“Hebûna tiştekî tu qezenc nede. tunebûna wê jî tu kêmasî nade.” [2] Kardeş(ler)im, Genç Yoldaş(lar)ım, Öncelikle “Baş bû tu h...
“Hebûna tiştekî tu qezenc nede.
tunebûna wê jî tu kêmasî nade.”[2]
Kardeş(ler)im, Genç Yoldaş(lar)ım,
Öncelikle “Baş bû tu hatî, tu bi xêr hatî/ İyi ki geldin, hoş geldin” diyeyim sana, sizden birisi olmanın radikal sosyalist içtenliğiyle ve Attila İlhan’ın, “O sözler ki kalbimizin üstünde/ Dolu bir tabanca gibi/ Ölüp ölesiye taşırız/ O sözler ki bir kez çıkmıştır ağzımızdan/ Uğrunda asılırız,” dizelerindeki kararlılıkla…
KAPİTALİZMİN KRİTİK DÖNEMECİ: “III. BÜYÜK BUNALIM”
Siz bakmayın kimilerinin “Derdê dinê, nayê gotinê/ Dünya hâlinden sual olunmaz!” demesine!
Görmeyen, bilmeyen var mı? Çanlar, sürdürülemez kapitalizm için çalıyor!
Yunus Şalış, “Ekonomik krizin tam ortasındayız. Ve görünen o ki siyasal iktidarın tozpembe tablo çizmek dışında, kriz yönetimine dair hiçbir fikri yok,” diye haykırırken; “Doktor Kıyamet” lakabıyla maruf Marc Faber CNBC’ye röportajında, dünyayı çalkantılı bir dönemin beklediği vurgusuyla, kurtarma paketleri ve basılan paranın uzun süreli bir kalkınma sağlamayacağını söylüyor.
Şu çok net: Krizleri seven, krizsiz yapamayan sürdürülemez kapitalizm bu defa kolay kurtulamayacak…
“Küresel çöküş” olarak nitelenen ve yerküreyi çıkmaza sürükleyen küresel ekonomik krizin, yani ülkeleri iflasa götüren, sokakları yangın yerine çeviren sürecin sorumlusu sürdürülemez kapitalizmdir!
Dr. İbrahim Okçuoğlu’nun deyişiyle, “Kapitalizmde o kadar çok sorun birikti ki, bu sorunları bu günden yarına çözme imkânı yok…”
Mehmet Türkay’ın işaret ettiği üzere, “Kriz, kapitalizmin kritik dönemeci” niteliğini kazanıyor…
Denilebilir ki sürdürülemez kapitalizmin küresel çöküşü için geri sayım başlamıştır!
Bu çerçevede küresel ekonomideki kriz, bir yandan kronik hâle gelirken, diğer yanda şekil değiştiriyor. Başladığından bu yana geçen 1100 gün içinde yalnızca G-20 ülkelerinde 25 milyon kişi işini kaybetti. ILO verilerine göre şu anda dünyada en az 207 milyon insan işsiz ve 2012 sonuna dek 8 milyon kişi daha işini kaybedecek. Geleceğe dair tahminler, krizin yumuşama senaryolarına bağlı olarak, işsizliğin 2016’ya dek tırmanacağını söylüyor.
Uluslararası Çalışma Örgütü’ne (ILO) göre işsiz sayısında 2012 yılında 200 milyon eşiği aşıldı. Bu, krizin patlak verdiği 2008’den bu yana dünyada en az 27 milyon kişinin işsizler ordusuna katıldığı anlamına geliyor.
Krizde en ağır bedeli gençler ödüyor: 15-24 yaş arasındaki kuşaktan 74.8 milyon genç işsiz. Bir başka deyişle, dünya gençliğinin yüzde 12.7’si boş geziyor. Daha vahimi, bunun yüzde 6.4’ü, yani 74.8 milyon aylak gencin yarısı, umutlarını tümüyle yitirdiği için, iş aramaktan vazgeçti.
ILO bir başka verinin daha altını çiziyor: 900 milyon kişi de yoksulluğun en dibe vurmuş hâli anlamına gelen günde 1.25 doların da altında ücretle çalışabiliyor!
Avrupa Komisyonu’nun ekonomik ve parasal ilişkilerden sorumlu komiseri Olli Rehn’e göre Avrupa’daki borç krizinin üstesinden gelmek çok uzun sürecek; Rehn, krizin yıllarca süreceğini söylüyor.
‘The Financial Times’ın “Avro gerçekten tehlikede”; ‘The Times’ın, “Kriz fokurdamaya başladı” vurgularıyla betimledikleri tabloda “Kriz, kapitalizmin beşiği Avrupa’yı sallıyor”ken;[3] George Soros, Avro Bölgesi’nde birkaç ülkenin iflas edebileceği vurgusuyla, “İşsizlik ve borç sorunu çözülmezse sokaklarda isyan artar, sınıf çatışması doğar,” uyarısını dillendiriyor.
Özetle müthiş bir kaosun alt üst ettiği böyle bir dünyanın imkân ve tehlikeleriyle yüz yüzesiniz genç kardeş(ler)im, yoldaş(lar)ım…
Bu hâl böyle devam edemez; Slavoj Zizek’in, “Gelecek ya komünizmle olacak ya da bir çeşit yeni otoriter barbarlık olacak,” diye tariflediği bir hesaplaşmaya doğru ilerliyoruz…
Söz konusu hesaplaşma kaçınılmazdır; çünkü neo-liberal barbarlığın “Yeni Dünya Düzen(sizliğ)i” (“YDD”) sürdürülemez bir vahşettir artık…
“YDD”: SÜRDÜRÜLEMEZ BİR VAHŞET
Bilmeyen, görmeyen yok: Kapitalizm yalnızca toplumun gittikçe büyüyen bir kısmını açlığa yoksulluğa itmekle kalmıyor, yüzde, hatta binde bir gibi çok ufak bir kesimin servetine servet katıyor. Bu bağlamda, gelir dağılımının hızla bozulduğunu kanıtlayan istatistikler, bu trendleri güçlendiren hükümet politikaları, bu hakikâtin bir kısmını gösteriyor. Su ve gıda krizleri üzerine araştırmalar da bir başka kısmını…
Kapitalizm (bir üretim tarzı olarak), gittikçe artan sayıda insanı açlığa ve yoksulluğa mahkûm etmektedir; sağlığa zararlı bir sistemdir; tümüyle bırakmanın bir yolunu bulmak gerekir...
Çünkü!
Birleşmiş Milletler Kalkınma Programı’na (UNDP) göre, dünyada günde 1.25 doların altında bir para ile ayakta kalmaya çalışan 1.4 milyar insan var. Aynı yerkürede günde 10 trilyon dolar tutarında para ise dolaşımda ve bu rakam dünya GDP’sinin (gayrisafi yurtiçi hasıla) 73.5 kat fazlası. 100 milyon insan bulaşıcı hastalıkların pençesinde. Eşitsizlikler azalacağına giderek yayılıyor!
Çünkü!
2004’ten bu yana gıda fiyatlarının seyri üzerine çalışan ‘New England Karmaşık Sistemler Enstitüsü’ (NECSI) uzmanları “2013’de gıda krizi kapıda” derlerken; Afrika açlık kriziyle karşı karşıya! 8 ülkede kıtlık alarmı verildi. 10 milyon insanın hayatı tehlikede!
‘Oxfam’, Nijer’de baş gösteren açlık sorununun bir felakete dönüşmek üzere olduğu uyarısında bulundu. Nijer’de 1.9 milyon insanın ciddi risk altında bulunduğunu ve bu sayının bir ay içinde 3.5 milyona çıkabileceğine dikkati çekti!
Çünkü!
Mesela her “6 Alman’dan 1”i yoksuldur…
Nüfus sayımı verilerine göre, ABD’de 47 milyon kişi yoksulluk sınırının altında yaşıyor. 50 yıldır görülmemiş derecede büyük bir orandır!
10 milyon nüfuslu Macaristan’da 30 bin kadar insan evsiz!
Çünkü!
Hindistan’da bir çiftçinin ailesini geçindirmek için günde 2 dolara ihtiyacı var…. Hindistan’da her 30 dakikada bir çiftçi intihar ediyor. Nedeni, genetiği değiştirilmiş tohumlar ve bu tohumları geliştiren ABD şirketi Monsanto… 16 yılda Hindistan’da 250 bin çiftçi intihar etti!
Derinleşerek yaygınlaşan eşitsizlik verilerini daha da uzatacak değilim…
Ancak “YDD” hâlinin vahşet verilerinden bir kaçını da aktarmadan geçmeyelim…
Mesela UNICEF’in çocuk hakları danışmanlığını yapan Prof. Dr. Oğuz Polat’ın 2006 yılında hazırlamış olduğu rapor da insanlığın “bir utanç belgesi”dir:
“Dünyada, her sene ortalama 1 milyon çocuk seks ticaretine kurban gitmektedir, parayla alınıp satılarak veya kaçırılarak seks turizminin, pornografinin ve fuhuşun bir parçası hâline getirilmektedirler. 5 yıl öncesine kadar çocuk seks turizminin yaşandığı yerler Tayland, Kamboçya, Hindistan ve Filipinler iken, çocuk seks turizmi şimdi Kostarika, Brezilya, Meksika ve Orta Amerika’da da yaygınlaşmıştır. Araştırmalara ve tahminlere göre Kamboçya’daki 800 bin fahişenin üçte birini çocuklar oluşturuyor. Çocuk fahişelerin sayısı Tayland’da 800 bin, Endonezya’da 400 bin, Hindistan ve Filipinler’de 100 bin, Brezilya’da ise 500 bin - 2 milyon gibi korkunç sayılarla ifade ediliyor.
Çocuk seks ticaretini, dünyadaki çatışmalardan, savaşlardan ve insan kaçakçılığından ayrı düşünmek mümkün değildir. Örneğin Kosova savaşından sonra, çeteler ailelerden 1000 Amerikan Doları’na aldıkları çocukları Yunanistan ve İtalya’da iki katına satmışlardır.
Araştırmalara göre, çocuk seks ticareti gittikçe artarken istismara uğrayan çocukların yaşları da gittikçe düşmektedir. Hindistan’da fuhuş yapan çocukların yaşları 14-16 arasındayken, günümüzde 10-14’e kadar düşmüştür. Kamboçya’da köylerde 7-8 yaşındaki kızlar çocuk İngilizceleriyle oral seks ve cinsel ilişki pazarlığı yapmakta, Sri Lanka’daki genelevlerde 6 yaşındaki çocuklara rastlanmaktadır.
O hâlde “Ben Kapitalizmim…” başlıklı yazıda işaret edildiği üzere; “17 yaşındaki kızların yüzde 78’i dış görünüşlerinden rahatsız” olduğu “YDD”de, bir kadının bir moda dergisini 15 dakika karıştırması kendi vücuduna duyduğu memnuniyetsizliği yüzde 50 artırmaya yetiyor!
Hırsız ve elitist bir kapitalist CEO’nun hayat hikâyesi “azim ve başarı hikâyesi” olarak sunulduğu medyatik şarlatanlık dünyasında bir insan günde 5.5 saat TV izlerken; yılda ortalama 100.000 reklamın saldırısına maruz bırakılıyor!
Ya da 6 yaşındaki bir çocuk, hayatının ortalama 1 yılını TV izleyerek geçirirken; odasında TV ile büyüyen bir çocuğun sabıkasının olması ihtimali, TV ile büyümeyen bir çocuğa göre yüzde 40 daha fazladır.
Böylesi bir dizaynda bütün kapitalistler birer “aziz” gibi sunuluyor; tıpkı 150 milyon dolarlık 66.000 m2 bir evde yaşayan Bill Gates gibi!
Hem de evsizlere rağmen; ya da ABD’de 7 milyon evsiz insanın olduğundan kimsenin haberi yokken; veya Madonna’nın sadece Londra’da, ortalama 600 evsize barınak olabilecek büyüklükte 8 evi varken…
Hem de her yıl 20 milyon çocuk açlıktan ölürken; kapitalizm yüzünden dünyada 600 milyon obez ve 1.4 milyar aç insan varken!
Tayland’da Disney fabrikası için çalışan bir çocuğun Disneyland’e girecek parayı çıkarması için 55 gün çalışması gerekirken…
Batı dünyasında kredi kartı borcu yüzünden intihar edenlerin sayısı an itibariyle yılda ortalama 22.000 kişiyken…
Batı Avrupalılar, Sahraaltı Afrikalılardan 6.5 kat daha fazla et tüketiyorken…
25.000 tane Suudi prensi otomatik olarak ayda 35.000 dolar maaş alırken, milyonlarca Arap yataklarına aç gidiyorken…
Afrika kıtasının dünyanın altın rezervlerinin yüzde 90’ını elinde bulundurmasına rağmen, dünyada sadece 4 tane Afrikalı milyarder varken…
Afrika kıtasından her sene 8.5 milyon dolar değerinde pırlanta çıkıyor iken ve bu miktar, kıtanın açlık sorununu çözmeye yetecek iken...
Hindistan’da 1 milyon kişi günde sadece 1.2 dolar kazanarak pırlantaları üretiyorken…
Batı dünyasından her yıl 3.5 milyon kişi Uzak Doğu’ya seks turlarına gidip çocuklarla ilişkiye giriyorlar ve Uzak Doğu’da 6-12 yaş arası kızlar 200 dolar gibi bir bedel karşılığında seks kölesi olarak satılıyorlarken…
Dünya nüfusunun yüzde 50’si dünya kaynaklarının ve zenginliklerinin yüzde 1’ine sahip ya da dünya nüfusunun yüzde1’i dünya kaynaklarının ve zenginliklerinin yüzde 50’sine sahipken…
Bu durumda “serbest piyasa ekonomisi” dedikleri sürdürülemez kapitalizmin; “YDD” diye sunulan küreselleşmenin dünyanın en büyük yalanı ve zorbalığı olduğundan şüphesi olan var mı hâlâ? Varsa ne yazık!
Verili koordinatlarda Voltaire’in, “Bir gün her şeyin daha iyi olacağını düşünmek, umudumuz; bu gün her şeyin iyi olduğunu düşünmek, yanılgımızdır”; Che Guevara’nın, “Kaybetmekten korkma; bir şeyi kazanmak için bazı şeyleri kaybetmelisin. Ve unutma kaybettiğinde değil, vazgeçtiğinde yenilirsin,” sözlerini anımsamak ve hayata geçirmekten başka seçeneğimiz kalmamıştır!
TÜRK(İYE) EKONOMİSİNİN ADALET(SİZLİĞ)İ
Ya şiddetli adaletsizliğiyle Türk(iye) cehennemi mi?
“Başkentte kömür sobasından sızan gaz bir aileyi yok etti. Keçiören Erdek Sokak Uğur Apartmanı’nın kapıcı dairesinde oturan Aydın ailesi, kömür sobasından sızan gaz nedeniyle zehirlendi ve 5 kişi yaşamını yitirdi. Apartmanda doğalgaz bağlantısı olmasına karşın, ailenin maddi olanaklarının kötü olması nedeniyle kömür sobası kullandığı öğrenildi,”[4] haberinin altını özenle çizerek hızla sıralayalım…
Türkiye’de nüfusun yüzde 17’si yoksulluk sınırında yaşıyor… Türkiye’de en zengin yüzde 20 ile en yoksul yüzde 20 arasındaki gelir farkı 8 kat!
DİSK-AR’a göre, Türkiye’de 1047 liranız yoksa aç, 3312 liranız yoksa yoksulsunuz!
‘Tüketici Hakları Derneği’ verilerine göre, Türkiye’de tüketicilerin sadece yüzde 26.1’i kredi kartı borcunun tamamını ödeyebiliyor!
Türkiye’de toplam ulusal gelirin yüzde 30’una 100 kişi el koyuyor!
Kim bu 100 kişi mi? Honoré de Balzac’ın, “Gözle görünür bir nedeni bulunmayan servetlerin gizi, temiz yapıldığı için unutulmuş birer cinayettir,” sözüyle betimledikleri…
Örneğin 2011’de 2010 yılına göre yüzde 13 artış ile 1 milyar 878 milyon TL net kâr sağlayan Sabancı Holding ve patronları!
Örneğin 2011’de gelirleri yüzde 43 artışla 70 milyar liraya yaklaşan ve 2011 konsolide net kârı yaklaşık yüzde 23 artışla 2.12 milyar lira olan Koç Holding’in patronları!
Duymamış olamazsınız: Bankacılık sektörünün kârı Şubat 2012’de 2011’in aynı dönemine göre yüzde 11.3 artışla 3 milyar 445 milyon TL’ye ulaştı. Aktif büyüklük ise 1 trilyon 221 milyar 97 milyon TL oldu!
2011 bilanço sonuçlarına göre Garanti Bankası, 3.3 milyar lirayla en çok kâr elde eden banka oldu. Aktif büyüklükte ise İş Bankası Ziraat’ı geçerek birinci sıraya oturdu. Denizbank yüzde 72 ile kâr artışında rekor kırdı! Üstelik bunu “gururla” ilan ediyorlar gazete sayfalarında…
Ya da “2012’de kârda yüzde 10 büyürüz,” deyip; 2011 kârı 2 milyar 45 milyon liraya ulaşan Halkbank!
Veya 2011 yılında net kârını yüzde 6 oranında artırarak 1 milyar 227 milyon liraya çıkaran Vakıfbank!
Zenginler kazanırken, emekçiler ve çalışanlar hızla yoksullaşıyor…
Örneğin “işler tıkırında” dedikleri Türk(iye) ekonomisinde kapanan işyeri sayısı 10 yılın en yüksek seviyesine ulaştı, kapanmayanlar da borç içinde…
2002 yılında 205 bin olan kapanan işyeri sayısı 2011 yılında 435 bine yükseldi. 1 milyon 390 bin işyeri sahibinin toplam prim borcu da 17.3 milyar TL’ye ulaştı. 2011 yılında tam 435 bin 520 işyeri, kapısına kilit vurdu. İşyerini ayakta tutmayı başaran her 4 esnaftan 3’ü de borç denizinde yüzüyor. İşyerini kapanmaktan kurtaran esnafların sorunu ise prim borçları oluşturuyor. Türkiye genelinde bugün itibarıyla toplam esnaf ve sanatkâr sayısı 1 milyon 866 bin 239’a ulaşıyor. Ancak bunların 1 milyon 390 bin 816’sının bugün itibarıyla prim borcu bulunuyor!
Bir örnek daha: Türkiye’de tüketicilerin yüzde 54’ü alışveriş ve harcamalarını sadece bir kartla yaparken yüzde 25’lik kısmı iki kart, yüzde 21’i ise üç veya daha fazla kredi kartı kullanıyor. Türkiye’de 2001 sonu itibarıyla yaklaşık 14 milyon olan kredi kartı sayısı, 2011 sonunda 51.4 milyona ulaştı. Kredi kartlarıyla 2011’de ortalama harcama tutarı 829 lirayı buldu. 2005’te ortalama alışveriş tutarının 521 lira olduğu göz önüne alındığında 2011’de ortalama alışveriş tutarında yüzde 60’a varan bir yükselme yaşandı!
Yani geçinemeyen insanlar, kredi kartlarıyla sanal bir “geliri” ya da geleceğini harcıyor…
2010’da 27 kalemde Türkiye’de yasadışı faaliyetlerde oluşan ciro en az 8 milyar lira. Kaçak içki, fuhuş uyuşturucu, sahtecilik gibi birçok kalemdeki toplam yıllık net gelir de en az 3 milyar lirayı bulan Türk(iye) ekonomisi için başka türlüsü de mümkün değil!
Erinç Yeldan’ın, “Neo-liberal büyüme” vurgusuyla ifade ettiği; ya da Uğur Gürses’in, “Sert iniş sinyalleri”ne dikkat çekip, “Stagflasyon riskine en yakın olduğumuz bir döneme mi giriyoruz?” sorusunu dillendirdiği; veya “makroekonomik dengesizlikler”e işaret eden ‘The Economist’in, “Türkiye’de bir tür çökme endişesi her geçen gün büyüyor,” dediği tam da bu; yani Türk(iye) ekonomisinin geleceksizliğidir…
HAK(SIZLIK)/ HUKUK(SUZLUK) = BASKI/ ŞİDDET
Charles Bukowski’nin, “Demokrasiyle diktatörlük arasındaki fark: Demokraside oy verip sonra emirlere itaat edersiniz, diktatörlükte ise zamanınızı oy vermekle harcamazsınız,” sözüyle betimlenen “Hak(sızlık)/ Hukuk(suzluk) = Baskı/ Şiddet” denklemindeki T.“C” tahakkümüne gelince…
“Egemen, olağanüstü hâle karar verendir. ... olağanüstü hâlde hukuk devleti anlayışına uygun bir yetkiye yer yoktur. ... O hem son derece acil bir durumun söz konusu olup olmadığına, hem de bunu bertaraf etmek için ne yapılması gerektiğine karar verendir,”[5] diyen Carl Schmitt’in, “Egemenliğin Tanımı” makalesinde işaret ettiği üzere öncelikle şuna dikkat çekmek gerek: İki örnek vermek yeter!
İlki: İstanbul’da Hüseyin Çapkın’in Emniyet Genel Müdürlüğü’ne atanmasından sonra birçok iddia ortaya atıldı. Bunlardan biri de “Önleyici Hizmetler Büro Amirlikleri Puan Cetveli.” İstanbul Emniyet Müdürlüğü’nde yaklaşık iki yıldır uygulamada olduğu belirtilen sisteme göre suçlar ve suçlular sınıflandırılmış ve puanlandırılmış. Polisler bu puanlamalara göre “bonus”ları topluyor. Üstelik toplanılan bonus polislerin görev yerlerinin belirlenmesinde önemli kriter oluyor.
İkincisi: Türkiye AİHM’nin kendisi hakkında verdiği kararlardan 1773’ünü henüz uygulamış değil. Türkiye’nin 31 Aralık 2011 tarihi itibarıyla AİHM’den en az bir başlıkta ihlâl aldığı toplam 2404 karara muhatap olduğu hatırlandığında, kararların yüzde 74’ünü uygulamadığı gibi bir sonuçla karşılaşıyoruz.
Evet simgesel olarak “iş cinayetleri”yle işçilerin; Roboski ile Kürtlerin; bir katliama dönüşen öldürmelerle kadınların; “Sivas Davası”yla Alevilerin; Hrant ile “azınlıklar”ın… Hasılı T.“C”nin öteki ilan ettiklerinin tümünün başına getirilenler herkesin bilgisi dahilinde…
Nihayet İHD’nin “Hak ihlâlleri arttı ve polis devleti daha da kurumsallaştı” denilen ‘Hak İhlâlleri Raporu’na göre de, 2011 yılında toplam 76 kişi yargısız infaz sonucu, 36 kişi cezaevinde, 5 kişi gözaltında, 46 kişi faili meçhul saldırılarda hayatını kaybetti. 3 bin 252 kişi işkence ve kötü muameleye maruz kaldı. İşkence ve kötü muamelenin 310’u gözaltında, 724’ü cezaevlerinde yaşandı.
TÜRKİYE’DE “GENÇ OLMAK”!
Hikmet Çetinkaya’nın, “2012 Türkiye’sinde öğrenciler gözaltına alınıyor, sorgulanıp yargı önüne çıkarılıyor. Hepsinin suçu ‘örgütsel’ olarak nitelendirilip üst sınırda hapis cezasına çarptırılıyor. Bunu adı ise ‘ileri demokrasi’ oluyor benim ülkemde...
Mesela… Malatya İnönü Üniversitesi’nde okuyan bir grup öğrenci Grup Yorum’un biletlerini satmış, kanserden yaşamını yitiren Güler Zere’nin mezarına çiçek bırakmış, ‘Hayata Dönüş operasyonları’nı vb protesto etmiş, AKP il örgütü binası önünde protesto eylemine katılmışlardı.
Erkin Kocaman, Ayça Kılınç, Yusuf Yılmaz, Uğur Pektaş, Sevcan Göktaş ve Kubilay Uçucu Özel Yetkili Malatya 3. Ağır Ceza Mahkemesi’nde yargılandı ve en üst sınırdan ceza aldılar. 8-16 yıl...
Çağdaş Hukukçular Derneği’nin verilerine göre, “500 üniversite öğrencisi (Aralarında lise öğrencileri de var) bugün cezaevinde yatıyor,” diye betimlenen tabloda Türkiye’de “genç olmak” mı dediniz!?
Türkiye, çocuk işçi çalıştırma konusunda, Kenya, Bangladeş ve Haiti’nin ardından, dünyada 4. sırada yer alıyor… Çalıştırılan çocukların yüzde 60’ı günde 11-12 saat çalışmak zorunda bırakılıyor…
Türkiye, kız çocuklarının okula gönderilme oranının en düşük olduğu 25 ülkeden birisi… Çocukların yüzde 72’si ana-baba, yüzde 22’si öğretmen dayağı yiyor… Hapishanelerindeki çocukların sayısı hızla artıyor… 1989’dan Nisan 2011’e, T.“C” devletinin asker ve polislerince öldürülen çocuk sayısı 350…
Türkiye’de kadınların çalışmak için kocalarından izin almaları gerektiğini savunanların oranı yüzde 69... Kadınların kolsuz bluzla dışarı çıkmamaları gerektiğini savunanların oranı da yüzde 69… Kadınların kazancı, erkeklerin kazancından yüzde 40 daha az…
Türkiye’de, hayatında hiç kitap okumamışların oranı yüzde 70… Her üç evden birinde silah var; her yıl 4 bin kişi öldürülüyor…
İncirlik üssünde 50 tanesi tamamen ABD’nin kontrolünde olmak üzere, 90 tane nükleer silah var…
Türkiye 2000-2008 yılları arasında 120 milyar 576 milyon dolarlık askeri harcama yaptı…
Dünyanın en büyük spekülatörlerinden Soros, “Türkiye’nin en iyi ihraç malı ordusudur” dedi…
T.“C”, 17 bin Kürt’ü kaçırıp katletti; katliamın gizlemek içinse, işlediği/gerçekleştirdiği her bir cinayette “faili meçhul” dedi… 4 bin Kürt köyünü yakıp yıktı; milyonlarca Kürdü yerinden yurdundan, evinden barkından etti…
Bir Türk (Ogün Samast), silahsız-savunmasız bir Ermeni vatandaşı (Hrant Dink) sırtından vurunca, eline Türk bayrağı tutuşturulup, kahraman ilan edildi…
T.“C”, 1995-2000 yılları arasında, hapishanelerde gerçekleştirdiği operasyonlarda, silahsız, savunmasız; duvarlar, demir kapılar ardına sıkıştırılmış 55 tutuklu ve hükümlüyü katletti; yüzlercesini yaraladı; onlarcasını sakat bıraktı… Hapishanelerinde, bugüne kadar yapılan ölüm orucu eylemlerinde 111 tutuklu ve hükümlü yaşamını kaybetti…
Bir araştırmaya göre, Türkiye’de her 3 liradan biri rüşvete gidiyor…
Türkiye’de eğitimli gençlerin yüzde 31’i işsiz; bin kişiye, 1.2 doktor düşüyor; her 4 kadından biri okuma-yazma bilmiyor…
Türkiye’de her yüz kişiden 46’sı kaçak çalıştırılıyor; her 100 binanın ise 40’ı kaçak...
1993-2002 yılları arasında, Türkiye her yıl, 21.1 milyar dolarlık faiz ödemesi yaptı...
Türkiye yolsuzluğun en çok yapıldığı 35 ülke içerisinde 4. sırada yer almakta…
Türkiye’de özel üniversitelerde okuyan öğrencilerin yüzde 84’ü devlet üniversitelerinde okuyan öğrencilerin ise, yüzde 75’i yaşamak ve çalışmak için yurtdışına gitme hayali kuruyor…
Söz konusu öğrencilerden özel üniversitelerde okuyanların yüzde 20’si, devlet üniversitelerinde okuyanların yüzde 18’i yurtdışına çıkmayı başarmaları hâlinde bir daha Türkiye’ye dönmeyi düşünmüyor…
Türkiye’de 15 milyon 250 bin aileden yüzde 54’ü yoksulluk sınırı altında yaşıyor… Her altı kişiden biri açlık sınırı altında yaşıyor…
Türkiye insani gelişmişlik sıralamasında 175 ülke içinde 91. sırada…
Türkiye 1998’de eğitim ve sağlığa ulusal gelirin yüzde 7.1’ini ayırırken, askeri harcamalar ile borç ödemelerine yüzde 19.9’unu ayırdı…
Türkiye’de hortumlanmış 11 batık bankanın maliyeti 21.7 milyarı buldu. (2003 verisi)…
Yeryüzünde, en çok borcu bulunan 10 ülkeden biri Türkiye…
Türkiye AİHM tarafından mahkûm edilme rekorunu açık ara elinde bulunduruyor…
Türkiye’de 2002-2008 yılları arasında 18 bin kişi intihar etti…[6]
Nihayet Milli Eğitim Bakanı Ömer Dinçer’in, 2010 ve 2011’de toplam “7 bin 43 üniversite öğrencisi hakkında soruşturma açıldığı”nı, bu öğrencilerden 4 bin 602’sinin okuldan uzaklaştırıldığını, 55’inin ise atıldığını açıkladığı verili tabloda ben, gençlere yönelik “Hak(sızlık)/ Hukuk(suzluk) = Baskı/ Şiddet”e dair örnekleri hızla sıralamak istiyorum…
i) Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’ün İstanbul Üniversitesi’ni ziyaret edeceği gün cebinde üç yumurta bulunan Yiğit Ergün (19) hakkında üniversiteye alınmayınca polisle yaşadığı arbede sırasında polise hakaret iddiasıyla 11 yıla kadar hapis cezası istemiyle dava açıldı![7]
ii) İstanbul’da 17 Mayıs 2011’de gerçekleştirilen ev baskınlarında gözaltına alınan ve Demokratik Yurtsever Gençlik üyesi olmakla suçlanan 30 öğrenci hakkında iddianame hazırlandı. Öğrencilerin yaptığı her etkinliği suç sayan savcı, öğrenciler için 400 yılı aşkın hapis cezası istedi![8]
iii) Malatya’da Grup Yorum konserine bilet satmak ve 8 Mart etkinliğine katılmak gibi gerekçelerle haklarında “terör örgütü propagandası” suçundan dava açılan altısı tutuklu yedi üniversite öğrencisine 13 yıl hapis cezası verildi. Kadınlar Günü etkinliğine katılmak ve konser bileti satmak “terör suçu” sayılınca 6 üniversite öğrencisi 1 ile 13 yıl arasında ceza aldı. Mahkeme başkanı bile verdiği karardan hoşnut olmadığını söyledi![9]
iv) AKP Beşiktaş İlçe Başkanlığı binasında “Tutuklu öğrencilere özgürlük” pankartı açan Sosyalist Gençlik Derneği üyesi, İstanbul Üniversitesi öğrencileri Büşra Mete, Duygu Bozkurt, Şahin Yeşilırmak ve Doğuberk Zeki Dolay hakkında 13’er yıla kadar hapis cezası istemiyle dava açıldı![10]
Halkına ve gençlerine bu denli acımasızca terör uygulayan rejim sadece polis, zindan, işkenceden müteşekkil bir şiddet değildir; aynı zamanda “eğitim” denen egemen disiplinin şiddetidir!
“EGEMEN(LERİN) EĞİTİM(İ)”
B. F. Skinner’in, “Eğitim, öğrenilen her şey unutulduktan sonra geriye kalandır”; Mark Twain’in, “Okul hayatımın eğitimime karışmasına izin vermedim,” sözleriyle betimlenen “egemen(lerin) eğitim(i)” deyip geçmeyin!
“Okulda insanlar imal edilir. İnsan yapma olayına eğitim denir. Aile çevresi, sinema, televizyon, tiyatro, radyo, gazeteler, kitaplar ve afişler de bir anlamda okuldur. Yani tüm bilgi ileten yerler okuldur. Nesneler araçlarla yapılır. İnsan yapma aracı ise bilgidir,” vurgusuyla E. A. Rauter’in eklediği üzere:
“Bize verilen bilgiler, kafamızın içinde yargı ve kanaatlere dönüşür. Yargı ve kanaatler, davranışlarımızı yöneten mekanizmanın işleyişinin gerekli birer parçasıdır... [11]
Bir başka deyişle eğitim sistemi her zaman egemen sınıfların ihtiyacına cevap verir. Tarihsel süreç içinde eğitimin işlevleri değişebilir ama değişmeyen şey eğitim sisteminin mutlaka mülk sahibi egemenlerin ihtiyaçlarına cevap vermesidir. Kapitalizm öncesinin sosyal formasyonlarında eğitimin amacı, egemen ideolojiyi üretmek ve yaymak ve devlet aygıtının yönetici-bürokratik kadrolarını yetiştirmekti. Kapitalizmin egemen üretim tarzı hâline geldiği dönemde, yukarıdaki iki işleve bir de sermaye sınıfının ihtiyacı olan “yetişkin” işgücünü yetiştirme işlevi eklendi. Son dönemde, neo-liberal kürelileşmeyle birlikte eğitimin hızlı bir tempoyla paralılaşması, metalaşması, şeyleşmesi, bir kamu hizmet alanı olmaktan çıkıp özelleştirilmesiyle, artık eğitim bir kâr alanı ve aracı hâline de dönüşmüş bulunuyor. Başka türlü söylersek, eğitim artık her hangi bir mal gibi alınıp-satılan bir metaya dönüşmekte. Değerlenme sıkıntısı çeken sermaye için bir kâr alanı hâline gelmekte…
Kapitalizm geçerliyken “demokratik eğitim” mümkün değildir.
Demokratik eğitim, her sınıfsal kökenden çocukların eğitim kurumlarından eşit yararlanmaları anlamındadır. Eğitimin demokratikleşmesiyse eğitimin özgürlük ve demokrasi ilkeleri temelinde yürütülmesi demeye gelir. Şimdilerde özelleştirme dalgası pupa yelken yol alırken, artık “demokratik eğitim” diye bir şey retorik olarak bile gündemde değildir.
Konuya ilişkin bir şey daha: “Bir eğitim felsefesinin kuruluşunda merkeze alınan kavram ‘insan’dır ve ‘insan’a ilişkin belli bir bakış açısı oluşturmadan eğitime ilişkin felsefi bir yapı kurmak da olası değildir,” vurgusuyla Kemal İnal ekler, “Eğitimin demokratikleştirilmesi toplumun demokratikleşmesinden ayrı tutulamaz. Eğitim sistemi ‘kurtarılmış bir ada’ durumunda olamaz, topyekûn toplumsal sistemin bütün dinamiklerinde yaşanacak bir demokratik dönüşümün sonucu olarak eğitim sistemi de sosyal eşitsizlikten bütünüyle kurtulabilir,”[12] diye!
“EĞİTİM(SİZLİK)İN TÜRKÇESİ”
“Eğitim(sizlik)in Türkçesi”ne gelince; dikkat çekilmesi gereken ilk şey şu olmalıdır: Eğitimin “insanlaşma” süreci değil de kişileri araçsallaştırma ve tüketim toplumunun birer parçası hâline getirme süreciyse, burada gerçek anlamda eşitlikçi bir eğitimden ya da eğitimde sosyal adaletten söz edebilmek, Türk(iye) örneğindeki üzere imkânsızdır!
Çünkü egemenler açısından, “Eğitim bir ulusal güvenlik sorunudur”![13]
Yani Kemal İnal’ın, “1) Atatürkçülük seferberliği… 2) Türk-İslâm sentezi… 3) Zorunlu din dersi… 4) Milliyetçilik… 5) YÖK’ün kurulması… 6) Totaliter pedagoji… 7) Ötekileştirme… 8) Milli güvenlik… 9) Ezbercilik…” biçiminde sıraladığı “12 Eylül’ün eğitim mirası” bugün boylu boyunca ve daha da tektipleştiren “Dindar nesil/ gençlik” muhafazakârlığıyla karşımızdadır…
Konuyla bağıntılı olarak Michel Foucault’nun, “Bir yerde herkes birbirine benziyorsa; orada kimse yok demektir,” sözünün altını çizip ekleyelim: Mustafa Gazalcı’nın, ‘AKP Döneminde Kadrolaşma Kıskacında Eğitim’ başlıklı yapıtındaki ifadeyle, “Bugünün eğitim politikası dinselleştirme, özelleştirme ve partizanca kadrolaşmaya dayanıyor.”[14]
Çok çeşitli kesimlerden tepki alan “Dindar nesil/ gençlik” formülasyonuna ilişkin olarak en yerinde değerlendirmeyi yapan BDP Genel Başkanı Selahattin Demirtaş, “Mesele dindar gençlik yetiştirme değil uysal gençlik yetiştirme meselesidir,” dedi…
Evet, egemen eğitim(sizlik)in tüm versiyonları “itaatkâr/ uysal nesil” yaratmaya hizmet ederken; UNESCO’nun araştırmasına göre, Avrupa’da en fazla okuma yazma bilmeyen nüfus Türkiye’de. Kalitenin bir türlü yakalanamadığı ülkemizde öğretmen maaşları da Avrupa’nın çok altındadır.
Ayrıca da Figen Atalay’ın, “Paraya endeksli” dediği “özelleştirilen”[15] eğitim(sizlik) ağır bir yolsuzluktan malûldür…
Örneğin 2010 yılında düzenlenen KPSS’nin (Kamu Personeli Seçme Sınavı) Eğitim Bilimleri Testi’nde 350 adayın 120 net yapması üzerine “kopya iddiası”nın gündeme getirilmesinde iki yıl sonra Milli Eğitim Bakanı “kopyayı kabul etti”!
Bu vahim tabloya eklenmesi gereken birkaç karakteristik örnek de şunlardır:
i) Antalya’nın Merkez Muratpaşa ilçesindeki Ahmet Ferda Kahraman İlköğretim Okulu’nun 5-C sınıfında derse giren görsel sanatlar öğretmeni H.H, sınıf başkanı tarafından konuştukları için isimleri tahtaya yazılan 9 öğrenciden ceza olarak defterlerine 100’er kez “Ben geri zekâlıyım” cümlesini yazmalarını istedi, yazmayanları ise disipline vereceğini söyleyerek tehdit etti![16]
ii) Konya’nın Selçuklu ilçesindeki Hocacihan Anadolu İmam Hatip Lisesi’nde coğrafya öğretmeni Ali K. tarafından dövüldüğü iddiasıyla ambulansla hastaneye kaldırılan 11. sınıf öğrencisi 16 yaşındaki A.A.’nın, okulda dayak yediği basında yer alınca tasdiknameyle uzaklaştırıldı![17]
iii) Sarıyer Behçet Kemal Çağlar Lisesi’nde kantindeki “fahiş fiyatları protesto” için yapılan ve polis müdahalesiyle biten kantin boykotuna katılan lise öğrencisi Abdülmelik Yalçın okuldan atıldı![18]
iv) Mersin Üniversitesi’nde 6 öğrenciye “Polis defol, üniversiteler bizimdir”, “AKP, üniversiteler bizimdir” sloganı attıkları için 18 yıl hapis cezası ile dava açıldı![19]
Evet durum bu! Yani benim bu yazıyı kaleme aldığım Nisan 2012’in ilk 10 gününde 80 öğrenci gözaltına alındı; 24 öğrenciye 270 yıl hapis cezası verildi; 5 öğrenci tutuklandı![20]
Alın size “Eğitim(sizlik)in Türkçesi”!
ŞİMDİ KIYAM/ İSYAN ZAMANIDIR!
Verili tabloda, Nâzım Hikmet Ran’ın, “Kararmasın yeter ki;/ Sol memenin altındaki cevahir!” uyarısı eşliğinde Hrant Dink’in lisanıyla, “Kimanakta hozaik/ Duyuyor musunuz buradayız!” diye haykıran bir kıyam/ isyan zamanıdır yaşanan…
Evet başkaldırı gerekli ve mümkündür…
Hayatının son demlerinde de hâlâ genç kalabilen Stephane Hessel’in, “Öfkelenin!” çağrısının gerekçelerine kulak verin!
“Gençlere şöyle diyorum: Çevrenize bakın, öfkenizi haklı çıkaracak konular bulursunuz… Arayın, bulacaksınız!”[21]
Evet, evet başkaldırı gerekli ve mümkündür…
Emperyalizmin (ABD), paranın (Wall Street ) merkezlerinde isyan ateşi yanıyor artık!
Immanuel Wallerstein’ın, “Wall Street İşgali hareketi - henüz yalnızca bir hareket - aynı gelenekten geldiği selefi 1968 kalkışmasından bu yana, ABD’de yaşanan en mühim politik hadise,” dediği ve anketlere göre ABD’li işçilerin yüzde 56’sının eylemciler ile aynı fikri savunduğu isyancılara bakın!
Şili’yi hatırlayın!
Eğitim reformu isteyen öğrencilerin başkent Santiago’da senatoyu işgalini… 60 kişinin eğitim bütçesi görüşmelerinin ele alındığı sırada polisin müdahalesine karşın senato binasına girmesini… Eğitim bakanının yanı sıra milletvekillerinin de katıldığı toplantının yapıldığı salona ulaşan öğrencilerin sorunların çözümüne ilişkin referanduma gidilmesini talep etmesini… Eylemcilerin masalara çıkarak ücretsiz eğitim çağrısı yapmasını… Bir saat süren eylem sonucu muhalif vekillerin taleplerini meclise taşıyacakları yönündeki vaatlerinin üzerine öğrencilerin kendi istekleriyle senato binasını terk etmesini anımsayın![22]
Nihayet “Mücadelemiz piyasacı eğitime karşı” diye haykıran Kumandan Camila Vallejo’yu anımsayın!
Evet, evet Şili’de “penguenlerin yürüyüşü”yle başlayan öğrenci isyanı bütün toplumsal muhalefeti harekete geçiriyor. Avusturya’da üniversiteleri işgal eden gençler, “Hiçbir şey talep etmiyoruz, her şeyi istiyoruz” diye haykırıyorlar. İsrail’de bir kız öğrencinin ev kirasına yapılan zam, nüfusun yüzde beşinin eylemlere aktif olarak katıldığı bir sürecin ateşleyicisi oluyor. İspanya’daki “meydan protestoları”nın karar alma organı aynı meydanlarda oluşturulan “halk komiteleri” oluyor…
Unutmayın devrimci dalga eşliğinde güçlü bir gençlik hareketi eşiktedir… Yunanistan, Fransa, Bulgaristan, Filipinler, Endonezya ve Şili öğrenci-gençlik mücadelesinde başı çeken ülkeler[23] ise, sıra Anadolu’dadır!
Diyeceklerimi bitiriyorum…
İlk gençliğimde lisede tanıştım devrimcilikle; ilk aşkımın günleriydi…
İlk aşk unutulmaz derler ya; doğrudur… Ne liseli bir devrimci olduğumu ne de o günlerde öptüğüm kadını asla unutmadım…
60’lara merdiven dayamışken hâlâ o günlerin çocuksu içtenliğiyle çarpıyor yüreğim!
Hani VI. Filo’yu Dolmabahçe’den denize döken…
Hani Kürecik’teki emperyalist üssü yerle yeksan etmek için Nurhak’ta yavuklu yerine çıplak mavzere sarılarak “Asıl siz teslim olun” diye haykıran…
Hani Kızıldere’deki “Biz buraya dönmeye değil, ölmeye geldik” savaş narasındaki kararlılık…
Hani Diyarbakır zindanında ser vermek pahasına sırrını vermeyen Kaypakkaya iradesi…
Hani bir 6 Mayıs sabahı “Hernepeşt”i terennüm edip, son nefesinde de “Yaşasın Kürt ve Türk halklarının kardeşliği” çığlığıyla darağacındaki sehpayı tekmeleyen cüret…
Hani 21 Mart 1982’de üç kibritle Newroz ateşini tutuşturan Mazlum Doğan ya da 18 Mayıs 1982’deki Ferhat Kurtay, Necmi Öner, Eşref Aynık, Mahmut Zengin’dir sözünü ettiğim çocuksu içtenlik…
Bu çocuksu içtenliği bana liseli devrimciliğim öğretti…
Siz Dev-Lis’liler ise, bunu yaşatıyorsunuz! Size ne kadar teşekkür etsem azdır… Sağ olun, var olun liseli devrimciler…
Gelmekte olan büyük fırtınaya hazırlanın… Gelecek, elbette onun için dövüşenlerindir, yani bizimdir!
Nâzım ustanın vaat ettiği üzere, kimsenin kuşkusu olmasın: “İnanın, güzel günler göreceğiz çocuklar/ Güneşli günler göreceğiz/ Motorları maviliklere süreceğiz çocuklar/ Işıklı maviliklere süreceğiz/ Çocuklar inanın, inanın çocuklar/ Güzel günler göreceğiz güneşli günler/ Motorları maviliklere süreceğiz…”
18 Nisan 2012 17:30:10, Ankara.
N O T L A R
[1] 23 Nisan 2012 tarihinde Mersin’de düzenlenen ‘VI. Geleneksel Dev-Lis Şenliği’nde yapılan konuşma… Gelecek Gazetesi (Kıbrıs), Yıl:2, No:50, 1 Temmuz 2012…
[2] “Varlığı bir şey kazandırmayanın, yokluğu bir şey kaybettirmez.” (F. Dostoyevski.)
[3] M. Eker, “Kriz, Kapitalizmin Beşiği Avrupa’yı Sallıyor”, İşçilerin Sesi, No:14, Mart 2012, s.10.
[4] “Yoksulluktan Öldüler”, Cumhuriyet, 3 Nisan 2012, s.3.
[5] Carl Schmitt, Siyasi İlahiyat, “Egemenliğin Tanımı”, Çev: Emre Zeybekoğlu, Dost Kitabevi Yay., 2005, s.13-14-15.
[6] Hasan Şahingöz, “Ne Mutlu Türküm Diyene(!)”, Newroz, Yıl:6, No: 207, 6 Nisan 2012, s.5.
[7] “1 yumurtaya 44 Ay”, Milliyet, 24 Ocak 2012, s.17.
[8] Mütha Çetin, “400 Yılı Aşkın Hapis İsteniyor”, Gündem, 3 Şubat 2012, s.6.
[9] Selahattin Gökatalay, “Böyle Adalet Olmaz”, Cumhuriyet, 2 Şubat 2012, s.8.
[10] “Pankart Asmaya 13’er Yıl Hapis”, Cumhuriyet, 31 Mart 2012, s.8.
[11] E. A. Rauter, Düzene Uygun Kafalar Nasıl Oluşturulur?, çev: Merlin Ecer, Kaldıraç Yay., 2’inci baskı, 2011, s.5-7-15.
[12] Bülent Akdağ’la Eğitime Felsefeyle Bakmak, Yayıma Hazırlayan: Ünal Özmen, Kemal İnal, Sobil Yay., 2011, s.15-67.
[13] Serdar Turgut, “Eğitim Bir Ulusal Güvenlik Sorunudur”, Haber Türk, 9 Nisan 2012, s.4.
[14] Mustafa Gazalcı, AKP Döneminde Kadrolaşma Kıskacında Eğitim, Bilgi Yayınevi, 2011.
[15] Şenol Kaluç, “Eğitim Neden Özelleşmeli?”, Zaman, 1 Nisan 2012, s.20.
[16] “100 Kez ‘Geri Zekâlıyım”, Cumhuriyet, 21 Mart 2012, s.3.
[17] Barış Yaman, “Öğretmen Dövdü Okul Kovdu”, Cumhuriyet, 21 Mart 2012, s.3.
[18] Şükrü Oktay Kılıç, “… ‘Boykot’a Ağır Ceza”, Radikal, 3 Nisan 2012, s.10.
[19] “… ‘Üniversiteler Bizimdir’ Dediler, 18 Yılla Yargılanıyorlar”, Birgün, 13 Mart 2012, s.3.
[20] “600’ü Aşkın Öğrenci Cezaevinde”, Gündem, 10 Nisan 2012, s.7.
[21] Stephane Hessel, Öfkelenin!, Çev: İsmail Yerguz, Cumhuriyet Kitapları, 2011.
[22] “Şilili Öğrenciler Senatoda”, Cumhuriyet, 22 Ekim 2011, s.11.
[23] Gerçek, Yıkıcı ve Yaratıcı - Dünyada ve Türkiye’de Üniversite, Eğitim, Gençlik Mücadeleleri Nota Bene Yay., 2011.
Yorumlar