“karayı kaldırın, mavi koyun, umudumu yitirmedim.”[1] Siz aldırmayın, şiir faslındaki pesimist hezeyenlara… Şiir önemlidir, ö...
“karayı kaldırın,
mavi koyun,
umudumu yitirmedim.”[1]
Siz aldırmayın, şiir faslındaki pesimist hezeyenlara…
Şiir önemlidir, önemini asla kaybetmeyecektir; “Orhan Pamuk, bir demecinde, şiirin yaygınlığını yitirdiğini, zamanla itibar kaybedeceğini dile getirmiş ve bunun sadece Türkiye’ye değil bütün dünyaya özgü bir durum olduğunu söylemişti,”[2] diyen Yücel Kayıran’lara ve Orhan Pamuk’lara rağmen…
‘Dünya Şiir Günü Bildirisi’nin de altını çizdiği üzere: “Şiir doğruyu söyler…”
Kolay mı?
“Günümüzde insanlık sömürgeci kapitalizmin elinde usunu yitirmiş görünüyor. Alevler arasında kalmış bir akrep gibi kendini sokup öldürmek üzere.
Üstünde yaşadığımız gezegenin tüm varlıkları, varsıllıkları yağmalanıyor.
Doğanın dengesi bozuluyor doymayan mideleri doyurmak için.
İnsanlar açlıktan ölüyor yoksul ülkelerde, halklar aldatılıyor, birbirine düşürülüyor.
Ve yalan bulutları yayılıyor milyarlar olan biteni görmesin, anlamasın diye.
Ülkemiz de payını aldı, alıyor elbet bu şeytansı kurgudan…
Bu karabasan ortamında tek umut şiirdedir.
Çünkü bir gezgindir şiir, bir araştırmacıdır.
İnsanın ve toplumun kılcal damarlarında gezinir, en eski çağlardan uzak geleceğe uzanır.
Gerçeği arar.
Bir büyücüdür şiir.
İnsanlığın en büyük varsıllığı dillerin sözcükleriyle güzellikler yaratır.
Çirkinliklere, kötülüklere karşı direnme gücü verir.
Bir bilicidir şiir.
İnsanlara gerçeği gösterir.
Şiir doğruyu söyler.
Yalan bulutları arasından bir ışık parlıyorsa bilinsin ki o şiirdir.”[3]
“Şiir önemli” deyince anladığım(ız)/ anlattığım(ız) budur ve bunun örneklerinden birisi de Gülten Akın’dır.
* * * * *
Turgay Olcayto’nun, “Edebiyata gönül vermişseniz şiire, şiiri yaratan şairlere kayıtsız değilseniz, mutlaka yanınızdan, başucunuzdan ayırmadığınız yazarlarınız ve şairleriniz vardır. Metinlerinde, dizelerinde kendinizi bulursunuz. Belleğinize bir oya gibi işlenir onların sözcükleri. Artık hayata daha bir başka gözle bakmanızı sağlar o usta işi sözcükler,”[4] diye betimlediği O; “Gezip gördüğü yerlerden aldığı esinle insanı, kırılmaları, gücenmeleri, saklanmaları, bağışlamaları, hoşgörüleri kaleme alırken adeta bir resim çizdi. Oyunlar da kaleme alan Gülten Akın şiirinde en çok toplumsal sorunları, yaşam-halk ilişkisini işledi.”[5]
Sıddık Akbayır’ın ifadesiyle “Fotoğraflarında devrimci bir mahcubiyet saklıydı”; Cemal Süreya’nın, “ümmüşşiir/ şiirin anası” diye tanımladığı, “İnceliklerin Şairi”ydi…[6]
“Ben İkinci Dünya Savaşı’nı gördüm ve 90’lara geldiğimiz zaman bile ben bu yaşamın daha güzel olabileceğine dair bir takım umutlar besledim. Bakın yaşam nedir? Yaşam gerçektir, yaşam düştür. O ikisi bir açıyı taşısalar da yaşam bu ikisi birlikteyken ancak yaşamdır. O ikisini birbirine yaklaştıracak şey de yani düşten gerçeğe insanın geçebilmesini sağlayan şey de umuttur. Bu umut kaybolduğu, gerçekle düşün arası çok açıldığı zaman tam bir trajedi oluşuyor. İnsan yaşamında, ilişkilerinde, dünya ile insan arasında bir bölünme, parçalanma oluşuyor. Ve şiddet buradan çıkıyor. Düşün yaşama dönüşebileceği umudu olmadığı zaman bu şizofrenik bir bölünmeye sebep oluyor. İşte dünyanın ve insanların sorunu bence burada,” diyen O; yıllardır “hikmet burcu”ndan seslenen şairdi.[7]
Asi, güzel ve “oturup ağlasam dedim ağlasam/ yeşile ala karşı elaleme karşı” mısralarıyla en anlatılmazları anlatabilmiş vurucu mısraların şairiydi.
“ben yağmura deli buluta deli / bir büyük oyun yaşamak dediğin/ beni ya sevmeli ya öldürmeli” diyen bir kadın, toplumcu ve bilgeydi; üçünün de hakkını sonuna kadar vermişti.
Murathan Mungan’ın, “Bazı sözler karanlıkta söylenir/ bazıları hiçbir zaman” dizelerini yazmış olmayı çok istediğinden söz ederken; Yıldırım Türker’in yazısına ilham kaynağı olan şiirin sahibiydi.
Hasılı O, dar zamanların, ince şeylerin, yazın bitiğinin, yağmurda üşüyen ıslak serçelerin şairiydi.
Erdal Eren için “büyü de baban sana,/ büyü de büyü/ baskılar, işkenceler,/ kelepçeler, gözaltılar,/ zindanlar alacak
büyü de baban sana,/ büyü de büyü/ büyüyüp de on yedine geldiğinde,/ baban sana idamlar alacak,” dizelerini kaleme almıştı…
Bizi bırakıp gitmesiyle, şiir biraz daha azaldı.
Aklımda hep ‘Ertuğrul’a Ağıt’ıyla ve Hrant için kaleme aldığı dizeleriyle[8] yer eden Onu, çok özleyeceğim, çok özleyeceğiz.
* * * * *
2008’de Milliyet Kitap anketinde ‘Yaşayan En Büyük Türk Şairi’ seçilen Gülten Akın, 4 Kasım 2015’de, 82 yaşında hayatını kaybetti.
‘70’li yıllardan itibaren şiirlerinde toplumsal duyarlılığın baskın şekilde hissedildiği ve Orhan Kahyaoğlu’nun “Modern Türkçe Şiir Antolojisi”nde İkinci Yeni’nin tek önemli kadın şairi diye nitelediği Gülten Akın, 23 Ocak 1933 yılında Yozgat’ta dünyaya gelmişti. Anne tarafı Yozgat’ın eşrafından olan Akın’ın babası ise halktandı. II. Dünya Savaşı’nın patlak verdiği yıllarda, Gülten Akın ilkokuldayken, babası askere çağrıldı. 1942 yılında babasının üç yıl süren askerliğinden sonra, Gülten Akın 10 yaşındayken aile Ankara’ya taşındı. Yozgat’ta, dedeler, nineler, akrabalar ve kuzenlerden oluşan geniş bir aile çevresi içinde geçen özgür ve huzurlu hayatı geride bırakıp büyük şehire alışmanın verdiği sancı, ilk dönem şiirlerine de yansıdı. “Yozgat’taki o güzelim yaşantıdan sonra bir vurgun gibi yaşadık Ankara’yı,” diye anlatıyordu büyük şair. İlkokul son sınıfı Ankara’daki Atatürk Kız İlkokulu’nda okudu, ortaokulun ilk yılını da Taşmektep’te. Taşmektep yıkıldıktan sonra da Cebeci Ortaokulu’na devam etti. Liseye 1948 yılında Atatürk Kız Lisesi’nde başladı.
Daha ilkokul son sınıftayken ilk şiirini yazmıştı Gülten Akın. Ortaokulda öğrenciyken de öğretmenlerine, ailesine dizeler yazmaya devam etti. Bu genleri belki de şiir yazan dayıları ve amcalarından geçen Akın, tavan arasındaki dayılarına ait olan bavulların içindeki kitaplar sayesinde Dostoyevski, Tolstoy ve diğer klasiklerle; Nâzım’la, Sabahattin Ali ile tanıştı. Liseye gittiği yıllarda yazdığı şiirleri okul dergilerinde yayımlanmaya başladı. Bir taraftan şiir yazmaya devam eden Akın, okulun en başarılı öğrencileri arasında yer alıyordu.
‘Son Haber’ gazetesinde ilk şiiri 1951’de yayımlandı. Ardından ‘Hisar’, ‘Varlık’, ‘Yeditepe’, ‘Türk Dili’, ‘Mülkiye’ gibi dergilerde çıktı. Başlarda şiirlerinin konusu doğa, aşk, ayrılık, özlem iken, daha sonraları toplumsal sorunlar ağır basacaktı.
1951’de Atatürk Kız Lisesi’ni bitirdikten sonra Hukuk Fakültesi’ne kayıt oldu ve bir taraftan da İçişleri Bakanlığı’nda iş buldu. Gündüzleri çalışıp geceleri okuyan Gülten Akın, Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi’nden dört yılda mezun oldu. 1956 yılında, daha üniversitedeyken tanıştığı ve 57 yıl boyunca büyük bir aşkla bağlı olduğu Yaşar Cankoçak ile evlendi. Bu yıllarda ilk şiir kitabını çıkardı ve 1964 yılına dek toplam üç şiir kitabı yayımladı.
Henüz 24 yaşındayken, 1957 yılında ilk, 1958’de ise ikinci çocukları dünyaya geldi. Yaşar Cankoçak’ın kaymakam olması nedeniyle 1958-1972 yılları arasında, ülkenin farklı ilçelerinde geçti hayatları. Bu yıllarda Akın öğretmenlik ve avukatlık yaptı. 1960’ların orasında Van Gölü kıyısındaki Gevaş’a yerleştiler. İki buçuk yıl kaldıkları bu ilçede ailenin üçüncü çocuğu dünyaya geldi. Sonrasında iki çocuğu daha olacaktı.
1972’de Ankara’ya yerleşerek Türk Dil Kurumu Derleme ve Tarama Kolu’nda çalıştı. Kültür Bakanlığı Yayın Danışma Kurulu üyeliğinde bulundu. Demokratik kitle örgütlerinin yeniden kuruluşu çalışmalarına katıldı. İnsan Hakları Derneği, Halkevleri, Dil Derneği gibi örgütlerde kurucu ve yönetici olarak görev aldı.
1977’de emekli oldu. 1978-1986 yılları arasında yaşamı bir nevi Mamak Cezaevi’inde geçti, zira oğlu devrimciydi ve bu dönemde cezaevindeydi. “Pırıl pırıl beş çocuk yetiştirdim. Yetiştirdiğim çocuklara halkınızı, insanları sevin, kimseyi incitmeyin dedim. Onları sosyalist olarak yetiştirmeye çalıştım. En büyük acıyı da orada gördüm,” diye anlatacaktı o süreci. Devam eden yıllarda hep şiirle uğraştı, Kahyaoğlu’nun ‘Modern Türk Şiiri’nde de dediği gibi kendine has bir lirizmi şiirlerine daha ilk kitaplarında yedirmeye başladı ve poetikasını gündelik dilin etkisi oluşturuyordu. Onunla ilgili olarak da, “Kendi dilini gündelik dil içinden kuran şiir, onunla dünyanın insan ilişkilerinin en uç noktalarına, en ulaşılamayan yerlerine kadar gitmeye çalışır” diyordu.
Gülten Akın, son ana kadar şiir kitapları yayınlamaya devam etti. İlk dönem şiirlerinden farklı olarak, halk şiirini ve kültürünü önceki şiir birikimiyle, ustalıkla buluşturdu. Kendine has bir toplumcu açılım gerçekleştirdi ve bunu zenginleştirdi. Şiirlerinde hep zulme, zalime isyan etti ve “Kalemle insanların duyarlı yerlerine ulaşabileceğimi düşünüyordum. Bir toplumsal vicdan oluşturabilirim sandım,” dedi.[9]
1980 öncesinde halkın yaşadıkları, onun da hayatına ve şiirine yansıdı. Daha sonraki şiirlerinde toplumsal sorunlara yöneldi. Gezip gördüğü yerlerden aldığı esinle zenginleşen ve coşkulu bir insan sevgisiyle yoğrulan şiiri, toplumsal sorunları, yaşam-halk ilişkisini öne çıkardı.
Şiirlerinde büyük ölçüde folklor öğelerinden yararlandı. Şiir üzerine yazılarını biraraya getiren ‘Şiiri Düzde Kuşatmak’ (1983) kitabında, halk kaynağına inme isteğini, “Halkta var olan öz ve biçimi diyalektik olarak yükseltmek, şiiri yükseltirken halkın yaşamının ve yaşam biçimlerinin yükselmesine yardımcı olmak” sözleriyle açıklar.
Şiirleri pek çok dile çevrildi ve kırktan fazla şiiri bestelendi. Bestelenen şiirlerinden biri, Sezen Aksu’nun 1993 tarihli albümüne adını veren ‘Deli Kızın Türküsü’dür.
* * * * *
Şiire kadın elinin değmiş hâlidir dizeleri…
Kolay mı?
“İnsan hakları savunucusu, dar zamanların, ince şeylerin, yağmurda üşüyen ıslak serçelerin şairiydi... Hayatın içinden, yaşamdan, düşüncelerinden, duyarlılığından damıttığı, içinin en derinlerinde biriktirip damıttığı, içindeki güçle beslediği bir şiirdir onunki…”[10]
Safiyane olma meziyeti dizelerindeydi… Gülten Akın, şiirimizin yumuşak gücüydü. Gücünü sakinliğinden alıyordu. Bu sükunet onun kararlılığının sembolüydü. Şiirlerinde kırmıyor, dökmüyor, bir araya getiriyordu.
Gülten Akın, “En ağır sınavdan en saf olan geçer/ öder, geçer” diyebilmiştir. Safiyane olanın linç edildiği bir çağda, saf kalabilmenin bedelini, bu meziyeti kaybetmişler adına ödemiştir.
Üstüne üstlük bilge bir şiirdir, Onun şiiri… Bilenlerin mahcubiyetiyle, hayallerine kapı açan bir şiir.
“Bizler, hayatın dilini sanatın, yazının diline çevirenler, onu kitaplara sığdırmaya çalışanlarız… Gündelik konuşmalarda kullandığımız sözcükler, hayatın, insan ilişkilerinin anlamını açıklamada yetersiz kalır. Onun için, ‘Sözcükler anlamın tutukevidir’ demiştim. Yazar, özellikle şair, onları öyle yan yana getirir, yapılaştırır ki, daha derinden kazarak çıkarılan anlam, kurtulan anlam olur. İşte, dille yapılan bu değiştirimdeki büyü, yaşamı nesnel olarak değiştirebilmenin umudunu taşıyabilir. Bu umutla yazıyoruz,” diyen Gülten Akın, sonlananın, gidenin, bitenin, yenilenin şiiri değildir. Aksine hep umut barındıranın, yeniye kucak açanın, kavuşmanın şiiridir. Onun şiirleri, toplumsal gerçeklikle iç içe akan, ama asla kabalaşmayan, sloganlaşmayan, sertleşmeyen, öfkelenmeyen, hıncını ve hırsını baştanbaşa durulukla giydirip sunandır.
Şiirini yüceltirken kadını da, erkeği de, toprağı da, yaşamı da yüceltir. Yaralanır, kırılır ama her defasında yaralarını sağarak kırıklığını onanarak çıkar gelir dizelerden… Küsmeyen, hep ışık saçan, bir başka ihtimal olabileceğini sunandır.
Hüzün hep vardır dizelerinde, arka fondan yalnızlık uğultusu siner kulaklarınıza bu kalabalıklar içerisinde sıkışıp kalanın, bunalanın yalnızlığı değildir, her an kaybedecekmiş gibi tutunanların korkusunu hissettiren yalnızlığın titreşimleridir.
Akan, hep akan, zenginleşen, suyuna dağları, insanları, ovaları, yağmurları, börtü böceği, kısaca evreni katarak akıp giden her ihtimalde okuyanın içine süzülen, oradan da çoğalarak suyuna katıp götürendir...
Özetle toplumsal şiirin enerjisini, ‘İkinci Yeni’nin imgesel zenginliğini, kadın olmanın duyarlığını şiirinde buluşturan şair ve Türk(iye) şiirinin öz annesidir.
1940 toplumcu gerçekçi şiirini iyi özümsemiş, halk şiiri geleneğinden etkilendiği hâlde halk şiirinin basmakalıp ifadelerine şiirlerinde yer vermemiş şairdir. Anadolu insanın şiirini yakalamayı amaç edinmiş gibidir şiirlerinde. Belki de bundan ötürü bazı şiirlerinde halk söyleyişleri aynen kullanılır. Doğan Hızlan onun şiirini “Köyden kente yalın ayak giren insan” dizesiyle açıklar. Ki bu köyden kente göçmüş insan da şiirlerinde çok işlediği bir tema olacaktır sonradan. Şiirlerinin başat teması ise çocuklardır. Acıyı da umudu da çocuklar üzerinden verir genellikle.
Samimiyetsiz sözcüklere şiirinde yer vermeyen O, “Bir geyik avıdır şiir” vurgusuyla ekler:
“Şiir yazmak geyik avlamaksa eğer, öldükten sonra avlanmalı geyikler. Yani yaşananlar soğuduktan sonra yazılmalı. Hayatı yok etmedikçe şiiri var edemezsiniz. Yaşamdaki o canlılığı, kımıldayan şeyi yok edeceksiniz; öbür alanda var etmek için.
Hem genç bir kadınken, herkes sizin gizlerinizi merak eder. Bu yüzden bugüne kadar gizlerimi hep sakladım, bunu savundum. Zaten giziniz olmazsa yazamazsınız. Ama şimdi ipuçları vermeyi yeğliyorum. Çünkü geyikler çoktan öldü.”
* * * * *
Murathan Mungan’ın, “Ölene kadar şair kalmayı başardı”; Doğan Hızlan’ın, “Belleğinde çok şiir olanlardan değilim, ama en çok kimden dizeler vardır diye sorsanız düşünmeden Gülten Akın adını veririm”;[11] Elif Demirel’in, “Şiirli, tılsımlıydı”;[12] Onur Berhamoğlu’nun, “Saygı duruşunu hak etti,”[13] dedikleriydi O…
80 darbesinin zulüm, baskı, şiddet dönemiydi. Hapisteki, işkencedeki tüm çocukların anasıydı o. Direndi, başkaldırdı, isyan etti. Direnişini ve umudunu, acılara ezdirmedi. Hepimize güç verdi. Şiirini, öfkeyle, onurla biledi. “Seyran Destanı”, İlahiler” ve “42. Gün” tanığıdır.
“Zalimin gecesi mazlumun gecesiyle birdir/ Ve daha uzundur zulme karar verenin gecesi/ Çünkü acıların, çığlıkların, kargışların sesi/ İğne deliğinden geçeğen olur/ Dokuna dokuna kıyıcıya cellada/ Varır, sebebin kapısında durur,” demişti.[14]
“Tevazu sözcüğünü tanımlamak için Gülten Akın’ın o güzelim şiirlerine karşın ‘şair’ diye tanımlanmaktan kaçınan kişiliği örnektir…[15]
İliklerine kadar hissettiği aşk, Anadolu’nun dört bir yanında kol kola olduğu halk ve mücadelesini verdiği hak, Gülten Akın’ın şiirlerinde nefes alıyordu.[16]
Kuşağının en yetenekli, en üretken, en yaratıcı, düşün açısından en tutarlı birkaç şairi arasındaydı Gülten Akın. Bir “Anadolu çocuğu” olarak sözcüklerle oynamaz, sözcüklerden yarattığı ince anlatıma yönelmekle yetinirdi.[17]
Tam da bunun için “Gülten Akın’ın bir şiirini katlayıp koyun yaka cebinize, defterinizin arasına, kalbinizin tam üstüne. İşliklerde, dersliklerde, grev çadırlarında, gece nöbetlerinde, uzun yolculuklarda okumak için. Direnci, yalnızlığı, aşkı, umudu onunla yeniden temize çekin,”[18] derdi Mustafa Köz…
* * * * *
Onu bu kadar vazgeçilemez kılan sevdaları ve duruşuydu…
O, “seni sevdim/ artık tek mümkünüm sensin,” diyendi…
O, “… ‘sen leyla değilsin” dedi mecnun/ kavuştuğu andı/ çıldırmış sanıldı” diyendi…
O, “bir hikâye bilir söylerim/ dost yıldızlara karşı ve sabaha doğru/ bu hikâyenin bir ucu sendedir/ kurtarmak isterim, kurtarmak isterim/ bütün uçurtmaların ipi elindedir” diyendi…
Yaşama böylesi sevdalı bağlanmak, bir duruştur aynı zamanda…
Kolay mı?
“Yasadır anımsatalım:/ Tohum ekenlerin, fide dikenlerin/ Kimse durduramaz yağmurunu/ Güneşini kimse kesemez,” bilinciyle donanmıştı O…
“bende bir gülten kaldı/ hangi bağa diksem yabancı” vurgusuyla “dünyada Fransa diye bir ülke yokmuş da/ Fransızmışım gibi dolanıyorum,” der ve eklerdi: “gülten’i yozgatlı demesinler bundan böyle/ nerde ölürsem oralı olayım/ doğularda, yolsuz dağların/ soğuk suların başında öleyim.”
Onu en iyi betimleyen “ah, kimselerin vakti yok/ durup ince şeyleri anlamaya” ile “hiç kimse ağlamıyor artık özlerken,” dizeleriydi belki…
Ve nihayet egemenleri “göstere göstere bilediğin bıçak/ bir gün elini kesecek,” diye uyaran Gülten Akın, kaçınılmazı şöyle ifade ediyordu dizelerine:
“haksızlık nerde olursa olsun/ zulüm nerden gelirse gelsin/ barışla, sevgiyle olmayacaksa/ ey gerçek sesimiz, ey büyük kavga/ yankılan dağdan dağlara/ yankılan dağdan dağlara…”
* * * * *
‘Eski Nine’sinde, “ölümün ve göçün dokunmadığı tek nesne/ var mıdır/ ölüm yok eder göç değiştirir/ kendisi kalamaz kimse/ sarp ve suskun ninelerden başka/ onlar kimi zaman sırtlarında/ kimi zaman sımsıkı kucak/ hâlâ evin bebelerini avutmada” demişti…
“İlk bu sabah/ göğü göremedim” demiş bir şiirinde. İşte o göğü göremeyeceği ilk sabah geldi çattı. O da tüm güzel insanlar gibi, “istesek de artık dönemeyiz...” deyip gitti güzel atlara binip…
Evet 4 Kasım 2015’de, “Ben yoruldum gidiyorum/ Kendi endişeni kendin seç” deyip, gitti Gülten Akın.
Son şiirinde, “ben bu dünyanın Alevîsi olmalıyım/ yana yana tükenmediğime göre,” demişti
Bizi bırakıp gitmesiyle, yoksulluğumuza yoksulluk ekledik.
* * * * *
Çok komiksin(iz) Gülten Akın ölür mü?
Gezi/Haziran İsyanı’ndan yıllar önce, “parkları çalınmış alanları yağmada/ her yanında beton kistler çıkarırken/ kentin istediği nedir,” diyen O sadece gitti ve şimdi her yerde, hepimizle…
O şimdi 2008 ‘Frankfurt Kitap Fuarı Kapanış Konuşması’ndaki umutların yanı başındaki mücadelenin ta kendisidir:
“Dünya küçüldü, giderek daha küçüldü; kurşundan bir topa dönüştü. Değmediği doğa parçası, toprak, insan kalmadı. Dünyanın iki eli var sanki. Biriyle taşıdığı kolaylıklar, incelikler, ötekiyle taşıdığı kabalık, kıyıcılık, yok edicilik, ölüm.
Bu ikinci el o kadar güçle saldırır oldu ki, dünya kendini yok etme aşamasına geldi.
Elimizde düş gücümüzle, yeteneğimizle ürettiğimiz o yazılar, şiirler var. Kitaplar var. Yazdıklarımızda gerçek adına söylediklerimiz ne olursa olsun, bir kıyıcığında umudu saklı tutuyoruz.
Metalik söylemler varsın kolaylıklarını sürdürsün. Ama bizler yazınla, şiirle, sanatın her türüyle umudu var kılalım.
Yalnız değiliz. Pek çok insan bizimle... Onurumuz ve vicdanımız var. Dinlerin, milliyetlerin, geleneklerin beslediği birer ortama doğuyoruz. Doğuştan getirdiğimiz özelliklerin geleceğe aktarılabilir, olumlu olanlarını seçerek, dünyanın yeni değerleriyle bütünlemeyi becerebilirsek, kent de, ülkeler de, dünya da kurtulur.
Dünyanın birçok yerinde insanlar bir bombayla, bir kimyasal silahla yok ediliyor. Varsıl ülkelerle yoksul ülkelerin arasındaki, ülkeler içindeki varsıl olanlarla büyük yoksul çoğunluğun arasındaki açı büyüyor. Açlıklar, işsizlikler... Bunlar yetmiyor. Doğanın dengesi hızla bozuluyor. İklim değişiyor; nehirlerimiz, göllerimiz kuruyor; toprak çoraklaşıyor.
Savaşarak, birbirimizi yiyerek, yakıp yıkarak neyi kanıtlamak istiyoruz ki? Bir cezaevine çevrilen yerde mahpus da tutukludur, gardiyan da. Üstelik ölüm herkes için.
Barışarak; gücümüzü birleştirerek; insan olmanın onurunu düşünerek; toplumsal vicdanı silip parlatarak; yok ettiklerimizi, bozduklarımızı onarma yolunda ortak aklımızı kullanarak çocuklarımızın geleceğini kurtarabiliriz...”
Böylesi bir mücadele için hepimize, ‘Şu Giden Atlıya Türkü’sünde şunu tembihler Gülten Akın:
“ben demedim mi/ hazırlandılar/ onların yüz bin kolları var/ kırbaçları sert, yamçıları sağlam, atları kavi/ yeğin git kese sür atınla birleş/ ben demedim mi
ben demedim mi/ tekin değil koyaklar, dağ yamaçları/ yağmur yağar ki sis basar ki kurt iner ki/ ay bulanığında gümüş rengi çakallar/ ben demedim mi/ yalnız gitme demedim mi
çiğdeme sor, çeşmeye sor/ tek açan menevşeye sor/ ayrılık getirir ayrılıklar/ birleş demedim mi/ ben demedim mi”
16 Haziran 2017 11:48:23, İstanbul.
N O T L A R
[*] Güney Dergisi, No:82, Ekim - Kasım - Aralık 2017…
[1] Gülten Akın.
[2] Yücel Kayıran, “Uluslararasılaşma Karşısında Şiir”, Radikal Kitap, Yıl:10, No:552, 14 Ekim 2011, s.18-19.
[3] Tarık Günersel, “Yalan Bulutları Arasından…”, Birgün, 29 Mart 2017, s.15.
[4] Turgay Olcayto, “Gülten Akın”, Evrensel, 10 Kasım 2015, s.13.
[5] “İnceliklerin Şairini Kaybettik”, Birgün, 5 Kasım 2015, s.15.
[6] Kanat Atkaya, “İnceliklerin Şairi Artık Yok”, Hürriyet, 5 Kasım 2015, s.9.
[7] “Türkçenin İncelikli Şairinden Veda”, Radikal, 4. Kasım 2015… http://kitap.radikal.com.tr/makale/haber/turkcenin-incelikli-sairi-428559
[8] “ahparig/ boylu boyunca/ yatırıldığın yer/ ömründe tek dinlenceydi/ dünyaya baktın ilk kez/ duru kaygısız/ soluğun bile ağırdı/ bıraktın gitsin/ ahparig...” (Kitap-lık Dergisi, Haziran 2015.)
[9] Gülden Öktem, “… ‘Yaşayan En Büyük Türk Şairi’ni Kaybettik”, Milliyet, 5 Kasım 2015, s.6.
[10] A. Hicri İzgören, “Sevda Kalıcıdır”, Gündem, 12 Kasım 2015, s.15.
[11] Doğan Hızlan, “Gülten Akın Gerçekten Öldü mü?”, Hürriyet, 6 Kasım 2015, s.20.
[12] Elif Demirel, “Şiirli, Tılsımlı ve Ölümsüz Kadınlara”, 19 Kasım 2015… http://sendika7.org/2015/11/siirli-tilsimli-ve-olumsuz-kadinlara-elif-demirel/
[13] Onur Berhamoğlu, “Gülten Akın’a Saygı Duruşu”, Birgün, 5 Kasım 2015, s.15.
[14] Zeynep Oral, “Gülten Akın: Şiirimizin Toprak Anası...”, Cumhuriyet, 6 Kasım 2015, s.17.
[15] Gülşen Karakadıoğlu, “Bu Sonbahar Gülten Akın’ı da Aldı Götürdü...”, Birgün, 11 Kasım 2015, s.15.
[16] Hakan Güngör, “Türkçe ‘Gençliğini’ Yitirdi”, Evrensel, 6 Kasım 2015, s.10.
[17] Ahmet Say, “Şiirimizin Ablası”, Evrensel, 6 Kasım 2015, s.10.
[18] Mustafa Köz, “Şair Ana: Gülten Akın”, Evrensel, 26 Kasım 2015, s.11.
Yorumlar