“Bitmeyen söylentiler, söylenti olmaktan çıkar.” [1] Cemaat-AKP “kapışması”nın ayyuka çıkıp, sağır sultanın bile bilgisine d...
“Bitmeyen söylentiler,
söylenti olmaktan çıkar.”[1]
Cemaat-AKP “kapışması”nın ayyuka çıkıp, sağır sultanın bile
bilgisine dahil olmasıyla kimileri “Ne oluyor?” şaşkınlığıyla sarsıldı…
Aslında şaşırtıcı hiçbir şey yoktu.
Bir “ittifak”ın sonuna gelinmişti. Tabir-i caiz ise
bagajlar boşaltılıyordu.
Öncelikle şunu belirtelim: Hiçbir ittifak “sonsuz”
değildir; her ittifakın bir ömrü, miyadı olduğu gibi Cemaat-AKP beraberliğinin
de bir sınırı vardı.
Şimdi o sınırlardayız!
Neden mi?
Türkiye’de (uluslararası sermayenin de bilgi ve etkisi
dahilinde) yeniden yapılanan sermaye “eski(yen) statüko”nun yerine (Anadolu
Kaplanları destekli) Cemaat-AKP beraberliğini ikame ettiğinde (liberalleri çok “heyecanlandıran”!?)
“yeni” devreye sokuluyordu.
Tam bu noktada Fethullah Hocalı Cemaat ile Tayyip
Erdoğan’lı AKP, “pasif devrim” yapan “demokrat”lar(!?) ilan ediliveriyordu.
Oysa olup biten (liberallerin de “Yetmez ama
evet” çığırtkanlığıyla taraf olduğu[2]) sermayenin yeniden yapılanmasıydı; hepsi
bu…
SERMAYE
-YENİDEN- YAPILANIRKEN
Jenny White’ın, “Yeni Türk kimliği Müslüman
milliyetçiliğidir ve İslâmi burjuvazi inşa eder,” derken “Osmanlı modeli
azınlıklara çerçeve sunmuyor,”[3] notunu düştüğü “yeni(lenen)” sermaye
güzergâhında Fuat Keyman da “AKP eliyle gerçekleştirilmeye çalışılan
Türkiye’nin yeniden inşasıyla yaşadığı dönüşüme”[4] dikkat çekiyordu.
Bu bir alt üst oluş; fragmantasyon +
polarizasyondu ki, kaçınılmaz olarak da iktidar kontrolü bağlamında
otoriterliği devreye sokmakla mükellefti.
Ancak her siyasi temerküz, o siyaset
bileşenleri arasındaki ittifakı da sarsmaktan kaçınamaz…
Tam da bunun için ‘The Financial Times’
yazarı Dan Dombey’in, “Eski ittifaklar çözülüyor. Erdoğan Gülen hareketiyle
ters düşmüş durumda. Kürtlerle görüşmeler gerginliği daha da artırıyor”; Ergin
Yıldızoğlu’nun, “Her ‘şey’ darbe her ‘şey’ paralel,” notunu düştükleri kapışma
ufkuna ulaşılması şaşırtıcı olamazdı ve değildir de…
Kaldı ki bu hâlin verileri, hadi emareleri/sinyalleri
diyelim, önceden de ayan beyan
ortadaydı.
“Erdoğan-Cemaat kavgası”na dikkat çeken
Mehmet Bekaroğlu, “AKP projesinin sonuna gelindi.” “Cemaat, Erdoğan sonrası
AKP’nin planlarını yapıyor,” derken; Özgür Mumcu da ekliyordu: “Kavga
kızgınlaştıkça kavganın tarafları kendi iktidarlarının kodlarını da
alenileştiriyor. AKP ve cemaat arasındaki kavga kısa sürede biteceğe
benzemiyor. Muhafazakâr camiada tarafların belirlendiği bir dönemdeyiz. (…) Askeriyenin
ve yargının üzerinde kurduğu baskıdan büyük ölçüde kurtulan AKP, cemaatin emniyet
ve yargı eliyle elde ettiği gücü de tasfiye etmek amacında. Beklenmedik
gelişmeler olmazsa da bu tasfiyeyi gerçekleştirecek kudret ve imkâna sahip…”
Elbette bu ayrışmada Gezi/ Haziran
Ayaklanması faktörü de hızlandırıcı/ tetikleyici bir rol oynadı.
Yani Yrd. Doç. Erhan Keleşoğlu’nun, “AKP
üzerinde Gezi’nin etkisinin derin olduğunu”; Kadri Gürsel’in de, “Gezi Parkı
direnişi ve tetiklediği dinamikler, Erdoğan ve partisine gücünün sınırlarını
gösterdi. Erdoğan iktidarı 31 Mayıs’ta kendi çan eğrisinin zirvesindeydi;
ülkeyi yönetememesindeki vahametin büyüklüğü ile düşüşünün hızı doğru orantılı
olacaktır,” ifadeleri boşuna değildir.
Tüm bunlar Milli Görüş kökenli İslâmi muhafazakârlığın
neo-liberal AKP’sini daha da otoriterleştirdi.
‘The Economist’in, “Başbakan Erdoğan’ın
Türkiye’nin yeni cumhurbaşkanı olmaya fazla odakladığı” ve “otoriter eğiliminin
giderek arttığı”nı yazdığı; Vahap Coşkun’un, “AKP, bir lider partisi ve bu
partide Erdoğan’ın dışında toplumda karşılığı olan bir politik aktör yok,”
notunu düştüğü tabloda; Yüksel Taşkın da uyarıyordu: “Parti içinde… biat
kültürünü yaratanlar, AKP’nin hızla parçalanmasına yol açacak”!
“Biat kültürü”, “teklik dayatması” geri
dönülmez biçimde Cemaat-AKP “kapışması”nı
görünür kılıacaktı.
DEVLETÇİ
AKP
Sisteme hâkim oldukça, ondan nemalanan ve
yeni zenginlerini yaratan AKP’nin devletçileşmesi kaçınılmazdı ve böyle de
oldu.
Cengiz Çandar’ın, “… ‘Muhafazakâr demokrat’
değil kaba ‘devletçi’…”; Mehmet Kamış’ın, “AKP, yeni devletin resmî partisi mi
oldu?” eleştirilerini devreye sokan bu hâle; “Başbakan Erdoğan’ın ölümüne
arkasındayız… Biatsa biat, itaatsa itaat, ölümüne arkasında duruyoruz. Evet biz
biatcıyız,” diyen AKP Adıyaman Milletvekili Mehmet Metiner “N milliyetçi ne de
devletçi değiliz,” yanıtını verse de; bu asla inandırıcı değildir…
Giderek devletçileşen AKP gerçeği, Şaban
İba’nın ifadesiyle “… ‘Sessiz devrim’ safsatası”nı yerle yeksan etmiştir ki, bu
da Abdüllatif Şener’in çok önceleri, “Büyü bozulur AKP gider” diye ifade ettiği
koordinatlara ulaşılmasına kapı açmıştır…
Çünkü AKP yolsuzlukları artık inkâr
edilebilir olmaktan çıkmıştır.
Diktatoryal gücün yolsuzluklara eşitlendiği
tabloda mesela ‘Usta’nın Hikâyesi’nde Başbakan Erdoğan’a “Nasıl zengin oldunuz?”
sorusu sorulmadı
Başbakan’ın öğrencilik yıllarında -misal!-
simit sattığı, su sattığı, hatta sınıf arkadaşlarına Sirkeci’den aldığı “kartpostal”
sattığı bol bol anlatıldı da; ilaç olsun diye şu soru mesela hiç yöneltilmedi:
“Bu kadar dar ekonomik imkânlardan geldiniz,
nasıl bu kadar zengin oldunuz ve dünyanın nasıl en zengin başbakanları arasına
girdiniz?”
VE -ALENİ- KAVGA!
Böylesi bir tabloda, çok önceleri çekilmiş
silahların tetiği dershaneler ile çekildi…
Dr. Hidayet Şefkatli Tuksal’ın, “ “Gülen
Cemaati, önceleri hep öğretmen yetiştirdi. Sonra Dershane, okullar açtı,
öğretmenleri orada istihdam etti. Sonra asker, polis yetiştirdi. Şimdi de
hukukçu yetiştiriyor. Bütün parlak beyinler hukukta. Bu, alternatif bir
stratejidir,” notunu düştüğü koordinatlarda kolay mı?
AKP’nin dershaneleri kapatması Gülen cemaati
için ekonomik + siyasi açıdan onulmaz bir yaraydı. Çünkü 4 bin ruhsatlı, 2
binle 5 bin arasında da yasadışı dershanenin hizmeti verdiği Türkiye’de
dershanelerin yüzde 60’ı, dershane yayıncılığının ise yüzde 80’i Gülen
cemaatine aitti!
Aslında kılıçlar, dershanelerden çok önce çekilmiş, MİT içinde
yürütülen operasyonlarla doruk noktasına ulaşmıştı...
Eğer herkul.org’a şöyle bir göz
atarsanız kapışmayı, pay ve güç savaşının neden kaynaklandığını
görebilirsiniz.
Elbet birincisi dershaneler...
Bunun dışında polis, yargı, MİT ve diğerleri de
var...
İsrail’le ilişkiler...
Biraz daha geriye
gidersek Erdoğan’ın Davos’taki “van minüt” çıkışı, Mavi
Marmara olayı, hani o İsrail komandolarının kanlı
baskını, Suriye ve El Nusra...
Zincirin halkaları çoğaltılabilir.
Gülen’in şu sözleri aslında bu savaşın
boyutunu gösteriyor:
“Firavun ile Harun aleyhinizde ise
isabetli yolda yürüyorsunuz demektir...”
Güç ve
pay savaşımı daha da şiddetlenerek sürecekti artık!
Çünkü Gülen hareketi ve (Milli Görüş kökenli)
AKP, iki farklı gövdeydi. AKP, 12 yıl kadar önce klasik bir
parti olarak kuruldu. Gülen hareketini bazıları hâlâ ”hizmet hareketi” sansa
da, özünde siyasi bir harekettir ve 1970’lerden beri örgütlene
örgütlene bugünkü düzeyine ulaştı... Birbirlerinin içinde eriyip
yokolacak bir durum yok!
Her ikisinin de, din
olgusunu kullanmasına bakılarak, aynı ”hedef ve amaç” taşıdığı
sanılıyor! Siyasi İslâm’ın ne olduğunu anlamak için İslâm
dünyasına bakın!
Neden parçalandılar, sorusuna gelelim:
Çünkü her ikisi de iktidara tırmanmanın
doruklarına dayandılar. Dorukta iki büyük güç, iki büyük
odak, iki büyük hırs oturamaz. Çatışma, işte doruğa ulaşılınca
başladı!
GÜLEN HAREKETİ
Burada bir parantez açarak Gülen Hareketi’ne
göz atmakta yarar var.
Gülen Hareketi 80’li yıllarda ivme
kazanmış, 1982 anayasa oylamasıyla biçim değiştirmiştir.
Mehmet
Kutlular’ın Yeni Asya kolundan kopan Gülen ve
arkadaşları, Kenan Evren’in ”Anayasayı desteklesinler” mesajına
olumlu yanıt verince, eksen değişmiştir.
Turgut Özal’ın
katkısı bunda büyük rol oynamıştır 12 Eylül darbesi
sürecinde.
Aslında öykü
uzundur: Bugüne dek uzanan çizgi şimdilerde ”hizmet zinciri” adını alsa
bile, Gülen zamanında Turgut Özal, Süleyman Demirel, Bülent Ecevit,
kimi CHP’lilerle yakından ilişki kurmuştur. Parti gözetmeksizin
hem Tansu Çiller’le hem de Alparslan Türkeş’le ilişkilerini
sürdürmüştür. Bir kişi dışında: Necmettin Erbakan...
Sovyetler
Birliği’nin likidasyonu, Doğu ve
Batı Almanya arasındaki Berlin duvarının yıkılması
Gülen cemaatine yaradı
Üniversiteler,
okullar... Finans kurumu... Rusya’dan Afrika’ya değin uzanan bir
pazar, okullar...
28
Şubat sürecinde Orgeneral Çevik Bir’e tüm okullarının
anahtarlarını vermek istemeleri...
Unutmadan
ekleyeyim: Erdoğan 1994 yerel seçimleri
öncesi Gülen’i ziyaret edip elini öpmüştür.
Gülencilerin polis
ve yargı içindeki örgütlenmeleri 2002 seçimlerinden sonra
yani AKP’nin iktidar olmasının ardından
değil, 80’li yıllarda başlamış, 90’lı yıllarda
da sürmüştür.
Yargıda en güçlü
dönemi yaşıyorlar 2013 yılında...
“Bunlar nasıl olmuştu” mu?
Gayet basit: ABD emperyalizminin “ılımlı İslâm
projesi” ekseninde verdiği açık destekle…
Kimse inkâra kalkmasın Gülen Hareketi ABD
emperyalizmi ile “fazlaca içli dışlı”dır; “demokrat” falan da değil;
takiyecidir!
CEMAAT
DEMİŞTİ Kİ[5]
|
|
KOMÜNİZMLE
MÜCADELE
|
“Ve
yine bu devreye ait bir teşebbüs de Erzurum’da Komünizmle Mücadele Derneği’ni
açma teşebbüsümüz oldu. O güne kadar sadece İzmir’de vardı. İkincisi de
Erzurum’da bizim gayretlerimizle açılacaktı.
“İsmi Ali’ydi, bir arkadaşı İzmir’e gönderip
tüzük getirttik. Derneği kuracaktık. Ben bir vaazdan sonra anons ettim ve
gençlerle Caferiye Camiinin önünde toplandık. Gayemiz komünizme karşı
örgütlenmekti. Dernek ve cemiyet işlerinden anlayan bir akrabam vardı. O
gelip bizi uyardı, bize yol gösterdi… Tabii, o gün için içimizde kanunları
bilen de yoktu. Zaten Erzurum’daki arkadaşlar da, benim derneklerle bu kadar
içli-dışlı olmamı biraz fazla buluyorlardı. Benim hareketlerimden rahatsız
oldular. ‘Bu Komünizmle Mücadele Derneği’ de nerden çıktı? Sen, ‘Nurları oku.
Bundan iyi mücadele olmaz.’ dediler. Daha sonra da ‘Meğer biz
yanılmışız’ diyecekler ve Komünizmle Mücadele Derneğini onlar kuracaklardı.
Fakat o gün için benim teşebbüslerim yadırganıp tenkit konusu yapılıyordu.”[6]
|
12
EYLÜL
|
“Ve,
işte şimdi, binbir ümit ve sevinç içinde, asırlık bekleyişin tuluû
saydığımız, bu son dirilişi, son karakolun varlık ve bekasına alâmet sayıyor;
ümidimizin tükendiği yerde, Hızır gibi imdadımıza yetişen Mehmetçiğe bir
kere daha selam duruyoruz.”[7]
|
SİVAS
KATLİAMI
|
“Kontrolden
çıkan bu şiddet, misafirlerin kaldığı Madımak Oteli’nin perdelerinin
tutuşturulması ile bir katliamla sonuçlandı. Aralarında Asım Bezirci, Nesimi
Çimen, Muhlis Akarsu, Metin Altıok ve Hasret Gültekin gibi tanınmış isimlerin
de bulunduğu, şenlikler için şehre gelmiş 33 davetlinin içinde yer aldığı
toplam 37 kişi, bu otelde çıkan yangında dumandan boğularak veya
yanarak hayatlarını kaybetti.”[8]
“2 Temmuz 1993’te gerçekleştirilen Pir
Sultan Abdal Şenlikleri sırasında Madımak Oteli’nde yangın çıkmış, aralarında
otel görevlilerinin de bulunduğu 37 kişi ölmüştü.”[9]
|
GAZİ
DİRENİŞİ
|
“Gazi
olaylarını tetikleyen saldırıda ölen ‘Alevî dedesi’ değil kimsesiz biriymiş.
Saldırıda
‘Alevî dedesi’ Halil Kaya’nın öldüğü bir TV kanalından kamuoyuna duyurulurken
haber, olayların tetiklenmesinde önemli rol oynadı. Ancak bunun büyük
bir ‘provokasyon’ olduğu yıllar sonra ortaya çıktı. Saldırıda ölen Halil
Kaya, sanıldığı gibi Alevî dedesi değil, naylon çadırda yaşadığı için
cemevine yerleştirilen bir evsizmiş. Faili meçhul saldırıda ölen tek kişi
olan 67 yaşındaki Halil Kaya’dan, binlerce yayında hâlâ ‘Alevî dedesi’ olarak
söz ediliyor… Gazi Cemevi Başkanı Hıdır Elmas ise gerçeği bütün açıklığıyla
anlatıyor.
Gazi
Mahallesi’nde neredeyse bütün duvarlar yasadışı örgütlerin sloganlarıyla
dolu. Birçoğu boyayla kapatılarak silinmiş. Emniyet, 12 Mart’ta bir olay
beklemiyor; ancak tedbiri de elden bırakmıyor.”[10]
|
KÜRTLER
VE PKK ZERDÜŞT
|
Kürt
ırkçılığı ilhamını Türk ırkçılığından alıyor. Onlar da tarihin İslâm öncesi
evrelerine özel bir gurur ile sığınıyor. Onlar da cahiliye dönemine dair ırki
seyahatler düzenliyor. Onlar da mitolojinin efsunkâr rüzgârıyla coşup,
folklorik gösterilere başvuruyor. Her iki ırkçı zümrenin de görmediği; daha
doğrusu görmek istemediği bir gerçek var. Türkler de, Kürtler de Müslümanlığı
kültürel bir fantezi olarak algılamıyor; onu varoluş gerçeği olarak bizzat
yaşıyor. Örgütlerin göz ardı ettiği bu hakikâti vatandaş görüyor; tıpkı
PKK’nın da, TİT’in de derin bağlantılarını gördüğü gibi. Kürtlerin en büyük
talihsizliği, Kürt aydınının kendisine cesur bir söylem seçememesidir.”[11]
|
AÇLIK
GREVİNDE ZİYAFET VE UYUŞTURUCU
|
“…
‘Hayata Dönüş Operasyonu’ kapsamında, Tokat’ın Turhal ilçesindeki E Tipi
Kapalı Cezaevi’nde bulunan ve açlık grevi yaptıklarını açıklayan 6 terör
örgütü üyesi, yemek yerken jandarma tarafından yakalandı.
Cezaevinin
4. koğuşunda bulunan TKP–ML–TİKKO örgütü davalarından tutuklu Kamil Sekman,
Ergül Koç, Alişan Akdeniz, Serhat Uğurlu ile DHKP–C üyesi İnan Yamaç ve
Yıldıray Okuyan isimli örgüt üyeleri bir süre önce ‘F tipi cezaevlerini’
protesto etmek amacıyla açlık grevi başladıklarını
açıklamışlardı. Cezaevine baskın düzenleyen jandarma, 6 örgüt üyesini
yemek yerken yakaladı. Hastanede sağlık kontrolünden geçirilen 6 örgüt
üyesinin sağlık durumlarının iyi olduğu bildirildi.
Bayrampaşa
Cezaevi’nde ölüm oruçlarının sona erdirilmesi için gerçekleştirilen
operasyondan sonra harabeye dönen cezaevinde yapılan aramada, uyuşturucu
dahil birçok malzeme ele geçirdi.”[12]
|
ROBOSKÎ
|
“PKK
Köylüleri Yem mi Yaptı?”[13]
“Şırnak’ın
Uludere ilçesinin Irak tarafında kalan bölgeye düzenlenen hava operasyonunda,
sınırda kaçakçılık yapan 35 köylünün hayatını kaybetmesini bahane eden PKK
yandaşları, doğu ve güneydoğu illeri ile bazı büyük şehirlerde terör estirdi.”[14]
|
ALEVİLERE
“CAMİ-CEMEVİ” İLE SAMİMİYET TESTİ
|
“Ankara
Mamak’ta temeli atılan cami-cemevi projesi pek çok gerçeği birden su yüzüne
çıkardı. Bir samimiyet testine dönüştü. Alevî-Sünni meselesinde kimlerin
kafası karışık, kardeşliğin tesisini kimler istiyor, kimler köstekliyor, kim
sorunun devamından yana, kim bu ayrılığı fitneye dönüştürmek istiyor…
“Hatırlayın
lütfen; daha birkaç ay önce Alevî evlerine çarpı işareti konulmuş, yer
yerinden oynamıştı. Sonra ortaya çıktı ve mahkemeye intikal etti ki, Alevîlerin
kapısına kırmızı boya çalanlar Alevîliği tepe tepe suistimal eden DHKP-C’den
başkası değil. Bu örgüt canlı bombalarını ve örgüt yöneticilerinin
cenazelerini cemevinden kaldırdıkça makul Alevî çoğunluk ıstırap çekiyor, iki
arada bir derede kalıyor…”[15]
|
GEZİ
İSYANLARI
|
“Çevre
Duyarlılığı Yakıp Yıkmaya Dönüştü”[16]
“Provokatörlere
Suç Üstü”[17]
“Demokratik
Taleplere Canımız Feda”[18]
“Sarısülük
Davasında Polise Linç Girişimi”[19]
“Zaman
İstihbarat Şefi: Gezi Sırasında Camiye Bira Tenekesi Sonradan Konuldu”[20]
“Özgürlük
istemekle özgürlüğün genel bir değer olarak ne olduğunu ve nasıl tesis
edilebileceğini bilmek ayrı ayrı şeyler. Taksim Platformu’nun (TP) mantığı ve
tavrı bu tespitin en büyük ispatı. TP sözcüsü şöyle bir açıklama yaptı: ‘Gezi
Parkı için referandum olmaz. Dünyanın gelişmiş demokrasilerinde toplumsal
duyarlılık dikkate alınır ve gereği yapılır. Bilimsel gerçekler referandum
yoluyla değiştirilemez.” Halk arasındaki deyişle, bu söze, ancak, ‘buyur
burdan yak!’ diye cevap verilebilir. Bu açıklama hükümetin şikâyetçi olunan
‘dayatma’sından kat kat güçlü bir dayatma, zira, Başbakan’a ‘sen de kimsin!’
diyebilirsiniz, ama ‘bilim”e diyemezsiniz, değil mi? Bu, arkaik XIX. yüzyıl
pozitivizmine dayanan totaliter zihniyeti yansıtan bir duruştur.”[21]
|
“YENİ
-OLMAYAN- EVRE”
Evet Gülen Hareketi de, Erdoğan’ın AKP’si
gibi ABD mamulatıdır; ama sadece bu kadar da değil…
Bunun Sarıgül’lü, Kılıçdaroğlu’lu CHP boyutu
da var.
‘ABD Kongresi Araştırmalar Merkezi’nin
hazırladığı ve Ortadoğu uzmanı Jim Zanotti imzasını taşıyan 41 sayfalık
raporda, AKP’nin Gülen Hareketi’nden gelen yetkilileri, siyasi ve ideolojik
muhalifleri susturmak veya zayıflatmak için kullandığı belirtilirken; Cemaat-AKP “kapışması”nın devreye soktuğu boşluk CHP ile
doldurulmak isteniyor.
CHP Genel Başkan Yardımcısı Sezgin
Tanrıkulu’nun da aralarında bulunduğu bir grup CHP’li, Gülen’e yakın sivil
toplum kuruluşlarından Pasifik Enstitüsü’nün Los Angeles’ta düzenlediği ‘Gıda
ve Kültür’ festivaline katılıyorlar.[22] Sonrası malum…
“İyi de bunlar niye” mi?
Öncelikle AKP iktidar yorgunluğundan
malûlken, ‘Zaman’ yazarı Mehmet Kamış, kanunsuz işler yapan iktidarlardan daha
sonra hesap sorulacağını belirterek AKP’ye göndermelerde bulunup, “Seçimle
gelen hiç kimse devletin sahibi olmaz,” derken; 16 yıl aradan sonra ilk
televizyon röportajını BBC’ye veren Gülen, AKP ile Cemaat arasındaki kavganın
geleceğiyle ilgili bir soruya “Bu isyan ruhu, bu kin ve nefret ruhu çabuk
bastırılamaz” diye dikkat çekici bir yanıt verdi.
Hükümet-cemaat tartışmaları ve cemaate yönelik
eleştirilere sert tepki gösterirken, “Bazen kuvvet insanı küstahlaştırabilir”
diyen Gülen, “Mümin bile olsa ahlâken firavun olur. Sıfatları itibarıyla
firavun olur. Bazen nimetlerin sağanak sağanak baştan yağması o da insanı böyle
nemrutlaştırır, firavunlaştırır” diye konuştu.
Yine ‘The Wall Street Journal’a yaptığı
açıklamada Gülen,, Batı ülkelerinin çalkantılı bir bölgede en büyük müttefiki
olan Türkiye’nin siyasi ve ekonomik istikrarını etkileyebilecek kesin ayrılık
sinyallerinde bulundu.
Burası çok önemlidir. Çünkü sermaye “yeniden”
yapılanırken; yeni uluslararası ilişkiler ekseninde bir çok şey farklılaşarak,
yeniden ve bir kez daha tanımlanıyor!
Örneğin Bülent Özçelik’in, “Yeniden Milli
Mücadele’den Stratejik Derinliğe AKP Milleti”[23] veya İlker Demir’in, “Başbakan Milli Görüş’e
mi Koşuyor?”[24] başlıklı yazılarında altını çizdikleri üzere
Erdoğan AKP’sinin “İslâmi Milli Görüş”çüğü yeniden depreşirken; “Arap
Baharı”nın “Hazan”a dönüşmesiyle ABD patentli “ılımlı İslâm” yönelimi de askıya
alınmıştır…[25]
Tam da bunun için Cengiz Çandar, “Türkiye’nin
AB yönünü terk ederek, Şanghay yoluna koyulması, Selçuklu öncesine dönmek
anlamına gelir,” diye haykırırken; Koray Çalışkan da ekliyor:
“Batı’da AKP artık muhafazakâr ve demokrat
olarak görülmüyor. Avrupa Birliği sürecinde gayet isteksiz ve hatta engelleyici
bir parti görünümü çiziyor. El Nusra gibi bütün dünyanın terörist olduğunu
bildiği bir oluşumun Davutoğlu tarafından yalnızca ‘extremist’ bir örgüt olarak
nitelendirilmesini anlamakta güçlük çekiyorlar.”
Evet durum ve gidişat buyken; geçmişte
Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç’ın, “Muhterem Gülen Hoca Efendi’yi 2013 Mayıs’ında
ziyaret ettim. 3 saat neler konuştuğumuzu tek tek anlatacak değilim. Hoca
Efendi’yi yeni tanıyan biri değilim. Ondan hiç ayrılmayan da biriyim. Cemaat de
kötü bir şey değil. Sosyolojinin bir varlığı. Gülen siyasi bir kişilik değil.
Hayatın her alanında dernekleri, vakıfları var. Medyada, yazılı basında çok
güçlüler. Ama tüm gördükleri Türkiye’nin hayrına yapılacak ne varsa onu yapmaya
çalışıyorlar… Başbakanımız, Hoca Efendi’ye karşı çok güzel hisler içinde. Gülen
Hoca Efendi de hükümeti, Başbakan’ı, Cumhurbaşkanı’nı çok seviyor, beğeniyor.
Hizmetlerinden ötürü sabahlara kadar dua ettiğini ifade ediyor,” sözleri
bugünlerde hepimizin gülümsemesine yol açıyorken; Emma Goldman’ın,
“Kapitalist toplum, hiç durmadan çalışanların asla bir şeye sahip olmadığı,
buna karşılık hiç çalışmayanların her şeyin keyfini çıkardığı bir toplumdur,”
uyarısını da anımsatıyor “Sürdürülemez kapitalizmin tüm piyonlarına, alayına
isyan” diyenlere…
11 Şubat 2014
13:11:01, Ankara.
N O T L A R
[*] Mali
Müşavirler Muhasebeciler Birliği Derneği Ankara Şube Bülten, Yıl:40, No:74,
Ekim 2013-Mayıs 2014…
[1] Verbal
Kint.
[2]
“Siyasi iktidarı AKP hükümetinde ifadesini bulan Müslüman entelijensiyanın
(Osmanlı egemen sınıfın bir kalıntısı olarak) Osmanlı dönemine geri dönme, onun
yönetim biçimini, uluslararası ilişkiler anlayışını restore etme amaçlarını
liberal-postmodern zevzekliklerden de (‘öteki’ söyleminden, kimlik siyasetinden,
küreselleşmeci fantezilerinden) destek alarak dile getirdiklerini biliyoruz.”
(Ergin Yıldızoğlu, “Bourbons Alla Turca”, Cumhuriyet, 13 Mayıs 2013, s.11.)
[3]
Jenny White, Müslüman Milliyetçiliği ve Yeni Türkler, Çev: Fuat Güllüpınar-Coşkun Taştan, İletişim
Yay., 2013.
[4]
Türkiye’nin Yeniden İnşası: Modernleşme, Demokratikleşme, Kimlik, Der: E. Fuat
Keyman, İstanbul Bilgi Üniv. Yay., 2013.
[5] Emrah Emrah
Zıraman, “Gülen
Cemaati Halk Düşmanıdır”, Birgün, 28 Aralık 2013.
[14] “PKK Yandaşları Kepenk
Kapatmayan İş Yerlerine Saldırdı”, Zaman, 31 Aralık 2011http://bit.ly/K8H7qQ
[16] Zaman Manşeti, 3 Haziran
2013.
[17] Zaman Manşeti, 6 Haziran 2013.
[18] Zaman Manşeti, 7 Haziran 2013.
[21] Atilla Yayla, “Gezi Olayları ve Siyaseti Dizayn Teşebbüsü”, Zaman, 28 Haziran 2013, http://bit.ly/JwKze7
[22] “Gülen’e Yakın Enstitüden CHP’lilere Davet”,
Cumhuriyet, 23 Mayıs 2013, s.5.
[23]
Bülent Özçelik, “Yeniden Milli Mücadele’den Stratejik Derinliğe AKP Milleti”,
Toplumsal Alternatif, No:4, Ağustos 2013, s.27-31.
[24] İlker Demir, “Başbakan Milli
Görüş’e mi Koşuyor?”, Taraf, 1 Ağustos 2013, s.9.
[25] “Bugün, Erdoğan’dan yakınan,
her belayı bir adamın kişiliğine bağlayan Batılı yazarların, yerli liberallerin
‘suskun’ kalmaları dikkat çekiyor.” (Ergin Yıldızoğlu, “Ah! Ne Büyük
Reformcuydu...”, Cumhuriyet, 26 Haziran 2013, s.4.)
Yorumlar