‘Tarih, gelecek için kavga verip, yitirmiş bile olsa, insanlık için vuruşanları hiç unutmaz.’[1] Şu an elim tuttuğum 29 Ekim 2012...
‘Tarih, gelecek için kavga verip, yitirmiş bile olsa, insanlık için vuruşanları hiç unutmaz.’[1]
Şu an elim tuttuğum 29 Ekim 2012 tarihli mektup Erzurum H-Tipi Kapalı Cezaevi’nin B-Blok’undaki 4. Odadaki Muzaffer Yılmaz’dan geldi…
“… Erzurum cezaevinden ben 19 yoldaşımla süresiz, dönüşümsüz açlık grevine girmişiz bugün 38. gününe girdik, bu yirmi (20) kişi içinde şu on (10) Adem Yılmaz, Ömer Çelik, Selman Gülbahçe, Veysi Akgönül, Kani Çelik, Botan Cudi, Hacı Sincer, A. Kadir Irmak, Sinan Cencer ve ben, yani Muzaffer Yılmaz bu cezaevinden birinci grup olarak 22 Eylül 2012 tarihinde eyleme girdik. Şu an baş dönme, bulantı, hafif kanamalar, kilo kaybı, sese karşı hassaslaşma, baş ağrısı, bazen kusmalar, tansiyon düşmesi, yükselmesi, özellikle de benim tansiyonum hep yüksektir, sık sık başım döner, bazen de bu baş dönme direk mideye vuruyor, biraz bedenim yıpranmış – tam 17 yıldır zindandayım ben,” diyor keko Yılmaz…
Mektubuna bir de ‘El Dorado’nun Çocukları 2’ başlıklı şiirini eklemiş…
“Açlığımı bastırıyorum/ irademi terbiye ediyorum./ Açlık grevimi zafer ve yaşama çeviriyorum.
Diren ha diren/ Benim özgürlüğümsün dağlar/
Gülümse ha gülümse/ Benim direncimsin heval can/
Yaşa ha yaşa/ yıldızlı ülke El Dorado’nun çocukları/
Al bir tas şerbet helalleşelim,” diyen…
* * * * *
Bugün ise, zindanlardaki büyük açlığın 58. günü…
Dile kolay 58 gündür; bedenlerini silah olarak kullanan Onlar; özgürlük, eşitlik, adalet için mücadele ediyorlar…
Bunu hepimiz ve herkes için yapıyorlar; yani vicdan(ımız), onur(umuz), gelecek(imiz) için…
Onlar büyük bir suskunluğun, aldırmazlığın, aymazlığın orta yerinde hepimize, herkese N. Kazancakis’in, “İnsan uçurumun kenarına varmadan kanatlanamaz”; F. Nietzsche’nin, “Gerçeğin dağlarına umutsuzlukla çıkılmaz”; Peter Marshall’ın, “Coşku mantığa aykırı değildir. Mantığın tutuşmasıdır,” sözlerindeki gerçekliği anımsatıyorlar…
Büyük bir çığı oluşturan çığlığın azmiyle…
“Tarihi değişim çığa benzer. Başlangıç noktası karla kaplı, yekpare bir dağ yamacıdır. Bütün değişimler karın altında meydana gelir ve gözle görülmez. Ama bir şey geliyor. İmkânsız olan, ne zaman geleceğini bilmektir,” diyen tarihçi Norman Davies’i hatırlayın…
Büyük bir çığ zirveden kopacak; zindandaki kardeşlerimizin onu harekete geçiren çığlıklarıyla…
* * * * *
Madem ortalık karanlıktır; unutulmasın, aydınlık da kapımızı çalmaktadır…
Her yer barut, her yer patlayıcı biriktirmişken; bir kıvılcım, bozkırı tutuşturup, infilak ettirecektir; zindanlardan yükselen çığlığın azmiyle…
Sosyal medyada dolaşan şiirinde Zeriya Pinar’ın, “Onlar günlerin/ Ateşten gülleri oldular/ Kokulara doyamadan/ Dumana boğdular bizi/ Yana yakıla/ Asla yakınmadan ama/ Küllerimizden yeşermeye talibiz/ Ne kadar yenilirsek yenilelim/ O kadar da muzaffer ve galibiz,” dizeleriyle dikkat çektiği bu azmi önemseyin…
Yolumuzu, -Malcolm X.’in, “En iyi nasihat, iyi örnek olmaktır,” sözündeki üzere- bu kararlılık, bu azim açacaktır…
Hem de “… Adı, sıfatı ne olursa olsun, başka birilerinin çıkıp ‘Sen, sen, bir de sen. Ölüverin,’ demesini ‘etik’ bulmuyorum…
Hele bunu derken, sonucun bu olmaması için de ‘siyasî’ bir tedbir düşünmemişlerse, bu bir ‘tek yol ölüm’ kararıysa, bunun ‘resmî yetkili umursamazlığı’ndan daha soylu bir davranış olduğu kanısında değilim,”[2] diyen Murat Belge gibilere ve AKP katillerine rağmen…
Onlar büyük açlıkla bedenlerini bir silah olarak kullanırlarken; Albert Camus’nün, “Tek hebûn însan e ku ji xwe re li wateyekî digere/ Kendine bir anlam arayan tek varlık insandır”; Euripides’in, “En büyük bilgelik kendine egemen olabilmektir”; Epiktetos’un, “Kendinin efendisi olmayan hiç kimse özgür değildir,” sözleriyle altını çizdikleri soylu gerçeği anımsatırlar kara vicdan(sızlık)lara ve lanetli suskunluğa!
* * * * *
“Lanetli suskunluk” dedim; o tamı tamına Cemal Süreya’nın, “Yürüyoruz bütünlemeye kalmış bir sessizlikte”; veya Federico Garcia Lorca’nın, “İçiniz kör gibi yanarken susmak, acıların en beteridir,” dizeleriyle betimlenendir…
W. Goethe’nin, “Susuyorsak duymuyoruz demektir/ Susuyorsak görmüyoruz demektir/ Susuyorsak hissetmiyoruz demektir/ Susuyorsak anlamıyoruz demektir,” dediği hâl; boyun eğmektir; teslim olmaktır; zalimin biçimini almak; zulmün dişlilerine dönüşmektir!
* * * * *
O hâlde Turgut Uyar’ın, “Herkes ne zaman ölür?/ Elbet gülünün solduğu akşam,” uyarısı eşliğinde ve “Ava ku da serî, ha bihostek ha çar tilî/ Başı aşan su ha bir karış olmuş, ha dört parmak” diye betimlenmesi mümkün olan şimdiki zamanda haykırmak; zindanlardaki vicdanı sokaklara çıkarmak insan olmanın vazgeçilmezliğidir!
“Edi bese”, “Yetti artık”, “Ya basta” diyeceğiz; diz çökmeyeceğiz; dik durup, dikleneceğiz…
Yangın yerine çevrilmiş coğrafyamızda artık her gün yeniden ölerek değil, ölümü öldürerek yaşamayı öğreneceğiz…
Çığlıklarımızla büyük çığlar, yangınlar oluşturacağız; zalimin elinde tutsak ve kurban olmayacağız!
Bu durumda anımsanması, anımsatılması ve asla unutulup, unutturulmaması gereken; “Kararlılık keskin bir bıçağa benzer, keskin ve düzgün keser. Kararsızlık ise kör bir bıçak gibi kestiği her şeyi parçalar,” diye haykıran Jan Mc Keithen’in uyarısı ile William Shakespeare’in, “Newêrekan berî ecela xwe çendin caran dimirin; wêrekan mirinê li xwe nabînin di carekê de dimirin/ Korkaklar ecelleri gelmeden birkaç kere ölürler. Cesurlar ölümü bir kere tadarlar,” sözleridir…
* * * * *
Aklımız, vicdanımız, ahlâkımız, hasılı insanlık onurumuz onlarladır; kalbimiz zindanlardakilerle atmaktır… Vurgusuyla ve Necati Cumalı’nın, ‘Son’ şiirinden dizelerle noktalıyorum dediklerimi:
“Gelecek güzel günlere inanıyorum/ Gelecek güzel günlere/ Sonunda galip geleceğine eminim/ İyiliğin, zekânın ve cesaretin/ İmanım var zaferine/ Aşkın, adaletin ve hürriyetin…”
N O T L A R
[1] Şeyh Bedreddin.
[2] Murat Belge, “Açlık Grevi”, Taraf, 30 Ekim 2012, s.3.”
Yorumlar