BİR KEZ DAHA DÜZENLENEN ORTADOĞU SURİYE, SADECE “SURİYE” DEĞİLDİR DIŞ(ARIDAN) MÜDAHALE: ABD + T.“C” VE KUKLALARI ABD MÜDAHALESİNİ...
BİR KEZ DAHA DÜZENLENEN ORTADOĞU
SURİYE, SADECE “SURİYE” DEĞİLDİR
DIŞ(ARIDAN) MÜDAHALE: ABD + T.“C” VE KUKLALARI
ABD MÜDAHALESİNİN BOYUTLARI
TÜRK(İYE) MÜDAHALESİ
RUSYA (İLE İRAN, IRAK, ÇİN VE HİZBULLAH) FAKTÖRÜ
“MUHALEFET”, “ÖSO”, CİHAD VS…
“MUHALEFET”İN ENCAMI
“MEZHEP SAVAŞ(LAR)I”
ROJEVA KÜRTLERİ
SURİYE’NİN GELECEK(SİZLİĞ)İ
“Çekin ki körükleri ocağa girdi demir Bir ateş külçesi düştü buzların ortasına Alâmetler belirdi, kıyamet alâmetleridir.”[2]
Ortadoğu’nun Suriye hâli, bu ülkede olup-bit(m)eyenlerin tüm bölgeye teşmil olması, emperyalist paylaşım savaşının bölgeselleşmesidir.
BİR KEZ DAHA DÜZENLENEN ORTADOĞU
Sözünü ettiğimiz Ortadoğu için yeni bir durum değildir; çünkü Ortadoğu, tarihi boyunca yabancıların, sömürgecilerin, emperyalistlerin zora dayalı müdahale ve düzenlemelerinin odağı olmuştur. Daha önceleri “Beş Deniz Ülkesi” olarak anılan bölgesinin “Ortadoğu” olarak nitelemesinin bile çok şeyi anlattığı coğrafyanın; “neyin” Ortadoğu’su olduğu önemlidir. “Doğu” denilen yön, Batılılarca üç kesime ayrılmıştır: i) Akdeniz’den İran Körfezi’ne kadar uzanan ve Avrupa’ya en yakın olan bölgeye “Yakındoğu”; ii) Körfez’den Güneydoğu Asya’ya kadar olan alana “Ortadoğu”; iii) Pasifik Okyanusu ve ötesine de “Uzakdoğu” denilmekteydi. Yani sınıflandırılma ve adlandırma, sömürgeci Batı Avrupa’nın durduğu yere, bölgelerin Avrupa’ya olan coğrafi/ siyasal mesafesine göre yapılıyordu. Bu çerçevede, İkinci Emperyalist Paylaşım Savaşı’ndan sonra bölgedeki ülkelerin “Ortadoğu” genel başlığı altında toplanmasının iki anlama geldiğini düşünebiliriz. Birincisi, bu geniş coğrafya İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra emperyalist Batı için, artık birçok nedenle aynı genel stratejinin izleneceği bir yeniden paylaşım alanı olarak değerlendirilmiştir. İkincisi, belli bir tarihten itibaren Ortadoğu, emperyalizm için yakını ve uzağıyla, ortası ve uçlarıyla dünyanın önemli bir “merkez”i, deyim uygunsa “ortası” sayılmıştır. Kapitalizmin krizinin giderek derinleştiği, ABD’nin ekonomik, siyasal ve ideolojik hegemonyasının çözülmekte olduğu bugünkü kaotik dünya ortamının düğüm noktası da Ortadoğu’dur. Bölgedeki Araplar’dan Kürtler’e uzanan suni bölünmüşlüğün aslî nedeninin emperyalist müdahale olduğu açık iken; bölgede bugün de süren emperyalist siyaseti Haluk Gerger şöyle özetliyor: “Arap dünyası sadece yapay ‘milli’ devletlere bölünmekle, her birinin başına hanedanlar, şeyhler, emirler, krallar, prensler oturtulmakla bırakılmadı; aynı zamanda, her birinin içine baskı altında ve her an ötekilere karşı kışkırtılmaya hazırlanmış tarikatlar, mezhepler, aşiretler, ulusal topluluklar sıkıştırıldı, halkların bir araya tıkıldıkları meşruiyeti kabullenilmemiş karmaşa ortamı oluşturuldu, feodalite ummanına merkantilist adacıklar, emperyalizmin tekelleri, kozmopolit komisyoncular yerleştirildi; yani bölgeye tam bir emperyalist deli gömleği giydirildi.”[3] Ve bölge hâlâ söz konusu deli gömleğini çıkarmaya çalışıyor. En son örneği, “Arap Baharı” da bunu kanıtlarındandır. Tunus’ta üniversite mezunu olmasına rağmen iş bulamadığı için seyyar satıcılık yapmak zorunda kalan Muhammed Buazizi’nin bedenini yakarak fitilini ateşlediği “Arap Baharı” ikinci yılını doldurup, diktatörleri deviren değişim sürecinden, “Hazan Mevsimi” çıkmazına yönelirken; bölgeye yönelik emperyalist müdahale daha netleşip, keskinleşmektedir… Bu çerçevede Reşid Hasan’ın ifadesiyle, “Arap Baharı devrimleri şu ana dek Ortadoğu’da denklemi değiştirmedi. Bölgedeki büyük eksen ülkeler İsrail, Türkiye ve İran kendilerine rol ararken, nüfuz arttırırken, Arap ülkeleri eskisi gibi Türkiye veya İran’dan kendilerine müttefik arıyor.”[4] Yani Ortadoğu’daki halk hareketlerinin yaşadığı öndersizlik krizi, düzen dışı hareketlerin, Müslüman Kardeşler örneğindeki gibi, düzen içine çekilmesine yol açtı. O hâlde Fuat Keyman’ın, “Arap Baharı, en genelinde, bir değişim süreci,” diye betimlediği kesitin, yeniden egemenlerin restorasyonuna tahvil edildiği güzergâhı, David Gardner imzasıyla ‘The Financial Times’da yayımlanan ‘Seismic Events Will Shape the Middle East/ Ortadoğu’yu Sismik Olaylar Biçimleyecek’ başlıklı makale şöyle özetliyor: “... Arap uyanışının karman çorman yönelişindeki üçüncü yılın başında bölge, dört potansiyel sismik ana doğru yaklaşıyor. Suriye devrimi ve kana bulanmış Esad hanedanının beklenen çöküşü, İran ile tehlikeli karşı karşıya geliş, Suud sarayının yüz yüze bulunduğu kırılgan halefiyet meselesi ve Filistin-İsrail ihtilafına ilişkin iki devletli çözümün eli kulağındaki ölümü. Bütün bunlar siyasi karar vericilerin sinirlerini ve hünerlerini test edecek. Amerika, Asya ve Avrupa’da pivot olmak isteyebilir ama içine dönebilir veya Ortadoğu uluslararası ve bölgesel aktörlerin hiçbirine soluklanma şansı sunmayacak. Ayrıca hem atılgan ve hem de durgun olana, ikisine birden acımasız olacak.” Bu durumda iki tespiti alt alta sıralıyorum: i) “Bugün Ortadoğu’da yaşanmakta olan iç savaşların, iktidar değişikliklerinin, din ve mezhep savaşlarının, etnik çatışmaların nedeni, aynı zamanda küresel güçlerin çıkar çatışmalarının sonucudur.”[5] ii) “Bölgemizde ne zaman enerji kaynakları üzerinde çatışmalar savaşa dönmüşse ya rejimler ya sınırlar ya da ikisi birden değişmiştir.”[6] Bu tespitlere bir ek: Türkiye’nin Suriye sınırına konuşlandırmak için NATO’dan istediği Patriot füzeleri konusunda İran’ın tepkisi devam ediyorken; İran Meclisi Milli Güvenlik ve Dış Politika Komisyonu Sözcüsü Hüseyin Nakavi Hüseyni, füzelerin yerleştirmesinin bölgesel savaşa neden olacağını belirtti! Evet Ortadoğu’da durum, verili Suriye hâli üzerinden tam da budur!
SURİYE, SADECE “SURİYE” DEĞİLDİR
Özellikle altını çizmem gerek: Suriye, sadece “Suriye” değildir. Suriye’de emperyalizmin derinleştirip/ yaygınlaştırdığı iç savaşın tetiklemesi muhtemel olan bir bölgesel savaş kapıda; ya da ona “benzer” bir şey… ABD imparatorluğu, 11 Eylül saldırısını vesile sayarak başlattığı süreci mantıksal tamamına erdirmek, Ortadoğu’nun zengin petrol ve doğalgaz rezervlerinin ve İç Asya’ya uzanan enerji koridorlarının tartışmasız hâkimi olmak üzere yerküreyi yeniden biçimlendirme stratejisini sonuca ulaştırmak istiyor. Önünde birkaç pürüz kaldı; Suriye bunlardan biri. Üzerinden İran’ı hizaya getirebileceğini, Rusya’yla hesaplaşabileceğini düşündüğü, özerk davranma yetisiyle “can sıkıcı” bir otokrat… Manipülatif hamlelerle “Büyük Ortadoğu Projesi”ne (“BOP”) eklemleyiverdiği “Arap Baharı”nı “yoldan çıkarma” tehdidi içeren… Irak’taki zar-zor denetleyebildiği aktörlerin her an serbest kalmasını sağlayıverecek… Asya’ya geçiş kapısı… ABD elini ateşe sürmeden kestaneleri toplamanın, Suriye’yi, bir tek askerinin burnunu kanatmadan, bünyesinde idamdan serbest bırakılmış katillerin, Afganistan’da eğitim görmüş radikal İslâmcıların, çocukların eline balta verip kelle avcılığı yaptırarak onları “cennet”e hazırlayan fanatiklerin, yağmacıların cirit attığı bir “özgürlük ordusu”yla “özgürleştirme”nin hesaplarını yaparken, Tayyip Erdoğan-Ahmet Davutoğlu ikilisinin öncülüğünde Türkiye öne fırlıyor: bu kez ihale kaptırmamaya kararlı bir müteahhit edasıyla “pastadan pay” talep ediyorlar. Ve Türkiye’nin güneyini, Adana, Antakya, Gaziantep’i, Esad rejimi muhaliflerinin cirit attığı, malzeme, eğitim, para, silah, mühimmat yardımı aldığı, barındığı, Suriye topraklarına saldırılar düzenleyip geri çekildiği bir lojistik üsse dönüştürüyorlar. Türk “mücahitler”in, komşu Suriye’de rejimi yıkmak için silahlı çatışmalara katılıp “şehit olduğu” haberleri geliyor. Ancak tüm bu süreç nasıl ve neye evrilirse evrilsin, bölgede hiçbir şey eskisi gibi olmayacak. Bu arada “90’lı yılların ortalarından itibaren başlayan Oslo sürecine katılmaması, Filistinli grupları barındırması, Hizbullah’a yönelik silah ve para desteğinde bulunması, cezalandırılmasının en önemli nedenleri arasında görünen”[7] Esad rejiminin Sünni-şeriat yanlısı güçlerce ikamesi, nicedir kaynamakta olan Ortadoğu’daki Sünni-Şii yarılmasını daha da derinleştiriyor, derinleştirecek. “Sünni kamp”ın öncülüğünü kapmaya çalışan Türkiye, kaçınılmaz olarak ABD-İsrail ekseniyle nihaî bir hesaplaşmaya doğru sürüklenmekte olan İran ile karşı karşıya geliyor, gelecek. Ve ülkemiz, bölgede hızlanacak olan parçalanma dinamiklerinden bire bir etkileniyor, etkilenecek. Tüm bu gelişmeler, içeride Türk-Kürt, Sünni-Alevî kutuplaşmasını takviye etmekte… AKP yönetimi, elindeki benzinle “söndürmeye” talip oluyor, Ortadoğu yangınını… Bir sıçrama tahtası olarak “Suriye’de ‘Libya senaryosu’nu yürütemeyen güçler… Suriye’yi Lübnanlaştırma, yani sekter bir sistemle ülkeyi kırılgan ve her daim müdahaleye açık hâle getirme planı”nı[8] derinleştirirken; Ortadoğu’nun mezhepsel fay hatları üzerine oynuyorlar! Tam da bunun için ‘Ortadoğu ve Akdeniz’in Geleceği’ başlıklı toplantıda eski Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği Devlet Başkanı Mihail Sergeyeviç Gorbaçov, “Bölgesel bir felakete dönüşeceği”nden endişe duyduğu”nu ifade ederken; İsveç Dışişleri Bakanı Carl Bildt de, “Suriye’de olanlar çok kısa zamanda çok sayıda insanın hayatına mal oldu. Mücadele ne kadar sürerse istikrarlı devlete geçiş o kadar zor olacak. Çabuk ve askeri bir müdahalenin gerekli olduğunu düşünenler var, ama askeri bir müdahale, istikrarı oluşturmak için gerekli zemini oluşturmuyor” uyarısında bulundu. 29 Aralık 2012’de Moskova ziyaretinde BM-Arap Birliği Özel Temsilcisi El Ahdar el İbrahimi, Esad’ın görevden ayrılmamakta kararlı olduğunu belirtirken, Rusya Dışişleri Bakanı Sergey Lavrov da muhaliflerin “Esad gitsin” ısrarından vazgeçmesi gerektiğini açıklasa da; ne idüğü belli Akif Beki ekliyor: “İşaretler, Esad’ın gidiş vaktinin yaklaştığını gösteriyor… Son viraja giriliyor. Arka vagonlarda seyahat edenlerin dikkatine, açığa savrulma ihtimali var.” Eğer böyleyse; Ortadoğu’yu, herkesi kavuracak yangın bekliyor… Kim ne derse desin; söz konusu yangını körükleyenlerin başında Suriye’nin, “teröre destek veriyor” diye BM’ye şikâyet ettiği T.“C” var. BM Güvenlik Konseyi ve BM Genel Sekreteri Ban Ki Moon’a, Suriye Dışişleri Bakanlığı tarafından gönderilen mektuplarda, T.“C”’nin Suriye’de eylemde bulunmaları için El Kaide’nin yanı sıra Selefi ve Vahhabi gibi aşırılık yanlısı grupları desteklediği belirtildi. Esad’ın sağ kolu Buseyna Şaban, “Esad rejimi bitti,” diyen Başbakan Erdoğan’ı eleştirip, “Buna Suriyeliler karar verir” diyerek, mezhepsel söylem kullanılmasını da çok tehlikeli bulduğunun altını özellikle çizdi. Ayrıca ‘Russia Today’e röportajında Esad, Başbakan Tayyip Erdoğan hakkında, “Kendisini Osmanlı’nın yeni sultanı olarak görüyor ve halife olduğunu sanıyor,” vurgusuyla ekliyor: “Biz laik bir ülkeyiz. Suriye’nin savaşı laiklik savaşıdır. Biz El Kaide ile mücadele ediyoruz. Laik bir ülke olan Türkiye El Kaide’yi destekliyor. Gün gelecek, El Kaide Türkiye’nin de başına bela olacak ve bu Türkiye’ye pahalıya mal olacak. Türkiye’nin sağladığı silahlar, bir süre sonra Türkiye’ye çevrilecek…” Söz konusu duruşuyla “Ülkesini asla terk etmeyeceği”ni ‘Russia Today TV’ye söyleyen Esad, Suriye’yi işgalin Atlantik’ten Pasifik’e bütün dünyada domino etkisine yol açacağını kaydederek ekliyor: “Biz istikrar ve laikliğin son kalesiyiz”! Bu yıkım tablosuna ilişkin olarak Suriye Devlet Başkanı Yardımcısı Faruk Şara, Lübnan’ın ‘Al Akhbar’ gazetesine verdiği mülakatta, “Suriye’deki savaşın kazananı olmayacağı”nı söylerken Patrick Cockburn da ekliyordu: “Daha iyi silahlanmış bir muhalefet, bastırılamayacak kadar güçlenecektir ama bunun sonucu, bir tarafın zaferinden çok giderek uzayan bir iç savaş olacaktır.”[9] İç savaş ile yıkım büyürken; Esad’ın zorlandığı “sır” değil… Tam da bu noktada sözü Ureyb Er Rentavi’nin şu önemli öngörüsüne bırakmak gerek: “Suriye’de değişim istendiği malum. Ancak burada ‘bedeli ne olursa olsun gerçekleşecek bir değişimden’ bahsetmiyoruz. Biz Suriye haritasının değil, rejimin değişmesini istiyoruz. Suriye için Anbar krallığını veya Taliban emirliğini getirecek karanlık bir emirlik değil, özgür, demokratik ve çoğulcu bir gelecek istiyoruz. Ankara’nın söylemleri, Türkiye’nin ve bizim aynı şeyi istediğimiz hususunda umut vaat etmiyor. Ankara’nın Suriye krizindeki müttefikleri, Arap dünyasındaki en totaliter ve keyfi rejimler. Türkiye, aşırı ve köktenci güçlere kendi toprakları üzerinden Suriye’de fitneyi yayma izni veriyor. Türkiye, bölgesel baskılar ve mezhepçi bölünmeye mahkûm rollerin çekişmesi altında, Irak ve Suriye’deki Kürt oluşumuna yönelik endişelerini yutmak zorunda kalıyor. Türkiye, Suriye dosyasını NATO stratejilerine sokmaya çalışıyor. NATO’dan gelecek hayrın ise Suriyelilerin ve demokratik projenin lehine olacağını sanmıyoruz. Türkiye’nin bu ‘müdahaleleri’ inkârı kabul edilemez. Raporlar bu suçları doğruluyor. Peki Türk diplomasisinin Esad rejimini suçlaması yeterli mi? Ankara’nın politikaları, Suriye’nin özgürlüğüne ve demokrasinin geleceğine hizmet eder mi? Ankara, Esad’ı gönderme amacını haklı çıkarmak için her aracı kullanırken, uzun vadeli çıkarlarına hizmet ediyor mu? Durum bu hâliyle kalırsa, Esad rejimi sona erecek, ancak yeni Suriye, Türk modelinin önceki sevdiğimiz yapısıyla bir kopyası olmayacak. O zamanlar Türk modeli, sorunları kızıştırmak yerine sıfırlıyordu. Türkiye’nin, füze kalkanı yerleştirilmeden önce Irak savaşında bağımsız tutumu vardı. NATO’nun baskılarına ve Washington’la kazanılan stratejik hesaplara olumlu karşılık vererek İsrail’e yönelik bitirici tutumu vardı. Yeni Suriye, Taliban emirliklerine daha yakın olacak. Ankara ise Kuzey Irak’ta erken başlayan ve Suriye’nin kuzeydoğusunda da durmayacak Kürt Baharı’yla mücadele edecek.”[10]
DIŞ(ARIDAN) MÜDAHALE: ABD + T.“C” VE KUKLALARI
Yezid Sayigh, “Batı, Suriye’ye askeri müdahaleden vazgeçti,” dese de; hiç kimse inkâr etmiyor; etmeye de kalkışmasın; Suriye’ye dış(arıdan) müdahale söz konusudur! İşte bunun somut kanıtları: i) NATO adına açıklama yapan Genel Sekreter Rasmussen, ilk kez NATO’nun Suriye rejimi karşısında yer aldığını ima eden bir açıklama yaptı! ii) Suriye muhalefetinin yeni oluşumunu tanıyan ilk Avrupa ülkesi Fransa oldu. Ayrıca, Cumhurbaşkanı Hollande’ın açıklamasında muhalefete silah yardımı mesajı da vardı! iii) İngiltere Başbakanı David Cameron, amaçlarının muhalefeti Esad’a karşı birleştirmek olduğunu; görüşmelerin de Ürdün ve Türkiye’de yürütüleceğini açıkladı! v) Rusya, Priştine’nin topraklarını Suriyeli muhaliflerin eğitimine açtığını belirtti. BM Güvenlik Konseyi’ne seslenen Rus elçi Çurkin, Kosova’nın isyancıların uluslararası eğitim merkezi olması ve silahlı gruplara barınak oluşturması hâlinde, bu durumun Balkanlar’daki istikrarı tehdit edeceğini belirtti! vi) ‘The Independent’, Londra’da yapılan askeri toplantıda Türkiye’nin de aralarında olduğu bir grup ülkenin Suriyeli isyancılara desteği artırmaya yönelik stratejiyi ele aldığını yazdı! vii) Suriye’nin BM Temsilcisi Beşşar Caferi, ülkesindeki çatışmalarda El Kaide parmağı olduğunu, çatışmalarda öldürülenler arasında İngiliz, Fransız ve Belçikalıların bulunduğunu ve muhaliflerin safında yer aldığını söyledi! viii) Suudi Arabistan yönetimi idam cezasına çarptırılmış mahkûmları, “Suriye’de cihada gitme” karşılığında serbest bırakıyor! Ergin Yıldızoğlu’nun ifadesiyle, “ABD, İngiltere başta olmak üzere Batı, Suriye’yi Libya’ya benzetmeye kararlı görünüyor. Bu nedenle de medya propaganda yayınına dozunu arttırarak devam ediyor”ken; aralarında Orhan Pamuk’un da bulunduğu “tanınmış” altı yazar ve aydın, Suriye Devlet Başkanı Esad’a açık mektup yazarak, “İstifa et, yoksa sonun Saddam ve Kaddafi gibi olacak” uyarısı yaptı!
ABD MÜDAHALESİNİN BOYUTLARI
‘The Times’, Ürdün’ün yanı sıra Türkiye’nin Suriye sınırında da Amerikan özel güçlerinin konuşlandığını yazarken; ABD Başkanı Barack Obama’nın, CIA ve ABD’nin diğer istihbarat birimlerine, Esad’ı devirmeye çalışan muhaliflere destek yetkisi veren emri imzaladığı ortaya çıktı. Emir bu faaliyetlerin Adana’da merkezinde koordine edilmesini öngörüyor. Amerikan CNN kanalına konuşan ABD’li yetkililer, Pentagon’un Suriye’ye olası bir operasyon durumunda hangi birimlere ihtiyaç duyulacağı, kaç askerin kullanılacağı, müdahâlenin maliyeti konusundaki değerlendirmelerini tamamladığını açıkladılar. ‘Foreign Policy’ dergisinden Josh Rogin, Washington kulislerine dayanarak ABD’nin Esad’ı devirmek için yeni yollar aradığını öne sürdü. Ayrıca ‘The New York Times’ da, ABD yönetiminin Esad’ı devirmek için silah yardımını da içeren “daha kapsamlı” bir müdahaleyi düşündüğünün ancak bu konuda kesin kararını henüz vermediğinin altını çizerken; ABD, Esad rejimini devirmek amacıyla bir türlü harekete geçiremediği muhalif güçler yerine terörizmi ikame ediyordu. Suriye’de son dönemde kitle kıyımlarını hedefleyen terörist saldırıların artmasıyla birlikte, Esad rejiminin devrilmesi için taktik değişikliğine gidilerek, bir türlü tam olarak organize edilemeyen muhalefetin yerine, terörün ikame edildiği “Salvador” modelinin uygulamaya konulduğu belirtiliyordu. Bunlara birlikte Suriye’de Esad sonrası için planlarını “Irak’tan ders alarak” hazırlayan ABD muhalif isyancılara “Hükümet güçlerine sert karşılık vermeyin” mesajını verdi. ‘The New York Times’a göre Suriye’yi inşa etme çabalarında 2003’te Amerikan ordusu tarafından işgal edilen ve şiddet batağına saplanan “Irak’ta yapılan Amerikan hataları dikkate alınacak”tı. Esad sonrası Suriye’sinin otorite boşluluğuna düşmemesi için mevcut güvenlik kurumlarının korunması en öncelikli maddeydi. Bunun içinde, “Hizmetlerin çökmemesi ve güvenlik sorunu yaşanmaması adına Suriye muhalefetine ordu, polis ve hükümetin yerel birimlerine karşı sert karşılık verilmemesi için baskı uygulanıyor”du. Söz konusu yanaşımla birlikte “CIA’in 2012 yazı boyunca Türkiye-Suriye sınırında silah geçişini organize ettiğine dair Amerikalı yetkililere dayandırılan onlarca haberin ardından ABD Dışişleri Bakanı Hillary Clinton 31 Ekim 2012 günü Zagrep’de çıkıp radikal unsurların ‘Suriye devrimini çaldığından’ söz etti...” Bu da T.“C”nin “neo-Osmanlı” planlarını yerle yeksan etti. Çünkü Clinton, Esad rejimini devirecek birliği sağlayamayan Suriye Ulusal Konseyi’nin (SUK) lider değişikliğine gitmesini ve feshedilmesini isteyip; muhalefete, “İslâmcılar devrimi gasp ediyor” uyarısında bulundu. ‘The New York Times’ da, ABD’nin muhalefete karşı “en saldırgan” girişimi başlattığını yazarken; Clinton da, Suriye muhalefetine “gözdağı” niteliğindeki sürpriz açıklamasında “Suriye Ulusal Konseyi’nin uzun zamandan beri muhaliflerin lider kadrosunu temsil etmediğini açıklıkla ortaya koymalıyız” dedi! Böylelikle Washington’un, 11 Aralık 2012’de Suriye halkının “meşru temsilcisi” olarak tanıdığı Suriye Muhalif ve Devrimci Güçler Ulusal Koalisyonu (SMDK) ABD’ye kararını gözden geçirme çağrısı yaptı. ABD Dışişleri Bakanlığı Sözcüsü Victoria Nuland, “Muhalefetle birlikte çalışan herkesin, yardımlarının El Kaide bağlantılı oldukları kesin olan bu tür gruplara gitmediğinden emin olması gerekir” dedi. Özetin özeti “Amerikan yönetimi uzun süre Türkiye, Katar ve Suudi Arabistan’a havale ettiği Suriye dosyasında inisiyatifi ele alırken kafa karıştırıcı iki adımı birlikte attı: Nusra Cephesi’ni terör örgütü listesine alıp kasımdan beri oluşumuna yardım ettiği Suriye Muhalif ve Devrimci Güçler Ulusal Koalisyonu’nu (SMDK) yegâne temsilcisi olarak tanıdı. Başından beri Nusra, Esad’ın devrilmesine hizmet eden bir unsur olarak ‘bizdensin’ muamelesi gördü… Aslında karar Katar’dan ziyade Türkiye’yi nazik bir duruma sokuyor. Çünkü Katar, erkenden çark edip SMDK’nın doğuşuna ev sahipliği ederken solcu ve liberalleri öne çıkardı. Beri tarafta Nusra ve türevleri yazdan beri Türkiye’nin lojistik desteğiyle sınır boylarında mevzi kazanıyor. Ceylanpınar’daki kaynaklara göre kuzeyde Kürt kontrolüne son vermek için Rasulayn’a giren Nusra ve Ahrarcılar sınıra özel otobüslerle taşındı. Tabii plan tutmadı ve savaşçılar ağır kayıplarla Türkiye’ye döndü. Neticede ABD, Esad rejimi için çöküş kaçınılmaz hâle gelirse sürecin kendi kontrolünde olmasını istiyor. İşi şansa bırakmıyor. Ama üzerinde oynadığı zemin çok kaygan”dı![11]
TÜRK(İYE) MÜDAHALESİ
T.“C”nin konumuna ilişkin olarak Cengiz Çandar’ın, “Suriye ile savaş ‘uzak’ olmayabilir. Her şeye rağmen ‘savaş karşıtları’nın korktuğu kadar ‘yakın’ da değil,” notunu düştüğü tabloda Türk(iye) müdahalesi somut verileriyle nettir. i) ABD, El Kaide’nin Suriye’ye Türkiye üzerinden savaşçı ve para gönderilmesi için faaliyette bulunduğunu bildirdi! ii) ABD’de yayımlanan ‘The Wall Street Journal’, “Manpads” olarak bilinen uçak savarların iyi aydır Türkiye üzerinden Suriye’ye sokulduğunu iddia etti. Gazete, “Türkiye, Katar ve Suudi Arabistan’ın, örtülü bir ittifak içerisinde ilkbahardan bu yana Suriye’deki isyancı gruplara silah ve para gönderdiğini” de yazdı! iii) ‘The New York Times’a açıklamasında “Ö”SO komutanlarından Ebu Halil, “Halep savaşçıları Türkiye’den emir alıyor” iddiasında bulundu! iv) Suriye’de sayıları artan yabancı savaşçılar, ülkeye Türkiye’den girdikleri için muhalifler tarafından “Türk Kardeşler” olarak anılıyor! v) Suriye’deki muhaliflere silah taşıyan Libya bandıralı bir geminin Türkiye’de olduğu, kargosunun ise Müslüman Kardeşler’e ulaştırıldığı iddia edildi. ‘The Times’ haberinde silahların Türkiye’de Müslüman Kardeşler örgütüyle bağı olan İHH İnsani Yardım Vakfı’ndan kişilerce teslim alındığı savunuldu! vi) “İlk kez Batılı bir gazeteciye, Esad’ın askeri hapishanelerine girme izni verildi. Fisk’in görüştüğü esirler arasında kendisi için Ankara’nın devreye girmesini uman Türkiye vatandaşı Cuma Öztürk de vardı… Türkiye’nin Gaziantep kentinden gelen Cuma Öztürk Afganistan -Pakistan sınırındaki bir Taliban kampında haftalarca eğitim aldıktan sonra Suriye’ye geçtiğini anlatıyor”du![12] vii) Halep’teki bazı komutanlar, savaşçılara aylar sonra ilk kez ödenmeye başlanan aylık 150 doların kaynağıyla ilgili soruları yanıtlarken adres olarak Türkiye’yi de gösterdi. Halep’teki savaşçılar, ilk maaşlarını Türkiye, Körfez ülkeleri dahil bazı İslâm ülkelerinden aldıklarını söyledi… ‘AFP’ de, Halep’teki savaşçıların, aylardan sonra ilk maaşlarını aldıklarını, komutanların da maaşların en azından bir bölümünün yabancı ülkelerden geldiğini aktardığını kaydetti! Bu kadarı yeter değil mi?
RUSYA (İLE İRAN, IRAK, ÇİN VE HİZBULLAH) FAKTÖRÜ
Ancak Suriye sahipsiz değil! Rusya (ile İran, Irak, Çin ve Hizbullah) faktörü söz konusu. ‘The Times’ın, “Türkiye Ortadoğu’da önemli bir oyuncu olarak belirdi. Özgür Suriye Ordusu’na ev sahipliği yaparak Esad rejimini devirme mücadelesinde önemli bir cephe oldu. Ancak ülke, yapabileceğinin ötesinde işler yapıyor,”[13] derken; Fehim Taştekin’in de, “İran ile Türkiye arasındaki ilişkilere hiç bu kadar aynı anda tavan yapan iki zıt eğilim hâkim olmamıştı: Bir yanda diyalog kanalları görülmemiş düzeyde açık, diğer yanda gerilim hiç olmadığı kadar yüksek. Suriye krizi komşuların komşularla ilişkilerini zehirledi. Türkiye’nin çizgisi ne denli tartışmalı hâle geldiyse Suriye’ye desteği nedeniyle İran’ın prestiji de o kadar hercümerç oldu,” diye eklediği tabloda Rusya (ile İran, Irak, Çin ve Hizbullah) faktörü Suriye’nin yanıbaşında duruyor. Özellikle ‘Le Figaro’nun, Rusya’nın Suriye-Türkiye sınırında radar sistemi kurduğunu yazdığı ve “Ö”SO askerlerini gözlemlemek için kurulduğu belirtilen radar(lar), Türkiye topraklarına yaklaşık 10 km mesafede bulunup; radar sayesinde Kürecik ve ABD”nin İncirlik üsleri de gözetleniyorken; İran Devrim Muhafızları Hava-Uzay Kuvvetleri Komutanı Tuğgeneral Emir Hacizade, Malatya’nın Kürecik beldesinde kurulan NATO füze radar sistemine karşı ‘Arm’ adlı balistik füze geliştirdiklerini bildirdi İRNA’nın haberine göre, İranlı komutan, Malatya’da kurulan ve Basra Körfezi kıyısında da kurulması planlanan füze kalkanlarının İran’ın yeni geliştirdiği füzeye karşı savunmasız olduğunu açıkladı. Özetle aralarında, Malatya’nın Kürecik beldesinde kurulan da dahil, radar sitemlerine karşı füze geliştirdiğini belirten İran, bu füzenin menzilinin 300 kilometre olduğunu, ancak gelecekte bu menzili daha da yükselteceğini açıkladı. İran’ın Suriye desteği ile Rusya’nın ve yerel faktörlerin katkıları belirleyicidir. ‘The Guardian’dan David Hearst, Suriye krizinde Esad’i destekleyen Rusya’nın bu desteği her an kesebileceğini söylese de, bu yolda spekülatif/ manipülasyonlara sarılınsa da şimdilik ortada böylesi bir emare yoktur… Nihayet Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin, Suriye konusunda “İzlediğiniz politika bir gün size geri dönüp zarar verebilir” uyarısında bulunup, “Niye Rusya Suriye tavrını gözden geçiriyor, belki ortaklarımız bunu yapmalı” vurgusuyla eleştirdiği Batı’yı Esad’ı devirmek için El Kaide’yi kullanmakla suçlayarak ekledi: “Guantanamo’dakileri Suriye’ye gönderin, hiçbir fark yok...”
“MUHALEFET”, “ÖSO”, CİHAD VS…
Putin’in vurgusu İsmet Berkan’ın, “ÖSO, Suriye kara ordusunun koca koca tümenlerini dağıttı, en önemlisi de tanklarını neredeyse toplu hâlde tahrip etti? Sorulması gereken soru şu: ÖSO’nun hiç de küçümsenmemesi gereken askeri başarılarında Türkiye, Amerika ve Fransa’nın rolü nedir, ne kadardır?” sorularını yanıtladığı için çok önemlidir. Siz bakmayın ‘Taraf’lı bir liberal’in, Ceren Kenar’ın onları şöylesine aklamaya kalkışmasına: “Suriye Özgür Ordusu işini temiz bitiren yakışıklı Hollywood yıldızlarını andıran savaşçılardan oluşmuyor. George Clooney kadar sofistike, Leonardo Di Caprio kadar karizmatik, Matt Damon kadar masum görünmüyorlar ekranda. Veya insan hakları hukuku alanına doktora yapmış pasifist aktivistler de muhtemelen yoktur safları arasında. Che Guevara vari bir devrim ikonu da daha çıkmadı aralarından. Evet, görüntülerde ellerinde kalaşnikofları ile poz veren, çoğu esmer ve sakallı Arap gençleri oluşturuyor Özgür Suriye Ordusunu. Evet, ağızlarından Allahuekber nidaları eksik olmuyor. Evet, şık durmuyorlar televizyonda. Keşke… Amerikalı PR uzmanlarından bir kurumsal imaj ve halkla ilişkiler dersi alsalar. Daha da vahimi insanın kanını donduracak infazların sergilendiği videolar izliyoruz. ÖSO alâkâmız yok, kınıyoruz diyor: hatta savaş hukuku ve insan haklarına sadık kalacaklarını beyan ettikleri bir dizi prensibin altına imza atıyorlar. Ama gelin dürüst olalım ve bana Esad’in askerleri adam öldürtüyor dedirttiremezcilerin tuzağına düşmeyelim: Pekâlâ bu infazlar ÖSO militanları tarafından işlenmiş olabilir. Pekâlâ ÖSO militanları rejim yanlısı kişilerin infazından sorumlu olabilir, bu kişilere işkence yapıyor olabilir. Burada rejimin propagandası argümanına saklanmadan ki hakikâten rejim ÖSO aleyhine yoğun bir propaganda yapıyor, ÖSO’nun sorumlu olmadığı eylemleri bu milis gücünün üzerine yıkıyor ve tüm ÖSO’nun El-Kaide mensubu yabancı savaşçılardan oluştuğunu iddia ediyor bu tür uygulamalara karşı söyleyecek bir çift lafımız olmalı.”[14] Liberaller, belkemiksiz olduğu kadar yalancıdırlar da! Suriye’de bazı muhaliflerin cuma namazları sonrasındaki gösterilerde attığı İslâmcı sloganlar, muhalif gruplar içinde tepki yarattı. “Allah’ın zaferi yakın”, “İslâm’ın orduları bizi özgürleştir” gibi sloganlar, aralarında Müslüman Kardeşler, milliyetçiler, liberaller ve bağımsızların bulunduğu muhalif grupları rahatsız ediyorken; alın size Ceren Kenar’ın “Ö”SO’nun (ve muadillerinin) marifetlerine ilişkin somut veriler! i) BM, muhaliflerin saldırılarını önlemek için tanklarda canlı kalkan olarak kullanmakla, isyancı güçleri de çocukları cepheye sürmekle suçladı! ii) Suriye’de akan kana 4 Aralık 2012’de muhalif güçlerin ateşinde en az 9 çocuk ve bir öğretmenin yaşamını yitirmesi de eklendi. Devlet televizyonu, katliamın başkent Şam yakınlarında evlerini terk edenler için kurulan bir kamptaki okula muhalif güçlerin havan toplu saldırısında meydana geldiğini, olayda en az 20 kişinin yaralandığını duyurdu! iii) Suriye’den vahşet görüntülerinde bu kez çocuklar da yer aldı. İnternet sitelerinde yayımlanan bir videoda muhalif Özgür Suriye Ordusu’nun sorumlu olduğu savunulan bir infaz görüntüsünde tutsak alınan bir kişi elleri bağlı, yere yatırılmış bir şekilde görülüyor. Videoda bu kişinin Suriyeli bir sivil olduğu belirtiliyor. Ardından eline kılıç verilen küçük bir çocuk yerde yatan kişiye yaklaşarak başını kesiyor. Vahşetin ardından militanlar kesik başı cesedin üzerine koyarken tekbir getiriyor! iv) Robert Fisk, en az 245 cesedin bulunduğu Suriye’nin Daraya kasabasına giren ilk Batılı gazeteci oldu. Fisk, muhaliflerin iddiasının aksine ölümlerden Suriye ordusunun sorumlu olmadığını açıkladı! v) ABD başta olmak üzere birçok ülke “Suriye’de kimyasal silahların kullanılması kırmızıçizgidir,” yönündeki açıklamalarını her fırsatta tekrarlarken, ÖSO’nun siyasi danışmanı Bessam El-Dade, “Esad bizi kimyasal silahla tehdit ederse, bizde de bu silahtan olduğunu bilmeli, onlar kullanırsa biz de kullanırız” tehdidi savurdu! vi) Suriyeli muhaliflerin, Halep kentinde sivil uçaklara saldırdığı belirtildi! vii)) Suriye’de süren vahşete 1 Kasım 2012 günü muhalif güçlerin 28 askeri katlettiğini gösteren görüntüler eklendi. Kontrol noktalarına saldıran köktendinci Nusra’cılara teslim olan askerler kurşuna dizildi! viii) Suudi Arabistan’da Vahhabi müftü şeyh Muhammed el Arifi, Suriye’de savaşan militanların Suriyeli kadınlarla seks için muta nikâhı kıyması için fetva yayımladı. ‘Press TV’nin haberine göre, şeyh Muhammed el Arifi, militanlarla cinsel ilişki için evlilik yapan kadınlara “cennet” vaat etti. Yabancı destekli militanlarla Suriyeli kadınlar arasındaki evliliklerin, “militanların cinsel isteklerini doyuracağını ve Suriyelileri öldürme konusundaki kararlılıklarını artıracağını” söyleyen şeyh, bu evliliklerin yaşını 14’e kadar indirdi. Müftü, evlilikler için dul, boşanmış kadınların tercih edilmesi gerektiğini söyledi. Suriye’deki “cihatçıların iki yıldır kadınsız” olduğuna dikkati çeken Suudi müftü, bu evliliklerin birkaç saat sürmesi gerektiğini, böylece bütün savaşçılara sıra geleceğini söylemeyi de ihmal etmedi! ix) Nihayet bakın ‘Taraf’ gazetesi bir haberinde ne diyor: “ÖSO infazlar, tarihî eserlerin yağmalanması ve halka karşı duyarsızlığı nedeniyle desteğini giderek kaybediyor. Suriyeli muhalif güçler artan şiddet ve insan hakları ihlâlleri nedeniyle halk desteğini hızla kaybediyor. Muhaliflerin ayaklanmanın ilk başladığı aylardaki barışçıl protestolarda ortaya konan ilkelerden uzaklaştığını yazan ‘The New York Times’, birçok rejim karşıtı aktivistin de bu durumdan büyük rahatsızlık duyduğunu yazdı”! Bu kadarı yetmez mi?
“MUHALEFET”İN ENCAMI
Gelelim, emperyalistlerin çeki düzen vermeye kalkıştığı “muhalefet” maskaralığına! “Nasıl” mı? ‘The Times’, Suriye muhalefetine destek verenleri tanımladı: “Amaçları bilinmiyor”… Anthony Loyd imzalı ve ‘Savaş Destekçileri: Suriye İsyancıları Gizli Gündemi Olan Kuşkulu Figürlerce Finanse Ediliyor’ başlıklı haberde, Suriye rejimine karşı savaşan muhalif güçlerin “Gizli gündemleri olan kuşkulu kişilerce” finanse edildiğine dikkat çekildi. Gazete, muhalif bir komutanın açıklamalarına dayanan haberinde muhalif güçlerle onlara sponsorluk edenler arasında aracılık yapanların, kendi ceplerini doldurduğunu, karaborsacılık yaptıklarını da belirterek muhalefete destek verenlerin amaçlarının belli olmadığını kaydetti. Bu tabloda David Ignatius, “Suriyeli muhalifler paralarını zengin Suudiler, Kuveytliler ve Katarlılar’dan alıyor,”[15] notunu düşerken; Robert Fisk, bazı muhaliflerin Türkçe konuştuğunu açıkladı. ‘The Guardian’a göre de, Suriyeli isyancılar, yağma ve kavga yüzünden birbirlerine düşerken, Körfez ülkelerinden ve Türkiye’den para alabilmek için taburlara tarihi Osmanlı ya da Arap figürlerinin isimlerini veriyor. Gazeteye göre isyanın başından beri ele geçirilen askeri araçlar, silahlar isyancılar için çok önemli ancak ülkenin kuzeyinde iki haftayı aşkın bir süredir savaş yeni bir evreye girdi. Talan yaşamın yeni bir yolu oldu. İsyancı komutanlar toplantılarda yağmalayacakları lüks araçları, silahları listeliyorlar. Yağmalananlar arasında ilaç depoları okullar da var. Mal paylaşımı yüzünden isyancılar arasında çatışma çıkıyor. Örneğin Halep’te elleri kelepçelenmiş, kurşun yaralarıyla dolu cesedi El Bab kasabasında yolda bulunan isyancı komutan Abu Jameel, yağma kavgasında öldü. Halep askeri konseyinden Yüzbaşı Hüssam, Jameel’in çelik deposunun yağmasında çıkan kavgada öldürüldüğünü anlatarak “Yağma yüzünden çıkan bir kavgada öldürülmesi devrim için felaket. Çok üzücü. Halep’teki herşey yağmalandı” dedi. Gazeteye göre sırf Körfez krallıklarından ve Türkiye’den para almak için taburlara tarihi Arap ya da Osmanlı figürlerinin isimleri veriliyor. Suriye’de Fatih Sultan Mehmet Taburu adıyla bir birlik kurulmuştu. Ayrıca Abdülhamit, Fatih, Nurettin Zengi ve Selim isimli taburlar da var. 28 Aralık 2012’de ise Suriye’de bir grup Esad karşıtının yayınladıkları cihat videosunda Necmettin Erbakan Taburu’nu kurduklarını duyurdu. Göktürk Tüysüzoğlu’nun, “Suriye muhalefeti, sahada mücadele veren bütün kesimleri kucaklamadığı müddetçe bir ‘elit sosyalizasyonu projesi’ olmaktan öteye geçemeyecektir,” notunu düştüğü besleme “muhalefet” konusunda “Suriye üzerindeki emperyalist plan, bir süredir başlıca merkezler tarafından yetersiz ve amaca ulaşmayı zorlayan bir durumda görülüyordu. ABD Dışişleri Bakanı H. Clinton, Esad’ı devirme planını yürütebilmek için, muhalefetin derlenip toparlanması gerektiğine işaret etmişti.”[16] Doha bu yolda bir adım oldu. Katar’ın başkenti Doha’da toplanan Suriye muhalefeti, ‘Suriye Ulusal Koalisyonu’ adlı yeni bir çatı örgüt kurulması üzerinde anlaşmaya vardı. Katar’da ilan edilen, Sünni din adamı Ahmed Muaz el Hatib liderliğindeki yeni muhalif çatıyı Batı’da memnuniyetle karşılandı. Sami Kohen’in ifadesiyle, “Doha’da toplanan çeşitli Suriyeli muhalif gruplar, bir hafta boyunca yeniden yapılanmanın ve Esad rejimini devirmeye muktedir birleşik bir güç oluşturmanın yollarını aradılar. Aslında Suriye dışında faaliyet gösteren ve merkezi Türkiye’de kurulan bir muhalefet örgütü vardı. Ancak SUK gerçek anlamda tüm Suriyeli muhalifleri temsil edemedi ve etkili de olamadı. ABD Dışişleri Bakanı Hillary Clinton, tam seçimler arifesinde, beklenmedik bir çıkış yaparak SUK’un daha çok Suriye dışındaki muhaliflerden oluştuğunu söyledi ve onun yerine Suriye’deki çeşitli eğilimli muhalifleri de içine alacak yeni bir örgütlenmeye gidilmesini istedi. Bu açıklamanın peşinden Katar devreye girdi ve yeni bir muhalefet örgütü kurmaya yönelik ‘Suriye Ulusal Girişimi’ni başlattı. Açıkçası şimdiye kadar SUK’un arkasında duran Ankara için bu çıkış bir sürpriz oldu. ABD’nin bu manevrası ile inisiyatif Katar’ın eline geçti.”
“MEZHEP SAVAŞ(LAR)I”
Buraya kadar izaha gayret ettiklerimiz ekseninde Suriye krizinin en berbat mirası herkese sirayet eden mezhepçilik virüsü oldu. Kriz, Sünni dünyanın muteber alimi Yusuf el Karadavi’yi Beşşar Esad’a şükran duyan bir çizgiden onu destekleyen sivillerin dahi öldürülmesine cevaz verecek noktaya savurdu. 2009’da Esad’ı ziyaret edip Filistinlilere desteğinden dolayı “Beşşar Esad’a tebriklerimizi sunuyoruz” diyen Karadavi, 2 Aralık 2012’de ‘El Cezire’deki ‘Şeriat ve Hayat’ programında “Rejimi destekleyenleri hedef almak caiz mi” sorusuna şu fetvayı verdi: “Rejimin saflarında duran herkese karşı ayrım gözetmeksizin savaşmalıyız. Asker, sivil, alim, cahil kim olursa olsun, bu rejimi destekleyen herkes zalimdir. Rejim için geçerli olan hüküm onun için de geçerli. Rejim yanında savaşanlara karşı savaşılmalıdır. Rejimin yanında görünüp de öldürülenler içerisinde mazlum ya da masum biri varsa Allah ahirette ona hakkını verecektir.”[17] Evet, ulaşılan nokta budur! BM İnsan Hakları Komisyonu’nun Suriye’de işlenen savaş suçlarını araştırmak için kurduğu komisyonun başkanı Sergio Pinheiro, muhalif grupların Alevileri hedef alan saldırılar düzenlendiğine dair “güvenilir bulgular edindikleri” söyledi. Hıristiyanlar, Ermeniler, Dürziler gibi azınlık gruplarının rejime destek verdiğini vurgulayan Pinheiro “Muhalif güçler ve hükümet birlikleri arasındaki savaş ikinci yılına girmek üzereyken, çatışma giderek açık bir şekilde mezhepsel bir hâl alıyor,” dedi. Örneğin ‘The New York Times’, Ürdün’e sığınan Suriyelilerin kaldığı 25 bin kişilik Zatari kampındaki Sünni mültecilerin çocuklarıyla görüştü. David Kirkpatrick, Şiiliğin bir kolu olan ve Anadolu Aleviliği’yle önemli benzerlikler taşıyan Nusayri mezhebine mensup Esad ve rejimine yönelik tepkinin mezhepsel nefreti tetiklediğini belirtti. Ürdün’de bulunan mülteci kamplarındaki Sünni çocuklar Suriye’deki iç savaşın şiddet dolu hatıralarının yanısıra mezhepsel nefretini de taşıyorlar. Suriye’ye dönünce Nusayrileri öldüreceklerini söylüyorlar Nihayetinde Simon Adams’ın, “Birkaç ay önce, Alevilere yönelik bir katliam ihtimali, rejim propagandası sanılırdı. Şimdi ise gerçek bir olasılık var,” vurgusuyla betimlenmesi mümkün olan tabloya ilişkin olarak Kaan Dilek ekliyor: “Türkiye, Suriye’de batağa saplandı. Suriye’deki savaşı artık kimse sonlandıramaz. Biz de sonlandıramayız. Yapı bir türlü kırılmıyor. Suriye’deki iç savaş sürecek. Bu mezhep savaşı yıllarca sürebilir. On yıl da sürebilir… “Silahlı muhalefetin içinde Afganistan, Libya, Yemen ve Ürdün’den gelmiş El Kaide’yle ilişkili Cihadcı gruplar var. Biz bunlara destek verdik. Bunlar Hz. Zehra’nın türbesinin olduğu mahalleye girdiler, çocuk kadın Şiilerin hepsini astılar… “Türkiye, askerî önlemlerle bir an önce iktidar değişikliğini kotarmaya çalışıyor Suriye’de. Batı dünyası ise Türkiye’ye yeşil ışık yakmıyor. Çünkü Batı, Cihadcı grupların Esad’ı devirdikten sonra Suriye’de oluşacak fotoğraftan korkuyor…”
ROJEVA KÜRTLERİ
Patrick Seale’in, “Birçok Kürt, Suriye’de, Irak’ta, daha az bir ölçüde de İran ve Türkiye’de süren mevcut kargaşa nedeniyle kendi kaderini tayin etmek için çok iyi bir fırsat ele geçirdiklerine inanmaya başladı. Bölgenin haritası, gözlerimizin önünde yeniden çiziliyor olabilir,” saptamasına konu olan Ortadoğu’nun gidişatı ve Suriye’deki durum Batı Kürdistan, Rojeva Kürtleri için büyük bir imkân (ve tehdit)dir… T.“C”yi rahatsız ede Rojeva’da, “Suriye Kürtlerinin en etkili partisi Demokratik Birlik Partisi’nin (PYD) ‘Eş Genel Başkanı’ Salih Müslim; İstanbul Teknik Üniversitesi mezunu bir kimya mühendisi. 1977’de mezun olmuş. İTÜ’den kimya mühendisliği diploması aldığına göre, gayet akıcı bir Türkçe ve gayet iyi bir telaffuzla konuşmasında şaşılacak bir taraf yok gibi görünüyor. Ama o bunun ötesine geçerek, ‘Suriye’nin neresindensiniz’ anlamındaki ‘Nerelisiniz’ sorusuna Urfa cevabını yapıştırıyor. Yüzümdeki soru işareti ifadesini görmüş olmalı ki, ayrıntıya giriyor; ‘Kobani’ diyor. Kobani, yani Arapça adıyla ‘Ayn el-Arab’, Mürşitpınar sınır kapısının açıldığı yer. Suruç’un neredeyse tam karşısı… Urfa’da, sınırın Türkiye tarafında çok akrabaları olduğunu söylüyor. Çocukluğundan beri, Türkiye-Suriye ayrımını pek hissetmeden yaşamış, o demiryolunu sınır gibi görmemiş bir ahaliye mensup. Bu kısa diyalog bile, Türkiye ile Suriye Kürtlerinin iç içeliğinin göstergesi. Bir yandan da Türkiye’nin Kürt sorunu ile Suriye’deki gelişmelerin iç içe geçmeye başladığının bir işareti… PYD’nin PKK ile organik bağı olduğunu kabullenmiyor. Ama ‘İlhamımızı Sayın Öcalan’dan aldık ve alıyoruz’ demeyi de ihmal etmiyor. Salih Müslim’in kabullendiği tanım şu: Biz, Suriye’nin BDP’siyiz’...”[18] Bu hâl PYD konusunda Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu’na şunları dedirtiyor: “Biz Ortadoğu’da Kürtleri karşı taraf olarak görmeyiz. Irak’taki federalizm döneminde Kuzey Irak’la ilişkimiz daha da gelişti. İsteriz ki Kürtler Suriye’de de etkili rol oynasın. Federalizm mi adem-i merkeziyetçilik mi gelecekte buna siz karar vereceksiniz. Burada tek doğru görmediğimiz, daha seçilmiş bir Suriye parlamentosu yokken bu tarz kararların alınması ya da de facto bölgeler oluşturulması…” T.“C”nin itirazı, Rojeva’ya müdahaleyi de devreye soktu… Eski SUK lideri Burhan Galyun, “Suriye Kürdistan’ı ve Kürdistan diye bir yer yok!” derken; daha sonra İstanbul’daki toplantıda yeni liderlik için Burhan Galyun’dan boşalan başkanlık koltuğuna Kürt üye Abdulbasit Sida seçildi. Sonra da, “Suriye’de bir Kürt devletinin kurulması çok zor… Alevi devleti de... Kesintisiz bir Kürt varlığının olduğu bir coğrafyadan bahsetmiyoruz… PYD Suriye’de PKK olarak algılanıyor, yani ayrı bir örgüt ya da parti olarak görülmüyor. Suriye Kürtlerinde bile bu algı var. Ayrıca PYD hâlâ muhaliflere karşı tavır sergiliyor,” diyen SUK üyesi Halit Hoca, “ÖSO ve PYD çatışabilir” uyarısında bulundu. Ardından da Rasulayn’da, 19 Kasım 2012’de “Ö”SO ve Kürt gruplar arasında çatışmalara sahne oldu. Çatışmada 6 kişi öldü, en az 20 kişi yaralandı. PYD’ye göre, Kürtlerle çatışmayı Türkiye bağlantılı kişiler kışkırtmıştı. Salih Muslim olaylardan Türkiye’yi sorumlu tuttu.
SURİYE’NİN GELECEK(SİZLİĞ)İ
Suriye’nin gelecek(sizliğ)i bir alay müphem faktörü bağrından taşıyorken; her şey Esad’ın aleyhine de değil. Esad her türlü baskıya karşın kimi kartları elinde tutuyor. Bu bağlamda İstanbul Kültür Üniversitesi Öğretim Görevlisi Dr. Bora Bayraktar’ın “Suriye’de bugün asıl mesele Esad rejiminin ne olacağı değil. Artık asıl sorun, ardından gelecek yönetimin nasıl şekilleneceği,” saptaması da; Taha Akyol’un, “Esad uzun süre başta kalamaz. Bu belli. Sorun, Beşar’dan sonra ortaya nasıl bir Suriye’nin çıkacağıdır. Kan ve kin duygularıyla parçalara ayrılmış bir Suriye’de demokrasi ve istikrar kurulabilir mi?” sorusu da oldukça aceleci… “Nasıl” mı? Fehim Taştekin’in satırlarındaki üzere: “Suriye lideri Esad 6 Ocak 2013’de yine çıktı, konuştu, yol haritası verdi. Hâlbuki diktatörden kurtulmaya ramak kalmıştı! Ne güzel Türkiye’nin güzide gazeteleri Esad’a sığınacak yer de bulmuştu. Öyle bir hava estirildi ki herkes Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin’in 3 Aralık 2012’de İstanbul’da Esad’ı gözden çıkardığına, Suriye liderinin artık kaçacak yer aramaya başladığına inanmıştı! Akşam gazetesi 26 Aralık 2012’de Esad’ın Venezüella Devlet Başkanı Hugo Chávez’e mektup yazıp sığınma istediğini Türkiye’nin Caracas Büyükelçiliği’ne teyit ettirmişti. Yeni Şafak 30 Aralık’ta ‘Esma’nın yeri hazır’ manşetini atıp ‘Sığınacak ülke arayan Esad’ler için en uygun yer olarak Moskova yakınlarındaki jet sosyete beldesi Barvikha öne çıkıyor’ demişti. Kaynağı da New York Times’tı. Esad’a ömür biçen siyasi demeçler, köşe yazıları ve haberlerle dolu 21 ay geçirdik. Esad’a Lazkiye’de Alevi devleti kurdurtan analizlerden, sarayının bir köşesine ya da Lazkiye’de köyüne çekilip işi şahin kanada bıraktığı haberlerine kadar bir dizi komplo teorisiyle yatıp kalktık. Demek ki git deyince gitmiyor! Gerçeğe uyanma vakti. Öyle bir gerçek ki iç karartıyor: Coğrafya bölündü, halk da öyle. Bir yanda ‘Canımız feda ey Beşşar’ diyenler, diğer tarafta Esad’ın iktidarda olduğu her anı ‘büyük bir zulüm’ sayanlar.” Evet Abdülbari Atwan’ın, “Suriye muhalefetinin dışarıdan yardım almadan galip gelmesi zorken, aşırılıkçı gruplar çatışmanın derininde yatan mezhepçiliği harekete geçirme çabasında,”[19] diye tarif ettiği çatışma girdabındaki “Suriye’de kimse istediğini elde edemiyor. Ne Esad rejimi ne muhalifler ne ABD/ Türkiye/ Suudiler ne de Rusya/ İran. Ülkedeki manzara şu: 2.5 milyon kişi evini, kasabasını, kentini terk etmiş, ülke içinde ya da dışında mülteci durumunda. Kentler yerle bir olmuş, başta Halep’te olmak üzere birçok yerde tarihi eserler her iki tarafın eliyle yakılıp yıkılıyor. 1.5 yılda 20-30 bin arasında insan öldürüldü. Amerika her ne kadar bir adım atarak yeni muhalif oluşuma öncülük etmiş olsa da, seçim sonrasında beklendiği gibi pozisyonunu çok değiştirmiş değil. Devreye girdi ama hâlâ ‘arka koltuktan’ direktif veriyor. Katar bitmeyen petrol paralarıyla muhalefeti silahlandırıp Libya’da olduğu gibi Şam rejimini devirmek için direksiyona geçmeye çalışıyor. Türkiye ise 1.5 yıllık ‘yatırımından’ vazgeçmek niyetinde değil, rejimi devirmek için var gücüyle uğraşıyor ancak hesaplanmayan ‘yalnızlık’ artık Ankara’yı zorluyor. Rusya, İran rejime destek açısından geri adım atmıyor. Suriye için en iyi tarif satrançtaki pat durumu olabilir. Şimdi yeni kurulan yapıyla muhalifler son bir hamle peşinde…”[20] Bundan sonrasını tarihi yapan güçler belirleyecek; Yunus Emre’nin, “Giştan rastin ger ku tu rast bî, rastî nayê dîtin ger ku tu şaş bî/ Cümleler doğrudur sen doğru isen, doğruluk bulunmaz sen eğri isen,” deyişindeki üzere… 11 Ocak 2013 09:01:58, Ankara.
N O T L A R [1] Kaldıraç, No: 141, Mart 2013… 12 Ocak 2013 tarihinde Ankara’da düzenlen ‘Savaş-Suriye-Ortadoğu: Neler Oluyor? Ne Yapmalı?” başlıklı panelde yapılan konuşma… 30-31 Mart/ 1 Nisan 2013 tarihlerinde İstanbul’da düzenlenen Kıbrıs Kongresi’nde yapılan konuşma… [2] Nâzım Hikmet, “Alâmetler Suresi”. [3] Haluk Gerger, ABD, Ortadoğu, Türkiye, Yordam Kitap, 2012, s.21. [4] Reşid Hasan, “Arap Devrimleri, Denklemleri Değiştirmedi”, Düstur, 16 Ekim 2012. [5] Erol Manisalı, “Ortadoğu’daki Büyük Resim”, Cumhuriyet, 26 Kasım 2012, s.9. [6] Murat Yetkin, “Bölge Yeni Savaşlar, Yeni Sınırlar Eşiğinde”, Radikal, 24 Kasım 2012, s.12. [7] İslâm Özkan, “Suriye ‘Devrimi’ne Dair”, Evrensel Pazar, 25 Kasım 2012, s.9. [8] Fehim Taştekin, “Hula Faciasına Giden Yoldaki Fecaat”, Radikal, 2 Haziran 2012, s.27. [9] Patrick Cockburn, “Ufukta Uzun Savaş Var”, Counterpunch, 28 Mayıs 2012. [10] Ureyb Er Rentavi, “Yeni Suriye’ye Emirlik Gelebilir mi?”, Düstur, 11 Haziran 2012. [11] Fehim Taştekin, “ABD’nin Suriye’deki Yeni Oyunu Tutar mı?”, Radikal, 14 Aralık 2012, s.27. [12] Robert Fisk, “Cihattan Hapse Giden Yol”, The Independent, 2 Eylül 2012. [13] The Times, 14 Kasım 2012. [14] Ceren Kenar, “Suriye Ordusu Kimlerden Oluşuyor”, Taraf, 27 Ağustos 2012. [15] David Ignatius, “Suriyeli İsyancılar İçin Savaş Parasını Tek Potada Toplamak”, The Washington Post, 18 Ekim 2012. [16] Aydın Çubukçu, “Suriye İçin ‘Yeni Muhalefet Koalisyonu’…”, Evrensel, 14 Kasım 2012, s.11. [17] Fehim Taştekin, “2013’e Meşum Miras: Mezhebi Düşmanlık”, Radikal, 31 Aralık 2012, s.45. [18] Cengiz Çandar, “… ‘Suriye BDP’si’ ile...”, Radikal, 7 Aralık 2012, s.18. [19] Abdülbari Atwan, “Kofi Annan Hüsrana Uğradı”, The Guardian, 13 Mayıs 2012. [20] Mete Çubukçu, “Yıkılsın Bu Düzen!”, Radikal İki, 18 Kasım 2012, s.8.
SURİYE, SADECE “SURİYE” DEĞİLDİR
DIŞ(ARIDAN) MÜDAHALE: ABD + T.“C” VE KUKLALARI
ABD MÜDAHALESİNİN BOYUTLARI
TÜRK(İYE) MÜDAHALESİ
RUSYA (İLE İRAN, IRAK, ÇİN VE HİZBULLAH) FAKTÖRÜ
“MUHALEFET”, “ÖSO”, CİHAD VS…
“MUHALEFET”İN ENCAMI
“MEZHEP SAVAŞ(LAR)I”
ROJEVA KÜRTLERİ
SURİYE’NİN GELECEK(SİZLİĞ)İ
“Çekin ki körükleri ocağa girdi demir Bir ateş külçesi düştü buzların ortasına Alâmetler belirdi, kıyamet alâmetleridir.”[2]
Ortadoğu’nun Suriye hâli, bu ülkede olup-bit(m)eyenlerin tüm bölgeye teşmil olması, emperyalist paylaşım savaşının bölgeselleşmesidir.
BİR KEZ DAHA DÜZENLENEN ORTADOĞU
Sözünü ettiğimiz Ortadoğu için yeni bir durum değildir; çünkü Ortadoğu, tarihi boyunca yabancıların, sömürgecilerin, emperyalistlerin zora dayalı müdahale ve düzenlemelerinin odağı olmuştur. Daha önceleri “Beş Deniz Ülkesi” olarak anılan bölgesinin “Ortadoğu” olarak nitelemesinin bile çok şeyi anlattığı coğrafyanın; “neyin” Ortadoğu’su olduğu önemlidir. “Doğu” denilen yön, Batılılarca üç kesime ayrılmıştır: i) Akdeniz’den İran Körfezi’ne kadar uzanan ve Avrupa’ya en yakın olan bölgeye “Yakındoğu”; ii) Körfez’den Güneydoğu Asya’ya kadar olan alana “Ortadoğu”; iii) Pasifik Okyanusu ve ötesine de “Uzakdoğu” denilmekteydi. Yani sınıflandırılma ve adlandırma, sömürgeci Batı Avrupa’nın durduğu yere, bölgelerin Avrupa’ya olan coğrafi/ siyasal mesafesine göre yapılıyordu. Bu çerçevede, İkinci Emperyalist Paylaşım Savaşı’ndan sonra bölgedeki ülkelerin “Ortadoğu” genel başlığı altında toplanmasının iki anlama geldiğini düşünebiliriz. Birincisi, bu geniş coğrafya İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra emperyalist Batı için, artık birçok nedenle aynı genel stratejinin izleneceği bir yeniden paylaşım alanı olarak değerlendirilmiştir. İkincisi, belli bir tarihten itibaren Ortadoğu, emperyalizm için yakını ve uzağıyla, ortası ve uçlarıyla dünyanın önemli bir “merkez”i, deyim uygunsa “ortası” sayılmıştır. Kapitalizmin krizinin giderek derinleştiği, ABD’nin ekonomik, siyasal ve ideolojik hegemonyasının çözülmekte olduğu bugünkü kaotik dünya ortamının düğüm noktası da Ortadoğu’dur. Bölgedeki Araplar’dan Kürtler’e uzanan suni bölünmüşlüğün aslî nedeninin emperyalist müdahale olduğu açık iken; bölgede bugün de süren emperyalist siyaseti Haluk Gerger şöyle özetliyor: “Arap dünyası sadece yapay ‘milli’ devletlere bölünmekle, her birinin başına hanedanlar, şeyhler, emirler, krallar, prensler oturtulmakla bırakılmadı; aynı zamanda, her birinin içine baskı altında ve her an ötekilere karşı kışkırtılmaya hazırlanmış tarikatlar, mezhepler, aşiretler, ulusal topluluklar sıkıştırıldı, halkların bir araya tıkıldıkları meşruiyeti kabullenilmemiş karmaşa ortamı oluşturuldu, feodalite ummanına merkantilist adacıklar, emperyalizmin tekelleri, kozmopolit komisyoncular yerleştirildi; yani bölgeye tam bir emperyalist deli gömleği giydirildi.”[3] Ve bölge hâlâ söz konusu deli gömleğini çıkarmaya çalışıyor. En son örneği, “Arap Baharı” da bunu kanıtlarındandır. Tunus’ta üniversite mezunu olmasına rağmen iş bulamadığı için seyyar satıcılık yapmak zorunda kalan Muhammed Buazizi’nin bedenini yakarak fitilini ateşlediği “Arap Baharı” ikinci yılını doldurup, diktatörleri deviren değişim sürecinden, “Hazan Mevsimi” çıkmazına yönelirken; bölgeye yönelik emperyalist müdahale daha netleşip, keskinleşmektedir… Bu çerçevede Reşid Hasan’ın ifadesiyle, “Arap Baharı devrimleri şu ana dek Ortadoğu’da denklemi değiştirmedi. Bölgedeki büyük eksen ülkeler İsrail, Türkiye ve İran kendilerine rol ararken, nüfuz arttırırken, Arap ülkeleri eskisi gibi Türkiye veya İran’dan kendilerine müttefik arıyor.”[4] Yani Ortadoğu’daki halk hareketlerinin yaşadığı öndersizlik krizi, düzen dışı hareketlerin, Müslüman Kardeşler örneğindeki gibi, düzen içine çekilmesine yol açtı. O hâlde Fuat Keyman’ın, “Arap Baharı, en genelinde, bir değişim süreci,” diye betimlediği kesitin, yeniden egemenlerin restorasyonuna tahvil edildiği güzergâhı, David Gardner imzasıyla ‘The Financial Times’da yayımlanan ‘Seismic Events Will Shape the Middle East/ Ortadoğu’yu Sismik Olaylar Biçimleyecek’ başlıklı makale şöyle özetliyor: “... Arap uyanışının karman çorman yönelişindeki üçüncü yılın başında bölge, dört potansiyel sismik ana doğru yaklaşıyor. Suriye devrimi ve kana bulanmış Esad hanedanının beklenen çöküşü, İran ile tehlikeli karşı karşıya geliş, Suud sarayının yüz yüze bulunduğu kırılgan halefiyet meselesi ve Filistin-İsrail ihtilafına ilişkin iki devletli çözümün eli kulağındaki ölümü. Bütün bunlar siyasi karar vericilerin sinirlerini ve hünerlerini test edecek. Amerika, Asya ve Avrupa’da pivot olmak isteyebilir ama içine dönebilir veya Ortadoğu uluslararası ve bölgesel aktörlerin hiçbirine soluklanma şansı sunmayacak. Ayrıca hem atılgan ve hem de durgun olana, ikisine birden acımasız olacak.” Bu durumda iki tespiti alt alta sıralıyorum: i) “Bugün Ortadoğu’da yaşanmakta olan iç savaşların, iktidar değişikliklerinin, din ve mezhep savaşlarının, etnik çatışmaların nedeni, aynı zamanda küresel güçlerin çıkar çatışmalarının sonucudur.”[5] ii) “Bölgemizde ne zaman enerji kaynakları üzerinde çatışmalar savaşa dönmüşse ya rejimler ya sınırlar ya da ikisi birden değişmiştir.”[6] Bu tespitlere bir ek: Türkiye’nin Suriye sınırına konuşlandırmak için NATO’dan istediği Patriot füzeleri konusunda İran’ın tepkisi devam ediyorken; İran Meclisi Milli Güvenlik ve Dış Politika Komisyonu Sözcüsü Hüseyin Nakavi Hüseyni, füzelerin yerleştirmesinin bölgesel savaşa neden olacağını belirtti! Evet Ortadoğu’da durum, verili Suriye hâli üzerinden tam da budur!
SURİYE, SADECE “SURİYE” DEĞİLDİR
Özellikle altını çizmem gerek: Suriye, sadece “Suriye” değildir. Suriye’de emperyalizmin derinleştirip/ yaygınlaştırdığı iç savaşın tetiklemesi muhtemel olan bir bölgesel savaş kapıda; ya da ona “benzer” bir şey… ABD imparatorluğu, 11 Eylül saldırısını vesile sayarak başlattığı süreci mantıksal tamamına erdirmek, Ortadoğu’nun zengin petrol ve doğalgaz rezervlerinin ve İç Asya’ya uzanan enerji koridorlarının tartışmasız hâkimi olmak üzere yerküreyi yeniden biçimlendirme stratejisini sonuca ulaştırmak istiyor. Önünde birkaç pürüz kaldı; Suriye bunlardan biri. Üzerinden İran’ı hizaya getirebileceğini, Rusya’yla hesaplaşabileceğini düşündüğü, özerk davranma yetisiyle “can sıkıcı” bir otokrat… Manipülatif hamlelerle “Büyük Ortadoğu Projesi”ne (“BOP”) eklemleyiverdiği “Arap Baharı”nı “yoldan çıkarma” tehdidi içeren… Irak’taki zar-zor denetleyebildiği aktörlerin her an serbest kalmasını sağlayıverecek… Asya’ya geçiş kapısı… ABD elini ateşe sürmeden kestaneleri toplamanın, Suriye’yi, bir tek askerinin burnunu kanatmadan, bünyesinde idamdan serbest bırakılmış katillerin, Afganistan’da eğitim görmüş radikal İslâmcıların, çocukların eline balta verip kelle avcılığı yaptırarak onları “cennet”e hazırlayan fanatiklerin, yağmacıların cirit attığı bir “özgürlük ordusu”yla “özgürleştirme”nin hesaplarını yaparken, Tayyip Erdoğan-Ahmet Davutoğlu ikilisinin öncülüğünde Türkiye öne fırlıyor: bu kez ihale kaptırmamaya kararlı bir müteahhit edasıyla “pastadan pay” talep ediyorlar. Ve Türkiye’nin güneyini, Adana, Antakya, Gaziantep’i, Esad rejimi muhaliflerinin cirit attığı, malzeme, eğitim, para, silah, mühimmat yardımı aldığı, barındığı, Suriye topraklarına saldırılar düzenleyip geri çekildiği bir lojistik üsse dönüştürüyorlar. Türk “mücahitler”in, komşu Suriye’de rejimi yıkmak için silahlı çatışmalara katılıp “şehit olduğu” haberleri geliyor. Ancak tüm bu süreç nasıl ve neye evrilirse evrilsin, bölgede hiçbir şey eskisi gibi olmayacak. Bu arada “90’lı yılların ortalarından itibaren başlayan Oslo sürecine katılmaması, Filistinli grupları barındırması, Hizbullah’a yönelik silah ve para desteğinde bulunması, cezalandırılmasının en önemli nedenleri arasında görünen”[7] Esad rejiminin Sünni-şeriat yanlısı güçlerce ikamesi, nicedir kaynamakta olan Ortadoğu’daki Sünni-Şii yarılmasını daha da derinleştiriyor, derinleştirecek. “Sünni kamp”ın öncülüğünü kapmaya çalışan Türkiye, kaçınılmaz olarak ABD-İsrail ekseniyle nihaî bir hesaplaşmaya doğru sürüklenmekte olan İran ile karşı karşıya geliyor, gelecek. Ve ülkemiz, bölgede hızlanacak olan parçalanma dinamiklerinden bire bir etkileniyor, etkilenecek. Tüm bu gelişmeler, içeride Türk-Kürt, Sünni-Alevî kutuplaşmasını takviye etmekte… AKP yönetimi, elindeki benzinle “söndürmeye” talip oluyor, Ortadoğu yangınını… Bir sıçrama tahtası olarak “Suriye’de ‘Libya senaryosu’nu yürütemeyen güçler… Suriye’yi Lübnanlaştırma, yani sekter bir sistemle ülkeyi kırılgan ve her daim müdahaleye açık hâle getirme planı”nı[8] derinleştirirken; Ortadoğu’nun mezhepsel fay hatları üzerine oynuyorlar! Tam da bunun için ‘Ortadoğu ve Akdeniz’in Geleceği’ başlıklı toplantıda eski Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği Devlet Başkanı Mihail Sergeyeviç Gorbaçov, “Bölgesel bir felakete dönüşeceği”nden endişe duyduğu”nu ifade ederken; İsveç Dışişleri Bakanı Carl Bildt de, “Suriye’de olanlar çok kısa zamanda çok sayıda insanın hayatına mal oldu. Mücadele ne kadar sürerse istikrarlı devlete geçiş o kadar zor olacak. Çabuk ve askeri bir müdahalenin gerekli olduğunu düşünenler var, ama askeri bir müdahale, istikrarı oluşturmak için gerekli zemini oluşturmuyor” uyarısında bulundu. 29 Aralık 2012’de Moskova ziyaretinde BM-Arap Birliği Özel Temsilcisi El Ahdar el İbrahimi, Esad’ın görevden ayrılmamakta kararlı olduğunu belirtirken, Rusya Dışişleri Bakanı Sergey Lavrov da muhaliflerin “Esad gitsin” ısrarından vazgeçmesi gerektiğini açıklasa da; ne idüğü belli Akif Beki ekliyor: “İşaretler, Esad’ın gidiş vaktinin yaklaştığını gösteriyor… Son viraja giriliyor. Arka vagonlarda seyahat edenlerin dikkatine, açığa savrulma ihtimali var.” Eğer böyleyse; Ortadoğu’yu, herkesi kavuracak yangın bekliyor… Kim ne derse desin; söz konusu yangını körükleyenlerin başında Suriye’nin, “teröre destek veriyor” diye BM’ye şikâyet ettiği T.“C” var. BM Güvenlik Konseyi ve BM Genel Sekreteri Ban Ki Moon’a, Suriye Dışişleri Bakanlığı tarafından gönderilen mektuplarda, T.“C”’nin Suriye’de eylemde bulunmaları için El Kaide’nin yanı sıra Selefi ve Vahhabi gibi aşırılık yanlısı grupları desteklediği belirtildi. Esad’ın sağ kolu Buseyna Şaban, “Esad rejimi bitti,” diyen Başbakan Erdoğan’ı eleştirip, “Buna Suriyeliler karar verir” diyerek, mezhepsel söylem kullanılmasını da çok tehlikeli bulduğunun altını özellikle çizdi. Ayrıca ‘Russia Today’e röportajında Esad, Başbakan Tayyip Erdoğan hakkında, “Kendisini Osmanlı’nın yeni sultanı olarak görüyor ve halife olduğunu sanıyor,” vurgusuyla ekliyor: “Biz laik bir ülkeyiz. Suriye’nin savaşı laiklik savaşıdır. Biz El Kaide ile mücadele ediyoruz. Laik bir ülke olan Türkiye El Kaide’yi destekliyor. Gün gelecek, El Kaide Türkiye’nin de başına bela olacak ve bu Türkiye’ye pahalıya mal olacak. Türkiye’nin sağladığı silahlar, bir süre sonra Türkiye’ye çevrilecek…” Söz konusu duruşuyla “Ülkesini asla terk etmeyeceği”ni ‘Russia Today TV’ye söyleyen Esad, Suriye’yi işgalin Atlantik’ten Pasifik’e bütün dünyada domino etkisine yol açacağını kaydederek ekliyor: “Biz istikrar ve laikliğin son kalesiyiz”! Bu yıkım tablosuna ilişkin olarak Suriye Devlet Başkanı Yardımcısı Faruk Şara, Lübnan’ın ‘Al Akhbar’ gazetesine verdiği mülakatta, “Suriye’deki savaşın kazananı olmayacağı”nı söylerken Patrick Cockburn da ekliyordu: “Daha iyi silahlanmış bir muhalefet, bastırılamayacak kadar güçlenecektir ama bunun sonucu, bir tarafın zaferinden çok giderek uzayan bir iç savaş olacaktır.”[9] İç savaş ile yıkım büyürken; Esad’ın zorlandığı “sır” değil… Tam da bu noktada sözü Ureyb Er Rentavi’nin şu önemli öngörüsüne bırakmak gerek: “Suriye’de değişim istendiği malum. Ancak burada ‘bedeli ne olursa olsun gerçekleşecek bir değişimden’ bahsetmiyoruz. Biz Suriye haritasının değil, rejimin değişmesini istiyoruz. Suriye için Anbar krallığını veya Taliban emirliğini getirecek karanlık bir emirlik değil, özgür, demokratik ve çoğulcu bir gelecek istiyoruz. Ankara’nın söylemleri, Türkiye’nin ve bizim aynı şeyi istediğimiz hususunda umut vaat etmiyor. Ankara’nın Suriye krizindeki müttefikleri, Arap dünyasındaki en totaliter ve keyfi rejimler. Türkiye, aşırı ve köktenci güçlere kendi toprakları üzerinden Suriye’de fitneyi yayma izni veriyor. Türkiye, bölgesel baskılar ve mezhepçi bölünmeye mahkûm rollerin çekişmesi altında, Irak ve Suriye’deki Kürt oluşumuna yönelik endişelerini yutmak zorunda kalıyor. Türkiye, Suriye dosyasını NATO stratejilerine sokmaya çalışıyor. NATO’dan gelecek hayrın ise Suriyelilerin ve demokratik projenin lehine olacağını sanmıyoruz. Türkiye’nin bu ‘müdahaleleri’ inkârı kabul edilemez. Raporlar bu suçları doğruluyor. Peki Türk diplomasisinin Esad rejimini suçlaması yeterli mi? Ankara’nın politikaları, Suriye’nin özgürlüğüne ve demokrasinin geleceğine hizmet eder mi? Ankara, Esad’ı gönderme amacını haklı çıkarmak için her aracı kullanırken, uzun vadeli çıkarlarına hizmet ediyor mu? Durum bu hâliyle kalırsa, Esad rejimi sona erecek, ancak yeni Suriye, Türk modelinin önceki sevdiğimiz yapısıyla bir kopyası olmayacak. O zamanlar Türk modeli, sorunları kızıştırmak yerine sıfırlıyordu. Türkiye’nin, füze kalkanı yerleştirilmeden önce Irak savaşında bağımsız tutumu vardı. NATO’nun baskılarına ve Washington’la kazanılan stratejik hesaplara olumlu karşılık vererek İsrail’e yönelik bitirici tutumu vardı. Yeni Suriye, Taliban emirliklerine daha yakın olacak. Ankara ise Kuzey Irak’ta erken başlayan ve Suriye’nin kuzeydoğusunda da durmayacak Kürt Baharı’yla mücadele edecek.”[10]
DIŞ(ARIDAN) MÜDAHALE: ABD + T.“C” VE KUKLALARI
Yezid Sayigh, “Batı, Suriye’ye askeri müdahaleden vazgeçti,” dese de; hiç kimse inkâr etmiyor; etmeye de kalkışmasın; Suriye’ye dış(arıdan) müdahale söz konusudur! İşte bunun somut kanıtları: i) NATO adına açıklama yapan Genel Sekreter Rasmussen, ilk kez NATO’nun Suriye rejimi karşısında yer aldığını ima eden bir açıklama yaptı! ii) Suriye muhalefetinin yeni oluşumunu tanıyan ilk Avrupa ülkesi Fransa oldu. Ayrıca, Cumhurbaşkanı Hollande’ın açıklamasında muhalefete silah yardımı mesajı da vardı! iii) İngiltere Başbakanı David Cameron, amaçlarının muhalefeti Esad’a karşı birleştirmek olduğunu; görüşmelerin de Ürdün ve Türkiye’de yürütüleceğini açıkladı! v) Rusya, Priştine’nin topraklarını Suriyeli muhaliflerin eğitimine açtığını belirtti. BM Güvenlik Konseyi’ne seslenen Rus elçi Çurkin, Kosova’nın isyancıların uluslararası eğitim merkezi olması ve silahlı gruplara barınak oluşturması hâlinde, bu durumun Balkanlar’daki istikrarı tehdit edeceğini belirtti! vi) ‘The Independent’, Londra’da yapılan askeri toplantıda Türkiye’nin de aralarında olduğu bir grup ülkenin Suriyeli isyancılara desteği artırmaya yönelik stratejiyi ele aldığını yazdı! vii) Suriye’nin BM Temsilcisi Beşşar Caferi, ülkesindeki çatışmalarda El Kaide parmağı olduğunu, çatışmalarda öldürülenler arasında İngiliz, Fransız ve Belçikalıların bulunduğunu ve muhaliflerin safında yer aldığını söyledi! viii) Suudi Arabistan yönetimi idam cezasına çarptırılmış mahkûmları, “Suriye’de cihada gitme” karşılığında serbest bırakıyor! Ergin Yıldızoğlu’nun ifadesiyle, “ABD, İngiltere başta olmak üzere Batı, Suriye’yi Libya’ya benzetmeye kararlı görünüyor. Bu nedenle de medya propaganda yayınına dozunu arttırarak devam ediyor”ken; aralarında Orhan Pamuk’un da bulunduğu “tanınmış” altı yazar ve aydın, Suriye Devlet Başkanı Esad’a açık mektup yazarak, “İstifa et, yoksa sonun Saddam ve Kaddafi gibi olacak” uyarısı yaptı!
ABD MÜDAHALESİNİN BOYUTLARI
‘The Times’, Ürdün’ün yanı sıra Türkiye’nin Suriye sınırında da Amerikan özel güçlerinin konuşlandığını yazarken; ABD Başkanı Barack Obama’nın, CIA ve ABD’nin diğer istihbarat birimlerine, Esad’ı devirmeye çalışan muhaliflere destek yetkisi veren emri imzaladığı ortaya çıktı. Emir bu faaliyetlerin Adana’da merkezinde koordine edilmesini öngörüyor. Amerikan CNN kanalına konuşan ABD’li yetkililer, Pentagon’un Suriye’ye olası bir operasyon durumunda hangi birimlere ihtiyaç duyulacağı, kaç askerin kullanılacağı, müdahâlenin maliyeti konusundaki değerlendirmelerini tamamladığını açıkladılar. ‘Foreign Policy’ dergisinden Josh Rogin, Washington kulislerine dayanarak ABD’nin Esad’ı devirmek için yeni yollar aradığını öne sürdü. Ayrıca ‘The New York Times’ da, ABD yönetiminin Esad’ı devirmek için silah yardımını da içeren “daha kapsamlı” bir müdahaleyi düşündüğünün ancak bu konuda kesin kararını henüz vermediğinin altını çizerken; ABD, Esad rejimini devirmek amacıyla bir türlü harekete geçiremediği muhalif güçler yerine terörizmi ikame ediyordu. Suriye’de son dönemde kitle kıyımlarını hedefleyen terörist saldırıların artmasıyla birlikte, Esad rejiminin devrilmesi için taktik değişikliğine gidilerek, bir türlü tam olarak organize edilemeyen muhalefetin yerine, terörün ikame edildiği “Salvador” modelinin uygulamaya konulduğu belirtiliyordu. Bunlara birlikte Suriye’de Esad sonrası için planlarını “Irak’tan ders alarak” hazırlayan ABD muhalif isyancılara “Hükümet güçlerine sert karşılık vermeyin” mesajını verdi. ‘The New York Times’a göre Suriye’yi inşa etme çabalarında 2003’te Amerikan ordusu tarafından işgal edilen ve şiddet batağına saplanan “Irak’ta yapılan Amerikan hataları dikkate alınacak”tı. Esad sonrası Suriye’sinin otorite boşluluğuna düşmemesi için mevcut güvenlik kurumlarının korunması en öncelikli maddeydi. Bunun içinde, “Hizmetlerin çökmemesi ve güvenlik sorunu yaşanmaması adına Suriye muhalefetine ordu, polis ve hükümetin yerel birimlerine karşı sert karşılık verilmemesi için baskı uygulanıyor”du. Söz konusu yanaşımla birlikte “CIA’in 2012 yazı boyunca Türkiye-Suriye sınırında silah geçişini organize ettiğine dair Amerikalı yetkililere dayandırılan onlarca haberin ardından ABD Dışişleri Bakanı Hillary Clinton 31 Ekim 2012 günü Zagrep’de çıkıp radikal unsurların ‘Suriye devrimini çaldığından’ söz etti...” Bu da T.“C”nin “neo-Osmanlı” planlarını yerle yeksan etti. Çünkü Clinton, Esad rejimini devirecek birliği sağlayamayan Suriye Ulusal Konseyi’nin (SUK) lider değişikliğine gitmesini ve feshedilmesini isteyip; muhalefete, “İslâmcılar devrimi gasp ediyor” uyarısında bulundu. ‘The New York Times’ da, ABD’nin muhalefete karşı “en saldırgan” girişimi başlattığını yazarken; Clinton da, Suriye muhalefetine “gözdağı” niteliğindeki sürpriz açıklamasında “Suriye Ulusal Konseyi’nin uzun zamandan beri muhaliflerin lider kadrosunu temsil etmediğini açıklıkla ortaya koymalıyız” dedi! Böylelikle Washington’un, 11 Aralık 2012’de Suriye halkının “meşru temsilcisi” olarak tanıdığı Suriye Muhalif ve Devrimci Güçler Ulusal Koalisyonu (SMDK) ABD’ye kararını gözden geçirme çağrısı yaptı. ABD Dışişleri Bakanlığı Sözcüsü Victoria Nuland, “Muhalefetle birlikte çalışan herkesin, yardımlarının El Kaide bağlantılı oldukları kesin olan bu tür gruplara gitmediğinden emin olması gerekir” dedi. Özetin özeti “Amerikan yönetimi uzun süre Türkiye, Katar ve Suudi Arabistan’a havale ettiği Suriye dosyasında inisiyatifi ele alırken kafa karıştırıcı iki adımı birlikte attı: Nusra Cephesi’ni terör örgütü listesine alıp kasımdan beri oluşumuna yardım ettiği Suriye Muhalif ve Devrimci Güçler Ulusal Koalisyonu’nu (SMDK) yegâne temsilcisi olarak tanıdı. Başından beri Nusra, Esad’ın devrilmesine hizmet eden bir unsur olarak ‘bizdensin’ muamelesi gördü… Aslında karar Katar’dan ziyade Türkiye’yi nazik bir duruma sokuyor. Çünkü Katar, erkenden çark edip SMDK’nın doğuşuna ev sahipliği ederken solcu ve liberalleri öne çıkardı. Beri tarafta Nusra ve türevleri yazdan beri Türkiye’nin lojistik desteğiyle sınır boylarında mevzi kazanıyor. Ceylanpınar’daki kaynaklara göre kuzeyde Kürt kontrolüne son vermek için Rasulayn’a giren Nusra ve Ahrarcılar sınıra özel otobüslerle taşındı. Tabii plan tutmadı ve savaşçılar ağır kayıplarla Türkiye’ye döndü. Neticede ABD, Esad rejimi için çöküş kaçınılmaz hâle gelirse sürecin kendi kontrolünde olmasını istiyor. İşi şansa bırakmıyor. Ama üzerinde oynadığı zemin çok kaygan”dı![11]
TÜRK(İYE) MÜDAHALESİ
T.“C”nin konumuna ilişkin olarak Cengiz Çandar’ın, “Suriye ile savaş ‘uzak’ olmayabilir. Her şeye rağmen ‘savaş karşıtları’nın korktuğu kadar ‘yakın’ da değil,” notunu düştüğü tabloda Türk(iye) müdahalesi somut verileriyle nettir. i) ABD, El Kaide’nin Suriye’ye Türkiye üzerinden savaşçı ve para gönderilmesi için faaliyette bulunduğunu bildirdi! ii) ABD’de yayımlanan ‘The Wall Street Journal’, “Manpads” olarak bilinen uçak savarların iyi aydır Türkiye üzerinden Suriye’ye sokulduğunu iddia etti. Gazete, “Türkiye, Katar ve Suudi Arabistan’ın, örtülü bir ittifak içerisinde ilkbahardan bu yana Suriye’deki isyancı gruplara silah ve para gönderdiğini” de yazdı! iii) ‘The New York Times’a açıklamasında “Ö”SO komutanlarından Ebu Halil, “Halep savaşçıları Türkiye’den emir alıyor” iddiasında bulundu! iv) Suriye’de sayıları artan yabancı savaşçılar, ülkeye Türkiye’den girdikleri için muhalifler tarafından “Türk Kardeşler” olarak anılıyor! v) Suriye’deki muhaliflere silah taşıyan Libya bandıralı bir geminin Türkiye’de olduğu, kargosunun ise Müslüman Kardeşler’e ulaştırıldığı iddia edildi. ‘The Times’ haberinde silahların Türkiye’de Müslüman Kardeşler örgütüyle bağı olan İHH İnsani Yardım Vakfı’ndan kişilerce teslim alındığı savunuldu! vi) “İlk kez Batılı bir gazeteciye, Esad’ın askeri hapishanelerine girme izni verildi. Fisk’in görüştüğü esirler arasında kendisi için Ankara’nın devreye girmesini uman Türkiye vatandaşı Cuma Öztürk de vardı… Türkiye’nin Gaziantep kentinden gelen Cuma Öztürk Afganistan -Pakistan sınırındaki bir Taliban kampında haftalarca eğitim aldıktan sonra Suriye’ye geçtiğini anlatıyor”du![12] vii) Halep’teki bazı komutanlar, savaşçılara aylar sonra ilk kez ödenmeye başlanan aylık 150 doların kaynağıyla ilgili soruları yanıtlarken adres olarak Türkiye’yi de gösterdi. Halep’teki savaşçılar, ilk maaşlarını Türkiye, Körfez ülkeleri dahil bazı İslâm ülkelerinden aldıklarını söyledi… ‘AFP’ de, Halep’teki savaşçıların, aylardan sonra ilk maaşlarını aldıklarını, komutanların da maaşların en azından bir bölümünün yabancı ülkelerden geldiğini aktardığını kaydetti! Bu kadarı yeter değil mi?
RUSYA (İLE İRAN, IRAK, ÇİN VE HİZBULLAH) FAKTÖRÜ
Ancak Suriye sahipsiz değil! Rusya (ile İran, Irak, Çin ve Hizbullah) faktörü söz konusu. ‘The Times’ın, “Türkiye Ortadoğu’da önemli bir oyuncu olarak belirdi. Özgür Suriye Ordusu’na ev sahipliği yaparak Esad rejimini devirme mücadelesinde önemli bir cephe oldu. Ancak ülke, yapabileceğinin ötesinde işler yapıyor,”[13] derken; Fehim Taştekin’in de, “İran ile Türkiye arasındaki ilişkilere hiç bu kadar aynı anda tavan yapan iki zıt eğilim hâkim olmamıştı: Bir yanda diyalog kanalları görülmemiş düzeyde açık, diğer yanda gerilim hiç olmadığı kadar yüksek. Suriye krizi komşuların komşularla ilişkilerini zehirledi. Türkiye’nin çizgisi ne denli tartışmalı hâle geldiyse Suriye’ye desteği nedeniyle İran’ın prestiji de o kadar hercümerç oldu,” diye eklediği tabloda Rusya (ile İran, Irak, Çin ve Hizbullah) faktörü Suriye’nin yanıbaşında duruyor. Özellikle ‘Le Figaro’nun, Rusya’nın Suriye-Türkiye sınırında radar sistemi kurduğunu yazdığı ve “Ö”SO askerlerini gözlemlemek için kurulduğu belirtilen radar(lar), Türkiye topraklarına yaklaşık 10 km mesafede bulunup; radar sayesinde Kürecik ve ABD”nin İncirlik üsleri de gözetleniyorken; İran Devrim Muhafızları Hava-Uzay Kuvvetleri Komutanı Tuğgeneral Emir Hacizade, Malatya’nın Kürecik beldesinde kurulan NATO füze radar sistemine karşı ‘Arm’ adlı balistik füze geliştirdiklerini bildirdi İRNA’nın haberine göre, İranlı komutan, Malatya’da kurulan ve Basra Körfezi kıyısında da kurulması planlanan füze kalkanlarının İran’ın yeni geliştirdiği füzeye karşı savunmasız olduğunu açıkladı. Özetle aralarında, Malatya’nın Kürecik beldesinde kurulan da dahil, radar sitemlerine karşı füze geliştirdiğini belirten İran, bu füzenin menzilinin 300 kilometre olduğunu, ancak gelecekte bu menzili daha da yükselteceğini açıkladı. İran’ın Suriye desteği ile Rusya’nın ve yerel faktörlerin katkıları belirleyicidir. ‘The Guardian’dan David Hearst, Suriye krizinde Esad’i destekleyen Rusya’nın bu desteği her an kesebileceğini söylese de, bu yolda spekülatif/ manipülasyonlara sarılınsa da şimdilik ortada böylesi bir emare yoktur… Nihayet Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin, Suriye konusunda “İzlediğiniz politika bir gün size geri dönüp zarar verebilir” uyarısında bulunup, “Niye Rusya Suriye tavrını gözden geçiriyor, belki ortaklarımız bunu yapmalı” vurgusuyla eleştirdiği Batı’yı Esad’ı devirmek için El Kaide’yi kullanmakla suçlayarak ekledi: “Guantanamo’dakileri Suriye’ye gönderin, hiçbir fark yok...”
“MUHALEFET”, “ÖSO”, CİHAD VS…
Putin’in vurgusu İsmet Berkan’ın, “ÖSO, Suriye kara ordusunun koca koca tümenlerini dağıttı, en önemlisi de tanklarını neredeyse toplu hâlde tahrip etti? Sorulması gereken soru şu: ÖSO’nun hiç de küçümsenmemesi gereken askeri başarılarında Türkiye, Amerika ve Fransa’nın rolü nedir, ne kadardır?” sorularını yanıtladığı için çok önemlidir. Siz bakmayın ‘Taraf’lı bir liberal’in, Ceren Kenar’ın onları şöylesine aklamaya kalkışmasına: “Suriye Özgür Ordusu işini temiz bitiren yakışıklı Hollywood yıldızlarını andıran savaşçılardan oluşmuyor. George Clooney kadar sofistike, Leonardo Di Caprio kadar karizmatik, Matt Damon kadar masum görünmüyorlar ekranda. Veya insan hakları hukuku alanına doktora yapmış pasifist aktivistler de muhtemelen yoktur safları arasında. Che Guevara vari bir devrim ikonu da daha çıkmadı aralarından. Evet, görüntülerde ellerinde kalaşnikofları ile poz veren, çoğu esmer ve sakallı Arap gençleri oluşturuyor Özgür Suriye Ordusunu. Evet, ağızlarından Allahuekber nidaları eksik olmuyor. Evet, şık durmuyorlar televizyonda. Keşke… Amerikalı PR uzmanlarından bir kurumsal imaj ve halkla ilişkiler dersi alsalar. Daha da vahimi insanın kanını donduracak infazların sergilendiği videolar izliyoruz. ÖSO alâkâmız yok, kınıyoruz diyor: hatta savaş hukuku ve insan haklarına sadık kalacaklarını beyan ettikleri bir dizi prensibin altına imza atıyorlar. Ama gelin dürüst olalım ve bana Esad’in askerleri adam öldürtüyor dedirttiremezcilerin tuzağına düşmeyelim: Pekâlâ bu infazlar ÖSO militanları tarafından işlenmiş olabilir. Pekâlâ ÖSO militanları rejim yanlısı kişilerin infazından sorumlu olabilir, bu kişilere işkence yapıyor olabilir. Burada rejimin propagandası argümanına saklanmadan ki hakikâten rejim ÖSO aleyhine yoğun bir propaganda yapıyor, ÖSO’nun sorumlu olmadığı eylemleri bu milis gücünün üzerine yıkıyor ve tüm ÖSO’nun El-Kaide mensubu yabancı savaşçılardan oluştuğunu iddia ediyor bu tür uygulamalara karşı söyleyecek bir çift lafımız olmalı.”[14] Liberaller, belkemiksiz olduğu kadar yalancıdırlar da! Suriye’de bazı muhaliflerin cuma namazları sonrasındaki gösterilerde attığı İslâmcı sloganlar, muhalif gruplar içinde tepki yarattı. “Allah’ın zaferi yakın”, “İslâm’ın orduları bizi özgürleştir” gibi sloganlar, aralarında Müslüman Kardeşler, milliyetçiler, liberaller ve bağımsızların bulunduğu muhalif grupları rahatsız ediyorken; alın size Ceren Kenar’ın “Ö”SO’nun (ve muadillerinin) marifetlerine ilişkin somut veriler! i) BM, muhaliflerin saldırılarını önlemek için tanklarda canlı kalkan olarak kullanmakla, isyancı güçleri de çocukları cepheye sürmekle suçladı! ii) Suriye’de akan kana 4 Aralık 2012’de muhalif güçlerin ateşinde en az 9 çocuk ve bir öğretmenin yaşamını yitirmesi de eklendi. Devlet televizyonu, katliamın başkent Şam yakınlarında evlerini terk edenler için kurulan bir kamptaki okula muhalif güçlerin havan toplu saldırısında meydana geldiğini, olayda en az 20 kişinin yaralandığını duyurdu! iii) Suriye’den vahşet görüntülerinde bu kez çocuklar da yer aldı. İnternet sitelerinde yayımlanan bir videoda muhalif Özgür Suriye Ordusu’nun sorumlu olduğu savunulan bir infaz görüntüsünde tutsak alınan bir kişi elleri bağlı, yere yatırılmış bir şekilde görülüyor. Videoda bu kişinin Suriyeli bir sivil olduğu belirtiliyor. Ardından eline kılıç verilen küçük bir çocuk yerde yatan kişiye yaklaşarak başını kesiyor. Vahşetin ardından militanlar kesik başı cesedin üzerine koyarken tekbir getiriyor! iv) Robert Fisk, en az 245 cesedin bulunduğu Suriye’nin Daraya kasabasına giren ilk Batılı gazeteci oldu. Fisk, muhaliflerin iddiasının aksine ölümlerden Suriye ordusunun sorumlu olmadığını açıkladı! v) ABD başta olmak üzere birçok ülke “Suriye’de kimyasal silahların kullanılması kırmızıçizgidir,” yönündeki açıklamalarını her fırsatta tekrarlarken, ÖSO’nun siyasi danışmanı Bessam El-Dade, “Esad bizi kimyasal silahla tehdit ederse, bizde de bu silahtan olduğunu bilmeli, onlar kullanırsa biz de kullanırız” tehdidi savurdu! vi) Suriyeli muhaliflerin, Halep kentinde sivil uçaklara saldırdığı belirtildi! vii)) Suriye’de süren vahşete 1 Kasım 2012 günü muhalif güçlerin 28 askeri katlettiğini gösteren görüntüler eklendi. Kontrol noktalarına saldıran köktendinci Nusra’cılara teslim olan askerler kurşuna dizildi! viii) Suudi Arabistan’da Vahhabi müftü şeyh Muhammed el Arifi, Suriye’de savaşan militanların Suriyeli kadınlarla seks için muta nikâhı kıyması için fetva yayımladı. ‘Press TV’nin haberine göre, şeyh Muhammed el Arifi, militanlarla cinsel ilişki için evlilik yapan kadınlara “cennet” vaat etti. Yabancı destekli militanlarla Suriyeli kadınlar arasındaki evliliklerin, “militanların cinsel isteklerini doyuracağını ve Suriyelileri öldürme konusundaki kararlılıklarını artıracağını” söyleyen şeyh, bu evliliklerin yaşını 14’e kadar indirdi. Müftü, evlilikler için dul, boşanmış kadınların tercih edilmesi gerektiğini söyledi. Suriye’deki “cihatçıların iki yıldır kadınsız” olduğuna dikkati çeken Suudi müftü, bu evliliklerin birkaç saat sürmesi gerektiğini, böylece bütün savaşçılara sıra geleceğini söylemeyi de ihmal etmedi! ix) Nihayet bakın ‘Taraf’ gazetesi bir haberinde ne diyor: “ÖSO infazlar, tarihî eserlerin yağmalanması ve halka karşı duyarsızlığı nedeniyle desteğini giderek kaybediyor. Suriyeli muhalif güçler artan şiddet ve insan hakları ihlâlleri nedeniyle halk desteğini hızla kaybediyor. Muhaliflerin ayaklanmanın ilk başladığı aylardaki barışçıl protestolarda ortaya konan ilkelerden uzaklaştığını yazan ‘The New York Times’, birçok rejim karşıtı aktivistin de bu durumdan büyük rahatsızlık duyduğunu yazdı”! Bu kadarı yetmez mi?
“MUHALEFET”İN ENCAMI
Gelelim, emperyalistlerin çeki düzen vermeye kalkıştığı “muhalefet” maskaralığına! “Nasıl” mı? ‘The Times’, Suriye muhalefetine destek verenleri tanımladı: “Amaçları bilinmiyor”… Anthony Loyd imzalı ve ‘Savaş Destekçileri: Suriye İsyancıları Gizli Gündemi Olan Kuşkulu Figürlerce Finanse Ediliyor’ başlıklı haberde, Suriye rejimine karşı savaşan muhalif güçlerin “Gizli gündemleri olan kuşkulu kişilerce” finanse edildiğine dikkat çekildi. Gazete, muhalif bir komutanın açıklamalarına dayanan haberinde muhalif güçlerle onlara sponsorluk edenler arasında aracılık yapanların, kendi ceplerini doldurduğunu, karaborsacılık yaptıklarını da belirterek muhalefete destek verenlerin amaçlarının belli olmadığını kaydetti. Bu tabloda David Ignatius, “Suriyeli muhalifler paralarını zengin Suudiler, Kuveytliler ve Katarlılar’dan alıyor,”[15] notunu düşerken; Robert Fisk, bazı muhaliflerin Türkçe konuştuğunu açıkladı. ‘The Guardian’a göre de, Suriyeli isyancılar, yağma ve kavga yüzünden birbirlerine düşerken, Körfez ülkelerinden ve Türkiye’den para alabilmek için taburlara tarihi Osmanlı ya da Arap figürlerinin isimlerini veriyor. Gazeteye göre isyanın başından beri ele geçirilen askeri araçlar, silahlar isyancılar için çok önemli ancak ülkenin kuzeyinde iki haftayı aşkın bir süredir savaş yeni bir evreye girdi. Talan yaşamın yeni bir yolu oldu. İsyancı komutanlar toplantılarda yağmalayacakları lüks araçları, silahları listeliyorlar. Yağmalananlar arasında ilaç depoları okullar da var. Mal paylaşımı yüzünden isyancılar arasında çatışma çıkıyor. Örneğin Halep’te elleri kelepçelenmiş, kurşun yaralarıyla dolu cesedi El Bab kasabasında yolda bulunan isyancı komutan Abu Jameel, yağma kavgasında öldü. Halep askeri konseyinden Yüzbaşı Hüssam, Jameel’in çelik deposunun yağmasında çıkan kavgada öldürüldüğünü anlatarak “Yağma yüzünden çıkan bir kavgada öldürülmesi devrim için felaket. Çok üzücü. Halep’teki herşey yağmalandı” dedi. Gazeteye göre sırf Körfez krallıklarından ve Türkiye’den para almak için taburlara tarihi Arap ya da Osmanlı figürlerinin isimleri veriliyor. Suriye’de Fatih Sultan Mehmet Taburu adıyla bir birlik kurulmuştu. Ayrıca Abdülhamit, Fatih, Nurettin Zengi ve Selim isimli taburlar da var. 28 Aralık 2012’de ise Suriye’de bir grup Esad karşıtının yayınladıkları cihat videosunda Necmettin Erbakan Taburu’nu kurduklarını duyurdu. Göktürk Tüysüzoğlu’nun, “Suriye muhalefeti, sahada mücadele veren bütün kesimleri kucaklamadığı müddetçe bir ‘elit sosyalizasyonu projesi’ olmaktan öteye geçemeyecektir,” notunu düştüğü besleme “muhalefet” konusunda “Suriye üzerindeki emperyalist plan, bir süredir başlıca merkezler tarafından yetersiz ve amaca ulaşmayı zorlayan bir durumda görülüyordu. ABD Dışişleri Bakanı H. Clinton, Esad’ı devirme planını yürütebilmek için, muhalefetin derlenip toparlanması gerektiğine işaret etmişti.”[16] Doha bu yolda bir adım oldu. Katar’ın başkenti Doha’da toplanan Suriye muhalefeti, ‘Suriye Ulusal Koalisyonu’ adlı yeni bir çatı örgüt kurulması üzerinde anlaşmaya vardı. Katar’da ilan edilen, Sünni din adamı Ahmed Muaz el Hatib liderliğindeki yeni muhalif çatıyı Batı’da memnuniyetle karşılandı. Sami Kohen’in ifadesiyle, “Doha’da toplanan çeşitli Suriyeli muhalif gruplar, bir hafta boyunca yeniden yapılanmanın ve Esad rejimini devirmeye muktedir birleşik bir güç oluşturmanın yollarını aradılar. Aslında Suriye dışında faaliyet gösteren ve merkezi Türkiye’de kurulan bir muhalefet örgütü vardı. Ancak SUK gerçek anlamda tüm Suriyeli muhalifleri temsil edemedi ve etkili de olamadı. ABD Dışişleri Bakanı Hillary Clinton, tam seçimler arifesinde, beklenmedik bir çıkış yaparak SUK’un daha çok Suriye dışındaki muhaliflerden oluştuğunu söyledi ve onun yerine Suriye’deki çeşitli eğilimli muhalifleri de içine alacak yeni bir örgütlenmeye gidilmesini istedi. Bu açıklamanın peşinden Katar devreye girdi ve yeni bir muhalefet örgütü kurmaya yönelik ‘Suriye Ulusal Girişimi’ni başlattı. Açıkçası şimdiye kadar SUK’un arkasında duran Ankara için bu çıkış bir sürpriz oldu. ABD’nin bu manevrası ile inisiyatif Katar’ın eline geçti.”
“MEZHEP SAVAŞ(LAR)I”
Buraya kadar izaha gayret ettiklerimiz ekseninde Suriye krizinin en berbat mirası herkese sirayet eden mezhepçilik virüsü oldu. Kriz, Sünni dünyanın muteber alimi Yusuf el Karadavi’yi Beşşar Esad’a şükran duyan bir çizgiden onu destekleyen sivillerin dahi öldürülmesine cevaz verecek noktaya savurdu. 2009’da Esad’ı ziyaret edip Filistinlilere desteğinden dolayı “Beşşar Esad’a tebriklerimizi sunuyoruz” diyen Karadavi, 2 Aralık 2012’de ‘El Cezire’deki ‘Şeriat ve Hayat’ programında “Rejimi destekleyenleri hedef almak caiz mi” sorusuna şu fetvayı verdi: “Rejimin saflarında duran herkese karşı ayrım gözetmeksizin savaşmalıyız. Asker, sivil, alim, cahil kim olursa olsun, bu rejimi destekleyen herkes zalimdir. Rejim için geçerli olan hüküm onun için de geçerli. Rejim yanında savaşanlara karşı savaşılmalıdır. Rejimin yanında görünüp de öldürülenler içerisinde mazlum ya da masum biri varsa Allah ahirette ona hakkını verecektir.”[17] Evet, ulaşılan nokta budur! BM İnsan Hakları Komisyonu’nun Suriye’de işlenen savaş suçlarını araştırmak için kurduğu komisyonun başkanı Sergio Pinheiro, muhalif grupların Alevileri hedef alan saldırılar düzenlendiğine dair “güvenilir bulgular edindikleri” söyledi. Hıristiyanlar, Ermeniler, Dürziler gibi azınlık gruplarının rejime destek verdiğini vurgulayan Pinheiro “Muhalif güçler ve hükümet birlikleri arasındaki savaş ikinci yılına girmek üzereyken, çatışma giderek açık bir şekilde mezhepsel bir hâl alıyor,” dedi. Örneğin ‘The New York Times’, Ürdün’e sığınan Suriyelilerin kaldığı 25 bin kişilik Zatari kampındaki Sünni mültecilerin çocuklarıyla görüştü. David Kirkpatrick, Şiiliğin bir kolu olan ve Anadolu Aleviliği’yle önemli benzerlikler taşıyan Nusayri mezhebine mensup Esad ve rejimine yönelik tepkinin mezhepsel nefreti tetiklediğini belirtti. Ürdün’de bulunan mülteci kamplarındaki Sünni çocuklar Suriye’deki iç savaşın şiddet dolu hatıralarının yanısıra mezhepsel nefretini de taşıyorlar. Suriye’ye dönünce Nusayrileri öldüreceklerini söylüyorlar Nihayetinde Simon Adams’ın, “Birkaç ay önce, Alevilere yönelik bir katliam ihtimali, rejim propagandası sanılırdı. Şimdi ise gerçek bir olasılık var,” vurgusuyla betimlenmesi mümkün olan tabloya ilişkin olarak Kaan Dilek ekliyor: “Türkiye, Suriye’de batağa saplandı. Suriye’deki savaşı artık kimse sonlandıramaz. Biz de sonlandıramayız. Yapı bir türlü kırılmıyor. Suriye’deki iç savaş sürecek. Bu mezhep savaşı yıllarca sürebilir. On yıl da sürebilir… “Silahlı muhalefetin içinde Afganistan, Libya, Yemen ve Ürdün’den gelmiş El Kaide’yle ilişkili Cihadcı gruplar var. Biz bunlara destek verdik. Bunlar Hz. Zehra’nın türbesinin olduğu mahalleye girdiler, çocuk kadın Şiilerin hepsini astılar… “Türkiye, askerî önlemlerle bir an önce iktidar değişikliğini kotarmaya çalışıyor Suriye’de. Batı dünyası ise Türkiye’ye yeşil ışık yakmıyor. Çünkü Batı, Cihadcı grupların Esad’ı devirdikten sonra Suriye’de oluşacak fotoğraftan korkuyor…”
ROJEVA KÜRTLERİ
Patrick Seale’in, “Birçok Kürt, Suriye’de, Irak’ta, daha az bir ölçüde de İran ve Türkiye’de süren mevcut kargaşa nedeniyle kendi kaderini tayin etmek için çok iyi bir fırsat ele geçirdiklerine inanmaya başladı. Bölgenin haritası, gözlerimizin önünde yeniden çiziliyor olabilir,” saptamasına konu olan Ortadoğu’nun gidişatı ve Suriye’deki durum Batı Kürdistan, Rojeva Kürtleri için büyük bir imkân (ve tehdit)dir… T.“C”yi rahatsız ede Rojeva’da, “Suriye Kürtlerinin en etkili partisi Demokratik Birlik Partisi’nin (PYD) ‘Eş Genel Başkanı’ Salih Müslim; İstanbul Teknik Üniversitesi mezunu bir kimya mühendisi. 1977’de mezun olmuş. İTÜ’den kimya mühendisliği diploması aldığına göre, gayet akıcı bir Türkçe ve gayet iyi bir telaffuzla konuşmasında şaşılacak bir taraf yok gibi görünüyor. Ama o bunun ötesine geçerek, ‘Suriye’nin neresindensiniz’ anlamındaki ‘Nerelisiniz’ sorusuna Urfa cevabını yapıştırıyor. Yüzümdeki soru işareti ifadesini görmüş olmalı ki, ayrıntıya giriyor; ‘Kobani’ diyor. Kobani, yani Arapça adıyla ‘Ayn el-Arab’, Mürşitpınar sınır kapısının açıldığı yer. Suruç’un neredeyse tam karşısı… Urfa’da, sınırın Türkiye tarafında çok akrabaları olduğunu söylüyor. Çocukluğundan beri, Türkiye-Suriye ayrımını pek hissetmeden yaşamış, o demiryolunu sınır gibi görmemiş bir ahaliye mensup. Bu kısa diyalog bile, Türkiye ile Suriye Kürtlerinin iç içeliğinin göstergesi. Bir yandan da Türkiye’nin Kürt sorunu ile Suriye’deki gelişmelerin iç içe geçmeye başladığının bir işareti… PYD’nin PKK ile organik bağı olduğunu kabullenmiyor. Ama ‘İlhamımızı Sayın Öcalan’dan aldık ve alıyoruz’ demeyi de ihmal etmiyor. Salih Müslim’in kabullendiği tanım şu: Biz, Suriye’nin BDP’siyiz’...”[18] Bu hâl PYD konusunda Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu’na şunları dedirtiyor: “Biz Ortadoğu’da Kürtleri karşı taraf olarak görmeyiz. Irak’taki federalizm döneminde Kuzey Irak’la ilişkimiz daha da gelişti. İsteriz ki Kürtler Suriye’de de etkili rol oynasın. Federalizm mi adem-i merkeziyetçilik mi gelecekte buna siz karar vereceksiniz. Burada tek doğru görmediğimiz, daha seçilmiş bir Suriye parlamentosu yokken bu tarz kararların alınması ya da de facto bölgeler oluşturulması…” T.“C”nin itirazı, Rojeva’ya müdahaleyi de devreye soktu… Eski SUK lideri Burhan Galyun, “Suriye Kürdistan’ı ve Kürdistan diye bir yer yok!” derken; daha sonra İstanbul’daki toplantıda yeni liderlik için Burhan Galyun’dan boşalan başkanlık koltuğuna Kürt üye Abdulbasit Sida seçildi. Sonra da, “Suriye’de bir Kürt devletinin kurulması çok zor… Alevi devleti de... Kesintisiz bir Kürt varlığının olduğu bir coğrafyadan bahsetmiyoruz… PYD Suriye’de PKK olarak algılanıyor, yani ayrı bir örgüt ya da parti olarak görülmüyor. Suriye Kürtlerinde bile bu algı var. Ayrıca PYD hâlâ muhaliflere karşı tavır sergiliyor,” diyen SUK üyesi Halit Hoca, “ÖSO ve PYD çatışabilir” uyarısında bulundu. Ardından da Rasulayn’da, 19 Kasım 2012’de “Ö”SO ve Kürt gruplar arasında çatışmalara sahne oldu. Çatışmada 6 kişi öldü, en az 20 kişi yaralandı. PYD’ye göre, Kürtlerle çatışmayı Türkiye bağlantılı kişiler kışkırtmıştı. Salih Muslim olaylardan Türkiye’yi sorumlu tuttu.
SURİYE’NİN GELECEK(SİZLİĞ)İ
Suriye’nin gelecek(sizliğ)i bir alay müphem faktörü bağrından taşıyorken; her şey Esad’ın aleyhine de değil. Esad her türlü baskıya karşın kimi kartları elinde tutuyor. Bu bağlamda İstanbul Kültür Üniversitesi Öğretim Görevlisi Dr. Bora Bayraktar’ın “Suriye’de bugün asıl mesele Esad rejiminin ne olacağı değil. Artık asıl sorun, ardından gelecek yönetimin nasıl şekilleneceği,” saptaması da; Taha Akyol’un, “Esad uzun süre başta kalamaz. Bu belli. Sorun, Beşar’dan sonra ortaya nasıl bir Suriye’nin çıkacağıdır. Kan ve kin duygularıyla parçalara ayrılmış bir Suriye’de demokrasi ve istikrar kurulabilir mi?” sorusu da oldukça aceleci… “Nasıl” mı? Fehim Taştekin’in satırlarındaki üzere: “Suriye lideri Esad 6 Ocak 2013’de yine çıktı, konuştu, yol haritası verdi. Hâlbuki diktatörden kurtulmaya ramak kalmıştı! Ne güzel Türkiye’nin güzide gazeteleri Esad’a sığınacak yer de bulmuştu. Öyle bir hava estirildi ki herkes Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin’in 3 Aralık 2012’de İstanbul’da Esad’ı gözden çıkardığına, Suriye liderinin artık kaçacak yer aramaya başladığına inanmıştı! Akşam gazetesi 26 Aralık 2012’de Esad’ın Venezüella Devlet Başkanı Hugo Chávez’e mektup yazıp sığınma istediğini Türkiye’nin Caracas Büyükelçiliği’ne teyit ettirmişti. Yeni Şafak 30 Aralık’ta ‘Esma’nın yeri hazır’ manşetini atıp ‘Sığınacak ülke arayan Esad’ler için en uygun yer olarak Moskova yakınlarındaki jet sosyete beldesi Barvikha öne çıkıyor’ demişti. Kaynağı da New York Times’tı. Esad’a ömür biçen siyasi demeçler, köşe yazıları ve haberlerle dolu 21 ay geçirdik. Esad’a Lazkiye’de Alevi devleti kurdurtan analizlerden, sarayının bir köşesine ya da Lazkiye’de köyüne çekilip işi şahin kanada bıraktığı haberlerine kadar bir dizi komplo teorisiyle yatıp kalktık. Demek ki git deyince gitmiyor! Gerçeğe uyanma vakti. Öyle bir gerçek ki iç karartıyor: Coğrafya bölündü, halk da öyle. Bir yanda ‘Canımız feda ey Beşşar’ diyenler, diğer tarafta Esad’ın iktidarda olduğu her anı ‘büyük bir zulüm’ sayanlar.” Evet Abdülbari Atwan’ın, “Suriye muhalefetinin dışarıdan yardım almadan galip gelmesi zorken, aşırılıkçı gruplar çatışmanın derininde yatan mezhepçiliği harekete geçirme çabasında,”[19] diye tarif ettiği çatışma girdabındaki “Suriye’de kimse istediğini elde edemiyor. Ne Esad rejimi ne muhalifler ne ABD/ Türkiye/ Suudiler ne de Rusya/ İran. Ülkedeki manzara şu: 2.5 milyon kişi evini, kasabasını, kentini terk etmiş, ülke içinde ya da dışında mülteci durumunda. Kentler yerle bir olmuş, başta Halep’te olmak üzere birçok yerde tarihi eserler her iki tarafın eliyle yakılıp yıkılıyor. 1.5 yılda 20-30 bin arasında insan öldürüldü. Amerika her ne kadar bir adım atarak yeni muhalif oluşuma öncülük etmiş olsa da, seçim sonrasında beklendiği gibi pozisyonunu çok değiştirmiş değil. Devreye girdi ama hâlâ ‘arka koltuktan’ direktif veriyor. Katar bitmeyen petrol paralarıyla muhalefeti silahlandırıp Libya’da olduğu gibi Şam rejimini devirmek için direksiyona geçmeye çalışıyor. Türkiye ise 1.5 yıllık ‘yatırımından’ vazgeçmek niyetinde değil, rejimi devirmek için var gücüyle uğraşıyor ancak hesaplanmayan ‘yalnızlık’ artık Ankara’yı zorluyor. Rusya, İran rejime destek açısından geri adım atmıyor. Suriye için en iyi tarif satrançtaki pat durumu olabilir. Şimdi yeni kurulan yapıyla muhalifler son bir hamle peşinde…”[20] Bundan sonrasını tarihi yapan güçler belirleyecek; Yunus Emre’nin, “Giştan rastin ger ku tu rast bî, rastî nayê dîtin ger ku tu şaş bî/ Cümleler doğrudur sen doğru isen, doğruluk bulunmaz sen eğri isen,” deyişindeki üzere… 11 Ocak 2013 09:01:58, Ankara.
N O T L A R [1] Kaldıraç, No: 141, Mart 2013… 12 Ocak 2013 tarihinde Ankara’da düzenlen ‘Savaş-Suriye-Ortadoğu: Neler Oluyor? Ne Yapmalı?” başlıklı panelde yapılan konuşma… 30-31 Mart/ 1 Nisan 2013 tarihlerinde İstanbul’da düzenlenen Kıbrıs Kongresi’nde yapılan konuşma… [2] Nâzım Hikmet, “Alâmetler Suresi”. [3] Haluk Gerger, ABD, Ortadoğu, Türkiye, Yordam Kitap, 2012, s.21. [4] Reşid Hasan, “Arap Devrimleri, Denklemleri Değiştirmedi”, Düstur, 16 Ekim 2012. [5] Erol Manisalı, “Ortadoğu’daki Büyük Resim”, Cumhuriyet, 26 Kasım 2012, s.9. [6] Murat Yetkin, “Bölge Yeni Savaşlar, Yeni Sınırlar Eşiğinde”, Radikal, 24 Kasım 2012, s.12. [7] İslâm Özkan, “Suriye ‘Devrimi’ne Dair”, Evrensel Pazar, 25 Kasım 2012, s.9. [8] Fehim Taştekin, “Hula Faciasına Giden Yoldaki Fecaat”, Radikal, 2 Haziran 2012, s.27. [9] Patrick Cockburn, “Ufukta Uzun Savaş Var”, Counterpunch, 28 Mayıs 2012. [10] Ureyb Er Rentavi, “Yeni Suriye’ye Emirlik Gelebilir mi?”, Düstur, 11 Haziran 2012. [11] Fehim Taştekin, “ABD’nin Suriye’deki Yeni Oyunu Tutar mı?”, Radikal, 14 Aralık 2012, s.27. [12] Robert Fisk, “Cihattan Hapse Giden Yol”, The Independent, 2 Eylül 2012. [13] The Times, 14 Kasım 2012. [14] Ceren Kenar, “Suriye Ordusu Kimlerden Oluşuyor”, Taraf, 27 Ağustos 2012. [15] David Ignatius, “Suriyeli İsyancılar İçin Savaş Parasını Tek Potada Toplamak”, The Washington Post, 18 Ekim 2012. [16] Aydın Çubukçu, “Suriye İçin ‘Yeni Muhalefet Koalisyonu’…”, Evrensel, 14 Kasım 2012, s.11. [17] Fehim Taştekin, “2013’e Meşum Miras: Mezhebi Düşmanlık”, Radikal, 31 Aralık 2012, s.45. [18] Cengiz Çandar, “… ‘Suriye BDP’si’ ile...”, Radikal, 7 Aralık 2012, s.18. [19] Abdülbari Atwan, “Kofi Annan Hüsrana Uğradı”, The Guardian, 13 Mayıs 2012. [20] Mete Çubukçu, “Yıkılsın Bu Düzen!”, Radikal İki, 18 Kasım 2012, s.8.
Yorumlar