ÇEŞİTLİ VECHELERİYLE BEŞERİ (EKONOMİ-POLİTİK) KRİZ

I) BEŞERİ HÂL(İMİZ) II) EKONOMİ-POLİTİK KRİZ II.1) “YDD” (KRİZİNİN) VERİLERİ II.2) ULUSLARARASI KAOS III) KRİZ...



I) BEŞERİ HÂL(İMİZ)
II) EKONOMİ-POLİTİK KRİZ
II.1) “YDD” (KRİZİNİN) VERİLERİ
II.2) ULUSLARARASI KAOS
III) KRİZİN TÜRK(İYE) EKONOMİSİ
III.1) EŞİTSİZLİK
III.2) YOKSULLUK
IV) TÜRK(İYE) İNSAN(SIZLIĞ)I
IV.1) ÖNCELİKLE HÂL(İMİZ) VE GİDİŞAT(IMIZ)
IV.2) DURUM(UMUZ)
IV.3) ÇOCUKLAR(IMIZ)
IV.4) AKIL VE RUH SAĞLIĞI(MIZ)
V) İNSAN(LIK) MESELESİ
V.1) YABANCILAŞ-MA!
VI) UYARI(LAR)
ÇEŞİTLİ VECHELERİYLE BEŞERİ (EKONOMİ-POLİTİK) KRİZ[1]

TEMEL DEMİRER

“Umut, gerçeğin reddidir.”[2]

‘Beşeri (Ekonomi-Politik) Kriz’ söz ederken; ilk saptama(m), bir karanlığın orta yerinde olduğumuzdur.
Ancak bu saptamayı; “Karanlık yalnızca, ışığın diğer yanı, onun gizli yüzü,”[3] diyen José Saramago’nun uyarısıyla ele almak, “olmazsa olmaz”!
Evet içinde debelendiğimiz karanlık; müthiş bir aydınlık imkânı ya da daha koyu bir karanlık tehdididir. Tıpkı, “Kapitalizm zırh içindeki ölüdür,” diyen Antonio Gramsci’nin, “Eski dünya ölüyor ve yeni dünya doğmak için mücadele ediyor; şimdi canavarlar zamanı,”[4] tanımlamasındaki hâl gibi…[5]
Kriz ya da III. Büyük Bunalım yaygınlaşarak, derinleşirken; Karl Marx’ın, “Krizler, sürekli var olan çelişkilerin ancak ani ve zora dayanan çözümleridir. Onlar bozulmuş dengeyi bir süre için yeniden kuran şiddetli patlamalardır”; Antonio Gramsci’nin, “Eskinin öldüğü, ama yerine henüz yeninin doğmadığı andır”; Matthew Arnold’un, “Biri ölü, öteki doğacak gücü bulamayan iki dünya arasında dolanıp duruyorum/ Wandering between two worlds, one dead. The other, powerless to be born with nowhere yet to rest my head”[6] saptamalarında işaret ettikleri hâle yoğunlaşmalıyız!
Devasa yıkım örnekleriyle dolu kapitalizmin tarihinde krizler belirleyici önemlerdeki kilometre taşlarıdır... Ve krizden söz etmek, kapitalizme mündemiç gerçeği konuşmakken; altı özenle çizilmesi gereken Carl Gustav Jung’un, “Kriz, hastalığın doruğunu belirleyen bir tıp terimidir,”[7] saptamasıdır.
Yunanca “Crísis” kelimesinden gelen, düşünce ve karar anlamındaki “Kriz” sözcüğü bir yerde biriken imkân ve tehditlerin sonucu ve “Karar”dır.
Evet; burada durup; imkân, tehdit ve karar kavramları üzerine yeniden, bir kez daha düşünmek lazım…
Görülmesi gerek: İleriye doğru adım atacak potansiyelleri aşındığı için sürdürülemez kapitalizm, her alanda bir çıkmaz ve toplumsal çürümenin derinleşmesi ile yıkım olarak kendini dışa vuran yapısal krizlerle karakterize olmaktadır.[8]
Kapitalizmin günümüzde yaşanan sistem krizi, devasa bir derinlik ve yaygınlıkta seyrediyorken; bu durum burjuva ideologların uzun süredir kapitalist düzenin geleceğine dair çizdikleri pembe tabloları da paramparça etmektedir.
Tüm verileriyle gözler önüne serildiği üzere, kapitalizm tarihsel bir tıkanma içindedir. Günümüzde kapitalist dünya düzeninin içine sürüklendiği muazzam çatışmalı ve çıkışsızlıklarla yüklü süreç bu gerçeklere işaret ediyorken; hiçbir şeyin otomatik olmadığının altını çizen tarih, “Gelecekteki ihtimallerden birisinin çürüme ve yozlaşma olabileceğini gösteriyor.”[9]

I) BEŞERİ HÂL(İMİZ)

İkinci saptama(m)dan önce; altını özenle çizerek belirtmeliyim: Beşeri sıfatı, “insanla ilgili, insana değgin”ken; -kanımca- insan(lık) bilinçli; seçebilen; yaratıcı özelliği olan bir varlıktır. Ya da hiç ve bir “sürü”!
O hâlde insan(lık)ın insan olma hasletini koruyacağı veya yitireceği; “To be or not to be/ Olmak ya da olmamak” koordinatlarında olduğundan kimsenin şüphesi olmasın.
Çünkü küresel ‘Weimar Dönemi’nin nihayetindeyiz. Bilindiği üzere Weimar Cumhuriyeti (1918-1933) Almanya’nın I. Büyük Savaş’ta yenilgisiyle başlayan, Nazilerin iktidarı ele geçirmesine kadar uzanan yıllarını kapsar. ‘Weimar Cumhuriyeti’, çökmüş eski bir düzenle, doğamayan bir yeni düzen arasında kalanların düş kırıklıklarını, umutlarını, fantezilerini, toplumsal çalkantıları betimler; “türlü canavarların tarih sahnesine çıktığı” bir dönemidir; “Çürüme, çözülme”yle betimlenir![10]
Beşeri açıdan çürüme, çözülme hâlinin zalim gerçekleri düzen içi sınırlarda iki temel savunma geliştirir: “Kaygılı gerçekçilik” ya da “inkârcı teslimiyet”…
Çok şeyin bu sahte ikileme mahkûm edildiği açmazda herkes evine kapatılmıştır. Çünkü “Ev normal alandır. Başlamış olduğumuz ve soruları cevaplamak zorunda olmaksızın dönebileceğimiz herhangi bir yerdir ev,”[11] der Susan Neiman ve ekler “İnsanlar, kendilerine çok büyük gelen evlerde içlerine kapanıyorlardı,”[12] vurgusuyla Georges Perec, hâl-i pür melali(mizi) anlatırcasına!
Sadece neo-liberal vahşetin değil, post-modern yıkımın yarattığı (ve Guernica’ya bile parmak ısırtan) bir tablo bu!
Hatırlayın: Rainer Funk, ‘Ben ve Biz’de post-modern toplumun insan değerini nasıl yok ettiğini; post-modern toplumun, küresel ölçekte piyasa ekonomisiyle yönetilen dünyayı artık insan değerlerinden uzaklaştırdığını anlatırken; insanın yapabilme gücünden nasıl soyutlandığına dikkat çeker.[13]
Beşeri krizin sarıp, sarstığı sürdürülemez kapitalizmin insanı, dijital teknolojiler ve kitle iletişim araçları (TV’ler, internet) ile kuşatılmış durumda. Bununla biçimlendirilip, teslim alınıyor.
İş bununla sınırlı kalmıyor! Kapitalist iktidar milliyetçiliği, ırkçılığı ve dinciliği körüklüyor.
Akademik özgürlükler ortadan kaldırılıyor; özgür düşünce hedef alınıyor…
Bilgiye dayalı gerçeklerin küçümsenmesi, önemsizleştirilmesi ortaya hurafelere, söylencelere dayalı bir alan açılması sonucunu doğuruyor. Örneğin tıp biliminin yerine alternatif ya da tamamlayıcı tıp adı altında geleneksel yöntemlerin öne çıkarılışı bu tehditlerden birisidir. Hacamat gibi, etkisi bilinmeyen, ölçülmeyen bitkisel tedaviler gibi işlemler sağlık alanına sokulmakta, desteklenmektedir.
Medyumlar açıkça çalışmakta, falcılar, gaipten haber verenler, muska yazanlar, hacılar, hocalar rahatça işlerini görmekte, hiçbir denetim görmemektedirler.
Eğitimsizlik, bir yetki belgesi olmamak yeni bir üstünlük rütbesi olmaktadır.
Sanat olarak bildiğimiz alanlar yavaş yavaş bir azınlığın hobisine dönüşmüş, sanat dendiğinde eğlence anlaşılır olmuştur. “Sanatçı” dendiği zaman halkı eğlendiren, oyalayan, hoşça vakit geçirtenler; resmi davetlerde ise bu alanın şöhretleri akla gelmektedir.
Resim gibi, heykel gibi sanatlar siyasal iktidar tarafından soğuk karşılanmakta, bale opera gibi sanat dalları yok sayılmakta, klasik müzik ise var olan meraklısına salon bulamamaktadır.
Tiyatro sanatı resmi baskıdan kurtulamamaktadır. Sinema zaten kendi sıkıntılarıyla boğuşmakta, ancak güldürü filmleri hoşça vakit geçirme işini rahatça yapmaktadır.[14]
Bu tabloda “Artık ne yememiz, ne tür ilişkiler kurmamız, bedenlerimizi nasıl kullanmamamız gerektiğini despotun yasaları belirliyor… Despot yasalarıyla, bedenlerimizle hiç uyuşmayan aşkın bir hakikâti bize zorla giydiriyor.”[15]
Bu da yabancılaşmayı derinleştirip; beşeri krizin tabanını genişletiyorken; insanı insan kılan ufkundan uzaklaştırarak; “sıradanlaştırıp”, “olağanlaştırıyor”![16]
Kolay mı? Kapitalist “İnsan, ufku dar varlıktır ve ufkunu genişlettiğinde işlerin giderek karmaşıklaşacağını ve içinden çıkılmaz bir hâl alacağını bilir, kaotik bir durumla karşılaşmak korkutur çünkü. O yüzden olabildiğince daraltılmış zihinsel ve bedensel bir ortamda yaşamayı tercih eden geniş bir insan kitlesi var. Ufkunu genişletmek, algı yeteneklerini artırmakla ilgilidir, yani içinde yaşadığımız gettonun dışına çıkıp ufka doğru hep yolda olmak ve tüm bedenimizle algılayabilmek yeryüzünü. Görüş alanımız duvarlar, apartman cepheleri, vitrinler ve ekranlarla çevrili. Zihinsel görüş alanımızı ise kavramlar, dil belirliyor, iktidarın dili. Burnumuzun ucunda ekranlar ve iktidarın değerleri duruyor. Gökyüzünü yeryüzünden, denizden ayıran ufuk çizgisine baktığınız nadir anlarda bile ufkunuzun genişlediğini söyleyemezsiniz. Ufuk genişliği, zihinsel ve bedensel duyumsamayla ilişkilidir. Hapsedildiğimiz kavramların kabuklarını kırmadan düşünsel ufka doğru açılmak mümkün değil. Ufka baktığı hâlde sadece burnunun ucunu görenler var.”[17]
Bu da sürdürülemez kapitalizmin elindeki insan(lık)ı, sahicilikten soyutlayarak, sanallaştırıyor!
“Bugün bilgi ve düşünceye erişim olanakları elli yıl öncesiyle karşılaştırılamayacak derecede fazla, ama bu durum tek başına bizi daha fazla bilgili ya da irfan sahibi kılmaya yetmiyor. Tuhaf bir paradoks yaşıyoruz: Sözün dolaşımı artarken gücü azalıyor, hatta kayboluyor.
Bilginin detayları içinde kayboluyoruz; hakikâtin muğlaklaştığı, esasa odaklanmamızı engelleyen bir sözde bolluk içinde deviniyoruz. Enformasyon fazlasından, hayatın aşırı hızlanmasından kaynaklı bir tür bilinçsel felce uğruyoruz sık sık. Kimilerinin ‘dijital bunama’ dediği hastalıktan muzdaribiz. Hafızamızı devre dışı bırakan bir bilgi akışına, hepimizi görüntüye boğan bir enformasyon saldırısına maruz kalıyoruz. Google bizi hatırlama zahmetinden kurtarıyor, hafızayı hafifletiyor ve böylece hayat da hafifliyor sanki. Artık anılarımızı bile facebook ‘hatırlatıyor’; o da olmazsa o ‘güzel anlar/ kareler’ unutulmuşluğun girdabında kaybolacak. Akıllı telefonlarımızla binlerce fotoğraf çektirip eskiden albümlere baktığımızdan çok daha az bakıyoruz onlara. Fotoğraflarımızı bile telefonumuz seçip hatırlatıyor, karedeki arkadaşımızla paylaşmamızı önerebiliyor…
İçinde yaşadığımız vaziyeti tarif etmek için, Paul Virilio’nun adını koyduğu ‘hızlandırılmış hakikât’ anahtar kavram olabilir mi?
Şöyle diyor Virilio: ‘Bugün gerçek zamandaki görüntünün anlık niteliği karşısında söz (kelam) ortadan kalkıyor. Yazılı metinleri okuyamama, yazma becerisine sahip olmama ile birlikte sessiz mikrofonlar, dilsiz telefonlar çağı beliriyor yavaş yavaş. Bu durumun nedeni teknik bir arıza değil, bir toplumsallık arızası. Çünkü çok yakında birbirimize söyleyecek hiçbir şeyimiz kalmayacak, birbirimize herhangi bir şey söyleyecek zamanımız kalmayacak. Her şeyden önce de, dinlemek ya da bir şey söylemek için ne yapmamız gerektiğini bilemeyeceğiz.’[18]
İşin en vahim tarafı, sözden eyleme geçmek bir yana, söylemenin bu kadar yaygın olduğu bir çağda bazen sözünü sakınmadan dile getirmenin bile zor olması!
Ertuğrul Kürkçü’ye kulak verelim: ‘İnsanlar bugün düşündüklerini yapmak yerine, düşündüklerini söylememeyi seçiyor. Bu, Türkiye’nin kırk yıl içerisinde geldiği yer hakkında bize bir fikir verebilir,’ diyor![19]
Maalesef dünyanın geldiği yer de çok farklı sayılmaz.”[20]
Benim “beşeri kriz” ya da “uygarlık krizi” derken anlatmak istediğim tam da bu edilgenlik veya Walter Benjamin’in, “Cehennem; içinde başladıkları hiçbir şeyi tamamlamalarına izin verilmeyenlerin yaşadıkları zamandır,” tarifindeki “şey” ya da Robert Musil’in, “Bir günlüğüne dünyayı yönetmeniz istenseydi ne yapardınız?” sorusuna verdiği, “Gerçekliğe son vermekten başka seçeneğim olmazdı,”[21] yanıtıdır.

II) EKONOMİ-POLİTİK KRİZ

Son verilmesi gereken sürdürülemez kapitalist gerçeğe ilişkin üçüncü saptama(m) da, tarihin sınıf mücadelelerinin tarihi olduğunun en net biçimde kristalize olduğu kesitin kriz günleri olduğudur.
Tarih yapımında kriz günleri insanı, negatif veya pozitif bağlamda tarih sahnesine çıkarır. Tam da bu çerçevede politika ve ekonomiye dair her şey sınıfsallığıyla biçimlenirken; geleceği(mizi) sınıf mücadelesi faktörü belirler; tıpkı Carl Schmitt’in, “Günümüzün sorunu, rakibi neyin gerçek veya âdil olduğu konusunda ikna etmek değil, hükmedebilmek için çoğunluğu elde etmektir,” cümlesindeki üzere…
Bu böyle olması ya da Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın, “Kriz filan sakın ha bunlara aldırmayın, bunların hepsi manipülasyondur, bizde kriz filan yok,”[22] demesi de bir kriz tarifiyken; “Bütün facialara zemin hazırlayanlar, zenginler, zorbalar ve krallardır,” diyen Epiktetos’u anımsamamak mümkün mü?
Evet ‘Uluslararası Finans Enstitüsü’nün (IIF) ‘Global Borç Monitörü’ başlıklı raporuna göre, küresel borç miktarında 2016 yılında 7.6 trilyon dolar artış yaşanırken, 10 yıllık artış 70 trilyon dolar oldu. Buna göre küresel borçlar 10 yıllık sürede yüzde 48 arttı. Küresel borçtan aslan payını ise yine gelişmiş ülkeler aldı.[23]
Yine IIF’ye göre, küresel borç 2017 yılının ilk çeyreğinde 217 trilyon dolarla rekor seviyeye ulaştı.[24]
Verileri sıralamak yerine hatırlatalım: Sürdürülemez kapitalizmin içsel çelişkilerinin sistemi çıkışsızlığa sürükleyecek denli keskinleştiği bir tarihsel dönemden geçiyoruz. Bu durum kendisini pek çok görüngüyle ortaya koyuyor. Sermayenin yoğunlaşma ve merkezileşmesindeki olağanüstü hızlanmayla birlikte toplumsal eşitsizliğin akıl sınırlarını zorlayan boyutlara ulaşması bunun en tipik göstergesi. Üretim araçları ve dolayısıyla zenginlik giderek çok daha küçük bir azınlığın elinde toplanırken, toplumun büyük çoğunluğu sermayenin köleliğine ve yoksulluğa mahkûm ediliyor.
Bununla bağıntılı olarak kapitalist sistemin yarattığı gelir dağılımı uçurumu, her geçen yıl daha da derinleşiyor. Göç, savaş, sömürü, ekolojik yıkım alarm verirken, dünyanın en zengin 500 kişisinin serveti 5.3 trilyon dolara ulaştı! Yani kapitalist-emperyalist sistemin göç, savaş, sömürü, ekolojik yıkım üzerinden dünyayı sürüklediği kaos yayılırken, bir yandan da dünyanın serveti bir avuç zenginin ellerinde toplanıyor…
‘Bloomberg Milyarderler Endeksi’ne göre, dünyanın en zengin 500 kişisinin, 27 Aralık 2016’da 4.4 trilyon dolar olan serveti 26 Aralık 2017 itibarıyla yüzde 23 artarak 5.3 trilyon dolara ulaştı. Böylece 500 kişinin 2017’de servetlerine 1 trilyon dolar daha ekledi…
2016’da her gün servetlerine 2.7 milyar dolar ekleyen “en zenginler”, 2017’de 2016’da kazandıklarının 4 katından fazla kazandı…[25]
Verili hâle ilişkin “Durum umutsuz… Siyaset de çözümsüz sorunlarla karşı karşıya…” diyen Ernst Wolff ekliyor: “Bu nedenle hem Avrupa hem de diğer kıtalar 2018’den 2019’a geçmekte olduğumuz bu günlerde İkinci Dünya Savaşı’ndan beri en büyük ekonomik, sosyal ve siyasi değişimler ile karşı karşıyadır…
Devlet ve yurttaşlar arasında sert çatışmalar yaşanabilecek, insanlar mevcut siyasi partilere sırtlarını dönebilecek ve bu da yüksek bir olasılıkla yeni direniş hareketlerinin doğmasına zemin hazırlayabilecektir.”[26]
Ama sadece direniş değil, bir de reaksiyoner hareketler olasılığı var; mesela Övgü Pınar’ın İtalya’dan aktardığı gibi:
“Birkaç gün önce Roma’nın tarihi işçi mahallelerinden birindeki metro çıkışında yer alan gazete bayiine girdiğimde, bir Benito Mussolini portresiyle karşılaşıyorum. Bir takvimin kapağındaki faşist diktatör, bayiye her giren-çıkanı kibirle süzer gibi görünüyor ve sanki ‘Ben hâlâ buradayım’ diyor.
İtalya’da 2018’in son günlerinde gelecek yılın takvimini almak isteyenlere sunulan seçenekler arasında, kedi-köpek yavruları ya da Papa Francesco’lu takvimlerin yanı sıra faşist diktatör Mussolini’nin boy boy fotoğraflarıyla süslü takvimler de yer alıyor.
Üstelik, belki kedi-köpek yavruları kadar olmasa da Mussolini takvimlerine de ilgi var. Metro istasyonundaki bayiye bu sabah yeniden gittiğimde Mussolini takviminin yerinde Roma takımının takvimlerini görüyorum. Bayii işleten kadına biraz da utanıp sıkılarak ‘Burada Mussolini takvimi görmüştüm, artık satmıyor musunuz?’ diye sorduğumda aldığım yanıt takvimin kendisinden daha da ürpertici: ‘Hepsi tükendi!’…”[27]
Kolay mı? BM Genel Sekreteri Antonio Guterres, kriz, milliyetçilik, yabancı düşmanlığı, sosyal eşitsizliğin arttığı dünyayı 2018’de yeni tehlikelerin beklediği uyarısını dillendirip, “2018’in ilk gününde, alarm çalıyorum. Alarm seviyesini kırmızıya çıkarıyorum,” derken;[28] Avrupa, 1930’ların devletler arası ilişkilerine, dünya düzeni de büyük güçlerin, hızla silahlanırken birbirlerini dengelemeye çalıştıkları, güçlü liderlerin halklarını, mali piyasalardan, yabancılardan, diğer büyük güçlerden korumayı vaat ettiği döneme geri dönüyor.
Bu durum, mali kriz, düşük büyüme, yüksek işsizlik döneminde, halkın yalnızca kendini düşünen, beceriksiz yönetici seçkinlere, ekonomik kaynakları paylaşmaya gelen göçmenlere tepkisi üzerinde yükselen bir “popülist” dalgayla açıklanıyor: Halkı, “küreselleşmenin” zararlı etkilerine karşı korumayı vaat eden “popülist” liderler, siyasi partiler, düzenin “küreselleşmeci elitlerini” eleştirerek yükseliyorlar. Brexit, Trump bu dalganın ürünüydü. Le Pen de bu dalgaya dayanarak yükseliyor.[29]
Evet, demiştik ya: Kriz, çürümenin ortasında bir karar süreci…

II.1) “YDD” (KRİZİNİN) VERİLERİ

Yerkürenin lanetli egemenlerinin Arthur Schopenhauer’ın, “Para deniz suyuna benzer, ne kadar çok içersen o kadar çok ona susarsın./ Geld gleicht dem Seewasser. Je mehr davon getrunken wird, desto durstiger wird man,” deyişindeki çılgınlığı yaşattığı koordinatlarda sürdürülemez kapitalizmin yerküreyi sürüklediği siyasi, ekonomik, ekolojik ve toplumsal yıkım dehşet verici boyutlara ulaşırken; bir avuç zengin dünyaya hükmediyor; ve Uluslararası Çalışma Örgütü’ne (ILO) göre, en az 4 milyar insan sosyal haklardan mahrum, bunun 1.3 milyarı da çocuklardan oluşuyor…
ILO raporunda sosyal güvenlik hakları değerlendirilirken, dünya nüfusunun büyük kısmının hiçbir hakkının olmadığı sonucu çıktı. Dünya nüfusunun yüzde 55’i sağlık güvenliği, anne ve çocuk sağlığı yardımı ile aile yardımlarından yoksun. 4 milyarı aşkın bu kesimin işsizlik, yaşlılık veya engellilik hâlinde verilen yardımlara da erişemediği tespit edildi.[30]
Bu kadar da değil!
ILO’ya göre, küresel çapta 300 milyon işçi, yani her 4 kişiden biri mutlak yoksulluk sınırı altında yaşıyor. Dünya nüfusun üçte biri emekli aylığı alamıyor. Alanların yüzde 52’si yetersiz aylık alıyor.[31]
Türkiye’den bir örnek: 2018’nin ilk dokuz ayında emeklilik çağında olduğu hâlde çalışan en az 228 işçi iş cinayetlerinde can verdi. Bu işçilerin 22’si 65 yaş ve üzerindeydi. Ölenlerin 206’sı 51-64 yaş aralığındayken, 22’si ise 65 yaş ve üzerindeki işçilerdi. Buna göre, ölen her 10 emeklilik çağındaki işçiden biri 65 yaş ve üzeriydi. Bu işçiler tarım, ticaret, metal, inşaat, taşımacılık, konaklama ve genel işler işkollarında çalışıyordu.[32]
Bir de ABD’den örnek: 2017 itibarıyla Amerika’da enflasyondan arındırılmış reel ücretler 1973’e göre, sadece yüzde 10 artmış durumda ve 1973 sonrasında Amerika’da reel ücretlerin yıllık artış hızı yüzde 0.2’nin altında gerçekleşti.[33]
Dahası da var!
ILO’ya göre, dünya genelinde zorla çalıştırılan ya da evlendirilen 40 milyondan fazla ‘modern köle’ var. 152 milyon çocuk çalışmak zorunda bırakılıyor… 40 milyon modern kölenin 25 milyonu zorla çalıştırılanlardan oluşuyor. Bunların 16 milyonu ev hizmetleri, tarım, inşaat gibi işkollarında yoğun sömürüye maruz bırakılıyor. Yaklaşık 5 milyon insan cinsel sömürüye zorlanırken, 4 milyon kişi ise devlet otoritelerinin dayattığı işlerde çalışmak zorunda kalıyor.[34]
‘Gallup’un küresel anketine göre, başka bir ülkeye göç etmek isteyenlerin oranı artıyorken; dünyada 750 milyon kişinin böyle bir fırsata sahip olmaları hâlinde bir başka ülkeye göç edeceğini ortaya koyuyor.[35]
Bu böyleyken; “daha insani” yaşam koşulları için göç yollarına düşen onbinlerin akıbeti de bilinmiyor. Avrupa Parlamentosu’nun araştırması, 4 yılda 56 bin 800 mültecinin öldüğünü ya da kaybolduğuna dikkat çekiyor.[36]
Ve nihayet BM Mülteciler Yüksek Komiserliği, dünya çapında büyük bölümünü azınlıklarının oluşturduğu 3 milyondan fazla “vatansız” bulunduğunu açıklarken;[37] ‘SIPRI’ de, küresel savaş harcamaları 2017’de 2 trilyon dolara yaklaştığını açıkladı![38]
Emperyalist bölgesel paylaşım savaşların tırmandığı tabloda zorunlu göç trajedisi döneme damgasını vuruyor.
Oxfam, Suriye’deki krizden kaçan ve sayıları neredeyse 5 milyona yaklaşan mültecilerin sadece yüzde 1.4’ünün dünyanın zengin ülkeleri tarafından kabul edildiğine[39] dikkat çekerken; ‘Deutsche Welle’ye göre, savaşın yaşandığı kriz bölgelerinden kaçanların sayısı 2016 sonunda 65 milyon 600 bin kişiye ulaştı. Buna göre her dakika 20 kişi sığınmacı konumuna düşüyor.[40]
Yerkürede 250 milyondan fazla insan ülkesinden uzakta geçim derdine düşmüşken bunların 60 milyona yakını zorla evlerini terk etmek zorunda kalanlar; gelecekte bu sayının 400 milyonu aşması bekleniliyor.[41]
BM Mülteci Örgütü UNHCR’ye göre şiddet, iklim değişikliği, aşırı yoksulluk gibi sebeplerle evini terk etmek zorunda kalanların sayısı 65.6 milyona yükseldi.[42]
“Bunlar neden böyle” mi?! Küçük Aylan’ın da katili olan emperyalist-kapitalist saldırganlıkla;[43] sürdürülemez kapitalizmin başyapıtı olan eşitsizlikten!
Arthur Schopenhauer’ın, “Dünyanın en yoksul insanı, paradan başka hiçbir şeyi olmayandır,” saptamasıyla müsemma yerkürenin en zenginleri 2017’de servetlerine 1 trilyon dolar kattı. Bu rakam 2016’dan dört kat daha fazla. En zengin 500 kişinin günlük sıralamasını takip eden Bloomberg Milyarderler Endeksi’nde yüzde 23 artış yaşanırken, MSCI World Endeksi ve S&P 500 endeksinde yükseliş yüzde 20 oldu. Amazon.com Inc. kurucusu Jeff Bezos 2017’de servetine 34 milyar dolar katarak listede başı çekti, 100 milyar dolarlık servetle dünyanın en zengini oldu.
Öte yandan ‘Credit Suisse Research Institute’nün ‘Global Wealth Raporu’na göre, toplam küresel servet 280 trilyon dolara ulaştı ve 10 sene önce yaşanan finansal krizden bu yana yüzde 27’lik artış gösterdi. Dünyanın en zengin yüzde 1’lik kesimi, ilk kez dünyadaki toplam varlığın yarısından fazlasına sahip oldu.[44]
Thomas Piketty’nin araştırması, dünya genelindeki gelir eşitsizliğinin 35 yılda daha da arttığını ortaya koydu. 1980’den beri, dünyanın en zengin yüzde 1’lik dilimindeki insanların gelir artışı, en fakir yüzde 50’nin gelir artışını ikiye katladı.
Zengin ile fakir arasındaki gelir eşitsizliğinin en az olduğu Avrupa’da 2016 yılında en zengin yüzde 10’luk kesimin gelirinin, milli gelirin yüzde 37’sini oluşturduğuna dikkat çekildi. Ortadoğu’da ise bu oranın yüzde 61’e çıktığı görüldü.[45]
Mesele çok açık: Sürdürülemez kapitalizmin büyük sorununu, “eşitsizlik” ile “sosyal dışlanma” oluşturuyor. 
‘Dünya Eşitsizlik Laboratuvarı’nın yayımladığı ‘2018 Dünya Eşitsizlik Raporu’,[46] gerek gelir, gerekse servetlerin dağılımındaki eşitsizliğin insanlık tarihinde görülmemiş bir boyuta ulaştığını belgeliyor.
1980’den beri dünya ekonomisinde büyüyen refahtan en yüksek gelirli yüzde 1’lik kesimin aldığı pay, altta kalan yüzde 50’lik kesimin payının iki misli oranda olmuştur. Nüfusun en yüksek gelirli yüzde 10’luk kesiminin milli gelirden aldığı pay Avrupa Birliği ülkelerinde yüzde 37, Çin’de yüzde 41, ABD ve Kanada’da yüzde 47, Brezilya’da yüzde 55, Ortadoğu ülkelerinde ise yüzde 61’e ulaşıyor. 
Dünyada en yüksek gelirli yüzde 1’lik nüfusun milli gelirden aldığı payın ortalaması yüzde 27; buna karşın aşağıda kalan yüzde 50’lik nüfusun aldığı pay ortalama sadece yüzde 12. Avrupa’da bu oranlar sırasıyla yüzde 18 ve yüzde 14.
‘Oxfam’ın çalışmaları da, 2016 itibarıyla yaratılan servetin yüzde 82’sine dünyanın en zengin yüzde 1’lik nüfusu tarafından el konulduğunu belgeliyor. Gelirin eşitsizliği, fırsat eşitsizliği ile paralel gidiyor. 
ABD’de en zengin yüzde 1’in elde ettiği gelir Büyük Buhran diye anılan 1930’lar öncesinden bu yana en yüksek ivmesini yaşamakta. Kabaca 14 bin aile (nüfusun binde biri!) Amerikan gelirinin yüzde 22.2’sine sahipken nüfusun yarısı gelirin sadece yüzde 3’ünü kazanabilmekte.[47]
Ayrıca ‘Forbes’un zenginler listesindeki 400 kişinin varlığı ABD’nin yüzde 64’ünün varlığından fazla. Bu servetin yarısı 45 kişiye ait. BM’ye göre ABD’de 40 milyon kişi yoksulluk, 18.25 milyon kişi aşırı yoksulluk içinde. Yoksulluk ve eşitsizlik derinleşiyor
Ekim 2018 tarihli rapora göre, ABD’de, üç ailenin (Waltons, Kochs ve Mars) sahip olduğu 348.7 milyarlık toplam servet, ortalama bir ABD’li ailenin yıllık gelirinin dört milyon katı ediyor. Bu üç ailenin 1982 yılından bu yana servetini yüzde 6 bin artırdığı belirtiliyor. Üç zengin; Jeff Bezos, Bill Gates ve Warren Buffett’in servetleri ülkenin yarısının sahip olduğu varlıktan daha fazla.
‘Forbes’in zenginler listesindeki 400 kişinin varlığı, 2.89 trilyon dolar ederken, bu varlık ABD’nin yüzde 64’ünün varlığından fazla. Bu servetin yarısı 45 kişiye ait. ABD’de ortalama bir hane halkı toplam 80 bin dolara sahipken, ABD’nin en zengin kişisi Jeff Bezos’un elinde toplanan paranın bu meblağın 2 milyon katı olduğu ifade ediliyor. Rapora göre, Bezos’un sahip olduğu servete, asgari ücretli bir Amazon çalışanının ulaşması için 2.5 milyon yıl çalışması gerekiyor. Bu makasın bu denli açılmasının en önemli nedenlerinden biri de ülkedeki vergi düzenlemelerindeki eşitsizlik. Vergi kesintiler sürekli bir şekilde zenginlerin lehine işliyor.
BM rakamlarına göre ABD’de 40 milyon kişi yoksulluk, 18.25 milyon kişi aşırı yoksulluk içinde yaşıyorken;[48] ‘Oxfam’a göre dünyadaki en zengin 85 kişinin toplam malvarlığıyla en yoksul 3.5 milyar insanın toplam malvarlığı birbirine eşit.[49]
Daha önce 62 kişinin dünyanın yarısının servetini elinde tuttuğunu açıklayan ‘Oxfam’, 8 milyarderin elindeki servetin, 3.6 milyar insanın servetinden daha fazlayken;[50] dünyanın en varlıklı yüzde 1’lik kesiminin 2017’deki küresel servetin yüzde 82’sine sahip olduğunu, ancak nüfusun en yoksul yüzde 50’sini oluşturan 3.7 milyar kişinin ise bu pastadan hiçbir pay alamadığına dikkat çekti.[51]
Eduardo Galeano’nun, “Oysaki bizim tek bilmek istediğimiz yoksulların neden yoksul oldukları. Sakın onların açlığı bizi doyuruyor ve çıplaklığı bizi giydiriyor olmasın?”[52] vurgusundaki üzere, tüm bunları ilk getirisi sürdürülemez yoksullukta ifadesini buluyor…
“Nasıl” mı?
Dünyada 821 milyon kişi yani yeryüzünde yaşayan her 9 kişiden birisi açlık sıkıntısı çekiyor. Yeryüzünde açlıktan her 5 ila 10 saniyede bir çocuk açlıktan ölüyorken; dünyada 5 yaş altı 155 milyon çocuk kronik biçimde kötü besleniyor. Ayrıca 600 milyon kişi fazla yemekten aşırı şişmanlık sorunu çekerken, gizli açlık çeken insan sayısı ise 2 milyar civarında.[53]
BM 2018’de 136 milyon kişinin yardıma muhtaç olacağını söyleyerek 22.5 milyon dolarlık insani yardım çağrısı yaparken;[54] Yemen’de ülke nüfusunun yüzde 75’i yani 22 milyondan fazlası yardıma ve korumaya ihtiyaç duyuyor. Ayrıca ülkede 13 milyon insan açlık krizi ile karşı karşıya.[55]
Ayrıca BM Gıda ve Tarım Örgütü (FAO) açlık oranı düşse dahi, 2030’da dünyada 650 milyon insanın ya da başka bir deyişle dünya nüfusunun yüzde 8’inden fazlasının besin bulamaz hâle geleceği öngörüsünü dillendiriyor.[56]
Dahası da var!
BM, 2017’de her 5 saniyede 15 yaş altı bir çocuğun önlenebilir hastalıklar nedeniyle öldüğünü açıklarken;[57] her dört çocuktan biri çatışma ve afet koşullarında yaşıyor[58] ve Afrika’da 58 buçuk milyon çocuk kronik beslenme yetersizliği içinde.[59]
2017’de silahlı çatışmalarda en az 10 bin çocuğun öldürüldüğünü ya da sakat kaldığını açıklayan BM, çocuklara karşı işlenen 21 bin dolayındaki suç arasında, cinsel şiddet, okul ve hastane saldırıları ile çocukların asker olarak kullanılmasının bulunduğuna işaret ediyor.[60]
UNICEF de, her iki çocuktan birinin şiddete maruz kaldığına dikkat çekerken; BM raporuna göre, Suriye’de yaşanan savaşta beş yılda çocuklara yönelik 12 bin 500 ihlâl yaşandı.[61]
Özetle sürdürülemez kapitalizmin yerküresinde günde ortalama 19 bin çocuk önlenebilir nedenlerden ötürü hayatını kaybediyor
Her 15 saniyede bir çocuk beslenemediği için ölüyor.
Her gün 1.800 çocuk, su, sanitasyon veya hijyen kaynaklı ishalli hastalıklar yüzünden ölüyor.
Her gün 5 yaşından küçük tahminen 2 bin çocuk ishalli hastalıklar yüzünden ölüyor.
700 milyondan fazla kadın çocuk yaşta evlendiriliyor.[62]
Ve nihayet yerküre sürdürülemez kapitalist vahşet kareleriyle malûl bir cehenneme dönüşüyor!
Mesela; Sri Lanka’da on binden fazla bebek satılıyor![63]
Mesela; ABD’de yoksul insanlar, ölen yakınlarının bedenini cenaze masrafı karşılığında satışa çıkarıyor. Durum, vücut tüccarları ve cenaze evleri için yeni gelir kaynağı. Reuters’a göre, ABD’de ciddi bir ceset piyasası oluşmaya başladı. Ülkede kadavra ticareti yapan birçok şirket ortaya çıktı. 2011-2015 yıllarında New York, Virginia, Oklahoma ve Florida eyaletinde özel şirketlere 50 bin vücut bağışı yapıldı ve şirketler 182 binden fazla organ satışı yaptı. Yalnız Southern Nevada şirketi bu işten üç yılda 12.5 milyon dolar kazandı![64]
Mesela; Hindistan’da, tedarikçilerin paralarını alamadıkları gerekçesiyle siparişleri teslim etmediği Baba Raghav Das Tıp Fakültesi Hastanesi’nde, oksijen ünitelerine bağlı 85 çocuk, boğularak hayatını kaybetti![65]
Mesela; ‘Dünya Sağlık Örgütü’ (WHO) ile ‘Dünya Bankası’nın 15 Aralık 2017 tarihli raporuna göre, dünyanın yarısından çoğu sağlık hizmeti alamıyor. Dünya genelinde 800 milyon kişinin toplam gelirlerinin en az yüzde 10’unu sağlık hizmetlerine harcamak zorunda kalırken; bu kişilerden 100 milyon kadarının sağlık harcamalarından kaynaklı borçlanma yüzünden aşırı derecede yoksullaşarak günde 1.9 dolardan az miktarda parayla geçinmek zorunda kalıyor![66]
Mesela; Almanya’da evsizlerin sayısı hızla artıyor. 2018’in ekim ayından sonra soğuk nedeniyle dokuz kişinin hayatını kaybettiği açıklandı. ‘Evsizlere Yardım Çalışma Birliği’ (BAGW), Almanya’da evsiz sayısının ilk kez bir milyonu geçmiş olabileceğine dikkat çekiyor. Birlik, 2017’de evsizlerin yaklaşık 860 bin olarak açıklamış, bunların 52 binin sokakta yaşadığı kaydedilmişti. Ayrıca Almanya’da 1991’den beri 300 kişi donarak öldü![67]
Mesela; Danimarka, sığınma talebi reddedilen ve ülkelerine geri gönderilemeyen göçmenleri ıssız Lindholm Adası’na gönderme kararı aldı. 7 hektarlık adaya gidecek göçmenlerin burada açılacak ‘Geri Gönderim Merkezi’nde tutulacak. Göçmenleri ıssız adaya gönderme kararı, hükümet ortakları ve hükümeti dışarıdan destekleyen aşırı sağcı Danimarka Halk Partisi tarafından alındı![68]
Mesela; Yunanistan eski Dışişleri Bakanı Nikos Kocias, Avrupa’da, on binden fazla mülteci çocuğun organ mafyasına teslim edildiğini açıkladı; oysa 10 bin çocuğun buzdağının sadece görünen yüzü olduğu bu rakamın 50 bine yakın olduğu tahmin ediliyor![69]
Mesela; Dünya Bankası’na göre, dünyada 1.1 milyardan fazla insanın herhangi bir kimlik belgesi yok![70]

II.2) ULUSLARARASI KAOS

Böylesi bir yıkımın orta yerinde, “Tarih hep aynıdır, yalnız hep farklı./ Schichte ist immer dasselbe, nur immer anders,” diyen Arthur Schopenhauer’ın sözlerini anımsamamak mümkün mü?
Hatırlayın çok önceleri “Emperyalist savaşlar, yani dünya egemenliği uğruna, banka sermayesi için pazarlar uğruna, küçük ve zayıf milliyetlerin boğazlanması uğruna savaşlar bu durumda kaçınılmazdır.”[71] “Emperyalizm çağı bugünkü savaşı emperyalist bir savaş yapmıştır, (sosyalizm gelmediği sürece) kaçınılmaz olarak yeni emperyalist savaşlar üretecektir,”[72] diyen V. İ. Lenin’in işaret ettiği tarihin benzeri, farklılığıyla yaşanmıyor mu?
Bugün “Ticaret Savaşı” dedikleri, geleceğe ilişkin bir işaret fişeği…
Mesela Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin, “Küresel ekonomi, bir sarmal gibi büyüyen korumacı önlemler nedeniyle yıkıcı bir krizin içerisine düşebilir,” vurgusuyla taraflar arasında yaşanacak güven kaybının, büyük değişikliklerin yaratacağı “türbülansa” dönüşebileceği uyarısının altını çizerek, “Bu unsurlar, dünyanın daha önce görmediği bir sistematik krize dönüşebilir,”[73] diyor.
Evet, bir zamanlar “asla olmaz” denen şeyler oluyor![74]
Mesela yıllarca “geri döndürülemez, önünde durulamaz” bir küreselleşme sürecinde yaşadığımız anlatıldı. Küreselleşme sürecinde, “devletler ekonomiye müdahale gücünü kaybediyordu”. Mali krizden sonra sermaye hareketlerinde merkeze dönüş yaşanınca, dünya ticareti gerileyince, “küreselleşmenin” geri çevrilebileceğine ilişkin korkuları duyar olduk.
79.8 triyon dolarlık dünya ekonomisinde, bu ekonominin yarısı (39.6 triyon dolar) büyüklüğünde bir bölgede, devletlerin, “küreselleşmiş” olduğumuzu unutup(!) ticaret savaşları başlattığını gördük.
Tüm bu “saçmalıklara” (küreselleşme engellenemez de dahil) karşın tanık olduğumuz manzara aslında bir kapitalizm klasiği. Kapitalizmin krizinden söz ederken Marksist ekonomistler sık sık “aşırı üretim” olgusuna dikkat çekerler. Piyasa ekonomistleri için “aşırı üretim” anlaşılamaz bir kavramdır: Malum “her arz talebini bulur, sonunda piyasalar dengelenir”…
Bu ticaret savaşlarının arkasında, kapitalizmin yapısal krizinin bir dışavurumu olan aşırı üretim/ kapasite fazlası sorununun artık, finansal araçlarla, neo-liberal önlemlerle, ötelenemez düzeyde ağırlaşmış olması var.
Bu kapasite fazlası, buna eşlik eden borç yükü tasfiye edilmeden kapitalizm bu krizden çıkamaz. Ancak hiçbir ülke, özellikle büyük güçler, bu tasfiye sürecinin toplumda yaratacağı yıkımın getireceği siyasi sorunları üstlenmek istemez; kendi ülkelerindeki kapasiteyi ve istihdamı korumaya, tasfiye ve yıkımı ihraç etmeye çalışır. Bu eğilim, kısa sürede, siyasi kamplaşmalara, askeri karşılaşmalara yol açar. “Bir daha asla olmaz” denen karanlık işler, önce milliyetçilik,[75] ırkçılık gibi toplumsal hastalıklarla, “demokrasi artık işlemiyor” gibi yakınmalarla, sonra savaşlarla yine dünyanın gündemine oturur.[76]
Kolay mı? NATO Genel Sekreteri Jens Stoltenberg, dünyanın 30 yıldır olmadığı kadar tehlikeli bir noktada olduğu vurgusuyla, “İstikrarsızlıklar var” diyerek eklediği üzere; “Daha tehlikeli bir dünyada yaşıyoruz.”[77]
Bu bağlamda “Yaşadığımız süreç iki dünya savaşı arası döneme çok benziyor” diyen Fransa Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron’un, milliyetçilik duygusunun Avrupa’yı 1930’lu yıllara götüreceğini ifadesi karşılıksız değildir.
Milliyetçilik hareketlerini cüzzam hastalığına benzetip, “Şu anda yaşadığımız sürecin iki dünya savaşı arası döneme çok benzemesi beni adeta beynimden vuruyor,” diyen Macron, Polonya ve Macaristan’da yükselen aşırı sağcı hükümetlerin Brüksel ile çarpıştığını ve İtalya’da da benzer popülist siyasi eğilimlerin güç kazandığının altını çizerek ekliyor:[78]
“Korkularla, milliyetçi savlarla ve ekonomik krizin sonuçlarıyla bölünmüş bir Avrupa’da, Birinci Dünya Savaşı’ndan 1929 krizine dek Avrupa’nın hayatına egemen olan neredeyse her şeyin yöntemsel olarak yeniden telaffuz edildiğini görüyoruz.”[79]
Dedim ya dünya hızla değişiyor. Geçmişin güç dengeleri yok karşımızda. Geleceğin ne olacağını da bilmiyoruz. XIX. yüzyıl sonundaki güç dengelerine benzer sert ve tehlikeli bir dünya tablosu çıkacak...
Çünkü “Kapitalist dünya ekonomisinde ve devletlerarası ilişkilerde hegemonya merkezinin sorun çözme, güvenlik sağlama kapasitesi geriledikçe düzen dağılmaya, devletler kendi başlarının çaresine bakmaya, milliyetçi, ırkçı emperyalist ideolojiler, liderler yükselmeye, entropi (istikrarsızlık-karmaşıklaşma) artmaya başlar.
II. Dünya Savaşı sonrası dönemin hegemonya merkezi, ABD’nin, kapitalizmin yapısal krizi içinde başlayan gerileme sürecine uyum sağlamakta zorlanması, süreci şiddete dayanarak geri çevirme çabaları dağılmayı ve entropiyi hızlandırıyor.”[80]
Bu tabloda III. Büyük Bunalımı ile “Yeni Dünya Düzen(sizliğ)i” (“YDD”) çözülüp; yerküre bir uçurumun kenarına gelirken; “Zamanın Ruhu” üç vektörün bileşkesinde şekilleniyor.
Birinci vektör ekonomik: Mali krizle birlikte yerleşen düşük büyüme- “seküler durgunluk” aşılamıyor. Bu düşük büyüme bile, ancak yüksek borçlanma oranları korunarak, hatta artırılarak sürdürülebiliyor. Yeni bir mali kriz olasılığı gündemde. Merkez ülkelerde, çalışanların refah düzeyinde bir iyileşme görülemiyor. İkinci vektör jeopolitik: Büyük güçler arası emperyalist rekabet tek kutuplu dünyadan üç kutuplu dünyaya doğru hızla ilerliyor. Üçüncü vektör: Birçok ülkede birden faşizm yükseliyor…
Giderek, savaş hâliyle olağan hâl arasındaki sınır bulanıklaşıyor, “hybrid” (melez) savaşlar denen bir model gelişiyor… Bu sırada yükselen faşizm, geleceğin olası savaşlarında ölmeye ve öldürmeye uygun insan tipini şimdiden yetiştirmeye başlıyor. Zamanın yeni ruhu şekillendikçe karanlıklaşıyor...[81]
Bu dizaynda bir an anımsamak bile yeter de artar!
II. Dünya Savaşı adıyla anılan, gerçek karakterini ise dünyanın yeniden paylaşımı olarak adlandırıldığında kavrayabileceğimiz felaketin üzerinden 70 küsur yıl geçti. Birincisi ile ikincisi arasındaki süre çok daha kısadır, yaklaşık 20 yıl. Üçüncüsü kapıda mı?
Aradan geçen sürede paylaşımı amaçlayan nokta atışlı, bölgesel savaşlar belirleyici oldu. Kimi zaman dengeler nedeniyle, sessizleşsen, vesayet savaşlarıyla süren, Varşova Paktı’nın dağılmasından sonra hızlanan paylaşım savaşları özellikle Ortadoğu’da yeraltı zenginliklerine sahip ülkelerde yoğunlaştı.
Şimdi “yenisinin zamanıdır” diyorlar. Bu kez kapitalizmin büyük krizinin, yapısal iflas döneminin böyle bir büyük savaşı tetikleyeceğini söyleyenler de var. Avrupa ülkelerindeki faşist neo-nazi örgütlenmelerin kitle tabanı edinmesinin bu türden bir felaketin işareti olduğu da yazılıp çiziliyor.
Bu senaryolar ya da öngörüler gerçeği yansıtıyor mu? Uluslararası düzeyde gerginliğin arttığı bir gerçek. En büyük, en modern silahlı gücün dünyanın her yerinde varlığını, etkisini artırmak için hareketlendiği de bir gerçek. ABD’de her zaman devleti yönetmiş Dışişleri-Pentagon ikilisinin bu kez bir tüccarın yönetiminde paylaşım savaşı için hazırlandığını söylemek mümkün.
Ticaret savaşları açıkça ilan edildi, sertleşme eğilimi gösteriyor. Emperyalist ülkeler arasındaki olası bir çatışma Ortadoğu üzerinde bir türlü dağılmayan kara bulutları yoğunlaştırabilir, yıldırımlar bölgenin üzerine yağabilir, bölge ülkeleri arasında savaşlar yoğunlaşabilir, emperyalist ülkelerin de sıcak savaşa gireceği bir süreç başlayabilir.
Savaşın öncülerinin nükleer güce sahip ABD, Çin, Rusya olacağını öngörmek zor değil. Avrupa ülkelerinin de dışında kalamayacağı bir süreçtir bu. İşaretler, belirtiler, açıklanan niyetler, hazırlıklar olabileceğini gösteriyor. En önemli belirti ise uluslararası ölçekte kapitalizmin çözümsüz yapısal bir krizi içine girmiş olmasıdır.
Kapitalizm iflas etti. Gelişmeleri yönetebilecek sosyal, politik, ekonomik üstünlüğü yitirdi. Kendi çevriminde kendisini yeniden üretemiyor. Gelişmenin dinamikleri kapitalist devletleri, politik yapıları sıkıştırıyor. Öte yandan sermayenin küreselliği karşıt bir süreci tetikledi. Bu iddiayı Samir Amin’in bir teziyle bağlayarak tartışmakta yarar var.
Samir Amin değer yasasının küreselleştiği tezinden yola çıkarak, kapitalist toplumda emek sermaye çelişkisinin çerçevesini genişleterek yorumlamanın mümkün olduğunu savunuyor. “Bu yolla kapitalizmin sınırlı rasyonalitesine parmak basmış ve insanın kurtuluşundan ayrı düşünülemeyecek daha yüksek rasyonellikle çatışmasına dikkat çekmiş oluruz” diyor. Bu soyutlamanın sonucunda vardığı nokta, “kapitalizmin ötesindeki geleceğin inşa edilmeyi” beklediğidir.
Samir Amin bu tahlilini şu önemli çağrıyla tamamlıyor: “Bu düzlemde olduğu kadar başka düzlemlerde de, yaratıcı ütopya hayal gücüne, kurtuluş alternatifinin inşası yönünde önerilerde bulunmayı ve hareket etmeyi olanaklı kılan bir soluklanma alanı açmanın yararı var.”[82]
Sorun iflas hâlindeki kapitalizmin kurtuluşu büyük bir savaşta ya da savaşlar dizisinde araması hâlinde insanlığın ve onun kurtuluş kapısını açacak olan sömürülen halk sınıflarının ne yapacağındadır.[83]

III) KRİZİN TÜRK(İYE) EKONOMİSİ

Durgunluk içinde enflasyon (yani stagflasyon) hâlini yaşayan krizin Türk(iye) ekonomisi derin bir alt üst oluştan geçiyor.[84]
Aşağıdan yukarıya tüm kesimlerin (kendince) etkilendiği bu krizde halkın yüzde 90’a yakını tasarruf yapamadığını belirtirken, hane halklarının yüzde 60’ı giderinin gelirinden fazla olması hâlinde yakınlarından borç alıyor.[85]
“Türkiye ‘otoriterleştikçe fakirleşen’ ülkeler liginde,” diye tanımlanırken;[86] 2016’da 29.9 milyar lira açık veren bütçe, 2017’de de dikiş tutmadı; vergi gelirlerindeki dikkate değer artışa rağmen açık, 47.4 milyar düzeyinde.[87]
‘Moody’s, ülkenin 2017 cari açığının, “52 yıllık açığına bedel” olduğu kaydedilip”; Türkiye’nin gelişmekte olan ekonomiler arasında en yüksek cari açığa sahip ülke olduğunu belirtirken;[88] 2016’da 32.6 milyar dolar olan cari açık, yüzde 44.5 artışla 47.1 milyar dolara çıktı.[89]
Üst kattakileri de sarıp sarmalayan kriz ile 6 bin milyoner göçü veren Türkiye milyoner göçü sıralamasında üçüncü sırada yer aldı.[90] 3 yılda Türkiye’den yurtdışına göçen milyoner Türkiyeli sayısı 13 bin gibi rekor bir seviyeye ulaştı.[91] ‘The New York Times’, rekor rakamlara ulaşan “Türkiye’den yurt dışına göç” konusu ile ilgili haberinde, göçün başlıca nedenleri için “kayırmacılık ve artan otoriterleşmeyi” gösterirken; “Ülker de hisseleri Türk mahkemelerinin ulaşamayacağı bir yere taşıdı.”[92]
Giderek giriftleşen; daha doğrusu bir labirentte “yol alan” Türk(iye) ekonomisinde ‘Bankalararası Kart Merkezi’nin (BKM) Ağustos 2017 verilerine göre, 61 milyonu kredi kartı olmak üzere 126 milyon kart kullanılırken;[93] bankalara kredi borcu olan kişi sayısı 30.9 milyondur.[94]
‘Türkiye Bankalar Birliği (TBB) Risk Merkezi’ne göre, ülkede yurttaşın ferdi kredi borcu 555 milyar liraya çıktı. Kişi başına ortalama borç 17 bin 988 lira oldu. Ekim 2018 itibarıyla Türkiye’de 30 milyon 872 bin kişinin, kredi kartı dahil 555.3 milyar lira bireysel kredi borcu bulunuyor. Borçlu sayısı 2017’nin aynı ayına göre 1 milyon 393 bin kişi, Eylül 2018’e göre de 32 bin kişi arttı.[95]
Hem yeni alınan, hem de batık işletmeleri kurtarmak için yeniden yapılandırılan kredilerin tutarında büyük artış var. 2017’nin ilk üç ayında bankaların verdiği kredi tutarı, 2016’ya göre 55 milyar TL artışla 175 milyar dolara dayandı.[96]
TBB verilerine göre 2017 Ocak’ında “batık” olarak adlandırılan tasfiye olunacak alacaklar, Ocak 2016’ya göre yüzde 30 artarak 69 milyar lira oldu. Bireysel kredilerde tahsili gecikmiş alacak tutarı ise bir yılda yüzde 22 arttı.[97]
Türkiye’nin net dış borç stoku Haziran 2017 sonu itibariyle 432.4 milyar dolardır; borcun milli gelire oranı yüzde 51.8’e ulaştı.[98]
Kamu bankalarının dış borcu 7 yılda yüzde 250 artarak 35 milyar doları aştı.[99]
Özel sektörün ticari krediler hariç kısa ve uzun vadeli kredi borcu toplam 227.2 milyar dolara ulaştı.[100]
30 Haziran 2017 itibariyle Türkiye’nin brüt dış borç stoku 432.4 milyar dolara çıkmış durumda ki, bu, milli gelirin yarısından fazlasına tekabül ediyor ve bu durum 2003’ten beri ilk kez gerçekleşiyor. Üstelik 2003’te toplam dış borç 135 milyar dolarken; şimdi 432 milyar dolarlık bir tutar söz konusu.[101]
Türkiye’nin toplam dış borcu, Eylül 2017 itibarıyla 453.2 milyar doları aştı. Bunun 136.2 milyarı doları (yüzde 29) kamuya ait. 316.4 milyar doları (yüzde 70) özel sektörün borcu. Toplam dış borcun milli gelire oranı ise yüzde 53.3 ile 2001 krizindeki seviyelere yaklaştı. Türkiye’nin iç ve dış toplam borçları ise 3 trilyon 604 milyar liraya ulaşarak milli geliri aşmış durumda.[102]
Ayrıca borç batağında yüzen, işini döndüremeyen binlerce esnaf ve sanatkâr iflas bayrağını çekti. 2017’nin ilk 4 ayında 37 bin 743 esnaf kapısına kilit vurdu. 2016’nın aynı dönemine göre kapısına kilit vuran esnaf sayısında 1144 adetlik yani yüzde 3.1’lik artış söz konusu.[103]
‘Türkiye Esnaf ve Sanatkârları Konfederasyonu’na göre, 2018’in ilk iki ayında 20 bin 308 esnaf iflas bayrağını çekerken, 2017’nin aynı döneminde bu sayı 19 bin 859 idi. 2014’ten 2018’e batan esnaf sayısı ise 430 bin 275 oldu.[104]
Bu hâl; eşitsizliği derinleştirerek yaygınlaştırdı…

III.1) EŞİTSİZLİK

‘Dünya Eşitsizlik Raporu 2018’e göre Türkiye’de gelir adaletsizliğinde 2007’nin bir kırılma noktası olduğu görülmektedir. Bu tarihten itibaren en zengin yüzde 1’in vergi öncesi gelirdeki payının yükselişe geçerek 2016’da yüzde 23.4’e ulaştığı, yoksul yüzde 50’lik dilimin gelirdeki payının ise düşerek yüzde 14.6’da kaldığı görülmektedir.[105]
Türkiye’de yoksulla zengin arasındaki makas açılıyor. Toplumun en zengin yüzde 20’sinin gelirinin, en yoksul yüzde 20’sinin gelirine oranı 7.6’dan 7.7’ye çıktı. Nüfusun yüzde 33’ü finansal sıkıntı yaşıyor, 10 kişiden dördü et, tavuk içeren yemek masrafını karşılayamıyor.
En yüksek gelire sahip yüzde 20’lik grubun toplam gelirden aldığı pay bir 2016’da göre 0.7 puan artarak yüzde 47.2, en düşük gelire sahip yüzde 20’lik grubun aldığı pay 0.1 puan artarak yüzde 6.2 oldu. Toplumun en zengin yüzde 20’sinin gelirinin, en yoksul yüzde 20’sinin gelirine oranı 7.6’dan 7.7’ye çıktı.[106]
TÜİK’in verilerine göre en zengin yüzde 20’lik kesimle en yoksul yüzde 20’lik kesim arasındaki farkın 8.2 kata ulaştığı İstanbul, gelir uçurumunun zirvesinde.
TÜİK verilerine göre, Türkiye’deki 2017’de en zengin yüzde 20’lik grubun geliri en yoksul yüzde 20’lik grubun gelirinin 7.5 katı oldu. Bu oranın en yüksek olduğu bölgeler; 8.2 ile İstanbul, 7.1 ile Adana, Mersin, 6.8 ile İzmir oldu. En çok yoksul ise Adana ve Mersin’de yüzde 19.9, Antalya’da yüzde 19.7, Isparta ve Burdur’da Yüzde 18.8.[107]
Yoksullukla iç içe ve eş zamanlı kesitte derinleşen zenginliğe gelince: Hesabında 1 milyon lira veya üzeri parası olan mudi sayısı, 2018’in Mart sonu itibarıyla 2017’ye göre 7 bin 9 kişi artarak 145 bin 989’a yükseldi.
‘Bankacılık Düzenleme ve Denetleme Kurumu’na (BDDK) göre, 2017’nin sonuna göre 7 bin 9 kişi artan milyonerlerin toplam mevduatı 954 milyar 294 milyon liraya çıktı. 2017 sonunda milyonerlerin toplam mevduatı 909 milyar 979 milyon lira seviyesinde bulunuyordu. Milyoner başına düşen ortalama mevduat da 6 milyon 537 bin lira olarak hesaplandı.
Yurt içinde yerleşik milyonerlerin sayısı yılın ilk çeyreğinde 2017’ye kıyasla 5 bin 728 kişi artarak 132 bin 697’ye ulaşırken, toplam mevduatları da 868 milyar 425 milyon lira olurken; ekonomik durumu iyi olmayan ve GSS borcunu ödeyemeyen muhtaç yurttaş sayısının 14.4 milyona ulaştığı görüldü.[108]
Kolay mı?
‘Fortune 500 Türkiye’ listesindeki şirketlerin net kârlarını 2017’de, 2016’ya göre yüzde 52.28 artırdığı…[109]
Bankacılık sektörünün 2017’de net kârının 2016’ya göre 11.6 milyar TL artarak 49.1 milyar TL olduğu...[110]
Denizbank’ın 2017’de net kârını yüzde 36 yükselterek 1 milyar 902 milyon TL’ye çıkardığı…[111]
TEB’in 2017’de net kârını 1 milyar 68 milyon TL’ye yükselttiği…[112]
Yapı Kredi’nin 2016’ya göre 2017’de net kârını yüzde 33 artırdığı ve 3.6 milyara çıkardığı…[113]
İş Bankası’nın 2018’in 3. çeyreğinde 1.24 milyar lira net kâr elde edip; ilk 9 ayındaki toplam net kârını ise 4.57 milyar liraya ulaştırdığı…[114]
Ülker’in, 2018’in üçüncü çeyreğinde 221.9 milyon lira net kâr açıkladığı…[115] Vb’leri, vb’lerinin tablosundan söz ediyoruz!

‘FORBES’ LİSTESİNDEKİ “EN ZENGİN 100 TÜRK”[116]
Murat Ülker
Yıldız Holding
4 milyar 800 milyon dolar
Erman Ilıcak
Rönesans Holding
4 milyar dolar
Hüsnü Özyeğin
Fiba Holding
2 milyar 900 milyon dolar
Osman Kibar
Samumed
2 milyar 800 milyon dolar
Mustafa Küçük
LC Waikiki
2 milyar 300 milyon dolar
Semahat Arsel
Koç Holding
2 milyar 600 milyon dolar
Rahmi Koç
Koç Holding
2 milyar 500 milyon dolar
Şarık Tara
Enka İnşaat
2 milyar 500 milyon dolar
Ferit Şahenk
Doğuş Holding
2 milyar 400 milyon dolar
Filiz Şahenk
Doğuş Holding
2 milyar 300 milyon dolar
Suna Kıraç
Koç Holding
2 milyar 200 milyon dolar
Suat Günsel
Yakın Doğu Üniversitesi
1 milyar 900 milyon dolar
Hamdi Ulukaya
Chobani Yoğurt
1 milyar 800 milyon dolar
Mehmet Nazif Günal
MNG Holding
1 milyar 700 milyon dolar
Nihat Özdemir
Limak Holding
1 milyar 700 milyon dolar
Sezai Bacaksız
Limak Holding
1 milyar 700 milyon dolar
Şefik Yılmaz Dizdar
LC Waikiki
1 milyar 700 milyon dolar
Ahmet Çalık
Çalık Holding
1 milyar 600 milyon dolar
Melih Abdulhayoğlu
Comodo Group
1 milyar 600 milyon dolar
Turgay Ciner
Park Holding
1 milyar 600 milyon dolar
Eren Özmen
SNC
1 milyar 500 milyon dolar
Faruk Eczacıbaşı
Eczacıbaşı Holding
1 milyar 500 milyon dolar
Fatih Özmen
SNC
1 milyar 500 milyon dolar
Ahmet Nazif Zorlu
Zorlu Holding
1 milyar 400 milyon dolar
Fuat Tosyalı
Tosyalı Holding
1 milyar 400 milyon dolar
Mehmet Hattat
Hattat Holding
1 milyar 400 milyon dolar
Ayhan Tosyalı
Tosyalı Holding
1 milyar 300 milyon dolar
Deniz Şahenk
Doğuş Holding
1 milyar 300 milyon dolar
Erol Tabancı
Polimeks Holding
1 milyar 300 milyon dolar
Fatih Tosyalı
Tosyalı Holding
1 milyar 300 milyon dolar
Mustafa Latif Topbaş
BİM
1 milyar 200 milyon dolar
Sinan Tara
Enka İnşaat
1 milyar 200 milyon dolar
Ali Ağaoğlu
Ağaoğlu İnşaat
1 milyar 100 milyon dolar
Fatma Tuba Yazıcı
Diler Holding
1 milyar 100 milyon dolar
Hamdi Akın
Akfen Holding
1 milyar 100 milyon dolar
Mehmet Ali Aydınlar
Acıbadem Sağlık Grubu
1 milyar 100 milyon dolar
Mehmet Rüştü Başaran
Habaş
1 milyar 100 milyon dolar
Murat Vargı
MV Holding
1 milyar 100 milyon dolar
Olgun Zorlu
Zorlu Holding
1 milyar 100 milyon dolar
Mustafa Koç Varisleri
Koç Holding
975 milyon dolar
Ünal Aysal
Unit Investment
925 milyon dolar
Lucien Arkas
Arkas Holding
900 milyon dolar
Şevket Sabancı
Esas Holding
900 milyon dolar
Ali Koç
Koç Holding
850 milyon dolar
Erdoğan Demirören
Demirören Holding
850 milyon dolar
Hasan Çolakoğlu
Çolakoğlu Metalurji
850 milyon dolar
Suzan Sabancı Dinçer
Sabancı Holding
850 milyon dolar
Aydın Doğan
Doğan Holding
825 milyon dolar
Ömer Koç
Koç Holding
825 milyon dolar
Ali Metin Kazancı
Kazancı Holding
800 milyon dolar
Ali Ülker
Yıldız Holding
800 milyon dolar
Bernard Arcas
Arkas Holding
800 milyon dolar
Claire Arcas
Arkas Holding
800 milyon dolar
Çiğdem Sabancı Bilen
Sabancı Holding
800 milyon dolar
Demet Sabancı Çetindoğan
Sabancı Holding
800 milyon dolar
Diane Arcas
Arkas Holding
800 milyon dolar
Serra Sabancı
Sabancı Holding
800 milyon dolar
Erol Çarmıklı
Nurol Holding
750 milyon dolar
Mehmet Oğuz Çarmıklı
Nurol Holding
750 milyon dolar
Nezih Barut
Abdi İbrahim İlaç
750 milyon dolar
Nurettin Çarmıklı
Nurol Holding
750 milyon dolar
Ahmet Özokur
Yıldız Holding
725 milyon dolar
Ahmet Afif Topbaş
BİM
700 milyon dolar
Ali Sabancı
Esas Holding
700 milyon dolar
Aziz Torun
Torunlar Grup
700 milyon dolar
Demir Sabancı
Sedes Holding
700 milyon dolar
Emine Sabancı Kamışlı
Esas Holding
700 milyon dolar
İpek Kıraç
Koç Holding
700 milyon dolar
İzak Şenbahar
Alexico Group
700 milyon dolar
Mehmet Torun
Torunlar Grup
700 milyon dolar
Ahmet Cengiz
Cengiz Holding
650 milyon dolar
Ekrem Cengiz
Cengiz Holding
650 milyon dolar
İbrahim Erdemoğlu
Erdemoğlu Holding
650 milyon dolar
Mehmet Cengiz
Cengiz Holding
650 milyon dolar
Ömer Sabancı
Sabancı Holding
650 milyon dolar
Şeref Cengiz
Cengiz Holding
650 milyon dolar
Vahap Küçük
LC Waikiki
650 milyon dolar
Vildan Gülçelik
Enka İnşaat
650 milyon dolar
Yalçın Sabancı
Yasa Holding
650 milyon dolar
Erdem Timur
Timur Gayrimenkul
550 milyon dolar

Ayrıca ‘Fortune 500 Türkiye 2017’ sıralamasında TÜPRAŞ 34.8 milyar lira net satış geliriyle listenin ilk sırasında, Enerji Piyasaları İşletme A.Ş. (EPİAŞ) 32.9 milyar lira net satışla ikinci, OMV Petrol Ofisi ise 30.7 milyar lira satış geliriyle üçüncü sırada yer alırken; ‘Fortune 500 Türkiye’ şirketlerinin net kârı yüzde 48.5 oranında artarak 42 milyar 548 milyon liraya yükseldi. Şirketlerin esas faaliyet kârı yüzde 30.24 oranında artışla 71 milyar 240 milyon liraya çıktı.[117]
Ve çok önemli bir şey daha: OHAL ilan edildiğinde Türkiye’deki milyoner sayısı 93 bin civarındaydı. OHAL’le sayıları yüzde 60 oranında arttı![118]

III.2) YOKSULLUK

Zenginliğin yarattığı yoksulluğa gelince: ‘Bloomberg Sefalet Endeksi’ne göre, Türkiye dünyanın en sefil ekonomilerinde 2018’de 2017’ye göre iki basamak daha kötüleşerek beşinci sıraya yükseldi.[119]
Türk-İş’in 2018’in Mart ayı raporuna göre, yoksulluk ve açlık sınırı artış gösterdi.[120]
İstanbul’da faturasını ödeyemeyen 580 bin evin suyu, 493 bin evin gazı kesildi.[121]
Türkiye’de 22 milyonu aşkın kişi yardımlarla ayakta. Geliri çok düşük olduğu için GSS primlerini ödeyemeyen, sağlık hizmetinden yararlanamayan 2016’da 6.6 milyon kişiye 7 milyar; 2017’de 6.7 milyon kişiye 7.7 milyar; 2018 Eylül’ünde 6.8 milyon kişiye 5.8 milyar TL GSS prim desteği verildi.[122]
Üretici ile market arasındaki fiyat makası her gün açılırken; tarladan sofraya lahananın fiyat farkı yüzde 390’a ulaşıyor.[123]
Evet krizin tırmandırdığı yoksulluğun yarıçapı genişleyen Türkiye’de, her üç emekliden birisi çalışıyor[124] ya da hayatta kalmak için “Ne iş olsa yaparım” diyerek iş arıyor.[125]
Türkiye’de milyonlarca emekli maaşları yetmediği için iş arıyor. İş arayan 45 yaş üstü kişilerin sayısı 2017’de 2016’nın ilk 6 ayına göre yüzde 52 artış gösterdi. Yaklaşık 9 milyon emeklinin bulunduğu Türkiye’de emeklilerin en çok aradığı pozisyonlar ise makam şoförü, muhasebe müdürü ve şoförlük. İş arayan emeklilerin yüzde 76’sı erkek, yüzde 24’ü ise kadın…
‘Türkiye Emekliler Derneği’ne göre, Türkiye’deki 8 milyon 77 bin 152 emekliden 1 milyon 801 bin 205’i çalışıyor, 3 milyon 301 bin 148 emekli ise iş arıyor. Türkiye İstatistik Kurumu (TÜİK) verilerine göre ise emekli olduğu için iş gücüne dahil olmayanların sayısı Ocak 2016’da 3 milyon 996 bin kişi iken; Ocak 2017’de 4 milyon 275 bin kişiye yükseldi.[126]
Devletin istatistiklerinde işsiz sayısı Mart 2016’ya göre Mart 2017’de, 619 bin kişi artarak, 3 milyon 642 bine çıktı. Gerekli yerlere başvurarak piyasada geçerli ücret karşılığında çalışmak isteyen her 100 kişiden 11.7’si işsizdir.[127]
TÜİK’in açıkladığı işgücü verilerine göre tarım dışı genç işsizlik yüzde 25’e kadar yükseldi. Genç kadınlarda ise bu oran yüzde 33.9’a kadar ulaşıyor.[128]
Türkiye İş Kurumu’na başvuran işsiz sayısı 4 milyona dayanırken;[129] ülke genelinde 15 ve daha yukarı yaştakilerde işsiz sayısı 2017’nin Şubat ortalaması itibarıyla 6 milyon 389 bine ulaştı.[130]
İşsiz sayısının 87 ülkenin her birinin nüfusunu geçtiği[131] Türkiye’de sürekli işsizlik üreten bir sistem var. 
Genç işsizlik yüzde 20 civarında. Yani beş gençten biri işsiz. 15-24 yaş arası her 100 gençten 23’ü, yaklaşık dört gençten biri, kayıp. Yani 2 milyon 738 bin genç ne işte, ne eğitimde, ne de askerde... Tarım dışı kadın işsizlik oranı yüzde 17’ye dayanmış vaziyette.[132]
Evet kriz derinleşirken işsizlik her geçen gün artıyor. Hükümet “kriz mriz yok” dese de; krizin üstüne örtemediği gibi yapılan zamlarla krizin faturasını halka kesiyor. Geçim sıkıntısı yaşayan yurttaşlar açlığını ve sesini duyurmak için ya kendini yakıyor ya da farklı şekilde intihar ediyor. Onlardan biri de İsmail Devrim. Kocaeli’de iki çocuk babası olan 45 yaşındaki İsmail Devrim, lise öğrencisi olan çocuğunun okul pantolonu olmadığı için sınıfa alınmamasının üzerine, yaşadığı geçim sıkıntısından dolayı intihar etti.
Geçinemeyen yurttaşlar sesini duyurmak için intihara kalkıştı.
21 Eylül 2018’de Urfa’da bir genç, ‘İşsizim ve açım’ diyerek kendisini ateşe vermişti. İstanbul’da da önceki gün işsiz bir genç vinçe tırmanarak intihar etmek istemişti.
Ankara’da Meclis Hastanesi önüne 12 Ocak 2018’de maddi sıkıntılar nedeniyle kendini ateşe veren 39 yaşındaki Sıtkı Aydın, “Geçinemiyorum” diyerek sesini duyurmaya çalışmıştı.
Balıkesir’de Muhterem Birgül isimli işsiz yurttaş, 29 Ocak 2018’de belediye önünde kendisini yakmıştı.
Denizli’de maddi sıkıntılar yaşayan Tolunay C. (24), 30 Ocak 2018’de ‘Buraya kadar’ yazılı not bırakmış ve kendini asarak intihar etmişti.
Sivas’ta 4 Şubat 2018’de maddi sıkıntılar çeken Mevlüt A. (38), bidonla taşıdığı benzini üstüne dökerek, kendini yakmak istemişti.
Antalya’da 10 Şubat 2018’de yüzde 40 engelli raporu olan M.N.Y. ekonomik sıkıntılarından dolayı kendini yakmak istemişti.
Bolu’da 2 Şubat 2018’de Nihat Yıldıran, “Açım aç” diye bağırdıktan sonra tepki olarak Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın posterini indirince, polisler tarafından gözaltına alınmıştı.[133]
Hurdacılık yaparak geçimini sağlayan Fırat Danışman biriken faturalarını ödeyemeyince elektriği kesildi. Danışman, evinin yanındaki direkten eve elektrik bağlamak isterken düşerek hayatını kaybetti. Cebinden sadece 1.5 lira çıktı.[134]
Evet, yoksulluk intiharları tetikliyor! Ankara da Bakanlık önünde kendisini yakan bir işçinin ardından Balıkesir’de Mustafa B. İsimli kişi, belediyenin iş vermediğini belirterek kendini yaktı.[135]
Ayrıca yasadışı olmasına rağmen internet ve sosyal medya taşıyıcı anne ilanlarıyla dolu. Yüzlerce kişi, taşıyıcı anne olmak veya taşıyıcı anne bulmak için ilan veriyor. Operasyon için Kıbrıs, Gürcistan, ABD tercih ediliyor, tarife ise 150-300 bin TL arasında değişiyor.[136]
Ve nihayet yılda yaklaşık 165 bin kişinin -sağlıksız ve stresli yaşamın tetiklediği- herhangi bir kanser türüne yakalandığı Türkiye’de[137] yaşlıların yüzde 62’si sosyal güvence yoksunuyken;[138] ülkede 14.4 milyon kişi en temel hak olan sağlığa ulaşamayacak kadar yoksullaştı.[139]

IV) TÜRK(İYE) İNSAN(SIZLIĞ)I

Türk(iye) insan(sızlığ)ı, buraya kadar izaha gayret ettiğimiz maddi zeminin ürünüyken; bu konudaki saptamaların kalkış noktası; “Kavramsal sistem yeterli sayıda deneyime dayanmadığı takdirde düşünce, boş konuşmaya dönüşür ve soyutlaşır,”[140] uyarısı olmalıdır.
O hâlde Türk(iye) insan(sızlığ)ına bu uyarıyı “es” geçmeden eleştirel yaklaşmalıyken; Zygmunt Baumann’ın, düşüncelerimizin, eylemlerimizi sonuçlarına bağlayan, sonuçları belirleyen koşulları kapsayacak kadar uzağa erişmediğini “Eleştirel olmaya meyilliyizdir, fakat bizim eleştirimiz, deyim yerindeyse ‘dişsiz’dir”[141] vurgusuyla anlattığı da anımsanmalıdır.
Gerçekten de düşünen ama sonuç alıcı girişimlerde bulunamayan, “sınırlı özgürlüklerle mutlu” insanlar olarak eğitilmiş, bu dar alanda dilsiz, kendine de ötekilere de ilgisiz, sunulan tüketim kalıbıyla mest olmuş kişilerdenseniz, eleştirinizin “dişleri sökülmüş” demektir. Oysa toplumun, siyasetin eleştirisi, mücadelenin olmazsa olmazı, gerçeği değiştirme isteği ve kararlılığıdır.
Türk(iye) insan(sızlığ)ı, işte tam da böylesi bir gerçeği değiştirme isteği ve kararlılığıyla (acımasızca) ele alınıp, irdelenmelidir.

IV.1) ÖNCELİKLE HÂL(İMİZ) VE GİDİŞAT(IMIZ)

O hâlde öncelikle, Antep’in İslahiye ilçesinde Suriyeli 9 aylık bebeğin tecavüze uğradığı[142] Türk(iye) coğrafyasındaki hâl(imiz) ve gidişat(ımız)dan başlayalım…
Şaka değil; gerçek: Çorum Ticaret İl Müdürü ve Tüketici Hakem Heyeti Başkanı Fikret Yıldırım, 2017’de Petshoptan alışveriş yapan bir kişinin satın aldığı köpekle ilgili olarak kendilerine şöyle bir şikâyette bulunduğunu söyledi:
“Başvuran bir kişi, ‘Köpeği alırken, ‘Apartmanda yaşıyorum, komşularımın da rahatsız olmasını istemiyorum. Havlamayan köpek istiyorum,’ dedim. Petshop da bana, ‘En uysalı şudur,’ diye köpeği verdi. Eve gidince köpek havlamaya başladı. Bana ayıplı ürün verdiler, havlıyor bu köpek. Ben havlamayan köpek istedim,’ dedi.”[143]
Şaka değil; Adana Merkez Sarıçam İlçesi’ndeki ilköğretim okulunda öğrenciler için dağıtılan sütlerin öğretmenler odasında bir tencereye doldurulup, yoğurt yapıldığı ortaya çıkan[144] Türk(iye) insan(sızlığ)ına mündemiç gerçek bu!
Durmadan “alan”, “isteyen” ve kendinden zayıfa, savunmasıza yönelik şiddet ve nefretin bir umursamazlığı…
Hızla sıralıyorum![145]
Bursa’da bir köpek, üzerine lastik tekerlek konulduktan sonra ateşe verilerek yakıldı.[146]
Sakarya Üniversitesi kampüsünde beslenen 5 yavru köpek, ölü bulunurken, 2 köpek ise veteriner kliniğine götürüldü. Karapürçek ilçesinde ise ayağında yara oluşan ve üzerine asit döküldüğü iddia edilen köpek, tedaviye alındı.[147]
Adana’da ormanlık alanda başı kesilerek öldürülen kedi yavrusu bulundu.[148]
Zonguldak’ın Ereğli İlçesi Gülüç Beldesi’nde dişi köpeğin cinsel organına sokulan havuç, veteriner hekim tarafından çıkarıldı.[149]
Ve yine benzer bağlamlı insanın insana ezası!
Adana’nın Yüreğir ilçesine bağlı Koza Mahâllesi’nde bir kişi, ayrı yaşadığı annesine gitmek için ağlayan 4 yaşındaki kızını darp ettikten sonra sokakta gördüğü presli çöp kamyonuna atarak öldürmek istedi.[150]
Diyarbakır Çocuk Hastalıkları Hastanesi’nde, tedavi gören 7 aylık İ.T., 23 Aralık 2018’de bağırsak enfeksiyonu teşhisiyle hastaneye yatırıldı. Emine T. 26 Aralık 2018 günü hastane odasında bebeği ağladığı gerekçesiyle dakikalarca dövdü. Aynı odada bulunan bir başka hasta bebeğin annesi tarafından uyarılan Emine T., bebeği dövmeyi sürdürdü.[151]
Ankara’da bir anne, daha önce şikâyet üzerine elinden alınarak Çocuk Esirgeme Kurumu Sevgi Evleri’ne teslim edilen 10 yaşındaki Baran Efe Özata adlı evladını 9 ay sonra yetkilileri ikna ederek tekrar geri alması ardından aç susuz bırakıp, çeşitli işkencelerin ardından “öldü” sanarak hastaneye bıraktı.[152]
Uşak Eşme’de hamile kalan 16 yaşındaki A.S., bebeği evinin tuvaletinde kimse yokken gizlice doğurdu. Sonra dünyaya getirdiği kız bebeğini evin penceresinden dışarı attı. Bebek hastanede yaşamını yitirdi.[153]
Fatih’te, sevgilisinden olan 40 günlük bebeğini denize attığını ileri süren Fatma K. ifadesinde, bebeğinin göbeğine doğru 3 el ateş ettiğini, ancak ölmeyince denize attığını söyledi.[154]
Bursa’da bir çift, gizli ilişki sonucu dünyaya gelen bebeklerini çöp konteynera atarak ölümüne neden oldu.[155]
Şiddetin sıradanlaştığı umarsızlık ve umutsuzluk tablosunda Milli Piyango İdaresi’nin şans oyunu kolonları ve satılan bilet sayısı yılda ortalama 2.6 milyarken; vatandaş umudunu şans oyununa bağlıyor.[156]

IV.2) DURUM(UMUZ)

‘Sosyal-Siyasal Eğilimler 2015 Araştırması’na göre, ekonomik durumun kötüleştiği, geçim sıkıntısı çektiğini, bu nedenle mutsuz olduklarını söyleyenlerin, oranının yüzde 61.4’e çıktığı[157] coğrafyamızda ahlâksızlık, toplumsal çürüme, hırsızlık giderek artıyorken;[158] “Toplum olarak delirme hâlindeyiz”[159] diyen Metin Uca haksız sayılmaz…
Mesela; İPSOS’un araştırmasına göre, Türkiye’de yüzde 64’lük kesim, “Ülkem, terörü insan hakları kısıtlaması dahil ne pahasına olursa olsun durdurmalı” görüşünde.[160]
Mesela; ‘Kültür Sanatta Katılımcı Yaklaşımlar’ raporuna göre, Türkiye’de kültür sanat alanında hiçbir etkinliğe katılmayanların oranı yüzde 70.[161]
‘Sosyal-Siyasal Eğilimler Araştırması’na göre, halkın yüzde 37.1’i hiç gazete okumuyor... Hiç kitap okumayanlar ise yüzde 52.8... 
“Tiyatroya gitmem,” diyenler yüzde 69.9... Günde 1-5 saat arası TV izleyenler yüzde 75. 
Sosyal medya ve bilgisayar oyunlarına 1-5 saat zaman ayıranlar yüzde 65.[162]
Mesela; gençlerin yüzde 26’sı ne okuyor, ne çalışıyor, ne de eğitim görüyor. Bu oran, genç erkeklerde yüzde 17 iken, kadınlarda yüzde 36’ya yükseliyor.[163]
Mesela; ‘Betam’ araştırmasına göre, 2016’da Türkiye’de 15-19 yaş aralığındaki her üç gençten birine denk gelen 1 milyon 990 bin genç, eğitime devam etmiyor. Bu yaş grubundaki erkeklerin yüzde 30’u, kadınların da yüzde 33’ünün eğitime devam etmiyor.[164]
Mesela; Avrupa Konseyi, 2005’ten 2015’a kadar Türkiye’de, tutukluların ve hükümlülerin sayısının 10 yılda büyük artış gösterdiği, tecavüz suçundan hüküm giyenlerin sayısının 2013-2015 döneminde 523’ten 12 bin 253’e çıktığı belirtildi. 2015 itibarıyla Türkiye’de nüfusun binde 2.2’sinin cezaevinde olduğunu tespit etti.[165]
Mesela; cezaevlerinde, 140 bine yakını hükümlü, 100 bine yakını tutuklu mahkûm var. Bunların 225 binden fazlası erkek, 10 bine yakını kadın, 3 bine yakını da çocuk.[166]
Şiddetin dört yanı kuşattığı tabloda ‘Üniversite Öğrencilerinin Flört Şiddetine Yönelik Tutum ve Davranışları Yüksek Lisans Tezi’nin sonuçları, “Flört şiddetinin gençler arasında çok yaygın olduğu”nu[167] ortaya koyuyor.
‘Kırmızı Şemsiye Cinsel Sağlık ve İnsan Hakları Derneği’ verilerine göre, 1 Ocak 2008 ve 1 Ocak 2016 tarihleri arasında toplam 40 trans cinayete kurban[168] gitti.[169]
Kolay mı? TTB Merkez Konseyi Başkanı Prof. Dr. Raşit Tükel’in, “Ülkenin yaşadığı sorunları şiddetle çözme anlayışı bütün topluma nüfuz etti,” diye izah ettiği[170] güzergâhta “Şiddet her yerde; otobüste, parkta, okulda, evde, sokakta... Her birimiz başka bir şeyden korkar olduk. Kimimiz sokakta rahat dolaşamıyor. Kimimiz etek boyundan korkuyor, kimimiz bir kavganın orta yerinde kalıp bıçaklanmaktan… Bunu en çok hissedenler de kadınlar ve çocuklar… Peki neden, nasıl bu hâle geldik, nereye gidiyoruz? Psikolog Prof. Dr. Doğan Cüceloğlu’na göre korku kültürü şiddeti üretiyor.”[171]
Birkaç veriyi aktarırsak:[172] 2016’da ateşli silahların kullanımı yüzde 7 artıp;[173] günde 10 kişinin bireysel silah nedeniyle öldürüldüğü[174] Türkiye’de günde 18 kişi silahlı saldırıya uğruyor. Adli Tıp Kurumu kayıtlarına göre, 10 yılda ateşli silah nedeniyle 15 bin 625 kişi hayatını kaybetti.[175]
Mesela; krizle, derin bir sosyal çözülme de yaşanıyorken; TÜİK’in verilerine göre beş yılda boşanmalar yüzde 11.2 arttı. 2015’te saatte yaklaşık 69 çift evlenerek dünya evine girerken 15 çift de boşandı.[176]
Mesela; sadece bir ayda, Temmuz 2017’de 28 kadın öldürülüp; 27 çocuk cinsel istismara uğradı; 8 kadının açık giyindiği, sigara içtiği gibi bahanelerle saldırıların hedefi olduğu[177] coğrafyamız,[178] ‘BM Kalkınma Programı’nın (UNDP), ‘2016 İnsani Gelişme Raporu’na göre, cinsiyet eşitsizliğinde “orta-düşük” seviyede yer alıyor.[179]
‘Dünya Ekonomik Forumu’nun, ‘2018 Cinsiyet Eşitliği Raporu’nda Türkiye, kadın-erkek eşitliği konusunda 149 ülke arasında 130’ncu sırada yer aldı. OECD’ye göre kadınların erkeklerle eşit haklara sahip olması için 108 yıl, erkeklerle eşit ücrete sahip olması için de 202 yıl geçmesi gerekiyor.[180]
Mesela; 2017’de Türkiye’den göç eden kişi sayısı 2016’ya göre yüzde 42.5 artarak 253 bin 640 olurken; göç edenlerde 25-29 yaş grubu başı çekti.[181]
Mesela; WHO’nun tüm ülkelere önerdiği aşı, Türkiye’deki 23 bin aile tarafından reddediliyor. Aileler yanlış bilgiyi birbirine aktarmanın yanında bebeklerine tıp yerine hacamat gibi yöntemlerle çare arıyorlar.[182]
Mesela; uyuşturucu kullanım yaşının 10’a kadar indiği, madde kullanım merkezlerine başvuruların da yüzde 674 arttığı belirlenen[183] ve 10 yılda madde kullanma yaşının düşerek, yaygınlaştığı[184] Türkiye’de, öldürücü etkisi yüksek uyuşturucu türü metamfetamin’in kullanımı hızla artıyor. 2017’de 81 ilden sentetik kannabinoid’in (sentetik uyuşturucu) görülmediği il hemen hemen yok. [185]
2017 tarihli ‘BM Uyuşturucu ve Suç ile Mücadele Dairesi’nin verilerine göre, Türkiye, sentetik uyuşturucu kullanımı sonucunda yaşanan ölümlerde, Avrupa ülkeleri arasında birinci sırada yer alıyor.[186]
Jandarma Genel Komutanlığı Kaçakçılık ve Organize İşlerle Mücadele (KOM) Daire Başkanlığı Uyuşturucuyla Mücadele Şube Müdürü Erdoğan Söyleyen, 2017 yılında uyuşturucu madde yakalanma sayısında 2015’e göre yüzde 24 artışın meydana vurgusuyla, “Olay sayılarında, 2016’yla 2015’i kıyasladığımızda yüzde 45, 2017’yle 2016’yı kıyasladığımızda yüzde 24’lük artış olmuştur. Şüpheli sayılarında da 2015-2016 arasında yüzde 18, 2016’yla 2017 arasında ise yüzde 41 artış meydana gelmiştir. Toz esrar olaylarına baktığımızda ise olay sayılarında 2016’ya göre yüzde 90 artış, şüpheli sayılarında yüzde 78 artış meydana gelmiş,”[187] dese de İstanbul’da bonzaiden ölümler her geçen gün artıyor. Bonzaiye 10 yaşındaki çocuklar bile kolayca ulaşıyor.[188]

IV.3) ÇOCUKLAR(IMIZ)

Arthur Schopenhauer, “Gelişimimiz için bir aynaya ihtiyacımız vardır/ Zu unserer Besserung bedürfen wir eines Spiegels,” derken bu ayna çocuklardır; “İyi de çocuklar(ımız)ın hâli (mi?)!”
Türkiye’de her 3 çocuktan 1’i şiddetli maddi yoksunluk çekiyor; bu toplamda 7 milyondan fazla çocuk demek.
Ülkenin doğusunda 2 çocuktan biri, batısında her 5 çocuktan biri yokluk içindeyken; 1 milyondan fazla çocuk işçi.
5 yılda iş cinayetlerinde en az 194 çocuk işçi öldü(rüldü).
Yoksul evlerin yüzde 18’inde madde bağımlısı bir çocuk yaşıyor. Uyuşturucu kullanım yaşı 9’a kadar geriledi. 2014’te uyuşturucudan ölenlerin 4’te 1’i 15 -19 yaşları arasındaydı.
Her ay Adli Tıp Kurumu’na 650 çocuğa cinsel istismar vakası gönderiliyor. Adliyelerdeki 4 tecavüz davasından 1’i çocuklarla ilgili. Tecavüzlerin yüzde 95’i gizli kalıyor. Her ay 100’den fazla kız öğrenci cinsel tacize uğruyor.[189]
Türkiye’de 6-18 yaş arasında ekonomik faaliyette bulunan 893 bin çocuğun yüzde 44’ü mevsimlik tarım işinde çalışıyor. Bu 393 bin çocuğun yarısı okula gitmeyip haftada 40 saatten fazla çalıştırılıyor.[190]
Dr. Ali Şeker, “Resmi verilere göre 18 ayda 21.957 çocuk gebe hastanelerde kayıt altına alınmış. Yani her gün 40’dan fazla çocuğumuz, daha kendileri çocukken anne olmaya zorlanmış,” dedi.[191]
Adalet Bakanlığı verileriyle Türkiye’nin utanç haritası şöyle: 2017’de 89 bin 725 dosya, cinsel dokunulmazlığa karşı işlenen suçlar kapsamında incelendi. Bunlardan 33 bin 441’i ise çocuklara yönelik istismar olarak kayıtlara geçti.[192]
Bunlara ek olarak: Adalet Bakanlığı verilerine göre, 2013’de çocuk istismarı konusunda 40’e yakın suç duyurusunda bulunuldu.[193]
Veriler, gerçekten tüyler ürpertici. Türkiye’de çocuklara karşı cinsel saldırı, taciz, tecavüz davalarında 2008’den 2013’e kadar yaklaşık yüzde 400 artış olduğu belirtiliyor.[194] 2014 verilerine göre her ay Adli Tıp Kurumu’na 650 çocuk istismarı vak’ası gönderildiği bildiriliyor. Günde 21’in üzerinde vak’a! Adliyedeki dört tecavüz davasından birinin mağduru, çocuklar. Adalet Bakanlığı verilerine göre, 2014 yılı itibariyle, Türkiye’de çocuklara yönelik cinsel istismar konulu dava sayısı, 40 bin 266’yı bulmuşken; İstanbul’da lise öğrencileri arasında yapılan bir araştırmada, öğrencilerin yüzde 2’sinin enseste maruz kaldığı ve bu olaylarının ancak binde birinin ortaya çıkabildiği vurgulanıyor.[195]
Adli Sicil istatistiklerine göre, adli mercilere bir yılda çocukların cinsel istismarı suçundan 33 bin 992 başvuru yapıldı, bunların 17 bin 589’u davaya dönüştü. İstismar mağduru çocukların yüzde 35’i 11 yaşın altındaydı.[196]
Adalet Bakanlığı verilerine göre karara bağlanan davalarda “çocuğa cinsel istismar” ile “reşit olmayanla cinsel ilişki” suçlar 10 yılda dört kat arttı. 2007’de söz konusu hususlardaki suç sayısı 3 bin 718 iken, 2017’de bu sayı 16 bin 41 oldu. 10 yıldaki sayı 153 bin 139.[197]
Çocuğa tacize “Dur” denmiyor: Gerçek 10 kat daha fazla… Türkiye’de 18 yaşından önce evlendirilmiş iki kız çocuğundan birisi fiziksel şiddetle karşılaşıyor. Çocuğa yönelik cinsel istismar sadece bir yılda yaklaşık yüzde 14 oranında arttı.[198]
Türkiye’de çocuk tacizi istatistikleri sistemli bir biçimde gizleniyor. Araştırdığınızda net olarak kaç vaka, kaç kişi olduğunu bulamıyorsunuz. Ancak çok sınırlı ve ender bulabildiğiniz sayılar dahi ürkütücü. TÜİK, önceleri 11 bin 95 çocuk tecavüzü olduğunu açıklayan bir istatistik yayınlamış… Gerçek sayı muhtemelen 60 bin ila 100 bin arasında. Ve unutmayın bu sadece bir yıllık sayı. Yani sokağa çıktığınızda karşınıza çıkan her 10 kişiden biri çocukken tecavüze uğramış olabilir.[199]
İzmir’de üç yılda bin 865 çocuk cinsel istismarı vakası yaşandı.[200]
Toplum olarak, bazı kabul edilemez konuları yok sayarak, konuşmayarak, görmezden gelerek düzeltebileceğimizi sanıyoruz. İşte bizleri insanlığımızdan utandıran cinsel istismar sorunu da böylesine hassas bir konudur.
Özellikle sadece basına yansıyan kısmı ile bile, toplumda gözle görünür biçimde arttığı aşikâr olmasına rağmen, devlet tarafından şu ana kadar farkındalığın arttırılması ve gerekli tedbirlerin alınması adına hiçbir olumlu adımın atılmaması da oldukça düşündürücüdür. Üstelik çocuk haklarını ve istismarını önlemek için imzaladığımız onca uluslararası sözleşmeye rağmen!
Öyle ki 2012’de Pozantı Cezaevi’nde, 2015’te İzmir Şakran ve Ceyhan cezaevlerinde, 2016’da Rize’de, Karaman’da ve Nazilli’de yaşanan cinsel istismar olayları dahi olayın ciddiyetinin ve vahametinin boyutlarının anlaşılmasını sağlayamamıştır.[201]
Bunların yanında İstanbul’da seks işçisi olarak çalıştırılan çocuklar 14- 18 yaş arasında değişiyor ama aralarında 11 yaşında çocuklar da bulunuyor. Çocukların en çok fuhşa zorlandığı iller İstanbul ve Diyarbakır.[202]
Tekirdağ’ın Çorlu İlçesi’nde ortaokul öğrencisi 13 yaşlarındaki 5 kızın para karşılığı, kendisinden büyük erkeklerle fuhuş yaptığı ortaya çıktı. Ortaokul öğrencisi kızlar, fuhuştan elde ettikleri paranın bir kısmıyla uyuşturucu aldıklarını ve erkeklerle 250 liraya cinsel ilişkiye girdiklerini söylediler.[203]
‘Türkiye’de Turizm ve Seyahatte Çocukların Cinsel Sömürüsü’ araştırmasına göre, çocuklar cinsel sömürüye maruz kalıyorken; Türkiye vatandaşları bu filli ülke dışında da sürdürüyor.
Doğu Avrupa’ya gidenlerin önemli bir kısmının çocuk istismarına karışıyorlar. Türkiye’den Moldova’ya gidenlerin hafta sonlarına özel kiralık dairelerde ücret mukabili çocukları istismar etmesi, Ukrayna’ya grup hâlinde veya bireysel seks turlarının yaygınlaşması gibi örneklerin sıralandığı raporda, turizmde çocuk istismarında Türkiye vatandaşlarının başta geldiği vurgulandı.
Türkiye vatandaşlarının Belarus’ta kadın ve çocukların yer aldığı “seks turlarının” düzenleyicileri, Kuzey Rusya’da gençlerin sunduğu “seks hizmetleri”nin ise müşterileri olduğu ifade edilen rapora göre, yakın zamanda Kamboçya ve Uganda gibi ülkeler de bunlara eklendi.
2012’de bir Türk vatandaşının küçük yaşlardaki 50 Ugandalı kızı            “seks amaçlı kullanmaktan” gözaltına alındığının anımsatıldığı raporda yer alan tespitlerden bazıları şöyle:
Yaz aylarında evden kaçıp tatil beldelerine giden genç kızlar cinsel ve fiziksel şiddete maruz kalıyor. İstanbul’da ise yoksul kız çocukları masaj salonlarına çekilip pazarlanıyor. Antalya en öne çıkan yer, Antalya’ya çok sayıda insan “çocuk seks turizmi”ne geliyor.
Göçmen, ekonomik zorluk çeken ailelerin sorunlu, bilgisiz, uyum problemi yaşayan çocukları seçiliyor. Kız çocuklar genelde 15-17 yaş arasında, ancak daha küçükleri de var.
Küçük kız çocuklarının teknelerde de pazarlandığı anlatılan rapora göre, yabancı uyruklu kız çocukları sosyal paylaşım siteleri üzerinden kandırılıp getiriliyor. Tatil beldelerinde Slovenya, Sırbistan, Slovakya, Rusya ve Finlandiya’dan gelen kız çocukları yaşıyor. Çocuklar otellere kimliksiz olarak alınıyor. Ücretler ise Antalya’da 400 TL civarında. Çocuklar ayda 9 bin TL kazanabiliyor, ancak çocukların parasına el konabiliyor.[204]
“Suça sürüklenen çocuk sayısı yüzde 10 oranında arttı.[205]
Türkiye’de 2017’de 120 bin 789 çocuk, sanık olarak hâkim karşısına çıktı.[206]
Maraş ve Muğla’da suça sürüklenen çocukların suç tiplerinin incelendiği araştırmaya göre çoğunluğu 14 yaşında olan, geliri 2000 TL’nin altındaki ailelere sahip erkek çocukları daha sık suça sürükleniyor ve en sık da hırsızlık suçunu işliyor.[207]
Türkiye’de 2016 yılında suça sürükleme nedeniyle güvenlik birimlerine 108 bin 657 çocuk getirildi.[208]
Yardıma muhtaç çocuk sayısı 100 bini geçti. 2015 itibarıyla 31 bin 337 çocuk gelin var. 5 yılda hükümlü çocuk sayısı beş kat arttı. Uyuşturucu kullanma yaşı 10’a indi. Türkiye, çocuklar arasında fırsat eşitliği sıralamasında son sıralarda yer alıyor. Yaklaşık 1 milyon çocuk işçi var.[209]
İstanbul Kanuni Sultan Süleyman Eğitim ve Araştırma Hastanesi’nde 2017’nin ilk 5 ayında 39’u Suriyeli, 38’i 15 yaşından küçük 115 çocuğun hamile olduğu ortaya çıktı.[210]
Kanuni Sultan Süleyman Eğitim ve Araştırma Hastanesi’nde 115 hamile çocuk ile ilgili kayıtların polise bildirilmemesiyle ortaya çıkan skandallar dizisine bir yenisi daha eklendi. Türkiye’deki iki hastanede daha adölesan (10-17 yaş) gebe poliklinikleri bulunuyor.[211]
Küçükçekmece’deki Kanuni Sultan Süleyman Eğitim ve Araştırma Hastanesi’ne, yılda 450-500 çocuk hamilenin geldiğini görevliler kayıtlara geçirmeyip, başhekimler soruşturmayı engelliyor.[212]
Milletvekili Zeynep Altıok, Türkiye’de çalıştırılan çocuk sayısının 2 milyona yaklaştığını her yıl 40 bin “çocuk tacizi” davası açıldığını ve 15 yılda 460 bin çocuğun “anne” olduğunu belirtti.[213]
6 yılda, 120 bin çocuk doğum yapmak zorunda kaldı. 2012-2017 kesitinde doğan 2 bin 215 çocuğun annesi 15 yaş altı çocuk. TÜİK raporuna göre, 2012-2017 kesitinde 15-17 yaş grubu çocukların 116 bin 831 doğum yaptığı tespit edildi.[214]
‘Gündem Çocuk Derneği’ne göre, 2015’te 873 çocuğun önlenebilir sebeplerden ötürü hayatını kaybettiği Türkiye’de, çocuk ölümlerinin çoğunu Doğu ve Güneydoğuda yaşanan çatışmalar ve sokağa çıkma yasakları, toplumsal olaylar, intihar saldırıları, aile içi şiddet, iş kazaları, intihar gibi vakalar oluşturdu. 2015’de 59 çocuk mülteci de “umuda” yolculukları sırasında can verdi. Sadece 2015’de 873 çocuk önlenebilir sebeplerden ötürü yaşamını yitirdi.[215]
MEB, ‘Çocuk İşçiliği Farkındalığı’ kursuna 30, ‘Kur’an’ı Doğru ve Güzel Okuma Tashih-i Huruf’ kursuna ise 205 saat ayırdı.[216]
13-16 yaş grubundaki öğrenciler yılda 900 saatlerini okulda, 1.200 saatlerini ise ekran karşısında geçiriyor.[217]
Türkiye, dünya genelinde günlük televizyon izleme oranlarında 330 dakika ile rekoru kırdı. İzleme alışkanlıkları araştırmasına göre İstanbul magazin Ankara dizi izliyor.[218]
Türkiye’de 1 milyon çocuğun bilgisayar bağımlısı olduğu belirtiliyor.[219]

IV.4) AKIL VE RUH SAĞLIĞI(MIZ)

Sürdürülemez kapitalizmin insan(lık)ı mahkûm ettiği, büyük yıkımlardan birisi; akıl ve ruh sağlığına ilişkin olanken; “Vücudu öldürenden korkmayınız; ruhu öldürenden korkunuz,” diyen Denis Diderot; sonuna dek haklıdır…
Psikolojik rahatsızlık nedeniyle sağlık kuruluşlarına başvuranların sayısı 2012’de 9 milyon 504 bin 820, 2013’te 10 milyon 209 bin 726, 2014’te 10 milyon 678 bin 448, 2015’te 11 milyon 159 bin 841, 2016’da 12 milyon 141 bin 255 oldu.
5 yılda psikolojik şikâyetler nedeni ile sağlık kuruluşlarına başvurularda yüzde 27.73’lük bir artış yaşanırken; 2017’nin ilk 8 ayında başvuru sayısı 9 milyon 84 bindi. Üç büyük ildeki başvurular, toplam başvuru sayısının yüzde 32.74’ünü oluşturmaktaydı.[220]
Acıbadem Taksim Hastanesi Psikiyatri Uzmanı Dr. Ömer Oluk, Türkiye’de son yıllarda 60-65 yaş grubunda adeta depresyon patlaması yaşandığına dikkat çekiyor…
“Türkiye’de her 5 kişiden birinin psikiyatrik hastalığa yakalandığı”nı söyleyen Psikiyatrist Dr. Hakan Karaş, “WHO’nun verilerine göre tüm dünyada depresyon 10 yılda yüzde 18’lik bir artış gösterdi.[221] Türkiye’de yaklaşık olarak her yirmi kişiden biri şu an depresyon yaşıyor. Bir o kadar kişi de anksiyete (kaygı) bozukluğu yaşamakta,” diyor.[222]
Ayrıca Türkiye’de antipsikotik ilaçların tüketimi 5 yılda 7 milyon 201 bin kutudan 12 milyon 158 bine çıktı. Ruh sağlığı hastanelerinde doluluk oranı ise yüzde 100’e ulaştı.[223]
Sağlık Bakanlığı’na göre Türkiye’de, 2012’de 37 milyon 351 bin 187, 2013’de 37 milyon 355 bin 35, 2014’de 39 milyon 246 bin 223, 2015’de 43 milyon 563 bin 596 kutu antidepresan kullanıldı. 2016’nın ilk 9 ayında, 33 milyon 638 bin 916 kutu ilaç tüketimi gerçekleşti.[224]
Türkiye’de antidepresan kullanımı 5 yılda yüzde 27 artarken; 2016’nın ilk 10 ayında 33 milyon 368 bin kutunun üzerinde antidepresan tüketildi... 2007 ile 2017 verilerini karşılaştırırsak yıllar içinde düzenli bir artış göstererek 10 yılda antidepresan satışı 2.25 kat arttı.[225]
Sürdürülemez kapitalizmin çıldırttığı insan(lık), “çözümü”(?) antidepresanda ararken; bir başka yol da (bir protesto biçimi olarak!) intihar[226] oldu.
5 yılda 60 bin 850 kişi intihar girişiminde bulunmuş ve bu intiharların 16 bin 28’i ölümle sonuçlandığı[227] Türkiye’deki intihar oranları 40 yılda yüzde 50 arttı. 10 yılda yaklaşık 29 bin kişi intihar sonucu can verdi. Bu rakamın yüzde 27’sini kadınlar, yüzde 73’ünü erkekler oluşturuyor. 2015’de ölümle sonuçlanan intihar sayısı 2014’e göre yüzde 1.3 artarak 3 bin 211 kişiye yükseldi…[228]
Özetle Türkiye’de her 10.0000 kişiden 8.6’sı intihar ediyorken; Türkiyeliler (her yıl asgari 804.000 kişi intihar ettiği) dünya sıralamasında birinciler arasında yer alıyor.[229]

“İŞÇİ İNTİHARLARI”[230]
2 Ocak 2017
Sakarya’da iki çocuk babası belediye işçisi Cihan O. başına sıktığı silahla canına kıydı.
10 Şubat 2017
Kilis’te 16 yaşındaki oto döşemecisi Ali Yıldız, işyerinin tavanına kendini astı.
22 Şubat 2017
Soma’da, evli ve üç çocuk babası maden işçisi Kerem Bicici, evinin terasındaki kancaya kendini astı.
31 Mayıs 2017
Zonguldak’ta iki çocuk babası maden işçisi Murat Şahin, evin önündeki ağaca kendini astı.
20 Temmuz 2017
30 yaşındaki inşaat işçisi Sezgin Kaya, evin tavanındaki kancaya kendisini astı.
7 Ağustos 2017
Dilovası’nda üç çocuk babası 38 yaşındaki işçi Erdal Avat, kendini asarak canına kıydı.
30 Eylül 2017
Sakarya’da belediye işçisi Fahri Borak, ormanda kendini ağaca asarak canına kıydı.
23 Ekim 2017
Kayseri’de 31 yaşındaki inşaat işçisi O.B. evde kafasına kurşun sıkarak intihar etti.
3 Kasım 2017
İstanbul’da paralarını alamayan dört inşaat işçisi, 30 katlı binaya çıkarak intihara kalkıştı.
16 Kasım 2017
Yüreğir Belediyesi’nde sekiz yıllık taşeron işçisi, iki çocuk babası Serdar Koç, öğle molasında “Eve gidiyorum” diyerek, belediyenin arşiv odasına kendisini kilitleyerek tavana astı.
21 Kasım 2017
Antalya’da zabit kâtibi 27 yaşındaki Cevahir Toker, adliye binasının yedinci kat penceresinden atlayarak canına kıydı.
22 Kasım 2017
Çemişgezek adliyesinin mübaşiri Süleyman Aydın, arşiv odasındaki kalorifer borusuna kendisini astı.
29 Aralık 2017
Murgul’da iki çocuk babası maden işçisi Zekai Arslan, başına dayadığı silahla intihar etti.
4 Mart 2018
Nazilli’de üç çocuk babası 43 yaşındaki Doğan Adak kendini asarak intihar etti.
6 Mart 2018
İzmit’te 27 yaşındaki belediye işçisi Mevlüt Gümüş, kalbine dayadığı silahla canına kıydı.
31 Mart 2018
Akçakoca’da spor salonu inşaatı işçisi Hikmet U. parasını alamayınca çatıya çıkarak canına kıymaya kalkıyor.
11 Nisan 2018
Gebze’de Zemerhan S., fabrikada başına dayadığı tabancayla canına kıydı.
8 Mayıs 2018
Bodrum’da 37 yaşındaki inşaat işçisi üç çocuk babası Şerafettin Y., eşinin evi terk ederek babasına gitmesi üzerine, tavandaki kancaya kendisini asarak canına kıydı.
4 Haziran 2018
İstanbul’da ayakkabı tamircisi, iki çocuk babası Mevlüt Dağ, kendini doğalgaz borusuna asarak canına kıydı.
9 Ağustos 2018
Kayseri’de işçi Oktay K., evin bahçesinde ağaca kendini asarak canına kıydı.
18 Haziran 2018
Antalya’da belediye emeklisi Mustafa Ü., tuvalette kendini asarak canına kıydı.
31 Temmuz 2018
Cide’nin belediye işçisi Şaban Bayrakçı, av tüfeğiyle evde kendini vurarak canına kıydı.
15 Ekim 2018
Söke’de, işten atıldığı çiftliğe giden Yılmaz C., geceyi orada geçiriyor, sabah av tüfeğiyle canına kıyıyor.

24 Ekim 2018
Gebze’de işçi Hakan Genç, evde doğalgaz borusuna kendini asarak canına kıydı.
8 Kasım 2018
Belediye temizlik işçisi Murat T., piknik tüpünü açarak intihar etti. Cesedi 77 gün sonra evinde bulunuyor.
9 Kasım 2018
Çayırova’da 28 yaşındaki Rıdvan D., görev yaptığı bankanın güvenlik kulübesinde görev tabancasıyla canına kıydı.
25 Kasım 2017
Rize Pazar’daki Çay Fabrikasından Çayeli’ne tayin edilen konuşma ve duyma engelli 47 yaşındaki mevsimlik işçi Kemal Demir, babasının mezarı başında canına kıydı.
2013’ten 2017’ye sağlık sektörü
2013’te 15, 2014’te 25, 2015’te 59, 2016’da 90, 2017’da ise en az 89 işçi, sadece işyerinde canına kıymıştı.
Sağlık sektöründe intihar kuyruğu 2015’te 10 doktor, 71 hemşire, 99 “diğer personel”, 2016’da 11 doktor, 56 hemşire, 62 “diğer personel”, 2017’de üç doktor, 53 hemşire, 66 “diğer personel” canına kıymış. Sadece sağlık sektöründe, sadece üç yılda 431 kişi canına kıymış.

Toparlarsak: Her 100 bin kişiden 1192’si bunama hastalığından (bunama vakaları dünya genelinde 26 yıllık süreçte yüzde 117 artış gösterdi!) muzdarip olduğu Türkiye’de[231] yaklaşık 2 milyon bipolar, 3.2 milyon depresyon ve 300 binden fazla şizofreni hastası bulunuyorken; “Ruh sağlığımız alarm veriyor”![232] 

V) İNSAN(LIK) MESELESİ

“İnsan aslında neydi, ne oldu, önce bunu bilmemiz gerek,” demişti Platon; insan(lık)ı bilmek ve bilmek için çözümlemek için.[233]
Aynı meselede Karl Marx’ın uyarısıysa, “Kendi gerçekliği üzerine düşünme yeteneğini kaybeden ve sorgulayamayan insanların varlıklarını sorgulamaları söz konusu olmadığı için toplumsal bağlamda muhalefet etmeleri engellenir,”[234] biçimindeydi.
Bu iki saptamayı birlikte düşündüğümüzde, “Bir toplumda egemen sınıf varsa, ahlâkî kavramların pek çoğu o sınıfın çıkarlarını korumak ve üstünlük duygularını tatmin etmek amacı ile onlar tarafından belirlenir,”[235] sonucuna ulaşırız ki soru(n) da tam burada ortaya çıkar.
Gerçekten de siyaset felsefesindeki belki de en zor ve rahatsız edici soru, Baruch Spinoza’nın ‘Teolojik-Politik İnceleme’[236] başlıklı kitabında ortaya attığı şu soru olsa gerek: Neden insanlar, sanki özgürlükleri için savaşırmışçasına, kölelikleri için savaşırlar?
Gilles Deleuze ve Félix Guattari ‘Anti-Oedipus’taki[237] meşhur pasajlarında Baruch Spinoza’nın sorusunu Wilhelm Reich’ın, ‘Faşizmin Kitle Psikolojisi’[238] başlıklı kitabıyla ilişkilendirirler. Yazarların ifadesiyle, “Asıl hayret verici olan, bazı insanların hırsızlık yapması, veya bazılarının zaman zaman greve gitmesi değil, açlık çeken bütün insanların sürekli hırsızlık yapmaması, sömürülen bütün insanların da mütemadiyen grev yapmamasıdır,”[239] derler…
Soru(n) tam da buradadır; yani yanlış veya tersten egemen ideoloji tarafından biçimlendirilmişlikte; yani yabancılaşmada…
Sürdürülemez kapitalizmin yabancılaşmanın damgaladığı bugünde “Düşünüyorum öylese başkaldırıyorum,” diyen insanın yerine “Tüketiyorum öyleyse varım” saçmalığı ve gerçek yerine görsellik ikame edilmiştir.
“Değerler görüntüden ibaret olunca, ‘düşünen insan’ yerini ‘bakan insana’ bırakıyor”ken;[240] “Tempus edax rerum/ Zaman her şeyi kemirir” diye ifade edilebilecek yıkım gerçeği yaşanıyor.
Örneğin İngiltere’de ‘Ulusal Dolandırıcılık İstihbarat Dairesi’nin kayıtlarına göre, 2016’da 3 bin 889 kişi “romantik dolandırıcılık” denilen çöpçatan sitelerindeki sahteciliğin kurbanı olup, toplam 39 milyon sterlin kaptıran[241] salaklığın kurbanı oldular.
Ayrıca bir dizi ciddi ruhsal bozukluk salgını dört yanı kuşatırken; ‘WHO’ya göre dünyada yaklaşık 300 milyon kişi depresyonda. Prof. Victor Patel, akıl sağlığı sorunlarının dünya genelinde 25 yılda ciddi bir artış gösterdiğine işaret edip;[242] dünyada yaklaşık 60- 65 milyon, Türkiye’de ise yaklaşık 450-600 bin şizofreni hastasının olduğu tahmin ediliyorken;[243] psiko-sosyal bozulmanın, çürümenin kaynağı sürdürülemez kapitalizmdir.
Lale Karabıyık’ın, ‘Türkiye’de Sosyal Bozulma’ başlıklı raporuna göre, uyuşturucu, yani madde bağımlılık oranı 2011’den 2016’ya 17 kat; anti-depresan kullanımı yüzde 25.6 oranında arttı. Bir diğer husus da ölümle sonuçlanan intihar vakalarındaki artıştır.[244]
Evet, Sürdürülemez kapitalist yıkım, artık bir Amok Koşucusu”dur!
Bilmiyor olamazsınız: Stefan Zweig’ın ünlü romanı “Amok Koşucusu”nda, Malezya- Hindistan coğrafyasında görülen, bir tür cinnet geçirme hastalığı anlatılır. Bu hastalığa yakalanan kişi, bir daha hiç durmaksızın ölünceye kadar önüne çıkan her canlıyı öldürmekten çekinmez. Kişinin sakin, rahat bir biçimde otururken, ansızın eline bir silah (tabanca, bıçak, keser...) alarak koşmaya başlamasıyla kendini gösterir. Söz konusu hastalığın ilginç olan tarafı ise, kişinin psikolojik bir travma yaşaması sonucunda bilincini tamamen kaybetmesi, aklına taktığı “şeyin” peşinden gitmek gibi, kendi yarattığı bir düşselliğin içine girmesidir.[245]
Bir “Amok Koşucusu” olan sürdürülemez kapitalist yıkımın devreye soktuğu yabancılaşma insan(lık)a geleceksizlik şahsında muğlâklığı, istikrasızlığı, belirsizliği, zaman ve mekândan yalıtılmışlık ekseninde mutsuz, endişeli ve güvensiz bir bugünü dayatıyor.
Bunun ürünü de yabancılaş(tırıl)mış insan(sızlık) oluyor. Bu tesadüf değil! Her üretim biçimi, kendi üretim tarzına hitap eden toplumsal, siyasal, kültürel ve iktisadi modele uygun sosyal insan tipini üretir.
Sürdürülemez kapitalizm dünyasında, kırılgan, parçalanmış insan(lık), her şeyin hızlı tüketildiği küresel köyde, derin bir yabancılaşmayla kuşatılmıştır.

V.1) YABANCILAŞ-MA!

Cinselliğin kârlı bir metaya dönüştüğü (fuhuş-porno vb), kültürün safarileştiği, dinin bir ticari nesneye indirgenerek, anlamını yitirdiği bir gösteriş çağında, her şeyin en kötüsüyle baş başa bırakıldık.
Bu tabloda “İnsanlar artık ‘olmak’ ile ilgilenmiyor, kendilerine yabancılaşıyorlar. Sonra da ‘sahip oldukları’ ile kendi kimliklerini bulmaya çalışıyorlar.”[246]
Tüm belirtiler orta yerde! Çürüyen kapitalizm dünyamızı tam bir yabancılaşma küresine çevirmiş bulunuyor. O nedenle, günümüz dünyasında yabancılaşma kavramı ekonomiden psikolojiye, sosyolojiden felsefeye, edebiyat ve sanat dünyasına dek geniş bir kullanım alanı içinde sık sık karşımıza çıkıyor.
Karl Marx, ilerleyen ve derinleşen çalışmaları boyunca, yabancılaşma olgusunu kapitalizmin ekonomik temelinde yatan nedenleriyle açıklığa kavuşturdu. Fakat ekonomik temel diye nitelediğimiz altyapıdan doğan sorunların, politikadan sanata, hukuktan insan ilişkilerine dek geniş bir alanı kapsayan üstyapıdaki yansımaları kuşkusuz çok boyutlu ve karmaşıktır.
O, ekonomik temelde gerçekleşen emeğin yabancılaşmasının, insanın kendine, diğer insanlara, türüne ve doğaya yabancılaşmasıyla boyutlanarak üstyapıda yarattığı geniş kapsamlı etkilerini asla gözardı etmedi. Buradan hareketle belirtmek gerekir ki, yabancılaşma olgusunu en geniş kapsamıyla kavrayabilmek için esas kaynak Marksist çözümlemelerdir.
‘1844 Elyazmaları’ndan[247] itibaren Karl Marx’ın yazıları ve eserleri, yabancılaşma konusunu şu ya da bu kavrama hapsolmaksızın, gerçek ekonomik temellerinden hareketle ele almamızı mümkün kılan engin çözümlemelerle örülüdür.
Karl Marx’ın o unutulmaz ifadesiyle, “Emek zenginler için mucizeler üretir ve saraylar kurarken, işçiler için sefaletten başka bir şey doğurmaz ve izbelerden başka bir şey kurmaz; güzellik yaratırken, makine durumuna indirgeyerek barbarlık içine düşürdüğü işçiyi fizik ve törel bakımdan alçaltır; kafa alanını geliştirirken, alıklık ve budalalığı işçinin yazgısı durumuna getirir”.
İşçinin kendi emeğinin ürününe yabancılaşmasının sonuçları yalnızca artı-değer sömürüsü gibi ekonomik olgulardan ibaret değildir. Yukarıda vurguladığımız üzere, emeğin yabancılaşması aynı zamanda insanın kendine ve hemcinsine yabancılaşması gibi sonuçlar doğurarak pek çok toplumsal ve psikolojik hastalık da yaratmaktadır. Özetle, kapitalist toplumun derinlerinde yatan nesnellikten yabancılaşma sorunu bağlamında türeyen pek çok öznel sonuç vardır. Kapitalist işbölümü ve üretim ilişkileri insan ilişkilerini atomize eden, insan psikolojisini bozan özelliklere sahiptir. Zaman içinde çeşitli yazarların üzerinde durduğu toplumsal ve psikolojik sorunların kaynağında, ekonomik temelde gerçekleşen yabancılaşma yer alır.
Çünkü insanlar arasındaki toplumsal ilişki metaların kendi arasındaki ilişki olarak belirir. İnsan insanla ilişki kurmaz, meta meta ile ilişki kurar. Bu ilişki “şeyler” arasındaki ilişkidir. İnsanın toplumsal faaliyetleri, nesnelerin (malların) faaliyetleri biçimini alır ve insanlar nesneyi kullanacağına nesneler onları kullanır: “Tıpkı bir dinde insanın kendi beyninin ürünü olan şeylerin yönetimine girmesi gibi, kapitalist üretimde de, insanoğlu, kendi elinden çıkma ürünler tarafından yönetilir.”[248]
Meta üretimi ve metalar dünyasının değiş-tokuş ilkesi yabancılaşmış emeğin başlangıcıdır. Ürün bireyin uzantısı olmaktan çıkar. Ürünler sadece birbirine sahip olma anlamında önem kazanır. İnsan emeğinin nesnesi (ürünü) önemini yitirir. Emeğin kendisi de bireyin dışavurumu, onun kişiliğinin yansıması olmaktan çıkar. Yani emek, onu ortaya koyan insana yabancılaşır. İnsan da ona.
İnsanlar arasında meta değişim ilişkilerinin kurulması, insanlar ile onların emek ürünleri arasındaki gerçek ilişkilerinin yok edilmesidir. Bunun sonucu, insanlar kendi aralarında kendi ürünleri aracılığıyla gerçek insanal ilişkiler kurmuş olmaktan çıkarlar. Artık, “birbirinin nazarında sadece birer ‘şey’ olarak var”[249] olurlar.
Yabancılaşmanın ortaya çıkmasıyla birlikte birey kendi etkinliğinin amacı olarak, kendi özsel-bireysel güçlerinin gelişmesini hedefleyemez. Onun hedefleyebildiği, kendi varoluşunun, yaşamda kalabilmenin korunup sürdürülmesidir yalnızca. Yabancılaşmış emek gücüne (dolayısıyla onun kullanımından ortaya çıkan emeğe) sahip birey, yarattığı ürüne baktığı zaman kendi bireyselliğini duyguları aracılığıyla göremez. İnsan kendi istencini, kendi eylemini, toplumsal ilişkilerini, kendisinden ve diğerlerinden kopmuş bir güç gibi görür.
Meta üretimi sürecinde bireyin yarattığı ürün, karşı bireyin insani ihtiyacını karşılamak için değil pazarda satılmak üzere üretilmiştir. Karşı birey de aynı amaçla üretim yapmıştır. Söz konusu olan yabancılaşmış emek ürünlerinin değiştirilmesidir. İnsani bir amaçla üretim yapılmamış, iki insan birbirine insani olarak hizmet etmemiş, bencil bireysel çıkarlarını trampa etmiştir, İnsani olmayan bir üretimde: “Ben senin için değil kendim için üretirim, tıpkı senin benim için değil kendin için üretmen gibi. Senin emeğinin ürünü benimle ne kadar az ilişkili ise, benim emeğinin ürünü de seninle o kadar az ilişkilidir. Bundan ötürü bizim üretimimiz insanın insan olarak göz önüne alındığı, insan için üretim değildir.”[250]
Burada, bir insanın ihtiyacını karşılamak için yapılan üretimin insan sevinci yoktur. Bu ilişkide iki birey de, ne kendisinin, ne de diğerinin yaşam belirtisini, çıkarsız ilişkiyi, ortaklığı görür. Yabancılaşmış emek insan kişiliğinin yansıması olmadığından dolayı, pazara giren ürün insanal nesnelleşmeyi yansıtmaz. Özne (insan) ve nesne (mal) birbirine karşıt olarak durur. Bireyin varoluşu metanın varoluş durumuna indirgenmiştir. Kurulan ilişki, birbirine gereksinme temelinde hizmet eden insani ilişki değil, aslında ürünlerin (nesnelerin) ilişkisidir, Üretim, araç hâlinden amaç hâline gelmiştir; üretimin amacı insan olmaktan çıkmış, çalışma da öz faaliyetin tek ve olumsuz biricik aracı olmuştur.
Yabancılaşma bir yerde durmaz, hayatın her alanına yayılır. İnsan, özel mülkiyetin yarattığı bireysel çıkar temelinde kendi hasmı olarak gördüğü öteki insana da yabancılaşır. Fiziksel yaşamı sağlamak için, gerçek insani yaşamı feda ederek kendine de yabancılaşır.
Yabancılaşmış emek ne kadar fazla büyürse, kullanılırsa, yabancılaşmış insanın ruhsal yoksulluğu da o kadar artar. Entelektüel gelişimine, tinsel sevinç tadabilmesine zaman kalmaz. İnsanın insan yaşamı bir meta gibidir artık. Ölmeme hakkı için yaşar, yani gerçekte yaşamaz. Kapitalist meta üretiminin olduğu bir toplumda birey ne kadar çok meta üretirse, o kadar da kendisi ucuz meta olur, Metalar dünyası değer kazandıkça, insan dünyası değersizleşir. İnsan kendi kendini, insan niteliğini satarak, kendi insanlığından uzaklaşır.
Yabancı emeğin ürettiği nesne bireyden bağımsız olarak, yabancı bir güç olarak ona karşı koyar. Emek ürününün nesnelleşmesi insani değil, nesnenin yitirilmesi veya nesneye kölelik olarak ortaya çıkar. Birey kendi emeğinden koptukça (dışsallaştıkça), kendi karşısında yarattığı yabancı dünya daha fazla güçlenir. Birey yaşamını metanın içine koyar. Böylece yaşamı kendisinin değil, metanın olur. Metayı yaratırken harcadığı emek gücü ne kadar çoksa, metanın içine kattığı yaşamı da o kadar büyüktür. Bireyin kendisine kalan yaşamsa o kadar küçüktür, o kadar az kendisinindir.
“Bundan şu sonuca varılır ki, insan (işçi) artık kendini ancak yemek, içmek ve çoğalmak gibi hayvanal işlevlerinde, bir de olsa olsa konutta, süslenmede, vb. özgürce etkin duyabilir, insan işlevlerinde ise ancak hayvanlığını duyar. Hayvanal insanal, insanal da hayvanal duruma gelir.”[251]
İnsan kendini, kendi faaliyetinin öznesi olarak göremez. Bu noktadan sonra insanın yaşamı kendi yaşamı olarak değil, yabancı gücün ona dayattığı yabancı bir insanın yaşamı gibi görünür. İnsanın öz etkinliği kendisine ilişkin değil, bu etkinliğin sonucundan yararlanan ötekine aittir. Bu, çalışan birey ile onun emek gücü üzerinden sömürü yapan bireyin arasındaki ilişkidir aynı zamanda.
Yabancılaşmış toplumda insan gereksinimleri saptırılmıştır.
İnsan, üretimin meta karakteri ve yabancılaşmış gereksinmelerin egemenliği yönünden, kendini (insanlığını) yitirmiş bir varlıktır artık. Bu bir tür “eşya insan”dır, yani kendisini eşyalaştırmış insandır. İnsan, daha fazla para, daha fazla tüketim, daha fazla yeni tip metanın peşinden koşarak, kendini “meta-eşya insan” hâline getirmiştir. Bu insan, bireyselliğinin ve içsel özgürlüğünün yok edildiğinin farkında olmayan “hayalet insan”dır.
Yabancılaşmış insan, dünyayı ve kendini pasif, alıcı olarak görür; içindeki aktif yaratıcı gücü ortaya çıkaramaz. Hayatından bıkarak yağar. Çünkü, hayatın amacı gerçek insanın kendisinin doğrulanması değildir; doğrulanan, araç olarak görülen hayattır.
Yabancılaşmış insan kendini, kendi dışındaki bir güce (otoriteye) ideolojik olarak teslim eden insandır; bilincini, bu yabancılaşmış otoritenin emri altına veren insandır. Otorite, gizli veya açık şekilde kendini dayatır.
Yabancılaşmış kişi kendi başına kalmaktan korkar, otoriteye bağlı çoğunluğa katılarak kendine güvenlikli bir psikolojik alan yaratır. Tersi durum, yabancılaşmış bireyi, kendini ortaya koyamayan bireyi hiçlik duygusuna iter. Kapitalizmin istediği insan olduğunda ise, yalnızlığını sahte biçimde ortadan kaldırır; ama karşılığında gerçek insanlığını yitirir.[252]
Bu da kapitalizmin dişilileri arasında öğütülerek öldürülen[253] umutsuz, başkaldırmayan, ufuksuz insan(lık)dır…

VI) UYARI(LAR)

Sürdürülemez kapitalizm yabancılaştırdığı insan(lık)ı, ufuksuzlaştırmıştır.
“Maya inanışına göre insanların, henüz yaratıldıklarında ufkun ötesini görebilme yetenekleri varmış ama tanrılar, bu kadar güçlü olmasınlar diye gözlerine kum atmışlar.[254] Şimdi sadece burunlarının ucunu görebiliyorlar. Burnumuzun ucunda cep telefonları, ekranlar ve vitrin camları.
Bırakın ufkun ötesini, yeryüzüyle gökyüzünü ayıran o çizginin, ufuk çizgisinin bile farkında değiliz. Ufuk çizgisi diye vitrinleri ve ekranları bellettiler bize. Vitrin camlarının ardında metalar; metalara kavuşabilmenin hayalini kuruyoruz.
Ne yazık! Ufuk çizgimiz yok, ufkun ötesi de. Sadece burnumuzun ucu. Oysa ufuk çizgisi, görünür olan ile görünmez olanı ayıran sınırdır. Ufkun ötesinde ‘terra incognita’ uzanıyor, bilinmez topraklar. ‘Terra incognita’, keşifler çağında sömürgecileri kışkırtmakla kalmadı sadece, düşünceyi de yerinden etmiş, göç etmeye zorlamıştır. Düşünmek; sağduyunun, durmadan geri gelen aynının alanı olan çemberi terk etmek ve çizginin ötesindeki bilinmez topraklara doğru göç etmek. Göçebe düşünce yurduna her dönüşünde sırtında başka dünyalardan kasırgalar getirmiştir…
Ufuk çizgisi mevcut olan ile henüz mevcut olmayanı, reel olan ile sürreal olanı, aktüel olan ile virtüel olanı, varlık ile oluşu ayırıyor. Ufuk çizgisi hayal gücünü kışkırtıyor. Hayal gücü, dünyamızın başka türlü olabileceğini şimdi ve burada deneyimleyebilmektir. Varlık âleminden oluş âlemine geçebilmek.”[255]
Ufuk olmayınca, insan(lık) kendi tarihini yapamıyor.
“İnsanlar kendi tarihlerini kendileri yapar, ama onu özgür iradeleriyle değil, kendi seçtikleri koşullar altında değil, dolaysız olarak önlerinde buldukları, verili, geçmişten devrolan koşullar altında yaparlar.”[256] Bu satırlar Karl Marx’ın ’18. Brumaire’[257] başlıklı yapıtındaki en çarpıcı değerlendirmeler arasındadır. Tarihi maddeciliği açık, duru bir şekilde anlatan satırlar olduğu sık sık söylenmiştir.
Anlamaya çalıştığımızda, anladığımızda gerçekten öyle olduğunu görebiliyoruz. Birinci saptama; tarihi bizler yapıyoruz. İkinci saptama; ama özgür irademizle değil, dolaysız olarak önümüzde bulduğumuz verili, geçmişten devraldığımız koşullarda yapıyoruz tarihi. Özneye ve yükleme dikkat etmek koşuluyla müthiş devrimci bir anlamı var bu satırların. Özne biziz; yani “insanlar”, yüklem ise açık net bir şekilde yazılmıştır; “yapıyoruz.”
Bu satırlar her türlü umutsuzluğun panzehiri gibidir. “İnsanlar” sözcüğünün ayıntılandırılmış anlamı bizim nerede duracağımızla sıkı sıkı bağlıdır. Dolaysız olarak önümüzde bulduğumuz koşullar nerede durduğumuzla ilişkilidir. O koşulları safımızı seçtiğimiz zaman açık net görebilir, bilebiliriz. Önce “mazlumların, yoksulların, ezilenlerin, büyük insanlığın” safıdır bu saf. Bu safı hiç terk etmeden “sömürülenlerin”, “yarattığı artık değere el konulan sınıfın” safı olarak netleştiririz sonra. İşte o zaman verili koşullar kendini gösterir, bize de öznenin, yüklemin hakkını vermek kalır.
Sınıf bakış açısı denilen de budur. Ama biz insanlar genellikle koşulların değişmezliğine inanma, onu kırmızı çizgi sayma eğilimindeyiz. Oysa yine Karl Marx’ın dediği gibi sorun, yalnızca “yorumla” yetinen filozofların yanından ayrılmak, onu değiştirmek için çaba gösterenlerin tarafına geçmektir. Bunu yapabilirsek, koşullarla devrimci hareket arasındaki etkileşim bize yeni hareket alanları açacaktır. Buysa koşullara teslim olma rahatlığından, biat etme konformizminden, kültüründen uzak durmakla mümkün olur.
Yapabilir miyiz? Neden yapamayalım? Önemli olan hayatı bir kumarhaneye benzetmiş olan sahte demokrasi yerine ufku açık demokratikleşmeye ağırlık tanıyan bir tutum, hareket içine girebilmektir. Kumarhanenin zarları hilelidir. Bu gerçeği kavramadıkça kazanabileceğinizi hayal edebilir, bir özgürlük alanı içinde olduğunuz, koşulların hiç de kötü olmadığı yanılsamasına kapılabilirsiniz. Oysa o rahatlık sizi soldan ortaya, ortadan sağa, sağdan otoritenin kanatlarına ve sizi siz olmaktan çıkaracak, George Orwell’in anlatısına, ‘1984’[258] koşullarına taşıyacaktır.[259]
Koşulları değiştirmenin yolu onların tutucu karakterini keşfetmekle başlar. Hep yeniden yazılmış, üstüne “resmidir” damgası basılmış tarihlere bakmayıp; geleceğe, geleceğin içinde taşıdığı devrimci ruha Karl Marx’ın, “Olayları oldukları biçimde ele almalıyız; yani devrimci duyguları, değişen koşullara uygun olarak kullanmalıyız,” uyarısı temelinde bakmak gerekiyorken; bu da insan(lık) sorunundan başka bir anlam arz etmiyor. Bu soru(n), bugünde çözülmeden, geleceğe yol almak mümkün görünmemektedir.
Jean Baudrillard’ın, “İnsanlar akıllı makineler yaratıyor ya da düşlüyorlarsa gizliden gizliye kendi akıllarından umut kestiklerinden ya da dehşet verici ve gereksiz bir aklın ağırlığı altında ezildiklerindendir: o zaman bu akılla oynayabilmek ve onunla eğlenebilmek için aklı makinelere hapsederler. İktidarı politikacılara bırakmanın bize her tür iktidar isteğine gülme olanağı tanıması gibi bu aklı makinelere emanet etmek de bizi her tür bilme iddiasından kurtarır,” distopik saptamasıyla betimlenen sürdürülemez kapitalizmin bugününde; “Sıradan insanların huzurlu olmalarının nedeni, düşüncelerinin olmamasıdır.”[260]
Oysa sürdürülemez kapitalizmin “normali”yle teslim alamadığı birisi için “Xveli lı vi seri bê, go çıl kes ne dıjminê vi bê/ Kırk düşmanı olmayan insan insan değildir.”
O hâlde “olağan” denilenin “normali” hakkında bir kere daha düşünmek gerek!
Aslı sorulursa, “Normallik asfaltlanmış yoldur: yürümesi rahattır fakat üzerinde tek bir çiçek bile açmaz… Rahat yoldan yürümek yerine ara yollara sapan, kendi patikasını açıp, kıyıya, denize ulaşır. Yaratıcılık, merkezin dışındaki çalkantılı sulardadır. Merkez ölü bir noktadır... Romantizmin kurucularından Alman filozof Herder de 1769’da bu ölü noktadan kaçmış ve çalkantılı sulara, açık denize açılmıştı: ‘Burada her şey düşüncelere kanat takıyor, hareket veriyor ve hava sahasını genişletiyor… Kıyıdayken insan ölü bir noktaya takılı ve bir durumun dar çemberiyle sınırlı’…
Merkez evcilleştirme alanıdır. En yabani, en aykırı, en ayrıksı biçimler bile evcilleştirilip sıradan bir biçime dönüşebiliyorsa direnişi biçimde değil, biçimsiz olanda aramalı. En asi olan bile merkeze taşındığında kabuklaşacak. Biçimsiz, görünmez olandır. Görünmez olmak, yüzeye çıkmalarıyla birlikte mevcut düzeni değiştirecek tüm gizil kuvvetleri bünyesinde taşıyan çalkantılı bir denize dönüşmektir. Dalga olup kıyıya vurmak. Her dalgada kumsaldaki çakılların düzeni değişecek. Ve köpükleri merkeze taşıyıp katılaştırmayalım artık. Köpükler güzeldir ama Şair’in dediği gibi, ‘Ne o, ne o, ne o/ Deniz olunmalı!’ Kuvvet olup, dalga dalga, kıvrım kıvrım yayılmalı. İnsan da kıvrımlı bir denizdir. Yüreklerinizi açsanıza! Yüreklerimiz derya deniz. Yüreklerimizin her atışı kıyıya vuran dalgalardır.”[261]
Öyleyse “olağan”ın “normali”ne aldırmadan; Michel Foucault’nun, “Bireyleri normallikleri ölçüsünde dikkate almak çağdaş toplumun en büyük iktidar aygıtlarından biridir. Normal insan, kurgudur,” saptamasını unutmadan “İnsan elindekilerin toplamı değildir, henüz elinde bulunmayanların, ele geçirebileceklerinin bütünüdür,”[262] ufkuna bağlanılmalıdır.
Özetle insan olmak ve kalmak eyleminde; “Yeryüzünde en iyi şey nedir?” sorusuna “Hür olmak,” yanıtını verip, Büyük İskender’e de, “Gölge etme, başka ihsan istemem,” diyebilen Diyojen…
“Endişelerinizden kurtulmak istiyorsanız, yaşamaktan en çok korktuğunuz şeyin bir gün başınıza geleceğini kabul edin,” vurgusuyla “Bir şeyleri değiştirmek isteyen insan, işe önce kendisinden başlamalıdır,” uyarısı dillendiren Sokrates…
“Ne zaman ki dünyanın bir köşesinde haksız bir kan dökülürse tüm dünya halklarının elleri bu kanla kirlenir,” deyişiyle sorumluluğun ne demek olduğunu anlatan Fyodor Dostoyevski…
Komutan Yardımcısı Marcos’un, “Onur, milliyeti olmayan o ulustur, aynı zamanda bir köprü olan o gökkuşağıdır. İçinde hangi kanın dolaştığı önemli olmayan kalpteki o tınıdır; sınırlar, gümrükler ve savaşlarla alay eden o asi itaatsizliktir...” veya Charles Percy Snow’un, “İnsanlığın uzun ve iç karartıcı tarihine baktığınızda, korkunç suçların isyandan çok ‘itaat adına’ işlendiğini görürsünüz”; ya da Søren Kierkegaard’ın, “Karşılaştırma eylemi mutluluğun terki ve memnuniyetsizliğin başlangıcıdır,” ifadelerindeki duyarlılıkla…
Büyük İskender’in, “Hiç gerçekleşmesinin imkânsız olduğunu düşündüğün bir hayalin olmamışsa henüz gerçek bir hayal düşleyebilmiş değilsin demektir”; “İnsanlar yaşadıkça yaşlandıklarını sanırlar, hâlbuki yaşamadıkça yaşlanırlar,” diyen İskoçya atasözünü “es” geçmemek kilit önemdedir…
“Dünyanın Lanetlileri”nin ayağa kalkması; yabancılaşmayı aşarak, insan(lık) olduklarının bilinç ve örgütlülüğüne ulaşmalarıyla mümkündür.
Bu konuda 1845’te ‘Feuerbach Üzerine Tezler’de Karl Marx şöyle yazar:
“Koşulların değiştirilmesine ve eğitime dair materyalist öğreti, koşulların insanlar tarafından değiştirildiğini ve eğitmenin kendisinin de eğitilmesi gerektiğini unutur. Bu nedenle toplumu iki bölüme -birine toplum üstü bir konum verecek şekilde- ayırmak zorunda kalır. Koşulların değişmesi ile insan etkinliğinin veya öz değişiminin örtüşmesi ancak devrimci pratik olarak kavranıp doğru anlaşılabilir… Filozoflar dünyayı yalnızca çeşitli biçimlerde yorumlamışlardır; oysa sorun onu değiştirmektir.

4 Ocak 2019 15:37:46, İstanbul.

N O T L A R
[1] ‘Üniversitenin Sesi’ Dergisi tarafından 5 Ocak 2019 tarihinde İstanbul’da gerçekleştirilen ‘Kriz Var!’ etkinliğinde yapılan konuşma… Newroz, Ocak 2019…
[2] Arthur Schopenhauer.
[3] José Saramago, Körlük, Çev: Işık Ergüden, Kırmızı Kedi Yay., 2017.
[4] Antonio Gramsci, Modern Prens Machiavelli, Siyaset ve Modern Devlet Üzerine, Çev: Pars Esin, Dipnot Yay., 2014.
[5] “Toplumu, mülk sahibi sınıfların çılgın ve kudurmuş güçlerinin sürüklediği ekonomik yıkım ve barbarlık uçurumuna düşmekten yalnızca işçi sınıfı kurtarabilir. İşçi sınıfı bunu, kendisini yönetici sınıf olarak örgütleyerek, siyasal alanda kendi diktatörlüğünü zorla kabul ettirerek yapabilir.” (Antonio Gramsci, İtalya’da İşçi Konseyleri Deneyimi, çev: Yusuf Alp, Belge Yay., 2017.)
[6] Mina Urgan, İngiliz Edebiyatı Tarihi, YKY, 2012.
[7] Carl Gustav Jung, İnsan Ruhuna Yöneliş, çev: Engin Büyükinal, Say Yay., 2016.
[8] Karl Marx’ın, “Kapitalist üretim amacı ürün değil, artı-değerdir.” (Karl Marx, Artı- Değer Teorileri-1, Çev: Yurdakul Fincancı, Sol Yay., 1998.)
“Sermaye... bir toplumsal üretim ilişkisidir. Bir burjuva üretim ilişkisi, burjuva toplumun üretim ilişkisidir…
“Birikmiş emeği sermayeye dönüştüren tek şey, birikmiş, geçmiş, maddeleşmiş emeğin, dolaysız, canlı emek üzerindeki egemenliğidir...
“Sermaye, ancak işgücü karşılığında değişilmek suretiyle, ancak ücretli emek yaratarak çoğalabilir. Ücretli işçinin işgücü, sermaye ile ancak sermayeyi artırarak, kölesi olduğu gücü kuvvetlendirerek değişilebilir. O hâlde, sermayenin artması demek, proletaryanın artması yani işçi sınıfının artması demektir...
 “Ücretli işçi, ücretli işçi oldukça, yazgısı sermayeye bağlıdır. İşçi ile kapitalist arasındaki o kadar övülen çıkar ortaklığı işte budur...
“İşçinin, sermayenin hızla büyümesinde çıkarı vardır demek, işçi başkalarının zenginliğini ne kadar büyük bir hızla çoğaltırsa, kendi payına düşen kırıntılar o denli bol olacak, istihdam ve var edilebilecek işçilerin sayısı o denli çok olacak, sermayeye bağımlı köleler yığını o denli artırılabilecek demektir ancak...
“İşçi sınıfı için en elverişli olan koşullar, sermayenin olabilecek en hızlı büyümesi bile, işçinin maddi varlığını ne denli iyileştirirse iyileştirsin, kendi çıkarlarıyla burjuvazinin çıkarları arasındaki uzlaşmaz karşıtlığı ortadan kaldırmaz.” (Karl Marx, Ücret, Fiyat ve Kâr, Çev: Sevim Belli, Sol Yay., 1965.) diye tarif ettiği kapitalizm mümkün olan her şeyi metalaştırır. Ancak kendi geleceğini tehlikeye sokacak, istikrarsızlık yaratacak ürünler ya da faaliyetler için bazı kısıtlamalar getirirken, uzun vadeli kendi yararı ve sömürünün istikrarı için yasakladığı ve kısıtladığı mallar, hizmetler, birilerince üretilir ve pazarlanır.
Tek tek kapitalistler için sistemin genel çıkarıyla uyumlu olmayan çıkarlar söz konusu olabilir; ancak onlar, bunu hayata geçirmekten kaçınmazlar. Çünkü kâr ve sermaye birikimi, kapitalistler arasında rekabeti, rekabet ise yasal ya da yasadışı her türlü yolu kullanmayı gerektirir. Kapitalist ekonominin doğası gereği en temel motivasyonu sermayesini büyütmek için her yol onun için mübahtır. Kapitalistler açısından yasal ya da yasadışı alan arasında bir ayrım yapmak anlamsızdır. Kapitalistler faaliyetlerini olabildiği kadar yasal, olamadığı noktada ise yasadışı yollarla gerçekleştirir. Bu bağlamda kapitalizm mafyadır!
Mafya dendiğinde akla ilk gelen faaliyetler; uyuşturucu, silah kaçakçılığı gibi işler olsa da, ithali yasaklanan ya da kısıtlanan malların ülkelere sokulmasında da mafya görev alır. Sermayenin küreselleşmesi sürecinde mafyanın faaliyetleri çeşitlenmiştir; nükleer madde kaçakçılığı, teknoloji hırsızlıkları, marka taklitleri, kara para operasyonları, insan kaçakçılığı bunlardan sadece birkaçıdır.
[9] “Korkut Boratav: Sistem Çürüyerek Çöküyor: Sol, Halk Muhalefetine Sahip Çıkmalı”, https://www.birgun.net/haber-detay/sistem-curuyerek-cokuyor-sol-halk-muhalefetine-sahip-cikmali.html
[10] Ergin Yıldızoğlu, “Bir küresel ‘Weimar Dönemi’ Bitiyor”, Cumhuriyet, 11 Ekim 2018, s.11.
[11] Susan Neiman, Modern Düşüncede Kötülük, çev: Ayhan Sarıgüney, Ayrıntı Yay., 2006, s.349.
[12] Georges Perec, Şeyler, çev: Sevgi Tamgüç, Metis Yay., 2011.
[13] Rainer Funk, Ben ve Biz, çev: Çağlar Tanyeri, YKY., 2007.
[14] Erdal Atabek, “İnsan Değerinin Yok Edilmesi...”, Cumhuriyet, 1 Ekim 2018, s.4.
[15] Rahmi Öğdül, “Soyunmayı Bırakın Artık!”, Birgün, 30 Kasım 2018, s.15.
[16] “Hayati fonksiyonlarımızın yeniden çalışması için kendimizi gereksiz verilerden arındırmamız gerekiyor. Belleğimiz gereksiz şeylerle o kadar dolu ki boşluğumuzu yitirdik, ne zihinsel ne de bedensel olarak hareket edebiliyoruz.” (Rahmi Öğdül, “Depolanma Alanınız Tükendi”, Birgün, 26 Ekim 2018, s.19.)
[17] Rahmi Öğdül, “Ufkunuz Ne Kadar da Geniş”, Birgün, 3 Ağustos 2018, s.15.
[18] Paul Virilio, Enformasyon Bombası, Çev. Kaya Şahin, Metis Yay., s.71-72.
[19] Ertuğrul Kürkçü, “Türkiye’nin 12 Yıl Süren 68’i”, 27 Mayıs 2018… https://birartibir.org/a-dan-x-e/73-turkiye- nin-12-yil-suren-68 https://birartibir.org/a-dan-x-e/73- turkiye-nin-12-yil-suren-68-i
[20] “Şurası açık ki Türkiye’de ve her yerde, söz eski kıymetini ne twitter ne de facebook’ta bulacak. Havalimanı işçilerinin, Flormar direnişçilerinin, Cumartesi Anneleri’nin hatırlattığı gibi ancak sokakta, şantiyede, fabrikada, yani eyleme evrildiği yerde kıymete binecek.” (Necati Sönmez, “Sözün Güçsüzlüğü, Eylemin Gücü”, Yeni Yaşam, 3 Ekim 2018, s.11.)
[21] Robert Musil, Niteliksiz Adam, Çev: Ahmet Cemal, Yapı Kredi Yay., 2016.
[22] “Erdoğan: Kriz Falan Yok”, Cumhuriyet, 20 Eylül 2018, s.5.
[23] “Dünya Borç Batağında”, Cumhuriyet, 29 Haziran 2017, s.9.
[24] “Borç Riski Büyüyor”, Cumhuriyet, 28 Ağustos 2017, s.9.
[25] “Dünya Çalışıyor, Onlar Kazanıyor”, Özgürlükçü Demokrasi, 28 Aralık 2017, s.5.
[26] Ernst Wolff, “Dünya 2019’da Artık Eskisi Gibi Olmayacak!”, 28 Aralık 2018… https://www.gazetetamam.com/dunya-2019da-artik-eskisi-gibi-olmayacak/
[27] Övgü Pınar, “İtalya 2019’a Mussolini Takvimleriyle Giriyor”, 27 Aralık 2018… https://www.bbc.com/turkce/haberler-dunya-46692645
[28] “BM’den Dünya İçin Kırmızı Alarm”, Cumhuriyet, 2 Ocak 2018, s.18.
[29] Ergin Yıldızoğlu, “Yılın En Riskli Olayı”, Cumhuriyet, 6 Nisan 2017, s.9.
[30] “Dünyanın Sosyal Güvenliği Yok!”, Özgürlükçü Demokrasi, 1 Aralık 2017, s.5.
[31] Olcay Büyüktaş, “Çalışanlar Yoksul ve Kırılgan”, Cumhuriyet, 4 Kasım 2018, s.11.
[32] “Emeklilik Çağında 228 İşçi Öldü”, Birgün, 1 Kasım 2018, s.11.
[33] Erinç Yeldan, “Borca Dayalı Spekülatif Büyüme”, Cumhuriyet, 18 Ekim 2017, s.9.
[34] “40 Milyon ‘Modern Köle’ 152 Milyon Çocuk İşçi Var”, Birgün, 20 Eylül 2017, s.10.
[35] “750 Milyon Kişi Ülkesinden Göç Etmek İstiyor”, 14 Aralık 2018… https://www.artigercek.com/haberler/dunya-genelinde-750-milyon-kisi-ulkesinden-goc-etmek-istiyor
[36] “Göç Yollarında Onbinlerce Ölüm”, Yeni Yaşam, 4 Kasım 2018, s.3.
[37] “3 Milyon Vatansız”, Cumhuriyet, 4 Kasım 2017, s.3.
[38] “SIPRI: Küresel Savaş Harcamaları 2017 Yılında 2 Trilyon Dolara Yaklaştı”, Evrensel, 3 Mayıs 2018, s.11.
[39] “Zengin Ülkeler Mültecilerin Sadece Yüzde 1.4’ünü Aldı”, Evrensel, 29 Mart 2016… https://www.evrensel.net/haber/276260/zengin-ulkeler-multecilerin-sadece-yuzde-1-4unu-aldi
[40] “Dakikada 20 Kişi Sığınmacı Oluyor”, Cumhuriyet, 20 Haziran 2017, s.18.
[41] “250 Milyon Kişi Yersiz Yurtsuz”, Cumhuriyet, 19 Aralık 2017, s.18.
[42] “200 Milyon İşçi Çocuk”, Cumhuriyet, 9 Ocak 2018, s.18.
[43] “Küçük Aylan’ın fotoğrafı, dünya medyalarında, izleyenlerin yüreklerinde fırtınalar yarattı. Calais’te kamplarda yaşananlar, denizde boğulanlar, frigorifik kamyonun içinde açlıktan, susuzluktan, havasızlıktan yavaş yavaş ölenler... Zaten içimiz katılmıştı, aniden bir duygu dalgası yükseliverdi...
Denizden gelmeye çalışırken yollarda ölenlere yönelik ‘Kurtarma gemisi değil, savaş gemisi gönderelim’, ‘İstila ediliyoruz’, ‘Karafatmalar’ gibi başlıklar, yorumlar aniden ‘İnsan trajedisi’, ‘Vicdanımızı canlandırdı’, ‘Bir şeyler yapmak lazım’ diyenlerle yer değiştirdi. Aylan’ın fotoğrafı ‘Göçmen krizini doğru biçimde ele almanın yolunu gösteriyor...’, birileri ‘Aylan’dan önce: Aylan’dan sonra’ diyordu...
Sakın, bizden bu vicdan patlamasını, duygu selini talep eden ‘şey’in amacı, bizim bu yüzeyde kendi gözyaşlarımızda boğularak tatsız sorular sormadan katılıp kalmamızı garanti etmek olmasın? Ya bu, aslında ne göçmen, sığınmacı krizi, ne de insani krizi ise? Ya bu adeta doğa olayı gibi, kendiliğinden gelen bir kriz değil de, kapitalizmin krizinin içinde, ekolojik kriz derinleşirken, insanın, daha açık söyleyelim, ‘yüzde 1’in’ ne pahasına olursa olsun çıkarlarını korumaya, var olmaya devam edebilmek için çabalarken ürettiği bir ‘şey’ ise?
Ya Aylan’ın, en kırılgan olanların, bu en kırılgan kesiminin, en zayıf, düzenin kurallarından en habersiz, en masum bireyinin bedeninde kendini gösteren, aslında uygarlığımızın geldiği aşamadaki canavarlığı, imkânsızlığı ise? Ya bu uygarlık var olduğu sürece her şey eskisi gibi olmaya devam edecekse?” (Ergin Yıldızoğlu, “Ya O Fotoğraf Olmasaydı?”, Cumhuriyet, 8 Eylül 2015, s.8.)
[44] “Milyarderler Servetlerine 1 Trilyon Dolar Kattı”, Cumhuriyet, 28 Aralık 2017, s.9.
[45] “Eşitsizlik Katlandı”, Cumhuriyet, 15 Aralık 2017, s.9.
[46] Dünya Eşitsizlik Raporu, 2018… https://wir2018.wid.world/
[47] Erinç Yeldan, “Küresel Eşitsizlik”, Cumhuriyet, 28 Kasım 2018, s.21.
[48] Ömür Şahin Keyif, “Eşitsizlik Artıyor”, Birgün, 13 Kasım 2018, s.5.
[49] “En Zengin 85 Kişinin Malvarlığı, En Yoksul 3.5 Milyar İnsana Eşit!”, Evrensel, 20 Ocak 2014… https://www.evrensel.net/haber/76742/en-zengin-85-kisinin-malvarligi-en-yoksul-35-milyar-insana-esit
[50] “8 Milyarderin Serveti 3.6 Milyar Kişininkinden Daha Fazla”, Evrensel, 16 Ocak 2017… https://www.evrensel.net/haber/304291/8-milyarderin-serveti-3-6-milyar-kisininkinden-daha-fazla
[51] “Dünyanın En Zengin Yüzde 1’i Küresel Servetin Yüzde 82’sine Sahip”, Evrensel, 22 Ocak 2018… https://www.evrensel.net/haber/343860/dunyanin-en-zengin-1i-kuresel-servetin-82sine-sahip
[52] Eduardo Galeano, Aynalar, Çev: Süleyman Doğru, Sel Yay., 2009.
[53] “BM’nin Dünya Gıda Günü Raporu: 10 Saniyede Bir Çocuk Açlıktan Ölüyor”, Cumhuriyet, 18 Ekim 2018, s.16.
[54] “İnsanlık İçin Korkutan Tahmin”, Cumhuriyet, 3 Aralık 2017, s.18.
[55] Mustafa Bag, “21’inci Yüzyılın En Büyük İnsani Krizlerinden Biri: Yemenli Çocukların Açlıkla Sınavı”, 9 Aralık 2018… https://tr.euronews.com/2018/12/09/21-inci-yuzyilin-en-buyuk-insani-krizlerinden-biri-yemenli-cocuklarin-aclikla-sinavi
[56] Gülhan Dildar, “Emperyalist Savaş ve Açlık”, 13 Nisan 2017… http://marksist.net/gulhan-dildar/emperyalist-savas-ve-aclik.htm
[57] “Korkunç Rapor”, Cumhuriyet, 20 Eylül 2018, s.16.
[58] “Suçlu Değil, Kurban”, Cumhuriyet, 11 Temmuz 2018, s.16.
[59] “Afrika’da 58 Buçuk Milyon Çocuk Kronik Beslenme Yetersizliği İçinde”, 18 Kasım 2017… http://haber.sol.org.tr/dunya/afrikada-58-bucuk-milyon-cocuk-kronik-beslenme-yetersizligi-icinde-217604
[60] “Ateş Altındalar”, Cumhuriyet, 29 Haziran 2018, s.16.
[61] “İki Çocuktan Birine Şiddet”, Yeni Yaşam, 29 Kasım 2018, s.3.
[62] “Yoksulluk Onları da Vuruyor”, Cumhuriyet, 20 Kasım 2017, s.11.
[63] “Sri Lanka’nın Utandıran Ticareti: On Binden Fazla Bebeği Yasadışı Yollarla Satmışlar”, Birgün, 22 Eylül 2017, s.4.
[64] “ABD’de ‘Ceset Ticareti’: On Milyonlarca Dolar Dönüyor”, 8 Kasım 2017… http://www.diken.com.tr/abdde-ceset-ticareti-on-milyonlarca-dolar-donuyor/
[65] “85 Çocuğun Fişini Çektiler”, Hürriyet, 16 Ağustos 2017, s.32.
[66] “Sistem Çökmüş”, Cumhuriyet, 17 Aralık 2017, s.18.
[67] “BAGW: Almanya’da Evsizlerin Sayısı Bir Milyonu Geçmiş Olabilir”, 25 Aralık 2018… https://www.acikgazete.com/bagw-almanyada-evsizlerin-sayisi-bir-milyonu-gecmis-olabilir/
[68] “Göçmenlere ‘Issız Ada’ Çözümü”, Hürriyet, 2 Aralık 2018… http://www.hurriyet.com.tr/dunya/gocmenlere-issiz-ada-cozumu-41037789
[69] “10 Bin Mülteci Çocuk Avrupa’da Organ Mafyasına Teslim Edildi”, 5 Aralık 2018… http://www.yonhaber.com/%C3%B6nerilen-haberler/65923/10-bin-multeci-cocuk-avrupada-organ-mafyasina-teslim-edildi
[70] “1.1 Milyar Kişi Var Ama Yok”, Cumhuriyet, 23 Ekim 2017, s.18.
[71] V. İ. Lenin, Seçme Eserler, Cilt:6, s.107.
[72] V. İ. Lenin, Ulusal ve Sömürgesel Ulusal Sorun Üzerine, Çev: Süheyla Kaya-İsmail Yarkın-Saliha Kaya, İnter Yay., 1998, s.344.
[73] “Putin’den Kriz Uyarısı: Dünyanın Daha Önce Görmediği...”, 25 Mayıs 2018… http://www.hurriyet.com.tr/dunya/putinden-kriz-uyarisi-dunyanin-daha-once-gormedigi-40848467
[74] “İmparatorluk, hegemonyadan farklıdır; diğer ülkelerin çıkarlarını yok sayarak, dayatma ile yönetme eğilimi anlamına gelir. Bu nedenle ‘imparator’ hem yalnızdır, hem de rakiplerinin, kendisine karşı blok oluşturma riskiyle yüz yüzedir.
Trump yönetiminde ABD’nin ‘imparatorluk projesine’ geri dönme çabaları, devletler arası ilişkilerde yalnızlaşmasına yol açıyor. Trump yönetiminin, ABD’nin çıkarlarını büyük güçlere dayatma çabaları, karşısında bloklaşma olasılığını, ilişkilerde giderek sertleşme eğilimini güçlendiriyor. Angela Merkel’in Çin ziyareti, bu eğilime ilişkin önemli ipuçları sunuyordu...
ABD dış politikası, Çin’in bir çekim merkezi olma eğilimini güçlendiriyor. Savaşlar da işte böyle, imparatorluk, bloklaşma, karşılıklı güvensizlik ve korku ortamlarında çıkıyor.” (Ergin Yıldızoğlu, “Yalnızlaşma - Bloklaşma”, Cumhuriyet, 28 Mayıs 2018, s.11.)
[75] “En değersiz gurur, milli gururdur. Bu, onunla gurur duyandaki bireysel özelliklerin yoksunluğunu ele verir çünkü insan neden milyonlarca insanlarla paylaştığı bir özelliğe tutunma gereği duyarbilir ki başka türlü? Dikkate değer kişisel niteliklere sahip olan, sürekli göz önünde bulundurduğu ülkesinin hatalarını açıkça görebilecektir. Ama dünyada gurur duyabilecek hiçbir şeyi olmayan her zavallı aptal gurur duyabilmek için son çare olarak ait olduğu ülkesi ile gurur duyar./ Die billigste Art des Stolzes ist hingegen der Nationalstolz. Denn er verrät in dem damit Behafteten, den Mangel an individuellen Eigenschaften, auf die er stolz sein könnte, indem er sonst nicht zu dem greifen würde, was er mit so vielen Millionen teilt. Wer bedeutende persönliche Vorzüge besitzt, wird vielmehr die Fehler seiner eigenen Nation, da er sie beständig vor Augen hat, am deutlichsten erkennen. Aber jeder erbärmliche Tropf, der nichts in der Welt hat, auf das er stolz sein könnte, ergreift das letzte Mittel, auf die Nation, der er gerade angehört, um stolz zu sein.” (Arthur Schopenhauer.)
[76] Ergin Yıldızoğlu, “Olmayacak İşler Zamanı...”, Cumhuriyet, 4 Haziran 2018, s.11.
[77] “NATO Genel Sekreteri Jens Stoltenberg: Son 30 Yılın En Tehlikeli Dönemi”, Cumhuriyet, 11 Eylül 2017, s.7.
[78] “Almanya’nın en çok satan gazetelerinden, Welt am Sonntag, ‘Bombaya (atom-E.Y) ihtiyacımız var mı?’ manşetiyle ve soruya olumlu cevap veren kapsamlı bir analizle çıktı ve The Financial Times’ın yorumuna göre, ‘askeri gücümüz yetersiz’, ‘ABD’ye güvenemeyiz’, ‘zorunlu askerlik geri gelsin’ savlarının yanına bir de nükleer silah tartışması eklenmiş. Almanya’daki gelişmelere ilişkin bu resmi, The Financial Times’ın 27 Temmuz 2018’de yayımladığı, kapsamlı araştırmaya dayanarak tamamlayabiliriz: FT, Almanya’da AfD’nin (Almanya için Alternatif isimli faşist parti, oyların yüzde 12.6’sını alıyor), sol ve liberal eğilimli sanatçıları hedef alan bir kampanya başlattığına, Nazi dönemi tarihini önemsizleştirmeyi amaçlayan, Alman kimliğinin tehlikede olduğunu vurgulayan bir propaganda hattı izlemeye başladığına işaret ederek, ‘kültür savaşları’ kavramını kullanıyordu.” (Ergin Yıldızoğlu, “Karmaşıklaşıyor ve Sertleşiyor”, Cumhuriyet, 9 Ağustos 2018, s.11.)
[79] “Macron: Yaşadığımız Süreç İki Dünya Savaşı Arası Döneme Çok Benziyor”, Hürriyet, 3 Ekim 2018… http://www.hurriyet.com.tr/dunya/macron-yasadigimiz-surec-iki-dunya-savasi-arasi-doneme-cok-benziyor-41007566
[80] Ergin Yıldızoğlu, “Dağılma ve Entropi”, Cumhuriyet, 24 Mayıs 2018, s.8.
[81] Ergin Yıldızoğlu, “… ‘Zamanın Ruhu’ Yeniden Şekilleniyor”, Cumhuriyet, 8 Kasım 2018, s.11.
[82] Samir Amin, Kapitalizmden Uygarlığa, Çev: Yağmur Dönmez-Naim Atabağsoy, Yordam Yay., 2017, s.100.
[83] Güray Öz, “Geleceği Kurtarmak”, Cumhuriyet, 22 Ağustos 2018, s.7.
[84] “Türkiye ekonomisi (evet, yeniden, bir kez daha) durgunluk ile birlikte enflasyon ve döviz fiyatlarında yükselme ile tetiklenen bir kriz dalgası içerisine sürükleniyor… Neo-liberal küreselleşmenin Türkiye benzeri gelişmekte olan piyasa ekonomilerinde yaratmakta olduğu tahribatı ört bas etmek ve gelişen toplumsal muhalefetin sisteme yönelik bir başkaldırıya dönüşmesini engelleyebilmek için başvurulan siyasi bir söylemdir, neo-liberal milliyetçilik.” (Erinç Yeldan, “Neo-Liberal Milliyetçilik”, Cumhuriyet, 8 Ağustos 2018, s.11.)
[85] “Ev Borçla Dönüyor”, Cumhuriyet, 28 Şubat 2018, s.9.
[86] Aslı Aydıntaşbaş, “Mutsuzluk Beter Umutsuzluk Daha Beter”, Cumhuriyet, 19 Ağustos 2018, s.9.
[87] Güvenlik harcamaları arttı: Güvenlik ve savunmaya yönelik mal, malzeme ve hizmet alımları için aralık ayında 1.8 milyar lira ile yılın en yüksek harcaması gerçekleştirildi. Yılın tamamında bu kalemden yapılan harcamaların toplamı ise 7.9 milyar liraya ulaştı. 2016 yılında güvenlik ve savunma için toplam 5 milyar lira harcama yapılmıştı.
“Örtülü”den 3 milyarlık harcama: Bütçeden “örtülü ödenek” olarak bilinen “gizli hizmet giderleri” kapsamında yapılan harcamalar da arttı. “Mal ve hizmet alım giderleri” kapsamında örtülü ödenekten aralık ayında 192.3 milyon lira, yılın tamamında ise 1.9 milyar lira harcama gerçekleştirildi. Bütçeden “sermaye giderleri” kapsamında örtülü ödenek için aralıkta 53.5 milyon lira, 2017’nin tamamında ise 1 milyar 51 milyon lira harcandı. “Mal ve hizmet alımları” kapsamında yapılan örtülü ödenek harcamaları ile, “sermaye giderleri” kapsamında yapılan örtülü ödenek harcamaları toplandığında 2017 yılının tamamında örtülü ödenek için bütçeden yapılan toplam harcama 3 milyar 28 milyon lira oldu. 2016 yılında ise örtülü ödenek için bütçeden toplam 2 milyar 22 milyon lira harcama gerçekleştirilmişti. Güvenlik kuvvetleri nezaretinde bulundurma giderleri için de geçen yıl 10.9 milyon lira harcandı.
Taşıtlar için milyonlar gitti: Kiralamalar için ise devletin cebinden toplam 1.2 milyar lira çıktı. Taşıt kiralamaları için 454.7 milyon lira, hizmet binası kiralama giderleri için ise 282.5 milyon lira harcandı.
Hazine yardımları: Bütçeden hazine yardımları için 125.5 milyar lira çıktı. Başlangıç ödeneği 117.5 milyar liraydı. Kâr amacı gütmeyen kuruluşlara yapılan transferler 2.9 milyar lira, 2016 yılında 31.5 milyar lira olan hane halkına yapılan transferler ise 35.2 milyar lira oldu. (Mustafa Çakır, “Bütçe Delik Deşik!”, Cumhuriyet, 16 Ocak 2018, s.4.)
[88] “Moody’s: En Yüksek Cari Açık Türkiye’de”, 23 Şubat 2018… https://tr.sputniknews.com/ekonomi/201802231032375144-moodys-cari-acik-turkiye/
[89] “2017’nin Cari Açığı, Türkiye’nin 52 Yıllık Açığına Bedel”, 21 Şubat 2018… https://tr.sputniknews.com/ekonomi/201802211032337955-2017-cari-acik-chp-aykut-erdogdu/
[90] “6 Bin Milyoner Türkiye’yi Terk Etti”… https://www.gazeteduvar.com.tr/ekonomi/2018/02/02/6-bin-milyoner-turkiyeyi-terk-etti-2/
[91] “Zenginler Bile Erdoğan’ın Şeflik Rejiminde Kaçıyor: 13 Bin Milyoner Türk Ülkeden Kaçmış!”… http://www.halkinbirligi1.net/zenginler-bile-edoganin-seflik-rejiminde-kaciyor-13-bin-milyoner-turk-ulkeden-kacmis/
[92] “Ülker Hisseleri Türk Mahkemelerinin Ulaşamayacağı Bir Yere Taşındı”, 3 Ocak 2019… https://www.bbc.com/turkce/46743522
[93] “Bayram, Kartla Yapıldı”, Cumhuriyet, 27 Eylül 2017, s.9.
[94] “Mehmet Şimşek Açıkladı! Bankalara Borçlu Kişi Sayısı 31 Milyon”, 20 Aralık 2017… http://www.patronlardunyasi.com/haber/Mehmet-Simsek-acikladi-Bankalara-borclu-kisi-sayisi-31-milyon/199575
[95] “30.9 Milyon Kişi Kredi Borçlusu”, Cumhuriyet, 23 Aralık 2018, s.8.
[96] “Yurttaşın Borç Batağı Büyüyor”, Cumhuriyet, 28 Mart 2017, s.9.
[97] “Batık Kredi Yüzde 30 Arttı”, Cumhuriyet, 12 Mart 2017, s.9.
[98] “Milli Gelirin Yarısını Borçlandık”, Cumhuriyet, 30 Eylül 2017, s.9.
[99] “Kamu Bankalarının Dış Borcunda Rekor Artış”, Cumhuriyet, 12 Şubat 2018, s.9.
[100] “Özel Sektör Borç Çıkmazında”, Cumhuriyet, 16 Ağustos 2017, s.8.
[101] Fatih Yaşlı, “Vergi Savaşları, Savaş Vergileri”, Birgün, 1 Ekim 2018, s.3.
[102] “Erken Seçime Götüren Borç: 186 Milyar Dolar”, Cumhuriyet, 18 Nisan 2018, s.9.
[103] Şehriban Kıraç, “Esnaf İflas Bayrağı Çekti... Dört Ayda 37 Bin 743 Esnaf Kepenk İndirdi”, Cumhuriyet, 22 Mayıs 2017, s.9.
[104] Şehriban Kıraç, “Durmak Yok Yola Devam... Dört Yılda 430 Bin Esnaf İflas Etti”, Cumhuriyet, 26 Mart 2018, s.11.
[105] Kansu Yıldırım, “… ‘Ulusların Sefaleti’: Sınıfsal Eşitsizlikler ve Neo-Liberalizm”, Birgün Pazar, Yıl:14, No:563, 24 Aralık 2017, s.4-5.
[106] “Zengin Daha Zengin, Fakir Daha Fakir”, Cumhuriyet, 19 Eylül 2017, s.9.
[107] “Zengin Yoksul Farkında Rekor İstanbul’da”, Birgün, 25 Eylül 2018, s.2.
[108] Olcay Büyüktaş, “Milyoner Sayısı 146 Bine Dayandı”, Cumhuriyet, 7 Mayıs 2018, s.9.
[109] “500 Büyük İstihdama Değil Kâra Çalıştı”, Cumhuriyet, 3 Temmuz 2018, s.10.
[110] “Bankalar Bir Yılda 49 Milyar Kâr Etti”, Cumhuriyet, 31 Ocak 2018, s.9.
[111] “Denizbank’tan Yüzde 18 Büyüme”, Hürriyet, 10 Şubat 2018, s.12.
[112] “TEB Kredilerinin Yarısı KOBİ’lere”, Hürriyet, 10 Şubat 2018, s.12.
[113] “Yapı Kredi’den 279 Milyar TL”, Hürriyet, 10 Şubat 2018, s.12.
[114] “İş Bankası’ndan 400 Milyar Liralık Destek”, Cumhuriyet, 9 Kasım 2018, s.10.
[115] “Ülker 221.9 Milyon Lira Net Kâr Açıkladı”, Cumhuriyet, 10 Kasım 2018, s.10.
[116] “Türkiye’nin En Zengin İsimleri Açıklandı”, Hürriyet, 1 Mart 2018… http://www.hurriyet.com.tr/galeri-turkiyenin-en-zengin-isimleri-aciklandi-40757512
[117] “Türkiye’nin En Büyük Şirketleri”, Cumhuriyet, 4 Temmuz 2017, s.8.
[118] “OHAL’le Milyonerlerin Sayısı Yüzde 60 Arttı, Yoksul Daha da Yoksullaştı!”, 9 Nisan 2018… http://siyasihaber3.org/ohalle-milyonerlerin-sayisi-yuzde-60-artti-yoksul-daha-da-yoksullasti
[119] “Sefillik Diz Boyu”, Cumhuriyet, 17 Şubat 2018, s.9.
[120] “Her Ay Daha da Yoksullaşıyoruz”, Özgürlükçü Demokrasi, 28 Mart 2018, s.4.
[121] “Yoksulluğun Fotoğrafı: İstanbul’da 580 Bin Evin Suyu, 493 Bin Evin Gazı Kesildi!”, 1 Şubat 2018… http://haber.sol.org.tr/toplum/yoksullugun-fotografi-istanbulda-580-bin-evin-suyu-493-bin-evin-gazi-kesildi-227091
[122] Mustafa Çakır, “Yoksullukta Çağ Atladık”, Cumhuriyet, 9 Kasım 2018, s.11.
[123] “Tarladan Sofraya 5 Kat Fiyat Farkı”, Cumhuriyet, 2 Şubat 2018, s.9.
[124] “Her Üç Emekliden Birisi Çalışıyor ya da İş Arıyor”, Birgün, 7 Nisan 2018, s.10.
[125] Türkiye’de bankalar 2017’de 231 şubeyi kapatarak 3 bin 195 çalışanı kapıya koydu. (“3 Bin Bankacı İşini Kaybetti”, Cumhuriyet, 2 Şubat 2018, s.9.)
[126] Şehriban Kıraç, “Emekli İş Kuyruğunda”, Cumhuriyet, 13 Temmuz 2017, s.9.
[127] Yakup Kepenek, “Ekonomik ve Sosyal Adalet mi?”, Cumhuriyet, 3 Temmuz 2017, s.14.
[128] “… ‘En Az 3 Çocuk’ İstiyorlar ‘En Az’ Biri İşsiz Kalacak”, Birgün, 17 Şubat 2017, s.11.
[129] Şehriban Kıraç, “2 Milyon Kişi Daha İyi Şartlarda İş Arıyor”, Cumhuriyet, 15 Kasım 2017, s.9.
[130] Erinç Yeldan, “Acil Sorun: İşsizlik”, Cumhuriyet, 17 Mayıs 2017, s.9.
[131] “İşsizler Ordusu 87 Ülke Nüfusunu Geçti”, Cumhuriyet, 6 Mayıs 2018, s.9.
[132] Bülent Falakaoğlu, “Kuru Sıkı Değil Yoksula Kurşun”, Evrensel, 17 Nisan 2018, s.5.
[133] “İntihar Psikolojisini Kim Yarattı?”, Yeni Yaşam, 23 Eylül 2018, s.3.
[134] Eylem Nazlıer, “Yoksulluk Öldürdü”, Evrensel, 6 Temmuz 2018, s.5.
[135] “Yoksulluk İntiharları Tetikliyor!”… http://www.halkinbirligi1.net/yoksulluk-intiharlari-tetikliyor/
[136] “İnternette ‘Taşıyıcı Anne’ Pazarı! İşte O İlanlar...”, Hürriyet, 5 Şubat 2018… http://www.hurriyet.com.tr/internette-tasiyici-anne-pazari-iste-o-ilanlar-40731497
[137] Mert İnan, “Yılda 165 Bin Kişi Kansere Yakalanıyor”, Milliyet, 17 Kasım 2016, s.6.
[138] Mesude Erşan, “+65’te Ekmek Kavgası”, Hürriyet, 15 Nisan 2018, s.14.
[139] Olcay Büyüktaş, “14.4 Milyon Kişi Yoksulluktan GSS Primini Ödeyemedi”, Cumhuriyet, 7 Mayıs 2018, s.9.
[140] Albert Einstein’ın Bertrand Russell’ın yapıtına önsözünden, Bertrand Russell, Batı Felsefesi Tarihi/ Orta Çağ, Çev: Erol Esençay, İlya Yay., 2001.
[141] Zygmunt Baumann, Bireyselleşmiş Toplum, çev: Yavuz Alogan, Ayrıntı Yay., 2008, s.135.
[142] “Bebeğe Tecavüze Değil, Haberi Yapana Ölüm Tehdidi”, Cumhuriyet, 19 Ağustos 2016… http://www.cumhuriyet.com.tr/haber/turkiye/587448/Bebege_tecavuze_degil__haberi_yapana_olum_tehdidi.html
[143] “… ‘Bu Köpek Havlıyor’ Diye Tüketici Heyetine Başvurdu”, Hürriyet, 4 Nisan 2018, s.5.
[144] “Okul Sütü Öğretmenlere Yoğurt ve Sütlaç Oldu İddiası”, Milliyet, 19 Haziran 2016… http://www.milliyet.com.tr/okul-sutu-ogretmenlere-yogurt-ve-gundem-2265022/
[145] Soğukta kedilere kartondan ev yapmak isteyenlere saldırı haberinin daha dumanı üstündeyken, geçen hafta iki kişi bir köpeğin kulaklarını kesip görüntüleri sosyal medyada paylaştı. Arsızca, umursamazca, bedel ödemeyeceklerini bilmenin rahatlığıyla…
Başlarına kötü hiçbir şey gelmeyecek, biliyorlardı. Nitekim gelmedi de. Kişi başı 2’şer bin lira ödeyip hayatlarına kaldıkları yerden devam edecekler.
İki yıl önce Eskişehir’de bir kediye işkence edip onu öldüren kişi nasıl 500 TL ceza ödeyip hayatına devam ettiyse, onlar da aynısını yapacak.
Aynen Maltepe’de dükkânına giren köpeği sopayla inletene kadar döven esnafın para cezasını ödeyip önüne bakması gibi... (Melis Alphan, “Hayvanlara ‘Taksitle’ Eziyet”, Hürriyet, 28 Ocak 2017, s.7.)
Köpeğini otomobilin arkasına bağlayarak bir süre sürükleyen ve yaralanmasına neden olan 66 yaşındaki M.B. hakkında, Kabahatler Kanunu kapsamında işlem yapıldı. M.B’ye 300 lira para cezası kesildi ve savcının talimatıyla serbest bırakıldı. (“Köpeği Otomobilin Arkasına Bağlayarak İşkence Yaptı: 300 TL Para Cezasıyla Kurtuldu”, Cumhuriyet, 28 Haziran 2017, s.3.)
[146] “Köpeği Üzerine Lastik Koyduktan Sonra Ateşe Verdiler”, 26 Aralık 2018… https://www.birgun.net/haber-detay/kopegi-uzerine-lastik-koyduktan-sonra-atese-verdiler.html
[147] “Sakarya’da 5 Yavru Köpek Ölü Bulundu”, Cumhuriyet, 18 Haziran 2018, s.2.
[148] “Başı Kesilmiş Kedi Yavrusu”, Cumhuriyet, 18 Haziran 2018, s.2.
[149] Sinan Kabatepe, “Bunu Yapan İnsan Olamaz”, Hürriyet, 18 Nisan 2017… http://www.hurriyet.com.tr/bunu-yapan-insan-olamaz-40430315
[150] “4 Yaşındaki Kızını Darp Edip Çöp Kamyonuna Attı”, Cumhuriyet, 1 Haziran 2016, s.3.
[151] “Hasta Bebeğini Döven Anne Gözaltına Alındı”… https://www.gazeteduvar.com.tr/turkiye/2018/12/27/hasta-bebegini-doven-anne-gozaltina-alindi/
[152] Ümit Kozan, “Canavar Anne! Kocasına Benzeyen Çocuğuna İşkence Yaptı”, Hürriyet, 1 Ekim 2016… http://www.hurriyet.com.tr/canavar-anne-kocasina-benzeyen-cocuguna-iskence-yapti-40236778
[153] “16 Yaşındaki Kız Tuvalette Doğum Yaptı, Bebeğini Pencereden Attı!”, Hürriyet, 29 Eylül 2017… http://www.hurriyet.com.tr/son-dakika-haberi-tuvalette-dogum-yapti-bebegini-pencereden-atti-40593946
[154] “40 Günlük Bebeğini Denize Attı, Pişman Olunca Teslim Oldu”, Hürriyet, 26 Ocak 2017, s.3.
[155] Halil Özçoban, “Bursa’da Vahşet: Bebeklerini Çöpe Atmışlar”, Hürriyet, 30 Mayıs 2016… http://www.hurriyet.com.tr/konteynere-atilan-bebek-canli-dogmus-40110806
[156] Mahmut Lıcalı, “Yılda 2.6 Milyar Bilet: Vatandaş Umudunu Piyangoda Arıyor”, Cumhuriyet, 11 Eylül 2016, s.4.
[157] Özcan Köknel, “Toplumsal Mutluluk”, Milliyet, 2 Şubat 2016, s.19.
[158] Kamil Tekin Sürek, “Toplumsal Şaşkınlık”, Evrensel, 14 Temmuz 2016, s.4.
[159] Demet Yalçın Güneş, “Metin Uca: Toplum Olarak Delirme Hâlindeyiz”, Cumhuriyet, 18 Şubat 2018, s.16.
[160] “… ‘Yüzde 64’: Terörü Durdurmak İçin İnsan Hakları Kısıtlanabilir”, 15 Kasım 2017… http://www.diken.com.tr/yuzde-64-teroru-durdurmak-icin-insan-haklari-kisitlanabilir/
[161] “İKSV’nin Kültür-Sanat Raporuna Göre 10 Kişiden 7’si Hiçbir Etkinliğe Katılmıyor”, 15 Şubat 2017… https://tr.sputniknews.com/kultur/201702151027237532-iksv-kultur-sanat-raporu/
[162] Orhan Bursalı, “Milletimizin Hâl ve Gidişatı Üzerine”, Cumhuriyet, 1 Şubat 2018, s.6.
[163] Figen Atalay, “Gençlik Her Şeye Rağmen İyimser”, Cumhuriyet, 6 Aralık 2017, s.18.
[164] “Gençler Ne İşte ne de Eğitimde... İşte Ürkütücü Tablo”, Cumhuriyet, 19 Mayıs 2018, s.8.
[165] “Avrupa Konseyi: Türkiye’de Tecavüzden Hüküm Giyenlerin Sayısı 2 Yılda 23 Katına Çıktı”, Cumhuriyet, 5 Aralık 2018, s.9.
[166] Orhan Bursalı, “Türkiye Katiller Ülkesi mi? Cinayet Bir ‘Milli Haslet’ mi?”, Cumhuriyet, 24 Temmuz 2018, s.6.
[167] Esra Açıkgöz, “Üniversiteliler de Bile Sevgiliye Şiddet”, Hürriyet, 14 Kasım 2017, s.3.
[168] TÜİK’in ‘Ceza İnfaz Kurumu İstatistikleri 2015’ araştırmasına göre, cinsel suçtan cezaevinde yatanların yüzde 34.3’ü ilkokul mezunu. (“Suçluların Diploma Profili”, Cumhuriyet, 16 Aralık 2016, s.3.)
[169] İklim Öngel, “8 Yılda 40 Trans Canavarca Öldürüldü”, Cumhuriyet, 4 Mart 2016, s.3.
[170] Burcu Cansu, “Şiddetle Çözme Anlayışı Tüm Topluma Nüfuz Etti”, Birgün, 30 Aralık 2016, s.3.
[171] İpek Özbey, “Korku Kültürü Değişmeli”, Hürriyet, 21 Ağustos 2017, s.18.
[172] Umut Vakfı, 28 Eylül Bireysel Silahsızlanma günü dolayısıyla bireysel silahlı şiddet verilerini açıldı. Buna göre bu yıl 22 Eylül’e kadar ateşli silahlarla işlenen 2525 olayda; 1575 kişi öldü, bir kısmı ağır iki bin 670 kişi de yaralandı. 2016 yılında aynı dönemde bireysel silahlarla toplam 1.990 cinayet işlenmişti. 2017 yılının 265 gününde işlenen ve bir önceki yıla göre yüzde 27 artış gösteren bu bireysel silahlı olayların; 1057’sinde tüfek, 90’ında beylik tabancası, 866’sında tabanca, 511’inde çoğunluğu bıçak olmak üzere kesici aletler kullanıldı. (“Bireysel Silahlanma: Her Yıl 4500 Can Alıyor”, Cumhuriyet, 28 Eylül 2017, s.3.)
[173] “Türkiye’nin Şiddet Haritasında Marmara İlk Sırada”, Cumhuriyet, 1 Şubat 2017, s.3.
[174] Uğur Şahin, “Günde 10 Kişi Bireysel Silah Nedeniyle Ölüyor”, Birgün, 28 Eylül 2018, s.7.
[175] “20 Milyon Ateşli Silah Var Ama 1 Milyon Ruhsat Yok!”, 25 Şubat 2017… http://www.halkinbirligi.net/20-milyon-atesli-silah-var-ama-1-milyon-ruhsat-yok/
[176] Bahar Atakan, “Türkiye’nin Boşanma Bilançosu”, Milliyet, 14 Mart 2016, s.12.
[177] “Utanç Rakamları”, Cumhuriyet, 5 Ağustos 2017, s.12.
[178] ‘Mor Çatı Kadın Sığınağı Vakfı’nın OHAL izlenimleri, şiddet ve istismar kıskacındaki çocuklar ve kadınların yaşamlarının 15 Temmuz’dan sonra daha da zorlaştığını ortaya koydu. (Hilal Köse, “Tacize Uğrayan Çocuğa Bugün Git Yarın Gel”, Cumhuriyet, 17 Mart 2017, s.3.
[179] Şebnem Turhan, “Endeksimiz de Erkek Egemen”, Hürriyet, 22 Mart 2017, s.15.
[180] Ozan Çepni, “Eşit Haklar İçin 108, Eşit Ücret İçin 202 Yıl Gerekli!”, 30 Aralık 2018… http://www.cumhuriyet.com.tr/haber/egitim/1185641/
[181] “TÜİK Açıkladı: Gençler Türkiye’den Kaçıyor”, Cumhuriyet, 6 Eylül 2018, s.3.
[182] Şeyma Paşayiğit, “Bilinçsizlik Örülüyor”, Cumhuriyet, 15 Nisan 2018, s.3.
[183] Sibel Bahçetepe, “Uyuşturucu Kullanımında Ürküten Artış”, Cumhuriyet, 23 Nisan 2018, s.19.
[184] Sibel Bahçetepe, “Madde Kullanımı Korkutuyor”, Cumhuriyet, 5 Ekim 2017, s.12.
[185] Selda Güneysu, “Sentetik Uyuşturucunun Görülmediği İl Yok”, Cumhuriyet, 2 Mart 2018, s.12.
[186] Meltem Yılmaz, “Uyuşturucu Tedavisi Yetkisi Olmayan Derneklerde”, Birgün, 21 Mart 2018, s.13.
[187] Hüseyin Şimşek, “Madde Bağımlılığıyla Mücadele Yetersiz”, Birgün, 9 Şubat 2018, s.5.
[188] Burcu Ünal, “Bu Çığlığa Kulak Verin”, Milliyet, 28 Haziran 2014, s.22.
[189] Melis Alphan, “Yara Bere İçinde Çocuklar mı Ülkenin Geleceğine Sahip Çıkacak?”, Hürriyet, 3 Aralık 2016, s.6.
[190] “Yoksulluk da Onları Vuruyor”, Cumhuriyet, 20 Kasım 2017, s.9.
[191] “18 Ayda 22 Bin Çocuk Hamile Olarak Kayıtlara Geçti!”, Cumhuriyet, 20 Kasım 2018, s.9.
[192] Mustafa Mert Bildircin, “Türkiye’nin Utanç Haritası”, Birgün, 16 Mayıs 2018, s.4.
[193] “Utandıran Rakamlar”, Cumhuriyet, 27 Kasım 2014, s.3.
[194] Ayşe Arman, “Çocuk Taciz ve Tecavüzünde Yüzde 400 Artış”, Hürriyet, 21 Ocak 2015, s.5.
[195] “Prof. Oğuz Polat: Tacizlerin Yüzde 95’i Gizli Kalıyor”, Cumhuriyet, 22 Nisan 2016, s.7.
[196] Gökçer Tahincioğlu, “Bingöl’deki İstismar ve İstismar Mağdurları”, Milliyet, 3 Nisan 2016, s.13.
[197] “10 Yılda 153.139 İnsanlık Suçu”, Hürriyet, 21 Ekim 2018, s.20.
[198] Figen Atalay, “Çocuğa Tacize ‘Dur’ Denmiyor”, Cumhuriyet, 7 Kasım 2017, s.2.
[199] İbrahim Sirkeci, “Çocuk İstismarı”, Birgün, 21 Kasım 2016, s.4.
[200] “İzmir’de Son Üç Yılda Bin 865 İstismar Vakası”, Özgürlükçü Demokrasi, 5 Aralık 2016, s.9.
[201] Sibel Kızılkaya İtkü, “Cinsel İstismar ve Devlet”, Cumhuriyet, 15 Nisan 2016, s.16.)
[202] Figen Atalay, “Fuhuşa İtilen Çocuklar”, Cumhuriyet, 7 Kasım 2017, s.2.
[203] Mehmet Yirun, “Tekirdağ’da Fuhuş Rezaleti!”, Hürriyet,1 Ekim 2016… http://www.hurriyet.com.tr/tekirdagda-fuhus-rezaleti-40236751
[204] “Çocuklar Seks Turizminin de Kurbanı: Türkiye Hem Müşteri Hem Organizatör”, 27 Haziran 2016… http://www.diken.com.tr/cocuklar-seks-turizminin-de-kurbani-turkiye-hem-musteri-hem-organizator
[205] “Asıl Suçlu Kim?”, Cumhuriyet, 6 Mayıs 2018, s.2.
[206] Mustafa Çakır, “120 Bin Çocuk Sanık”, Cumhuriyet, 31 Ekim 2018, s.3.
[207] Burcu Cansu, “Fakirlik Çocukları ‘Suç’a İtiyor”, Birgün, 12 Ocak 2017, s.2.
[208] “Türkiye’nin Utancı”, Cumhuriyet, 2 Ağustos 2017, s.2.
[209] “31 Bin Çocuk Gelin 1 Milyon Çocuk İşçi Var”, Milliyet, 24 Nisan 2016, s.20.
[210] “Edirne’de 186 Hamile Çocuk Tespit Edildi...”, Cumhuriyet, 10 Mart 2018, s.6.
[211] Mutlu Erol Kahya, “Birçok Hastanede Çocuk Gebe Poliklinikleri Açıldı”, Birgün, 21 Ocak 2018, s.3.
[212] Zeynep Oral, “Toplumsal Ahlâksızlık Nereye Kadar?”, Cumhuriyet, 21 Ocak 2018, s.15.
[213] “AKP Döneminde Çocuk Olmak: 15 Yılda 460 Bin Çocuk ‘Anne’ Oldu”, Birgün, 24 Nisan 2017, s.3.
[214] “İlgezdi Açıkladı: 120 Bin Çocuk Anne Oldu”, Cumhuriyet, 17 Temmuz 2018, s.3.
[215] Ayşegül Kahvecioğlu, “1 Yılda Önlenebilir Sebepten 873 Çocuk Öldü”, Milliyet, 27 Nisan 2016, s.8.
[216] Mustafa Mert Bildircin, “Çocuk İşçiliğine 30 Saat Kur’an Kursuna 205 Saat”, Birgün, 3 Ağustos 2018, s.3.
[217] Şebnem Hoşgör, “Gençler 900 Saat Okulda 1200 Saat TV Karşısında”, Milliyet, 28 Ocak 2018, s.13.
[218] “5.5 Saat TV Başındayız”, Cumhuriyet, 4 Nisan 2017, s.18.
[219] Figen Atalay, “1 Milyon Bilgisayar Bağımlısı Çocuk Var”, Cumhuriyet, 16 Ağustos 2017, s.2.
[220] Turan Yılmaz, “Son 5 Yılda Psikolojimiz Daha Çok Bozuldu”, Hürriyet, 23 Kasım 2017, s.8.
[221] DSÖ raporuna göre, 2015’de dünya çapında depresyon vakalarının sayısı 322 milyon kişiye yükseldi. (Mert İnan, “10 Yılda 29 Bin Kişi İntihar Etti”, Milliyet, 22 Mart 2017… http://www.milliyet.com.tr/10-yilda-29-bin-kisi-intihar-etti-gundem-2418027) Yine DSÖ verilerine göre, depresyon mağdurlarının yüzde 80’inden fazlası düşük ve orta gelir seviyesindeki ülkelerde tespit edildi. Bunun yanı sıra 55 ile 74 yaş arasında depresyon daha sık görülüyor. Dünya nüfusunun yüzde 4.4’ü depresyon, 3.6’sı ise anksiyete bozukluğundan muzdarip. Rapora göre anksiyete kadınlarda, yüzde 4.6, erkeklerde ise yüzde yüzde 2.6 oranında. 10 yılda depresyon hastalığı yüzde 18.4, anksiyete hastalığı ise 14.9 artış göstermiş. Depresyon ve anksiyetinin en yaygın olduğu bölge ise Afrika kıtası. (Mert İnan, “15 Temmuz’dan Sonra Hasta Sayısı Arttı”, Milliyet, 23 Mart 2017, s.8.)
[222] Gençlerde en sık görülen ruhsal hastalığın anksiyete bozukluğu, bunu depresif bozukluk, alkol ve madde kullanım bozukluk izliyor. DSÖ verilerine göre ruh sağlığı problemlerinin yarısının 14 yaş öncesinde başlıyor. (“Gençlerin Siniri Bozuk”, Cumhuriyet, 11 Ekim 2018, s.18.)
[223] “Türkiye’nin Ruh Sağlığı Bozuldu”, 24 Mart 2017… http://www.yeniasya.com.tr/aile-saglik/turkiye-nin-ruh-sagligi-bozuldu_427259
[224] Mert İnan, “10 kişiden 1’i İlaç Kullanıyor”, Milliyet, 24 Mart 2017, s.8.
[225] Mert İnan, “Depresyondayız!”, Milliyet, 4 Aralık 2018… http://www.milliyet.com.tr/depresyondayiz--gundem-2788914/
[226] “Peuchet, Rousseau’dan alıntılayarak, modern toplumun vahşi hayvanların yaşadığı bir çöl olduğunu yazar…
“İntihar insanın kendi var oluşu üzerine söyleyebildiği son sözdür…
“İnsanlar intiharı Tanrısal iradenin çiğnenmesi olarak görürler, ama intiharın varlığı kendi başına tanrının çözümlenemez iradesine karşı açık bir protestodur.” (Karl Marx, İntihar Üzerine, Derleyenler: Barış Çoban-Zeynep Özarslan, Yeni Hayat Kütüphanesi, 2006, s. 39-64-11.)
[227] Mustafa Turapoğlu, “Son 5 Yılda 60 Bin 850 Kişi İntihar Girişiminde Bulundu”, Hürriyet, 22 Kasım 2017, s.8.
[228] Mert İnan, “10 Yılda 29 Bin Kişi İntihar Etti”, Milliyet, 22 Mart 2017, s.8.
[229] Sputniknews, 14 Aralık 2018.
[230] Mehmet Akaya, “İşçi İntiharları Tırmanıyor”, Aydınlık, 13 Aralık 2018.
[231] “Türkiye Bunamada Dünya Birincisi Oldu”… https://www.gazeteduvar.com.tr/gundem/2018/12/14/turkiye-bunamada-dunya-birincisi-oldu
[232] Mesude Erşan, “5.5 Milyon Kişi Haykırıyor: Biz de Varız”, Hürriyet, 10 Haziran 2018, s.18.
[233] Jean-Paul Sartre, “İnsan bir ‘durum’dan ibarettir: Bir işçi, bir burjuva gibi düşünüp bir burjuva gibi hissedemez; ama bir insanın gerçek ve eksiksiz bir insan olabilmesi için, bu durumun yaşanması ve belli bir amaca doğru aşılması gerekir... (…) Hayır, işçi burjuva gibi yaşayamaz; bugünkü toplumsal düzen içinde, ücretlilik durumunu sonuna kadar yaşaması ve ona katlanması gerekir. Bundan hiçbir kaçış yolu, başvurulacak hiçbir ‘mercii’ yoktur. Fakat insan bir ağacın ya da taşın var olduğu gibi var olamaz: İşçi, kendini işçi yapmalıdır,” derken; ücret karşılığı çalışan insanın bir işçiye dönüşmesi, kendini işçi sınıfının bir üyesi olarak hissetmesi onun bilinçlenme sürecine bağlıdır. Bir köylünün kendini köylü ve çiftçi gibi (olarak) hissetmesi çok kolay ve doğaldır, çünkü belli bir ortamın içinde, o ortam için doğmuştur. Ancak bir köylünün, bir çiftçinin kendini işçi olarak hissetmesi, işçileşmesi hiç de kolay değildir.
[234] Karl Marx, İntihar Üzerine, Derleyenler: Barış Çoban-Zeynep Özarslan, Yeni Hayat Kütüphanesi, 2006, s.65.
[235] Jack London, Demir Ökçe, Çev: H. Saniye Kısakürek, Oda Yay., 1995.
[236] Baruch Spinoza, Teolojik-Politik İnceleme, çev: C. B. Akal, R. Ergin, Dost Yay., 2008.
[237] Gilles Deleuze-Félix Guattari, Anti-Ödipus: Kapitalizm ve Şizofreni 1, Çev: Fahrettin Ege-Hakan Erdoğan-Mustafa Yiğitalp, Bilim ve Sosyalizm Yay., 2012.
[238] Wilhelm Reich, Faşizmin Kitle Psikolojisi, Çev: Bertan Onaran, Payel Yay., 2’inci baskı, 1979.
[239] Asad Haider, “Neden İnsanlar, Sanki Özgürlükleri İçin Savaşırmışçasına, Kölelikleri İçin Savaşırlar?”, Yeni Yaşam, 28 Temmuz 2018, s.10.
[240] Gülüş G. Türkmen, “Çocuk mu İstiyoruz, Çocukluk mu?”, Birgün, 11 Eylül 2017, s.2.
[241] “Aşk Ararken Dolandırıldılar”, Hürriyet, 26 Ocak 2017, s.36.
[242] “Ruhsal Sorunlar: En Masraflı Hastalık”, Cumhuriyet, 11 Ekim 2018, s.18.
[243] Sibel Bahçetepe, “Damgalanma Korkusu Hastalığı Saklatıyor”, Cumhuriyet, 11 Nisan 2017, s.2.
[244] Ç. B., “Sistem Çürüdükçe Hastalık Saçıyor!”, 16 Aralık 2017... http://marksist.net/diger-yazarlar/sistem-curudukce-hastalik-saciyor.htm
[245] Stefan Zweig, Amok Koşucusu, Çev: lknur Özdemir, Can Yay., 2010.
[246] Erdal Atabek, “İnsan Nasıl Güdülür?”, Cumhuriyet, 18 Aralık 2017, s.4.
[247] Karl Marx, 1844 Felsefe Elyazmaları, çev: Kenan Somer, Sol Yay., 1993, s.260.
[248] Karl Marx, Kapital, Cilt:l, çev: Alaattin Bilgi, Sol Yay., 1986, s.638.
[249] Karl Marx, Grundrisse, çev: Sevan Nişanyan, Birikim Yay., 1979, s.298.
[250] Karl Marx, 1844 Felsefe Elyazmaları, çev: Kenan Somer, Sol Yay., 1993, s.260.
[251] Karl Marx, 1844 Felsefe Elyazmaları, çev: Kenan Somer, Sol Yay., 1993, s.144.
[252] Mehmet İnanç Turan, İnsan Olması Engellenmiş İnsan, Etki Yay., 2. baskı, 2005, s.125-145.
[253] “Hızlı yaşamaya zorlanan ve genç ölenler var. Son yıllarda istatistiklere yansıyan iş kazalarında ölenlerin sayısı dehşet verici. Bunlar bilinenler, bir de bilinmeyenler var. Karl Marx ne diyordu? ‘Zaman her şey, insan hiçbir şeydir; insan olsa olsa zamanın enkazıdır.’ Hızlanan zaman ardında enkazlar bırakıyor, yıkıntılar ve cesetler. Zaman, kapitalizmin zamanı. Giderek hızlanan bir koşu bandında koşmaya zorlanıyoruz, yeni rekorlar kırmaya, kırdıklarımızı da aşmaya. Ama nereye kadar? ‘Hayat hızlanıyor, ayak uydurmak zorundasınız’ diyorlar. Hayat hızlanmıyor, hızlanan makinedir. Makinenin hızına yetişmeye çabalıyoruz. Kapitalist makine öldürüyor…
‘Hızlı yaşa, genç öl’ mottosu’nun gündelik yaşamda dolaşıma girmesi çok daha erken bir tarihe, XIX. yüzyılın ikinci yarısına rastlıyor. Zaman kapitalizmin zamanıdır, makinelerin zamanı. Giderek hızlanan makinelere ilk başta direnenler olduysa da sonunda yenik düştük. Ve zamanı sadece makinelerin zamanı olarak algılıyoruz. Kapitalizmi hayat sanıyoruz. Hayatın hızlandığı filan yok. Hayat, çok farklı hız ve ritimlere sahip varlıkların kendi ritimlerine göre icra ettikleri devasa bir perküsyon gösterisini andırıyor. Siz hiç bir çitanın bir kablumbağayı koşmaya zorladığını gördünüz mü? Hayat, hız ve yavaşlıklardan oluşan çok ritimli bir akış. Ama çok yakın bir tarihte Homo sapiens diye bir tür çıkıyor, çitlerle çevirdiği ve uygarlık dediği alanda saat zamanını icat ederek saatin giderek hızlanan tik taklarını dayatıyor hayata ve yıkım başlıyor. Tuhaf değil mi? Doğal ritimlerinden koparılanlar, birden bire kendilerini saatin yapay ritmine ayak uydurmak zorunda buldular. Zaman her şeyi öldürüyor. Ve kapitalizm vakti nakite dönüştürünce, küresel olarak ölüyoruz.” (Rahmi Öğdül, “Zamanı Öldürmeliyiz!”, Birgün, 28 Eylül 2018, s.15.)
[254] Eduardo Galeano, Kucaklaşmanın Kitabı, çev: Nihal Yeğinobalı, Can Yay. 1994.
[255] Rahmi Öğdül, “Yoksa Siz İdiot musunuz?”, Birgün, 21 Eylül 2018, s.15.
[256] Karl Marx, Louis Bonaparte’ın 18. Brumaire’i, çev: Sevim Belli, Sol Yay., 2007.
[257] Karl Marx, Louis Bonaparte’ın 18. Brumaire’i, çev: Sevim Belli, Sol Yay., 2007.
[258] George Orwell, 1984, Çev: Celal Üster, Can Yay., 2000
[259] Güray Öz, “Hava Tükenmeden”, Cumhuriyet, 31 Ağustos 2018, s.5.
[260] Romain Rolland, Jean-Christophe-I, çev: Adnan Cemgil, Sosyal Yay., 1983.
[261] Rahmi Öğdül, “Ne O, Ne O, Ne O, Deniz Olunmalı!”, Birgün, 29 Haziran 2018, s.15.
[262] Jean- Paul Sartre, Yazınsal Denemeler, çev: Bertan Onaran, Payel Yay., 1984.

Yorumlar

BLOGGER

/fa-star-o/ Öne Çıkanlar$type=three-tab$sn=0$rm=0$m=0

Ad

1 mayis,25,12 eylul,11,18 mayis,1,6 mayis,1,afis,3,akp,36,aktuel,15,aktüel,29,ask,13,aydinlar devrimciler,189,baris,8,bilim,4,cevre,12,cinayetler,14,davalar,31,demokrasi,18,demokratiklesme,2,dersim,2,devlet,17,devrim,25,dinleti,2,duyuru,9,dünya,175,egitim,11,ekoloji,26,ekonomi,53,emek,51,emperyalizm,13,etkinlik,29,felsefe,2,futbol,6,genclik,44,grafik,6,güncel,5,gündem,26,hukuk adalet,111,ibrahim kaypakkaya,2,ideoloji,2,iktidar,9,iletisim,2,inanc,23,isci-sendika,5,islam,4,isyan,51,kadin,15,kapitalizm,34,katliamlar,54,kesk,1,kitap,37,komünizm,3,kriz,117,kutlama,8,kültür sanat,245,latin amerika,1,marksizm,2,mart ayi,1,materyalizm,1,medya,4,milliyetcilik,2,mizah,3,mucadele,9,mücadele,34,newroz,2,Ortadoğu,1,öteki,88,özgürlük,11,panel,8,politika,53,protesto,9,röportaj,15,savas,11,secim,19,seçim,5,sempozyum,3,sibel özbudun,1,sinifsal bakis,67,sosyalizm,7,soykirim,3,spor,1,tanitim,19,tarih,42,temel demirer,17,tercüme,4,türkiye,168,üniversite,7,video,54,yasam,52,yeni yil,5,
ltr
item
temel★demirer: ÇEŞİTLİ VECHELERİYLE BEŞERİ (EKONOMİ-POLİTİK) KRİZ
ÇEŞİTLİ VECHELERİYLE BEŞERİ (EKONOMİ-POLİTİK) KRİZ
https://m.bianet.org/resim/olcekle/9012/490/352
temel★demirer
https://temeldemirer.blogspot.com/2019/01/cesitli-vecheleriyle-beseri-ekonomi.html
https://temeldemirer.blogspot.com/
https://temeldemirer.blogspot.com/
https://temeldemirer.blogspot.com/2019/01/cesitli-vecheleriyle-beseri-ekonomi.html
true
2640787830945118992
UTF-8
Loaded All Posts Not found any posts Diger devamını oku Yanıtla Cancel reply Sil Ana Sayfa Sayfa Posta Hepsini Gör BUNA BENZER Etiket Arsiv Ara Bütün Yayinlar İsteğiniz gönderi bulunamadı Ana Sayfaya Dön Sunday Monday Tuesday Wednesday Thursday Friday Saturday Paz Pts Sal Car Per Cum Cmt January February March April May June July August September October November December Oca Sub Mar Nis May Haz Tem Agu Eyl Eki Kas Ara simdi 1 dakika önce $$1$$ minutes ago 1 saat önce $$1$$ hours ago dün $$1$$ days ago $$1$$ weeks ago more than 5 weeks ago Followers Follow THIS CONTENT IS PREMIUM Please share to unlock Copy All Code Select All Code All codes were copied to your clipboard Can not copy the codes / texts, please press [CTRL]+[C] (or CMD+C with Mac) to copy