SİBEL ÖZBUDUN-TEMEL DEMİRER “Ê dizya hingiv bike wê mêş ...
SİBEL ÖZBUDUN-TEMEL DEMİRER
“Ê dizya hingiv bike
wê mêş pêvedin.”[1]
“Indignatio facit poetam/ Haklı olarak duyulan infial, şair yapar” gerçeğinin altını çizerek, “İnsanı yaşama bağlayan şey olarak şiir; düş ve gerçeğin coğrafyasıdır; düşünce ve duyguların alfabesidir. Aşkı, isyanı görünür, dillendirir hâle getirendir; başkaldırının dilidir; ezilmişlerin sesidir,”[2] demişiz…
Yanlış mı demişiz, haksız mıyız?
Ahmet Telli’nin, “Şiirin beslendiği kaynak hayattır… Özgürlük ve vicdan şiirin kadrajıdır,”[3] saptamasına büyük bir değer verenlerden; ya da İsveç’teki Göteborg Kitap Fuarı’nın konuğu olan sürgündeki 86 yaşındaki Suriyeli şair, denemeci ve ressam Adonis’in, “Ölüm oldukça, mevcut kaldıkça şiir olacak. Şiir asla susturulmayacak,”[4] sözlerinin altını çizenlerdeniz… Ya siz?
Kolay mı? Bizce de şiirin gücü John Berger’in şu sözleriyle açıklanır: “Şiir her şey arasında yakınlık kurarak dilin yaşantıya ilgi duymasını sağlar. Bu yakınlık şiirin çabasının bir sonucu, şiirin yöneldiği her eylem, ad, olay ve bakış açısını bunlar arasında kurduğu yakınlıkla bir araya getirmesinin bir sonucudur. Çoğu zaman dünyanın acımasızlığına ve umursamazlığına karşı çıkarılabilecek şiirin yaşantıya duyduğu bu ilgiden daha dayanıklı bir şey yoktur.”[5]
Dahası mı? “Şiir düşünce ve yaşama biçimim” vurgusuyla ekler Haydar Ergülen: “Şifa gibi gelir şiir insana. Simya gibi, ecza gibi bir şey yaptığını düşünür insan bazen şiir yazarken. Kendini eski çağlardaki bir resmin içinde bulur, bazı otlardan, bitkilerden, hayvan sütünden, vb. oluşan bir terkip hazırlıyormuş gibi hisseder. Muhtemelen nefes açıcı bir ilaç hazırlıyordur…”[6]
Şiirin karanlıklar ortasında nefes almak güçleşmişken, “nefes açıcı bir ilaç” olduğundan şüphe duymuyoruz!
Kim buna, hangi “estetik” kaygıyla “Hayır” derse desin, umurumuzda değil. Çünkü yaşamdan öğrendiğimiz bu! (Yeri gelmişken, bir şeyden çok söz edenler, ondan yoksun olanlardır, değil mi?)
* * * * *
Bunların altını çizdikten sonra ekleyelim:
“İnsancıl Dergisi Nereye Gidiyor?”[7] sorusunun muhatabı değiliz; ‘İnsancıl’ emekçileri haberdar etmeseydi, muhtemelen Kaan Turhan’ın satırlarından da haberdar olamayacaktık…
Ancak uzun yılardır, ‘İnsancıl Dergisi’ne taraf olmanın sorumluluğuyla belirtmeden geçmeyelim: ‘İnsancıl Dergisi’nin onlarca yıl geriye uzanan tarihinde yukarıdan, üst perdeden konuşanların çoğunun şimdi esamesi okunmazken; ‘İnsancıl’ın, Cengiz Gündoğdu’nun hâlâ “iğneyle kuyu kazmak” ısrarıyla ayakta olduğuna tanığız.
İnsan(lar)a “ders vermek”ten, anlamsız polemiklerden ve en önemlisi tahakküm dilini kullanmaktan uzak durduk. Bunların “sol çocukluk”tan malûl olduğunu düşündük; hâlâ da aynı kanıdayız.
Bunlardan “Neden söz mi ediyoruz”?
“İnsancıl Dergisi Nereye Gidiyor?” kocaman sorusunu telaffuz eden “şiir sarrafı” (“dedektifi” mi deseydik acaba?) Kaan Turhan’ın “iddiaları”ndan!
“İddia” diyoruz; çünkü, “Yazılan abartılı yazılardaki zorlama güzel tanımıyla, Çitikbel’in mahpusluğundan mazlumluk devşirmenin de estetik çıtayı yükseltemediğini görmek güç değildi,” cümlesi de bu anlayışın ürünüdür.
Ancak, öncelikle her “iddia”nın (öznellikten malûl olduğunu unutmadan), “iddia” sahibinin derin bir nefes alması, düşünmesi, şeyleri objektif koşullarından soyutlamadan düşünmesi gerekmez mi?
Önüne geleni “doğruları” (=“iddiaları”) önünde diz çöktürüp, “ayar vermek”te kararlı olan Kaan Turhan’ın bu gerekliliğe aldırmadığı bir “sır” değilken; Onun “doğruları” (=“iddiaları”) açısından zurnanın “zırt” ettiği yerde burasıdır.
* * * * *
Birkaç örneğe değinerek ilerleyelim:
i) “Sibel Özbudun ve Temel Demirer’in birlikte yazdıkları... yazının ilk üç paragrafından sonra Çitikbel’in ismini görebildiğimiz bu yazıda: ‘Hakkında saatlerce konuşulabilecek sayfalarca yazılabilecek duyguları, durumları kısacık yazıyla anlatabilme sanatıdır, şiir,’ diye bir tanım var ki evlere şenlik! Sadece duygu ve durumlar mı anlatılır şiirde? Fikirler, duyumlar yer almaz mı? Şiir “kısacık yazı” olarak tanımlanabilir mi?”
“Neden evlere şenlik”miş!
Tam tersi; doğru bu! Mesela “Hasretinden pranganlar eskittim” dizeleri sizce; bütün bir isyan tarihinin hülasası, özeti değil midir?
Sormadan geçmeyelim: “Duygu ve durumlar”ın, - bazı aklı evvellerin dışında,- “Fikirlerle, duyumları” dışladığını kim iddia edebilir ki?
Sudan şeylerden “karakter tahlili” yapmaya kalkışmak simyacılıktan medet uman çocukluk değil ise, nedir acaba?
ii) “Çitikbel’in şiiri:… Çitikbel, öykü, anlatı, günce belki de deneme yazmıyor; günlük dille şiir kaleme alıyor… Şiirde, şiire dair bir şey göremezsiniz. Estetik, biçim, içerik yoktur.”
Bu satırlar, Kaan Turhan’ın “iddiaları”nı ifade ederken, nasıl da tahakküm dilini kullanmaktan kaçınamadığını ele verirken; “göremezsiniz… yoktur...” sözcükleriyle, mesele hâlledilivermektedir.
Zücaciyeci dükkânına girmiş bir fil tutumu, doğru, haklı, adil olabilir mi?
Tekrarlıyoruz: “Indignatio facit poetam” gerçeğini “es” geçerek, “estetik” ahkâmı kesmek yetmez!
ii) “Sibel Özbudun’la Temel Demirer zorla yazmıştır bu yazıyı. Çitikbel üzerine yazıda: Turgut Uyar, Pablo Neruda, Octavia Paz, Hasan Hüseyin, Süreyya Berfe, Ahmed Arif, Kemal Özer, İlhan Berk, Mehmet Uzun, Mevlana, Shakespeare, Nâzım Hikmet, David Kanue, Aragon, Gorki, Wallence Stevens, Allen Ginsberg, Ceyhun Atuf Kansu, Can Yücel, Oktay Akbal, Guillen Alen’den bolca alıntı vardır.”
Önce belirtelim: Kaan Turhan’a vekalet falan vermedik; avukatımız değil; bizim adımıza konuşamaz; en önemlisi de -bizim- ağzımıza laf koyamaz!
İşkencede dahi bir şeyin altını zorla imzalamadığımız herkesin malumuyken; Recep Çitikbel yoldaşa ilişkin yazıyı, isteyerek (ve de onur duyarak) yazdığımızı herkesin bilgisine sunalım!
Ne yapmışız: Ondan, bundan bolca alıntı yapmışız!
Ne yapsaydık? Yapmasa mıydık?!
Yazarken neyi, nasıl yapacağımız “Kaan Turhan Şiir Standartları Enstitüsü”ne (“KTŞSE”) mi soracağız; bu “yüce merci”den mi cevaz alacağız?
Durun; daha da fazla gülünç olmayın ne olur!
iii) Ama heyhat! Dur, durak bilmeyen “KTŞSE” devam ediyor:
“Yerli yersiz alıntılarla bezeli yazı, şiir üzerine sloganlarla bezeli bir küçük çalakalem yazıdır.
Özetin özeti, Çitikbel’in şiiri, “Arthur Rimbaud’un ifadesiyle şunu kanıtlamış: ‘şiir eyleme uymaz, eylemin önünde yer alır.’ Dolayısıyla, Recep Çitikbel’in şiiri üzerine yazılan yazıda, onca şair/yazardan alıntı yapılmış ancak Çitikbel’in şiiri anlatılmamıştır.”
Okuduklarını anlayabilenler için, Çitikbel’in şiiri üzerine yazılan yazıda anlatılan, Çitikbel’in dizeleri ve çağrıştırdıklarıdır.
Rimbaud’ın, “Şiir eyleme uymaz, eylemin önünde yer alır” ifadesi; mahpustaki Çitikbel’in dizelerini anımsatmaktadır.
“Şiir üzerine sloganlarla bezeli bir küçük çalakalem yazı” cümlesindeki düzeysizliğe (maalesef başka türlü nitelemek mümkün değil; keşke olsaydı!) nezaketle soralım: Dediklerimizde anlaşılmayan ne var?
iv) “Recep Çitikbel, yaşama ilişkin, dünyaya ilişkin sol tavrı benimsemiş olabilir. Bunun için mahpus da olabilir. Lâkin bu durumuyla, şiirinde estetiği, biçimi, içeriği belirli bir düzeydeymiş gibi göstermeye çalışmak boş ve zorlama bir çaba olarak kalacaktır. Sibel Özbudun, Temel Demirer yazıda onca şair ve yazardan alıntı yapmış ama Nurullah Ataç’tan: ‘şiir, sözcüklerle yeni biçimler kurmak sanatıdır,’ sözüyle; Melih Cevdet Anday’dan: ‘şiir, bilinen sözcüklerle bilinmeyen sözler oluşturmaktır,’ sözünü alıntılamamıştır.
Dil içinde ayrı bir dildir, şiir. Şiir için bir iç-dil denebilir. Dolayısıyla Çitikbel’in şiiri, bir iç-dil değil; hayatın içindeki dildir. Günlük konuşma dilinin kafiyeli dizilimidir. İnsanlık değerlerini, yurt savunmasını, sol değerleri şiirde işlemek, ne şiiri devrimci yapar ne de devrimciyi şair yapar!”
Bize, durmadan neyi nasıl yapacağımızı (Nurullah Ataç ile Melih Cevdet Anday’ın sözlerini alıntılamamışız ya!) “dikte eden”, “KTŞSE” anlamasa da; biz, “Dövüşenler Konuşacak” diyen Ayşe Hülya Özzümrüt’ün dizeleri[8] gibi, Recep Çitikbel’in dizelerine de özel önem atfederiz!
Bu bir tutumdur; duruştur; tercihtir!
“Dil”den mi söz ediyorsunuz?!
Farsça “yürek/ veya gönül” anlamına gelen “Dil, yüreğin kapısıdır”.
İnsan sözcüklerle düşünüp, duygularını ifade ederken; inanılmaz bir dönüştürme gücüne sahiptir.
Dile egemen olan, zihinlere egemen olma yolunda önemli bir mesafe kat ederken; özgürleşme elbette dilde başlar; köleleşme gibi…
Köleleştirici dil, ötekine tahakkümü reva göre üst-dildir “KTŞSE”nin dikte etmeye kalkıştığı üzere…
O hâlde -izin verin!- şiirsel dilin, Recep Çitikbel gibi prangalı ve kimileri gibi prangasız hâli arasında bir fark olsun…
Kolay mı? Dil varoluştur, “ben” denilen şeyin önkoşuludur. “Dilimin sınırları dünyamın sınırlarıdır,” demişti Ludwig Wittgenstein…
v) “Edebiyat, kişilerle, belirli siyasal kültürel kimliklerle daraltıldığında; estetik değerler öteleniyor,” “iddiası”na gelince…
“Saf şiir”ci a-politik bir sanrıdır bu.
Albert Camus’nün, “Politika ve sanat dünyanın düzensizlikleri karşısında başkaldırmanın iki ayrı yüzüdür,” saptaması unutulmadan; şiirin hem tarihsel, hem de güncelle ilişkisi, politikayla arasındaki bağa önem kazanırken; bu da politik dilin şiirselleşmesini ve politik söylemin üstündeki şiirsel dilin etkisini artırır…
* * * * *
“Her dil herkes için ‘anlaşılır’ değildir,”[9] gerçeğinden bihaber “KTŞSE”, kinizminden malûl “eleştirileri” açısından soru(n), “eleştiri” dediklerinin kinizm olduğunu görememesindedir.
Kinik/ sinik olmak, tahakküm diliyle her şeyi yapabilmeyi mubah kılmaz, kılamaz, kılmamalıdır da!
Biliyoruz: Genç şairler, şiirin kendileriyle başladığını sanırlar; tıpkı, “Reprehansio calumnia vacare debet/ Eleştiri iftiradan uzak olmalı” ilkesini de “es” geçebilen genç eleştirmenler gibi…
Birisini eleştirirken, en uygun yer aynanın karşısıdır; “Kendini yargılamak, bir başkasını yargılamaktan çok daha zordur,”[10] Antoine de Saint-Exupéry’nin işaret ettiği gibi…
Heraklitus’un, “Gerçek olan her şey doğru değildir. Örneğin yalan,” saptamasından bihaber eleştirmenlerden kimileri, daima gerçek adına yüksek sesle konuşurlar, “vaazlar” verirler; ancak, bu tür “eleştiriler”in ardında başka türlü “hesaplaşma” niyetleri yatar çoğu kez.
Malum: Eleştiri yapanın bir kusuru “iyileştirmek”, bir hatayı “düzeltmek” gibi “iddiaları” olabilir; ama bunun “ego kabarması” olmadığının garantisi nedir?
Bilinmez değil, “benmerkezci”ler, “eleştirme”yi çok severler ve Charles Buxtou’nun, “Oymacılıkta kural eleştirilerde de geçerlidir, oyulacak yer kesilmez,” uyarısını “es” geçerler…
Bitiriyoruz: “Gözlem ve eleştirilerim biraz alışılagelmişin dışına çıkarsa, ilkin şunu belirtmek isterim ki, sorunlara tepeden bakmadan, öz eleştiri ile yaklaşmak, her zaman, alçak gönüllü olmak, sonuçların daha olumlu, daha soğukkanlılıkla çözümlenmesinin kanımca ilk koşuludur,”[11] derdi Tezer Özlü…
Keşke herkes alçak gönüllülüğü erdem bilecek kalenderliğe, engin yürekliliğe sahip olsa!
24 Ocak 2017 11:13:17, Ankara.
N O T L A R
[*] İnsancıl, Yıl:27, No:320, Mart 2017…
[1] “Bal hırsızını arı sokar.” (Kürt Atasözü.)
[2] Sibel Özbudun-Temel Demirer, Recep’in Türkü(/Şiir)leri”, İnsancıl, Yıl:26, No:309, Nisan 2016.
[3] Didem Gülçin Erdem, “Ahmet Telli’den ‘Bakışın Senin’…”, Cumhuriyet Kitap, No:1397, 24 Kasım 2016, s.4.
[4] “Kurtuluş Şiirde”, Cumhuriyet, 27 Eylül 2016, s.14.
[5] Cevat Çapan, “John Berger’a Armağan: ‘Gökyüzü Mavi Siyah’…”, Cumhuriyet Kitap, No:1396, 17 Kasım 2016, s.22-23.
[6] Reyyan Bayar, ‘Haydar Ergülen’den ‘Öyle Küçük Şeyler’…’, Cumhuriyet Kitap, No:11401, 22 Aralık 2016, s.12-13.
[7] Kaan Turhan, “İnsancıl Dergisi Nereye Gidiyor?”, 20 Ocak 2017… http://www.insanbu.com/Edebiyat-Haberleri/291-insancil-dergisi-nereye-gidiyor
[8] Ayşe Hülya Özzümrüt, Döğüşenler Konuşacak, Belge Yay., 1987
[9] W. Goethe, Goethe Der ki, çev: Gürsel Aytaç, Kültür ve Turizm Bakanlığı Yayınları: 534, 2’inci baskı, 1986, s.144.
[10] Antoine de Saint-Exupéry, Küçük Prens, Çev: Cemal Süreya-Tomris Uyar, Can Yay., 2015.
[11] Tezer Özlü, Yeryüzüne Dayanabilmek İçin, Hazırlayan: Sezer Duru, Yapı Kredi Yay., 2016.
Yorumlar