SİBEL ÖZBUDUN-TEMEL DEMİRER “Her karanlık kendisini sonlandıracak şafağın tohumlarını içinde taşır.” [1] “Yeni dünya düzeni bu; doğrulu...
SİBEL ÖZBUDUN-TEMEL DEMİRER
“Her karanlık
kendisini sonlandıracak şafağın
tohumlarını içinde taşır.”[1]
“Yeni dünya düzeni bu; doğruluk, adalet ve özgürlük önemsenmiyor, tek mukaddes değer ‘güç’. Suriye’yi kaderine terk eden dünya, şimdi Suriye ekseninde yeniden şekillenecek. Daha fazla ıstırap, daha fazla karmaşa göreceğiz,”[2] saptaması 2019’da Muhammad Idrees Ahmad tarafından ifade edilmişti ve çok önemliydi.
Lakin ondan da çok önceleri Henry Kissinger’ın, “Bunları kendimize yakışan bir İslâm yapacağız,” ifadesi Suriye’deki HTŞ (Heyet Tahrir eş-Şam/ Şam Kurtuluş Heyeti) hikâyesini net biçimde anlatıyordu!
Siyasal İslâmcılığın sahte, asılsız anti-emperyalist karakteri, Suriye savaşıyla gözler önüne serileli çok oldu. Batı destekli rejim değişikliği girişimi, “ılımlı siyasal İslâm’dan ürese ürese radikallik ürer” tezini ispatlamaya yaradı. Körfez’in Vahhabî/Selefî monarşileriyle Suriye’ye “demokrasi taşıma” tezine “kanabilenler” için asıl sorun, küresel PR (halkla ilişkiler) cephesiydi. Bu cephe de ana gövdesi İhvancılardan oluşan PR’cıların ellerinde patladı. Sahadaki hakikâtlere uymadığından aksi mümkün değildi zaten…[3]
İç savaş patlak verince Suriye’ye gidip dönen yandaş bir gazeteci; “Libya’da ve Mısır’da diktatörleri deviren mücahitler, şimdi de Suriye’de çarpışıyorlar!” demişti ve bu kişilerin “Cihat” için Suriye’de olduklarını eklemişti!
Ve de Suriye’de emperyalizm için cihat yolunda -“şimdilik”- ileri adımlar atıldı. Yani “kazanan” emperyalizm, ganimet ise Suriye’ydi…
I. AYRIM: SORU(N)LAR
HTŞ önderliğindeki cihatçıların Suriye’yi ele geçirmesiyle Ortadoğu’da yeni bir dönemin kapıları aralandı. Her şey emperyalist (ve Siyonist) Büyük Ortadoğu Projesi (BOP) kapsamında adım adım ilerlese de; yol hâlâ engebeli ve dolambaçlı…
Çok aktörlü, çok parçalı Suriye büyük kapışmaların ortasında: ABD, Rusya, İran, Türkiye, HTŞ, ÖSO, Hizbullah, SDG gibi aktörlerin boy gösterdiği coğrafyanın geleceği tartışmalı… Suriye’nin çok boyutlu yeni bir savaşın içine sürüklenmesi ihtimali Ortadoğu’yu etkileyecek bir dinamiktir. Çünkü Suriye sadece Suriye değil; elbette daha fazlasıdır.[4]
Bu bağlamda Suriye’nin düşürülmesinin bölgesel ve küresel pek çok etkisi olacak; örneğin Şam’ın denklemden çıkmasıyla birlikte Siyonist saldırganlığın önü daha açılacak.
Ayrıca İran’ın etki alanı daralırken, Şiî Hilali’nin kopması ile Filistin yalnızlaştırıldı, direniş örgütleri desteksiz kaldı.
Bunlara ek olarak Suriye’nin Balkanizasyonu veya Suriye’nin Afganistanlaştırılmasıyla birlikte İran’a karşı askeri cepheye dönüştürülmesi ihtimali devreye girecektir.[5]
Yani hesap içinde hesabın Suriye’si Ortadoğu’nun “yeni” pimi çekilmiş bombası, istikrarsızlık odağı olacaktır. Evet, BOP’ta yeni aşamaya geçilirken Ortadoğu için yeni bir kırılma noktası; çok aktörlü, çok boyutlu çatışma sahasıdır Suriye.
Kolay mı?
ABD, Rusya, İran, T. “C”, İsrail, HTŞ, SMO, Hizbullah, SDG, YPG, Şii milisler, Arap aşiretler gibi onlarca küresel, bölgesel, yerel aktörün boy gösterdiği bu coğrafyada hesaplar, çıkarlar, oyunlar iç içe geçerken; “yeni durum”, bölge halklarını tehdit eden emperyalist projenin hayata geçirilmesidir.
Söz konusu saldırganlık 2010’larda devreye sokulan ABD mamûlatı BOP’un, yani Ortadoğu’nun ABD emperyalizmi ve İsrail çıkarları doğrultusunda siyasal İslâmcı taşeronlar aracılığıyla yeniden dizayn edilme projesinin devamıdır.
Hatırlayın: Suriye’ye saldırı ABD’nin Ortadoğu’da BOP’un yeni versiyonunu hayata geçirmeye hazırlandığı dönemde örgütlendi; Trump’ın yönetime gelmeye hazırlandığı günlerde yaşanan saldırının bir ucunda da T. “C” bulunuyordu; Türkiye’nin koruması altındaki İdlib’de konumlandırılmış HTŞ’nin şimdi böyle bir taarruza başlama cesaret ve kararının, İsrail eliyle yaratılan istikrarsızlık ortamında Suriye’deki güç dengesinin değiştirilmesini hedefiyle bağlantılı olduğu ortadaydı.
Suriye artık, Washington ve Tel Aviv’de olduğu kadar Ankara’da da coşkuyla karşılanan cihatçı “demokrasi”yle yüz yüzedir; Tayyip Erdoğan’ın, “Türkiye işlevini BOP içinde, bu bölgede etkin bir şekilde yerine getirecektir. Her görüşmede, attığımız her adımda bunun uygulamasını yapıyoruz,”[6] ifadesindeki üzere…
Nihayetinde, Beşar Esad, devlet başkanlığı seçimlerini oyların yüzde 95’ini alarak kazandığından[7] söz edilen Suriye’de rejim yıkıldı ve yerini katmerli bir soru(n)lar yumağı aldı.
“Yeni bir dönem”di bu ve çok şeye gebeydi. Şöyle ki: 1945-1946’da Fransa’dan bağımsızlığını kazanan, 1961’de Birleşik Arap Cumhuriyeti’nden ayrılan, 1963’te Baas tarafından yönetilmeye başlanan ve 37 günlük bir süre hariç 1971’den beri de baba ve oğul Esad’ların yönettiği Suriye’de rejim, 12 yıllık bir iç savaşın ardından, hemen herkesin şaşkınlıkla karşıladığı bir hızla 11 günde çöktü.
Nasıl oldu da bir zamanların “güçlü” lideri-devleti-ordusu hiçbir direniş gösteremeden 11 günde düştü? Kuşkusuz bu 11 günün öncesindeki 12 yıllık iç savaş, dış güçlerin müdahalesi, o güçlerdeki konjonktürel değişim de önemli; ancak hiçbiri ya da hepsi birden bir rejimin 11 günde çöküşüne “şaşırmaya” engel değil.
Filipinler’i 1965’ten 86’ya kadar yöneten ve yıkılmaz sanılan Marcos 4 günde devrilmişti. Orta Doğu’da, “Arapların ablası” Mısır’ı 1981’den 2011’e kadar yöneten Mübarek 18 günde, Tunus’u 1987’den 2011’e kadar yöneten Zeynel Abidin 28 günde…
Libya’yı 1969’dan 2011’e kadar 42 yıl yöneten Kaddafi’nin devrilmesi de, Saddam’ın da 2003 Mart’ındaki ABD işgali ardından devrilmesi de çok sürmedi.
Şimdi milyonlar mülteci, milyonlar evsiz… Ölen on binlerce masum ve geride yıkık bir coğrafyada, rejim değişikliğinin nasıl bir Suriye yaratacağı meselesi, sadece Suriye’nin değil, tüm Ortadoğu’nundur!
I.1) SAVAŞ
Yerküre sarsılıyor!
Ukrayna savaşı ve Filistin jenosidi emperyalist savaşın ön cepheleri olarak dikkat çekiyor. Ortadoğu, Kafkasya coğrafyası, Orta Asya ve Asya Pasifik büyük kapışma alanları olarak, giderek öne çıkıyor.
Ukrayna Savaşı aslında tektonik hareketin ilk sarsıntısıdır.
Filistin jenosidi ise modern zamanlarda, modern konsantrasyon kampları ve yeni bir ölüm endüstrisi olarak sıradanlaştırılıyor. Filistin, yeni zamanlarda artık nüfusa uygulanacak muamelenin tipik bir örneği olarak öne çıkıyor.
Filistin jenosidi insanlığın yarattığı tüm değerlerin çöküşü ve uygarlık diye tanımlanan ve yüceltilen şeylerin bitişi olarak değerlendirilebilir. Ve Filistin pratiği, her şeyin herkesin gözünün önünde olabilirliğini gösteriyor.
Kapitalist sistem yapısal bir krizle, yani aşırı birikim sorunuyla karşı karşıyayken, sürdürülemez kapitalizmin “III. Büyük Buhranı” derinleşiyor; bir “Uygarlık Krizi” olarak kendini dışa vuruyor…
Tam da burada Öncelikle Howard Zinn’in, “Savaş terörizmin yüzlerce kat büyütülmüş hâlidir”; Lev Nikolayeviç Tolstoy’un, “Savaşı öven insanları savaşın tam içine, en ön cepheye; saldırının, şiddetin tam ortasına gönderin,”[8] vurguları eşliğinde “savaş” meselesine dikkat çekmekte yarar var. Kriz ve savaş bir diyalektik oluştururlar. Çünkü savaş kapitalist krizi aşmanın en önemli enstrümanı olması yanında; kapitalizmin gelişim süreciyle ilintili dinamiktir.
Emperyalist saldırganlık krizler ve savaşlar üretmeye devam ederken çatışmalar her geçen gün daha geniş alanlara yayılıyor; Verisk Maplecroft’un ‘Çatışma Yoğunluğu Endeksi’ raporuna göre küresel düzeyde çatışma alanları, 2021’den bu yana yüzde 65 oranında artış gösterdi.
Üç yılda dünya genelinde çatışmalardan etkilenen alan yüzde 2.8’den yüzde 4.6’ya yükseldi ve devletlerarası veya iç savaşlardan etkilenen bölge, 6.15 milyon kilometrekare ile Hindistan’ın yüzölçümünün neredeyse 2 katına ulaştı. Rapora göre üç yılda çatışmalarda ölenlerin sayısı yüzde 29 arttı.[9]
Özellikle küresel ekonominin militarizasyonunun ivme kazandığı momentte Alman hükümetinin 2024’de yaklaşık 13 milyar euro değerinde silah ve askeri malzeme - Berlin yönetiminin 2023’te silah ve askeri malzeme satış rekoru 12.13 milyar euroydu- ihracatına izni verip 2024’te silah ve askeri malzeme satışı rekoru kırdığı;[10] İsrail’in gerçekleştirdiği soykırımın, Batı’nın askeri ve ekonomik desteği ile mümkün olabildiği unutulmadan bu ülkenin silah ve askeri teçhizat ithalatının yüzde 69’unu ABD’nin karşıladığı; soykırımdan en fazla kâr eden sektörlerden birinin de ABD silah endüstrisi olduğu; 7 Ekim’den beri ABD merkezli Lockheed Martin, BAE Systems, RTX, Northrop Grumman gibi şirketlerin hisselerinin günlük olarak patlama yaşadığı[11] gerçeğinin altı çizilmelidir!
Bu bağlamda militarizasyon sürecinin kapitalizmin krizi aşma yöntemi ile sermaye birikim süreci olduğu da göz ardı edilmemelidir.
Özetin özeti, kapitalizmin temel dürtülerden biri savaştır. Kapitalist devletin militarizasyonu yeni savaş ve çatışma alanlarını besler. Bu durumda, Ortadoğu’daki[12] savaşı ifade ettiklerimizle ele almak elzemdir.
I.2) “YDD” ORTADOĞU’SU
Ortadoğu’nun damarlarına barut fıçıları bağlanmış durumda; hangi kıvılcımın fıçıları ateşleyip topyekûn savaş çıkaracağı tartışmalarına Richard Silverstein, “Trump Ortadoğu’ya daha kötü günler getirecek,”[13] öngörüsüyle katılmakta, ve de kesinlikle haklı.
Coğrafyamıza ‘Ortadoğu’ adını veren sömürgeci emperyalist İngilizler ve Batı Avrupalılar için bu topraklar talanın, yıkımın, sömürünün boy hedefidir hâlâ…
Bu durumda soru(n) şudur: Kime göre Ortadoğu?
Sömürgeciler dünyanın haritasını yaptılar ve her yere kendilerince bir ad koydular… Aslında oraya Ortadoğu değil ama “dünyanın merkezi” demek uygun olur… Pergelin ayağına Şam’a oturtup çevirirsen Londra’ya Moskova’ya Johanesbourg’a Hindistan’a az-çok eşit mesafede olduğunu görülür… Deniz ve kara yollarının da kavşağıdır. Napolyon Bonapart boşuna “Suriye dünyanın kalbidir” dememişti…
Yayılmacı-emperyal emelleri olanların bu bölgeye gözünü dikmemesi mümkün değildir… Bu dün de böyleydi bugün daha da böyledir… Şimdilerde kapitalizmin damarlarında dolaşan kan olan petrolün doğal gazın önemlice bir bölümü orada ve oradan Batı’ya taşınıyor… Tabii Batı kapitalizmi için vazgeçilmez bazı madenler de orada…
Bu coğrafyada 10 Haziran 1916 sabahında Şerif Hüseyin’in Mekke’deki evinden Taif’e doğru yaptığı sembolik tüfek atışı, tarihe “Arap İsyanı” olarak geçecek ayaklanmanın başlangıcı oldu.
İsyan sırasında Araplar, bağımsız bir ulus devlet olma hayalini kuruyorlardı; fakat kendilerini İngiliz ve Fransız mandası altında buldular.
Üstelik Siyonist hareketin hedefleri, Batı’nın dizayn ettiği şekille Orta Doğu’da yerini aldı. Şerif Hüseyin’in hayalini kurduğu birleşik bir Arap dünyası, sınırları masa başında çizilen Irak, Suriye, Ürdün ve Lübnan gibi devletlere bölündü. Literatürde sıkça atıfta bulunulan “Modern Orta Doğu” böyle yaratıldı. Bugün “Yeni Orta Doğu” olarak addedilen söylem ise İsrail ekseninde tasarlanan ve işgal altındaki Filistin’e yer verilmeyen bir harita ve evresini temsil ediyorken, Ortadoğu’nun hızlı değişen gündemi içerisinde hiç bir karar tek bir nedenle açıklanamaz. Ve kan gölüne çevrilen Ortadoğu’da yaşananları, nedenlerini ıskalayarak sadece aktüel gelişmeler üzerinden okumak, büyük resmi görmeyi engeller.
İş bu nedenle de Ortadoğu, küresel güç odakları ve emperyalist aktörlerle işbirliğinde dikkatli olmanın ne kadar da elzem olduğunun tarihidir aynı zamanda.
Evet, bölgenin siyasi tarihi herhangi bir ülke, etnisite veya topluluğun büyük bir güce yaslanmasının trajik örnekleriyle dolu. Irak, Suriye, Lübnan, örnekleri bunun somut göstergeleri. Bölgedeki bütün halkların; Türklerin, Kürtlerin, Arapların yaşananlardan çıkaracak çokça dersi vardır, olmalıdır da!
Çünkü Esad rejiminin çöküşüyle birlikte İsrail, Suriye’de stratejik alanları ele geçirmeye başladı. Bu gelişmeleri Gazze’nin yerleşime açılma olasılığı, Batı Şeria’dan yaklaşık 23 bin dönüm arazinin devlet toprağı (yerleşim yapılacak alan) olarak belirlenmesi, Lübnan topraklarına girerek askeri yerleşimler kurmaya başlaması ile birleştiren kimi Ortadoğulu Arap analistlerde İsrail’in sadece güvenlik kaygısıyla değil, aynı zamanda bir “imparatorluk kurma amacıyla” hareket ettiği kanaatini doğurdu; “İsrail bu süreçte önce İran’ı, sonra Türkiye’yi mi hedef alacak” sorusunu gündeme getirdi. İlk anda fantastik gibi görünse de mevcut dinamikler üzerinden yapılan bir analiz bunun, tamamen gerçekdışı bir soru olmadığını gösteriyor.
Esad rejiminin çöküşü, İsrail’e kuzey sınırını yeniden şekillendirme fırsatı sundu. Özellikle Suriye rejiminin askeri altyapısını neredeyse tamamen imha eden İsrail, Golan Tepeleri, Hermon Dağı gibi yüksek konumları ele geçirerek Şam’a 25 km yakın bir alana konuşlandı. Suriye’nin yönetim boşluğu, İran’ın “Direniş Ekseni” olarak adlandırılan ağının dağılmasına yol açtı; İran’ın bölgede güç yansıtmasını çok zorlaştırdı.
Gazze’de Hamas’ın, Lübnan’da Hizbullah’ın etkisizleştirilmesi ve nihayet Suriye rejiminin Türkiye’nin inisyatifi ile çökmesi, Neo-Con “Clean Break” (1998) raporunda tasarlanan, İsrail’i tehdit etme kapasitesine sahip rejimlerin yıkılmasını öngören projeye uygundu.
Suriye rejiminin yıkılması, sıranın İran’a geleceğini düşündürüyor. Birincisi İran molla rejimi ekonomik kriz ve sık sık yükselen toplumsal muhalefet dalgaları karşısında giderek zayıflaması bir rejim değişikliği senaryosunu gündeme getiriyor. ABD basını daha şimdiden, bu muhalefet hareketinin desteklenmesi gerektiğini anlatmaya başladı. İkinci, senaryo, İsrail’in, Trump yönetiminin desteğini alarak, İran’ın nükleer tesislerine yönelik bir saldırıyla rejimin stratejik altyapısını imha etmesi olasılığıyla ilişkili. Bu senaryo, İran’da rejimin İsrail-ABD saldırısına cevap vermekte başarısız kalarak ağırlaştırılan yaptırımların da etkisi altında çökmeye başlamasını, dolayısıyla bir rejim değişikliği olasılığını da içeriyor.
Suriye’de Esad rejimi, IŞİD’den türeme bir yapılanmanın elinde, siyasal İslâm’ın yönettiği Türkiye rejiminin inisyatifiyle yıkıldı. Bu yapılanma, şimdi, iktidara gelerek bir toplum ve rejim inşa etmeye başlıyor. Böylece son tahlilde İsrail’i hedef alması, en azından çıkarlarının çatışması kaçınılmaz bir radikal İslâm rejimi İsrail’e komşu oluyor. Bu rejimle, AKP Türkiye’sinin yakın ve organik bağları var. Türkiye’nin Ortadoğu politikaları da Türkiye ile İsrail’i kaçınılmaz olarak, stratejik anlamda sınırdaş durumuna sokuyorken;[14] gericik odaklarının kapışma ihtimallerini de güçlendiriyor!
I.3) BİRAZ TARİH
Birinci Dünya Savaşı’nı müttefiki Almanlarla birlikte kaybeden Osmanlı İmparatorluğu’nun Suriye’deki varlığı, 25-26 Ekim 1918 gecesi askeri birliklerin çekilmesiyle sona erdi. Son çekilen 7. Ordu’nun başında Mustafa Kemal bulunuyordu. Suriye’yi Şubat 1920’de kabul edilen ‘Misak-ı Milli’ dışında bırakan anlaşma ise, 9 Mart 1921 tarihinde Ankara Hükümeti’nin temsilcisi Bekir Sami (Kunduh) ile Fransa Başbakanı Aristide Briand arasında, Londra’da imzalandı. Bu yeni statü, 1923 Lozan Barış Antlaşması ile de teyit edildikten sonra Suriye Fransız mandası altında yaşamaya başladı.
Etnik unsurların da belirlendiği 1925 sayımlarına göre Suriye’deki toplam nüfusun yüzde 56.7’si Müslüman (Sünnî) idi. Sünnî nüfusun da yüzde 38’i Arap, geriye kalan 18.5’i Türk, Kürt ve Çerkezlerden oluşuyordu, Türkmenlerin oranı ise yüzde 1.9 idi. Bu nüfus 1930’ların sonuna kadar görece sakin bir yaşam sürdü.
1936-1939’da sancağın Hatay adıyla Türkiye’ye katılması sürecinde Suriye Türkmenlerine yönelik baskılar arttı. O tarihe kadar, azınlıklara pozitif haklar tanıyan 1926 tarihli Suriye Anayasası sayesinde Türkçe gazete yayımlanabilirken, bu tarihten sonra bu mümkün olmadı. Hatta Türkçe konuşmak bile fiilen yasaklandı. Fransız mandası döneminde Türkiye ile sınır ticareti engellendiği için ticari hayat çok durgundu.
1966’da iktidara gelen Baas generali Salah Cedid’in sosyalizm-milliyetçilik karışımı katı seküler politikaları Sünnî çoğunluğu rahatsız etti.
1970’te Suriye’de iktidara gelen Hafız Esad liderliğindeki Baas rejiminin uygulamaya koyduğu toprak reformu Baasçıların Sünnî toprak oligarşisinin ve büyük tüccar cemaatinin kalbi olarak gördüğü Halep’teki kamulaştırmalardan çoğu küçük toprak sahibi olan Türkmenler de payını aldı. Buna karşılık diğer azınlıklar gibi, eğitimli Türkmenlere devlet kapısı açıldı.
1980’li yıllarda Suriye’yi vuran ekonomik ve siyasi kriz, tüm halkı etkiledi. Sınıfsal farklar keskinleşti.
2000 yılında Hafız Esad’ın ölümü hem Suriye için bir dönüm noktası oldu. Türkiye ile Suriye’nin 1947-1990 arasındaki Soğuk Savaş Dönemi’nde farklı kutuplarda oldukları için pek soğuk olan ilişkilerini AKP hükümeti önce iyileştirmeye çalıştı, ardından Şam’daki Emeviye Camii’nde namaz kılma hayalleri kurdu...[15]
On üç yıllık Suriye iç savaşında kan gövdeyi götürdü, insanlar açlık kırıldı![16]
Emperyalist ve bölgesel güçler “temsilcileri” üzerinden Suriye’de karşı karşıya geldi. El Kaide uzantılı gruplar, Suriye’de şeriat devleti kurmak için harekete geçti. Şeriat devleti kurmak için değişik ülkelerden binlerce kişi Suriye’ye akın etti. Mart 2011’de, Dara kentinde duvarlara Esat karşıtı sloganlar yazan gençler tutuklandı, işkencelere maruz kaldı. Gençlerin tutuklanması, işkence görmesi, 17 Mart 2011’de, Dara kentinde protesto gösterisinin artmasına yol açtı.
Protesto gösterisine Esad’ın kolluk güçleri saldırdı. Ölümler meydana geldi. Tutuklamalar yapıldı. Tutuklananlar işkencelere maruz kaldı. Dara’daki bu olaylar, Suriye’de iç savaşı tetikledi.
Eylül 2015’e kadar Suriye’deki savaş emperyalist güçlerin temsilcileri arasında yürütülmekteydi. Bu durum, Rusya’nın 30 Eylül 2015’te doğrudan savaşa müdahale etmesi ve çatışmalara doğrudan katılmasıyla önemli bir değişikliğe uğradı ve Esad-Baas rejiminin yıkılmasını engellenmiş oldu. Böylece emperyalist ve yerel gerici güçlere Suriye’de Esad’lı bir geçiş sürecini kabul ettirmeye başladı. ABD emperyalizmi İslâm Devleti’nin (IŞİD) Kobanê’ye saldırısı sürecinde Kürtlere destek verme adına ve Kürtlerle işbirliğine yönelerek bölgeye yerleşti.
23 Ocak 2017’de Astana süreci başlatıldı. Astana görüşmelerinde, Rusya-İran-Türkiye üçlüsü, kendi aralarındaki çelişkilere rağmen, Suriye’deki savaşın Esad rejimi lehinde gelişmesini ve savaşın İdlib’e odaklanmasını sağlayan bir mutabakata varmıştı. İdlib’de T. “C”’nin desteklediği ve üzerlerinde etkili olduğu silahlı güçlerin -mutabakatta hedef olarak gösterilen El Nusra vb. güçler ateşkesi reddetseler de- esasta bu dönemde Esad rejimiyle doğrudan çatışmaları azaldı. Rusya ve Esad-Baas rejimi de İdlib’e doğrudan saldırıdan kaçındı. İdlib’de Türkiye 12, Rusya 10 ve İran ise 6 “gözetleme noktası” oluşturdu.
Suriye’de, tüm İslâmcı örgütler İdlib’e veya Türkiye’nin kontrol ettiği alanlara yerleşmişti.
7 Ekim 2023’te, Siyonist İsrail, Hamas’ın yaptığı terörist eylemi bahane ederek Gazze’ye yönelik bir savaş başlattı. İsrail devleti, Gazze’de taş üstünde taş bırakmadı. 1 Ekim 2024’te de Lübnan’a yönelik kara harekâtı başlatıldı. Siyonist İsrail iki ay içinde karada 1-3 kilometre derinliğinin ötesine geçemedi. Oysa sınırdan 30 km ötedeki Litani nehrine kadar olan bölgeyi işgal etmeyi planlamıştı!
İsrail ile Hizbullah arasında çatışmaların başlamasından yaklaşık bir yıl sonra ABD ve Fransa’nın arabuluculuğunda Lübnan’da bir ateşkes anlaşması sağlandı. Ateşkes, 27 Kasım’da yürürlüğe girdi.
İsrail’in Lübnan’da saldırılarını yoğunlaştırdığı dönemde, Suriye’deki İslâmcı çetelerin en güçlülerinden olan, 2019’dan beri İdlib bölgesini kontrol eden HTŞ, Halep’e saldırının hazırlıklarını yapmaya başladı.
Suriye ordusu da kuzey hatlarına sevkiyatlar yapıyordu. İsrail’in Suriye’ye yönelik saldırıları Suriye sahasını belli ölçüde felç etti.
Esad’ın çağrısı üzerine 2015’te Suriye savaşına dâhil olan Rusya ise Ukrayna’da yürüttüğü savaş nedeniyle Suriye’ye yeterince güç ayıramadı ya da ayırmak istemedi.
İsrail’in Suriye-Lübnan hatlarını bombalaması, Suriye ordusunun bitkin düşen güçlerini doğudan batıya, güneyden kuzeye yaydı. İran ve Hizbullah da eskiden olduğu gibi Suriye sahasında Esat ordu güçlerine tam kapasite destek verme durumunda değildi. Suriye’deki bu durum HTŞ ve diğer İslâmcı gruplar açısından elverişli bir durumdu. HTŞ ve sömürgeci Türk devletinin besleyip silahlandırdığı, eğittiği Suriye Milli Ordusu’na bağlı gruplar, 27 Kasım’da Halep’e yönelik bir saldırı başlattılar. 27 Kasım’da başlatılan operasyona HTŞ dışında başka İslâmi örgütler de katıldı. Örgüt, medya üzerinden “Halep’in işgali sonucu yüz binlerce insanın evlerine geri döneceği”, “devrimin yeniden yükseldiği” vb. yönünde propaganda yürütüyordu.
Heyet Tahrir el Şam ve cihatçı müttefikleri, Hama, Humus, Dera ve Süveyra’yı da işgal etti. Ardından da başkent Şam’ı.[17]
II. AYRIM: EMPERYALİST MÜDAHALE VE…
Çin Dışişleri Bakanlığı Sözcüsü Cao Licien’in, Suriye’den petrol ve tahıl kaçakçılığı yaptığını, bunun 100 milyar dolardan fazla kaynak kaybına yol açtığını ifade ettiği ABD’nin[18] Ortadoğu stratejisi emperyalist-kapitalist talandan muaf değilken; “demokrasi” söylenceleri de ayıplarının incir yaprağıdır.
Hemen her şey ortada; Cumhuriyetçi Senatör Lindsey Graham’ın Pentagon’un Suriye petrolünün IŞİD ya da İran’ın eline geçmesini önleyecek bir plan hazırladığını söylemesi, ABD’nin söz konusu ülkede kalma ısrarının en somut nedeni sayılmalı. İç savaşın başından beri ABD ile Batılı devletlerin Suriye’ye “insan haklarını savunmak”, “ülkeye özgürlük getirmek” ya da “Kürt halkının haklarını korumak” gerekçesiyle müdahil olduğu iddiaları gerçeği yansıtmıyordu. Çünkü Suriye petrolüyle, doğalgazıyla bu güçlerin her zaman ilgi alanı olagelmiştir.[19] Suriye, kimilerinin iddia ettiği gibi petrolden, doğalgazdan yana hiç de fakir bir ülke değil. Henüz işlenmemiş, ortaya çıkarılmamış, en az Irak’ınki kadar zengin rezervleri var. Savaşın başlamasından kısa süre öncesinde Humus yakınlarında büyük bir doğalgaz havzası keşfedilmişti. En kanlı çatışmaların orada gerçekleşmesi rastlantı değil.[20]
Ayrıca Rusya Savunma Bakanlığı Sözcüsü İgor Konaşenkov, ABD’nin Suriye’deki petrolü yasadışı yollarla çıkarıp ihraç ettiğine dikkat çekerek ekliyordu: “Pentagon Şefi Mark Esper’in, “petrol sahalarını IŞİD’e karşı korumak için” ABD askerlerinin Suriye’nin doğusunda kalması gerektiği yönündeki açıklaması şaşırtmamalı”![21]
Hâl bu merkezdeyken ABD’nin BM Temsilcisi Nikki Haley, “Esad’ın iktidarda olmadığı bir Suriye hayal etmek zor. Bence şimdilik iktidarda kalacak;[22] ya da İsrail Enerji Bakanı Yuval Steinitz’in, “İsrail henüz Suriye’deki iç savaşa dahil olmadı. Eğer Esad, İran’ın, Suriye topraklarında operasyon yapmasına izin vermeye devam ederse İsrail onu tasfiye edecek ve rejimini devirecek. Eğer Esad Suriye’yi İran’ın bize karşı kullandığı bir askeri üs hâline getirirse bunun onun sonu olacağını bilmeli,”[23] açıklamaları da çok önceden bugünleri anlatır gibiydi.
Bunlara ek olarak ABD Dışişleri Bakanı Mike Pompeo’nun “Sezar Yasası” kapsamında içlerinde Devlet Başkanı Beşşar Esad ve eşi Esma Esad’ın da yer aldığı 39 kişiye yaptırım uygulanacağını[24] duyurması;[25] ve iç savaş nedeniyle kırılgan olan Suriye ekonomisine Caesar Yasası darbesi ile ABD müdahalesi ekonominin daha da kötüleşip, yoksulluğun artmasına yol açtı.
Kaldı ki Aslında Suriye kapışmasına ilişkin esas konu geleceğin hegemonya savaşlarına mündemiçken, aslolan müttefikler değil, çıkarlardı. Tıpkı Rusya Savunma Bakanlığı’nın açıklamasında, “8-12 Eylül 2017 döneminde havadan çekilen fotoğraflarla IŞİD birliklerinin mevzilendiği bölgelerde ABD özel kuvvetlerinin kullandığı çok sayıda Hummer zırhlı araçları tespit edildi” ifadelerine yer verildiği üzere![26]
Evet “dost” ya da “düşman”ları değil, sadece çıkarları olan emperyalizm bir yalan makinesidir. “Genel olarak ‘Arap Baharı’ sürecinde, özel olarak da Suriye’de medya, yalan haberlerle Batı’nın işgal planlarına yardım etti.”[27] Ayrıca hemen her yerde de…
Veya Suudi Arabistan gazetesi ‘El Vatan’ın, Esad’ın Akdeniz’de demirli bir Rus savaş gemisinde yaşadığını öne sürmesi;[29] örneğindeki üzere, milliyetçi ve militarist söylemi durmadan güncelleyerek, tırmandırdığı gibi!
Ancak bunlar boşuna değildir. Fransa Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron, ABD, Fransa ve müttefiklerinin savaş sonrası yeni Suriye’yi inşa etmek için bölgede kalması gerektiğini söylerken;[30] sonraları Ukrayna Devlet Başkanı Zelenski’nin de, “Suriye ile uzun vadeli stratejik ilişkilere hazırız,”[31] demesindeki üzere…
Sadece ABD değil; Rusya ile İran da elbette…
Rusya da Suriye’yi yağmaladı; Suriye’de hem ordu hem de paramiliter güç bulunduran Rusya ve İran, Suriye halklarının petrolünü yağmaladı.[32]
Ayrıca Rusya, Suriye’yi adeta silah deneme laboratuvarına çevirdi. Suriye’deki durumun iyileştirilmesi yönündeki girişimlerde yararlı olmak istedikleri vurgusuyla, “Orta Doğu’dan ayrılmıyoruz,”[33] diyen Rusya Savunma Bakanı Sergey Şoygu operasyonlar sırasında 320’den fazla silahın denendiğini söylerken; Putin de Rus ordusunun yeni silahlarının Suriye’de test edildiğini açıklamıştı.[34]
II.1) MEVCUT DURUM
Çok önceleri Moskova’da mevkidaşı Sergei Lavrov ile görüşen Suudi Arabistan Dışişleri Bakanı Adil el-Ahmet el-Cübeyir, “Bizim görüşümüz hep aynı. Biz Esad’sız bir Suriye istiyoruz,”[35] derken; “Suriye’deki iç savaşın uzamasının temel nedeni Esad güçlerine destek için ülkeye gelen İran ve Hizbullah güçleridir. Bunlar Suriye cephesinden çekilmesi durumunda Esad bir ay dayanamaz,”[36] tarzı analizler dillendirilmeye başlamıştı.
Kolay mı? Suriye Dışişleri Bakanı Velid el Muallim, silahlı muhalefet dahil, görüşmek isteyen herkesle diyaloga hazır olduklarını söylerken;[37] Suriye hükümeti muhalefet, asker kaçakları ve firariler için af çıkardı.[38]
Tüm bunlar karşılıksız ve nafileydi! Suriye eskinin öldüğü ve olması gereken yeninin yerine HTŞ’nin ikame edilmeye çalışıldığı bir açmazla yüz yüzeydi…
Kolay mı?
İç savaş 14 yıl sürdü, ülkenin kentleri yıkıldı ekonomisi çöktü, 22 milyon nüfuslu ülkede 600 binin üzerindeki can kaybı nüfusun yaklaşık yüzde 3’üne ulaştı.[39] Ülke nüfusunun yarısında fazlası (6.9 milyonu içeride, 5.4 milyonu da komşu ülkelere göçmek üzere) yerinden yurdundan oldu. Gidenler, komşu ülkelerde siyasi, kültürel, ekonomik istikrarsızlık kaynağı oldu. Demokratik, haklar özgürlükler talepleriyle başlayan “siyasi devrim”, cihatçıların elinde öldü, “kadınları çarşafa sokmaya” kararlı bir rejimde bitti. Romalı tarihçi Tacitus’un “Yakıp yıkmaya, katletmeye, sahte iddialarla gasp etmeye imparatorluk diyorlar; çöl hâline getirdikleri yere barış diyorlar” sözleri bir kez daha gerçek oldu![40]
Elbette bunun böyle olması “tesadüf” falan değildi. “Çünkü Esad rejimi sürdürülebilirliğini çoktan kaybetmişti ama bu kadar hızlı bir çöküşü kimse beklemiyordu. Bu hızlı çöküşün nedenlerini anlamaya çalışırken öncelikle iç dinamiklerden başlamak gerekir. Bu bağlamda hemen dört etken dikkat çekiyor: Ordunun içinin boşalması, ekonomik kriz, rejimin mafyalaşması ve toplumun dokusunda başlayan çözülme.
Suriye ordusu, rejimin en güçlü dayanağı olarak görülüyormuş. Ancak 2011’de başlayan iç savaşla birlikte ordunun iç yapısında, hiyerarşisindeki sadakat ve hareket kapasitesi ciddi şekilde azalmış. Birçok birim, merkezi emir komuta zincirinden koparak bölgesel milis gruplarına dönüşmüş. 2024 yılındaki isyan sırasında, HTŞ gibi muhalif gruplar modern teknolojiyi ve etkili stratejileri devreye sokarken rejim ordusunun dağınıklığını, disiplinsiz yapısını aşamamış. Rusya’nın orduyu yeniden yapılandırma çabaları da sonuçsuz kalmış. Yıllarca süren Rus askeri yatırımları, sadece küçük elit birimlerin işlevselliğini artırmış. Bu süreçte, rejimin ordusu hem donanım hem de motivasyon açısından muhaliflerle baş edemez bir konuma gelmiş. Rejime sadık milislerin etkinliği ise sınırlı ve koordinasyonu yetersizmiş.
Suriye ekonomisi, 2011’de başlayan savaşın etkisiyle sürekli bir krize girmiş. 2020’ye gelindiğinde, Suriye poundu dolar/Avro karşısında adeta çökmüş, enflasyonun basıncı altında halk, temel ihtiyaçlarını bile karşılayamaz hâle gelmiş. Rejimin seçkinleri savaş ekonomisi ve organize suç faaliyetleri üzerinden zenginleşirken halkın yaşadığı ekonomik sıkıntılar, yoksulluk daha da derinleşmiş.
Amfetamin türevi bir uyuşturucu olan captagon üretimi, rejimin en büyük gelir kaynaklarından biri hâline gelmiş.[41] Ancak bu gelirlerin hiçbir şekilde halkın refahına yönlendirilmemesi kitlesel bir hoşnutsuzluk dalgasını yükseltiyormuş. Halk, temel gıda ve enerji kaynaklarına erişim konusunda sürekli sıkıntı yaşarken rejimin üst düzey yöneticilerinin lüks yaşam tarzı, rejime olan öfkeyi her gün biraz daha artırıyormuş.
Esad rejimi yönetim yapısıyla da çözülüyormuş. Devlet iç tutarlılığını, merkezi etkinliğini hızla kaybeder, keyfi yönetim, yolsuzluk her alanı etkilerken, ülkenin siyasi örgütlenmesi organize suç çeteleri ve yerel savaş ağalarının hâkim olduğu bir yapıya dönüşmüş. Esad’ın kardeşi Mahir Esad tarafından yönetilen 4. tümen, captagon üretiminden sorumlu kilit bir yapı hâline gelmiş. Bu durum, sadece ekonomik çöküşü derinleştirmekle kalmamış, aynı zamanda rejim içindeki güç dengelerini bozmuş, iç çatışmaları, rekabeti özellikle daralan kaynaklar, artan güvensizlik, korku ortamında iyice sertleştirmiş.
Rejimin bu mafyavari yapısı, halkın devlete olan güvenini tamamen yok etmiş. Yolsuzluk, kamu hizmetlerinin çöküşü ve güvenlik güçlerinin halka yönelik keyfi şiddeti, Suriye toplumunun bir arada kalmasını sağlayan bağları koparmış.
Suriye toplumu, yıllar süren savaşın etkisiyle derin yaralar almıştı. 2024’te yaşanan olaylar, halkın rejime karşı yeniden sokaklara dökülmesine neden oldu. Esad rejiminin azalan popülaritesi, toplumsal dinamiklerdeki değişimi daha da belirginleştirdi. Daha önce rejimle uzlaşma sağlayan muhalif gruplar bile yeniden silahlanarak rejime karşı savaşmaya başladı.
Toplum içindeki mezhepsel ve etnik bölünmeler, rejimin daha geniş bir destek tabanı oluşturmasını engelledi. Özellikle güneydeki Deraa ve kuzeydeki İdlib gibi bölgelerde yerel direniş gruplarının yükselişi, rejimin askeri ve siyasi gücünü daha da aşındırdı. Halk, rejimin sağladığı ‘istikrarın’ sadece bir yanılsama olduğunu görüyor, değişim talepleri yükseliyordu.
Esad rejiminin çöküşü, birçok yapısal sorunun bir araya gelmesiyle kaçınılmaz hâle geldi. Hem iç hem de dış desteğini kaybeden rejim, halkın desteğini yeniden kazanacak hiçbir adım atamadı. Ekonomik yıkım, organize suç faaliyetleri, ordunun çöküşü ve toplumsal huzursuzluk, rejimin hızlı çöküşüne zemin hazırladı.”[42]
Hayır hiçbir şey bitmedi. Suriye’yi yeni felâketler bekliyor! Söz konusu felâketler komşu ülkeleri elbette etkileyecek…[43]
Malûm, hem Esad rejimi yıkan güçler, hem de Suriye halkı, ideolojik, etnik olarak çok parçalıdır. Suriye’nin yeniden inşa sürecini finanse edecek mali kaynaklar son derecede yetersizdir. Yeni rejimin bu açığı kapatmak için yabancı ülkelerden mali kaynak edinme çabaları, manevra alanını daraltacak, yeniden inşa planlarını saptıracak hem de var olan parçalı durumun unsurlarını dış güçlerin etkisine açacaktır. Yeni bir rejim kurmak için var olan devletten yararlanmak isteyecek olanlar bu devletin içinin kurumsal, personel ve yönetim kültürü açısından tamamen boşalmış, kalan personelin ise uzun yıllar totaliter bir rejimin parçası olarak yaşamanın getirdiği yozlaşmayla kirlenmiş olduğunu göreceklerdir.
“Yeni gelenlerin”, savaş sırasında bastırılmış iç çelişkilerinin, farklılıklarının hızla su yüzüne çıkmaya, kaynak dağılımında paylaşımın etnik gruplara göre farklılaşmaya başlaması, farklı grupların farklı devletlerden yardım alması, eski rejimin yenisiyle birleşmeye başlayan unsurlarının olası sabotajları, çoğulcu bir düzen kurmaya izin vermeyecektir. Diğer taraftan, “yeni gelenlerde” cihatçı fanatizmin “50 tonu” var. “Niyetler” yapmanın ikinci yarısındaki realiteye çarpınca bu tonların kaleydoskopunda oluşacak resmi şimdiden bilmek olanaksız, ama bir şey kesin: Bunların içinde insan haklarına, demokrasiye ilişkin bir ton olmayacak.[44]
III. AYRIM: ROJAVA MESELESİ
Kürt hareketi “Ulusal Birlik” meselesini hâlâ halledemeyip, dışındakilere karşı kapalıyken; coğrafyamızdaki iktidarın “çözüm söylemi” taktik manevradan başka bir şey olmaması yanında; asıl amaç Rojava’daki ulusal inşanın tasfiyesidir; elbette Trump’lı ABD pazarlıklarını da “es” geçmeden.
Özellikle ABD’nin belirsizliği, Esad’ın yenilgisi, zor durumdaki Putin Rusyası ile İran’ın hâli negatif konjonktürü ağırlaştırırken; Ortadoğu’daki Kürt kazanımları soru(n)larla yüzyüzedir; Matt Broomfield’ın, “Beşar Esad’ın devrilmesi Suriye’de geniş çaplı kutlamalarla karşılandı. Ancak Türkiye destekli milislerin ülkedeki varlıklarını büyük ölçüde genişletmesi nedeniyle Kürt nüfus için durum bilinmezlerle dolu,”[45] saptamasındaki üzere.
Rojava, Kürtçe “Batı” demek. Dört parçaya ayrılmış olan “Kürdistan’ın Batısı” anlamına geliyor. Bu da Suriye’nin kuzeyine denk düşüyor. Ortadoğu’nun Suriye’si ile Rojava’sı[46] ortalık toz-duman görüntüsüyle müssemayken; Kürt ulusal inşası ağır bir tehditle yüz yüzedir; ve mutlaka savunulmalıdır.
Önce bir şeyin altını çizelim: Prof. John Holloway’ın, “Rojava Devrimi,”[47] diye betimlediği olguya ilişkin Avram Noam Chomsky, “Rojava Devrimi bir mucizedir, bu değer dünyada görünmelidir,”[48] derken Meksika’daki Zapatista hareketinin varlığını devam ettireceğini vurgusuyla Marksist sosyolog filozof Michael Löwy, “Bir yeri aldılar ve kapitalist ve emperyalist dinamikleri oradan temizlediler. Bir çeşit umudun işareti bu. Dünyada yerel deneyim anlamında, çok fazla ilham alınabilecek iki yer, Chiapas ve Rojava,”[49] diye ekliyor.
Ayrıca ana akım Kürt hareketi de şunların altını çiziyor: “Rojava’dan öğrenilecek esas ders, halkın etkin olarak alternatif dünyayı kurarken diğerlerini hayal etmeye devam etmesidir... Rojava’nın ideolojisi, devlet, barış, özgürlük ve ortak yaşam hakkında bildiğimiz her şeyi altüst etmeye kalkışmaktadır. Açık bir şekilde, hiyerarşinin tüm formlarına karşı çıkmaktadır.”[50]
“19 Temmuz 2012’de Rojava’da, Kürtlerin öncülük ettiği bir devrim gerçekleşti. Devrim güçleri çizgilerini 3. Çizgi olarak tanımladılar. Böyle bir tanımlama 2010 ile birlikte, yeni bir veçhe kazanan Ortadoğu’daki çatışmalı süreçte farkını ortaya koyma ihtiyacından kaynaklanmıştır… Kuşkusuz 19 Temmuz Devrimi’nin en ayırt edici özelliği kadın özgürlüğüne dayanmış olmasıdır. Tarihte sömürü ve eşitsizliğin ortaya çıkmasının ve bunun artarak sürmesinin nedeni erkek egemen anlayışı olmuştur. Bu anlayış sorgulanmadığı ve aşılmadığı için tarihte gerçekleşen devrimler toplumsal sorunları gerçek anlamda çözememiş ve sömürüyü ortadan kaldıramamıştır. 19 Temmuz Devrimi ise erkek egemen anlayışı aşarak, toplumsal sorunlara kaynaklık eden ve sömürüyü mümkün ve meşru kılan bu durumu ortadan kaldırmıştır.”[51]
“Rojava’da yani Kuzey ve Doğu Suriye’de, Abdullah Öcalan’ın önerdiği yeni paradigması olan demokratik konfederalizm inşa ediliyor. Hâkim kapitalist moderniteye karşı olan bu alternatife uygun olarak Rojava Devrimi, kadınların özgürleşmesini, tabandan demokrasiyi ve sosyal ekolojiyi devrimin sütunları yaparak dünya çapında ilgi çekti. Demokratik modernitenin bir diğer prensibi ise komünal ekonomiye dayalı ekolojik endüstri ve kooperatiflerdir. Bu nedenle, Kuzey ve Doğu Suriye Özerk Yönetimi, kooperatifleri inşa etmek amacıyla, projeleri finansal ve materyal gereçlerle desteklemekle kalmayıp, mahalleleri, köyleri ve aileleri her gün ziyaret edip komünal ekonominin prensiplerini ve yerel bir kooperatifin nasıl kurulabileceğini tartışıyor. Demokratik konfederalizm paradigması her an ve her yerde alternatifleri inşa etmenin öneminin altını çiziyor.”[52]
“Rojava’daki mücadelenin değer atfedilebilecek birçok özelliği var. Özellikle de sürece rengini veren kritik noktalar mevcut. Sivillerden askeri birimlere kadar öz savunma; kadının savunmadan yönetime, ekonomiden kültürel alanlara kadar her noktada yer alması; hem ekonomik, hem eğitim, hem de toplumsal örgütlenme ve dayanışmanın örneği kooperatifler vb oluşumları, varlıkları ve etkileriyle sürece damga vuran çalışmalardır. Kooperatifler nerdeyse öz savunma ile eş zamanlı olarak kurulmaya başladı ve ekonomik cephe de ciddi olumlu katkılar sundu. DAİŞ, Türkiye, KDP ve Rejim’le sarılı bölge her noktada ambargo altında inim inim inlerken, halkın panik içinde bölünerek ailesel ve bireysel arayışlarla yaşamaya çalışması sürdürülebilir değildi. İnsanların el ele vermesi, dayanışması, ekonomik ambargo ve silahlı saldırıları bertaraf etmesi öz savunmayı gerektirmekteydi. Bu sadece askeri ve politik cephede başarılabilecek bir mücadele değildi. Özellikle ekonomik ihtiyaçların acil karşılanması, göçün önüne geçilmesi, mal ve can güvenliğinin sağlanması, günlük yaşamın idame edilmesi bir zorunluluktu. Kooperatif çalışmaları tam da bu ihtiyaca derman olabilecek, kendi şartlarında devrimci bir adımdı.”[53]
“Kuzey ve Doğu Suriye’de kooperatifleri açmanın orta vadeli sebebi kesinlikle toplumun maddi ihtiyaçlarını karşılamak ve kendi kendine yetebilirliğini sağlamak olsa da daha derin amaç kesinlikle ilk hedefle el ele gidiyor, o da komünal hayatı geri getirmeyi sağlamak.”[54]
“Kürt siyasetinin esas aldığı Demokratik Ulus sistemi, iktidar hastalığını, milliyetçiliği ve cinsiyetçiliği reddeden bir model olarak tanımlanıyor. Model tek dil, tek kültür, tek din, tek bayrak üzerin kurulu ulus-devlet sisteminin aksine çok dilliliği, çok kültürlülüğü ve kadın özgürlüğünü esas alarak demokratik bir sistemi içinde barındırıyor ve ulus-devlet sistemine alternatif bir model olarak örgütleniyor. Bu model yine ‘insan’ merkezli ve rant üzerine kurulu ulus-devlet sisteminin aksine ekolojik yaşamı esas alıyor. Abdullah Öcalan bu modeli, ‘Demokratik Ulus ekonomik krizden kurtulmak için yerel ve küresel modelleri birlikte geliştiren en doğru siyasi ve ahlâki yoldur,’ sözleri ile tarifliyor.”[55]
Ayrıca ‘Suriye İç Savaşında Rojava’yı Anlamak’ yapıtın yazarı Raphael Lebrujah, Rojava’nın, sert diktatörlükler arasında bu eşitlikçi, feminist, ekolojik ve her şeyden önce demokratik devrimin beklenmedik biçimler ve orijinallikler kazanarak, tüm dünyanın ilerici siyasi düşüncesini besleyebileceğini ifade ederek, “Orada Fransa’dan daha ileri bir demokrasi var,” diyor.”[56]
Ve nihayet Kuzey Suriye’de 2012’de kıvılcımı çakılan ‘Rojava Devrimi’ni XXI. yüzyıl devrimi olarak değerlendiren ESP Genel Başkanı Tümüklü, “Devrimler bitti, ideolojiler bitti,” gibi büyük söylemlere de gereken cevap olduğu vurgusuyla ekledi: “Emperyalist bloklar ve bölge sömürgecileri arasında birini seçmek zorunda olmayan ve aynı zamanda yeni yaşamı ifade eden bir süreci ifade ediyor. Üçüncü cephe dediğimiz şey, Rojava Devrimi’nin varlık hakkıdır.”[57]
Buraya kadar ifade edilen şeylerin tümü “yeni” değil; anti-sömürgeci bir “ulusal inşa”yı anlatıyor; başına “demokratik” sıfatı ekleme çabası da temelde bir farklılığa yol açmıyor.
Hele hele “XXI. Yüzyıl Devrimi” ya da “Kadın Devrimi” ifadeleri bir “hüküm” ya da “varsayım” olmanın dışında bir şey anlatmıyor. Batılı entelektüellerin övgülerinin ardında, Chiapas’ta duvara toslayan “post-Marksist” ütopyayı, “yeni sol” inşayı Rojava’da sürdürme, böylelikle de “yeni sol” iddiaların hepten geçersiz olmadığını gösterme arzusu kendini belli ediyor.
Oysa, abartılar bir yana, Rojava ulusal bir inşadır ve savunulmalıdır;[58] bunun için “XXI. Yüzyıl” ya da “Kadın” vurgularına ihtiyaç yoktur; Karl Marx’ın, “Mülksüzleştirenlerin mülksüzleştirilmesi” vurgusuyla betimlediği üzere, “Her devrim eski toplumu dağıtır. Bu nedenle toplumsaldır. Her devrim eski iktidarı devirir. Bu nedenle siyasaldır.”
Yani sorun, mülkiyete karşı tavır meselesidir. Bu bağlamda sosyalistlere göre, “Toprak ve fabrikalar özel mülkiyette tutuldukça halkın emeğinin kapitalistler tarafından baskısı, dolandırılması ve yağması kaçınılmazdır.”[59]
Yine Karl Marx’ın ifadesiyle “Toplumsal devrimler, güçlü olanın zaafıyla değil, zayıf olanın gücüyle gerçekleşebilir”ken; V. İ. Lenin’in, “Devrimsiz, çetin savaşımsız, zorsuz bir devrim, Kautsky işte bunu istiyor. Sanki işçiler ile patronlar arasında öfkelerin zincirden boşanmadığı bir grev isteniyormuş gibi. Böyle bir ‘sosyalist’i herhangi bir liberal memurdan ayırmanın yolunu bulun bakalım!”[60] uyarısı da kulaklara küpe edilmelidir.
Üst perdeden Karl Marx’tan V. İ. Lenin’e “ayar çekmeye” kalkışan vaazlara prim vermeden; Rojava’nın tüm ulusal inşa taleplerinin haklı ve meşru olduğu net biçimde ifade edilerek, ulusal sorun bastırılmayıp, özgürce çözümlenmeliyken;[61] Aleksandr Belov’un, “Batı hükümetleri her zamanki gibi ‘Reel politik ya da jeopolitik çıkarlar’ adı altında Kürtleri satabilir… Kürtler Batının ihanetine dayanabilir mi?”[62] satırları not edilmelidir!
Ancak dün Kürt meselesinin “naylon” bir sorun olduğunu iddia eden[63] Esad pratiği gibi bugün de HTŞ’nin Kürt kazanımlarına el uzatmasına asla göz yumulmamalıdır.
Esad bir manipülatördü ve HTŞ’de ondan farklı olmayacaktır.
Hatırlayın: Esad, “Bugün Fransa, İngiltere ve ABD Kürtleri desteklemeyi istedikleri bahanesiyle uluslararası hukuku ihlâl ediyor ama Kürtler Suriyelidir ve ayrı bir halk değildir,”[64] derken; Suriye yönetimi BM’ye gönderdiği mektupta ‘Suriye Demokratik Güçleri’ni (SDG) “ayrılıkçı terörist milisler” olarak tanımlayıp SDG’yi “terörist” ve “düşman” ilan edilecek kadar sert bir dille eleştiriyor;[65] “ayrılıkçı terör milisleri” olarak nitelendiriyordu.[66]
Ayrıca ‘Russia Today’e Esad, “Eğer müzakereler sonuç vermezse bu bölgeleri güç kullanarak özgürleştireceğiz” diyordu.[67]
Bu işin bir yanıyken; öteki yan ise Fransa Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron’un, YPG ile Arap, Kürt, Sünnî ve Hıristiyan müttefiklerini, eşit sayıda kadın ve erkekle temsil eden SDG heyetine, “SDG ile Türkiye arasında, Fransa ve uluslararası topluluğun yardımıyla bir diyalogun kurulması temennisi”nde[68] bulunan (“hoş” ve “boş”!) emperyalist destek vaatleriydi!
III.1) ABD FAKTÖRÜ
Tıpkı ABD istihbarat kurumlarının ortak çalışması ile hazırlanıp ABD Kongresi’ne sunulan ‘2021 ABD İstihbaratı Tehdit Değerlendirmesi Raporu”nda “ABD YPG’ye desteğini sürdürecek’ vurgusu[69] ya da Münih Güvenlik Konferansı’nda ABD’nin, koalisyon üyelerinin Suriye konusunda daha fazla görev üstlenip asker göndermesini istemesi gibi![70]
Macron her ne kadar ABD’nin Suriye’den çekilme kararına ilişkin, “Alınan karardan derin üzüntü duyuyorum,”[71] dese de; Washington’da 4 Haziran 2018’de Türkiye ile ABD Dışişleri Bakanları Mevlüt Çavuşoğlu ile Mike Pompeo arasında yapılacak görüşmenin yol haritası belirlenmişti.[72] Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu ile ABD’li mevkidaşı Mike Pompeo arasında ABD Dışişleri Bakanlığı’nda gerçekleşen görüşmede iki bakanın Mınbiç yol haritasını onayladığı belirtildi.[73] Ardından ABD ile uzlaşma çerçevesinde Türk askerinin Mınbiç’in dış mahallelerine girdi.[74]
ABD Dışişleri Bakanı Rex Tillerson, “Türkiye’nin kaygılarını anlıyoruz ama Suriye’nin kuzeyindeki durumdan endişeliyiz.”[75] “ABD YPG’ye hiçbir ağır silah vermemiştir, dolayısıyla geri alacağı hiçbir şey yoktur. Türkiye ile hedefimiz ortak.”[76] “Artık bu konuda (Suriye) yalnız hareket etmeyeceğiz. Amerika bir şey yapıp, Türkiye başka bir şey yapmayacak bu noktadan sonra. Birlikte hareket edecek ve ilerleyeceğiz,”[77] sözleriyle[78] YPG’yi gözden çıkartabileceklerinin sinyallerini veriyordu.
Ayrıca TSK’nin başlattığı harekât sonrasında, Washington yönetiminin Suriye’nin kuzeyinden birliklerini çekme kararının yankıları sürerken, ABD Savunma Bakanı Mark Esper, Türkiye, Kürtlerle ilişkiler ve ülkesinin Ortadoğu’daki askeri varlığına ilişkin dikkat çekici açıklamalarda bulunup, “Suriyeli Kürtlere özerk bir Kürt devleti ve Türkiye’ye karşı koruma sözü vermediklerini” ifade ederek ekledi: “Onlara asla ‘Sizi 70 yıldır NATO müttefiki Türkiye’nin saldırılarına karşı koruyacağız’ demedik.”[79]
Öte yandan her ne kadar IŞİD’e Karşı Uluslararası Koalisyon Sözcüsü Albay Wayne Marotto, “Birlikte kalıcı olmaya kararlıyız.”[80] “Koalisyon düzenli olarak güvenlik devriyeleri yapıyor; konvoyları ESSA’ya (Doğu Suriye Güvenlik Alanı) yeniden intikal ettiriyor, üsleri geliştiriyor ve koruyor. Birlik sayıları ve üsleri şu ana kadar artmadı”;[81] dese de ‘The National Interest’de eski ABD Dışişleri Bakanlığı yetkilisi Christian Whiton imzalı yazıda, ABD’nin “Suriyeli Kürtlere borçlu olmadığı ABD yeni bir de facto Kürt devleti kurma işinde olmamalı,”[82] deniliyordu. Tıpkı ABD’nin IŞİD’le Mücadele Uluslararası Koalisyon eski Temsilcisi Brett McGurk’ün de, SDG’nin bütün taraflarla müzakerelerde bulunması ve sonuna kadar ABD’ye güvenmemesi gerektiğini söylediği üzere.[83]
Bir de ABD Dışişleri Bakanlığı’nda Suriye danışmanı olarak görev yapan Yarbay Richard Outzen, Amerika’yla Türkiye’nin Suriye’de aynı şeyi istediğini belirtti.[84] Vb, vb’leri…
Özetle ABD Kongre Üyesi Thomas Alexander Garrett, Kuzey ve Doğu Suriye’deki tecrübeyi olumlu bulduğunu ve gerçekleri ABD’ye ileteceğini belirtse de;[85] Trump’ın özel temsilcisi, ABD’nin eski Ankara büyükelçilerinden James Jeffrey Washington’daki Atlantik Konseyi panelinde ABD’nin PYD/YPG/PKK ile ilişkilerine değinerek bu ilişkinin “taktiksel” olduğu, “daimi” olmadığı vurgusuyla, “Biz onlara belirli bir amaç için destek sağlıyoruz; bu da IŞİD’in yenilgiye uğratılmasıdır. Uzun dönemde askeri ve siyasi bir destekten bahsediyorsanız böyle bir politikamız yok… Hedefimiz SDG’nin değişen Suriye toplumunun bir parçası olmasıdır,”[86] diyebiliyordu![87]
Bu ABD manevralarının bir yüzüydü; öteki ise ABD Savunma Bakanlığının (Pentagon), 2019 bütçesinde Suriye’de 60 ila 65 bin kişilik bir gruba silah ve mühimmat talebinde bulunmasıydı.[88]
Bağıntılı olarak PYD Eşbaşkanlık Konseyi Üyesi Salih Müslim, “ABD yetkilileri ile görüştük, Trump döneminden farklı olacak,”[89] derken; YPG de, ABD’de lobi çalışmalarına başladı. Lobi faaliyetleri için Cumhuriyetçilere yakın bir lobi şirketiyle anlaşma yaptı. Bu konuda Foreign Lobby Report’a bir haber çıktı.[90] ABD’de faaliyetlerine devam eden Nuri Mahmut ve Cumhuriyetçi lobici James Dorman’ın sahibi olduğu Jim Dornan Strategies isimli lobi firması 30 Nisan 2021’de geçerli olmak üzere bir anlaşma imzaladı.[91]
Tüm bunlardan hareketle “ABD’nin Kürtlerin hamisi olduğunu söyleyebilir miyiz? Elbette hayır… Defalarca söylediğimiz gibi ABD, Kürtlerin değil, sadece kendi çıkarlarının dostu ve yarın başkaca pazarlıklara bağlı olarak Kürtleri yeni tehditlerle yüz yüze bırakması hiç de şaşırtıcı olmayacaktır.”[92]
‘Sputnik’e konuşan SDG sözcüsü Gabriel Kino, ABD ile “IŞİD sonrası dönemler” için de aralarında bir anlaşmanın olduğunu dile getirse de,[93] yeri geldi, aktaralım: “Şu laf Amerikalıların bakışını net açıklıyor: ‘ABD’nin bir müttefikten beklemesi gereken en temel özellik, ABD politikalarının hedeflerine katkı sağlayan tutarlı ve güvenilir davranıştır’...”[94] Aksi ise mümkün değildir. Çünkü ABD’nin müttefikleri değil, çıkarları vardır. Tıpkı Vietnam’dan Afganistan’a uzanan pratikte olduğu gibi…
III.2) ÖTEKİ AKTÖRLER
Söz konusu hâle ilişkin Rus Dışişleri Bakanı Sergey Lavrov, “Kürtler tutarlı olmalı... ABD çekilme kararı alınca Kürtler Suriye hükümetiyle diyalog için bizden yardım istediler. Ama ABD petrol için döneceğini açıkladığında, bu ilgilerini yine kaybettiler. Tutarlılığa ihtiyacımız var,”[95] dedi.
Oysa öncesi farklıydı: ABD’nin Suriye’nin kuzeyinden çekilme kararının ardından, Şam’la SDG Rusya’nın arabuluculuğunda anlaştı. Suriye devlet medyası, Suriye Ordusu’nun askerlerinin kuzeye kaydırmaya başladığını duyurup; SDG ise anlaşma[96] haberini doğrulamıştı.[97]
Suriyeli Kürt siyasi örgütlerin temsilcilerinden oluşan heyet, Rusya aracılığıyla önce Hmeymim üssüne daha sonra da Şam’a giderek Suriye hükümeti ile görüşmüş[98] ve Demokratik Suriye Meclisi (DSM) Yürütme Kurulu Eşbaşkanı İlham Ahmed, Rusya’nın arabuluculuğuyla Şam’da Ulusal Güvenlik Bürosu Başkanı General Ali Memlük ile görüştüklerini ve siyasi müzakereleri ele aldıklarını söylemişti.[99]
‘Şarku’l Avsat’a konuşan İlham Ahmed, Moskova’dan Şam ile aralarında arabuluculuk yapmasını istediğini de söylese de;[100] Suriye Dışişleri Bakanı Velid Muallim 24 Aralık’ta Russia Today televizyonuna verdiği demeçte “Kürt kardeşlerimizle yapılan görüşmeler, ABD’yle Kürtler arasındaki ilişkilerde yaşanan dalgalanmalar nedeniyle istenen siyasi seviyeye ulaşmadı (…) Bu nedenle Kürt güçlerle diyalog durduruldu” açıklamasını yaptı.[101]
Bu tür tutumlar HTŞ ila ardındakilerin elini güçlendirdi. Sonrası malum ve bugünde Lavrov Suriye’deki durumun iyileştirilmesi yönündeki girişimlerde yararlı olmak istediklerini belirterek, “Orta Doğu’dan ayrılmıyoruz… Bu bölgede petrol yatakları bulunuyor. Bu bölgede elde edilen kaynaklar Suriye’nin kuzey doğusundaki ayrılıkçı unsurları desteklemek için kullanılıyor,” dedi.
Ayrıca Lavrov Suriye’deki Kürtlere “Şam ile köprü kurulması” konusunda teklifte bulunduklarını hatırlatarak şunları da kaydetti: “Onlar bunu istemedi. Onlar orada Amerikalıların olacağını ve yarı devlet kuracağını söylüyordu. Onlara şunu hep anlatmaya çalıştık: Türkiye ve Irak Kürt devletinin kurulmasına izin vermeyecek. Kürtlerin haklarının Suriye, Irak, İran ve Türkiye’de istişare edilmesinden ve korunmasından yana yaklaşım sergiledik. Bir taraftan Şam diğer yandan Kürtler müzakere etmek istemiyordu.”[102]
Oysa PYD Eş Başkanlık Kurulu Üyesi Aldar Xelil de, “Bugün olur, yarın olur, ne zaman olursa olsun, ancak Özerk Yönetim ve Şam hükümeti masaya oturmalı. Bu ülkedeki sorunlar çok büyüdü, gerçekten Suriye halkının çıkarlarını istiyorsak, bir araya gelmeliyiz. Oturursak bir çözüm geliştirebiliriz,” demişti! Ama…[103]
IV) TUTUM: HRANT’IN UNUTULMASIN DEDİKLERİ
Kürtler için Rojava’nın geleceği ulusal birlik ve enternasyonal dayanışmadan geçmektedir.
Şimdi gerçek enternasyonalizm, “Demokratik bir barışın ilk koşulu ilhaklardan vazgeçmektir.” Ve elbette “Savaş zamanında gerçek enternasyonalist olmak kolay değildir. Bu tür insanlar çok az, ama sosyalizmin tüm geleceği sadece onlardır.”[104]
“Enternasyonalist bir sosyal-demokrat olabilmek için, sadece kendi milletini düşünmek yetmez. Bütün milletlerin çıkarlarını, hürriyetlerini, hak eşitliklerini, kendi milletinin üzerinde tutmak gerekir.”[105]
Tıpkı NATO’dan hiçbir şey beklenmemesi gerektiği gibi![106]
Coğrafyamızda anti-emperyalist, gerçek enternasyonalist olabilmek için kritik soru “Türk yayılmacılığına, Erdoğan’ın imparatorluk siyasetine kimin itiraz edeceğidir. Tersinden, sözde anti-emperyalizm adına, Türk sömürgeciliğinin Rojava’ya yönelik işgal siyasetini destekleyenler, birer sosyal şoven olarak anılmayı hak edeceklerdir.”[107]
Ve bir şey daha: Diyarbakır Barosu 2005’te “Herkes İçin Adalet Seminerleri”nin yedincisini Milliyetçilik, Toplumsal Barış ve Demokrasi temasına ayırmıştı. Baronun o dönemdeki başkanı Sezgin Tanrıkulu’nun yönettiği konferansta, Hrant Dink de konuşmacıydı. Aşağıdaki sözler Hrant’ın Diyarbakır’daki konuşmasından alıntıdır:
“Benim halkım, geçmişteki halkım, kendilerini kurtarır diye Avrupalılara güvendi. Bazen Ruslara güvendiler. Osmanlının zulmü altında inliyorlardı. Güvendiler. Altta bir şeyler oluyor gibi oldu. Ama sonra ne oldu, nasıl oldu, olduğu gibi ortada bıraktılar o halkı. Benim tek temennim ve nefesimin son kertesine kadar bunun mücadelesini veririm ki, aman dikkat, ele güne güvenerek bir milliyetçilik oluşturmayalım. Aman dikkat, Amerika geldi Kuzey Irak’ta, bakın ne güzel başardı gibi bir noktaya heveslenmeyelim. Daha zor olan bir şey var. Bu halk üzerine bütün baskı ve dayatmalara, bütün entrikalara, bütün pisliklere zulme rağmen ki hâlâ devam ediyor, ne ederiz, nasıl ederiz de birlikte ve yan yana değil, iç içe yaşamayı gerçekleştiririz. Eğer demokrasi gibi bir kavramdan bahsedeceksek, çokkültürlülük gibi bir gerçeklikten bahsedeceksek, Türk halkının da Kürt halkının da önündeki temel engel budur. Ayrı ayrı yaşamak, yan yana yaşamak ya da paralel yaşamak değil, iç içe yaşamanın, eşit yaşamanın, birlikte özgür yaşamanın şartlarını bulmaktır. Diğeri, dua edelim, ben çok dua etmem ama bunun için dua ederim ki benim halkımın başına gelen Kürt halkının başına gelmesin.”[108]
31 Ocak 2025, 19:40:28, İstanbul.
N O T L A R
[*] Görüş, Şubat 2025…
[1] Dante Alighieri.
[2] Muhammad Idrees Ahmad, “Yeni Dünyanın Habercisi Suriye”, Birgün, 21 Ekim 2019, s.5.
[3] Ceyda Karan, “Suriye Muhalefeti ve Acınası Hâller”, Cumhuriyet, 9 Ocak 2017, s.7.
[4] Bkz: i) Temel Demirer, “Ortadoğu’nun Suriye Hâli”, Kaldıraç Dergisi, No: 141, Mart 2013…
ii) Temel Demirer, “Hedef(deki) Suriye”, Kaldıraç Dergisi, No:129, Şubat 2012…
iii) Temel Demirer, “Suriye: Bir Libya Daha mı?”, Rojnameya Newroz, Yıl:6, No: 210, 8 Mayıs 2012…
iv) Temel Demirer, “İkinci Perde: Tunus ile Mısır’dan Libya ile Suriye’ye”, Rojnameya Newroz, Yıl:5, No:195, 8 Aralık 2011…
[5] İbrahim Varlı, “Ortadoğu’nun Dizaynı, BOP ve Suriye”, Birgün, 10 Aralık 2024, s.7.
[6] “Suriye’ye Cihatçı Vahşetiyle Getirilen ‘Demokrasi’…”, Birgün Pazar, 1 Aralık 2024, s.10.
[7] “Seçimlerde Beklenen Sonuç Çıktı”, Cumhuriyet, 29 Mayıs 2021, s.7.
[8] “Savaş, mızraklı, trampetli bir bayram değildir, onun manzarası kandır, ölümdür.” (Lev Nikolayeviç Tolstoy.)
[9] “Savaşlar Dünyayı Sardı”, Birgün, 22 Kasım 2024, s.11.
[10] “Almanya, 2024’te Silah İhracatında Rekor Yeniledi”, 22 Ocak 2025… https://nupel.tv/almanya-2024te-silah-ihracatinda-rekor-yeniledi/
[11] “Savaşın Kazananı Silah Endüstrisi”, Birgün, 8 Ekim 2024, s.10.
[12] Bkz: i) Temel Demirer, “… ‘Eski(yen) Statüko’dan Gelece(ksizli)ğine Ortadoğu”, Rojnameya Newroz, Yıl:6, No:221 28 Eylül 2012…
ii) Temel Demirer, “Ötesi, Berisiyle Ortadoğu”, Kaldıraç Dergisi, No:137, Kasım 2012…
iii) Temel Demirer, “Büyük Ortadoğu Savaşı’na Doğru (mu?)”, Esmer Dergisi, No:72, Mart 2012…
iv) Temel Demirer, “Ortadoğu Sarmalı ve T. ‘C’…”, Kaldıraç Dergisi, No:198, Ocak 2018…
v) Temel Demirer, “Ortadoğu’da Durum ve Olanak(lar)”, Rojnameya Newroz, Yıl:8, No: 256, 1 Eylül 2014…
vi) Temel Demirer, “ABD ve T. ‘C’ Deyince Ortadoğu…”, Kaldıraç Dergisi, No:130, Mart 2012…
vii) Temel Demirer, “Ortadoğu’nun 2019 İsyan(lar)ı”, Kaldıraç Dergisi, No: 224, Mart 2020…
viii) Temel Demirer, “Aktörleri, Faktörleriyle Ortadoğu”, Kaldıraç Dergisi, No:264, Temmuz 2023…
ix) Temel Demirer, “… ‘Eşik’teki Ortadoğu ve T. ‘C’…”, Rojnameya Newroz, Yıl:6, No:202, 9 Şubat 2012…
x) Temel Demirer, “Emperyalist ABD ve Barış”, Görüş21, Mart 2023… https://temeldemirer.blogspot.com/2023/03/emperyalist-abd-ve-baris.html
xi) Temel Demirer, “Ortadoğu: Büyük Fotoğraf ile ‘Küçük’ Ayrıntı(lar)”, Rojnameya Newroz, Aralık 2016… https://temeldemirer.blogspot.com/2016/12/ortadogu-buyuk-fotograf-ile-kucuk.html
xii) Temel Demirer, “Ortadoğu Yeniden Biçimlen(diril)irken”, 18 Eylül 2013… https://temeldemirer.blogspot.com/2013/10/ortadogu-yeniden-bicimlendirilirken.html
[13] Richard Silverstein, “Trump 2.0 Ortadoğu’ya Daha Kötü Günler Getirecek”, Birgün Pazar, 1 Aralık 2024, s.13.
[14] Ergin Yıldızoğlu, “Suriye, İsrail, Türkiye Üzerine Spekülatif Düşünceler”, 23 Aralık 2024… https://www.cumhuriyet.com.tr/yazarlar/ergin-yildizoglu/suriye-israil-turkiye-uzerine-spekulatif-dusunceler-2281830
[15] Ayşe Hür, “Meğerse Suriye’de Türkmenler Yaşarmış!”, Radikal, 5 Ocak 2014, s.18-19.
[16] Suriye’de altı aydır rejim ve Hizbullah güçlerinin kuşatması Medya’da insanlar hayatta kalmak için yaprak, çimen yiyor; hiçbir şey bulamadıklarında ise baharatlı su içiyorlar. Bazıları, yıllardır baktıkları evcil kedi-köpeklerlerini bile öldürüp yiyecek kadar çaresiz kalmış. Pirincin gramla satıldığı kasabada, bir kilo pirincin fiyatı 250-300 dolara çıkmış. BBC’ye bilgi veren Abdullah isimli bir Medayalı, “Yiyecek bulamıyoruz. Çocuklar, kadınlar, herkes ölmeye başladı. Ağaç yapraklarını, çimenleri bazen de kedileri yiyoruz,” dedi. Doktor Halid, bir aydır süt verilemeyen bebeklerin şeker ve tuzlu su ile hayatta tutulmaya çalıştığını belirtiyor. Reuters’a konuşan 28 yaşındaki Macid Ali ise, “Ağaç yaprakları ve bitkileri yiyerek hayatta kalıyoruz ama şimdi kar fırtınası yüzünden artık bitki de kalmadı” diyor. Kuşatma öncesinde 114 kilo olduğunu belirten Ali, 80 kiloya düşmüş. (“Suriyeliler Açlıktan Ölüyor”, Milliyet, 8 Ocak 2016, s.16.)
[17] “Bolşevik Partizan: Emperyalist ve Bütün Gerici Güçler Suriye’den Defolun!”, 8 Aralık 2024… https://www.avrupademokrat3.com/bolsevik-partizan-emperyalist-ve-butun-gerici-gucler-suriyeden-defolun/
[18] “Çin, ABD’yi Suriye’den Petrol ve Tahıl Kaçakçılığı Yapmakla Suçladı”, Sözcü, 4 Aralık 2022, s.13.
[19] Rusya Genelkurmay Başkanı Valeriy Gerasimov, Rus istihbaratının düzenli olarak Suriye’nin doğusundan Türkiye ve Irak’a giden petrol konvoyları tespit ettiğini açıklayıp, petrol satışından elde edilen gelirin IŞİD militanlarının finansmanında kullanıldığını vurguladı. (“Gerasimov: Suriye’den Türkiye ve Irak’a Petrol Taşınıyor”, Cumhuriyet, 6 Aralık 2018, s.7.)
[20] Mustafa Kemal Erdemol, “ABD’nin Bitmeyen Petrol Sevdası”, Cumhuriyet, 26 Ekim 2019, s.7.
[21] “Rusya’dan Suçlama: ABD Petrolü Çalıyor”, Cumhuriyet, 27 Ekim 2019, s.7.
[22] “ABD: Beşar Esad’ı Zorla İktidardan Göndermeyeceğiz”, Birgün, 25 Eylül 2018, s.4.
[23] “İsrail’den Tehdit: Esad’ı Tasfiye Eder, Rejimini Deviririz”, Evrensel, 8 Mayıs 2018, s.11.
[24] ABD Dışişleri Bakanlığı, Suriye Devlet Başkanı Beşar Esad’ın eşi Esma Esad’a ve ailesine yönelik yaptırım kararı aldı. İngiltere doğumlu Esma Esad ve Londra’da yaşayan, İngiliz vatandaşı doktor babası Fawaz Akras, annesi Seher Otri, erkek kardeşi Firas Akras ve amcası Eyad Akras, ABD Hazine Bakanlığı’nın yaptırım listesine girdi. ABD Hazine Bakanlığı’nın ve Dışişleri Bakanlığı’nın yaptırım uygulayacağını duyurduğu iki listede toplam 18 kişi ve kurum yer alıyor. Suriye ordusunun istihbarat biriminin başındaki Kifah Mulhem, Suriye Merkez Bankası ve Esad’ın danışmanlarından Lina el Kinaya da bu listelerin içinde. (“ABD’den Yine Suriye Yaptırımları”, Cumhuriyet, 24 Aralık 2020, s.7.)
[25] “Şam’a Yaptırım Kıskacı”, Cumhuriyet, 18 Haziran 2020, s.7.
[26] Delil Souleiman, “Rusya: ABD Destekli DSG Birlikleri IŞİD’in Kontrolündeki Bölgelerden Engelsiz Bir Şekilde Geçiyor”, 24 Eylül 2017… https://tr.sputniknews.com/rusya/201709241030282840-abd-destekli-dsg-engelsiz/
[27] Afshin Mehrpouya, “Medyanın Suriye’deki Yalanları”, Birgün, 5 Mayıs 2012, s.10.
[28] Ceyda Karan, “… ‘False Flag’ (Yanıltma Operasyonu)”, Cumhuriyet, 18 Nisan 2018, s.13.)
[29] “Esad Savaş Gemisinde mi Saklanıyor?”, Milliyet, 15 Ocak 2013, s.21.
[30] “Macron: Savaş Sonrası Yeni Suriye’yi İnşa Etmeliyiz”, Cumhuriyet, 24 Nisan 2018, s.7.
[31] “Zelenski: Suriye ile Uzun Vadeli Stratejik İlişkilere Hazırız”, 31 Aralık 2024… https://www.yirmidort.tv/dunya/ukrayna-devlet-baskani-zelenski-suriye-ile-uzun-vadeli-stratejik-iliskilere-haziriz-215639
[32] “Rusya Suriye’yi Yağmalıyor”, Yeni Yaşam, 5 Mart 2021, s.5.
[33] “Lavrov: Orta Doğu’dan Ayrılmıyoruz” 14 Ocak 2025… https://www.dokuz8haber.net/rusya-disisleri-bakani-lavrov-orta-dogudan-ayrilmiyoruz
[34] “320’den Fazla Silah Denenmiş”, Birgün, 16 Temmuz 2021, s.5.
[35] “Suudi Arabistan’dan Rusya’ya Esad Resti”, Haber Türk, 12 Ağustos 2015, s.21.
[36] Haki Demir, “Suriye’deki Savaş Neden Uzuyor?”, Yeni Şafak, 3 Kasım 2012, s.18.
[37] “Şam’dan En Net Teklif”, Cumhuriyet, 26 Şubat 2013, s.12.
[38] “Şam Af Kartını Açtı”, Cumhuriyet, 10 Ekim 2018, s.13.
[39] BM, iç savaşın 10’uncu yılını doldurduğu Suriye’de tüm örgütlerin çocuk savaşçı kullanmaya devam ettiğini açıkladı. BM Genel Sekreteri Antonio Guterres’in BM Güvenlik Konseyi’ne sunduğu rapora göre 2018-2020 tarihlerini kapsayan dönemde toplam 1423 çocuk, Suriye’de çeşitli örgütler tarafından silah altına alındı ve bu dönemde Suriye’de 1557 çocuk çatışmalarda yaşamını yitirdi, 1160 çocuk da sakat kaldı. (Hüseyin Hayatsever, “Suriye’de İki Yılda 1423 Çocuk Savaştırıldı”, Cumhuriyet, 24 Mayıs 2021, s.7.)
[40] Ergin Yıldızoğlu, “Siyasetin Sefaleti”, 16 Aralık 2024… https://www.cumhuriyet.com.tr/yazarlar/ergin-yildizoglu/siyasetin-sefaleti-2279551
[41] BBC’nin elde ettiği kanıtlar, Esad ailesinin bazı üyelerinin ve ordunun Captagon ticaretine karıştığını gösteriyor. Suriye ordusunun önde gelen isimlerinin ve Devlet Başkanı Beşar Esad’ın ailesinin milyarlarca dolarlık uyuşturucu ticareti yaptıklarına dair yeni bağlantılar ortaya çıktı. Captagon, son yıllarda Orta Doğu’da adeta veba gibi yayılan, çok fazla bağımlılık yapan amfetamin benzeri bir uyuşturucu. (“Esad Ailesi Captagon Satışında Rol Oynadı”, Cumhuriyet, 28 Haziran 2023, s.7.)
[42] Ergin Yıldızoğlu, “Suriye: Hızlı Bir Değerlendirme?”, 9 Aralık 2024… https://www.cumhuriyet.com.tr/yazarlar/ergin-yildizoglu/suriye-hizli-bir-degerlendirme-2277250
[43] Suriye’yi şekillendirmek Türk müteahhitlere çek yazacak bir hükümete ve Türkçe bilen kadrolara sahip olmaktan fazlasını gerektiriyor. HTŞ İdlib’deyken Türkiye’ye bağımlıydı; Şam’a hâkim olunca seçenekleri çoğaldı. Ve ayrıca kendi berbat sicilinin getirdiği engelleri aşmak için her tarafa kafa sallamak zorunda. (Fehim Taştekin “Erdoğan’ın Suriye Sepeti ve Çaylaklar Heyeti” 16 Ocak 2025… https://www.gazeteduvar.com.tr/erdoganin-suriye-sepeti-ve-caylaklar-heyeti-makale-1750012)
[44] Ergin Yıldızoğlu, “Suriye’de Niyet ve Realite”, 12 Aralık 2024… https://www.cumhuriyet.com.tr/yazarlar/ergin-yildizoglu/suriyede-niyet-ve-realite-2278349
[45] Matt Broomfield,“Kürtler Yeni Suriye’de Hayatta Kalabilecek mi?” 12 Aralık 2024… https://kolektifmucadele1.org/index.php/2024/12/12/kurtler-yeni-suriyede-hayatta-kalabilecek-mi-matt-broomfield/
[46] Bkz: i) Temel Demirer, “Ortadoğu’da T.‘C’nin Hâli ve Rojava”, Kaldıraç Dergisi, No:176, Mart 2016…
ii) Temel Demirer, “Ortadoğu ve Rojava ya da Tehditler ile İmkânlar”, Kaldıraç Dergisi, No:159, Eylül 2014…
iii) Sibel Özbudun-Temel Demirer, “Emperyalizm, T.‘C’ ve Afrin”, Kaldıraç Dergisi, No: 199, Şubat 2018…
iv) Sibel Özbudun-Temel Demirer, “Afrin (ve Suriye), Afrin (ve Suriye’n)in Ötesidir!”, Rojnameya Newroz, Mart 2018… https://temeldemirer.blogspot.com/2018/03/afrin-ve-suriye-afrin-ve-suriyenin.html
v) Temel Demirer, “Savaş ve ‘Barış(sızlık)’ın Ortadoğu’su ile Rojava Deneyimi”, Rojnameya Newroz, Ocak 2016… https://temeldemirer.blogspot.com/2016/01/savas-ve-barissizlikin-ortadogusu-ile.html
vi) Temel Demirer, “Kürtler ve Ortadoğu”, Rojnameya Newroz, Şubat 2016… https://temeldemirer.blogspot.com/2016/02/kurtler-ve-ortadogu.html
[47] “Devrim Gelecekte Değil Rojava’da”, Özgürlükçü Demokrasi, 15 Nisan 2017, s.8.
[48] “Chomsky: Rojava’nın Varlığının Devam Etmesi Bir Mucizedir, Yeni Yaşam, 17 Ocak 2021, s.5.
[49] Metin Yeğin, “Michael Löwy: Dünya Zapatistalardan ve Rojava’dan İlham Almalı”, 17 Ocak, 2019… https://www.gazeteduvar.com.tr/yazarlar/2019/01/17/michael-lowy-dunya-zapatistalardan-ve-rojavadan-ilham-almali/
[50] Hawzhin Azeez, “Rojava’nın Öğrettikleri”, Yeni Yaşam, 26 Ocak 2021, s.8.
[51] Salih Yılmaz, “19 Temmuz Devrimi”, Yeni Yaşam, 20 Temmuz 2022, s.10.
[52] “Rojava’da Devrim ve Kooperatifler (1)”, Yeni Yaşam, 1 Şubat 2021, s.8.
[53][53] Ehmed Pelda, “Fırsatlar ve Sorunlar Kıskacında Rojava Kooperatifleri”, Yeni Yaşam, 4 Ocak 2021, s.5.
[54] “Rojava’da Kooperatif Deneyimi (2)”, Yeni Yaşam, 2 Şubat 2021, s.8.
[55] “XXI. Yüzyılın İlhamı: Rojava Kadın Devrimi”, Yeni Yaşam, 1 Kasım 2022, s.9.
[56] “Gazeteci Raphael Lebrujah: Fransa’dan Daha İleri Bir Demokrasi”, Yeni Yaşam, 23 Ekim 2018, s.9.
[57] “Şahin Tümüklü: Rojava XXI. Yüzyıl Devrimidir”, Yeni Yaşam, 26 Temmuz 2019, s.6.
[58] Suriye Kürtleri, Suriye’nin kuzeyinde/Rojava’da yönetimi ele geçirdikleri 2012 yazından bu yana devlet sözcüğünü ağızlarına bile almadılar. Çünkü buradaki Kürt hareketi Öcalan’ı önder olarak görüyor ve ayrı devlet kurma fikrini ideolojik olarak reddediyor. Üstelik 2016’da Kuzey Suriye-Rojava Demokratik Federasyonu’nu ilan eden Kürtler (Demokratik Suriye Güçleri’nin siyasi kanadı olan Demokratik Suriye Meclisi), Suriye rejimi ile müzakere ve çözüm zeminini güçlendirmek için yönetimleri altındaki bölgelerin adını 2018’in Eylül’ünde ‘Kuzey ve Doğu Suriye Özerk Yönetimi’ olarak değiştirdiler. Rusya Dışişleri Bakanı Sergey Lavrov olmak üzere “sözde Kürt devletçiği”nden söz eden herkes aslında Kürtlerin ayrı bir devlet kurma peşinde olmadıklarını biliyor. (Yusuf Karataş, “Büyük Kürdistan’dan Kürt devletçiğine!”, Evrensel, 15 Ekim 2018, s.8.)
[59] V. İ. Lenin, Kadınların Kurtuluşu, çev: Ertuğrul Yemenoğlu, Günce Yay., 1975.
[60] V. İ. Lenin, Proleter Devrim ve Dönek Kautsky, çev: Kenan Somer, Bilim ve Sosyalizm Yay., 2013.
[61] Rojava Devrimi’nin en büyük handikapı ABD başta olmak üzere emperyalizme karşı olmaması, aksine ilişkilerini geliştirmesidir. Bu, devrimin geleceğini de tehdit eden bir zafiyettir. Bütün bunlar Rojava Devrimi’ni “tamamlanmamış bir devrim” olarak nitelememizi doğrulayan gelişmelerdir. Devrimin ilk yıllarında birer kaygı unsuru olarak belirttiğimiz noktalar, bugün kesinleşen gerçekler hâlini almıştır. Ve bunlar ne yazık ki, devrimi ileriye doğru değil, geriye doğru çekmektedir.Elbette süreç hâlâ tamamlanmış değildir. (“Rojava Devrimi Üzerine Genel Bir Bakış”, Devrimci Duruş, No:96, Nisan 2021, s.23.)
[62] Aleksandr Belov, “Kürtler Batının İhanetine Dayanabilir mi?”, Yeni Yaşam, 16 Aralık 2019, s.7.
[63] “Esad’dan Yine Tekçi Söylemler”, Yeni Yaşam, 7 Mart 2020, s.9.
[64] “Esad: Kürtler Suriyelidir, Ayrı Bir Halk Değildir”… https://www.gazeteduvar.com.tr/dunya/2019/11/28/esad-kurtler-ayri-bir-halk-degildir/
[65] Yusuf Karataş, “Suriye Rejimi Kürtleri Neden Düşman İlan Etti?”, Evrensel, 20 Eylül 2019, s.7.
[66] “Şam SDG’yi ‘Bölücü Terörist Milisler’ Olarak Niteledi”, Cumhuriyet, 17 Eylül 2019, s.7.
[67] “Esad’dan Çarpıcı YPG Açıklaması”, Cumhuriyet, 1 Haziran 2018, s.11.
[68] aktaran: Ahmet İnsel, “Macron SDG’ye Hangi Vaatte Bulundu?”, Cumhuriyet, 31 Mart 2018, s.11.
[69] Hüseyin Hayatsever, “2021 İstihbaratı Tehdit Değerlendirmesi Raporu: ABD YPG’ye Desteğini Sürdürecek”, Cumhuriyet, 17 Nisan 2021, s.6.
[70] “ABD Koalisyondan Suriye Desteği İstedi”, Yeni Yaşam, 18 Şubat 2019, s.9.
[71] “Macron: Suriye Operasyonları Devam Edecek”, Cumhuriyet, 4 Ocak 2019, s.7.
[72] Uğur Ergan, “Menbiç Formülü”, Hürriyet, 27 Haziran 2018, s.14.
[73] “ABD ile Mınbiç Anlaşması: Yol Haritası Onaylandı”, Cumhuriyet, 5 Haziran 2018, s.13.
[74] “TSK, Mınbiç’te Göreve Başladı”, Cumhuriyet, 19 Haziran 2018, s.10.
[75] “Tillerson’dan Art Arda ‘Afrin’ Açıklamaları”, Cumhuriyet, 14 Şubat 2018, s.7.
[76] “ABD Dışişleri Bakanı Tillerson: YPG’ye Ağır Silah Verilmemiştir”, Cumhuriyet, 16 Şubat 2018, s.6.
[77] Duygu Güvenç, “Normalleşme Rotası”, Cumhuriyet, 17 Şubat 2018, s.7.
[78] ABD ile YPG arasında ‘PKK ile olan bağları’ konusunda gerginlik yaşandığı bildiriliyor. ‘BasNews’e konuşan adının açıklanmasını istemeyen Rojava Özerk Yönetimi’nden bir kaynak, son dönemde YPG ile ABD’li yetkililer arasında YPG’nin PKK’den talimat aldığı gerekçesi ile ciddi boyutta çelişki ve gerilimin yaşandığını söyledi. (“ABD’den PKK ve YPG’ye Mektup”, 13 Kasım 2018… http://www.artigundem.org/dunya/abd-den-ypg-ye-pkk-mektubu)
[79] “Kürtlere Söz Vermedik”, Cumhuriyet, 9 Aralık 2019, s.7.
[80] Aytunç Erkin, “ABD: YPG ile Birlikte Kalıcı Olmakta Kararlıyız”, Sözcü, 10 Mart 2021, s.14.
[81] “ABD’den YPG’ye Destek”, Cumhuriyet, 22 Şubat 2021, s.6.
[82] “Eski ABD Dışişleri Bakanlığı Yetkilisi: ABD Suriyeli Kürtlere Borçlu Değil”, 4 Ocak 2019… http://haber.sol.org.tr/dunya/eski-abd-disisleri-bakanligi-yetkilisi-abd-suriyeli-kurtlere-borclu-degil-254089
[83] “McGurk’tan Kürtlere Çağrı: ‘Güvenmeyin’…”, 25 Şubat 2020… https://ahvalnews-com.cdn.ampproject.org/c/s/ahvalnews.com/tr/sdg/mcgurktan-kurtlere-cagri-guvenmeyin
[84] Serhan Akif Akyıldız-Tezcan Taşkıran, “Amerika Dışişleri Bakanlığı’ndaki Albaydan Kritik Sözler”, 16 Aralık 2018… https://odatv.com/ister-inanin-ister-inanmayin-gunun-sonunda-turkiyenin...-16121809.html
[85] “ABD Kongresi Üyesi Thomas Alexander Garrett: Özerklik Olumlu Bir Tecrübe”, Yeni Yaşam, 29 Kasım 2018, s.9.
[86] Daver Darende, “ABD’nin Suriye Satrancı”, Cumhuriyet, 5 Ocak 2019, s.2.
[87] Sputnik’e konuşan DSG’den üst düzey bir yetkili ABD’nin çekilmemesi için Kobanê’de Ğerepışk köyündeki ABD üssünde ABD askerleriyle görüşeceklerini belirterek, “ABD askerlerini çekeceğini Çarşamba akşamı bize aktardı. ABD daha önce bize demişti Suriye’de en az 10 yıl daha kalacağız demişti. Bizde planlarımızı ona göre yapmıştık. ABD’nin çekilmemesi için yoğun görüşmeler yapıyoruz. Eğer ABD askerini çekerse Türkiye bize hemen operasyon yapar. Bundan kaynaklı bir kaygı var. ABD’nin çekilme kararı bizi şok etti” ifadelerini kullandı.
PYD Yöneticisi Fethi Mıhemed de ABD’nin askerlerini çekme kararı alması nedeniyle insanların çok korktuklarını belirterek, ABD’nin çekilmemesi için Kobanê’ye bağlı Gerepışk köyünde olan ABD üssüne yürüyüş yapacaklarını söyledi. (“Rojava’dan ABD’ye Çekilme Tepkisi”, Birgün, 21 Aralık 2018, s.4.)
[88] “Pentagon Bütçesi: Suriye’de 60 Bin Kişilik Güç İçin Silah”, Evrensel, 18 Nisan 2018, s.10.
[89] “Salih Müslim: ABD Yetkilileri ile Görüştük, Trump Döneminden Farklı Olacak”, 1 Nisan 2021… https://ahval.io/tr/abd-suriye/salih-muslim-abd-yetkilileri-ile-gorustuk-trump-doneminden-farkli-olacak
[90] https://www.foreignlobby.com/2021/04/30/syrias-kurdish-ypg-fighters-get-a-lobbyist/
[91] “ABD’de YPG’nin Lobicilik Faaliyeti”, 29 Temmuz 2021… http://basinadasi.org/index.php?p=products-info&pid=1744
[92] Yusuf Karataş, “Kürtlerin Hamisi Kim?”, 15 Ocak 2019… https://www.evrensel.net/yazi/83113/kurtlerin-hamisi-kim
[93] “YPG’den Açıklama: ABD ile IŞİD Sonrası İçin de Anlaşmamız Var”, 11 Aralık 2018… http://haber.sol.org.tr/dunya/ypgden-aciklama-abd-ile-isid-sonrasi-icin-de-anlasmamiz-var-252523
[94] Orhan Bursalı, “En İyi Türkiye; Suriye, İran, Rusya’ya Düşman Olandır”, Cumhuriyet, 18 Şubat 2018, s.6.
[95] 12 Kasım 2019… https://ria.ru/20191112/1560846866.html
[96] Suriyeli bağımsız gazeteci Danny Makki, Suriye Demokratik Güçleri ile Suriye hükümeti arasındaki anlaşmanın ana hatlarını özetledi: SDG feshedilecek ve Kürtlerin kontrolündeki tüm silahlı kuvvetler Rusya’nın desteklediği Suriye’nin 5. Taaruz Kolordusu’na katılacak. (2015’teki müdahaleden bu yana Rus askeri personeli tarafından eğitilen, donatılan ve desteklenen 5. Taarruz Kolordusu, Rusya-Suriye-İran-Irak koalisyonu arasındaki işbirliğinin zirvesi olarak kabul ediliyor.)
Kürt güçleri ve Suriye devleti arasındaki anlaşma uyarınca, Kürtlerin, özerklik de dahil olmak üzere tüm hakları, yeni Suriye Anayasası tarafından güvence altına alınacak.
Kürt temsilciler, yeni bir anayasa oluşturulup yeni bir hükümet kuruluncaya kadar, Suriye’nin kuzeyindeki geçiş dönemini kolaylaştırmak için hükümette bazı resmi roller üstlenmeye başlayacak. (“SDG ile Suriye Hükümeti Anlaştı: İşte Anlaşmanın Temel Hatları”, Cumhuriyet, 14 Ekim 2019, s.7.)
[97] “ABD Çekildi, Moskova Arabulucu: SGD, Şam’la Anlaştı”, Birgün, 14 Ekim 2019, s.9.
[98] “Kürt Siyasetçiler ile Esad Hükümeti Görüştü”, Evrensel, 11 Şubat 2020, s.9.
[99] “Rusya’nın Denetiminde Esad Rejimiyle Görüştük”, Yeni Yaşam, 11 Şubat 2020, s.8.
[100] “İlham Ahmed: ABD’nin Suriye’deki Varlığı Siyasi Çözümün Garantisidir”, 5 Eylül 2021… https://www.nupel.eu/ilham-ahmed-abdnin-suriyedeki-varligi-siyasi-cozumun-garantisidir-194073.html
[101] Yusuf Karataş, “Suriye-SDG Görüşmeleri: Çözüm Önündeki Engeller ve Rusya’nın Rolü”, Evrensel, 27 Aralık 2019, s.8.
[102] “Lavrov: Orta Doğu’dan Ayrılmıyoruz”, 14 Ocak 2025… https://www.dokuz8haber.net/rusya-disisleri-bakani-lavrov-orta-dogudan-ayrilmiyoruz
[103] “Şam, Özerk Yönetim ile Masaya Oturmalı”, Yeni Yaşam, 18 Ekim 2022, s.9.
[104] V. İ. Lenin, Nisan Tezleri ve Ekim Devrimi, çev: Muzaffer Erdost, Sol Yay., 1969.
[105] V. İ. Lenin, Marksizmin Üç Kaynağı, çev: Vahap S. Erdoğdu, Sol Yay., 2013.
[106] “NATO’nun 70 yıldır Türkiye’nin Kürt halkına yönelik son derece yıkıcı politikalarının arkasında durması, gelinen noktada NATO’yu da zorlayan bir konuma ulaşmış bulunuyor. NATO ve arkasındaki devletler kendi kamuoylarına karşı Türkiye’nin Kürt halkına yaptıklarını artık açıktan savunmayacak duruma düşmüşlerdir.” (Seydi Fırat, “NATO Kürt Halkından Özür Dileyecek mi?”, Yeni Yaşam, 9 Aralık 2019, s.7.)
[107] Haydar Özkan, “Suriye, Rojava, Anti-Emperyalizm”, Atılım, Yıl:5, No:357, 28 Aralık 2018, s.14.
[108] Ahmet İnsel, “Kürt Halkının Başına Gelenler”, Cumhuriyet, 24 Mart 2018, s.11.
Yorumlar