SÜRDÜRÜLEMEZ KAPİTALİST KÜRESELLEŞMENİN KRİZİ[1]

“Bu dünya, belki de bir başka gezegenin cehennemidir.” [2] Şimdiler de adını “küreselleşme” diye paketleyip, “Yeni Dünya Düzen(si...

“Bu dünya,
belki de bir başka
gezegenin cehennemidir.”[2]


Şimdiler de adını “küreselleşme” diye paketleyip, “Yeni Dünya Düzen(sizliğ)i” nitelemesiyle de makyajladıkları sürdürülemez kapitalizmin emperyalist talan ve “III. Büyük Bunalım”ıyla yüz yüzeyiz.
Bu hâl, sürdürülemez küreselleşmenin krizinden başka bir şey değildir!
Söz konusu koordinatlarda, “İşçinin ulusu ne Fransız, ne İngiliz, ne de Alman’dır; çalışmadır, ücret köleliğidir, kişinin kendini satmasıdır. Hükümeti ne Fransız ne İngiliz ne de Alman’dır; kapitaldir. Onun esas atmosferi ne Fransız ne İngiliz ne de Alman toprağıdır, yeryüzünün birkaç santim altıdır,” vurgusuyla Karl Marx’ın eklediği üzere:
“Serbest değişim taraftarlarının, bir ülkenin nasıl başka bir ülkenin sırtından zenginleştiğini anlamaktan aciz olmalarına şaşmamak gerekir. Çünkü bu adamlar, bir ülkede bir sınıfın diğer bir sınıfın sırtından nasıl zenginleştiğini anlamamak konusunda aynı derecede kararlıdırlar.”
“Nasıl bir bireyin ne olduğu hakkında onun kafasından geçenlere bakarak karar veremezsek, böyle bir altüst olma döneminde, o dönemin bilincine bakarak yargılayamayız. Bu bilinç daha çok maddi yaşamın çelişkilerinden hareket edilerek, üretim güçleri ile üretim ilişkileri arasındaki mevcut çelişkiye dayanarak açıklanmalıdır.”
Marx’ın uyarıları eşliğinde, o zamanlar “serbest değişim” diye sunulan kapitalist saldırganlığın işçileri sömürüp, ezilen ulusları yağmalamalarının dünden bugüne değişmediğini ve bu vahşetin de (kapitalizmin doğası gereği) krizlere mündemiç olduğunu asla unutmamak gerekir…
Konjonktürel olanları bir yana bırakırsak, kapitalizmin ilk küresel buhranı “1857-1858 Büyük Krizi”dir. Bu kriz kimi özellikleri itibariyle günümüzdeki “III. Büyük Bunalım”la ilginç benzerlikler gösterir…
“1857-1858 Büyük Krizi”, Marx’ın epeyce bir süredir beklediği ve günbegün izlediği, öngördüğü bir krizdir.
Söz konusu kriz ortamında, daha sonra ‘Ekonomi Politiğin Eleştirisine Katkı’ (1859) ve ‘Kapital’in I. Cildi (1867) hâlini alacak çalışmalarını hızlandıran Marx’ın amaç, krizi anlamak, açıklamak, hâkim iktisat anlayışını yıkacak teoriyi gün ışığına çıkarmaktır.
Bu motivasyonu, Marx çok açık bir biçimde bir mektubunun son paragrafında şöyle dile getirir: “Her gece deliler gibi uğraşarak iktisadi çalışmalarımı toparlamaya, tufandan (déluge) önce en azından ana hatları (die Grundrisse) netleştirmeye çalışıyorum.”[3]
Marx, “Büyük (Yapısal) Krizler”in devasa “tufan”lara yol açtığına dikkat çekerken; büyük altüst oluşların yani kaosun ekonomik zemininin de altını çizer.
O günden bu günlere gelirsek sürdürülemez kapitalizmin kriziyle devreye giren kaos eğilimleri ortaya bir anda ortaya çıkmaz ve çıkmadılar da. Bu sancılı bir birikimdir!
‘The Financial Times’dan Martin Wolf’un 7 ve 9 Ekim 2014’de yayımlanan, “Kredi balonları devrelerine tutsak olduk” ve “Sıra dışı bir depresyon yönetimi”, başlıklı yazıları, bu “kaos” eğilimlerinin maddi zeminini tanımlarken; uzun depresyon gerçeğine de dikkat çeker.
Evet yerküre neo-liberal “küreselleşme” krizi şahsında uzun depresyon gerçeğiyle yüz yüzedir.
Bu depresyon politik açıdan yeniden paylaşım, savaş; ekonomik açıdan da katmerli sömürü ve yağma; yani şiddet ve eşitsizliğin katmerlenmesi demektir.
“Gün gelecek, fakirlerin, zenginlerden başka yiyecek bir şeyi kalmayacak,”[4] diye formüle edilmesi mümkün olan bu hâli; XIX. yüzyılın Portekizli yazar ve siyasetçisi Almedia Garrett, “Ben siyasal iktisatçılara, ahlâkbilimcilere soruyorum: Bir zengin yaratmak için kaç kişiyi sefalete, orantısız çalışmaya, ahlâksızlığa, aşağılanmaya, cehalete, üstesinden gelinemez talihsizliğe ve mutlak yoksulluğa mahkûm etmeniz gerektiğini hesapladınız mı?” sorusuyla betimlerken; Osho (Chandra Mohan Jain) da ekler:
“Politikacılar, yakında hiç yoksulluk kalmayacağı umudunu sana verip dururlar ve yoksulluk büyüdükçe büyür. O azalmıyor, çoğalıyor. Etiyopya’da hergün binlerce insan ölüyor ve Amerika’da aşırı yemekten, şişmanlıktan muzdarip olan yarım milyon insanın olduğunu; onların sürekli olarak şişmanlayıp durduğunu duymak seni şaşırtacaktır. Etiyopya da insanlar, açlık çekiyor, kuruyor ve ölüyor. Amerika’da insanlar aşırı yemekten ölüyor. Yarattığınız dünyanın akıl sağlığının yerinde olduğunu mu düşünüyorsunuz?”


EŞİTSİZLİK, AÇLIK VE…


Yaman Törüner’in bile, “Global eğilimler gösteriyor ki: Fakir ve zenginler arasındaki ayrışma gittikçe artıyor,” notunu düştüğü yerkürede; ‘Birleşmiş Milletler Kalkınma Programı’ (UNDP) tarafından Eylül 2014’de açıklanan ‘İnsani Gelişme Raporu’na göre, dünyanın en zengin 85 insanının serveti, 3.5 milyar yoksul insanın sahip olduğundan daha fazla.
UNDP’ye göre dünya nüfusunun en yoksul üçte ikisi, dünya gelirinin yüzde 13’ünden daha azını elde ediyor. Buna karşılık, en zengin yüzde 1 ise küresel gelirin yaklaşık yüzde 15’ini alıyor. 1990 - 2010 yılları arasında gelişmekte olan ülkelerde gelir eşitsizliği yüzde 11’e yükselmiş durumda.
Evet, “2001 yılında ABD’deki mali servetin yüzde 40’lık bir kısmına en zengin yüzde 1 sahip”ken;[5] ‘Credit Suisse Varlık Raporu 2013’ün gösterdiği gibi, yoksulluk, küresel çapta, toplam hane halkının yüzde 8’ine yakın bir kesiminin toplam hane halkı kazancının yüzde 85’ine yakın bir kısmını edinmesiyle müstehcen bir boyuta ulaştı.
‘Credit Suiss’in yayımladığı ‘Global Servet Raporu’una (2013) göre dünya yetişkin nüfusunun yüzde 8.4’ü (393 milyon kişi) dünya toplam servetinin yüzde 83.3’üne sahip (yaklaşık 200 trilyon dolar). Bunların içinde 32 milyon yetişkinin serveti 1 milyon doların üstünde.
Bunlar dünya yetişkin nüfusunun binde 7’sini oluşturuyorlar. Bunların içinde serveti 100 milyon doların üzerinde 34 bin yetişkin var. Demek ki, dünya yetişkin nüfusunun yüzde 91.6’sı toplam servetin yalnızca yüzde 17’sini paylaşıyor.
Bu “yoksul” kesimin, esas olarak ücretle çalışanlardan oluştuğu varsayabilir: ‘Uluslararası Çalışma Örgütü’nün (ILO) ‘2012/2013 Küresel Ücret Raporu’na göre krizin başladığı 2007 yılında, gerçek ücretlerdeki yıllık küresel ortalama artış yüzde 3 (Çin’in etkisinden arındırılınca yüzde 2.3) olmuş. Bu oranlar 2008’de yüzde 1.1’e (ve yüzde 0.3) geriledikten sonra 2010’de 2.1’e yükselmiş (ve 1.1); 2011’de yine gerileyerek yüzde 1.2 (0.2) olmuş.
ILO Raporu’nun, milli gelir içinde ücretlilerin payını saptamaya çalışan ikinci bölümü, daha karanlık bir resim çizerek prodüktivite artışlarından ücretlerin yararlanamadığını, özellikle gelişmiş kapitalist ülkelerde ücret artışlarıyla prodüktivite artışları arasındaki makasın 2000’li yıllarda, mali krizle birlikte hızlanarak açıldığını gösteriyor.
Rapora göre hemen her yerde milli gelirin içinde emeğin payı, kriz öncesi dönemden başlayarak düşüyor. Bu bozulmada rol oynayan etkenlerin başında, ileri kapitalist ülkelerde, finansallaşma, sosyal hizmetlerin tasfiyesi, küreselleşme, ardından da teknolojik gelişmeler geliyor. Gelişmekte olan ülkelerde de finansallaşma ve küreselleşme olumsuz rol oynarken teknolojik gelişmenin olumlu bir etken olduğu görülüyor. ‘The Foreign Policy’de yazan Daniel Altman da ‘Rantiye Çağının’ geri geldiğini vurgulayan yazısında,[6] ülkelerin içinde gelir dağılımının giderek daha da bozulmakta olduğuna dikkat çekiyordu.
Burada hatırlatmadan geçmeyelim: 1910’da nüfusun yüzde 1’i İngiltere’de servetin yüzde 70’ini kontrol ediyordu ve bunların yüzde 90’ı servetleri miras yoluyla edinmişlerdi. 1945 sonrasında servet dağılımında yüzde 1’in kontrol ettiği oran yüzde 50 civarındaydı.[7]
Ve ‘Capital in the Twenty-First Century/ XXI. Yüzyıl’da Sermaye’ başlıklı yapıtın yazarı Thomas Piketty’ye göre, ABD’de tepedeki yüzde 10 tarafından kontrol edilen servetin oranı 1910’da yaklaşık yüzde 40’tı. 1929 krizi öncesinde bu oran yüzde 50’ye yükseldi. 1995’te tekrar yüzde 40’a döndü. Sonrasında, 2008 krizi öncesine kadar yine yüzde 50’ye yükseldi.
Tam da bu tabloda Piketty’e göre, gelir ve servet dağılımındaki bozukluklar kapitalizmin devamını tehdit ediyor.[8]
Devamla yine ‘Credit Suisse’in, dünyanın en zengin yüzde 1’lik kesiminin küresel servetin yarısına sahip olduğuna işaret eden ‘Küresel Servet Raporu’nda artan eşitsizliğin ekonomik durgunluğu tetiklediğine dikkat çekilip, dünyanın yarısının 3 bin 650 dolar servet sınırının altında yaşadığı ifade edildi.
Rapora göre en zengin yüzde 10’un arasına dahil olabilmek için 77 bin dolar, yüzde 1’e dahil olabilmek için 798 bin dolar servete sahip olmak gerekiyor. En zengin yüzde 10 dünya servetinin yüzde 87’sini, yüzde 1 ise yüzde 48.2’sini elinde bulunduruyor.
‘Save the Children’ın raporuna göre, Dünyada her yıl 1 milyon bebek doğduğu gün ölüyorken;[9] İngiliz kökenli açlık ve yoksullukla mücadele örgütü OXFAM’ın raporunda, 85 kişinin 3.5 milyar insanın geliri kadar servete sahip olduğunu bildiriliyor.
O hâlde bu durumun ifadesi şundan başka ne olabilir? 85 kişinin milyarder olabilmesi, yaratılan zenginliğin yarısına sahip olabilmesi için, bu dünyada yaşamaya çalışan 3.5 milyar insanın yoksul olması gerekiyor.
Aslında dünyada iki tip insan var: Bir yanda “uyurken bile zenginleşmeye devam edenler”, öte yanda çalışacak bir iş bulamayanlar veya iğreti işlere mahkûm olanlar, günde 12-14 saat çalıştığı hâlde karnını gerektiği gibi doyuramayanlar, ekmek parası uğruna “iş kazası” denilen cinayetlere kurban gidenler...
İşte demokrasi oyunun sahnelendiği dünyanın manzarası böyle!
Dünya nüfusunun yüzde 1’i dünya zenginliğinin yaklaşık yarısına el koyuyor, yüzde 8.4’i (393 milyon kişi), dünya toplam servetinin yüzde 83,3’üne sahip oluyor.
Bu yüzde 1’in zenginliğinin 110 trilyon dolara yükseldiği de biliniyor. Her geçen gün gelir dağılımı adaletsizliği derinleşiyor. Bir fikir vermek için, “Batı demokrasisi” denilenin beşiği sayılan ABD’de, 2008 krizinden sonra yaratılan zenginliğin yüzde 95’ine, en zengin yüzde 1 el koymuş... ABD’de 46 milyon yoksul var, yoksulluk oranı yüzde 15 ve çocuk yoksulluk oranı da yüzde 22. 1993-2012 aralığında tepedeki yüzde 1’in geliri yüzde 86.1 oranında artmış bulunuyor.[10]
Birleşmiş Milletler Gıda ve Tarım Örgütü’nün (FAO) 2014 yılı açlık raporuna göre, dünyada her 9 kişiden 1’inin açken; her dört kişiden birinin yemek bulamadığı Afrika’da durum daha da kötü.
Bunların yanında Almanya’daki ‘Welthungerhilfe’, İrlanda’daki ‘Concern Worldwide’ ve Washington’daki ‘IFPRI’ adlı yoksullukla mücadele kuruluşları tarafından hazırlanan ‘Açlık Endeksi’, dünya üzerinde iki milyarı aşkın insan yetersiz beslenirken, 800 milyonu aşkın kişinin ise kronik açlıkla boğuştuğunu ortaya koyuyor.
Araştırmaya göre, açlığın en tehlikeli boyutlarda olduğu ülkeler Afrika kıtasındaki Burundi ve Eritre olurken, Orta, Doğu ve Güney Afrika ülkelerindeki açlık tehlikesi de önemli boyutlarda. Hindistan ve Pakistan gibi Güney Asya ülkelerinde de açlık sorunu olduğu kaydedilen araştırmaya göre, Çin ve Moğolistan ile Kolombiya, Peru, Bolivya, Paraguay ve Ekvator gibi Güney Amerika ülkelerinde de belli oranda açlık sorunu yaşanıyor.
Verili tabloda gelirler arası uçurumun azaltılmaması dünyada yoksulluk sorununu daha da çözümsüz hâle getiriyor. UNDP’nin ‘Çok Boyutlu Yoksulluk Endeksi’ne göre, gelişmekte olan 91 ülkede yaklaşık 1.5 milyar insan sağlık, eğitim ve yaşam standartları alanlarında tekrar eden yoksunluklar nedeniyle yoksulluk içinde yaşarken; ‘İnsani Gelişme Raporu’nda, küresel Gayri Safi Yurtiçi Hasıla’nın yüzde 2’sinden daha az bir harcama ile dünyadaki yoksulların temel sosyal güvenlik sorunlarının çözülebileceği belirtiliyor.
Yeri geldi hatırlatalım: Eğer dünyadaki zenginlik [gelir] eşit bölüşülseydi, her dünyalıya günde 19, ayda 570, yılda 6840 Avro düşecekti. Bu 5 kişilik bir aileye yılda 34 200 dolar düşecek demektir...[11]
NASA’nın hazırlattığı raporda, “Burjuva sınıfının egemenliği sürerse çöküş başlar, kaynakların eşit dağıtılması şart” deniliyorken;[12] Toprak Mahsulleri Ofisi (TMO) Genel Müdür Yardımcısı Refik Kayhan Ünal, dünyada 842 milyon insanın her akşam yatağına aç girdiği, çoğu çocuk 10 milyon insanın da açlıktan hayatını kaybettiği vurgusuyla ekliyor: “Oysa israfın 4’te 1 oranında azaltılması hâlinde açlık çeken insanların gıda ihtiyacı karşılanabilir.”
Evet, dünyada 805 milyon insan açıkla boğuşurken; ‘Türkiye Ziraat Odaları Birliği’ (TZOB) Genel Başkanı Şemsi Bayraktar da uyarıyor: “Dünya genelinde değeri 1 trilyon dolar olan 1.3 milyar ton gıda israf ediliyor”!


“YDD” TAHRİBATI


Evet, sürdürülemez kapitalizm yakıp, yıkarak varolan bir tahribattır!
Gerçekten de “Kapitalizm’in Gerçeği”ni aktaran Joseph Stiglitz’in işaret ettiği gibi, sürdürülemez kapitalizm bakış açınızı öyle bir değiştiriyor ki, hırsız bir CEO’nun hayat hikâyesi sizin için “azim ve başarı hikâyesi” olabiliyor!
Ortalama bir insanın günde 5.5 saat TV izlediği, kitap okumadığı, tiyatro ve sinemaya çok az gittiği bir toplumda alaşağı etmek düşünülemiyor!
Bill Gates gibi, 150 milyon dolarlık 66.000 m2 bir evde yaşayan bir aziz olabiliyor; Madonna’nın sadece Londra’da 8 evi var, ortalama 600 evsize barınak olabilecek büyüklükte!
Macaristan’ın başkenti Budapeşte’de 10 bine yakın evsiz yaşıyor![13]
Her yıl 20 milyon çocuk açlıktan ölürken, buna aldırmayanlar da koşu bandının üstünde fazla yağlarını eritmek için ter döküyor!
Dünyada 600 milyon obez ve 1.4 milyar aç insan varken; Starbucks için kahve üreten bir çiftçinin oradan bir bardak kahve satın alabilmesi için 3 gün çalışması gerekiyor!
UNICEF Genel Müdürü Anthony Lake, çocuklara yönelik şiddetin “Yaş, coğrafya, din, etnisite ve gelir grubu sınırlarının ötesine geçtiğini” belirtirken; UNICEF’in raporuna göre iki ila 14 yaş arasındaki her 10 çocuktan altısı kendisine bakanlar tarafından düzenli biçimde fiziksel olarak cezalandırılıyor![14]
BM ‘Mülteciler Yüksek Komiserliği’, dünyada mülteci sayısının 50 milyonu aştığını ve İkinci Dünya Savaşı’ndan bu yana en yüksek seviyeye çıktığını açıklıyor![15]
Uzak Doğu’da 6-12 yaş arası kızlar 200 dolara seks kölesi olarak satılıyor!
Tayland’da Disney fabrikası için çalışan bir çocuğun Disneyland’e girecek parayı çıkarması için 55 gün çalışması gerekiyorken; Afrika kıtası dünyanın altın rezervlerinin yüzde 90’ını elinde bulundurmasına rağmen, dünyada sadece 4 tane Afrikalı milyarder var!
Ayrıca da Afrika kıtasından her sene 8.5 dolar milyar değerinde yani, kıtanın açlık sorununu çözmeye yetecek miktarda pırlanta çıkıyor; Hindistan’da 1 milyon kişi günde 1.2 dolara o pırlantaları üretiyorlar!
Dünyayı sarışın kadınların güzel olduğuna inandıkları için Asya kıtasında 300 milyon kadın düzenli olarak beyazlatıcı sabun kullanıyorken; hayatlarına özendirilen Hollywood yıldızlarının yüzde 64’ü kokain bağımlısı!
Yılda 20 milyon çocuk açlıktan ölürken, kimileri de aynı tişörtü haftada iki kez giymeye utanıyor; mesela ABD’de 7 milyon evsiz insanın olduğundan kimsenin haberi var mı?
Dünya nüfusunun yüzde 1’i dünya kaynaklarının ve zenginliklerinin yüzde 50’sine sahipken; Amerikalıların yüzde 85’i eğer ekonomik durumlarını iyileştirebilecekse faşist bir hükümeti seçebileceklerini söylüyorlar![16]
İşte sürdürülemez kapitalizmin yakıp, yıkan tahribatı!
Bu durumda Samir Amin’in işaret ettiği gibi, “90’ların başında kapitalizmin zaferi için ‘tarihin sonu’ deniyordu. Ama neo-liberal sistem, ahlâki, sosyal ve siyasal eşitsizlikler üzerine kurulduğu için ve doğal kaynaklarımızı hızla tükettiği için sürdürülebilir değildi. Nitekim bunu kendileri de anladı. Sonunda emperyalist düzenin askeri yöntemlerle kontrolü gündeme geldi. Reagan’ın önderliğini yaptığı bu söylem, hem baba ve oğul Bush’lar hem de Clinton ve Obama tarafından da benimsendi.
Bu Amerika merkezli düzene karşı dünyanın çeşitli yerlerinde protesto ‘patlamaları’ yaşanması kaçınılmazdı. Öncelikli sebep, büyüyen fakirlik, sosyal koşulların bozulması ve artan işsizlik. İkincisi, demokrasi eksikliği ve rejimlerin giderek daha çok polis rejimine dönüşmesi. Üçüncüsü, bağımsız milli politikaların terk edilmesi ve ABD’nin hegemonyasına girilmesini devreye soktu.”[17]


YAKIP, YIKARAK VAROLAN MİLİTARİZM


Bunlar bu kadar değil; “Savaşsız Kapitalizm Olmaz”[18] gerçeğine mündemiç dahası var!
Hızla sıralayayım: BM’nin 2014 yılında çatışmalar nedeniyle 17 ülkede 52 milyon insana yardım için üye ülkelerden acilen istediği para 13 milyar dolarken; sadece 2013 yılında dünya genelindeki askeri harcamalar 1.75 trilyon dolardır!
BM’nin üye ülkelerden iki yıl için talep ettiği insani yardım tutarları, 2013 yılındaki askeri harcamaların 130’da birine denk geliyor. Yani insanı yaşatmak için 1 dolar, öldürmek için 130 dolar harcanmış.
ABD, insani yardıma 4 milyar, askeri harcamalara 640 milyar dolar harcamış. 2011 nükleer programı için harcadığı para ise 61 milyar dolar. ABD, sahip olduğu 7 bin 352 nükleer başlıkla 2 milyar insani öldürebilecek gücü elinde bulunduruyor. Öldürmeye en fazla para harcayan ülke ABD.
Çin, insanî yardıma 27 milyon, askeri harcamaya 188 milyar dolar; Rusya, insanî yardıma 50 milyon, askeri harcamaya 88 milyar dolar ayırmış durumda.
Suudi Arabistan’ın askeri harcamaları 67 milyar doları buluyor. Suudi Arabistan, dünyada en fazla askeri harcama yapan ülkeler sıralamasında da 7. sıradan 4. sıraya yükseldi.
Afrika’da halk açlıktan ve hastalıktan ölürken bu kıtada devletlerin yaptığı askeri harcamaların miktarı 44.9 milyar dolar.
BM Güvenlik Konseyi’nin beş daimi üyesi ile Almanya, 2013’te en fazla silah ihraç eden ülkeler sıralamasında ilk altıda.
BM üyesi ABD 90 ülkeye, Rusya 52 ülkeye, Çin ise 35 ülkeye silah ihraç ediyor. Şu işe bak! Dünyaya barış getirmesi beklenen BM’nin üyeleri dünyanın en büyük silah tüccarları![19]
Bu kadar da değil Katar, aralarında Türkiye’nin de bulunduğu ülkelerden 23 milyar dolar değerinde silah alıyorken; en büyük pay 7 milyar 600 milyon dolarla ABD’nin. Katar Emirliği Boeing’den 24 adet AH-64E Apaçi helikopter ve 3 adet 737 Airborne erken ikaz ve komuta kontrol sistemli hava aracı alacak. Katar ayrıca ABD merkezli, dünyanın en büyük güdümlü füze üreticisi Raytheon’dan 2 milyar dolar ödeyerek Patriot füze savunma sistemi ve Raytheon-Lockheed ortak yapımı Javelin füzelerini sipariş etti.[20]
Buna “gerekçe” olarak Ortadoğu’daki durum gösteriliyorsa da; “kazın ayağı” böyle değil!
ABD’nin İŞİD’e yönelik operasyonlara ağırlık vermesi, silah şirketlerine yaradı. Askeri harcamalarının yüzde 50’sinden fazlasını Irak ve Suriye’deki operasyonlar için ayırmayı planlaması Lockheed Martin, Northrop Grumman, Raytheon ve General Dynamics gibi borsada işlem gören silah üreticilerinin piyasa değerini rekor seviyeye çıkarttı.
Borsada rekora imza atan silah üreticilerinin arasında jet roketi ve bombaları üreticilerinin yanı sıra jet bakımları yapan şirketler de yer alıyor. Bu şirketlerin başındaysa Lockheed Martin geliyor. Şirketin operasyon başlamadan önceki toplam piyasa değeri 52.6 milyar dolar civarındaydı. Ancak Lockheed Martin’in piyasa değeri aradan geçen 2 ayda yaklaşık 5 milyar dolar değer kazandı. Kara ve hava savunması için mühimmat üreticisi olan General Dynamics rekor kıran şirketler arasında. 2 ay önce 38 milyar dolarlık piyasa değerine sahip olan şirketin değeri, İŞİD operasyonlarından sonra 3 milyar dolar arttı ve rekor kırdı. Silah üreticileri Raytheon söz konusu dönemde 3.2 milyar dolar, Northrop Grumman ise değerini, yaklaşık 1.8 milyar dolar arttırarak rekor kıran şirketler arasına girmeyi başardı.
ABD’nin operasyonlarda kullandığı mühimmatlar ise en pahalı modeller arasında yer alıyor. Şu anki operasyonlarda sık sık kullanılan ‘Hellfire’ adındaki füze Lockheed Martin tarafından üretiliyor ve her birinin tanesi ise 110 bin dolar civarında. Bu füzenin en büyük özelliği ise insansız hava araçlarında kullanılabilmesi. Operasyonlardan sıkça kullanılan füzelerden bir diğeri ise Raytheon şirketinin ürettiği ve ABD’li gemilerden atılabilen ‘Tomahawk’ füzesi.
Paylaşılan rakamlara göre ABD, operasyonun ilk gününden beri toplamda 74 milyon dolar değerinde bu füzelerden ateşledi. Tomahawk için ayrılan bütçenin ise 325 milyon dolara kadar yükseleceği ifade ediliyor. Öte yandan bölgede bulunan F-22, F-15, F-16 ve F-18 uçaklarda kullanılan yeni nesil füzelerin de en pahalı modeller arasında yer alıyor.


PİYASA DEĞERLERİ NASIL DEĞİŞTİ?[21]

LOCKHEED MARTIN
GENERAL DYNAMICS
RAYTHEON
NORTHROP GRUMMAN
HAREKÂT ÖNCESİ
51.3 milyar dolar
38 milyar dolar
27.5 milyar dolar
24.8 milyar dolar
HAREKÂT SONRASI
56.4 milyar dolar
41 milyar dolar
30.7 milyar dolar
36.6 milyar dolar
ARTIŞ
5.1 milyar dolar
3 milyar dolar
3.2 milyar dolar
1.8 milyar dolar


Ayrıca Amerikan silah şirketlerinin hisseleri Suriye-Irak saldırıları başladığı günden beri değer kazanıyor. ABD silah şirketleri için çatışmalar, ilk defa kullanılan F-22 tarzı uçaklar gibi yeni “ürünlerini” sergilemelerinde bir “fuar” görevi görüyor.
ABD’nin Suriye ve Irak’ta başlattığı operasyonların şu ana kadar tek bir kazananı var; silah şirketleri. ‘Los Angeles Times’da 6 Ekim 2014’de yayınlanan habere göre ABD’nin IŞİD’e karşı hava operasyonu başlattığı 2014’ün Ağustos ayı başından 3 Ekim’e kadar geçen sürede Amerika menşeli dört büyük silah üreticisi şirketin hisseleri yükseldi. Locheed Martin’in hisseleri yüzde 7.5, Northtop Grunman’ın yüzde 5.2, General Dynamics’in yüzde 6 ve Rayhtheon’un hisseleri ise yüzde 8.3 değer kazandı.
Washington merkezli ‘The Center for Strategic and Budgetary Assessments’, Suriye ve Irak’taki hava saldırılarının şu andaki yoğunluğunda devam etmesi hâlinde operasyonun yıllık maliyetinin 2.4 ila 3.8 milyar dolar olacağını belirtiyor.[22]
Tamamlıyorum: Savaşların yaşandığı tüm coğrafyalarda göç ve ölümün yanı sıra yoksulluk diz boyu. ‘Arthur Orkum Enstitüsü’ tarafından hazırlanan işsizlik ve enflasyon verilerini içeren dünya yoksulluk listesine göre, dünyanın en yoksul 10 ülkesinin tamamında savaş var. En yoksul 10 ülke arasında 10’uncu sırada Suriye yer alırken, 9’uncu sırada Kosova bulunuyor. Buna göre Kosova, dünyanın en yoksul 9’uncu, Avrupa’nın ise Beyaz Rusya’dan sonra en yoksul ikinci ülkesi.
Yoksulluğun yüzde 53.6 oranında olduğu Kosova, bu listede, birkaç yıldır silahlı çatışmaların durdurulamadığı ve İsrail’in vurduğu Gazze Şeridi’nden daha kötü bir durumda yer alıyor. Bu rapora göre Kosova’da işsizlik yüde 43.5, enflasyon ise yüzde 8.3 oranında. Yine rapora göre, Kosova’da süren üç aylık siyasi kriz, yoksulluk oranının daha da artmasına neden olacak.
‘Arthur Orkum Enstitüsü’nün dünya yoksulluk listesinde ilk 10 ülkenin sıralaması şöyle: “1’nci Zimbabve, 2’nci Liberya, 3’üncü Burkina Faso, 4’üncü Beyaz Rusya, 5’inci Türkmenistan, 6’ncı Cibuti, 7’nci Namibya, 8’nci Nepal, 9’uncu Kosova, 10’uncu Suriye.”[23]


“III. BÜYÜK BUNALIM”


Herkes XXI. Yüzyılda sürdürülemez kapitalizmin, piyasa ekonomisinin ürettiği muazzam gelir ve servet eşitsizliği üzerine oturduğunu duymuş, görmüş vaziyette…
Kapitalizmin sicili ve geleceği hiç de parlak değil. Başından beri eşitsizlik üreten bu ekonomik düzen kendi hâline bırakılırsa batana kadar da böyle devam edecek!
Bu açıdan sürdürülemez kapitalizmin “III. Büyük Bunalım”ından “kolaylıkla kurtulabileceği” beklenmemelidir.
IMF Başekonomisti Olivier Blanchard’ın, “Küresel krizden çıkış daha en az on yıl sürecektir,” sözleri “ürkütücü” gibi görünse de, bir o kadar da gerçekçidir.
Adı “kahin”e çıkan ekonomistlerden Roubini ve Faber’e göre, küresel ekonomi daha büyük bir krizin eşiğindedir.
2008’de küresel ekonomiyi sarsan krizin etkileri henüz silinmemişken, bu krizden çıkmak için uygulanan politikalar da yeni sorunları beraberinde getirirken; ‘Fox Business Network’e konuşan Nouriel Roubini “Kredi balonunun başındayız,” dedi.
Yine CNBC’ye röportajında Marc Faber de, yeni bir krizin geleceğinden korktuğunu açıkladı.[24]
Geçerken anımsatayım: Zordaki Amerikan ekonomisinin hakkında, “Felakete doğru gidiyor,” diyen 1992 ve 1996’daki başkanlık seçimlerinin adaylarından Ross Perot, ABD’nin “uçurumun kenarında” olduğunu söylüyor![25]
Gerçekten de 2008 küresel krizi, dünya iktisat tarihine “Büyük Durgunluk” olarak geçerken; 1929 “Büyük Depresyonu”ndan bu yana geçen süre içindeki en ciddi ekonomik travma olarak anılıyor.
Bu tür büyük travmalar, milliyetçiliğin ve yabancı düşmanlığının yükselmesi için uygun bir zemin hazırlıyor. 1929 Bunalımı’ndan sonra faşizmin yükseldiği Avrupa, şimdi bir kez daha aşırı sağın, milliyetçiliğin yükselişinin tehdidi altındayken; 2008 sonrası yaşananlar krizin sadece gelip geçici, konjonktürel bir çevriminden ibaret olmadığı; küresel kapitalizmin işleyiş ve yönetişim dinamiklerinin yapısal olarak tahrip ettiği unutulmamalıdır.
Krizle devreye giren kayıpların sadece yıllık üretim ve istihdam daralmalarıyla sınırlı olmadığını, kayıpların potansiyel üretim eğilimlerini de derinden etkilediği kavranmalıdır. ‘The Economist’ dergisinin aktardığı verilere göre potansiyel üretim trendi ABD’de yüzde 4.7; İngiltere’de yüzde 11 düzeyinde çökmüş durumdayken; tahribat Yunanistan, İspanya ve İrlanda gibi Avrupa’nın çevre ülkelerinde ise yüzde 20’yi aşıyor. Bir bütün olarak bakıldığında kapitalizmin “merkez” kuzeyindeki potansiyelin ortalama yüzde 8.4 oranında tahrip edilmiş olduğu hesaplanmaktadır.
Dolayısıyla, söz konusu kayıpların sadece günlük bazda gelip geçici maliyetleri değil, küresel ekonominin potansiyel üretim trendlerinin tahrip edilmiş olduğu yapısal nitelikli sorunları da içermekte olduğu anlaşılıyor. Krizin etkilerinin iktisadi süreçlerle sınırlı kalmayıp, uluslararası güvenlik ve siyaset dengelerini de yerinden oynatarak uzun süreli bir büyük durgunluk şeklinde tezahür etmesi de bu gözlemleri doğruluyor.
Kim ne derse desin: “Kapitalizmin tarihindeki en büyük krizlerden birisiyle karşı karşıyayız: Büyük Bunalım’dan bu yana ileri kapitalist dünyada bu kadar berbat bir durum görülmedi.”[26]
Bunun diğer artısı da dünya ekonomisi kapitalizmin yapısal krizinden çıkamayışı; “Yeni bir mali kırılma mı geliyor?” tartışmaları yoğunlaşıyor olmasıdır
Özetle, ekonomik kriz, mali kırılma riski derken, gelen jeopolitik gelişmeler, akla kambur kambur üstüne geliyor deyimini anımsatıyorken; New York Üniversitesi Öğretim Üyesi Ekonomist Dr. Ümit Akçay, “İşleyişin temelinde kapitalist rekabet ve sürekli kârlılığı artırma zorunluluğuna dayanan piyasa sistemi var,” diyor.[27]
Ulaşılan koordinatlarda adeta 2006 yılına geri dönüyoruz. Aslında 2012 sonunda yayımlanan bir sermaye piyasası raporu (‘A World Awash in Money/ Para İçinde Yüzen Bir Dünya’-Bain&Company) “Sermayenin dünyası tepetaklak” saptamasıyla başlıyor.
Rapor, “Çok fazla sermaye var” ama yatırılacak yerler gittikçe azalıyor, “yatırımcı gittikçe daha riskli varlıklara yöneliyor” sözleriyle devam ediyor. Dünyanın toplam gayri safi hasılası 2010 yılında 63 trilyon dolar, toplam finansal varlıklar 935 triyon dolar olmuş; neredeyse mali kriz öncesine dönülmüş.
2006, 2008’den kaçınamadı…
Bugün de, geleceğinin gerçeğinden kaçınamayacak!
Avrupa bunun önemli bir örneğini teşkil eder…


AVRUPA ÖRNEĞİ


Güven Sak’ın, “Ben diyorum ki, bu Avrupa’nın krizi bir on yıl daha bitmez. Beş yılda daha inkâr aşamasını aşamadılar baksanıza,” diye betimlediği kriz hâline ilişkin olarak; Arif Koşar da, “Avrupa içine düştüğü krizden bir türlü çıkamaz oldu… Kıbrıs, Yunanistan, İspanya, Portekiz, İtalya, hatta Fransa’da kriz ve yankıları sürüyor. Neler oluyor Avrupa’da. Birlik projesi çöküyor mu?” notunu düşerken; ‘The Economist’ de, kriz uyarısının altını çizdi.[28]
İşçi ve emekçiler için giderek ağırlaşan koşullarda kamu borçları artmaya devam ederken; AB istatistik kurumu ‘Avrostat’ın verilerine göre, Avro Bölgesi’nde kamu borçlarının gayrisafi yurt içi hasılaya oranı 2009’da yüzde 80, 2010’da yüzde 85.4 ve 2011’de yüzde 87.3 düzeyindeyken 2012 yılında bu oran yüzde 90.6’ya ulaştı.
AB’nin Maastricht ekonomi kriterlerine göre kamu borç stokunun yüzde 60’ı ve bütçe açığının yüzde 3’ü aşmaması gerekirken 28 AB üyesinden 17’si bütçe açığında ve 14’ü kamu borç oranında kriterleri karşılayamadığı koşullarda; kıta genelinde milyonlarca emekçi işsizlik kıskacındadır.
‘Avrostat’ açıklamalarına göre, Şubat 2013 itibarıyla 17 Avro Bölgesi üyesi ülkede 19 milyon insan işsiz. Bu, Avronun nakit para olarak kullanılmaya başlandığı Ocak 2002’en bu yana en yüksek rakam.
Başka bir değişle, 330 milyon insanın yaşadığı Avro Bölgesi’nde her 100 çalışandan 12’si işsiz.
Tek tek ülkelere bakıldığında zengin ve yoksul ülkeler arasındaki büyük uçurumlar bulunuyor.
Krizi içindeki Yunanistan’da ve İspanya’da işsizlik oranı yüzde 26, Portekiz’de yüzde 17.5.
25 yaş altı gençler arasında ise işsizlik azalmak yerine artıyor. Yunanistan ve İspanya’da her iki gençten birisi, Portekiz ve İtalya’da ise her üç gençten birisi işsiz![29]
Avrupa’da ekonomik koşulları ve hükümetlerin uyguladığı kemer sıkma politikalarını protesto eden göstericiler yine sokağa çıktı. Portekiz’in 24 şehrinde tasarruf önlemlerine karşı protesto yürüyüşü düzenlendi.
Öte yandan İspanya’da krizin vurduğu mortgage mağdurları sokaklara döküldü. Mortgage kredilerini ödeyemedikleri için evlerinden atılma riskiyle karşı karşıya kalan binlerce kişi Madrid, Barcelona, Valencia ve Pamplona gibi birçok kentte gösteri yaptı. Eylemciler hükümetten mağdur olmalarını önleyecek bir yasa çıkarmasını istiyor. Ülkede 2008’den 2013’e 400 binden fazla aile evinden çıkarıldı. Kredilerini ödeyemedikleri için evlerinden çıkmaları istenen bir emekli çift intihar etmişti.[30]
Gerçekten de krizin allak bullak ettiği İspanya’da gençler arasındaki işsizlik oranı yüzde 55 düzeyindeyken; İspanya’da 2013 ocak’ında kayıtlı işsiz sayısı 4 milyon 980 bin 778’e ulaşarak yeni bir rekor kırdı.
Yine İspanya’da kadınlar arasındaki işsizliğin (yüzde 25.41) erkekler arasındaki işsizliğe oranla (yüzde 24.68) daha fazla olduğu belirlendi. Ülkede yaşayan yabancılar arasındaki işsizlik oranı da yüzde 34.84.
Ayrıca Fransa, Macaristan, Güney Kıbrıs, Almanya, İngiltere ve İtalya…
Geçerken anımsatayım: Avrupa’da mali krizi derinden yaşayan ülkelerden İtalya’da yaklaşık 15 milyon kişinin ekonomik zorluk çektiği açıklandı. Bu sayı ülke nüfusunun yüzde 25’ine denk geliyor. ‘İtalya Ulusal İstatistik Enstitüsü’nün raporuna göre, 15-29 yaşları arasındaki gençlerden 2 milyon 250 bininin, ne okuduğu ne de çalıştığı ifade edildi. Her 4 kişiden birine denk gelen bu sayı nedeniyle İtalya’nın, Avrupa genelinde bu kategoride en yüksek orana sahip ülke konumunda olduğu kaydedildi. Yine bu yaş aralığındaki gençlerde işsizlik oranının da 2011’den 2012’ye yüzde 5’lik artış gösterdiği ifade edildi.[31]


GREK TRAJEDİSİ!


Krizin işçiler, emekçiler açısından taşıdığı anlam babında Grek (Yunan) trajedisi ciddi biçimde incelenmelidir.
Örneğin 2010’dan beri uygulanan kriz politikaları Yunanistan’ı açlığın, işsizliğin, yoksulluğun kol gezdiği bir ülke yaptı. Kazanılan işçi emekçi hakları kaldırıldı, ülke uluslararası tekellerin ve sermaye kuruluşlarının denetimine teslim edildi.
İşçi ve emekçilerin dayanma gücü kalmadı. Ne esnaf, ne halk, ne emekçiler vahşi sömürü ve vergileri ödeyebilecek durumda. Ama AB, IMF ve sermaye kuruluşları ardı ardına tasarruf paketlerini halka dayatıyorlar. Aşırı sömürü ve paketlere rağmen borç yükü katlanarak büyüyor. Örneğin 2012 yılında GSMH’nin yüzde 175’ine denk düşen kamu borçlarının (340.6 milyar avro) 2013 yılında yüzde 190 oldu. Yani tünelin ucunda ışık görünmüyor. Yoksulluk, işsizlik büyüyor ve başta sosyal güvenlik bütçeleri olmak üzere fonlar sıfırı tüketiyor…
Tarım ve Gıda Bakanlığının çıkardığı genelge, son kullanım tarihi geçmiş gıdaları ayrı bir rafta ucuza satma olanağı tanıdı. Bakanlık ve gıda tekellerinin sözcüleri günlerce televizyonlarda bunun sakıncalı olmadığını anlattılar. Bu, süt ve benzeri ürünlerde kimyasal katkı maddelerinin kullanılmasında sınır tanınmayacak demek. Yunanistan Elektrik Kurumu günde faturalarını ödeyemeyen yaklaşık 1000 aile veya işyerinin elektriğini kestiğini açıkladı. Yani ayda 30.000 kişi veya aile elektriksiz kalıyor…
2002 yılından bu yana temel ihtiyaç maddelerine yüzde 400-500 oranında zam yapıldı. Kriz politikalarıyla ülke ucuz işgücü cennetine döndürüldü. Ama fiyatlar düşeceğine yüzde 50-200 arttı. Aynı yıllarda ücret artışı ise sadece yüzde 5. Yakıt fiyatları konan vergilerle 70 centten 1.40-1.50 avroya çıktı.[32]
İş bunlar sınırlı değil!
Şunları ekliyor ‘Yunanistan Kamu Emekçileri Sendikası’ (ADEDY) Girit Adası Yönetim Kurulu Üyesi, Yannis Kiriakakis de:
“Krizin geldiği 2009 ve 2010 kesitinde borsada bulunan şirketler 2009 yılında 11.8 milyar, 2008 yılında 10 milyar, 2007 yılında 11.3 milyar avro kâr elde etmişler. Yunanistan Elektrik Kurumu (DEH) 2009 yılında 1.1 milyar avro kâr etmiş, oysa bu kurumun bütçe planında söz konusu yıl için sadece 531 milyon kâr hedeflenmişti. Yunanlı şirketler yurt dışına 20 milyar dolarlık yatırım yapmış. Bunun 16 milyarı, Balkanlar’a yapılmış. 2004-2008 arası 50.000 şirkete 9 milyar avro bağışlanmış.
10 bin isimsiz, bilinmeyen şirket var. Bunlar 500 milyarlık bir sermayeyi ellerinde bulunduruyorlar ve kamu bu şirketlerden ötürü her yıl 6 milyar avro kaybediyor. Tüketiciler her yıl 6-6.5 milyar KDV ödüyorlar şirketlere ama şirketler KDV’yi ödemiyor. Her yıl vergi kaçakçılığından 8 milyar kaybediliyor. 5000 şirket kamuya, toplam 31 milyar avro borçlu bulunuyor.
Yunanlı armatörler 2009 yılında 3.16 milyar dolar karşılığı 164 ikinci el gemi satın aldılar. Armatörler için çok küçük bir oran. Dünya ticaret gemilerinin yüzde 20’si,AB içinde ise yüzde 40.9’u Yunanlı armatörlerin elinde bulunuyor. Dünya genelinde büyük bir güç olmalarına rağmen bu şirketler önemli oranda, Yunan bankalar sistemi tarafından destekleniyorlar.
Şöyle bir örnek: Teodoros ve Yanna Angelopulos (demir çelik holdinginin sahipleri) eski yatlarını satarak, 85.6 metre uzunluğunda ve 150 milyon dolar değerinde yeni bir yat satın aldılar. Armatör Prokopiu ise 106 metre uzunluğunda ve 100 milyon dolar değerinde yeni bir yat siparişi vermiş. İş adamları Melissanidis’in 65 milyon, Kousta’nın 60 milyon dolar değerinde yatlara sahip oldukları söyleniyor. Spiros Laçis isimli iş adamı ise yatı olmayan iş adamları içinde yer alıyor ve bu nedenle 117 metre uzunluğunda ‘Turama’ tipi yatı günde 90 bin avroya kiralamak zorunda kalıyor!
Yunan Hava Yolları’na kayıtlı tam 220 özel uçak bulunuyor. Bunlar sadece Yunan Hava Yolları’na kayıtlı olanlar. Marianna Latsi’nin üç adet jeti (Boeing 757, Boeing 737,Gulfstream IV) var. Vgenopoulos’un iki (Cesna ve Falcon 900), Kiriakou’nun bir uçağı var. Bu uçakların sadece bakımı için yılda 1-1.5 milyon avro para lazım. L. Lavrentiadis adlı iş adamı 2010 yılının aralık ayında 70 milyon avro vererek Proton Bank’ın yüzde 31.3’ünü satın aldı. Daha öncesinde ise 36 milyon vererek Karaiskaki stadyumunun yarısını, 86 milyon vererek ise Yeni Kimya adlı bir şirketi Carlyle adlı tekelden satın almıştı. Bir miktar ‘harçlık’ denecek parayla da Yunanistan’ın en büyük medya organlarına ortak oldu. B. Restis isimli iş adamı ise Karadağ’ın en güzel turistik yerini, Agiou Stefanou adlı adayı satın aldı ve 50 milyon değerinde villalar yapmak için kolları sıvadığı söyleniyor. Hotels.com’un araştırmalarına göre (2009) dünyanın en pahalı kral dairesi Atina yakınlarında, Lagonisi adlı bölgede bulunuyor ve Grand Resort oteli tarafından50.000 dolara kiralanıyor.
Yunanistan, turizm kurumunun (EOT) verdiği bilgilere göre 2005 Martı ve 2009 Ekimi arasındaki sürede kalkınma programı çerçevesi içinde 1790 turizm yatırımı için toplam 5.7 milyar avro para verilmiş ve bunun 2.5 milyarı hibe olarak aktarılmış. Yani yüzde 44’ü bizim paramız, kredi olarak verilenlerde gene bizim bankalara yatırdığımız paralar. ‘Bütçede kuruş kalmadı.’ diye bizi ikna etmelerine ramak kalmışken! Somali ve Basra Körfezi’nde’ ulusal haklarımızı’ korumak için Fransa’dan 2.5 milyar avro değerinde altı adet savaş botu alındığını duyduk! Skandallara (zimens, kiliselerle birlikte milyarların cebe atıldığı vatopedi, devlet tahvillerine yönelik skandallar, Akropolis şirketinin bir kalemde silinen 5.5 milyarlık borcu) ise hiç değinmedim, çünkü bunlar ayyuka çıktı artık. Kaldı ki ‘Yunan adaleti’ bu skandalları araştırmayı üstlenmiş bulunuyor!
Bankalara krizin ortaya çıkmasıyla birlikte 28 milyar avro verildi. Daha sonra banka sistemini istikrarlı ve güçlü hâle getirmek adı altında devasa sermayeler aktarıldı banka kasalarına. Şimdi bankalar bu parayı devlete kredi olarak veriyor ve devasa karlar elde ediyorlar. Yani birlikte tefecilik yapıyorlar. Bu konuya da değinmeyeceğim. Aynı ülke içinde yaşıyor olsak bile ülkelerimiz ayrı. Aynı ülkede yaşayan birbirine karşıt iki değişik dünyanın insanlarıyız aslında.
Bir tarafta bizim dünyamız; işsizlik, işten atmalar, işveren terörü ve küçük düşürme, güvencesiz, sigortasız çalışma, esnek çalışma ve açlık ücreti, 360 avro emekli maaşı, 450 avro maaş, 67 yaşında emeklilik, her yere borç, çocuklarımızın eğitim ve kurs parası, özelleştirilen sağlık hizmetleri,bir tabak yemek için kuyruğa girme, evini bankalara kaptırma, 1.70 avro bir litre benzin, elimizden alınan 13. ve 14. maaşlar, toplu sözleşmelerin iptali, yarınlara yönelik korku.”[33]
Evet, krizin işçi ve emekçiler (ve burjuvalara) sunduğu tablo bu!
Bir başka deyişle, sürdürülemez kapitalizmin “kriz”leri, yalnızca yoksullar, emekçiler ve dar gelirliler ile, kamu için “kriz” anlamına geliyor. Patronlar için ise, servetlerine servet katma “fırsatı”, demek kriz…


NİHAYET!


Diyeceklerimi toparlıyorum: Sürdürülemez kapitalist vahşet karşısında kimileri, kendisini çok “güçsüz” ya da bir nokta gibi hissedebilir!
Eğer böyle düşünüyorsanız; “Bir nokta, her şeyden daha fazla bilinmeyen içerir. Tüm yapması gereken kıpırdaması, azıcık yerinden oynamasıdır, binlerce değişik eğriye, yüzlerce biçime dönüşebilir,”[34] diyen Yevgeni Zamyatin’in uyarısını anımsayın…
Eğer noktaysak; bizi yerimizden oynatacak, hareketlendirecek sınıf dayanışması, birliği ve emekçilerin hareketidir.
“İyi de nasıl?” diyenler varsa eğer, “Üretim ilişkilerinin tümü, toplumun ekonomik yapısını; üzerinde hukuki ve siyasi bir üstyapının yükseldiği, belirli toplumsal bilinç biçimlerine karşılık veren gerçek temeli oluştururlar. Maddi yaşamdaki üretim tarzı, genelinde, toplumsal, siyasal ve düşüncesel yaşam sürecini koşullandırır. İnsanların varlığını belirleyen bilinçleri değil, tam tersine insanların bilincini belirleyen onların kendi toplumsal varlığıdır. Gelişmesinin belli bir evresinde, toplumdaki maddi üretici güçler, var olan üretim ilişkileriyle, ya da bunların hukuki anlatımından başka bir şey olmayan, o güne kadar içinde hareket etmiş oldukları mülkiyet ilişkileriyle çatışma içine düşerler. Bu ilişkiler, üretici güçlerin gelişme biçimleriyken onları köstekleyen zincirler hâline gelirler. İşte o zaman bir toplumsal devrim dönemi başlar,”[35] diyen Karl Marx’ın, varoluşumuzu belirleyen faktörlerin başında içinde yaşadığımız maddi koşulların etkisini belirttiği, ‘Ekonomi Politiğin Eleştirisine Katkı’nın önsözündeki uyarı satırları gelsin…
Veya Oğuz Atay’ın, “Bütün hayatımızı yersiz çekingenliklerle mi geçireceğiz? Cesareti yalnız kafamızda mı yaşayacağız?” sorusu…
Ya da “Peki yarın, ne kadar?” sorusuna, beş yüz yıl öncesinden W. Shakespeare’den gelen, “Sonsuzluk ve bir gün kadar!” yanıt ile W. Goethe’nin şu sözleri: “Ey insan, sen çok büyüksün, çünkü istersen eğer, doğum ile ölüm arasına sonsuzluğu sığdırabilirsin!”
O hâlde burada durup anımsatıyorum: “Zorbalık karşısında sessiz kalan herkesin içindeki insan ölür,” der Wole Soyinka…
İçimizdeki insan(lık)ı öldür(t)meyeceğiz; sonuna kadar da savunup, haykıracağız avaz avaz:
Turgut Uyar’ın, “Bu dünyada yediğimiz ekmekler/ içtiğimiz sular/ /karşı koymak içindir/ kaçmak için değil...”
Hasan Hüseyin Korkmazgil’in, “Kısa çöp uzun çöpten hakkını alır elbette/ Direnmekle, kurtulmakla…”
Nihat Behram’ın, “Ve hayatın kararı kesin:/ Son ana kadar onuru koruyanlar yaşayacak/ Söylenecek son söz kahramanca olmalıdır…” dizelerini…


20 Ekim 2014 08:48:20, Ankara.


N O T L A R
[1] 21, 22 Ekim ve 4 Kasım 2014 tarihlerinde DİSK Genel-İş Sendikası’nın Balıkesir/ Ören’de düzenlediği eğitim programında yapılan konuşma… Ören 2014 İşyeri Temsilcileri Eğitim Seminerleri, DİSK/ GENEL-İŞ Eğitim Dairesi Yay., 2015… içinde yayınlandı…
[2] Aldous Huxley.
[3] K. Marx, aktaran: Ahmet Tonak, “İlk Küresel Kriz Ne Doğurdu?”, Birgün, 3 Mart 2013, s.5.
[4] Semra Somersan, “Vendetta”, Taraf, 22 Temmuz 2014… http://www.taraf.com.tr/yazilar/semra-somersan/vendetta/30382/
[5] Michael Perelman, Neo-Liberalizm ve Kriz, Kolektif, Çev: Barış Baysal, Çiğdem Çidamlı, Deniz Şimşek ve Levent Aydeniz, Kalkedon Yay., 2008, s.275-284.
[6] Daniel Altman, “Rantiye Çağının”, Foreign Policy, 21 Temmuz 2014.
[7] Güven Sak, “150 Yıl Sonra Piketty’den Bir Yeni Das Kapital”, Radikal, 29 Nisan 2014, s.18.
[8] Thomas Piketty, Capital: The Twenty-First Century, Çev: Arthur Goldhammer, Harvard Univ. Pres, 2014
[9] “1 Milyon Bebeğin Ömrü Sadece 1 Gün”, Birgün, 26 Şubat 2014, s.14.
[10] Fikret Başkaya, “85=3.500.000.000 Dünyasında ‘Demokrasi’ Oyunu!”, Kaldıraç, No:159, Eylül 2014, s.77-79.
[11] Fikret Başkaya, “Üretmek, Tüketmek, Yok Etmek!”, 28 Haziran 2014… http://www.ozguruniversite.org/index.php/fikret-bakaya/guenluek/1542-ueretmek-tueketmek-yok-etmek
[12] Mustafa K. Erdemol, “NASA’nın Son Keşfi: Kurtuluş Komünizm”, Cumhuriyet, 10 Mayıs 2014, s.9.
[13] “Macaristan’da Evsiz Olmak Suç”, Cumhuriyet, 2 Ekim 2013, s.14.
[14] “UNICEF: Her 10 Kız Çocuğundan Biri Tacize Uğruyor”, Cumhuriyet, 6 Eylül 2014, s.3.
[15] “Mülteciler Gününde Acı Bilanço”, Cumhuriyet, 21 Haziran 2014, s.14.
[16] “Kapitalizm’in Gerçeği”, Joseph Stiglitz, The Price of Inequality, W.H.Norton&Co. 2012, 2013.
[17] Utku Çakırözer, “Samir Amin ile Söyleşi ‘Daha Büyük Gezi’lere Hazır Olun’…”, Cumhuriyet, 25 Ağustos 2014, s.9.
[18] “Savaşsız Kapitalizm Olmaz”, Çağrı, No:168, Mart-Nisan 2014, s.10-14.
[19] Yaşar Süngü, “Yaşatmaya 1 Dolar, Öldürmeye 130 Dolar”, Yeni Şafak, 27 Nisan 2014, s.6.
[20] Sinem Köseoğlu, “Katar Cephaneliği”, Yeni Şafak, 29 Mart 2014, s.10.
[21] Ahmet Can, “12’den Vurdular”, Hürriyet, 3 Ekim 2014, s.10.
[22] Neslihan Karataş, “ABD Saldırganlığının Asıl Kazananı Silah Şirketleri”, Birgün, 8 Ekim 2014, s.5.
[23] “Savaşın Yoksulları...”, Gündem, 2 Ekim 2014, s.4.
[24] “Karanlığa Gidiyoruz”, Cumhuriyet, 10 Mayıs 2014, s.13.
[25] “Amerika Uçurumun Kenarında”, Yeni Şafak, 8 Ekim 2012, s.8.
[26] Oktay Tercan, Neo-Liberalizm ve Kriz - Kolektif”, 27 Kasım 2008… http://www.tankitabevi.com/kritik-kitaplar/iktisat/248-krizi-soldan-okumak.html
[27] Pelin Ünker, “Yeni Krizin Habercisi Türev Balonu Şişiyor”, Cumhuriyet, 31 Ağustos 2014, s.11.
[28] “Economist: Uyanın Uyurgezerler”, ntvmsnbc, 27 Mayıs 2013… http://www.ntvmsnbc.com/id/25445235/
[29] Yücel Özdemir, “Avrupa’nın İşsizler Ordusu”, Evrensel, 6 Nisan 2013, s.11.
[30] “Avrupa Sokakları Kaynıyor”, Cumhuriyet, 18 Şubat 2013, s.13.
[31] “İtalya’da 15 Milyon Kişi Ekonomik Zorda”, Evrensel, 25 Mayıs 2013, s.4.
[32] Seyit Aldoğan, “Çürüyen Kapitalizmin Aynası: Yunanistan”, Evrensel, 25 Kasım 2012, s.8.
[33] Seyit Aldoğan, “Yunan Sendikacı Yannis Kiriakakis’la Röportaj: Onların Zenginliği, Bizim Yoksulluğumuz”, Evrensel, 17 Şubat 2013, s.7.
[34] Yevgeni Zamyatin, Biz, Çev: Mehmet Fehmi İmre, İmge Yay., 2013.
[35] Karl Marx, Friedrich Engels, Vladimir İlyiç Lenin, Sanat ve Edebiyat, Çev: Aziz Çalışlar, Evrensel Basım Yay., 1996, s.26.

Yorumlar

BLOGGER

/fa-star-o/ Öne Çıkanlar$type=three-tab$sn=0$rm=0$m=0

Ad

1 mayis,25,12 eylul,11,18 mayis,1,6 mayis,1,afis,3,akp,36,aktuel,15,aktüel,29,ask,13,aydinlar devrimciler,192,baris,8,bilim,5,cevre,15,cinayetler,15,davalar,31,demokrasi,21,demokratiklesme,2,dersim,2,devlet,20,devrim,27,dinleti,2,duyuru,9,dünya,186,egitim,11,ekoloji,26,ekonomi,53,emek,58,emperyalizm,15,etkinlik,29,felsefe,2,futbol,7,genclik,44,grafik,6,güncel,12,gündem,26,hukuk adalet,115,ibrahim kaypakkaya,2,ideoloji,2,iktidar,9,iletisim,2,inanc,26,isci-sendika,5,islam,4,isyan,53,kadin,16,kapitalizm,45,katliamlar,54,kesk,1,kitap,37,komünizm,4,kriz,130,kutlama,8,kültür sanat,250,latin amerika,1,marksizm,2,mart ayi,1,materyalizm,2,medya,6,milliyetcilik,3,mizah,3,mucadele,9,mücadele,41,newroz,2,Ortadoğu,1,öteki,91,özgürlük,17,panel,8,politika,56,protesto,9,röportaj,16,savas,13,secim,20,seçim,6,sempozyum,3,sibel özbudun,1,sinifsal bakis,70,siyonizm,3,sosyalizm,8,soykirim,3,sömürgecilik,1,spor,1,tanitim,19,tarih,48,teknoloji,2,temel demirer,17,tercüme,4,türkiye,176,üniversite,7,video,58,yasam,65,yeni yil,5,
ltr
item
temel ★ demirer: SÜRDÜRÜLEMEZ KAPİTALİST KÜRESELLEŞMENİN KRİZİ[1]
SÜRDÜRÜLEMEZ KAPİTALİST KÜRESELLEŞMENİN KRİZİ[1]
temel ★ demirer
https://temeldemirer.blogspot.com/2015/06/surdurulemez-kapitalist-kuresellesmenin.html
https://temeldemirer.blogspot.com/
https://temeldemirer.blogspot.com/
https://temeldemirer.blogspot.com/2015/06/surdurulemez-kapitalist-kuresellesmenin.html
true
2640787830945118992
UTF-8
Loaded All Posts Not found any posts Diger devamını oku Yanıtla Cancel reply Sil Ana Sayfa Sayfa Posta Hepsini Gör BUNA BENZER Etiket Arsiv Ara Bütün Yayinlar İsteğiniz gönderi bulunamadı Ana Sayfaya Dön Sunday Monday Tuesday Wednesday Thursday Friday Saturday Paz Pts Sal Car Per Cum Cmt January February March April May June July August September October November December Oca Sub Mar Nis May Haz Tem Agu Eyl Eki Kas Ara simdi 1 dakika önce $$1$$ minutes ago 1 saat önce $$1$$ hours ago dün $$1$$ days ago $$1$$ weeks ago more than 5 weeks ago Followers Follow THIS CONTENT IS PREMIUM Please share to unlock Copy All Code Select All Code All codes were copied to your clipboard Can not copy the codes / texts, please press [CTRL]+[C] (or CMD+C with Mac) to copy