“İnsanı öldürmeyen şey onu güçlü kılar.” [1] XXI. yüzyılın ilk on yılını geride bıraktığımız güzergâhta en büyük soru(nu)muzun...
“İnsanı öldürmeyen
şey onu güçlü kılar.”[1]
XXI. yüzyılın ilk on yılını geride
bıraktığımız güzergâhta en büyük soru(nu)muzun insan(lık) hâline mündemiç
paradokslar olduğu kanısındayım…
Evet insan
olmak, kendini tanımak, gerçeklere yabancılaşmayıp, dünyayı değiştirmektir ya
da şairin dediği gibi, “Ne gelir elimizden insan olmaktan başka”; ama…
Bunun bir de
“Ama”sı var! Çünkü insan olmak, sanıldığı kadar kolay değildir; hatta çoğunlukla
unuttuğumuz şeydir…
Çözüm elbette insanda; ancak, “gerçekler”e sırt dönmemek,
onları görmezden gelmemek kaydıyla.
Zaten “Umutsuzluğa ve düş kırıklığına kapılmamak
için bunalım kaynaklarının derinliğini iyi bilmek gerekiyor. İnsan üzerinden
atlayıverip bunalımdan kurtulamaz, ancak o bunalıma karşı kararlı bir savaş
vererek ayakta kalabilir,” derken V. İ. Lenin’in de anımsattığı budur…
Giorgio
Agamben’in, “An, geçmiş ve geleceği hem birleştiren hem bölen saf bir sınırdır”[2] tarifindeki üzere geçmiş ve
geleceği birleştiren ve bölen anlarda sürekli olarak inşa edilen insan olmak
hâli, bir karardır.
Hem de
birçoğunun tüm yaşam(lar)ı boyunca üzerinde düşünmeye dahi çaba göstermediği
bir karardır.
Tıpkı Fernando
Pessoa’nun, “İnsan olmak kendini var etmesini bilmektir,” betimlemesindeki
üzere…
Örneğin 2005
yılında gösterime girmiş ‘V for Vendetta’ başlıklı filmde, iktidara başkaldıran
yüzü maskeli V, ahlâkını sorgulamaya kalkışanlara şu yanıtı verir: “… Bu
maskenin altında etten daha fazlası var. Bu maskenin altında bir fikir var! Ve
fikirler kurşungeçirmez. Bütün bunları insan olmak adına yapıyorum, daha
fazlasını da yapabilirim…”
Bu böyle
olmasına böyle de, bunu yapabilen kaç kişi var hâlâ yerkürede?
YERKÜREDEN BİR KAÇ ÖRNEK
Hâlâ; hem de
en “ama”sız, “fakat”sızından Karl
Marx’ın, “Demek ki, hatta işçi için en elverişli olan toplum durumunda bile,
işçi için zorunlu sonuç, aşırı çalışma ve zamansız ölüm, makine düzeyine, kendi
karşısında tehlikeli bir biçimde biriken sermayenin kölesi düzeyine düşürülme,
rekabetin yeniden canlanması, işçilerden bir bölümünün açlıktan ölmesi ya da
dilenciliğidir,”[3] diye betimlediği
esaret koordinatlarında yaş(atıl)ıyoruz…
Bu da dev bir yabancılaşma hâlinin yatay ve
dikey gelişmesi anlamına geliyor…
Basit bir
örnek: İngiltere’deki ‘Future Foundation’ stratejik danışmanlık vakfının
araştırmasına göre, 16-34 yaş grubundakilerin neredeyse yarısı mesajlarını
akıllı telefon, dizüstü bilgisayar veya tablet bilgisayarları aracılığıyla
yatakta okuyor ve yanıt veriyor.
Uzmanlar bu
verileri, “Gençlerin çoğu sevişeceklerine veya dinlenip uyuyacaklarına
e-postalarını okuyorlar, internette sörf yapıyorlar. Bu, yatak zamanının eskisi
gibi dinlenilen bir zaman dilimi olmadığına işaret ediyor,” biçiminde
yorumlarlarken hiçte haksız değiller…
Kolay mı? Bulgaristan
Cumhurbaşkanı Rosen Plevneliev’in, ülkede giderek artan toplumsal huzursuzluğu
ele almak amacıyla dini liderlerle bir araya gelip, dini liderden intihar
olaylarının durdurulması için toplu dua edilmesini isteyerek, “İnanç ve
dinlerimiz bizleri yüzyıllar boyunca millet olarak korumayı başardı. Bu zor
günlerde yine bunu hatırlayıp dinimize sığınmalıyız. Olup bitenlerden ders
alarak yalnız, umutsuz kalan insanlarımıza destek vermeliyiz,” diyebildiği bir
dünyada yaş(atıl)ıyoruz…
Bunun müsebbibi, elbette daha çok sömürü ve
kâr için şiddeti ve yıkımı örgütleyen sürdürülemez kapitalizmdir…
Bir örnek bile
yeter: Çocuk suçlu sayısının hızla artış gösterdiği ABD’nin Oregon eyaletinde
yedi ve 11 yaşlarındaki iki çocuk, kilisenin bahçesinde park hâlinde olan Amy
Garrett adındaki 22 yaşındaki kadının aracına silah göstererek el koymaya
çalıştı.
Portland
şehrinde, Freedom Foursquare Kilisesi’nin bahçesinde anne-babasını beklerken,
kendisine yaklaşan çocukların “ya aracını ver ya da beynini dağıtırız” dediğini
belirten Garrett, silahın gerçek olduğuna başta inanamadığını söyledi. Aracı
alamayacaklarını anlayan çocukların bu sefer cüzdanını ve cep telefonunu
istedi.
ABD’de
devletin yayımladığı istatistiki verilere göre aşağı yukarı 75 milyon çocuk
suçlu var. 2000’de 72.5 milyon, 2009’da 74.5 milyon olan çocuk suçlu sayısının
2015’e kadar artış göstereceği öngörülüyor. Federal Kuruluşlararası Çocuk ve
Aile İstatistikleri’nin raporuna göre, bu rakam 2050’ye kadar 101.6 milyona
ulaşacak…
İşte kapitalizmin yarattığı tablo…
“DEĞİŞME”YİP, “DÖNÜŞTÜRÜLEN”LERİN
TÜRKİYE’Sİ
12 Eylül 1980
darbesi ile konuşma ve yazı dilimizde, “değişim” ve “dönüşüm/ başkalaşım”
sözcükleri birbirinin yerine kullanılmaya başlandı.
Örneğin
epeydir görmediğiniz biriyle karşılaştığımızda, farklılaşmasından ötürü
şaşkınlığınızı/ tedirginliğinizi belirttiğiniz zaman, “Ama ben değiştim...”
yanıtını alır oldunuz…
Ancak onların
“değişim” dedikleri şey vazgeçen/ boşveren bir başkalaşımdı…
Çünkü
“değişim”, en geç Herakleitos’tan bu yana bilinegelen doğal bir süreç; ne aynı
akarsuya iki kez girilebilir ne de oluşumunu tamamlamış bir karakter onu
taşıyanın ölümüne kadar hiçbir koşuldan ve durumdan etkilenmeksizin aynı
kalabilir.
Lakin değişim
başka, asla başkalaşım/dönüşüm başkadır!
“Ama ben
değiştim...” maskesini takıp gerçekte bütünüyle dönüşmenin, başka deyişle
edinilmiş kimlikleri peş peşe terk edip bambaşka kimliklere bürünmenin ve
eskilerini bütün geçmişleriyle birlikte yadsımanınsa kendini değişimlere açık
tutmayla, erdemlilikle özdeş bir tutarlılığını koruma kaygısıyla hiçbir
ilintisi yoktur.
Böylesi, ancak
dönüşüm diye adlandırılabilir ve özgür iradeyle gerçekleştirilen böylesine
köklü bir başkalaşım, ancak her devrin adamı olabilme tutkusuyla, ne pahasına
olursa olsun hep vitrinlerde kalabilme çabasıyla, insan olmayı bir çırpıda feda
etmeyle eşanlamlıdır.
“Değişme”yip,
“dönüş(türül)en/ başkalaş(tırıl)an” Türk(iye) insan(sızlık)ının karşımıza
diktiği vahim karelere gelince, işte bir kaçı!
i) Bursa’da
“bu kadar da olmaz” dedirten bir olay yaşandı. Bir kişi, ördeğe tecavüz ettiği
iddiasıyla gözaltına alındı. Uludağ Üniversitesi Veterinerlik Fakültesi’ne
götürülen ördeğin deformasyona uğradığı belirtilirken, durumunun ağır olduğu
öğrenildi![4]
ii)
Vatandaşlara cennetten yer vereceklerini söyleyerek 6 milyon lira dolandıran 6
kişi gözaltına alındı. Antalya, Hatay, Kırıkkale, Çankırı ve Ankara’da
vatandaşları cennetten yer vereceklerini söyleyerek dolandırdığı öne sürülen
3’ü kadın 6 kişi gözaltına alındı![5]
iii) Konya’da
25 yaşındaki Bilal İbiş, arkadaşıyla durakta otobüs beklerken “Neden küpe
takıyorsun” diyerek kendisine sataşan 5 kişilik grup tarafından kulağından
yaralandı![6]
Türk(iye) insan(sızlık)ı öylesine vahimdir
ki kundaktaki bebeleri dahi katledebilir!
iv) Muğla’nın
Milas İlçesi’nde, sancı şikâyetiyle hastaneye başvuran Van Yüzüncü Yıl
Üniversitesi İlahiyat Fakültesi öğrencisi 19 yaşındaki Ü.A. tuvalette dünyaya
getirdiği erkek bebeği çöpe attı. Bebek çöpte ölü bulundu![7]
v) Kayseri’de
üniversiteli iki gencin ilişkisinden doğan erkek bebek, bir çöp kutusunda
öldürülmüş olarak bulundu. Yeni doğmuş erkek bebek cesedinin, üniversiteli iki
gencin ilişkisinden dünyaya geldiği, bebeği baba 20 yaşındaki U.Ç.Ü.’nün
boğarak öldürdüğü iddia edildi![8]
vi) Denizli’de
15 Mayıs 2012 gecesi evinde ölü bulunan 4 yaşındaki Kenan Durmaz’ın cesedine
yapılan otopside, iple boğularak öldürüldüğü belirlendi. Polis, cinayet şüpheli
olarak, ortadan kaybolan baba 32 yaşındaki Hasan Durmaz’ı gözaltına aldı![9]
vi) Samsun’un
Vezirköprü ilçesinde sulama amaçlı kullanılan havuzda 1 haftalık bir kız bebeği
cesedi bulundu. Bebeğin kadın çorabıyla boğularak öldürüldüğü belirtildi![10]
vii) Çorum’da
13 Şubat’ta eşi Yeşim B. ile tartışan baba Ahmet B. 8 aylık oğlu Ali B.’yi
hırpalayarak annesinin üzerine fırlattı. Küçük çocuk bu sırada yere düştü.
Hastaneye kaldırılan minik Ali kurtarılamadı![11]
‘Türkiye Çocuk ve Genç Sağlığı’ Genel
sekreteri Doç. Dr. Senem Başgül, çocukların gün geçtikçe ruhsal sorunlarının
arttığını belirterek, yapılan araştırmalara göre, 2011 yılında 85 bin çocuğun
suç işlediğini, 25 bin çocuk hakkında adli işlem yapıldığını ve 18 bin çocuğun
cinsel istismara uğradığının söylendiği[12]
Türk(iye) insan(sızlık)ı, sadece
bebelerini katletmekle kalmıyor, çocuklarını cinsel istismara maruz bırakıyor…
İşte
örnekleri…
viii)
Ankara’da 13 yaşındaki öz kızına defalarca “cinsel istismar”da bulunan baba, 30
yıl ağır hapis cezasına çarptırıldı![13]
ix) Fethiye’de
Eşen beldesine bağlı Çaltıözü Köyü İlköğretim Okulu 6. sınıf öğrencisi K.T
(14), babası C.T, amcası S.T, amcasının oğlu K.T. ve dayısı B.M’nin 2011’in
şubat ayından beri kendisine tecavüz ettiğini iddia ederek durumu rehber
öğretmenine anlattı![14]
x) Konya’da
ailesiyle birlikte oturan 10 yaşındaki S.E’nin, Alanya Devlet Hastanesi’nde
yapılan kontrollerde tecavüze uğradığı tespit edildi. Annesi ile birlikte
ifadesi alınan S.E, amcası B.E’nin portakal bahçesinde kendisine tecavüz
ettiğini söyledi![15]
xi)
Antalya’nın Kepez ilçesindeki bir ortaokulda okuyan T.S, okulda
rahatsızlanmasının ardından tedavi için gittiği doktorda dedesinin, 3 yıl önce
kendisiyle amcasının kızı S.S’ye porno içerikli film izleterek taciz ettiğini
öne sürdü![16]
Türk(iye) insan(sızlık)ı artık sınır
tanımayan bir tecavüzde somutlanmaktadır…
xii)
Afyonkarahisar’ın Sahipata Mahallesi’nde birlikte alkol alan Ramazan U., Gökhan
A. ve Ahmet G., rastgele bir evin kapısını çaldı. Kapının açılmasıyla içeriye
zorla giren şüpheliler, ev sahibi 50 yaşlarındaki S.A isimli kadın ile evde
misafir olarak bulunan Z.D. ve Z.D.’nin 16 yaşındaki kızı Ş.D’ye tecavüz etti![17]
xiii)
Tekirdağ’ın Çorlu İlçesi’nde görme ve zihinsel engelli 16 yaşındaki kız N.K.
ile 20 yaşındaki ağabeyi S.K.’ya tecavüz ettikleri iddiasıyla 5 kişi gözaltına
alındı. Sağlık kontrolünde tecavüz bulgusuna rastlanan küçük kız, savcılık
talimatıyla koruma altına alındı![18]
xiv) Batman
Engelsiz Yaşam Bakım Rehabilitasyon ve Aile Danışma Merkezi’nde kalan yüzde 30
zihinsel engelli Y.B (19) adlı genç kız, merkez yöneticilerine giderek,
hizmetli S.Y’nin (35) kendisine tecavüz ettiğini anlattı. Bu arada merkezde G.E
(18) adlı kızın da aynı kişinin cinsel tacizine uğradığı ortaya çıktı![19]
Türk(iye) insan(sızlık)ı, kaçınılmaz olarak
da cinayet ve şiddetin “olağanlaş(tırıl)ması”dır…
xv) Ceyhan’da,
vücudunda morluklar, sigara yanıkları ve kesikler bulunan 6 yaşlarında bir
çocuk geceyarısı 02.00’de karakola sığındı. Hastaneye kaldırılarak tedavi
altına alınan çocuk, İl Sosyal Hizmetler Müdürlüğü Adana Sevgi Evleri’ne
yerleştirilecek. Yalnızca isminin “Ali” olduğunu söyleyebilen ve korktuğu
anlaşılan çocuğun “seni kim dövdü?” sorusuna “ağabeyim” yanıtı verebildi![20]
xvi)
Antalya’da emekli güvenlik görevlisi Aliseydi Aşan (50), kasiyerlik yapan eşi
Hüsne Aşan’ı (44) döverken uyguladığı şiddeti, sevgilisi Z.İ.’ye (18) görüntülü
3G sistemiyle cep telefonundan izletti. Hüsne Aşan’ın avukatı, Aliseydi Aşan’ın
sevgilisi olan Z.İ.’nin de cezalandırılmasını istediklerini belirterek,
“Şiddeti canlı izleyip ‘Az dövüyorsun, daha çok vur’ diyerek tezahüratta
bulunduğu için azmettiricidir” dedi![21]
xvii)
Sakarya’da daha 16 yaşında teyzesinin oğlu ile evlendirilen S.B.’nin
yaşadıkları kan dondurdu. Eşi tarafından pense ile işkenceye uğrayan S.B.’yi
kayınvalidesi de kızgın demir parçasıyla dağladı. S.B. kayınpederi tarafından
tecavüze uğradığını söyledi![22]
xviii)
Ankara’da 5 kuzenden oluşan gasp çetesi bir eşcinsele tecavüz ettikten sonra
parasını gasp etti. Kaçırdıkları bir kuyumcudan işkenceyle işyerinin anahtarını
alıp soymaya kalktılar. Yine aynı çete, kaçırdıkları bir çifti eve kapatıp 4
gün tecavüz etti![23]
xix)
Antalya’da borcunu ödemediği iddiasıyla ormana kaçırılıp dövülen ve şişeye
oturtulan H.S.’nin (46), kendisini şişeye oturtanlara karşı açtığı 500 bin
liralık tazminat davasında, sanıklardan Zeki A.’nın avukatı Güven Özata
savunmasında, mağdur H.S.’yi ‘fırsatçılık ve onursuzluk’la suçladı![24]
SÜRDÜRÜLEMEZ KAPİTALİST EKONOMİ-POLİTİĞİN
DİA’SI!
Milan
Kundera’nın, “İnsana nereden vurursan, neyini yasaklarsan, o onun kimliği
olur,” sözünün altını çizerek örnekleri noktalayalım. Ancak vurgulanması
gereken şu: Varolan tablo sürdürülemez kapitalist ekonomi-politikle doğrudan
ilintili olup, DİA’lar (Devletin İdeolojik Aygıtları) ile de ilişkilidir…
Okuldan, cami
ve medyaya; DİA’lar deyip geçmeyin sakın ola!
Umberto
Eco’nun, “İletiyi ve onun ideolojisini kim üretmiştir?”[25]
sorusunun tüm hayatiyetiyle karşımıza dikildiği verili tabloda; hemen her şey
V. İ. Lenin’in ifade etiği gibidir:
“Bütün
dünyada, nerede kapitalist varsa orada basın özgürlüğü; gazete satın alma
özgürlüğü, yazar satın alma özgürlüğü, rüşvet, halkın görüşünü satın alma ve
burjuvazinin yararına saptırma özgürlüğü anlamına gelir…”
Gerçekten de
bireysel, yerel ve küresel olaylar ve gelişmeler arasındaki etkileşimi bir
bütün olarak tahlil etmediğimiz zaman hiçbir şey anlaşılmaz. Her şey boşlukta
kalır…
Her gün
televizyon kanallarında, gazete sayfalarında tartışılan gıda sorununun
gerisinde sağlık sektörü ile sanayinin çıkar kavgaları vardır. İdealist bilim
insanları ellerinden geleni yapmaya çalışsalar da “sistem kendi gücünü fiilen
egemen kılar”. Sonuçta işler, iş işten geçtikten sonra anlaşılır hâle gelir.
Birey
harcamalarında kendisini bağımsız sanır, bu tamamen yanlıştır, başkalarının
çizdiği kulvarda koşmak zorundadır.
Reklamlarla, yaratılan
biyolojik ve psikolojik bağımlılıklarla elleri ve ayakları değilse bile “kafası
kelepçelenmiştir”. Birey yine de kendini bağımsız sanır ve avunur; Çünkü
“mutluluk kriterleri bile belirlenmiştir”... Çikolata yemek ya da dizi
seyretmek gibi!
Çevreyi,
doğayı, atmosferi başkası kirletir ama biz “üretilen kirli ortamı soluyarak”
zarar görürüz.
Birey
kendisini özgür sanır ancak öyle değildir. Tüketim konusundaki bilinçaltı
koşullandırmalar gibi, düşünce alanında da koşullandırmalar yaşanır hâle gelir.
Birey aslında özgür değildir; farkında olmadan bir “özgürlük oyunu” oynamaya
başlar; kendi dünyasında, kafasındadır bu…
Olayların
bütüncül algılanarak değerlendirilmesi bilimsel ve teknik bir durumdur. Aynen
hava kirliliğinin sağlığımız üzerindeki etkileri gibi. Küresel ve toplumsal
gelişmelerin, birey olarak kendimiz üzerindeki etkilerini bir bütün olarak
görmek zorundayız.
Ama nerede?
İnsan olmaktan
uzaklaşan “insan(cık)lar”, edilgen depresif-melankoliklere tahvil ediliyorlar.
Bu noktada
“Her koşula uyum sağlayabilen çalışanlar arayan kapitalizm, bu kriterleri
doldurmayanı hasta olarak düzenin dışına itmekte bir beis görmüyor,” vurgusuyla
ekliyor Alper Hasanoğlu:
“Bizim
çağımızın hastalığıysa depresyondur… 60’lardan itibaren depresyon tanısı koymak
için uzun uzun hastayla görüşmek de gereksiz olmaya başladı…12 saat çalıştıktan
ve trafikte bir iki saat daha geçirdikten sonra evde eşinin bezgin suratını
görüp çocuğuyla vakit geçirmeye kendini zorluyor, bundan bile keyif alamıyorsa;
artık depresyon tanısı koymak için psikiyatr bile olmaya gerek yok…”
Evet sürdürülemez kapitalist
ekonomi-politiğin ideolojik aygıtı, insan olmak fiilli/ duruşu yerine edilgen
depresif-melankoliği ikame ediyor!
Soru(n) tam da buradadır! Gerçekler ile
Jean-Paul Sartre’ın, “Sözcükler mermi sürülmüş tabanca gibidir,” diye tarif
ettiği sözcükler önemini kaybediyor!
Tıpkı insan olmak sözü ve fiili gibi…
İNSAN OLMAK
İnsan olmak; ‘Cesur Yürek’ filminde William
Wallece’ın haykırdığı üzeredir: “Herkes ölür ama herkes gerçekten yaşamaz!”
İnsan
yaşadıkları, okudukları kadar değil, yaşadıklarından, okuduklarından
öğrendikleri ve bunu fiili dönüştürdüğü kadar insandır!...
İnsan olmak,
“Başkasının suratında patlayan tokadı, kendi yüzünde hissetmektir”
İnsan olmak,
baktığını görmektir, duymak ve anlamaktır...
Yüreğinin
sesini duyabilmektir, duyurabilmektir...
Hesaplı değil,
vicdanlı ve dürüst olmaktır. Çünkü insan olmanın en başat özelliği vicdanken;
vicdanını köreltmemektir…
Sevmektir...
Gülebilmektir...
Çünkü insan
olmak, fark etmekle başlar…
Vicdan sahibi
olmak, aşkın kıymetini bilmektir; taraf olmaktır mutlaka.
Cesaret
göstererek insan olunabilir…
Vicdan, önemli
bir işe yarar: İnsanı insan yapar…
Gülümsemeyi
unutmadan, “Bu dünyada insan olmak bana hüzün veriyor,” diyebilmektir.
Özlemektir; geçmişi,
geleceği, geride bırakılanları, sevgiliyi, kaybedilenleri; onların özlemiyle
kavrulmaktır.
Ölmeyecek gibi
yaşamaktır, umut etmektir, beklemektir.
İçi içine
sığmayan cüretkâr ütopyaları taşırken, taşmak, aşkınlaşmaktır…
Çoğalmaktır
insan(lık)la, coşkulu birleşmelerle…
“Ben”le
başlayan cümleler kurmadan konuşabilmektir.
Cana can
katmaktır...
İnsan olmak
gerçeği aramak, genelgeçer doğruları sorgulamak, dünyayı, varlıkları ve hayatı
kavramsallaştırarak anlama çabasıdır.
Bu çabayı önce
kendi üzerinde gösterir insan olma çabasındaki kişi. Bu ise oldukça zorlu bir
mücadeledir.
Şair Özdemir
Asaf bu mücadeleyi tek bir dörtlük sembolleştirir:
“dün sabaha
karşı kendimle konuştum,/ ben hep kendime çıkan bir yokuştum./ yokuşun başında
bir düşman vardı,/ onu vurmaya gittim kendimle vuruştum.”
Evet herkesin
harcı değildir insan olabilmek. Sevdin mi kocaman seveceksin. Aşık oldun mu,
hiç ama hiç öyle böyle demeden aşık olacaksın.
İnce fikirli,
kendine, sevdiklerine, sevenlerine karşı sorumlu, komplekssiz, kadir kıymet
bilen, iyiliği asla unutmayan, kötülüğe boyun eğmeyen, çatal yürek civan mert
olacaksın.
Ki “zor
zanaattır” denen hayatı, hakkını vererek, dibine kadar yaşayabilesin.
Özetin özeti: “İnsan doğmuş olmak, insan
olmak için yeterli midir?” sorusuna “Hayır” yanıtını verip, “Ne mutlu insanım
diyene,” haykırışını eklemektir…
Ya da en doğrusu, Georges
Cogniot’nun ifadesiyle “Georges Politzer Gülüşü”yle kapitalist dünyaya medyan
okumaktır:
“Sık sık şöyle denir: Georges Politzer her
şeyden önce Gülüştür. Meydan okumanın Gülüşü; başkaldırmanın değil, devrimcinin
Gülüşü; anarşistin değil, tarihin mahkûmiyet hükmünden kurtulmak için eski
dünyanın güçleriyle açıkça alay eden Marksistin Gülüşü. Zincirler içinde,
Pucheu’nün karşısında, Gestapo’nun işkenceleri içinde bile, galip gelenin
Gülüşü; infaz mangasının karşısında, galip gelenin Gülüşü…”[26]
28 Mayıs 2013 11:31:02, Ankara.
N O T L A R
[*] Patika,
Kültür-Sanat-Edebiyat Dergisi, No:82, Temmuz-Ağustos-Eylül 2013…
[1]
Friedrich Nietzsche.
[2]
Giorgio Agamben, Çocukluk ve Tarih, çev: Betül Parlak, Kanat Kitap, 2010.
[3] Karl
Marx, 1844 Felsefe El Yazmaları-Ekonomi Politik ve Felsefe, Çev: Kenan Somer,
Sol Yay., Nisan 2011.
[4] Uğur
Uslubaş, “Bursa’da ‘Bu Kadar da Olmaz’ Dedirten Bir Olay Yaşandı: Ördeğe
Tecavüz!”, Habertürk, 13 Eylül 2012.
[5] “Cennetten
Satılık Arsa!”, Habertürk, 5 Mart 2012.
[6] Barış
Yaman, “Küpe Taktı Diye Kulağından Yaralandı”, Cumhuriyet, 18 Nisan 2012, s.3.
[7] “Doğurduğu
Bebeği Çöpe Attı”, ntvmsnbc, 28 Şubat 2013.
[8] “Anne
Doğurdu Babası Boğdu”, Milliyet, 29 Eylül 2012, s.6.
[9] “Canavar
Baba”, Milliyet, 17 Mayıs 2012, s.3.
[10] Suat
Pala, “1 Haftalık Bebeği Çorapla Boğdular”, Milliyet, 12 Mart 2012, s.3.
[11] “Babasının
Yere Fırlattığı Küçük Ali Öldü”, Cumhuriyet, 23 Şubat 2012, s.3.
[12] “Devlet
Öldürürse Birey de Öldürür”, Evrensel, 9 Ekim 2012, s.2.
[13] Alican
Uludağ, “… ‘El Birliğiyle’ İstismar...”, Cumhuriyet, 25 Eylül 2012, s.3.
[14] Özcan
Özgür, “Fethiye’de Tüyler Ürperten İddia”, Cumhuriyet, 23 Şubat 2012, s.3.
[15] “Erkek
Yeğenine Tecavüz Etti”, Cumhuriyet, 6 Şubat 2012, s.3.
[16] “İki
Utanç Haberi”, Cumhuriyet, 30 Kasım 2012, s.3.
[17] Ömer
Mazi, “Afyon’da Tecavüz Dehşeti”, Hürriyet, 23 Ocak 2013.
[18] “Engelli
Kız ve Ağabeyine Tecavüz”, Hürriyet, 24 Nisan 2013.
[19] Civan
Değer, “Engellilere Tecavüz”, Cumhuriyet, 27 Nisan 2012, s.3.
[20]
Savaş Kürklü, “Karakola Sığındı”, Cumhuriyet, 7 Nisan 2012, s.3.
[21]
Teslime Tosun, “Evdeki Şiddeti, 3G’yle Sevgilisine İzletti”, Milliyet, 15 Nisan
2012, s.8.
[22] “16
Yaşındaki Geline Aile Boyu İşkence!”, Milliyet, 15 Mart 2012, s.7.
[23]
Sertaç Koç, “Dehşet Çetesi”, Milliyet, 31 Mart 2012, s.3.
[24]
Teslime Tosun, “Şişeli İşkenceye Vicdansız Savunma”, Milliyet, 14 Şubat 2012,
s.5.
[25]
Umberto Eco, Günlük Yaşamdan Sanata, Çev: Kemal Akatay, Can Yay., 2012.
[26]
Georges Cogniot, “Georges Politzer: Marksistin Gülüşü”, elestirelpsikoloji.org
Yorumlar