i) Rejim baskıyla yol temizliği yaparken yargıyı da ihtiyacına göre dizayn ediyor. İktidarının ömrünü uzatmak için her yolu deneyen rejim bir yanda baskı ve yargı sopasıyla yol temizliği yaparken diğer yandan da hukuk sistemini kendine göre yeniden dizayn ediyor. Peş peşe gelen yasa tasarıları ile toplumsal yaşamdan sermayeye dek her şey yeni dönemin ihtiyacına göre şekilleniyor![9]

ii) İstanbul Milletvekili Barış Yarkadaş, AKP’li sekiz yüz avukatın hâkim olarak atandığını açıkladı. Yarkadaş, atanan isimlerin birçoğunun il ve ilçe yöneticisi olduğunu söyledi. Mülakatlarda, yazılı sınavda 80’in üzerinde puan alan birçok isim elenirken, 55-60 puan alan avukatlara hâkimlik yolu açıldı![10]

iii) HSK’nin yayımladığı kararnameye Adalet Bakan Yardımcısı Selahattin Menteş’in de imza koyması, tartışmaya neden oldu. Kararnameyle sosyal demokrat üç ismin, tenzili rütbeye uğradığı ortaya çıktı![11]

iv) Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın “Sayıştay’ın icracı kurumlardaki denetimini açık arama ve ceza penceresinden bakarak yapmaması gerektiğini düşünüyorum” sözleri meyvelerini verdi ve denetçilerin kamu kurumlarında ortaya çıkardığı kanunsuz işlere soruşturma izni veren başsavcılık koltuğuna imam hatipli İsmail Altıntaş’ı oturttu![12]

v) Adalet Nöbeti’nde polisin saldırısına uğrayan avukatlara ‘devlet otoritesinin sarsılmaması’ gerekçesiyle dava açıldı. 9 avukatın 3’er yıl hapsi istendi![13]

vi) HDP Grup Başkanvekili Meral Danış Beştaş, kardeşi nefrolog Dr. Ramazan Danış’ın KHK ile ihraç edildiğini, dosyasında sadece “HDP milletvekili Meral Danış Beştaş’ın kardeşi” ifadelerinin yazdığı açıkladı. Diyarbakır’da görevli doktor Ramazan Danış da, hakkında hiçbir adli ve idari soruşturmanın olmadığını, savunmasının bile alınmadığını söyledi![14]

vii) Beykoz Belediyesi, Orman ve Su İşleri Bakanlığı’ndan kiraladığı mesire alanının kullanım hakkını Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’ın oğlu Bilal Erdoğan’ın mütevelli heyetinde yer aldığı Okçular Vakfı’na verdi![15]

viii) AKP iktidarı döneminde bürokraside koltuklar AKP’lilerin eşine ve dostuna dağıtılmaya devam ediyor. Eski Aile ve Sosyal Politikalar Bakanı Fatma Betül Sayan Kaya’nın kardeşi Ayşe Hilal Sayan Koytak, Bahreyn Krallığı Büyükelçiliği’ne atandı![16]

ix) İktidar yandaşlara milyarlarca TL aktarmaya devam ediyor. Yaptığı binalar çöken şirketlere yine konut ihaleleri verildi. Deprem bölgesine yapılması planlanan konut projeleri “sabıkalı” şirketlere emanet![17]

x) TRT, Netflix’e rakip olma iddiasıyla kurduğu “tabii” adlı platform ile yandaşları zengin etti. Tamer Karadağlı’dan Hasan Kaçan’a, Bilal Erdoğan’ın arkadaşlarından eski AKP milletvekiline kadar birçok isim köşeyi döndü![18]

xi) Türkiye Şeker Fabrikaları A.Ş.’ye ait tesislerin özel güvenlik işi SADAT’ın ortaklarına verildi. SADAT’ın ortakları Mehmet Naci Efe ile Mehmet Tek, 4.5 milyon TL’ye 6 ay boyunca, tohum, makine ve şeker fabrikalarını koruyacak![19]

xii) Öğrencilerin mezuniyet töreni için Diyanet-Sen yöneticisi Hüseyin Kayıkcı, “Kızlar erkekler iç içe. Hareketler, danslar erotizm içerikli. Devlet yetkililerimizin bir el atmalarını bekliyoruz,”[20] dedi!

xiii) Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın imzasıyla Milli Eğitim Bakanlığı (MEB) Din Öğretimi Genel Müdürlüğü’ne “Diyanet İşleri Başkanlığı” görevi yüklenirken, tarikat ve cemaatlerle işbirliğinin önü daha da açıldı![21]

xiv) Diyanet İşleri Başkanlığı, Millî Eğitim Bakanlığı’nın talebi üzerine ortaokul ve liselerde seçmeli ders tercihleri için müftülüklere talimat gönderdi. Talimatta imamlardan, seçmeli din derslerinin tercih edilmesi için, cuma namazlarında ve sohbetlerde vaaz vermeleri istendi![22]

xv) Diyanet İşleri Başkanlığı kaynaklarından edinilen bilgiye göre, başkanlıktaki soruşturma dosyalarının sayısı, dolaplara sığmayacak noktaya ulaştı. Buna karşın istismar, usulsüzlük ve darp iddialarını da içeren çok sayıda şikâyet dosyasına yönelik soruşturmalarda büyük zafiyet yaşanıyor. Başkanlıktaki dosyaların büyük bölümünün, “Sosyal medya iletişimi, ahlâki zaaflar, kamu malını çalma” ve “darp” konularından oluştuğu bildirildi. Diyanet personeli, Rehberlik ve Teftiş Başkanlığı’nı Ali Erbaş’ın Özel Kalem Müdürü Hasan Güçlü’nün yürüttüğünün altını çizerek, “Güçlü, skandalların medyaya yansımaması için bizzat Erbaş tarafından görevlendirildi” iddiasını dillendiriyor![23]

xvi) Kadınlara yönelik fetvaları ve altı yaşındaki kız çocuğunun istismarıyla gündeme gelen İsmailağa cemaatiyle bağlantılı Yavuz Sultan Selim Gençlik Derneği’nin, “İslâmofobiyle mücadele” için AB’den 31 bin 455 Avro hibe aldığı ortaya çıktı![24]

xvii) Fethullahçıların boşluğunu Menzil dolduruyor. Devlet içerisinde hızla örgütlenen yapı milyonlarca lirayı yönetiyor. Kadınlar ve öğrenciler arasında da örgütlenmeye başlayan cemaat yurtdışı faaliyetlerine de ağırlık veriyor![25]

xviii) FETÖ’nün ‘himmet’ listesinde yer alan işadamları arasında AKP’li Sultangazi Belediye Meclisi üyesi Nazif Ersan’ın da olduğu ortaya çıktı. AKP’nin güçlü ismi Hayati Yazıcı’nın oğlunun ortağı olan işadamıyla birlikte listede yer alan Ersan’ın ismi İstanbul’daki ‘himmet’ toplantılarına katılanlar arasında gözüküyor![26]

xix) Bir öğretim görevlisi camide “kadınlara özel” fıkıh semineri vermeye başladı. Hukuk fakültesinde İslâm hukuku ana bilim dalı kuruldu. Akademide İslâmi sigorta uygulamaları da ele alındı![27]

xx) Tarsus Asliye Hukuk Mahkemesi, diğer ibadethaneler gibi cemevlerinin de elektrik muafiyeti kapsamına alınması için açılan davada faturaların Diyanet tarafından karşılanacağı kararını verdi. Mahkeme kararına karşılık Diyanet, cemevlerinin elektrik faturasını ödemiyor![28]

xxi) İran çetesinin tüm üyeleri Türk vatandaşlığına geçti. İranlı Farshid Amir Shaghaghi, Şişli’de ‘Can Diego’ adıyla kayıtlı Türk vatandaşı oldu. Suç örgütünün bazı üyeleri ‘Koç’ ve ‘Zorlu’ gibi prestijli soyadları seçti. Sonuç olarak... Vergi barışı ile Türkiye’ye davet edilen kara paraya ikramiye olarak Türk vatandaşlığı dağıtıldı. Ve “sonradan gelen vatandaşlardan oluşan çeteler” ortaya çıktı![29]

xxii) Öte yandan Cumhuriyet tarihinde dış siyasetin bu kadar çok ülkede soruşturma konusu edildiği tek bir dönem olmamıştır. Yine Cumhuriyet tarihinde yurtdışındaki Türkiyeliler hiç bu denli belli bir partinin uzantısı konumuna çekilmemiştir. Örneğin Mafya lideri Alaattin Çakıcı’yı MHP lideri Bahçeli’nin “yurtdışında ülke adına önemli işler yapmış bir milliyetçi”[30] olarak lanse etmesi tam da Avrupa ülkelerinin arayıp da bulamayacakları türden açık bir itiraf![31]

Tüm bu(nlar) ile benzeri realiteler “Siyasal İslâmın AKP rejimi, siyasi, ekonomik bir iktidardan öte, toplumu yeniden şekillendirmeye dönük kapsamlı bir kültürel mühendislik sürecidir. Bu, eğitimi, medyayı, sanat politikalarını, tarih anlatılarını, mimariyi, hatta gündelik yaşamın ritimlerini dönüştürerek yeni bir insan tipi, yeni bir hafıza, yeni bir ahlâk yaratma süreci”ne[32] denk düşüp, benzeri davranışlar rejimin stabilitesine hizmet etse de, aynı zamanda mezarını kazıp, “son”unu yakınlaştırıyor.

İnkâr edilmesi mümkün değil; şiddet bir çözüm(süzlük)tür.[33]

Kolay mı?

Türkiye, Avrupa’da en fazla polis istihdam eden ülke. Kişi başına düşen polis sayısında Sırbistan ve Karadağ’dan sonra üçüncü sırada. Eurostat’ın 2021 verileri, ülkemizde 100 bin kişi başına 568 polisin düştüğünü gösteriyor. Bu sayı İtalya’da 399, Fransa’da 323, Almanya’da 307. Türkiye’de 2016-2021 arasında polis sayısı yüzde 21 arttı.

AKP devletinin karakterini göstermesi açısından bir de sağlık çalışanlarının sayısını aktaralım. Türkiye, kişi başına düşen doktor ve hemşire sayısında hem Avrupa hem OECD ülkeleri arasında son basamaklarda. OECD ortalamasında bin kişiye 3.7 doktor düşerken, Türkiye’de bu sayı sadece 2.2. Komşumuz Yunanistan’da bin kişiye 6.3, Almanya’da 4.5, İtalya’da 4.1 doktor düşüyor.

2024’e kıyasla 2025’de 1 Mayıs için polis sayısı yüzde 25 artırıldı. İstanbul Valiliği kent genelinde 52 bini aşkın emniyet personelinin görevlendirildiğini açıkladı.[34]

Ayrıca TTB’nin “Biber gazı yasaklanmalıdır” uyarısına rağmen Emniyet 160 bin adet biber gazı alma kararı aldı. Polisin Gezi Parkı eylemlerinde yalnızca üç haftada 130 bin gaz fişeği kullandığı malumken; Emniyet Genel Müdürlüğü 8 Nisan 2025’de 400 mililitrelik 10 bin kutu biber gazı; 15 Nisan’da 50 bin adet dumanla yayılan ve elle atılan gaz bombası; 16 Nisan’da 100 bin adet beş odacıklı gaz fişeği ihaleleri verildi.[35]

Yüksek toplumsal tansiyon daha da yükselecekken; Bertholt Brecht’in 1934’te faşizme, savaşa ve kapitalizme karşı ortak mücadelenin ancak ezilenlerin birliği ile mümkün olduğuna dikkat çekip; köleleri ancak kölelerin, savaşta vurulanları ancak yaralıların kurtarabileceğini, yoksulların ancak yoksullarla birleşerek “yumruktan ve zincirden” kurtulabileceğini vurguladığı, unutulmamalı… 

 

HOŞGÖRÜ=“İTAATKÂR MUHALEFET” Mİ?

 

“Terörsüz Türkiye”, “TBMM Komisyonu”, vb’i nafile tevatürlerin dört bir yanda uçuştuğu “hoşgörü” (mü?!) ortamında bir yanda “Maltepe’deki muhteşem miting, Özgür Özel’in muhalefetin gücünü, kararlılığını yansıtan kapsayıcı konuşması, “Gezi”den bu yana ilk kez, umudu yeşerten yeni olasılıkları gündeme getirdi,”[36] diyen CHP’cilik; öte yanda da TKP Genel Sekreteri Kemal Okuyan’ın, “Hükümete diz çökmüyoruz, saltanata, saraya, hilafete, emperyalistlere, işgale karşı meydan okuyan kahramanlarımız, bütün Anadolu halkı, onların önderleri Mustafa Kemal’ın önünde saygı ile eğiliyor ve diz çöküyoruz,”[37] aculluğuyla müsemma “ulusal solculuk” ya da alayı, Ece Ayhan’ın, “Mülkiyet hırsızlıktır./ Bu cumhuriyet emlak cumhuriyetidir,” dizelerindeki gerçeği “es” geçiyorlar.

Yüzlerin sağa dönen nafile arayışların sarıldığı aslî yalan “hoşgörü” konusunda Herbert Marcuse, sözcük anlamının aksine hoşgörünün burjuva siyaset tarafından bir baskı unsuru olarak kullanıldığının altını çizer.[38]

Hoşgörü, iktidar ile muhalefet arasındaki ilişki bağlamında, bir tahammül koşulu olarak nitelenebilir. Bu ilişkide ayrıcalıklı konumda olan iktidarın, kontrolündeki baskı ve zor araçlarını muhalefeti zayıflatmak amacıyla kullanmaması beklenir. Oysa böyle değildir ve elbette ki düzen karşıtı özneler hoşgörü yelpazesinde yer almaz.

Kapitalist toplumdaki hâkim ve karşıt özneler arasında, daha baştan asimetrik bir konumlanma söz konusudur. Çünkü “her siyasi fikre aynı ölçüde hoşgörü tanınması” egemen(lik) için aslında daha baştan belirli bir kuruculuğun hâkimiyetiyle koşullanmıştır. Kaldı ki karşıt öznenin dezavantajı sadece bu koşullamayla da kalmaz. Bu noktada tek istisna, “itaatkâr muhalefet”tir.[39]

“İtaatkâr muhalefet” ise aleni ya da örtük biçimde iktidarı destekleyenden başka bir şey olamaz!

 

SON(UÇ) 

 

“İtaatkâr muhalefet”in reddedilerek, eşyanın adıyla çağırılması gereken “son”dan(!) “önce”sinde(?) olması gereken Erich Fromm’un, “Yalnızca büyüyüp, otoriteye bağımlı ve otoriteden korkan çocuklar olmaya bir son verirsek kendi varlığımız üzerine düşünmeye cesaret edebiliriz,” uyarısıyla müsemma bir cürete mündemiçtir.

Tam da bunun için faşizmle ilgili i) Max Horkheimer’ın, “Kapitalizm hakkında konuşmak istemeyenler, faşizm konusunda da sessiz kalmalıdır”; ii) Walter Benjamin’in, “Her faşist zaferin arkasında bastırılmış bir devrim vardır”; iii) Nicos Poulantzas’ın, “Faşizm konusunda sessiz kalması gerekenler, emperyalizm hakkında konuşmak istemeyenlerdir”; iv) Leo Panitch’ın, “XXI. yüzyılda kapitalizm hakkında konuşup da faşizmden söz etmeyenler sessiz kalmalıdır,” sözleri, zamanımızda durmadan telaffuz edilmelidir.

Tabii Rosa Lüksemburg’un, “Önce hareket var” vurgusu yani gücünü yadsınamayacak biçimde ortaya koyabilen bir hareketlilik yaratmadan, hegemonyanın etki alanındakilere sözle nüfuz etmenin mümkün olmadığı praksisi ve “Burjuva parlamenter cumhuriyetten krallığa dönüş çok kolaydır, çünkü tüm baskı aygıtı ordu, polis, bürokrasi, olduğu gibi kalır,”[40] diyen V. İ. Lenin’in –belki de bugünümüze ilişkin- şu dahiyane satırlarıyla:

“Dün ve yarın arasındaki süreklilik kopmuştur, geçmişin deneyimi gelecek için bir kılavuz olmuyor. Ve bütün bunlar, hareketin yığınlar arasında derin kökler salmamış olmasındandır; iş, yüz tane ahmak tarafından değil, bir düzine akıllı tarafından yürütülüyor. Bir düzine akıllı bir çırpıda yok edilebilir; ama örgüt yığını kucakladığı zaman, her şey yığından geldiği zaman, hiç kimse, ne yaparsa yapsın davayı batıramaz.” 

“Sosyal demokrasi (komünistler), işçi sınıfı mücadelesine yalnızca emek gücü daha uygun koşullarda satılsın diye değil, bu mücadele mülksüzlerin kendilerini zenginlere satmasını mecbur kılan toplumsal düzeni yok etsin diye önderlik eder.”[41] 

 

31 Temmuz 2025 23:12:54, Çeşme Köyü.

 

N O T L A R

[*] Avrupa Demokrat, Ağustos 2025…

[1] Eduardo Galeano.

[2] Georg Wilhelm Friedrich Hegel, Bilme Problemi, Efendi-Köle Diyalektiği, Praksis Felsefesi, Yapı Kredi Yay., 2004, s.136.

[3] Ala El Asvani, Diktatörlük Sendromu, çev: Barış Özkul, İletişim Yay., 2020.

[4] Michael Thumann, “On Adımda Otokrat Olmak”, Birgün, 6 Haziran 2023, s.10.

[5] Anayasa hukuku profesörü Kemal Gözler şu anki hâliyle “Cumhurbaşkanı Kabinesi”nin, anayasal, yasal ve hatta kararnamesel dayanaktan yoksun olduğunu belirtti. “Cumhurbaşkanlığı Kabinesi’nin varsa aldığı kararlar ‘istişari karar’, yani ‘mütalaa’ olarak da görülemezler. İstişari kararlar dahi, birer idari işlem veya idari işlemin bir parçası veya yerine göre idari işlemin önkoşuludur. İstişari kararlar da kamu gücüne dayanırlar. Dolayısıyla istişari kararların da anayasayla, kanunla veya hiç olmaz ise -koşullarını yerine getirmek kaydıyla- Cumhurbaşkanlığı kararnamesiyle öngörülmeleri gerekir. Benim görebildiğim kadarıyla hukukumuzda ‘Cumhurbaşkanı için istişare usulü’ öngören bir hüküm yoktur.” (İpek Özbey, “Kemal Gözler’den Dikkat Çeken Çıkış: Kabine Yok Hükmünde”, Cumhuriyet, 18 Mayıs 2021, s.6.)

[6] “Yeni Bir Darbe Süreci İçindeyiz”, Birgün, 16 Temmuz 2025, s.7.

[7] Erdoğan ve Netanyahu’nun iktidarda kalabilmek için elinden geleni yapma hırsları çok benzer. Türkiye ve İsrail her ne kadar çok farklı olsa da seçimli otokrasiye geçişe karşı kendi başlarına bir mücadele veriyorlar. (Donald Macintyre, “İsrail Ve Türkiye’de Demokrasi Mücadelesinin Yeni Dönemi”, Birgün, 1 Nisan 2025, s.10.)

[8] Yaşar Aydın, “Rejim Artık Sönen Bir Yıldız”, Birgün, 20 Mayıs 2025, s.7.

[9] “Yargıyı Yeni Düzene Göre Dizayn Ediyor”, Birgün, 4 Mart 2025, s.7.

[10] “AKP’li İl-İlçe Yöneticisi 800 Kişi Hâkim Yapıldı!”, 26 Nisan 2017… https://abcgazetesi.com.tr/akpli-il-ilce-yoneticisi-800-kisi-hâkim-yapildi-251551

[11] Alican Uludağ, “HSK’deki Atamalarda Dikkat Çeken Detaylar”, Cumhuriyet, 30 Temmuz 2018, s.4.

[12] Sefa Uyar, “Erdoğan, Sayıştay’a İmam Hatipli İsmail Altıntaş’ı Atadı”, Cumhuriyet, 3 Ağustos 2022, s.12.

[13] Canan Coşkun, “Adalet Nöbeti Tutan Avukatlara Dava Açıldı”, Cumhuriyet, 6 Şubat 2018, s.11.

[14] Sinan Tartanoğlu, “HDP’li Beştaş’ın Kardeşine Sosyal İdam”, Cumhuriyet, 12 Mayıs 2018, s.6.

[15] Hazal Ocak, “Bilal Erdoğan, Riva’yı 12’den Vurdu”, Cumhuriyet, 15 Şubat 2019, s.9.

[16] “Akraba Diplomasisi”, Birgün, 26 Ekim 2024, s.8.

[17] Cengiz Karagöz, “Konut Projeleri ‘Sabıkalı’ Şirketlere Emanet”, Cumhuriyet, 26 Temmuz 2023, s.4.

[18] TRT Yönetim Kurulu’nda kamuoyunun yakından tanıdığı isimler yer alıyor. Büyük bölümü çift maaşlı isimlerden oluşan TRT Yönetim Kurulu Üyesi listesindeki bazı isimler şöyle sıralanıyor:

•Oğuz Göksu: Cumhurbaşkanlığı İletişim Başkanlığı Özel Kalem Müdürlüğü personeli, “Recep Tayyip Erdoğan’ın liderlik kodları” kitabının yazarı

•Atakan Yılmaz: AKP Araştırma, Geliştirme ve Eğitim Başkan Yardımcısı

•Mücahid Eker: Cumhurbaşkanlığı İletişim Başkanlığı Medya Koordinatörü

•Hilal Kaplan: Sabah ve Daily Sabah yazarı

•Meryem İlayda Atlas Çetin: Daily Sabah Yayın Koordinatörü, SETA araştırmacısı (İsmail Arı, “TRT Sayesinde Köşeyi Döndüler”, Birgün, 14 Haziran 2023, s.2.)

[19] Türkiye Ticaret Sicili Gazetesi’nde yer alan bilgilere göre, Ekol Grup Koruma Güvenlik ve Eğitim Hizmetleri A.Ş.’nin sahipleri aynı zamanda SADAT’ın da ortakları ve kurucuları olan Mehmet Naci Efe ile Mehmet Tek.

Tek ile Efe’nin sahibi olduğu şirketlerinden biri olan Ekol Grup Güvenlik Şirketi, 2012 ile 2022 yılları arasından kamu kurumlarında tam 86 özel güvenlik ihalesi aldı. Bu 86 ihalenin toplam bedeli ise 453 milyon 258 bin TL’yi buluyor.

Yine bu ikilinin sahibi olduğu bir diğer özel güvenlik şirketi olan Ekol Grup Koruma Şirketi de kamudan 90 milyon TL değerinde 19 ayrı ihâlen aldı. Efe ile Tek’in özel güvenlik şirketleri, üniversitelerde Ulaştırma ve Altyapı Bakanlığı’na, Kredi ve Yurtlar Kurumu’na (KYK) bağlı öğrenci yurtlarından, adliyelere ve AKP’li belediyelere kadar birçok kamu kurumundan milyonlarca liralık özel güvenlik ihalesi aldı.

İkili sadece bu iki ayrı özel güvenlik şirketiyle kamudan 105 ayrı ihâlen aldı. Bu 105 ihâlenyle kamunun kasasından şirketlere ödenen para da 543 milyon TL’yi aşıyor. (İsmail Arı, “Devletin Fabrikası SADAT’a Emanet!”, Birgün, 29 Temmuz 2022, s.8.)

[20] Mehmet Menekşe, “Mezuniyet Töreni Ahlâksızmış”, Cumhuriyet, 15 Haziran 2023, s.3.

[21] Sefa Uyar, “Diyanet’in Yetkileri Din Öğretimi Genel Müdürlüğü’ne Devredildi”, Cumhuriyet, 8 Nisan 2022, s.3.

[22] “Diyanet ‘Seçmeli’ Derslere de El Attı”, Birgün, 13 Ocak 2022, s.6.

[23] Mustafa Bildircin, “Diyanet’te İstismar Dosyaları Toz Tuttu”, Birgün, 1 Mayıs 2025, s.9.

[24] Sefa Uyar, “AB’den İsmailağa Derneğine 31 Bin Avro Hibe”, Cumhuriyet, 20 Şubat 2023, s.10.

[25] İsmail Arı, “Menzil Devleti Ele Geçiriyor!”, Birgün, 7 Haziran 2023, s.5.

[26] Aykut Küçükkaya, “Himmet Listesinden AKP’li Çıktı”, Cumhuriyet, 2 Ekim 2017, s.6.

[27] Işık Kansu, “Üniversite Toplantı, Seminer ve Derslerinde Dinselleşme Adımı”, Cumhuriyet, 18 Temmuz 2022, s.4.

[28] Abidin Yağmur, “Diyanet, Faturayı Ödemiyor”, Cumhuriyet, 2 Kasım 2021, s.9.

[29] Timur Soykan, “Tüm Çete Vatandaşlık Almış”, Birgün, 26 Şubat 2025, s.9.

[30] ‘Atilla’, Alaattin Çakıcı’ya MİT’çiler tarafından kullanılırken verilen kod adıydı. ‘Atilla Çelik’ olan kod ad ve soyadının baş harfleri, gerçek adının baş harfleriyle aynıydı.

Kurumları, işadamlarını hatta bazen gazeteleri bu adla arardı. Bu dönemde, ‘Atilla Yılmazer’, ‘Atilla Vural’ ve ‘Nuri Akyıldız’ isimlerini de kullandı.

1990’lı yıllar “derin devlet, Susurluk, cinayet, mafya, ihale, yolsuzluk” gibi kelimelerle hatırlanır. Mafyanın karışmadığı devlet ihalesi, tehdit etmediği kişi kalmamıştı.

Eski dönemlerin “kabadayıları” gitmiş, yerine “çeteler” gelmişti. Çeteler ise “mafya” denilen “organize suç örgütleri” hâlini aldı. Çakıcı da en bilineni, hatta marka ismiydi. O yıllarda neredeyse “Ülkücü mafya” ifadesinin en bilinen simasıydı.

Alaattin Çakıcı, 1953 yılında Trabzon’un Arsin kasabasının Fındıklı köyünde doğdu. Babası Ali Çakıcı, kan davası nedeniyle ailesiyle birlikte İstanbul’a göç etti ve Karadenizlilerin yoğunlukta olduğu Gültepe Mahallesi’ne yerleşti.

Babası kahvecilik yaparken, Alaattin Çakıcı gençlik dönemlerinde Kâğıthane Ülkü Ocakları Başkanlığı yaptı. 1970’lerin sonunda babası ve amcasının oğlu solcu örgütler tarafından öldürüldü. Babasının cenazesini morgdan alan, tanıdık bir siyasetçi, Hüsamettin Cindoruk’tu.

Kız kardeşi Kamze Yılmaz ise kendilerine ait bir büfede diri diri yakılmak istendi. Yılmaz saldırıdan yaralı olarak kurtuldu.

12 Eylül 1980 darbesi sonrası ise çek-senet tahsilatı işleriyle uğraşmaya başladı. İstanbul genelinde ülkücülüğünü öne çıkarması nedeniyle “Ülkücü mafya” kavramının yerleşmesine neden oldu. 1969 yılında evlendiği Gönül Çakıcı’dan 1991 yılında boşandı. Alaattin Çakıcı adını asıl 1990’larda duyurdu. 1990’larda sahibi oldukları bankaların içini boşaltan “hortumcular”, “Döviz getireceğim” diye Hazine’den teşvik alan “hayali ihracatçılar” ve ihalelerdeki yolsuzluklarla devleti soyan işadamları vardı. Medyaya da giren ve yüksek ücretlerle gazetecileri işe alıp susturan işadamları, siyaset ve bürokrasi aracılığıyla devleti soyuyor, mafya ise ihaleleri takip edip onları soyuyordu.

Alaattin Çakıcı ise bunların arasında en bilineniydi: Başbakanları, bakanları, bürokratları, işadamlarını, gazetecileri tehdit ederdi.

Şimdilerde pek hatırlanmayan Türkbank yolsuzluğunda adı ortaya çıkan işadamı Korkmaz Yiğit, her istediğini yaptığı Çakıcı ile telefon konuşmaları için şöyle bir ifade kullanmıştı: “Çakıcı aradığında vücudumun kimyası değişiyordu. Kimliksiz et yığını hâline geliyordum.”

Öyle ki aileler çocuklarıyla tehdit ediliyordu. Ama Çakıcı adını duyunca irkilmeye sebep olan olay 1995’te yaşandı. 1991 yılında dönemin ünlü kabadayılardan Dündar Kılıç’ın kızı Nuriye Uğur Kılıç ile Trabzon’da evlenmiş ve 1994 yılında boşanmıştı. Uğur Kılıç dönemin İstanbul Emniyet Müdür Yardımcısı Mehmet Çağlar ile ilişkisi olduğu ve suç örgütünün bilgilerini sızdırdığı iddiasıyla Alaattin Çakıcı’nın emriyle 1995’te Bursa Uludağ’da öldürüldü. Bir süre tehditleşmelerden sonra Türkiye, bir mafya liderinin eski eşini infaz ettirdiği görüntüleri izliyor, Uğur Kılıç’ın cansız bedeni karlar üzerinde itilen sedyede yatıyordu.

Alaattin Çakıcı, 1995 yılında alacak-verecek meselesinden dolayı ihtilafa düştüğü eski Fenerbahçe Başkanı Mehmet Emin Cankurtaran’ın İstanbul’da bulunan Park Şamdan isimli işyerinin girişinde yaralanmasına yol açan silahlı saldırı emrini verdi. Aynı yıl, Bursa’da iplik ticareti yapan ünlü tefeci Nesim Malki’nin, alacaklı olduğu işadamı Erol Evcil ve Alaattin Çakıcı’nın azmettirmesi sonucu öldürüldüğü basına yansıdı.

1996 yılında bir başka mafya grubu lideri olan Nurullah Tevfik Ağansoy, dönemin başbakanı Tansu Çiller’in koruma polisleri olan Ferda Temel ve Celal Babür ile otururken, Alaattin Çakıcı’nın adamları tarafından suikast sonucu öldürüldü. Çakıcı, 1997 yılında yurtdışına firar etti. İşte o günlerde, Türkiye’nin gündemini mafya belirliyordu. Öyle ki bazen televizyonlara canlı bağlanıp sağı solu tehdit ediyorlardı.

Hakkındaki istihbarat raporlarına göre, yurtdışına kaçan Çakıcı da İtalya Palermo’da, İtalyan mafyasının önde gelen aileleri ile görüşmeler gerçekleştiriyordu.

İtalya’dan Fransa’ya geçen Alaattin Çakıcı, 17 Ağustos 1998’de Fransız polisinin düzenlediği bir operasyon sonucunda Nice şehrinde bir otelde yakalandı. 14 Aralık 1999 tarihinde Türkiye’ye getirildi.

Eski Devlet Bakanı Eyüp Aşık’ın firar etmesi yönünde Alaattin Çakıcı’ya bilgi verdiği ortaya çıktı. Aşık skandal sonrası istifa etti. Cezaevinden de saldırı talimatları verdi. ‘Karagümrük Çetesi’ olarak bilinen Nuri ve Vedat Ergin kardeşlerle Kartal Cezaevi’nde yaşadığı gerilim üzerine, 26 Nisan 2000 tarihinde Alaattin Çakıcı’nın talimatı ile Nuriş’lere ait olan Karagümrük Spor Kulübü lokali kurşunlandı.

Çakıcı tutuksuz yargılanırken, 8 Nisan 2004 hakkında verilen hükmün onandığını duyması üzerine 3 Mayıs 2004’te sahte pasaportla yurtdışına kaçtı.

14 Temmuz 2004 günü Avusturya’nın Graz ketinde bir operasyonla yakalandı. Yakalandığında üzerinde “Emekli Uzman Faik Meral” adına düzenlenmiş sahte yeşil pasaport vardı. Çakıcı aynı yıl ekim ayında Türkiye’ye getirildi.

Sırasıyla Kocaeli, İzmir, Adana, Kırıkkale, Tekirdağ, Edirne, Bolu, Kırıkkale ve 2018 yılından tahliyesine kadar Ankara Sincan Cezaevi’nde hükümlü olarak tutuldu.

Cezaevindeyken de boş durmadı. 2014 yılında Cumhurbaşkanı Erdoğan’a hakaret dolu mektup yazdı. Hakkında dava açıldı. 2015 yılında da MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli’ye gönderdiği mektupta, “İnsan bu kadar aciz, egoist, ve bencil olamaz” ile “Miadı dolmuş, yürüyen Buda kılıklı efendi” şeklinde hakaret etti.

Buna karşın, MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli, Çakıcı ve Kürşat Yılmaz’dan bahsederek af çıkarılmasını talep etti. Bahçeli, Çakıcı’yı cezaevinde de ziyaret etti. Çıkarılan erteleme yasasıyla Çakıcı da tahliye edilen isimlerdendi.

Edinilen son rakamlara göre, Alaattin Çakıcı’ya bağlı olan, hâlen cezaevinde tutuklu bulunan 40 kişi var. Çakıcı’nın dışarıda 377 adamı mevcut. Bilgilere göre, 11 adamı da öldürüldü. (Nedim Şener, “Kod adı: ATİLLA”, Hürriyet, 20 Kasım 2020, s.20.)

[31] Hakan Güneş, “Suç Şebekeleri ve Dış Politika”, Birgün, 9 Haziran 2021, s.5.

[32] Ergin Yıldızoğlu, “Faşizm ve Kültür-II”, 10 Temmuz 2025... https://www.cumhuriyet.com.tr/yazarlar/ergin-yildizoglu/fasizm-ve-kultur-ii-2416772

[33] Şiddet sarmalından polisler de etkilendi. Bir ayda en az 20 polisin intihar etmesi Türkiye gündeme oturdu. Burdur’un Yeşilova İlçe Emniyet Müdürlüğü’nde polis memuru 26 yaşındaki Yunus T.’nin beylik tabancasıyla intihar etmesinin ardından, polis intiharları Türkiye’nin gündemine oturdu. Emniyet-Sen Sendikası’nın verilerine göre sadece 25 günde 15 polis intihar etti. Başka kaynaklara göre ise 2021’in ilk 5 ayında 40 polis canına kıydı. Polislerin intihar etme oranı 2016’da yüz binde 21, 2017’de yüz binde 19, 2018’de yüz binde 14, 2019 da yüz binde 16. Son 4 yılın ortalaması alındığında yüz binde 17.5 çıkıyor. (Zehra Özdilek, “Şiddet Sarmalından En Fazla Etkilenen Polisler”, Cumhuriyet, 20 Haziran 2021, s.6.) 

Bu arada Angela Davis’in, ‘Hapishane ve Siyahilerin Serbest Bırakılması’nda ifade edildiği gibi, “Polisler, şiddetin ev içi sorumluları, zalimlerin temsilcileridir ve bizi zulmümüzün sınırları içinde tutma görevi verilmiştir. Polisin ‘insanları korumak ve hizmet etmek’ten oluşan ilan edilen işlevi, zalimlerimizin çıkarlarını koruyup korumanın ve bize adaletsizlikten daha fazla hizmet vermemek için gülünç bir karikatüre dönüşüyor.”

[34] Berkant Gültekin, “Korkunun Gövde Gösterisi”, Birgün, 3 Mayıs 2025, s.7.

[35] İsmail Arı, “Depoları Biber Gazıyla Dolduruyorlar”, Birgün, 1 Mart 2025, s.8.

[36] Ergin Yıldızoğlu, “Muhteşem Cumartesi, Cumhuriyet, 31 Mart 2025… https://www.cumhuriyet.com.tr/yazarlar/ergin-yildizoglu/muhtesem-cumartesi-2314455

[37] “Hiç kuşkusuz. Biz tarihselciyiz. 1919-1923 arasındaki mücadele birden fazla nedenle ilericidir. İlk olarak saraya karşıdır. Bugün saray, saray diyorlar. Sarayın kralı vardı o zaman ve el çabukluğuyla bunu unutturmaya çalışıyorlar. Hep diyorlar ki Anadolu’daki mücadele emperyalizme ve işgale karşı bir mücadeleydi. Hayır, bu eksik. Mücadele aynı zamanda köhnemiş, çürümüş, işbirlikçi ve artık bu topraklara hiçbir şey veremeyecek olan bir saraya, bir toplumsal sisteme karşı da mücadeleydi. O anlamda da ilericiydi. Ve evet, emperyalizme karşı konumlanıştır.” (aktaran: Zülal Kalkandelen, “Cumhuriyete Komünist Bakış”, Cumhuriyet, 27 Nisan 2025, s.4.)

[38] R. P.Wolff-B. Moore JR.-H. Marcuse, Saf Hoşgörünün Bir Eleştirisi/Hoşgörünün Ötesinde, Hoşgörü Ve Bilimsel Bakış Açısı, Baskıcı Hoşgörü, çev: Soner Soysal, Heretik Yay., 2014, ss.122-125, 127, 138-139.

[39] Önder Kulak-Kurtul Gülenç, “Hoşgörü-Ama Kimin İçin?”, Birgün, 31 Mayıs 2025, s.9.

[40] V. İ. Lenin, Nisan Tezleri ve Ekim Devrimi, çev: Muzaffer Erdost, Sol Yay., 1969.

[41] V. İ. Lenin, Ne Yapmalı? Hareketimizin Canalıcı Sorunları, çev: Muzaffer Erdost, Sol Yay., 1968.


Yorumlar

BLOGGER

/fa-star-o/ Öne Çıkanlar$type=three-tab$sn=0$rm=0$m=0

Ad

1 mayis,27,12 eylul,11,18 mayis,1,6 mayis,1,afis,3,akp,38,aktuel,16,aktüel,30,amerika,1,ask,13,aydinlar devrimciler,202,baris,10,bilim,5,cevre,20,cinayetler,17,davalar,31,demokrasi,24,demokratiklesme,2,dersim,2,devlet,20,devrim,28,dinleti,2,duyuru,9,dünya,205,egitim,11,ekoloji,26,ekonomi,60,emek,63,emperyalizm,18,etkinlik,29,fasizm,2,felsefe,3,futbol,7,genclik,45,grafik,6,güncel,24,gündem,29,hukuk adalet,125,ibrahim kaypakkaya,2,ideoloji,2,iktidar,10,iletisim,2,inanc,26,isci-sendika,6,islam,4,isyan,54,kadin,17,kapitalizm,58,katliamlar,56,kesk,1,kitap,37,komünizm,4,kriz,149,kriz.emek,1,kutlama,8,kültür sanat,264,latin amerika,5,marksizm,3,mart ayi,1,materyalizm,2,medya,7,milliyetcilik,3,mizah,4,mucadele,9,mücadele,45,newroz,2,Ortadoğu,3,öteki,100,özgürlük,22,panel,8,politika,58,protesto,9,röportaj,16,savas,16,secim,20,seçim,6,sempozyum,3,sibel özbudun,1,sinifsal bakis,72,siyonizm,3,sosyalizm,10,soykirim,3,sömürgecilik,1,spor,1,tanitim,22,tarih,56,teknoloji,4,temel demirer,17,tercüme,4,türkiye,196,üniversite,7,video,61,yasam,84,yasam.güncel,1,yeni yil,5,
ltr
item
temel ★ demirer: “SON”DAN(!) “ÖNCE”Sİ(?)[*]
“SON”DAN(!) “ÖNCE”Sİ(?)[*]
https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEgsl8ARoOtVeDYw-uXHXvIsYAzFGWci0BcuCqkRyeIVY5nZivt3F_pJLxNVlNSybo_8cPcNBgwrZ_9z5sjVyKCvWs4H-pn5EzlfmUcUQS_IYVTJUaoOQOsgW5yQAXXTt6xv6DBZlOkx1DiGqMmj0YFmpmHPT600G0nCFFYOUlAWRxa3_kwhwTg-H2WTc8s/w480-h640/IMG_6172.jpg
https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEgsl8ARoOtVeDYw-uXHXvIsYAzFGWci0BcuCqkRyeIVY5nZivt3F_pJLxNVlNSybo_8cPcNBgwrZ_9z5sjVyKCvWs4H-pn5EzlfmUcUQS_IYVTJUaoOQOsgW5yQAXXTt6xv6DBZlOkx1DiGqMmj0YFmpmHPT600G0nCFFYOUlAWRxa3_kwhwTg-H2WTc8s/s72-w480-c-h640/IMG_6172.jpg
temel ★ demirer
https://temeldemirer.blogspot.com/2025/08/sondan-oncesi.html
https://temeldemirer.blogspot.com/
https://temeldemirer.blogspot.com/
https://temeldemirer.blogspot.com/2025/08/sondan-oncesi.html
true
2640787830945118992
UTF-8
Loaded All Posts Not found any posts Diger devamını oku Yanıtla Cancel reply Sil Ana Sayfa Sayfa Posta Hepsini Gör BUNA BENZER Etiket Arsiv Ara Bütün Yayinlar İsteğiniz gönderi bulunamadı Ana Sayfaya Dön Sunday Monday Tuesday Wednesday Thursday Friday Saturday Paz Pts Sal Car Per Cum Cmt January February March April May June July August September October November December Oca Sub Mar Nis May Haz Tem Agu Eyl Eki Kas Ara simdi 1 dakika önce $$1$$ minutes ago 1 saat önce $$1$$ hours ago dün $$1$$ days ago $$1$$ weeks ago more than 5 weeks ago Followers Follow THIS CONTENT IS PREMIUM Please share to unlock Copy All Code Select All Code All codes were copied to your clipboard Can not copy the codes / texts, please press [CTRL]+[C] (or CMD+C with Mac) to copy