“İçimde mis kokulu, kızıl bir gül gibi duruyor zaman.” [2] ‘Sevgili(miz) Filistin’ hakkında konuşmak, söylenip de anlat...
“İçimde mis kokulu,
kızıl bir gül gibi duruyor zaman.”[2]
‘Sevgili(miz) Filistin’ hakkında konuşmak, söylenip de
anlatılanlardan çok, söylenemeyip de anlatılamayanlardan söz etmeyi gerektirir
ki, bu da dillendirilmemiş anılara müracaat etmemizi ‘olmazsa olmaz’ kılar…
Şimdi sizlere aktarmayı deneyeceklerim, sararmış bir not
defterindeki solgun satırlara aittir ve hiç yayınlanmamış, dillendirilmemiş
şeylerdir…
Bir dostun hikâyesinden satır başlarını aktaran notlar, İzmir’de
başlar…
* * * * *
İzmir sıcağının insan tenine terle yapıştığı bir gün…
“Filistin’e gideceksin” derler Ona… “Hazırlan ve kimsenin
haberi olmasın”…
Üniversite öğrencisidir. Aynı üniversiteden genç bir
kadınla, sevgilisiyle aynı evi paylaşmaktadır.
Yola düşeceği günün sabahı, “Okula gidiyorum” der
sevgilisine, kucaklar sımsıkı ve sorar “Bir şey gerekli mi?” diye…
“Ekmek al eve gelirken” yanıtını verir gülümseyerek genç
kadın…
Vedalaşırlar, birbirlerini bir daha yıllarca
görmeyeceklerinden habersiz…
* * * * *
Çayırağası Turizm ile önce Antep’e. Orada geçen birkaç
günden sonra da Ceylanpınarı’na…
Orada Faysal
Dunlayıcı (Kani Yılmaz) ile kucaklaşma…
Ardından karşı taraf Suriye (daha doğrusu Rojava)…
Kolay değildir karşıya geçmek, mayınlıdır, gecedir, zaptiyeler
nöbettedir…
Sonra Halep, oradan da Şam…
Önce “Mektip Ardıl Muhtelle”, sonra da “Madam’ın Evi”…
“Mahçup”la kısa bir tanışma… Erbakan ve Küçük Doktor ile
uzun bir dostluk…
* * * * *
Ve hayatı, aşkı, kardeşliği, eşitliği savunmayı
öğrendikleri kamp(lar)…
“Kleş(Klaşinkof)’in kesik uçlusu makbuldür”; “Amam mayna
dikkat edin”; “Doçkaların sesi kulak tırmalar pamuğu unutmayın”; “Diktiryofa sımsıkı
sarılın”; “İngiliz Sterling’i ısınınca şişip, tutukluk yapabilir”; “Skarpiyon
kent eylemlerinde kullanışlıdır”; “Molotofa terebentin katmayı unutmayın”; “RBC’yi
kullanırken arkanızda kimse olmasın”; “Çabuk hareket edin, hızla karar verin”; “Çizmenizde
hep bir bıçağınız olsun”; “El bombalarının pimine özen gösterin”; “Çok mecbur
kalmadıkça seri atıştan kaçının”… vb’i uyarılar arasında kimler yok ki orada?
Kızıl Tugaylar, Halkın Fedaileri, Nikaragualılar,
Filistinliler, Carlos ve arkadaşları, Kübalı ve Sovyet eğitmenlerle daha
niceleri…
Onları bir araya getiren şey, renk/ dil/ din farkı
tanımayan bir sınırsızlıkla hayatın düşmanlarına karşı birlikte mücadele azmi.
Buna enternasyonalizm de diyebilirsiniz; Dünya Devrimi’ne bağlanmış Ortadoğu
Devrimci Çemberi de…
Ancak hayatı, aşkı, kardeşliği, eşitliği ölüm pahasına
savunmak kolay değil. Bir şeyin gerçeğiyle, romantizmi arasında hep derin bir
açı oluyor…
* * * * *
Sonra Lübnan İç Savaşı ve Mahmud Derviş’in ‘Beyrut
Kasidesi’ndeki, “Beyrut/ gecemiz/ Yalnızlığımız,/ Tanrı yalnızlığımızda/ Tanrı
içimizde oluşana kadar,” dizeleriyle betimlediği kent…
Ve zehirlenen Yaser
Arafat, suikastle katledilen, Türkiyelilerin has dostu Ebu Cihad,[3] sonra da George Habbaş, Ahmed
Cibril…
Ve Siyonistler’in desteklediği Falanjistler (Hezb al-Kata’eb al-Loubnaniyya) ile savaş…
Baelbek’ten Rasbaelbek’e (Bekaa Vadisi)… Lübnan’a
müdahale eden Suriye ile Şutura çatışmalarına… Beyrut’taki Cemiya El Arabiya’dan
Cenup’taki (Güney’deki) Bind-il Cebel’e uzanan koşuşturmacalar…
Tam o günlerde sırtında sağlıkçı çantasıyla koşuşturmaların
ortasındaki İtalyan Patricia…
Saçları ala garçon tarzında kesilmiş bir Milano’lu Troçkist.
Cemal Süreya’nın,
“Şık olmalı kadın dediğin!/ Gelişi Gülüşü/ Bakışı Duruşu/ İsyanı” dizelerindeki
gibi cesur, atılgan ve güzel.
Nâzım Hikmet’in, “Hayallerimiz
yüzlerindedir/ sevdiğimiz kadınların,/ Görelim görmeyelim karşımızda dururlar/
gerçeğimize en yakın ve en uzak” dizelerinde tarifini bulan içtenlikle, bir dağ çiçeği verdi Ona bir gün genç adam,
İzmir’deki içtenliğiyle...
Aldı çiçeği Patricia ve gülümsedi; “Hayallerimiz yüzlerindedir/
sevdiğimiz kadınların” diyen usta ne kadar haklıymış!
O günün ardından Fairuz’un ‘Habbek Ya Lübnan Ya Vatanı’yı
birlikte söyleyip, Akdeniz’i Küba’sını Lübnan’da yarattıktan sonra Türkiye’ye
dönmeyi ve dövüşmeyi düşlerlerdi…
Sonra
birgün, Bind-il Cebel’deki bir roket
saldırısı; bir alay kömürleşmiş ceset…
“Hangisi Patricia?” diye sordu Halkın Fedaileri’nden Husro’ya;
ağlayamayacak kadar kaskatı kesmiş…
“Hepsi, hepsi Patricia” dedi Husro…
* * * * *
Evet işte tam da bunun için Orhan Veli’nin, “Hüzün
ki neşedir/ Bana hep senden gelir,” dizelerindeki üzere Filistin Sevgili(miz)dir…
Orada yatanlar kalbimizin sol yanındaki ince sızıdır…
O genç için Filistin, Ortadoğu Devrimci Çemberi hep
Patricia ve Husro’ydu ve öyle de kaldı…
Şah zulmüne karşı dövüşen Husro dedim… İri yarı güleç bir
Fars komünisti’ydi; Bind-il Cebel’den sağ çıkan O, Hamadan’da düştü…
Evet, Antonio
Porchia’nın, “Acı bizi takip etmez. Önümüzde gider,” demesi boşuna değildir…
*
* * * *
Bitmedi bitmesine
de; bırakın böylece yarım kalsın…
Bundan
sonrakiler sevdaya dahil yani şahsi “şeyler”…
*
* * * *
Filistin bir
kuşağa aşık olmayı, isyanı öğretti…
Bunun ne demek
olduğunu anlamak için, kaçırdığı uçağı Ürdün çöllerine indiren Klaşinkof’una
sarılmış Leyla Halid’in o ölümsüz fotoğrafına bakın…
Biz(ler)i
Filistin’le buluşturan devrimci savaş anlayışının enternasyonalist
yoldaşlığıydı; kolay mı?
Siyonist ajan
Efraim Elrom’u kaçırıp cezalandıran Mahir Çayan (ve THKP-C’si) ile Filistin’de
yeni doğan bebeğine ‘El Mahir’ adını veren anayı anımsayın…
Askeri eylem
için Ürdün’den Batı-Şeria’ya geçip, yaralı Filistinli yoldaşını “Bırak beni”
emrine karşın sırtında taşıyıp selamete ulaştıran Deniz Gezmiş’i (ve THKO’sunu)
anlamaya çalışın…
Filistin’de
ölümsüzlüğü kucaklayan devrimciler saymakla tükenmeyecek kadar çoktur!
Kolay mı?
Ortadoğu’da yaşananlar, Filistin, Siyonist saldırganlık silahlı mücadeleyi
savunan devrimcilerin en önemli gündem maddelerindendi.
Örneğin Yusuf
Aslan, ‘El-Fetih’e Niçin Gittim?’ başlıklı yazısında, “Bugün Ortadoğu’da
Amerikan emperyalizminin ileri karakolu olan İsrail’e karşı Arap halkları
antiemperyalist bir savaş yürütmektedir. Bu savaş Asya’da, Afrika’da, Latin
Amerika’da ve bütün dünyada emperyalizmin baskısı altında ezilen halkların
yürüttüğü devrimci kavganın bir parçasıdır.
Emperyalizme
karşı yürütülen savaş, bütün dünya halklarının ortak savaşıdır. Vietnam’da,
Ortadoğu’da, Latin Amerika’da emperyalizme karşı sıkılan her kurşun, aynı
zamanda Türkiye halkının kurtuluşu için sıkılmaktadır,” derken İslâmcılar da,
Filistin için dövüşen sosyalistlere “terörist” diyorlardı; tam o günlerde
şimdilerde Cumhurbaşkanı olan Erdoğan da “Beckenbauer” lakabıyla yeşil
sahalarda uzun şortla top koşturuyordu…
Evet o
günlerde her genç devrimcinin hayalini süslerdi Filistin…
Bu uğurda
devrimciler ‘60 yıllarda Filistin’e destek için yollara düştü.
İlk düşen 19
yaşındaydı; Çelik’ti…
Sonra da 21
Şubat 1973’de Lübnan’daki Nahr el Bared Kampı’nda Siyonist katillerle çatışarak
düşen Bora Gözen, Kerim Öztürk, Cafer Topçu, Ahmet Özdemir, Yücel
Özbek, Şükrü Öktü, Gürol İlban ve diğerleri…
Hatırlatalım:
Ahmet Çelik (1969), Ali Kiraz (1972), Hüseyin Gökdemir (1981), Kemal Ergin
(1981), Mustafa Keskin (1982), Ahmet Çolak (1982), İmam Ateş (1982), Mustafa
Çetiner (1982), Veli Çakmak (1982), Mehmet Atmaca (1982), İsmet Özkan (1982),
Kemal Çelik (1982), Abdullah Kumral (1982), Süleyman Tuğcu (1982), Emin Yaşar
(1982), Şeri Aras (1982), Mustafa Marangoz (1982), Şahabettin Kurt (1982),
İrfan Ay (1982), Semih Özbay (1983), Süleyman Kılıç (1983), Hanna Maptunoğlu
(1984), Vedat Erdal (1984), Selahattin Kaya (1984), Kuvvetin Külekçi (1984),
Cevat Saim Çelen (1986), Ali Saban (1987), Cevdet Kılıç (1987), Semih Özal
(Faik) (1995)… Vd’leri…
İş bu nedenle ‘Sevgili(miz) Filistin’, kuşağımız için öfke ve
cesaret kaynağıydı; “Mehmet Eroğlu’nun, “Umudun iki güzel kızı vardır: Öfke ve
cesaret. Öfke olanlara dayanmak, cesaretse değiştirebilmek için,”[4] ifadesindeki üzere…
*
* * * *
Mahmud Derviş’in,
‘Toprak Kasidesi’ndeki, “Ben mezbahanın tanığı/ Ve haritanın/ Ben basit
sözcüklerin çocuğu/ Çakıl taşlarının kanatlarını gördüm/ Gördüm silahların
çığlığını/ Bizde, yüreğimizin üstüne kapatılan kapıyı/ Yerlerimize konulan
haczi...”; Adnan Yücel’in, ‘Sabahın Yüzünde Filistin Yarası’, “Bu gece sabaha
karşı/ Filistin mevzilerinde patlayan şafak/ Şafak değil bir silah/ Her ölüm
bir destan/ Her yürek dünyayı tutan bir ah/ Ve bütün gecelere inat”
dizelerindeki Filistin; İtalyan Patricia’nın, Amerikalı
Rachel Corrie’nin toprağıdır…
Bu nedenle de
hepimizin, tüm insan(lık)ın yurdudur…
Duymuşsunuzdur:
Barış eylemcisi Rachel Corrie, İsrail Ordusu’nun Gazze şeridinde
Filistinlilerin evlerini yıkmasına engel olmaya çalışırken bir buldozer
tarafından ezildi…
O, dünyaya
talipti. O, adaletin, vicdanın bekçiliğine talipti. O, dünyalıydı. Gücünü,
kendi gibilerin gücüyle birleştirirse başka bir dünyanın mümkün olabileceğine
inanıyordu…
Yaşadıklarını,
düşündüklerini, hissettiklerini anasına yazdığı mektuplarda şöyle dile
getirmişti:
“Gerçekten de
dünyada böyle bir zulmün kıyamet koparmadan geçiştirilebilmesine inanamıyorum.
Canımı yakıyor, geçmişte de yaktığı gibi, dünyanın böyle korkunç bir hâle
gelmesine göz yumuşumuza tanıklık etmek... Yukarıda sıraladığım onca durum ve
dahası usul usul, çoğunluk örtük ama son derece güçlü bir biçimde, belirli bir
insan gurubunun hayatta kalma yeteneğini elinden almaya yönelik. Burada
gördüğüm, bu... Bunun sona ermesi gerek. Hepimizin her şeyi bir yana bırakıp
hayatımızı, bunun sona ermesi için çabalamaya adamanın iyi bir fikir olduğuna
inanıyorum.”
Patricia’nın, Corrie’nin vd’lerinin ‘Filistin’e
Gitmek’[5] eylemi kimilerininkinden
çok farklıdır.
Çünkü
bizimkilerin gittiği Filistin, kanlı canlı bir isyanın resmidir…
Bizimkiler
için ayrı bir yeri olan Filistin tarihi, enternasyonalist bir mücadele
tarihiyken; madalyonun bir yüzünde işgal edilmiş Filistin, diğer yüzünde ise
işgalci İsrail durur.
Filistin
tarihimizin bir parçası, acılarını paylaştığımız, vicdanımızı sızlatan bir
özgürlük, bir insanlık mücadelesi; 1970’lerde İsrail işgaline karşı FKÖ
kamplarında yüzlerce Türk ve Kürt sosyalist gönülden ve inanarak mücadele
verdiği bir tarihi pratiktir…
Filistin
deyince akla bir isim ve bir örgüt gelir. Yaser Arafat nam-ı diğer Abu Amar ve
FKÖ...
Çekirdeğini
1959’da Yaser Arafat tarafından kurulan El Fetih’in oluşturduğu FKÖ bir şemsiye
örgüttü. Filistin’in efsanevi şemsiye örgütü kuruluş yıllarında çok renkli ve
eğilimlidir.
Ulusalcı El
Fetih, Marksist FHKC ya da Demokratik Cephe, Müslümanlar, Hıristiyanlar. O
yıllarda Hamas ya da İslâmi Cihad’ın ismi bile yoktur ortalarda.
1964’ten beri
esas olarak silahlı mücadeleyi öne çıkaran Yaser Arafat, Yom Kippur Savaşı’ndan
sonra diplomasiye ağırlık vererek FKÖ’ye sürgün hükümeti niteliği kazandırdı.
Ekim 1974’te örgüt, Arap Birliği, İslâm Konferansı Örgütü ve BM tarafından
Filistinlilerin tek meşru temsilcisi olarak tanındı. 13 Kasım 1974’te BM Genel
Kurulu’nda Yaser Arafat 91 dakikalık bir konuşma yaparak birden dünyanın
gündemine oturdu
FKÖ, ilk
merkezi olan Ürdün’den, 1970 yılında, tarihe Kara Eylül diye geçen kanlı bir
savaştan sonra çıkarılarak Lübnan’a taşındı. Ancak 1982’de İsrail’in Lübnan’ı
işgal etmesine tepki göstermeyerek büyük itibar kaybetti ve Lübnan’dan da
çıkarıldı. Bu sefer çok uzağa, Tunus’a taşındı.
Direniş
tarihi, 1967 sonrası Ürdün’deki yapı, Lübnan’a göç, Sabra ve Şatilla başta
olmak üzere katliamlar, El Fetih’in efsanevi El Karameh direnişi; bu süreç
içinde tüm kadro yapıları ve örgütlenme anlayışı, Tunus sürgünü ve eve dönüş...
Beyrut
Kasidesinin unutulmaz şairi Mahmud Derviş olmadan Filistin’i anlamak da,
anlatmak da kolay değildir…
Derken, İntifada(lar)
devreye girer… İntifada(lar) da Hamas’tan söz edilir…
16-18 Eylül
1982 tarihinde Lübnan’daki Sabra ve Şatilla mülteci kamplarında kalan
Filistinli ve Lübnanlı mültecilere İsrail destekli Lübnanlı Marunî Falanjist
milisler tarafından açılan ateş sonucu 3 bine yakın kişinin hayatını kaybettiği
günlerde FKÖ’nün bıraktığı boşluğu, adını ilk kez 1983’te duyuran Hamas
(Filistin’deki İslâmi Direniş Hareketi) doldurdu.
FKÖ seküler
bir örgüttü ama Hamas, Gazze’deki mülteci kamplarında faaliyet gösteren Mısır’ın
kadim Müslüman Kardeşler örgütünün bağrından çıkmıştı. Örgüt kısa sürede Gazze’de
kök saldı ve İsrail ablukası yüzünden dünya ile ilişkisi kesilmiş olan bölgede
sadece siyasal hayatı kontrol etmekle kalmadı, toplumsal ihtiyaçları da gidermeye
çalışan bir sosyal hizmet kurumu gibi çalıştı, okulları, hastaneleri, ve
gençlik gruplarını yönetti.
“Yıllar sonra,
Hamas’ın kuruluşunda İsrail’in payı olduğu iddia edildi. İsrail’in amacı, FKÖ’nün
gücünü kırmaktı.”[6]
*
* * * *
Bugünlerdeki yaygın yanılgı ile
Filisin’i Hamas’la özdeşleştirmeye kalkışmak kabul edilebilir değildir…
‘El Vatan’ın, “Ciddi
bir değişim yaşıyor. Örgüt şu an için füzeleri durdurup kültürel faaliyetlere
odaklanma kararı aldı,”[7]
diye betimlediği Hamas, derinlerinde İsrail’in izi olan İslâmi bir totaliterliktir…
Fehmi Hüveydi’nin,
“Hamas’ın tarifsiz acılara yol açan ablukayı bırakıp Gazze toplumunu
İslâmileştirmekle uğraşması akıl almaz bir durum,”[8]
diye betimlediği tabloda Hamas’ın 2007’den beri iktidar olduğu Gazze’de
muhalefet, silah ve şiddetten rahatsız. Filistin Halk Partisi’nin siyasi büro
üyesi Velid Avad, Hamas’ın hayatın her alanına karışarak özgürlükleri
kısıtlamasına dikkat çekiyor.
Anlatılanlar, “Bir
dokun bin ah işit” türünden. Filistin Halk Partisi Siyasi Büro üyesi Velid Avad’ı
rahatsız eden mesele, Hamas’ın sırtını silaha ve şiddete dayıyor olması. Bu
durum, demokrasi sorununu doğuruyor. Silahın meşruiyet kazandığı bir ortamda,
demokratik yöntemler ziyadesiyle görmezden geliniyor: “Amaçların, silah yoluyla
gerçekleştirilmeye çalışıldığı bir ortamda demokrasiden bahsedilemez. Hamas’ın
yaptığı da bu.”[9]
Gazze’yi
yöneten Hamas, “kamu ahlâkını koruma” adı altında kadınlara motosiklet, nargile
yasağı gibi tartışmalı uygulamalarına bir yenisini eklerken; kadın giysisi ve
çamaşırı satan mağazalara vitrin mankenlerinin edepli olması, çamaşır ya da
gecelik sergilememesi, vitrinde renkli ya da koyu cam kullanılmaması, içerde
giysi deneme kabini ve güvenlik kamerası bulunmaması talimatı verdi.
Polis sözcüsü
El-Batnici, edep ve ahlâkın korunmasıyla insanın kendini sokakta evdeki gibi
rahat hissetmesini amaçladıklarını söyledi. Geçenlerde polisin mağazalardaki “ahlâka
uymayan sözler” yazılı tişörtlere el koyduğu haberi gelmişti.[10]
Fethi Derviş’in
ifadesiyle, “Hamas hükümeti Gazze’nin İslâmileştirilmesi hamlesi çerçevesinde,
kadın avukatları başörtüsü takmaya zorlarken; Hamas’ın Gazze’de bir ‘İslâm
emirliği’ kurmakta olduğuna işaret eden bazı gelişmeler yaşandı. Hamas hükümet
okullarında İslâmi kıyafet giyilmesini şart koştu, polis ‘genel ahlâkı korumak
ve sosyal güvenliği sağlamak’ amacıyla sahillerde bazı icraatlarda bulundu.
Bu icraatlara
göre Filistinli kadının tek başına denize gitme veya yanında akrabası yoksa
özel araçlara binme imkânı olmayacak. Bu durum bireysel özgürlüklere saldırı
olduğu gibi, Filistinli kadının sosyal kurtuluş mücadelesinde elde ettiği
kazanımlardan geri dönüşe de işaret,”[11]
ediyor…
Ayrıca Hamas’ın
kontrolündeki Gazze Şeridi’nde Yüksek Mahkeme Başyargıcı Abdulrauf Halebi,
kadın avukatlara mahkemeye çıktıklarında başörtüsü takmaları talimatı verip,
kadın avukatların başlarını örtmesinin yanı sıra siyah cüppelerinin altına uzun
ve koyu renkte palto giymeleri gerektiğini söyledi.[12]
Bunların
yanında Hamas güvenlik güçleri, Gazze’de bir kadın gazeteciyi başörtüsü
takmadığı gerekçesiyle gözaltına aldı. Gazze’de Filistin gazetesi ‘El Ayyam’
için çalışan gazeteci Esma el Gül, Gazze’deki Şati mülteci kampı yakınlarında
arkadaşlarıyla plajdayken, sivil giyimli bazı kişiler kendisine “neden
başörtüsü takmadığını” sordular.
Gözaltındaki
sorgusunda, “yüksek sesle gülmek” ve “kamuya açık bir yerde başını kapatmadan
dolaşmakla” suçlandığını söyleyen El Gül, ölümle tehdit edildiğini, bu nedenle
evinden çıkamadığını da söyledi.[13]
Gazze Şeridi’nde,
Hamas polisinin bir erkekle sahilde dolaştığı gerekçesiyle genç bir kadını
gözaltına almaya çalışması, Hamas’ın iktidarını bölgede şeriat kurallarını
dayatmaya yönelik olarak kullandığı yönünde tepkilere yol açtı. Haber ajansı AP’nin
haberine göre polisin kadınla beraber yürüyen kişiyi ve iki arkadaşını
gözaltına alıp dövdüğü, daha sonra da bir daha “ahlâk dışı” davranışlarda
bulunmayacaklarına dair bir belge imzalamaya zorladıkları belirtildi.[14]
Özetle Gazze’den
Hamas’ın İslâmi ideolojisini hayat tarzı olarak dayattığı haberleri geliyorken;
kız öğrenciler örtünmeleri için baskıya uğruyor.[15]
*
* * * *
Tekrar
ediyorum: Filistin asla Hamas değildir!
Filistin’e
sırt dönenler; Onu sırf Hamas zannedenler yanılıyorsunuz!
Filistin
ezilenlerin enternasyonal davasıdır; Ona sırt dönemezsiniz; “es” geçemezsiniz!
Eğer bunu
yaparsanız; Murathan Mungan’ın, “Her şeyin farkında olup da,/ hiç bir şey
yapmayan insanlarız biz!”
Bertolt Brecht’in,
“Kardeşlerinizi boğazlıyorlar, göz yumuyorsunuz./ Çığlıklar duyuluyor ama siz
susuyorsunuz./ Aramızda dolaşıp kurbanını seçiyor zorbanın teki,/ Sessiz
kalırsak bize dokunmaz diyorsunuz./ Bok yiyorsunuz!/ Ne tuhaf yer burası,
sizler nasıl insanlarsınız!”
Şükrü Erbaş’ın, “Canı cehenneme rahat
uyuyanın/ Kapısını örtenin perdesini çekenin.../ Yüreği yalnız kendiyle dolu
olanın/ Duvarları ancak çarpınca görenin/ Canı cehenneme başkasının yangınıyla/
Evini ısıtıp yemeğini pişirenin,” dizeleriyle betimlenmeyi hak edersiniz!
Çünkü Filistin Devlet Başkanı Mahmud Abbas’ın, “Bu
bir soykırım. Ailelerin tamamının öldürülmesi İsrail’in Filistinli halkımıza
karşı soykırımıdır,” diye haykırdığı koşullarda Filistin, halkçı bir isyandır!
Kolay mı?
İsrailli insan
hakları örgütü ‘B’Tselem’, 21 Kasım 2009 tarihli ‘Haretz’ gazetesine verdiği
ölüm ilanı tipindeki tam sayfa ilanla 20. yaşa girdiklerini belirterek,
İsrail-Filistin çatışmasının 20 yıllık bilançosunu şöyle ortaya koyuyordu:
İki taraftan
toplam 8 bin 900 kişi ölürken, bunların yüzde 83’ü Filistinli. İsrail işgal
topraklarında 1537’si çocuk 7 bin 398 Filistinliyi öldürdü. Filistinliler ise
139’u çocuk 1483 İsrailliyi öldürdü. Bunların 488’i polis ve asker…
2008 yılı 27
Aralık’ta sonunda başlayıp 22 gün süren Gazze harekâtı ise 20 yılın en kanlı
tablosunu yarattı. İsrail’in Gazze operasyonunda 315’i çocuk 1387 Filistinli
ölürken, İsrail tarafında dördü dost ateşiyle olmak üzere toplam 13 asker öldü.
İsrailliler 20
yılda 4 bin 300 Filistinlinin evini tapusu olmadığı gerekçesiyle yıktı. Gazze
saldırısında ise 6 bin 240 ev harap oldu. Hâlâ 335 Filistinli İsrail
hapishanelerinde yargılanmaksızın esir tutuluyor. İsrail açısından en kanlı
yıl, 47’si çocuk 269 siville toplam 420 İsraillinin öldüğü 2002’deki ikinci
İntifada oldu.[16]
Elbette bu
kadarla da sınırlı değil…
İsrail’in
Gazze’ye yönelik kara ve havadan yürüttüğü operasyonun 29’uncu gününde, 5
Ağustos 2014 sabahı ateşkesin yürürlüğe girmesiyle Gazze’de bombardıman durdu,
İsrail askerlerini çekti. Fakat evlerine dönen Filistinliler kelimelere
sığmayacak yıkım görüntüleriyle karşılaştı.
Dördüncü
gününe girilen saldırılarda İsrail, Gazze’yi bombalamaya devam ediyor. Gece
boyunca süren saldırılarda İsrail’in 300’den fazla hedef vurduğu belirtilirken;
İsrail’in sivilleri vurduğu hava saldırılarında en korunmasız hedef çocuklar.
Dört günde ölen 81 kişiden 23’ü çocuk.[17]
İsrail
bombardımanı altındaki Gazze’nin Şifa Hastanesi’nde görevli Doktor Belal Dabour’a
göre, hastaneye günde 30’u çocuk en az 100 yaralı geliyor. Ama unutamadığı,
oğlunun cansız bedeni ile karşılaşan ve onun son fotoğrafını çeken doktor
arkadaşı…[18]
Bayramı ateş
altında geçiren Gazze Şeridi 29 Temmuz 2014 sabahına karşı İsrail operasyonunun
başından bu yana en şiddetli bombardımana sahne oldu. Filistinli doktor Bassel
Abuwarda, “Daha önce bu kadar ağır bombardıman görmedim. Yüzde 100 öleceğim.
Herkese elveda” diye tweet atarak takipçilerine duyurdu.[19]
Filistin
Devleti’nin Ekonomi Müsteşarı Taysir Amro ise yaklaşık bir ay süren
saldırıların Gazze’ye en az 4 milyar dolarlık zarar verdiğini belirtti. 1.817
Filistinli öldü. BM’ye göre yüzde 86’sı sivil… 268 bin kişi BM okullarına, 200
bin kişi de akrabalarının evine sığındı…[20]
*
* * * *
Hâl “böyle”yken;
Butinaya Şaban, “Filistin halkının mücadelesine dünyanın dört bir yanından
destek artarken Arap medyası duyarsızca üç maymunu oynamaya devam ediyor,”[21] diye ekliyor…
İsrail işgali
altındaki Doğu Kudüs’te, Yahudi yerleşimlerinin giderek çoğaldığı bir mahallede
yaşayan Filistinli bir aile evlerini aşırı sağcı Yahudilerle paylaşmaya mahkûm
ediliyor! ‘Haaretz’ gazetesinin haberine göre, Doğu Kudüs’te Filistinlilere ait
evlerin yerine Yahudi yerleşimleri inşa eden Amerikalı işadamı Irving Moskowitz’e
karşı 11 yıldır hukuk mücadelesi veren Filistinli Hamdallah ailesi, mahkeme
kararıyla evlerinin bir odasını aşırı sağcı İsraillilere vermek zorunda
bırakılıyor…[22]
Gazze’nin umutsuzluğunu
annesini, kuzenini ve en son 14 yaşındaki yeğenini hava saldırısında kaybeden
Ejmeia, kırık bir tebessümle “İsrail bizi küçültmek istiyor. Barış olmayacak,”
diyerek anlatıyor…[23]
Ve
Uluslararası yardım kuruluşları ‘Save the Children/ Çocukları Kurtarın’ ile ‘Medical
Aid for Palestinians/ Filistinlilere Tıbbi Yardım’ın birlikte yayımladıkları
bir raporla Gazze’deki içme suyuna insan dışkısı ve gübre karıştırıldığı
duyurulurken; ishal hastalığı nedeniyle tedavi gören Filistinli çocuklarının
sayısının beş yılda ikiye katlandığı belirtildi. Yardım kuruluşları, İsrail’in
beş yıldır uyguladığı abluka nedeniyle bölgeye tıbbi malzeme yardımı
yapılamadığına da dikkat çektiler.[24]
Nihayet İsrail kuşatması
altındaki Gazze, yüzde 45.2 ile dünyada işsizlik oranının en yüksek olduğu
bölge. BM Mültecilere Yardım Ajansı UNRWA’nın raporuna göre Gazze’deki iki
kişiden biri işsiz![25]
Tam da bu
tabloda İsrail zindanlarındaki El Fetih liderlerinden Mervan Barguti,[26] cezaevinden kaleme aldığı bir
mektupta, İsrail-Filistin barış çabalarını “ölü” olarak niteleyip, İsrail
işgaline karşı yeni bir kitlesel direniş çağrısında bulunarak, “Barış süreci
başarısız oldu, bitti, umutsuzca bir cesedi hayata döndürmek için çabalamaya
değmez,” diye haykırıyor.[27]
*
* * * *
Robert Fisk’in
ifadesiyle, “Savaş çığırtkanı İsrail için en büyük tehdit kendisi”yken; Mervan
Barguti’nin haklılığı bir kez daha kanıtlanıyor…
Tarihçi Prof.
Dr. Beshara Doumani’ye göre, İsrail’in politikası belirli aralıklarla Gazze’yi
işgâl etmesini gerektirirken; Gideon Levy haykırıyor: “İsrail barış istemiyor.”
Bunlar yani
Sedat Ergin’in deyişiyle, “İsrail’in dünyaya karşı affedilmez sorumsuzluğu”
ayan beyan ortadayken; Fehim Taştekin, “Siyonizm’e laf etmek kimin haddine”;
Naomi Klein, “Tel Aviv’de yaşayanların Filistin’de ne olduğu konusunda hiçbir
fikirleri yok. Çünkü Filistinlileri çeviren, saklayan duvarlar, çitler var.
Duvarın arkasındakileri göstermek için gerçek bir politik aktivizm gerekiyor”;
Larry Derfner, “İsrail ordusu Gazze’deki vahşet ve yıkıma dair bir raporu inkâr
etmemizi istiyor. Dehşet verici hikâyelerle dolu 100 sayfalık raporun mu, yoksa
ordunun ‘kendi oğullarının’ söylediğini inkâr etmemizi bekleyen yanıtının mı
daha rahatsız edici olduğu konusunda kararsızım,”[28]
diye uyarıyorlar…
*
* * * *
Kolay mı?
Siyonist
İsrail cisimleşmiş ırkçılıktır!
Bu gerçek İsrail’de hükümetin vatandaşlık
için “Yahudi devletine sadakat yemini” şartı getirme kararı üzerine ‘Şas
Partisi’nin ruhani lideri Haham Ovadya Yosef’in, “Yahudi olmayanların varlık
sebebi Yahudilere hizmettir” sözüyle kanıtlanır![29]
Filistinli ile
evlenmeye sınırlama getirilen yasanın kabulüyle çoğu İsrailli Arapla evlenen
135 bin kişinin oturma hakkının da tartışmaya açılmasıyla somutlanır![30]
Joel Beinin’in,
“Irkçılık artık İsrail toplumsal kültürünün meşru ve hatta temel bir parçası
hâline geldi,” dediği koordinatlarda işte
kimi örnekler…
Dışişleri Bakanı Avigdor Lieberman, İsrail’in
nihai hedefini, “Hedefimiz Arapsız İsrail” diye açıklarken; “Sadık olmayan İsrail vatandaşlığından çıkarılsın,” der!
İsrail’de bir grup haham eşi, Yahudi kadınlara, Arapların gittiği yerlerden
kaçınmaları çağrısı yaparken; reformcu Haham Kariv ise, “İsrail toplumu derin bir ırkçılık çukuruna
düşüyor,” uyarısını dillendirir!
İsrail’in
Filistinli köyleri tecrit için diktiği duvar Arap erkeklerin Yahudi kızlarla
flörtünü engellerken; 10 yılda 60 kız Batı Şeria’ya kaçarken Pisgat Zeev
yerleşiminde Arap-Yahudi aşkına karşı özel bir tim kuruldu![31]
Dünyanın dört yanındaki Yahudilere kucak açan
İsrail’in, işgal ettiği Batı
Şeria’dan Filistinlileri sürme
planı ortaya çıktı. İsrail ordusunun yeni düzenlemesi, İsrail’den resmî ikamet izni alamamış Filistinlileri
bölgeye “yasadışı sızan” kişi diye niteleyip 72 saatte sınır dışı
etmeyi ya da yedi yıla kadar hapisle yargılamayı içeriyor![32]
Filistinlilere
yönelik ayrımcı uygulamalarıyla ünlenen İsrail, bu “Apertheid” politikalarını
seyahat alanına da taşıdı. Artık Filistinliler, Batı Şeria içinde sadece
kendilerine ayrılmış otobüslere binebilecek![33]
İsrail Meclisi
‘Knesset’te Arap partileri meclis dışında bırakacak bir yasa tasarısı gündeme
geldi![34]
İsrail hükümetinin koalisyon ortaklarından
aşırı muhafazakâr Şas partisinin manevi lideri olarak da bilinen haham Ovadia
Yosef, İsrail Radyosu’ndaki ayin
konuşmasında “Tanrı İsrail’den nefret eden Ebu Mazen (Abbas) ve
yanındaki bela Filistinlilerin başına bir salgın musallat etsin,” dedi![35]
İsrail Eğitim
Bakanı Gideon Sa’ar, eğitim sisteminde bir dizi reform yapmayı amaçlarken,
öğretim yılında okullarda, öğretmenler sınıfa girdiğinde öğrencilerin ayağa
kalkması ve okullarda üniforma zorunluluğu da öneriliyor. Planlanan
değişikliklerle, Siyonist mirasın kuvvetlendirilmesi ve askere gitmenin teşvik
edilmesi amacıyla, Siyonizm ve Yahudilik için özelliği bulunan ya da önemli savaşların
yapıldığı alanlara sınıf gezileri düzenlenmesi öngörülüyor![36]
*
* * * *
Sadece
ırkçılık da değil; Siyonizm bir seri katildir, katliamcıdır…
İnsan hakları
örgütü ‘B’Tselem’, İsrail’in 2009 başında Gazze’ye yaptığı saldırıda resmi
verilerin çok daha üstünde Filistinli sivilin öldüğünü, saldırılarda ölen 1400
Filistinlinin yarıdan fazlası sivil, bunların 252’si ise 16 yaşından küçük
çocuklar olduğunu açıkladı![37]
Netanyahu’nun
koalisyon hükümetinde Ekonomi Bakanı olan ‘Evimiz İsrail Partisi’nin lideri
Naftali Bennett, “Esir Filistinliler öldürülmeli” demesine, “Bu yasadışı”
itirazları üzerine, “Çok Arap öldürdüm, bunda yanlış bir şey yok,” yanıtını
verdi![38]
Sadece Bennett
mi? Değil elbet!
Ariel Şaron’u
diğer insanlık suçu işlemiş İsrailli sivil ve askeri liderlerden daha özel
kılan, 1953 yılında bir Filistin köyünü basarak 60 sivilin katledilmesinin
bizzat emrini vermesi; elbette 1982 yılındaki Sabra ve Şatillla katliamları da
unutulmamalı…[39]
İsrail’in
Kanal 2 televizyonu, 1990’lı yıllarda Ebu Kabir olarak anılan adli tıp
kurumundaki uzmanların, çoğu kez akrabalarının iznini almaksızın İsrailli asker
ve sivillerle, Filistinlilerin ve yabancı işçilerin cesetlerinden deri
parçaları, kornealar, kalp kapakçıkları ve kemik topladıklarını bildirdi.
İsrail ordu
yetkilileri Kanal 2’nin haberini doğrulayarak “bu uygulamaların on yıl önce
sona erdirildiğini ve artık yapılmadığını” söyledi. Haberde, Abu Kabir Adli Tıp
Enstitüsü’nde başpatolog olan Yehuda Hiss’in, maiyetindeki doktorların
cesetlerden korneaların alınmasını nasıl gizlediklerini anlattığı şu sözlerine
de yer verildi: “Göz kapaklarını birbirine yapıştırıyor, göz kapaklarını
açacaklarını bildiğimiz ailelere ait cesetlerden kornea almıyorduk”![40]
*
* * * *
Sadece ırkçı,
katliamcı değildir Siyonizm; aynı zamanda sınır
tanımayan ve “Biz Yahudiler Musa peygamberi neden suçluyoruz biliyor
musunuz? Bizi 40 sene çölde dolaştırdı, bula bula Ortadoğu’da petrol olmayan
tek yere getirdi,” diyen Golda Meir’in sözleriyle betimlenen saldırganlıktır…
Mesela… İsrail’in
önde gelen insan hakları örgütlerinden B’tselem’in istatistiklerine göre 1440
Filistinlinin öldüğü ‘Dökme Kurşun Harekâtı’nın sona erdiği 19 Ocak 2009’dan 30
Eylül 2012’ye kadar İsrail askerleri Gazze’de 271 sivili katletti.
Bu süre
zarfında Filistinlilerin 1500’ü aşkın roket saldırısında sadece 3 İsrailli
öldü. Kudüs Vakfı Başkanı Yusuf Munayyer’in aktardığı bilgilere göre de 2011’de
İsrail ordusu füze, tank, havan topu ve makineli silah atışlarıyla Gazze’de 108
kişiyi öldürdü, 468 kişiyi yaraladı. Ölenlerden 15’i, yaralılardan da 143’ü
kadın ve çocuktu.
İsrail sadece
Eylül 2012’de Gazze’de 55 Filistinliyi öldürüp 257’sini yaraladı. Yusuf
Munayyer’in tespiti kritik: “Gazze’den atılan roketlerin ezici çoğunluğu ölüme
ya da yaralanmaya yol açmıyor. Roketler genellikle kayıplara yol açan İsrail
saldırıları üzerine ateşleniyor.”[41]
Öte yandan İsrailli eski askerler, ordunun
Batı Şeria ve Gazze’de Filistinlilere yönelik akıl almaz muameleleriyle ilgili
sessizliği bozdu. ‘Sessizliği Bozma’ adlı İsrailli örgüt, askerlerin
itiraflarını ‘İşgal Toprakları’ adıyla kitaplaştırdı.
İlk kez 27 askerin kimliklerini gizlemeden
konuştuğu belirtildi. Bir askerin ifadesine dayanılarak Givati Tugayı’nın Mayıs
2008’de Gazze’nin Han Yunus kampında yaptığı bir operasyon şöyle anlatılıyor: “Askerler
bir Filistinlinin evinin kapısını çalıyor, hemen yanıt verilmiyor.
Kapıyı havaya uçurmak için ‘tilki’ denilen
bomba yerleştirilirken içerde evin kadını kapıya uzanıyor. Tam bu sırada bomba
patlıyor ve kadının paramparça olan cesedi duvara yapışıyor. Akşam yemeği için
masaya oturmuş çocuklar annelerinin başsız, uzuvları kopmuş, parçaları duvara
yapışmış cesediyle karşılaşıyor.”[42]
Nihayet ‘Kuds ül Arabi’nin başyazısında
belirttiği gibi, “İsrail askerlerine öğretilen ve kuşaktan kuşağa geçen dört
temel kriter, öldürmek, doğramak, yıkmak ve çalmaktır. Bu vahşi talimatları,
İsrail’in 1948’den son Gazze saldırısına kadar uzanan
Araplara yönelik savaşlarında gördük. İsrail askerleri Haziran 1967 savaşında
Mısırlı esirleri soğukkanlılıkla öldürdü. İsrail uçakları Bahr el Bakar okulunu
bombaladı. Lübnan’ın Kana
köyünde iki defa katliam yapıldı. İsrail ordusunun barışçıl vaazlar vermesi
öngörülen bir hahamı, 2010’daki Gazze saldırısı sırasında Filistinlilere karşı
öldürmek dahil her tür şiddetin uygulanması gerektiğini söyledi.”[43]
*
* * * *
Durum buyken; karşımızda işgalci Siyonist bir
hukuk(suzluk) durmaktadır tüm keyfi azgınlığıyla!
Mesela… İsrail devleti, işgal altındaki
Filistin topraklarındaki yerleşimleri ve buralarda üretilen malları boykot
edenleri cezalandırmayı öngören bir yasa çıkarttı”… Yasayla birlikte işgale
destek veren bir akademik kurumu ya da işgal altında yetiştirilen bir ürünü
boykot eden ya da boykot edilmesi çağrısı yapan kişi ya da şirketler
mahkemelerde yargılanıp tazminata mahkûm edilebilecek. Yasanın en can alıcı
noktasını mahkemelerin boykot çağrısıyla verilen zarara dair delil aramadan
ceza kesme yetkisine kavuşması oluşturuyor![44]
Mesela… İsrail’de Kirya
bölgesindeki özel askeri bir mahkeme, iki yıl önce elleri kelepçeli ve gözleri
bağlı 27 yaşındaki Eşref Ebu Rahmi’yi
yakın mesafeden ateş edip yaralayan Yarbay Omri Burberg ile başçavuş Leonardo
Korea’yı suçlu bulurken, ceza vermeye gerek bile duymadı![45]
Mesela… Gazze operasyonu sırasında 9 yaşında
bir Filistinli çocuğa, silah zoruyla bomba olması muhtemel şüpheli bir çantayı
açtıran iki asker, cezaları tecil edilince serbest kaldı. Oysa İsrail Yüksek
Mahkemesi, ordunun insanları kalkan olarak kullanmasını yasaklamıştı![46]
Mesela… İsrail mahkemesi, 2003’te bir
gösteri sırasında İsrail’e ait bir buldozer tarafından ezilerek öldürülen
Amerikalı barış eylemcisi Rachel Corrie’nin ailesinin orduya açtığı davayı
reddetti. İsrail’in kuzeyindeki Hayfa bölgesindeki mahkemenin hâkimi Oded
Gerşon, ordunun ve buldozeri kullanan İsrail askerinin ihmalinin söz konusu
olmadığı sonucuna vardığını belirtti.[47]
Corrie’nin Filistin yanlısı gösteri sırasında, askerin kullandığı buldozerle
ezilerek öldürülmesine dair davada İsrail mahkemesi, “Savaş zamanında yaşanan
olay üzücü bir kaza ama devlet sorumlu değil,” kararını verdi![48]
Mesela… Gazze’de ellerinde beyaz
bayrak olan anne-kızı öldüren İsrailli askere sadece 45 gün hapis cezası
verildi. İsrail yargısı, BM raporunda “savaş suçu” olarak nitelenen olayla
ilgili kararında askeri cinayetten değil, “emir almadan silah kullanmak”tan
suçlu buldu![49]
*
* * * *
Sömürgeci
Siyonizm bunlar ve de şu örnekteki üzere daha da fazlasıdır!
Filistin
topraklarındaki İsrail işgalinin Filistin ekonomisine maliyeti yıllık 6.8
milyar dolar olarak hesaplandı. BM’nin yardımıyla Filistin Yönetimi Ekonomi
Bakanlığı ile Kudüs Uygulamalı Araştırma Enstitüsü’nün hazırladığı 35 sayfalık
rapora göre Filistinliler güvenlikle ilgisi olmayan kısıtlamalar yüzünden su
kaynaklarını, Ölü Deniz’deki mineral yataklarını ve tarım alanlarını
kullanamıyor. Raporda İsrail, Filistin kaynaklarını kendi çıkarları için
sömürmekle suçlanıyor. Rapora göre Gazze’ye abluka 1.9 milyar dolar, su
kaynaklarına getirilen sınırlamalar 1.9 milyar dolar, doğal kaynaklara yönelik
kısıtlamalar 1.8 milyar dolar, ithalat ve ihracata getirilen kısıtlamalar 288
milyon dolar, seyahat kısıtlamaları 184 milyon dolar kayba yol açıyor. İsrail,
Batı Şeria’nın yeraltı su kaynaklarını Filistinlilerden 10 kat daha fazla
kullanıyor.
620 bin Yahudi
yerleşimcinin işlediği arazi 6.4 bin hektar iken 4 milyonu aşkın Filistinlinin
Gazze ve Batı Şeria’da işleyebildiği toprak miktarı 10 bin hektar.
Filistinliler elektrik ve suyu yüzde 50 daha pahalıya tüketiyor. İsrail yıllık
değeri 900 milyon doları bulan maden ve taşocaklarını da kendisi işletiyor.
İsrail’in Ölü Deniz’de işlettiği tuz ve mineral yataklarının ekonomik değeri
yıllık 150 milyon dolar. Uluslararası kozmetik markası Ahava da Ölü Deniz’den
çıkarılan ürünleri kullanıyor. Filistinlilerin Ölü Deniz’deki turistik kaybı
ise 143 milyon dolar. Filistin Ekonomi Bakanı Hasan Ebu Libdeh, 43 yıllık
işgalin İsrail ekonomisine zarar verdiği savını reddederek “Bu dünyadaki en
ucuz işgal. İsrail’in iyi niyetli barış ortağı olmayı reddetmesinin nedeni de
işgalden kazanç elde etmesidir” dedi…[50]
Daha uzun söze
ne hacet?!
* * * * *
Stephane
Hessel’in, “Yaratıcı olmak direnmektir. Direnmek, yaratıcı olmak,” sözünü
kanıtlarcasına, teslim alınamayan ‘Sevgili(miz)
Filistin’ hep vardı, var olacaktır da!
Bizse, hep
Onun yanında; Onunlayken; bu yolda düşmanımız asla Yahudiler değil; sömürgeci
emperyalistler, işgalci Siyonistlerdir…
Söz konusu
güzergâhta “İlkemiz basittir: Bütün insanlar eşittir, ırkçılık bir rezilliktir.
O yüzden
Siyonizmin olduğu her yerde Filistinlilerle, anti-semitizmin olduğu her yerde
Yahudilerle birlikte olmalıyız. Ne din için, ne millet için; sadece insanlık
için…”[51]
Aşkın, hayatın
ve devrimin Filistin’i için…
Kolay mı?
En zor
günlerde bile Ahmet Telli’nin, “Sessizce çekip gidiyorum şimdi, sessiz ve kimliksiz,/
Belki yine gelirim, sesime ses veren olursa bir gün,” dizelerini kulağımıza
fısıldayan O; biz(ler)e daima, “Saraylar saltanatlar çöker/ kan susar birgün/ zulüm
biter./ menekşelerde açılır üstümüzde,” dizelerini anımsatır Adnan Yücel’in…
10 Eylül 2014 12:56:53, Ankara.
N O T L A R
[1] Devrimci
78’liler Federasyonu’nun 13 Eylül 2014 tarihinde Ankara’da düzenlediği
‘Filistin Sevgilim’ başlıklı toplantıda yapılan konuşma… Kaldıraç, No:161,
Kasım 2014…
[2]
Nâzım Hikmet.
[3]
İsrail, Filistin Kurtuluş Örgütü’nü Yaser Arafat ile birlikte kuran ve onun
yardımcısı olan “Ebu Cihad” lakaplı Halil el Vezir’e yönelik suikastı
düzenlediğini ilk kez kabul etti. Ebu Cihad, 1988 yılında Tunus’taki FKÖ
karargâhına düzenlenen bir baskında öldürülmüştü. İsrail askeri sansür heyeti
Ebu Cihad’ı öldüren İsrailli komando birliğinin komutanı Nahum Lev’in, ‘Yedioth
Ahronoth’ gazetesiyle yaptığı ve bugüne kadar yayımlanamayan röportaja altı ay
süren müzakerelerden sonra izin vererek bu konudaki gizliliği kaldırmış oldu.
(“İsrail’den 25 Yıl Sonra Gelen İtiraf”, Hürriyet, 2 Kasım 2012, s.24.)
[4]
Sibel Oral, “Mehmet Eroğlu: Edebiyat, Acıları Kanatıp Daha da
Belirginleştirir”, Radikal Kitap, Yıl:13, No:696, 18 Temmuz 2014, s.10-11.
[5]
Selma Şevkli, Filistin’e Gitmek, Kırmızı Kedi Yayınevi, 2010.
[6] Ayşe
Hür, “FKÖ- HAMAS Parantezindeki Filistin”, Radikal, 2 Aralık 2012, s.24.
[7]
“Hamas Dersini Aldı, Kendini Kültüre Verdi!”, El Vatan, 25 Temmuz 2009.
[8]
Fehmi Hüveydi, “Hamas Önceliklerini Unuttu”, Şuruk, 19 Eylül 2010.
[9]
Burcu Karakaş - Yavuz Özden, “Hamas’ın Bir Karı-Koca Arasına Girmediği Kaldı”,
Milliyet, 13 Nisan 2013, s.29.
[10]
“Hamas İffetli Çamaşır İstedi”, Radikal, 29 Temmuz 2010, s.15.
[11]
Fethi Derviş, “Hamas Gazze’de Dini ‘Emirlik’ Kuracak”, Nehar, 31 Temmuz 2009.
[12]
“Avukata da Başörtüsü”, Cumhuriyet, 27 Temmuz 2009, s.11.
[13]
“Başörtüsüz Gazeteciye Gözaltı”, Cumhuriyet, 7 Temmuz 2009, s.10.
[14]
“Hamas Polisi Sahilde Teftişte”, Cumhuriyet, 10 Temmuz 2009, s.11.
[15]
“Hamas Gazze’yi Örtüye Sokuyor”, Radikal, 29 Temmuz 2009, s.14.
[16] “20
Yılda 7 Bin 398’i Filistinli, 8 Bin 900 Ölü”, Radikal, 22 Kasım 2009, s.18.
[17]
“Çocuk Cehennemi Gazze”, Cumhuriyet, 11 Temmuz 2014, s.12.
[18]
Tunca Öğreten, “Gazze’nin Acılarla ‘Uzmanlaşan’ Doktoru”, Taraf, 28 Temmuz
2014, s.2.
[19]
“Ben Böyle Bombardıman Görmedim”, Hürriyet, 30 Temmuz 2014, s.7.
[20]
“Gazze Gökleri Sessiz Toprak Yıkımla Dolu”, Milliyet, 6 Ağustos 2014, s.19.
[21]
Butinaya Şaban, “Filistinliler İlgiyi Hak Etmiyor mu?”, Counterpunch, 3 Ocak
2010.
[22]
“Filistinliye Evde de Rahat Yok”, Cumhuriyet, 11 Mart 2011, s.10.
[23]
Burcu Karakaş - Yavuz Özden, “Burada Hiçbir Zaman Barış Olmayacak”, Milliyet,
14 Nisan 2013, s.28.
[24]
“Filistinli Çocuklara Dışkı İçirmişler”, Birgün, 15 Haziran 2012, s.11.
[25]
“Gazze’nin Yarısı İşsiz”, Cumhuriyet, 15 Haziran 2011, s.10.
[26]
Filistinli El Fetih örgütünün ‘Tanzim’ grubu lideri Mervan Barguti, siyaset
bilimi doktorasını müebbet hapis cezasıyla bulunduğu İsrail cezaevinde
tamamladı. 5 kez müebbet hapis cezasına çarptırılan Barguti, hapise girmeden
önce Kahire Üniversitesi Arap Araştırma ve Etütleri Akademisi tarafından
doktora öğrencisi olarak kabul edildi. Barguti’nin 341 sayfalık doktora
çalışması, “1996’dan 2008’e, Filistin Yasama Konseyi’nin Siyasi ve Yasal
Performansı: Bunun Filistin’de Demokratik Sürece Katkıları” başlığını taşıyor.
(“Hapishanede Doktora Yapıyor”, Cumhuriyet, 15 Mart 2010, s.11.)
[27]
“Zindandaki Barguti’den ‘İsyan Edin’ Çağrısı”, Birgün, 6 Ocak 2012, s.11.
[28]
Larry Derfner, “İsrail Ordusu Pinokyo Misali...”, The Jerusalem Post, 15 Temmuz
2009.
[29]
“Yahudi Olmayan Kölelik İçin Var”, Radikal, 21 Ekim 2010, s.32.
[30]
“İsrail’de Irkçı Yasaya Onay”, Cumhuriyet, 13 Ocak 2012, s.12.
[31]
“Araplarla Flörte Karşı Yahudi Timi”, Radikal, 20 Eylül 2009, s.13.
[32] “İsrail’den
Filistinlileri Sürme Planı”, Radikal, 13 Nisan 2010, s.14.
[33]
“Filistinliler İçin Ayrı Otobüs”, Taraf, 4 Mart 2013, s.3.
[34]
“İsrail’de Arap Partileri Dışlayan Yasaya Onay”, Milliyet, 2 Ağustos 2013,
s.22.
[35]
“Haham, Barışın Köküne Kibrit Suyu Döktü”, Radikal, 30 Ağustos 2010, s.11.
[36]
“İsrail’den Millî Marşlı Siyonizm Hamlesi”, Zaman, 30 Ağustos 2009, s.15.
[37]
“İsrail’in Çocuk Katilliği Belgelendi”, Evrensel, 10 Eylül 2009, s.10.
[38]
“Çok Arap Öldürdüm, Ne Var Bunda”, Vatan, 31 Temmuz 2013, s.21.
[39]
Melisa Kohen, “Ariel Şaron: Beyrut Kasabının Kısa Bir Hikâyesi”, Sol, 13 Ocak
2014, s.9.
[40]
“İsrail’in Organ Hırsızlığı”, Cumhuriyet, 22 Aralık 2009, s.10.
[41]
Fehim Taştekin, “İsrail Devletinin Meşru Müdafaa Miti”, Radikal, 17 Kasım 2012,
s.27.
[42]
“İsrailli Eski Askerler Sessizliği Bozdu”, Radikal, 13 Aralık 2010, s.28.
[43]
“İsrail Ordusu Savaş Yasalarından Muaf”, Kuds ül Arabi, 20 Ağustos 2010.
[44]
“İsrail’de ‘McCarthy Dönemi’…”, Radikal, 13 Temmuz 2011, s.31.
[45]
“Filistinli’ye Ateş Açmak Suç Ama Cezası Yok”, Radikal, 16 Temmuz 2010, s.17.
[46]
“İsrail’in Adaleti Bu Kadar”, Cumhuriyet, 22 Kasım 2010, s.13.
[47] “Bu
Kez de İsrail Adaleti Ezip Geçti!”, Radikal, 29 Ağustos 2012, s.25.
[48]
“Buldozer Rachel’ı ‘Kazara’ Ezmiş”, Akşam, 29 Ağustos 2012, s.15.
[49]
“Savaş Suçu İşlemenin Bedeli Sadece 45 Gün!”, Vatan, 14 Ağustos 2012, s.19.
[50]
“Dünyanın En Ucuz İşgali”, Radikal, 1 Ekim 2011, s.29.
[51]
Murat Paker, “Irkçılığın İki Yüzü: Siyonizm ve Anti-Semitizm”, 2 Ağustos 2014…
http://t24.com.tr/yazarlar/murat-paker/irkciligin-iki-yuzu-Siyonizm-ve-anti-semitizm,9852
Yorumlar