ÖTEKİ/ ÖTEKİLEŞTİRME “İFADE ÖZGÜRLÜĞÜ” MÜ DEDİNİZ?! MEŞHUR VE MEŞ’UM TCK 301 HRANT DAVASININ HİKÂYESİ ÖRNEKLERİYLE...
ÖTEKİ/ ÖTEKİLEŞTİRME
“İFADE ÖZGÜRLÜĞÜ” MÜ DEDİNİZ?!
MEŞHUR VE MEŞ’UM TCK 301
HRANT DAVASININ HİKÂYESİ
ÖRNEKLERİYLE TÜRK(İYE) “HUKUK(SUZLUK)U
YASAKLAR, BASKILAR
EGEMEN ŞİDDETTEN KESİTLER
ÖTEKİLEŞTİREN/ DIŞLAYAN MİLLİYETÇİ AYRIMCILIK PRATİĞİ
HAZİRAN KARŞISINDA DEVLET(İN) TUTUMU
HAZİRAN’A PARAMİLİTER MÜDAHALE
HAZİRAN 2013 DAVALARI
GENEL DURUM HAKKINDA
“SONUÇ YERİNE”
ÖTEKİLEŞTİRMEDEN HAZİRAN HUKUK(SUZLUĞ)UNA
BİR DÖKÜM[1]
TEMEL DEMİRER
“Toplumun genelinin neler
döndüğünden haberi yoktur,
hatta haberi olmadığından
dahi habersizdir.”[2]
Benden, “Ötekileştirme ve Ermeni meselesi
ile yüzleşme, ifade özgürlüğü ve hukuk, Gezi/ Haziran ile adalet sistemine
ilişkin yapısal sorunlar üzerinde odaklanan bir konuşma” yapmam istenildi.
Size bu
konu(lar)dan elbette söz edebilirim. Ancak “Samimi olmayı vaat edebilirim,
tarafsız olmayı asla,” diyen J. Wolfgang von Goethe gibi düşündüğümün veya
‘İlahi Komedya’sında Dante Alighieri’nin “Cehennemin en karanlık yerleri,
buhran zamanlarında tarafsız kalanlara ayrılmıştır,” uyarısının altını çizen
bir taraflılıkla…
Benim tarafım
var. Ben Hrant’(lar)dan, Ethem’(ler)den, Mehmet’(ler)den, Abdullah’(lar)dan,
Medeni’(ler)den, Ali İsmail’(ler)den, Ahmet’(ler)den, Ferit’(ler)den,
işçi(ler)’den, kadın(lar)’dan, Kürt(ler)’den, Ermeni(ler)’den, Alevî’(ler)den,
Sivas’ta yakılan(lar)dan, Roboskî’de bombalananlardan vd’lerinden yanayım…
Çünkü ben
dünyaya aşağıdan, ezilenlerden, sömürülenlerden, mağdurlardan, yani
ötekileştirilenlerden yana bakarım…
Benim için
insan -olmanın- hakları (bir mülkiyet hakkı olmak bir yana) zikrettiğim
“dünyanın lanetlileri”nin var olmalarına mündemiç yaşamsallıklardır.
Hayır bir dil
sürçmesi ya da şaka falan değil; insan -olmanın- hakları biz “dünyanın lanetlileri” için var olmaya mündemiç
yaşamsal bir soru(n)dur…
Ben Hrant’tan
Ethem’e, kardeşlerimin katil(ler)inin hâlâ cezalandırılmadığı; Roboskî’nin alkışlandığı; Başbakana insanların balkondan ayakkabı kutusu
salladı diye evi basılıp, arama emri olmadan aranıp gözaltına alındığı; gaz
bombalarıyla gözü çıkarıldığı; halkı savunan ÇHD yöneticilerinin zindanlara
kapatıldığı; mahpushanelerinde
tutsakların ölüme terk edilip, çocuklara tecavüz edildiği; hergün birkaç
kadının katledildiği; işçilerin iş cinayetlerinde “kaza” denilerek öldürüldüğü;
insanların açlıktan, bebelerin soğuktan öldürüldüğü; Rojava sınırına duvarlar
örüldüğü; ölüm tarlalarından kafatası ve kemiklerin fışkırdığı; Kürt, Ermeni,
Roman, Arap, Asuri vb. olmanın TCK 301 ile cezalandırıldığı, “Nuha Beşikler
Vermiş” bir coğrafyadan, Anadolu’dan geliyorum.
Sizin için ne
anlam ifade eder bilemem ama; Enver
Gökçe’nin dizelerinde, “Türkiye
yaşanmaz oldu!/ Gel gör hâlimiz yaman!/ Haramiler, bezirgânlar elinden/ Aman, el aman!/ Kesilmiş
mümkünüm, çarem/Vay ne hâl olmuş vatan!/ Güzel yarim İstanbul’dan
ne haber?/ Dil-Tarih’ten, Emekçi’den, Sendika’dan?/
Şiddetin sabahı yakındır/ Dayan dizlerim dayan,” diye haykırdığı
Anadolu coğrafyasında biz “dünyanın lanetlileri” için en büyük insan hakkı
zulme isyandır…
Egemen şiddetin ezilenler üzerinden bir
buldozer gibi geçtiği hak(sızlık)ların orta yerinde ‘International Freedom of
Expression’ın (IFEX), ‘Uluslararası Cezasızlığa Karşı Mücadele Haftası’
kapsamında İstanbul Bilgi Üniversitesi Dolapdere Kampüsü’ndeki etkinlikte
konuşan Prof. Turgut Tarhanlı’nın gözleriyle, “Hukuk eşittir adalet değildir,”
bizim için…
Örneğin
Emniyet Genel Müdürlüğü ‘İnsan Hakları Faaliyet Raporu’na göre 2012 yılında 30
bin kişi gözaltına alındı. 5’i intihar olmak üzere 9 kişi gözaltında hayatını
kaybetti.
Yine 2012
yılında ülke genelinde 25 bin 635 eylem yapıldı. Bu eylem ve etkinliklerin
yüzde 3’üne müdahale edilirken, yaklaşık 7 milyon 517 bin 141 kişinin katıldığı
eylemlerden olaylı geçenlerinde yaklaşık 30 bin kişi gözaltına alındı. Bu
eylemlerde 548’i polis olmak üzere 768 kişi yaralanırken, 4 kişi hayatını
kaybetti.
Zor kullanmada
sınırın aşılmasından dolayı polisler hakkında 40 soruşturma açıldı. Bunların
tamamlanan 14 tanesinden ceza çıkmadı. Disiplin soruşturması açılan polislerin
783’ü suçsuz bulunurken 122 dosya işlemden kaldırıldı. 13 polise disiplin
cezası verildi.
Bu bize “devlet”in sunduğu tablodur; gerçek
ise bunun çok ama pek çok ötesindeki vahim ötekileştirmede ifadesini
bulmaktadır…
Ancak bu
konuyu detaylandırmadan -kısaca- öteki/ ötekileştirme meselesine değinelim…
ÖTEKİ/ ÖTEKİLEŞTİRME
Bilinenden,
tanış olandan, “olağan” kabul edilenden ayrı olan, yani öbürüdür, diğeridir
öteki…
İktidarın
“Diğeri, başkası, benden olmayan, tanımadığım, kötülüğün kaynağı,” diye
sunduğudur…
En basit
şekliyle “bizim dışımızda olan”, “farklı olan” şeklinde tanımlanabilir.
İktidarın tanımladığı meşruiyet alanı dışında bırakılanlardır. Her iktidarın
kendine göre bir ötekisi vardır. İktidarın kendini durmadan yeniden üretmesini
engelleyen öteki, iktidar için bir kaygı kaynağıdır. Tam da bunun için öteki,
Sivas’ın yakılanları; Roboskî’nin kurşunlananlarıdır.
“Ben”-den
olmayan; “biz”-den ayrı, “sen”-den başkadır; bu nedenle de “sürü”-nün
dışındadır; “günah keçisi” ilan edilendir.
Öteki, ben/
iktidar olmayandır. Benim/ iktidarın dışında, benim/ iktidarın ötesinde var
olan; “olağan” -denilen- düzenin içinde kendini asla ifade edemeyecek olandır.
“Biz” yani
iktidar açısından “öteki”’yi tanımlayan en önemli özellik, düzen bozma
potansiyelidir. “Biz” yani iktidar açısından düzen bozma, istikrarsızlık
getirme potansiyeline sahip olandır, tehlikeli olandır.
Nihai kertede
“Ben”/ “Biz” haricindeki herkestir; farklı olandır; bir başkası olabilendir
öteki, ötekileşenler, ötekileştirilenler…
Evet “biz”den
olmayandır öteki; ötede olandır; ötelenendir; ayrıksı (ot) ilan edilendir o! Bu
nedenle de, “ahenk” içindeki bahçeden koparılıp atılması gerekendir.
Herkes için
bir “öteki” vardır ve bir toplumun bu “öteki”ne bakışı, o toplumdaki cadı
kazanlarının kaynama derecesinde simgesel olarak ölçüsünü bulur.”
Dil
bilgisinde, bir sıfat ve zamir işlevinden çok, fenomenoloji ve varlık felsefesi
alanlarında kavram boyutlarıyla öne çıkan, çok anlam ve okumalı bir terimdir.
Öteki, öbür,
ötekisi kelimeleri benzer iki nesneden önem ve konum açısından uzakta olanı
işaret eder. Öteki, ötede bulunmanın, belki de, “dayanılmaz”lığını da sergiler.
Öteki, öte,
uzak, yabancı, bilinmeyen ve dolayısıyla tehlike durumundadır. Bu yüzden de,
daima ürküten, kaçılan, çekinilecek olan potansiyel olagelmiştir hep.
Karşılaştırmanın
prensiplerinden olan kişinin “öteki” ile karşı karşıya gelmesi ve sürekli
onunla iletişim hâlinde olması, yazar ya da kitlenin “diğer”ini tanımasının
dışında kendisini de tanımasını sağlayacaktır. Bir bakıma, “öteki” kendinin
aynası olacaktır.
Bu
özelikleriyle de kimlik ve kültür tartışmalarında aslî pozisyona sahip
sosyolojik bir kavramdır.
Öteki,
kimliğimizi oluştururken kendimizi tanımlayabilmemizi sağlar. Örneğin, biz
“beyaz”ız, ama dünyadaki herkes beyaz olsaydı “beyaz” kavramı oluşmayacaktı. Bu
anlamda öteki beyaz olmayandır, siyahtır, sarıdır vesaire…
Aynı durum
din, ırk, etnik köken gibi tüm kimlik belirleyicilerinde de geçerlidir. Bu
anlamda kişi kendi kimliğini oluştururken ötekine kendisindekinin zıt anlamını
yükler k, öteki “bizim gibi olmayan”dır; dolayısıyla dışlanır.
Ancak kimliği
yaratabilmek için ona ihtiyacımız vardır. Diğer taraftan, ötekini yaratarak ona
bir kimlik veren de bizizdir; çünkü kimlikler her zaman aynı anda oluşmazlar.
Biz ötekini yarattıktan sonra öteki onu kendi kimliği yapar ve bizi
ötekileştirir. Dolayısıyla kendi kimliğimizi tanımlarken ötekini de iyi analiz
etmek, tanımak, empati kurmak, anlamak gerekir.
Kolay değildir
“öteki” olmak, can yakar, dayanamaz herkes; nihayetinde bir başkalaştırmadır.
Tzvetan
Todorov ‘Amerika’nın Fethi’ başlıklı yapıtında ‘Öteki Sorunsalı’ bölümünde
ötekinin öteki olarak kurulmasının tek sorumlusunun “ben”in ve “biz”in bakışı
olduğunu şu şekilde vurgular: “Benin ötekini keşfinden söz etmek istiyorum.
(...) Ötekileri kendinde keşfedip, homojen bir töz olmadığımızın ve kendimiz
olmayandan radikal bir şekilde farklı olduğumuzun farkına varabiliriz. Ben
ötekidir. Ama ötekiler de bendir: benim gibi öznelerdir; oysa, onları benden
ayıran ve farklılaştıran sadece benim bakış açımdır.”
Antropolog
Marc Auge ötekilerin anlamı, ‘Antropolojinin Güncelliği’ başlıklı yapıtında
günümüzde antropolojinin konusunun ne olduğunu tartışarak ve farklılığı hoş
görme kapasitesinin giderek azaldığı çağımızda “ben kimim” sorusunun, yeni
ötekiliklerin yaratılmasını kışkırtan bir soru olduğuna işaret ederek başlar.
Ona göre, insan grupları günümüzde sordukları “ben kimim” sorusuyla kolektif
kimliklerine sağlamlığından emin oldukları bir zemin aramakta; bunun sonucu
olarak da, sürekli ötekiler icat ederek -milliyetçilikler, bölgecilikler, aşırı
dincilik ve etnik soykırım- kendilerini bölüp parçalamaktadır.
Doğası gereği
ait olunan sınıfsal-sosyolojik-ulusal kesimi hayatın/ dünyanın merkezine alıp,
kendine benzemeyenleri, kendinden olmayanları tarif biçimidir.
Kavram her ne
kadar sosyolojinin işini rahatlatıyorsa da “öteki” diye ötekileştirilen
insanların içini daraltır, baş ağrıları dayatır. Her kim yaparsa, (beyazlar,
siyahlar, zenginler, erkekler, Türkler, vs) kapalı, gizlenmiş bir ırkçılığı
orta yere döken popüler kelimedir.
Çünkü, hiç
kimse dünyanın merkezi değildir. Hiç kimse dünyanın ta ortasında değildir.
Kavramdaki bir başka gizlilik, bunu başkalarına kullananın, kendini hayatın
makbulü, sahibi saymasıdır. Misal, bir beyaz’ın bir siyah’ı “öteki” addetmesi,
beyaz’ın kendini siyah’tan daha evcimen, daha yerleşik sayması, siyah’ı ise
ehlileşmemiş, yabanıl görmesidir.
Ama
unutulmamalıdır öteki tekliğin/ tekçiliğin kibrini kırandır.
Kolay mı?
“Olağan” denilen vahşette “kendin” oldun mu “öteki”sindir.
Ancak “Anlam
ötekinin var olduğu yerde kurulur,” diyen Jacques Lacan’ın ifadesiyle, “Bir
şeyin kendisini tanımlamak için ihtiyaç duyduğu”dur.
“Ben”in yani
iktidarın “de facto”sudur öteki. Ötekileştirmenin alâmet-i farikalarından
biri genelleştirmektir.
“Ben”im,
“Biz”im tanıdığımız, kabullendiğimiz, “norm”lara, “kabul ettiklerimiz”e
benzemeyendir.
Bu çerçevede
ötekileştirme de: Farklı olanın düşman olduğunu ve kötü olduğunu savunmaktır.
Ötekileştirmek
düşman yaratmaktır.
Ötekileştirme,
“başkasına karşı sorumluluk”tan, tüm belaların “başkası”ndan kaynaklandığı
savunusuna giden tehlikeli bir tersine çevirme durumudur.
Ötekileştirmeyi
ötekileştirmek gerek. Çünkü ötekileştirmek toplum içinde kapanması zor, derin
yaralar bırakan, tahrip gücü yüksek bir bombadır.
“İFADE ÖZGÜRLÜĞÜ” MÜ DEDİNİZ?!
Ötekinin
varlığını ifadesi, varlığının da güvencesidir. Çünkü susturulan, ifade
özgürlüğü elinden alınan öteki yok sayılan ve yok edilendir…
Ancak Paul
Auster’in, “Düşüncenin üstesinden gelemeyenler, düşünenin üstesinden gelmeye
çalışırlar,” saptamasındaki acılı gerçeğin yaşandığı XXI. yüzyıl Türkiye’sinde
ifade özgürlüğü “kelle fiyatına özgürlük” denen bir durumdur. Yani 1641’de
kaleme alınan ‘Amerika-Massachusetts Püritanları Özgürlük Bildirgesi’ndeki,
“Her insan özgürdür. Kasaba toplantılarına katılmaktan men edilemeyecektir.
Konuşması ve yazması engellenmeyecektir,” saptaması bu topraklarda -sadece-
karşılığı olmayan bir dilek ve temennidir.
İfade
özgürlüğü konusunda “Tek bir tabu bile
felç eder” vurgusuyla ekler George Orwell: “İfade özgürlüğü söz konusu
olduğunda bir gazeteci ile en ‘gayrisiyasi’ kurmaca yazarı arasında fazla bir
fark yoktur. Yalan yazmaya ya da kendisine önemli gelen haberleri sansürlemeye
zorlandığında gazeteci özgür değildir ve özgür olmadığının bilincindedir. (…)
Gayrisiyasi olan bir yazın yoktur, özellikle
de bizimkisi gibi doğrudan siyasi türden korkuların, nefretlerin ve
sadakatlerin tüm insanların bilincinin yüzeyine yakın olduğu bir çağda. Tek bir
tabunun bile aklı tamamen felç edici bir etkisi olabilir, çünkü serbestçe
peşinden gidilen herhangi bir düşüncenin yasak düşünceye götürmesi tehlikesi
her zaman vardır. Buradan çıkardığımız sonuç, totalitarizm ortamının düzyazı
kaleme alan her tür yazar için ölümcül olduğu, ancak belki bir şairin, en
azından bir lirik şairin bu ortamda nefes alabileceğidir.”[3]
Gerçekten de
ifade özgürlüğü toplumsal değerler arasında devasa bir öneme sahiptir.
İfade
özgürlüğü insanların tek tek veya gruplar hâlinde kamusal meselelerle ilgili
görüşlerini söz, yazı ve davranışlarıyla açıkça dışa vurabilmeleri anlamına
gelir. Özgür toplumda büyük bir değer ve gaye çeşitliliği vardır. Bu,
insanların hemen her konuda farklı görüşler ve yaklaşımlar geliştirmesine sebep
olur…
İfade
özgürlüğü devletin resmî görüşlerine veya toplumda yaygın biçimde benimsenen,
büyük kitlelerin doğruluğundan şüphe etmediği fikir ve inançlara aykırı görüş
ve davranışların tezahür etmesine sebep olabilir. Bu yüzden devletler “aykırı”,
“marjinal” veya “radikal” gördükleri görüşleri yasaklamaya ve toplumsal
çoğunluklar bu yasakları desteklemeye meyillidir. Bu büyük bir hatadır.
Yasaklama ne yasaklanan fikrin yanlışlığını ne de adına yasak uygulanan fikrin
doğruluğunu ispatlar veya kuvvetlendirir. Tam tersini yapar.
Ayrıca, ifade
özgürlüğünü tanımayan toplumsal yapılar durağanlaşır. Yenilik yapma ve kendini
yenileme gücünü kaybeder. İfade özgürlüğüne en çok aykırı fikirlere sahip
olanlar ihtiyaç duyar. Fikir hayatı marjinal görüşlerin açıklanabildiği yerlerde
zenginleşir. Bu yüzden, bir yerde ifade özgürlüğünün bulunup bulunmadığının
başlıca ölçütü radikal ve marjinal görünen fikirlerin ifade edilmesine izin
verilip verilmediğidir.
Türkiye’de
ifade özgürlüğünün önünde çeşitli engeller var. Bunların bir kısmı siyasî -
hukukî, bir kısmı toplumsaldır.
Türkiye’de
“sınırlı” olmakla malûl ifade özgürlüğü, bugün Başbakan Erdoğan’ın ağzından
“İngiltere’de tutuklu gazeteciler var,” yalanına yaslanarak tüm karşıt/
eleştirel görüşleri imhaya yönelir…
Örneğin adının
önünde “Kültür Bakanı” titri olan Ömer Çelik, “İfade özgürlüğünün sınırları
vardır!” deyip, “Biz ifade özgürlüğüne karşı değiliz. Ama Say sınırı aştı.”
“Ceza alması doğaldır” mealinde laflar edebilir…
AB raporuna
göre, “AKP yönetiminin kültürel ifade özgürlükleri alanında kısıtlayıcı,
muhafazakâr değerler dayatan bir politika izlemesinin somut işaretleri var,”[4] denilen bugünde sanatın her
alanında sansürü, hukuksuzluğu belgeleyen, görünür kılan ve tartışan Siyah
Bant’ın ikinci yayını ‘Sanatta İfade Özgürlüğü, Sansür ve Hukuk’ başlıklı
yapıtta[5] baskılara dikkat
çekiliyorken; ‘Uluslararası 2013 Tabernakul Edebiyat Ödülü’nü alan Orhan Pamuk,
törendeki konuşmasında, “Ülkemde düşünce özgürlüğü çok kötü vaziyette, yerlerde
sürünüyor. Şunu da ekleyelim, eskiden daha iyi değildi,” diyordu.
‘Türkiye
Yayıncılar Birliği’nin yayınladığı 32 sayfalık “Düşünce ve İfade Özgürlüğü’
başlıklı rapora yansıyan kimi satırbaşları da şöyle:
- Aralarında
Müge Tuzcuoğlu, Perihan Mağden, Ahmet Altan, Pınar Selek, Ayşegül Devecioğlu,
Temel Demirer, Sevan Nişanyan, Fazıl Say’ın da bulunduğu birçok yazar ve
yayıncıya dava açıldı.
- Türkiye
genelinde çok sayıda yazar, şair, çevirmen ve yayıncı terör suçlamalarıyla
tutuklu bulunuyor.
- Milli
Eğitim’de de sıkıntılar vardı: Örneğin, Feridun Fazıl Tülbentçi’nin Barbaros
Hayreddin Geliyor adlı eseri “müstehcen ifadeler yer aldığı” gerekçesiyle 100
Temel Eser Listesi’nden çıkarıldı.
- Yunus
Emre’nin bir ilâhisinin Türk edebiyatı ders kitabında sansürlenerek
kullanıldığı görüldü.
- Bir Türkçe
öğretmeni hakkında 100 Temel Eser arasında yer alan Şeker Portakalı’nı
sınıfındaki öğrencilere okuttuğu için soruşturma başlatıldı.
- John
Steinbeck’in Fareler ve İnsanlar kitabının bazı bölümleri sakıncalı bulundu.
- Melih Cevdet
Anday’ın “Rahatı Kaçan Ağaç” adlı şiirinin ilk kıtasının değiştirildiği ortaya
çıktı.
- Cahit
Külebi’nin “Hikâye” adlı şiirinin bazı dizelerinin uygunsuz bulunarak
sansürlendi.
- Cemal
Süreya’nın “Üvercinka” şiirinin bir dizesi değiştirildi. Raporda örnekler
böylece sürüp gidiyordu.
- 2012’de
basın özgürlüğü konulu raporlarda da Türkiye düşük not almayı sürdürmüştü.
Gazetecileri Koruma Komitesi’nin raporunda Türkiye “gazetecileri hapseden
ülkeler arasında en kötüsü” olarak tanımlanmıştı.
- ‘Sınır
Tanımayan Gazeteciler Örgütü’nün 179 ülkeyi değerlendirdiği 2013 Dünya Basın
Özgürlüğü Endeksi’nde Türkiye 148. sıradan 154’e düşmüştü.
- ‘Freedom
House Dünya Basın Özgürlüğü Raporu’nda ise Türkiye 120. sırayı Kongo, Fiji,
Liberya, Makedonya ve Şeyseller ile paylaşmıştı.
Gelin birkaç
örneğe daha göz atalım:
i) Google,
‘2013 Şeffaflık Raporu’nda hangi ülkelerin kendilerinden kaç sayıda siyasi
içeriğin silinmesini istediklerini duyururken Türkiye’nin birinci sırada olduğu
belirlendi. BBC’ye göre, Google’ın Ocak 2013’ten Haziran 2013’e kadar dünya
genelinden toplamda 3 bin 486 içerik silme talebi aldığı, bu taleplerin
neredeyse yarısının Türkiye’den geldiği belirtiliyor.
Türkiye’deki
yetkililerin Google’dan 1673 içerik silme talebinde bulundukları, bunun bir
önceki altı aya kıyasla 10 kat civarında bir artışa işaret ettiği vurgulanıyor.
Türkiye’nin içerik silme taleplerinin yaklaşık üçte ikisinin internet üzerinde
ifadeyi sansürleyen 5 bin 651 sayılı internet yasasının ihlâli iddiasıyla
yapıldığı belirtiliyor. 2013’te hükümetlerden Google’a içerik kaldırması için
yapılan başvuruların oranı dünyada yüzde 68, Türkiye’de ise yüzde 966 arttı.[6]
ii)
Uluslararası basın kuruluşlarından ‘Gazetecileri Koruma Komitesi/ Committee to
Protect Journalists’nin (CPJ) “2013 Yılında Hapisteki Gazeteciler” başlıklı raporunda,
Türkiye, gazetecileri hapse atan ülkeler sıralamasında, 2012 yılındaki gibi
listenin en tepesinde yer aldı. Türkiye’yi, İran ve Çin izledi. Türkiye, İran
ve Çin’de hapse atılan gazeteciler toplamının, tüm dünyada hapse atılan
gazeteci sayısının yarısından fazla olduğu açıklandı.[7]
Üst üste iki
yıl en çok gazeteci hapseden ülke olan Türkiye, basın özgürlüğü sıralamasında 9
yılda 56 sıra geriledi ve 179 ülke arasında 154’üncü oldu.[8]
‘Freedom
House’ da yayımladığı ‘2013 Basın Özgürlükleri’ raporunda, Türkiye’yi
“gazetecileri hapsetmekte dünya lideri” nitelemesiyle “kısmen özgür” ülkeler
arasında gösterdi.[9]
iii) Gezi
Parkı eylemleri sırasında polisin gazetecileri de fişlediği ortaya çıktı.
Ankara Emniyeti tarafından savcılığa iletilen olay tutanaklarında muhalif basın
kuruluşlarında çalışan gazetecilerin kimlerle, ne zaman, hangi konuda röportaj
yaptığı yer alıyor.[10]
iv) Akhisar
Cumhuriyet Meydanı’nda Erdoğan’ın konuşması sırasında, meydana bakan yerde evi
olan Nurhan Gül, evinin balkonundan Başbakan Erdoğan’a ayakkabı kutusu
gösterdi. Protestocu Gül, Başbakan’ın yakın korumaları ve çevik kuvvet ekipleri
tarafından evinden gözaltına alınarak karakola götürüldü. Nurhan Gül, burada
verdiği ifadesinde 690 TL emekli maaşı ile yaşadığını söyledi.[11]
v) Türkiye
sansür tarihine her geçen gün bir yenisi ekleniyor. Hepsi de “Bu kadar olmaz”
dedirten cinsten. Tıpkı Edip Cansever’in biradan bahsettiği iki dizesinin
sansürlenmesi gibi. Dizilerde kadın heykellerinin memeleri buzlanıyor, kitaplar
muzır yasasına takılıyor, üniversitelerde araştırma konuları yasaklanıyor.[12]
vi) ‘Yetenek
Sizsiniz’de 2013’ün Kasım ayında yayınlanan dans gösterisi Radyo Televizyon Üst
Kurulu (RTÜK) tarafından sakıncalı bulundu. Kurul, Star TV’ye bugüne kadarki en
yüksek oranda para cezasını kesti.[13]
vii) Gezi
olaylarında eylemcilerin duvar yazılarına konu olan ve direnişle özdeşleşen
video oyunu Grand Theft Auto (GTA) 5’in Kültür ve Turizm Bakanlığı’nın bandrol
vermedi.[14]
viii) Kültür
Bakanlığı’nın özel tiyatrolara verdiği desteği belirlemek için oluşturulan
kurulun jürisindeki bakanlık yetkilileri, Gezi eylemlerine destek veren bazı
tiyatrolara yardım yapılmamasını istedi. Söz konusu tiyatrolar arasında Genco
Erkal, Ferhan Şensoy ve Levent Kırca’nın toplulukları da var.[15]
ix) Bolu’da
yerel gazetede dönemin DTP yöneticilerinin ismini tek tek yazıp, “Bundan böyle
şehit edilen her güvenlik görevlisine karşın, bunlardan birinin aynı kaderi
paylaşması toplumun çoğunluğunun isteği hâline gelmiştir” diyen gazeteci için
Türkiye adına 25 Ekim 2013’te Adalet Bakanlığı Uluslararası Hukuk ve Dış
İlişkiler Genel Müdürlüğü imzasıyla AİHM’ne gönderilen savunmada, söz konusu
yazıda “suç unsuru bulunmadığı, eleştiri sınırı içinde kalındığı” iddia edildi.
Savunmada ayrıca, yazının ulusal değil yerel bir gazete de yayımlandığı da
belirleyerek, “Bu yüzden Türk hükümeti Sözleşme’nin herhangi bir şekilde ihlâl
edilmediği kanaatindedir,” denildi.[16]
x) İstanbul
Barosu üyesi avukat Hikmet Yasin Aksoy hakkında Ankara Büyükşehir Belediye
Başkanı Melih Gökçek’in şikâyeti üzerine “hakaret” suçundan soruşturma
başlatıldı. Twitter’da Gökçek’e küfür ettiği gerekçesiyle soruşturulan Aksoy’un
evinde yaklaşık 13 saat arama yapıldı. İstanbul Barosu Avukat Hakları Merkezi
Başkan Yardımcısı Ömer Kavili ise arama kararına, hukuka aykırı olduğu
gerekçesiyle itiraz etti.[17]
xi) Sosyal
medya üzerinden küfür ve hakaret artarken, yargıdan önemli bir karar çıktı.
Sulh Ceza Mahkemesi, sosyal medyada kullanılan “mahlûk” ifadesini hakaret
saydı. Bir internet sitesinde düzenlenen sanal imza kampanyasında, avukat
Turgay Balaban’a ‘mahlûk’ diyen İnci Uyan, ilk celsede bin 740 lira para
cezasına çarptırıldı. Mahkeme, sanığın cezasını alenen işlediği gerekçesiyle
önce 2 bin 100 liraya çıkardı, ardından duruşmadaki iyi hâli, sabıkasının
olmayışını göz önüne alarak bin 740 liraya düşürdü.[18]
xii) Sel
Yayıncılık’ın sahibi İrfan Sancı ve çevirmen İsmail Yerguz hakkında, ‘Guillaume
Apollinaire’nin ‘Genç Bir Don Juan’ın Maceraları’ başlıklı kitabını yayınlayıp,
çevirdiği için “müstehcenlik” suçundan dava açıldı. İstanbul 2. Asliye Ceza
Mahkemesi’nde yapılan yargılamada, “kitabın edebî eser” olduğu ve suçun
unsurları oluşmadığından sanıkların beraatına karar verildi. Karar temyiz
edilince dosya, Yargıtay 14. Ceza Dairesi’ne geldi. Daire, kararı oy birliğiyle
bozdu.[19]
Yargıtay,
‘Genç Bir Don Juan’ın Maceraları’ adlı kitap nedeniyle ‘müstehcenlik’ten
yargılanan yayıncı ve çevirmene verilen beraat kararını bozup, “Sanıklar 10
yıla kadar hapisle yargılanmalı,”[20]
dedi. Mahkeme kararında, “Kitapta, anneye, teyzeye, kardeşe ve hayvanlara
yönelik sapkınlık düzeyine varan ifadeler var. Bunlar özgürlükle açıklanmaz,”[21] diye eklendi.
xiii) Bir
ifade özgürlüğü, bir ifade özgürlüğü ki sormayın. Konuşan Türkiye!
Demokrasinin,
çoğulculuğun, ifade özgürlüğünün en çok yaşanması gereken yerler nereleridir?
Üniversitelerdir değil mi?
Ordu
Üniversitesi’nde yedi öğretim görevlisi, kapılarına Eğitim-Sen’in bir afişini
astıklarında ne oldu? Haklarında soruşturma açıldı. Ne mi yazıyordu afişte?
“İnsan, toplum, doğa yararına bir üniversite istiyoruz.”
Afişler, “izinsiz
afiş” diyerek sökülüp atıldı, öğretim üyeleri ise soruşturuluyor. Yine aynı
üniversiteden bir öğretim üyesi, Ankara’da bir panelde YÖK aleyhine görüşlerini
sundu.
Ne mi oldu?
Üniversitesinden uyarı cezası aldı. Dediler ki YÖK hakkındaki görüşlerini
YÖK’ün resmi toplantılarında söyle. Öyle aklına esen yerde konuşma…
Yard. Doç. Dr.
Erhan Keleşoğlu, Yard. Doç. Dr. Barış Altaylıgil, Araş. Gör. Ferda Karagöz ve
üniversitede idari personel olarak çalışan Gültan Ergün, Aykut Arslan ve
Hüseyin Yılmaz, ileri demokrasi ve hukukun nimetlerini tatmakta şu aralar.
Üniversite çalışanları! Zinhar kapınıza “insan, toplum, doğa yararına
üniversite” isteyen afişler asmayınız, resmisi dururken gayriresmi panellerde
konuşmayınız ve en önemlisi bırakın öğrencileriniz dayak yesin.[22]
Tablo tamı
tamına buyken; “Hükümet bir savaşı bitirmeye çalışırken diğer tarafta da
çeşitli davalarla yeni cepheler açarak vatandaşla savaşıyor,” vurgusuyla
ekliyor ‘İnsan Hakları İzleme Örgütü/ Human Rights Watch’den Emma
Sinclair-Webb:
“Yakın zamana
kadar eleştirel sözü Türklüğe hakaret sayan 301. madde vardı, şimdi de dine
hakaret var. Yani 301. madde kılık değiştirdi, ‘dine hakaret’ oldu. Esas olarak
aynı zihniyetin devamı. Eski Kemalistlerin devamı. Ben böyle görüyorum.
İstiyorlar ki, vatandaş devletle yahut devletin önemsediği şeylerle ilgili
konuşmasın, eleştirmesin. Bu zihniyetin vatandaşa vermek istediği mesaj belli:
Haddinizi bilin. Zaman zaman bu mesaj 301 gibi bir maddeyle veriliyor, zaman
zaman da dine hakaret gibi son derece muğlak, her sözü kapsamına alabilecek
maddelerle. Evet, bu Türkiye devletinin çok eski ve köklü bir alışkanlığı ama
AKP de bunu büyük bir rahatlıkla devam ettiriyor.”[23]
Mesela avukat
Canan Arın, Antalya’da mahkemeye çıktı. Dava konusu yine Fazıl Say ve Sevan
Nişanyan’ın başına gelen gibi bir durum!
Arın Antalya
Barosu’nun düzenlediği bir toplantıda konuşma yapmış. Toplantının konusu
kadınlara yönelik şiddet sorunu!
Arın da bu
çerçevede Türkiye’deki çocuk gelinler sorununa dikkat çekmiş. Bunun Türk
toplumunda nasıl doğal karşılandığına ilişkin örnekler verirken de
Cumhurbaşkanı’nı ve Muhammed Peygamber’i örnek olarak göstermiş.
Şimdi hem
halkın benimsediği değerleri aşağılamaktan, hem Cumhurbaşkanı’na hakaretten
yargılanacak, 5 yıl hapse mahkûm edilme olasılığı az değil.
İnsan Hakları
İzleme Örgütü’nden Emma Sinclair-Webb, hakkında bir “cadı avı” sürdürülen
Nişanyan hakkında da, “Sevan’ın o sözlerinde ne bir nefret suçu var ne de
hakaret. Bunu istediğiniz kadar tartışabilirsiniz. Fakat rahatsız edici sözler
söylemek, kötü şakalar yapmak yahut saçmalamak da bir haktır. Ve Sevan’ın
sözleri tam olarak bu çerçevede değerlendirilmelidir. Bazıları bu sözlerde
nefret söylemi olduğunu iddia ediyor. Belli ki onlar nefret söylemi nedir
bilmiyorlar,” diyor.
Evet, evet Türkiye’de 301. madde kılık
değiştirdi, “dine hakaret” oldu!
“İfade
Özgürlüğü ve dinin karalanması”[24]
yaygaraları arasında Ragıp Zarakolu’nun deyişiyle, “İllallah demek bile
yasak”ken;[25] ‘Ekşi Sözlük’ün
kurucusu ve yöneticisi Sedat Kaplanoğlu ile 40 sözlük yazarı hakkında, “halkın
bir kesiminin benimsediği dini değerleri alenen aşağılama” suçlamasıyla 6 aydan
1 yıla kadar hapis istemiyle dava açıldı.[26]
Bu kapsamda
‘Demokrat Yargı’ Başkan Yardımcısı Diyarbakır Hâkimi Faruk Özsu da ekliyor:
“Din için ‘saldırgan’ olarak işaretlenen birisi, çok kısa bir zaman içinde de
bir ‘saldırı’nın nesnesi hâline dönüşür. Böylece dinin ‘söz’ü çabucak bir
‘hukuk’ hâline gelir”!
Örneğin dünya
genelindeki bir araştırmaya göre, 13 Müslüman ülkede ateist olduğunu açıkça
ifade eden ya da ülkenin resmi dini İslâmı reddedenlerin “dine hakaret”
yasaları uyarınca mahkûm edildiğini ortaya koyuyor.
‘Uluslararası
Hümanist ve Etik Birliği’nin (IHEU) ‘2013 Fikir Özgürlüğü (Freethought)’
raporuna göre, “Dine hakaret” ya da din değiştirme, 13 ülkede halkın gözü
önünde idamla cezalandırılıyor: Afganistan, İran, Malezya, Maldivler,
Moritanya, Nijerya, Pakistan, Katar, Suudi Arabistan, Somali, Sudan, Birleşik
Arap Emirlikleri ve Yemen…
Devamla: Fazıl
Say’ın davası da konuya içkin önemli örneklerdendir.
Ne diyor Fazıl
Say’ı mahkûm eden madde: “Dini değerleri aşağılayan kişi, fiilin kamu barışını
bozmaya elverişli olması hâlinde...”
İyi de “Hani
ifade özgürlüğü sadece hoşa giden, zararsız, tepki yaratmaz fikirler için
değildi?”[27]
“Kamu
otoritesinin ve yerleşik, kalıplaşmış, ezber hâline gelmiş değer yargılarının
alenen ve korkusuzca eleştirilmesi, katılımcı bir kamusal hayatın, dolayısıyla
demokrasinin temel taşıdır
Fazıl Say’ın
‘halkı kin ve düşmanlığa tahrik suçu’ işlediği iddiasıyla mahkûmiyeti, ifade
özgürlüğünün niteliği üzerine yeni bir tartışma başlatacak gibi gözüküyor.
İfade özgürlüğü ilkesi, doğası gereği antidemokratiktir; çoğunluk karşıtıdır,
çoğunluğun egemenliğini sınırlandırma amacını taşır.
Antidemokratik
bir hak olması nedeniyle şok edici, rahatsız edici, incitici azınlık ifadeleri,
(baskıcı) çoğunluk karşısında hukukun evrensel ilkeleri gereğince yüksek
derecede korunmayı hak eder.”[28]
Kim ne derse
desin: “Fazıl Say’ın aldığı mahkûmiyet nedeniyle tekrar Türkiye’nin ifade
hürriyeti sorununu tartışıyoruz… Türkiye’de ifade hürriyetine bakış evrensel
çerçevelerden hiçbirisine yaslanmıyor”ken;[29]
bunun en başat örneğini birçok kere yargılandığım[30]
meşhur ve meş’um TCK 301 oluşturur…
MEŞHUR VE MEŞ’UM TCK 301
“Meşhur ve meş’um TCK 301 nedir” derseniz
şöyle tarif edebilirim: Eğer bir Türk’e “kudurmuş” derseniz hemen yargılanıp,
cezalandırıldığınız; ama Ermeni, Kürt, Arap, Çerkez ya da Laz’a “Kudurmuş”
derseniz sizi yargılayıp cezalandırmaya gerek görmeyen bir yasa maddesidir!
“Devleti
koruyup, kollamak” adına kendinden başka herkesi ötekileştirerek, Hrant Dink’i
düşman ilan edip katleden TCK 301’e ilişkin birkaç yeni örnek sıralarsak:
i) Agos Genel
Yayın Yönetmeni Rober Koptaş ve gazeteci Ümit Kıvanç’a ‘Hrant Dink’ maddesi
diye bilinen TCK’nın 301. maddesine göre “devlet ve yargı güçlerine hakaret”
iddiasıyla soruşturma yürütüldüğü ortaya çıktı. Üstelik, TCK’nın 301.
maddesinin genelgesinde belirtilen “Adalet Bakanlığı’ndan izin alınmaksızın
şüphelilerin ifadesi alınamaz” şeklindeki yasağa rağmen iki gazeteci
bakanlıktan izin alınmadan ifadeye çağrıldı.[31]
ii) Gezi Parkı
olayları sırasında, bir sosyal paylaşım sitesinden “polise hakaret ettiği”
belirtilen Savunma Sanayi Müsteşarlığı uzmanına, ‘ Türkiye Cumhuriyeti
hükümetini, devletin yargı organlarını, askeri veya emniyet teşkilâtını alenen
aşağılama’ suçundan, 3 yıl 6 aya kadar hapis istemiyle dava açıldı. Cumhuriyet
Savcısı Erdoğan Gökçek tarafından hazırlanan iddianamede, ‘Müsteşarlıkta uzman
olarak çalışan A.S’nin, bir sosyal paylaşım sitesinde, Türk polisine küfür ve
hakaret ettiği’ ihbarı üzerine soruşturma başlatıldığı belirtildi. 3.5 yıla
kadar hapis ve bazı haklardan mahrumiyet istendi
A.S. hakkında,
TCK’nın 301. maddesinde düzenlenen, “Türklüğü, Cumhuriyeti, devletin kurum ve
organlarını aşağılama” suçundan soruşturma yürütülebilmesi için Adalet
Bakanlığı’ndan izin istendiği ifade edilen iddianamede, bakanlığın, izin
vermesi üzerine A.S’nin internet çıktılarının incelendiği kaydedildi. A.S,
Ankara 19. Sulh Ceza Mahkemesi’nde hâkim karşısına çıkacak.[32]
iii)
Çanakkale’de Gezi Parkı gösterileri sırasında yola sprey bir boyayla “Hükümet
istifa”, “Faşizme ölüm”, “Fuck the police” yazdığı iddia edilen ilkokul
öğrencisi B.T.İ.’ye, “Suçun anlam ve sonuçlarını algılayabilecek psikososyal
olgunluğa erişmemiştir” yönündeki psikolog görüşüne rağmen ve yasalara göre
cezai sorumluluğu bulunmadığı hâlde “kamu malına zarar” suçundan dava açıldı.
Savcı, çocuğa iki yıla kadar hapis cezası verilmesini aksi hâlde koruma
kararıyla yuvaya alınmasını talep etti…
İl Emniyet
Müdür Yardımcısı Tevfik Güreşçi’nin 1 Temmuz 2013’de Çocuk Şube Müdürlüğü’ne
gönderdiği yazıda, 13 yaşındaki B.T.İ. hakkında ‘Türk milletini, Türkiye
Cumhuriyeti devletini, devletin kurum ve organlarını aşağılama’ suçunu
düzenleyen TCK 301. maddeden işlem yapılmasını istedi. Hazırladığı fezlekeye
polis, B.T.İ.’nin ‘açık kaynaklardan’ elde edilen, dilini çıkarmış hâlde
çekilen bir resmini ekledi.[33]
HRANT DAVASININ HİKÂYESİ
“Türkiyeliyim...
Ermeniyim... İliklerime kadar da Anadoluluyum…
“Gerçek hakem
halklar ve onların vicdanlarıdır. Benim vicdanımda ise hiçbir devlet erkinin
vicdanı, hiçbir halkın vicdanı ile boy ölçüşemez,” diye haykıran O katledileli
yıllar oluyor...
“Ermeni
soykırımı vardır” dediği için katledilen Ermeni Hrant Dink’in hikâyesi özünde,
“Bir ön yargıyı yok etmek, bir atomu parçalamaktan daha zordur,” diyen Albert
Einstein’ın sözlerini anımsatır…
Böyle bir
suikast elbette birkaç lumpen Alperen’in marifeti değildi. Onun öldürüleceğini
ihbarını alan jandarma komutanı haberi getiren astsubaya “Tamam, sen bu işe
karışma,” dedi. Trabzon Emniyeti haberi Emniyet Genel Müdürlüğüne, İstanbul
valiliğine bildirildiği hâlde hiçbir yetkili önlem almadı. Her şey açığa çıktıktan
sonra bile, o sorumlular hakkında idari önlem alınmadı, tersine hepsi terfi
veya taltif ettirildi. İstanbul Emniyet Md. Vali yapıldı, İstanbul Valisi
Tayyip Erdoğan tarafından AKP mebusluğuna atandı.
Bir de Ramazan
Akyürek vakası var. İstanbul Emniyetindeyken Vali tarafından cemaat mensubu
olduğu saptanmıştı. Trabzon Emniyet Md. İken McDonald’s bombalanması faili
Erhan Tuncel’in suçunu örtbas edip, onu polis muhbiri yapmıştı.
Ayrıca,
Akyürek’in Emniyet Müdürlüğü döneminde KTÜ Öğretim Üyeleri Doç. Hicabi Cındık
ve Prof. Dr. Sadettin Güner ile Santa Maria Kilisesi’nin rahibi Rahip Santoro
öldürülmüştü.
Nurcuların ve
AKP’nin Emniyetteki gözde elemanlarından Akyürek Trabzon Emniyet Müdürü’yken
Hrant Dink’in öldürüleceği bilgisi geldiğinde de görev başındaydı.
Sonra terfi
ettirildi: Emniyet Genel Müdürlüğü İstihbarat Dairesi Başkanlığına getirildi.
Hrant Dink cinayeti de bu dönemde işlendi. Trabzon ile İstanbul arasındaki
istihbarat alışverişi ve bunu için gereken işbirliğinin yapılmamış olduğu için
Dink’in avukatları “Sorumluluğu vardır” dedi, yargılanması istendi. Ancak
yargılanmadı ve sorgulanmadı. Tayyip Erdoğan rejimi tarafından himaye edildi.
2009’da yani
Dink öldürüldükten 2.5 yıl sonra Akyürek Teftiş Dairesi Başkanlığına atandı.
Hrant Dink cinayeti kapsamında hakkındaki iddialarla ilgili olarak mülkiye
başmüfettişleri tarafından yaptıkları inceleme ve araştırma neticesinde
Akyürek’e isnat edilebilecek herhangi bir olumsuzluğun ortaya konulamadığını
belirttiler. Tetikçiler hakkındaki hükümler ileride kesinleşince, “yargı
kararını verdi” denilecek ve olay ebediyen kapatmaya çalışılacaktı.[34]
Öyle de oldu!
Örneğin Hrant
Dink’in öldürülmesiyle ilgili davada sanık Erhan Tuncel, eski Emniyet
İstihbarat Daire Başkanı Ramazan Akyürek’i suçlayarak, “İsteseler cinayeti
önlerlerdi,” demişti.
Ancak hiç
kimsenin yani ne devletin ne de hukukunun umurunda falan değildi. Bunun için de
Yargıtay 9’uncu Ceza Dairesi, Hrant Dink’i öldürenlerle ilgili “örgüt değil
çete” kararının gerekçesini, “Dink, siyasal nedenlerle öldürüldü ama sanıkların
bu eyleminin amacı Dink’i cezalandırmaktı” diyerek açıkladı.
Bunun için de
Dink ailesi, “Hak ve hukukun ayaklar altına alındığı o duruşma salonlarına,
artık girmeyeceğiz,” dedikleri açıklamada şunlara dikkat çekiyordu:
“Bundan böyle,
bizlerle alay eden devlet mekanizmalarının oyununa alet olmayacak ve cinayet
davasının yeniden görülmeye başlanan duruşmalarına katılmayacağız. Daha fazla
kirlenmemek adına, yalanın su gibi içildiği, zorbalığın ekmek gibi yendiği;
yaşam hakkı, insan hakkı, doğruluk, dürüstlük, hak ve hukukun ayaklar altına
alındığı o duruşma salonlarına, artık girmeyeceğiz.
19 Ocak
2007’de Hrant Dink’in katledildiği günden bu yana Türkiye’de sistem,
yargısıyla, kolluğuyla, asker ve sivil bürokrasisiyle, siyasi kurumlarıyla,
bizimle adeta alay etti. Adına devlet denen suç ittifakı, adaleti arar
görünürken, gün gün, celse celse, cinayeti yeniden ve yeniden işledi. Bu
ittifak, cinayeti planlayan ve sonra da üzerini örten suç örgütünün ta
kendisidir.
Cinayetten
sonra savcılığa verdiğimiz ilk dilekçede, bugün Ergenekon üyesi olarak mahkûm
edilen pek çok kişinin adını verip soruşturulmalarını istedik. Hiçbiri
soruşturulmadı. Bu davanın hiçbir aşamasında etkili bir soruşturma yürütülmedi.
Devletin tüm kurumlarının dahil olduğu bir cinayette kim hangi soruşturmayı
etkili yürütebilirdi ki?
Şimdiye kadar
defalarca mahkemelere girdik çıktık. Üzerimize gülündü, hakaret edildi, ‘Ya sev
ya terk et’ denildi. Ama en büyük alayı mahkeme, ‘Cinayette örgüt yoktur’
diyerek etti. Son olarak Yargıtay’ın yerel mahkemenin kararını bozan hükmü,
sinsice hazırlanmış yeni bir oyunla, var olduğunu tespit ettiği örgütü birkaç
milliyetçi gençle sınırlayarak bizlerle bir kez daha alay etti. Yetmezmiş gibi,
Yargıtay’ın bu kararı sanki olumlu bir adımmış gibi yansıtılarak kamuoyu bir
kez daha yanıltıldı. Bu Yargıtay, Hrant Dink’i sağlığında, türlü
hukuksuzluklarla Türklüğe hakaretten mahkûm eden Yargıtay’ın ta kendisiydi.
Bu davada,
devletin cinayet mekanizmalarının ve suç ittifakının ortaya çıkarılması konusunda
gereken tek şey siyasi iradeydi. Siyasi iktidar, kamuoyu önündeki türlü
sözlerine ve vaatlerine karşın, bu iradeyi göstermekten ısrarla kaçındı. İrade
göstermek bir yana, cinayette rol alan veya katilleri yücelten devlet
görevlilerini terfi ettirdi, emniyet müdürü, müsteşar, vali, ombudsman olarak
atadı; bazılarını da kendi bünyesine katarak, milletvekili, bakan yaptı.
Muhalefet
partileri ise, kâh 301. maddeye ilişkin tutumlarıyla, kâh ülkedeki
milliyetçi-ulusalcı dalgalanmaları körüklemeleriyle, kâh tetikçileri
yetiştirdikleri ocaklarıyla, zaten cinayet ikliminin baş aktörleriydi.
İktidar, kendi
döneminde işlenen bu cinayeti ‘namus’ meselesi hâline getirmek yerine koz
olarak kullanmayı, silah sadece kendilerine doğrultulunca suçluları
yargılamayı, Cumhuriyet tarihi boyunca yüksek sesle insan hakları mücadelesi
vermiş tek Ermeni’nin öldürülmesini yok sayıp ‘Bizim zamanımızda faili meçhul
cinayet olmamıştır’ diye böbürlenmeyi seçti. Cinayetin hemen ardından ‘Bu
kurşun Türkiye’ye sıkılmıştır!’ demek, ama sonra bu icraatı göstermek,
onursuzluktur. Doğrudur! Bu cinayet faili meçhul değildir: Fail, muhalefeti ve
iktidarı, askeri, polisi, istihbaratı ve yargısıyla, devlettir.
Biz artık bu
müsamerede yokuz. ‘Bu mahkemenin kararı şundan iyiymiş’lerden, ‘bu savcı şunda
daha doğru demiş’lerden, ‘bu yapmak istiyormuş da yapamıyormuş’lardan, ‘şu
yapabilirmiş de yapmıyormuş’lardan, ‘şu aslında iyiymiş de çevresi
kötüymüş’lerden sıkıldık.
Ne bekliyorduk
ki. Bir tek bizim mi başımıza gelmişti? Daha önce ne olmuştu ki şimdi ne
olacaktı. Ama olsundu. Belki bu kez farklı olurdu. Belki önceki davalara, belki
sonraki cinayetlere de bir faydası olurdu. Bir de biz deneyelim dedik. Denedik,
olmadı. Acıda akraba olduklarımızın yanındaki yerimizi çoktan aldık. Türklüğe
hakarete girmesin diye Türk adaleti demekten özenle kaçındığımız bu şey, adı
her neyse, biz artık yokuz. Önünde ya da arkasında devlet olan herhangi bir
şeyden, bir beklentimiz yok.
Hrant Dink, en
yüksek yargı makamı olarak halkların vicdanını görürdü. Bütün bu yaşananlar
içinde bizlere gelecek adına hâlâ umut veren tek şey, halkın çok geniş bir
kesiminin bu cinayeti vicdanlarında mahkûm etmesi; ona yüreklerinde yer açması
oldu.
Bu dava sadece
ailemizin değil, Türkiye’de demokrasiye inanan, ayrımcılığı ortadan kaldırmak
isteyen, devletin şeffaflaşmasını arzu eden, yüzleşmeden ve barıştan yana
herkesin davasıdır. İşte bu insanlar adına avukatlarımız davayı şeklen takip
etmeyi, sahipsiz bırakmamayı sürdürecekler.
Bizler
olduğumuz ve olmamız gereken yerde olacağız. Öyle ya da böyle, devlet eliyle,
sopasıyla, copuyla, bombasıyla öldürülenlerin yakınlarının yanında... Daha
iyisinin değil, iyinin kavgasında. Salonlarda değil, sokaklarda, caddelerde,
meydanlarda... İnsanına, vicdanına inandığımız bu toplumun içinde, onlarla birlikte,
bu vicdanı temsil eden gerçek adaletin tecellisi için mücadeleden
vazgeçmeyeceğiz.”
Her şeyi
özetleyen özetin özetine gelince: Avukat Fethiye Çetin, Dink Davası’nı konu
alan ‘Utanç Duyuyorum!’ adlı kitabında, Hrant Dink’in 301. maddeden cezasının
onandığı Yargıtay Ceza Genel Kurulu’ndaki görüşmenin perde arkasını araladı.
Çetin, bilirkişi raporlarına ve dönemin Yargıtay Cumhuriyet Savcısı Ömer Faruk
Eminağaoğlu’nun şerhine rağmen cezanın Yargıtay Ceza Genel Kurulu’nda nasıl
onandığını yazdı. Bu karardan sonra ziyarete gittiği Yargıtay’da, karar
oylamasına katılan bir hâkimle görüştüğünü ifade eden Çetin, kitabında şöyle
devam etti:
“Genel
Kurul’un önüne gelen dosyadaki bilirkişi raporuna, Sami Selçuk’un hukuksal
görüşüne, Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı’nın tebliğnamesi ve itiraznamesine,
Dink’in yazılarına ve savunmalarımıza rağmen bu karar nasıl verilebildi ve
neden verildi?’ Bu soruma hiç düşünmeksizin, anında ve tereddütsüz cevap verdi
hâkim:
‘Yani siz, bu
yazıyı Türk kökenli biri yazmış olsaydı, karar farklı mı olurdu diyorsunuz?’
‘Hiç şüphem
yok, farklı olurdu.’
Çetin
kitabının devamında, Dink kararının görüldüğü gün Yargıtay Ceza Genel
Kurulu’ndaki görüşmenin perde arkasını da yazdı: “Toplantının ilk saatlerinde,
sanırım karşıoy kullanan hâkimlerin çabasıyla itiraznamenin kabulü yönünde
olumlu bir hava esmiş ancak verilen aradan sonra olumlu hava değişmişti.
Toplantının
başlarında bir üye, ‘Biz çoğunluk bu kararı doğru buluyoruz’ gibi bir cümle
kurmuş, bu cümle üzerine sert tartışmalar yaşanmıştı. Henüz oylama yapılmadan,
Hrant’ın mahkûmiyeti doğrultusunda oy kullanacakların çoğunluk oluşturduğunu
bir üye hâkim nereden biliyordu? Kimdi bu üye? Bu üyenin kimliğini sonradan
öğrenecektim. ‘Biz çoğunluk olarak bu kararı doğru buluyoruz’ diyen, öncesinde
ve görüşme sırasında bu doğrultuda çaba sarf eden hâkim, 2012’de Türkiye
Ombudsmanlığı’yla ödüllendirilecek M. Nihat Ömeroğlu’ndan başkası değildi.
Çabalarının sonucunu ve ödülünü böyle mi almıştı?”
Dink’in ceza
almaması yönünde görüş belirten altı hâkim üzerinde yoğun baskı kurulduğunu
iddia eden Çetin, şöyle devam etti: “Öylesine bir hava estirilmişti ki
Yargıtay’da, Genel Kurul toplantısı sonrasında ortalık ‘Altı hain’, ‘içimizdeki
Ermenilerin sayısı belli oldu’ sözleriyle çalkalanmıştı. Koridorlarda, odalarda,
hatta hâkimlerin alışveriş yaptığı markette altı hainin isimleri konuşuluyordu.
‘Altı hain’ olarak nitelenenler, muhalefet eden altı hâkimdi.”
ÖRNEKLERİYLE TÜRK(İYE) “HUKUK(SUZLUK)U
Her adımda Louis Dembitz Brandeis’nin,
“Yasalara saygı gösterilmesi isteniyorsa, önce saygı duyulacak yasalar
yapılmalıdır,” sözünü anımsatan Türk(iye) hukuk(suzluk)unu en iyi betimleyen
örnek; Türkiye’nin, AİHM’ye gönderdiği savunmada üniversiteli Baran Tursun’un
polis kurşunuyla ölümünü “Polis ‘dur’ ihtarına uymayanı vurur” yollu
savunmasıdır…
İzmir’de,
“Dur” ihtarına uymadığı gerekçesiyle polisin açtığı ateş sonucu hayatını
kaybeden üniversite öğrencisi 20 yaşındaki Baran Tursun davasını
ailesi Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ne
taşıdı. Türkiye ’den savunma isteyen AİHM, Türkiye’ye “Baran’ın
ölmesini önlemek üzere tüm önlemleri aldınız mı? Devlet görevlilerinin son çare
olarak ölümcül kuvvet kullandığı sonucuna varabilir miyiz? Ölümcül kuvvet
yerine daha az radikal yöntem kullanılamaz mıydı? Mevcut durumda uygulanan ceza
sistemi, ölümcül kuvvet kullanımını etkili bir şekilde önleyecek caydırıcı
kuvvet kullanılmasını sağladığı kabul edilebilir mi?” gibi sorular sordu.
Adalet
Bakanlığı ise AİHM’ye gönderdiği savunmada ‘terörü’ gerekçe gösterdi ve ‘dur’
ihtarına uyulmamasının başlı başına şüpheli davranış olduğunu, polisin bu
durumda ateş etmesi gerektiğini savundu. Tursun’u öldüren kurşun savunularak,
“Tursun’un kaçmış olması, memurların ani olay karşısında harekete geçmelerini
gerekli kılmıştır. Koşullar, şüpheli kişinin zaptı için başka yol bırakmamış ve
polis son aşamada silahını kullanmıştır,” denildi.[35]
Ayrıca ‘Demokrat Yargı’ Eşbaşkanı Orhan Gazi
Ertekin’in, “Türkiye’nin yargı alanı, farklı etnik-kültürel grupları dışlayan
hatta düşmanlaştıran bir teyakkuz hâlinin tam üzerine inşa edildi,”[36]
saptamasıyla betimlenen Türk(iye) hukuk(suzluğ)u, Max Stirner’in, “Devlet
kendi şiddetine ‘hukuk’, bireyinkine ise ‘suç’ adını verir,”
tanımlamasıyla bire bir uyumludur.
Söz konusu
kapsamda Oscar Wilde’ın, “Demokrasi halkın, halk tarafından, halk için
sopalanmasıdır,” saptamasını anımsatan Türk(iye) “hukuk(suzluk)una birkaç örnek
sıralarsak:
i) Bakırköy 9.
Asliye Ceza Mahkemesi, polis kurşunuyla felç kalan Ferhat Gerçek’i 17
yaşındayken sırtından vurarak sakat bırakan polislere 2.5 yıl, felç olan
Gerçek’e de “polise ve aracına zarar vermekten” 3.5 yıl ceza verdi.[37]
ii)
Havaalanında gözaltına alınan Hollandalı Sahami, Türkiye’de 2.5 yıl cezaevinde
unutulması ardından ülkesinde 1 saat sorgulanıp serbest bırakıldı. Türkiye’de 2.5
yıl geçirmesine yol açan suçtan ötürü Hollanda’da sadece bir saat
sorgulandıktan sonra serbest bırakıldı.[38]
iii)
Eskişehir’de 19 Şubat 2012’de bir eylemde 17 gencin “IMF uşağı Tayyip Erdoğan”
diye slogan attıkları için ‘hakaret’ten yargılandığı davada, skandal bir işlem
yapıldı. Hâkim, “sanıkların kişilik özelliklerinin” tespiti açısından “masum
eylem ve gösteriler” dışında olmak kaydıyla, sanıkların katıldığı eylemleri
polise sordu. Emniyet de elindeki 23 sayfalık “fiş” dosyasını mahkemeye
yolladı. Ya davası hiç açılmamış ya da açılıp beraatla sonuçlanmış ne kadar
eylem varsa, fiş dosyasına konuldu. Gençlerin yargılandığı slogan atma eylemi
ile Ali İsmail Korkmaz’ın öldürülmesini protesto sırasında yürüyüş nedeniyle
yol kapatmak gibi gösteriler de fişler arasında yer alıyor.[39]
iv) Çağdaş
Hukukçular Derneği’nin (ÇHD) avukat yargılamalarına ilişkin raporunda,
Türkiye’de 10 yılda avukatlar hakkında açılan soruşturma ve yürütülen
kovuşturmaların kaygı verici boyutlara ulaştığı saptaması yapıldı. ÇHD, avukatlar
hakkındaki soruşturma ve davaları mercek altına yatırarak sonuçları
raporlaştırdı. ÇHD’nin raporuna göre 176 avukat soruşturma ve kovuşturmaya
uğradı. Terörle Mücadele Kanunu kapsamında 78 avukat hakkında dava açılırken,
mesleki faaliyetleri nedeniyle 53 avukat tutuklandı. Raporda, yaşanan tablonun
savunma açısından “vahim” olduğu vurgulandı.[40]
v) CHP Genel
Başkan Yardımcısı Sezgin Tanrıkulu, Başbakan’ın yanıtlaması istemiyle TBMM
Başkanlığına sunduğu soru önergesinde, “Kamuoyunda ‘Devrimci Avukatlar Davası’
olarak bilinen davanın sanıklarından Av. Selçuk Kozağaçlı’ya gözaltı işlemi
sırasında ve sonrasında işkence edildiğine dair görüntülerin dava dosyasına
girdiği ve yine Av. Selçuk Kozağaçlı’nın yasaya aykırı işlemler yaptığı ve
mesleğiyle bağdaşmayacak davranışlarda bulunduğu iddiasıyla bir hekim hakkında
şikâyette bulunduğu iddia edilmektedir,” dedi.[41]
vi) Avrupa
İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM), Hakkâri’nin Şemdinli ilçesindeki Ortaklar
köyünün Ormancık mezrasında 24 Temmuz 1994’te yapılan askeri operasyona ilişkin
iddialara yönelik kararını verdi. AİHM, 12 korucunun gözaltında kaybedilmesi
ile iki köylünün öldürülmesine ilişkin 16 Nisan 2013’de verdiği kararla,
Türkiye’yi “işkence yasağını, yaşam hakkını, özgürlük ve güvenlik hakkını
ihlâlden” mahkûm etti.[42]
vii) Yaptığı
haberle Ankara Üniversitesi’ni “örgüt evi gibi” gösteren köktendinci Akit
gazetesine şikâyet üzerine “hakaret” suçundan başlatılan soruşturmada
takipsizlik kararı verildi. AİHM kararlarına göre ifade özgürlüğünün,
demokratik toplumun vazgeçilmez öğesi olduğunu belirten savcılık, “bunun da
toplumun ilerlemesinin ve her insanın gelişmesinin temel şartlarından biri
olduğu”nu belirtti ve Akit’e “hoşgörülü olun” mesajı verdi.[43]
viii) Ankara
Büyükşehir Belediyesi’nin ODTÜ Ormanı ve mahallelerinin tam ortasından
geçirmeyi planladığı yol çalışmasını protesto etmek için 12 Eylül 2013’de
Kadıköy’de yapılan gösterilere katıldıkları gerekçesiyle ABD vatandaşı Sarah
Elizabeth Perrich’in de aralarında bulunduğu 16 kişi hakkında “Toplantı ve Gösteri
Yürüyüşleri Kanunu’na muhalefet” ve “görevi yaptırmamak için direnme”
suçlarından 7 yıla dek hapis cezası istemiyle iddianame hazırlandı.[44]
ix)
Diyarbakır’ın Kulp İlçesi Alacakaya Köyü Keper Mezrası’nda 1993 yılında
gözaltına alındıktan sonra kaybolan 11 köylü ile ilgili 7 yıldır soruşturma
yürüten 7’nci Kolordu Komutanlığı Askeri savcılığı dosya ile ilgili gizlilik
kararı aldığı ortaya çıktı. Aileler avukatları aracılığı ile savcılığa
başvurarak daha önce arazide buldukları ve Adli Tıp’a gönderilen kemikleri
istedi.[45]
x) TBMM önünde
“Tutuklu öğrenciler serbest bırakılsın” şeklinde pankart açmak isteyince yaka
paça gözaltına alınan öğrencilerden 18 yaşından küçük olan T.Ö’ye devlet resmen
el koymak istedi. Anne ve babası şu an şehir dışında bulunan kız öğrenci,
avukatları yerine yurda verilmek istendi. Avukat Engin Gökoğlu’nun uzun
uğraşları sonunda 17 yaşındaki kız, bir gününü gözaltında geçirdikten sonra
serbest kalabildi.[46]
xi) Gazeteci
Şenol Gürkan’a işkence yaptıkları Adli Tıp raporuyla ispatlanan 4 polisin 9
yıldır yargılandığı davada, hâkimin, pişman olmadıklarını vurgulayan sanıkların
aldığı 10’ar aylık hapis cezasını “bir daha suç işlemeyeceklerine kanaat
getirerek” ertelediği ortaya çıktı. Yargılamayı 9 yıldır sürdüren, verdiği
karar 3 kez Yargıtay tarafından usulen bozulan Ankara 1. Ağır Ceza
Mahkemesi’nin gerekçeli kararında “sanıkların memuriyet hâlleri ve sosyal
durumları nedeniyle bir daha suç işlemeyecekleri kanaatine varıldığı” ifadeleri
yer aldı.[47]
xii) Başbakan
Erdoğan’ı Göktürk 2 töreninde protesto eden 11 öğrenci hakkında terör örgütü
üyeliğinden dava açan Ankara Terörle Mücadele Savcılığı, iddianamede olaylar
sırasında başından gaz bombası ile yaralanan Barış Barışık’tan bahsetmezken
TOMA’ların gördüğü zararları ayrıntılı olarak anlattı. Ankara 13. Ağır Ceza
Mahkemesi tarafından kabul edilen ODTÜ olayları iddianamesinde, 11 öğrenci
hakkında 5 suçtan 50 yıla kadar hapis cezası istendi. İddianameye göre, ODTÜ
Genel Sekreterliği, savcılığa 28 Aralık 2012 tarihli yazısında olaylar
sırasında üniversitede 20 bin liralık zarar meydana geldiğini bildirdi.[48]
xiii) Ankara
Savcılık, KESK’in 2012 yılının mart ayında 4+4+4’e karşı düzenlediği, iki gün
süren ve polisin müdahale ettiği olaylı eyleme katılan 502 kişiye dava açtı. 64
sayfalık iddianamenin 44 sayfasını sanık listesi oluşturdu.[49]
xiv)
Osmaniye’de aile içi kavga nedeniyle gözaltına alınan Metin Serdar Gökçe,
karakolda beş polis tarafından dövülerek ayağının kırılmasına ilişkin
başlattığı “hukuk mücadelesini” kaybetti! Olay nedeniyle hakkında “kamu
görevlisine hakaret ve direnme” suçlarından dava açılan Gökçe, mahkeme
tarafından hapis cezasına çarptırıldı. Gökçe’nin ayağını kırdığı iddia edilen
polisler hakkında ise takipsizlik kararı verildi.[50]
xv) Susurluk
davasında denetimli serbestlik kararı ile tahliye edilen ve şartlı salıverilme
süreci içinde hakkında faili meçhul cinayetten dava açıldığı için tekrar içeri
girmesi gereken eski Emniyet Genel Müdürü Mehmet Ağar’ı cezaevine göndermeyen
yargı, sıradan bir yurttaş olan Taylan Aydoğdu için aynı hassasiyeti
göstermedi.[51]
xvi) F Tipi
cezaevlerinin şartlarını anlatan ve 2012 yılında gösterime giren F Tipi Film’in
galasında, cezaevinde tutuklu ve hükümlülerin haberleşmek için kullandıkları
“haberleşme topları” anı olarak dağıtıldı. İzleyiciler arasında bulunan Erdoğan
Canpolat da bu toplardan birini alarak evine döndü. Ancak 2013’ün şubat ayında
Malatya Cumhuriyet Başsavcılığı, KESK üyelerine yönelik olarak ‘örgüt üyeliği
ve örgüt propagandası yapma suçu’ iddiasıyla soruşturma başlattı.[52]
KESK
soruşturmasında “F tipi filmi” galasında anı olarak dağıtılan haberleşme topunu
delil sayan Malatya Cumhuriyet Savcılığı, şüphelilerin bir basın açıklaması
öncesinde yaptıkları telefon görüşmelerinde geçen “Gel gülüm gel” ifadesini
şifreli talimat olarak değerlendirdi. Oysa söz konusu telefon konuşması
kitlesel basın açıklamasına katılım artsın diye açıktan yapılmıştı.
İddianamede, delil olarak yer verilen en dikkat çeken görüşme KESK Örgütlenme
Sekreteri Akman Şimşek ile şüpheli Erdoğan Canpolat arasındaki görüşme oldu.
Buna göre KESK, 19 Ocak 2013’te TBMM önünde kitlesel bir basın açıklaması
yapmak istedi. Şimşek, bu amaçla Canpolat ile şu telefon görüşmesini yaptı:
“...Şimşek: Sitemize giriyorsunuz? Kamu Emekçilerine?”, “Canpolat: Eee bakıyorum”,
“Şimşek: Bakıyorsunuz ordaki ‘Gel gülüm gel’i de duydunuz.” İddianamede,
“Görüşme içeriğinde geçen ‘Gel gülüm gel’in şifreli olarak, yayımlanan talimat
olduğu değerlendirilmektedir” denildi.[53]
xvii) Mamak’ta
bir tren istasyonunun duvarına “Tek yol devrim” ve “Kahrolsun faşizm” yazdığı
iddiasıyla “terör örgütü üyesi olmak, propagandasını yapmak ve mala zarar
vermek” suçlarından 4 ay tutuklu kaldıktan sonra tahliye edilen öğrenci Fırat
Barik, 36 yıla kadar hapis istemiyle yargılandığı davanın sonunda beraat etti.
19 yaşındayken F tipi cezaevine giren Barik’in suçsuzluğu yargılama sonucunda
ortaya çıktı ama yaşamından 4 ayı çalındı.[54]
xviii)
Eskişehir’de duvara “Cevahir yürekliler sokakları zaptedecek” yazdığı için
yargılanan 4 ÖDP’li gencin davasında yazılamayı “Cevahir ve Güler Diler
sokakları zaptedecek” diye anlayan mahkeme, sol tarihi araştırıp Güler Diler
adlı bir şahıs bulamasa da gençlere 10 ay hapis cezası verdi. Duvar yazılaması
yaptıkları gerekçesiyle “terör örgütü propagandası”ndan yargılanan 4 ÖDP’li,
İçişleri Bakanlığı’nın mahkemeye gönderdiği ‘örgüt bağlantısı’ yok belgesine
rağmen hapis cezası aldı.[55]
xix)
Keçiören’de dur ihtarına uymadığı gerekçesiyle 24 yaşındaki Cem Aygün’ü öldüren
polis F.Y. hakkında yine tutuklama kararı çıkmadı. Olay yerindeki keşifte F.Y.
Ethem Sarısülük’ün katili polis gibi kendisine sorulan sorulara
“hatırlamıyorum, “bilmiyorum” yanıtları verdi.[56]
xx) ÇHD Genel
Başkanı Selçuk Kozağaçlı ve İstanbul Şube Başkanı Taylan Tanay’ın da aralarında
bulunduğu 9 avukatın tutukluluk incelemesini yapan İstanbul 3 No’lu Hâkimliği,
henüz yargı önüne çıkmamış olan avukatları mahkûm eder gibi bir karar verdi.
Avukatların tutukluluk hâllerinin devamına karar veren yargıç, “Gözaltı
uygulamasında yemek teklifini kabul etmeyerek ortak örgütsel tavır takındıkları
anlaşılmaktadır. Örgütün talimatları ile Çağdaş Hukukçular Derneği içerisinde
etkinlik kurup örgütün amaçları doğrultusunda gayret gösterildiğine ilişkin
kuvvetli deliller elde edilmiş olduğu anlaşılmaktadır,” dedi.[57]
xxi)
İstanbul’da 18 Mart’taki Newroz kutlamaları sonrasında gözaltına alınan 6’sı
tutuklu 11 kişinin davasına ilişkin olarak savcılık tarafından hazırlanan
iddianamede, halka açık toplantılarda Newroz’a katılım çağrısında bulanan
Halkların Demokratik Partisi’ne (HDP) dönüşen Halkların Demokratik Kongresi
(HDK), “terör örgütü” olarak gösterildi. Newroz kutlamalarıyla ile ilgili haber
yapan aralarında ANF’nin de yer aldığı sitelerin “terör örgütü güdümünde”
olduğu belirtildi. Yüzlerce kişinin örgütün talimatı doğrultusunda Newroz
kutlamasına katıldığı öne sürülen iddianamede, HDK’nın toplantılarda aldığı
Özgür Gündem Gazetesi’nin kapatılmasının protesto edilmesi, 12 Eylül Davası’na
katılım kararı alması, 4+4+4 eğitim sistemini, kadınlara yönelik şiddeti, kadınların
güvencesiz koşullarda çalıştırılmasını protesto etme kararları da “örgüt
faaliyeti” olarak yorumlandı.[58]
xxii) Silivri
Adliyesi’nde görevli Cumhuriyet Savcısı Necip Doğan, Odatv Davası kapsamında
tahliye olduktan sonra Ahmet Şık’ın Silivri Cezaevi çıkışında söylediği
sözlerine ilişkin yürüttüğü soruşturmayı tamamladı. Ergenekon soruşturmaları
kapsamında görev alan 39 savcı ve hâkimin mağdur sıfatıyla yer aldığı
iddianamede, Gazeteci Ahmet Şık’ın “tehdit” ve “Kamu görevlilerine
görevlerinden dolayı hakaret etmek” suçlarından 3 yıldan 7 yıla kadar hapisle
cezalandırılması talep edildi. İddianame incelenmek üzere Silivri 2. Asliye
Ceza Mahkemesi’ne gönderildi. İddianamenin kabul edilmesi hâlinde Ahmet Şık
önümüzdeki günlerde Silivri 2. Asliye Ceza Mahkemesi’nde hâkim karşısına
çıkacak. 12 Mart’ta 16. Ağır Ceza Mahkemesi ‘nde görülen Odatv Davası’nda
tahliye edilen Ahmet Şık, cezaevi çıkışında gazetecilere yaptığı açıklamada “Bu
komployu kuran, yürüten polisler, savcılar ve hâkimler bu cezaevine girecek. Onlar
buraya girdiğinde adalet gelecek” demişti. Ahmet Şık Odatv Davası kapsamında
bir yıl tutuklu yargılandıktan sonra tahliye edilmişti.[59]
xxiv) İstanbul
3. Asliye Hukuk Mahkemesi heykeltıraş Mehmet Aksoy’un, Kars’ta yıktırılan
“İnsanlık Anıtı” heykeline “ucube” diyen Başbakan Recep Tayip Erdoğan hakkında
açtığı 100 bin TL’lik tazminat davasında, mahkeme, “ucube”nin anlamını Türk Dil
Kurumu’na (TDK) soracak.[60]
İNSAN “HAK(SIZLIK)LARI”NIN HÂL-İ PÜR MELALİ
İnsan
“hak(sızlık)ları”nın Türkiye’deki hâl-i pür melaline gelince; işte herkese
Oscar Wilde’ın, “İnsanların yüzde doksanı yaşamazlar, sadece vardırlar,” sözünü
anımsatan 2013 Türkiye’sindeki manzaradan başlıklar:
KADINA YÖNELİK AYRIMCILIK VE ŞİDDET:
- Dünya
Ekonomik Forumu’nun (DEF) yayımladığı 2013 cinsiyet ayrımcılığı raporuna göre
Türkiye’nin kadın-erkek eşitliği endeksindeki yeri 136 ülke arasında 120.
sırada.
-
Milletvekillerinin 79’u (yüzde 14.2), hükümetteki 26 bakandan 1’i, 2 bin 924
belediye başkanın 26’sı (yüzde 1), 34 bin 210 muhtardan 65’i (yüzde 0.2), 81
valinin 1’i, 103 rektörden 5’i, 185 büyükelçiden 21’i kadın. 26 müsteşar
arasında hiç kadın yok.
- Türkiye’de
kadın cinayetleri 10 yılda yüzde bin 400 arttı. 2002 yılında öldürülen kadın
sayısı 66 iken, 2013’ün sadece ilk dokuz ayında bu rakam 842’ye ulaştı. ‘Kadın
Cinayetlerini Durduracağız Platformu’nun verilerine göre 11 ay içerisinde 200
kadın katledildi.
- 25 kadın
erkeklerden gördüğü şiddet sonucu yaralandı.
- 2013’ün
Kasım ayında yaşanan 12 tecavüz olayının yüzde 58’inin ev, okul ve kadınların
alıkonuldukları mekânlarda, yüzde 42’sinin ise sokakta yaşandığı belirtilirken,
yaşanan 27 taciz olayının ise yüzde 74’ünün kadınların tanıdıkları erkekler
tarafından yapıldığı belirtildi.
- Sadece
2013’ün Kasım ayında 34 ilde 89 erkek şiddeti, cinayet, cinayete teşebbüs,
taciz, cinsel şiddet, tecavüz ve yaralama vakası basına yansıdı. Kadına yönelik
şiddet en fazla Marmara Bölgesi’nde yaşandı.
- ‘Kadın-Erkek
Fırsat Eşitliği Komisyonu’nun kapatılmasına karar verilerek kadının adı
devletten silindi.
- ‘Gözaltında
Cinsel Taciz ve Tecavüze Karşı Hukuki Yardım Bürosu’, 2013’te toplam 21 kadının
gözaltında taciz ve tecavüze uğradığı için kendilerine başvurduğunu açıkladı.
- 2013’ün ilk
altı ayında erkekler 77 kadına tecavüz etti, 117 kadını yaraladı ve sayısız
kadın sözlü ve fiziksel olarak cinsel tacize uğradı.
GEZİ SÜRECİ:
- Gezi
sürecine ilişkin ulusal ve uluslararası kurumların hazırladığı raporlar bu
süreçte devletin orantısız güce başvurduğunu ve insan haklarının ihlâl
edildiğini açıkça ortaya koydu.
- Bu süreçte
Abdullah Cömert, Ethem Sarısülük, Ali İsmail Korkmaz, Mehmet Ayvalıtaş, Ahmet
Atakan, Serdar Kadakal, polis memuru Mustafa Sarı hayatını kaybetti.
-
‘Uluslararası Af Örgütü’nün raporuna göre polis saldırısı sonucu 8 binden fazla
kişi yaralandı. Yaralananlar arasında kafasına biber gazı kapsülü isabet eden
14 yaşındaki B.E., 17 yaşındaki M.A.T, ve patlayıcı bir madde isabet etmesi
sonucu kolunu kaybeden 18 yaşındaki S.A. da bulunuyor. Hâlâ yoğun bakımda
tedavi gören ve bilinci kapalı olan B.E.’nin hayati durumu ise ciddiyetini
koruyor.
- AB 2013
Türkiye İlerleme Raporu’na göre 3500’den fazla kişi polis tarafından gözaltına
alındı. Aralarında Taksim Dayanışma Platformu’na katılan sivil toplum kuruluşu
üyeleri de bulunan, 112 kişi hâkim kararıyla tutuklandı. Bu kişilerin 108’i bir
terör örgütüne üye oldukları iddiasıyla gözaltına alındı.
- Türk
Tabibleri Birliği’nin verilerine göre 12 kişi gözünü kaybetti.
- Barışçıl
gösteri hakkının ihlâl edilmesinin yanı sıra düşünce özgürlüğü de kısıtlandı.
Başta öğretmenler ve gazeteciler olmak üzere Gezi direnişine destek verdiğini
ifade eden birçok kişi işinden atıldı.
- Kişilerin
özel yaşamlarının gizliliği ilkesi de ihlâl edildi. Birçok kişinin evlerinde
hukuksuz aramalar gerçekleştirildi, bilgisayarlarına ve kişisel eşyalarına el
konuldu, sosyal medya hesapları takibe alınarak adeta fişlendi.
- Mesleğini
yapmaya çalışan gazeteciler de polis şiddetinden nasibini aldı. Polisler
gazetecileri darp etti, kasklarına, maskelerine ve kurum kartlarına el koydu.
- Davul
çalmak, kırmızı fular takmak, şarkı söylemek, oturma eylemi yapmak, çay içmek
gibi faaliyetler suç sayıldı.
- Polislerin
mahallelere ve arasokaklara gaz bombası atması sonucu evlerinde oturan ve
sokakta bulunan aileler, yaşlılar, çocuklar ve bebekler olumsuz etkilendi.
ÇOCUK HAKLARI İHLÂLLERİ:
- İçişleri
Bakanlığı rakamlarına göre; son üç yılda 18 yaş altında evlenenlerin toplam
sayısı 134 bin 629. 18 yaşını doldurmadan evlenen erkek sayısı ise 5 bin 763.
Reşit olmadan evlendirilen kız çocuklarının sayısı erkek çocukların sayısından
20 kat daha fazla. Birleşmiş Milletler Nüfus Fonu’nun 2013 Dünya Nüfusunun
Durumu raporunda da Türkiye’de, 25-49 yaşlarındaki kadınların yüzde 25’inin 18
yaşına kadar, yüzde 5’nin de 16 yaşından önce evlendikleri belirtildi. Türkiye
199 ülke arasında ergen doğurganlık hızına göre büyükten küçüğe yapılan
sıralamada 113. sırada yer aldı.
- Göç
Vakfı’nın Ocak-Nisan 2013 dönemini kapsayan Çocuk Hak İhlâlleri Raporu’na göre
devletin gerekli önlemleri almaktaki ihmalinden kaynaklı 75 olay yaşandı. Bu
olaylarda 73 çocuk hayatını kaybetti, 32 çocuk yaralandı.
- Raporlama
döneminde tespit edilen sekiz olayda 13 çocuk tutuklandı, sekiz çocuk gözaltına
alındı, mahkemeler beş çocuk için çeşitli hapis cezalarına hükmetti.
- Gündem Çocuk
Derneği’nin “Gezi Parkı Olaylarında Çocukların Yaşadığı Hak İhlâlleri” raporuna
göre 25 Haziran’a kadar en az 294 çocuk gözaltına alındı. Gözaltı süreçlerinde
kötü muamele, kelepçe ve ters kelepçe takılması, gözaltıların kayıt dışı
yapılması ve alıkonulma mekânlarına gaz atılması gibi uygulamalar dikkat çekti.
- Yargıtay
Ceza Genel Kurulu 15 yaşında üvey babasının zoruyla evlendirilen S.V davasında
küçük yaşta evlendirilen kızların kocaları ve babaları aleyhine açılan
davalarda, tarafların beyanlarına rağmen ‘bekâret kontrolü yapılmasının
zorunlu’ olduğuna karar verdi.
- Türkiye’de
sokakta yaşayan çocuk sayısı üç bin.
- 500 bin
çocuk sokakta çalışıyor, bunların 10 bini ise dileniyor.
- Yüzde 45’i
tarım işçisi olmak üzere çocuk işçi sayısı bir milyon.
- Yaklaşık 4.5
milyon çocuk yoksulluk sınırının altında yaşıyor.
- Suça
sürüklenen çocuk sayısı son üç yılda 250 bin. Tutuklu ve hükümlü çocuk sayısı
ise üç bin. Son üç yılda 500 bin çocuk hakkında adli ve polisiye işlem yapıldı.
- Bu dönemde
kaybolan çocuk sayısı 17 bini kız olmak üzere 27 bin.
-
Şefkat-Der’in Ekim ayında açıkladığı ‘Türkiye Genelev Raporu’na göre
Türkiye’deki seks kölelerinin 50 bini çocuk.
- Adalet
Bakanlığı’nın verilerine göre 2008’den 2013’e kadar 660 binden fazla çocuk
cinsel taciz ve tecavüze uğradı. Üç yılda adli makamların verilerine göre,
cinsel şiddete uğrayan çocuk sayısı 70 bin.
- Şu anda
Türkiye’de bir milyon erkek, çocuklara yönelik cinsel şiddet suçlusu.
LGBTİ’LERE YÖNELİK AYRIMCILIK VE ŞİDDET:
- AB Komisyonu
‘2013 Türkiye İlerleme Raporu’na göre, ‘Lezbiyen, Gay Biseksüel, Transeksüel ve
İnterseksüel’lere (LGBTİ) yönelik nefret saldırıları ve söylemleri arttı.
LGBTİ’lere yönelik işlenen suçlarda failler “haksız tahrik” ve “iyi hâl”
indirimlerinden yararlanmaya devam ediyor.
- Transgender
Europe’un verilerine göre Türkiye en çok trans cinayetinin yaşandığı Avrupa
ülkesi. 2008-2013 arasında Türkiye’de 34 trans birey öldürülürken, 2013’de 5
trans bireyin öldürüldüğü belirtildi.
- Cinsel
yönelim ve cinsiyet kimliği ayrımcılığı işten atılmayla sonuçlanabiliyor.
- Eğitimde
yaşanan ayrımcılıklar LGBT’lerin eğitime erişimini engelleyebiliyor.
- Sağlık
Yeteneği Yönetmeliği’nde eşcinsellik ve transeksüellik “hastalık” olarak
görülürken Silahlı Kuvvetler Disiplin Yasası’nda eşcinsellik “gayri tabii”
olarak tanımlanıyor.
- İnternet
Yasası politik ve ahlâkî olarak uygun görülmediği gerekçesiyle LGBT içerikli
sitelere karşı kullanılıyor.
- AKP
hükümetinin hazırladığı Demokrasi Paketi’ndeki ayrımcılık ve nefret suçlarına
ilişkin düzenlemede “Cinsel yönelim ve cinsiyet kimliği” ifadesine hiçbir
şekilde yer verilmedi.
- İzmir’de
LeGeBiT’in resmi topluluk olma başvurusu ‘toplumun hazır olmadığı’ gerekçesiyle
Ege Üniversitesi Rektörlüğü tarafından reddedildi.
CEZAEVLERİNDE HAK İHLÂLLERİ:
- İHD Genel
Merkezi Cezaevi Komisyonu’nun raporuna göre Türkiye’deki cezaevlerinde 10 Eylül
2013 tarihi itibariyle 154’ü ağır olmak üzere 526 hasta mahkûm bulunuyor.
İnsan Hakları
Derneği (İHD) Diyarbakır Şubesi, Doğu ve Güneydoğu Anadolu Bölgesi 2013 Yılı
İlk 6 Aylık Cezaevleri Raporu’na göre bu dönemde bölge cezaevlerinde 872 ihlâl
yaşandı. 4 hasta mahkûm tahliye edilmedikleri için cezaevinde yaşamlarını
yitirdi. 350 defa sevk uygulaması yapıldı. 73 kez sağlık hakkı ihlâl edildi.
Yedi aile görüşü engellendi. 99 defa tecrit ve izolasyon uygulandı.
- CHP Kocaeli
Cezaevi raporunda 450 kişilik kapasiteli cezaevinde 255 kadın ve 508 erkek
olmak üzere toplam 763 mahkûm bulunduğu belirtildi. Ayrıca kadın koğuşunda
çıplak arama ve keyfi tutanaklar dikkat çekti. Çıplak aramalar sırasında regl
olan kadın mahkûmların pedlerine kadar çıkartmaya zorlandıkları ortaya çıktı.
- CHP’nin
Adana cezaevleri raporunda da cezaevlerinde kapasitenin üzerinde kişinin
kalması, sıcak su bulunmaması, sağlık haklarının ihlâli, koğuşlarda hijyen
eksikliği, kitap sınırlaması ve sansürlemesi gibi koşullar ve uygulamalar
olduğu belirtiliyor.
BASIN ÖZGÜRLÜĞÜ:
- Sınır
Tanımayan Gazeteciler Örgütü’nün 179 ülke arasında basın özgürlüğü endeksine
göre Türkiye 2013’te 179 ülke arasında en kötü 154’üncü sırada yer aldı.
-
Cezaevlerinde 63 tutuklu gazeteci bulunuyor. Tutuklu gazetecilere kitap ve
yayınlar verilmiyor. Sağlık hakları engelleniyor.
AZINLIKLARA YÖNELİK AYRIMCILIK:
- Kentsel
dönüşüm projeleri sonucu birçok Roman vatandaş yerinden edilerek barınma
sorunuyla karşı karşıya bırakıldı.
- Bursa
valiliği Roman yurttaşlar hakkında “Genelinin yasal gelir getirici herhangi bir
sanat ve mesleklerinin olmadığı, bu sebeple gerek uyuşturucu ticareti ve
gerekse kendilerine kazanç sağlayıcı olarak gördükleri hırsızlık, yankesicilik,
kapkaç, gasp gibi suçları işleyerek hayatlarını sürdürdüklerinin
gözlemlendiği...” açıklamasında bulundu.
- Romanlar
eğitim ve sağlık haklarından mahrum bırakılıyor.
- Bir Ermeni
yurttaşın çocuğunu azınlık okuluna yazdırmak için yaptığı başvuru sırasında,
azınlıkların ‘soy koduyla’ fişlendiğini ortaya çıktı.
- 2012’in son
ve 2013’ün ilk aylarında İstanbul’da peş peşe yaşlı Ermeni kadınlar saldırıya
uğradı. İkisi feci şekilde dövüldü ve görme duyularını kaybetti. Biri ise
dövülüp bıçaklanarak öldürüldü.
- Kürtler’in
anadilde eğitim hakkı güvence altına alınmadı. Bunun yerine ‘Demokrasi
Paketi’nde anadilde eğitimin özel okullarda yapılabileceği belirtilerek
eğitimde fırsat eşitliği ihlâl edildi.
- Emniyet’in
Gezi direnişine katılanların yüzde 78’inin Alevî olduğuna dair raporu
Alevîlerin fişlendiğini ortaya koydu. Bu durum hükümet ve yandaş gazeteciler
tarafından da desteklendi.
- Lice’de
Medeni Yıldırım kalekol yapımını protesto ettiği sırada askerlerin açtığı ateş
sonucu, Yüksekova’da da PKK’lilere ait mezar taşlarının tahrip edilmesini
protesto eden Veysel İşbilir ile Mehmet Reşat İşbilir isimli iki Kürt yurttaş
polislerin açtığı ateş sonucu hayatını kaybetti.
- ABD’nin
yıllık Uluslararası Din Özgürlüğü Raporu’nda Sünni Müslümanların kayırıldığını
belirtilerek, sayıları 15-25 milyon civarında olduğu ifade edilen Alevîlerin
devlet tarafından “heterodoks Müslüman mezhebi” olarak görüldüğü ve finansal
olarak desteklenmediğini belirtti.
- Ruhban
Okulu’nun açılmasına yönelik düzenleme Demokrasi Paketi’nde yer almadı.
- Farklı
dinlerden, mezheplerden yurttaşlar veya inanmayanlar ilkokulda mecburi din
eğitimi alıyor.
İŞ CİNAYETLERİ/ ÇALIŞANLARA YÖNELİK
İHLÂLLER:
- İstanbul
İşçi Sağlığı ve İş Güvenliği Meclisi’nin raporlarına göre 2013’ün Ocak ve Kasım
ayları arasında bin 245 işçi iş cinayetlerinde yaşamını yitirdi.
- CHP’nin
“Öteki Türkiye Emek ve Şiddet” raporunda ortalama 4 ay çalışan mevsimlik tarım
işçisi sayısının -kayıt dışı çalışanlar ve çocuklar ile birlikte tahminlere
göre en az 1 milyonluk bir nüfusu kapsadığı belirtildi.
- Türkiye
Gazeteciler Sendikası’nın raporuna göre 27 Mayıs 2013’ten beri 59 basın
emekçisi işinden oldu veya izne ayrılmaya zorlandı.
ASKER İHLÂLLERİ:
- 52’si 1
Ocak-30 Ekim 2013 tarihleri arasında olmak üzere 2002’den bu yana en az 934
asker intiharı gerçekleşti. Ölümlerinin sebebi ‘intihar’ olarak geçenlerin yanı
sıra cinayete kurban giden askerlerin de intihar edenler istatistiklerine dahil
edilmesi, asker intiharlarına dair soru işaretlerini arttırdı.
- Asker
ölümlerine ilişkin soruşturmalar ve davalar sivil mahkemelerde değil askeri
mahkemelerde görülmeye devam etti.
- Yaklaşık 600
bin civarında kişinin asker kaçağı olduğu iddia edilerek para cezası kesildi.
Ailelerine bakmakla yükümlü olan birçok kişi askere gitmek zorunda olduğu için
mağdur oldu.
EĞİTİM:
-Milli Eğitim
Bakanlığı tarafından Gezi eylemine katılan okulların (lise), öğretmenlerin ve
öğrencilerin isimlerinin toplanması talimatı verildi.
- Adalet
Bakanlığı bir soru önergesine verdiği yanıtta tutuklu öğrencilerle ilgili
ellerinde ‘anlık veri’ olmadığını, 4 Ocak itibariyle 2 bin 776 tutuklu ve
hükümlü öğrenci bulunduğunu açıkladı. 2012-2013 akademik yılın vize sınavlarına
giren birçok tutuklu öğrenci ‘derslere yüzde 70 devam zorunluluğu’ var denilerekn
finallere alınmadı.
- 4+4+4
sistemiyle birçok öğrenci mağdur oldu. 5,5 yaşındaki öğrenciler kendilerinden
büyük yaştaki öğrencilerle aynı sınıfa düşünce öğrenme zorlukları yaşadı.
Çocuğunu okula göndermek istemeyen velilere rapor zorunluluğu getirilince veliler
bu çocuklarımızın hayatı boyunca bir leke olarak kalacak ve onları
etkileyecektir diye isyan etti. Sınıflar yetersiz kalınca müzik odaları, fen
laboratuvarları sınıfa dönüştürüldü. 2 kişilik sıralar 3 kişilik yapıldı.
Öğrenciler alıştıkları öğretmenleriyle bir sonraki sınıfa devam edemedi.
ENGELLİLER:
- Engelliler
için 2005 yılında yürürlüğe giren ve kamu alanlarının engellilere uyumlu hâle
getirilmesini öngören yasanın tanıdığı 8 yıllık süre 7 Temmuz 2013’te doldu.
- AKP Tekirdağ
Milletvekili Ziyaeddin Akbulut’un, “Engellileri insan yerine koyduk, adam
yerine koyduk” dedi.[61]
Bunlara birkaç
şey daha eklemekte yarar var:
i) Gündem
Çocuk Derneği, Türkiye’de Çocuğun Yaşam Hakkı 2012 Raporu’nu yayınladı. Raporun
sonuçları oldukça çarpıcı... Buna göre, Türkiye’de 2012 yılında en az 609
çocuk, bizzat devlet eliyle ya da devletin önlem almaması nedeniyle yaşamını
yitirdi![62]
ii) AKP
hükümetinin “işkenceye sıfır tolerans” sloganına karşın, düşünce kuruluşu
Bilgesam’ın hazırladığı rapor Türkiye’de işkencenin devam ettiğini, işkenceye
yönelik tam korumanın sağlanamadığını ortaya koydu. Raporda, “İşkence suçu
gizlenmeye çalışılıyor, ceza süreci geciktiriliyor, deliller saklanıyor, ceza
aşamasında ise suç hafifletiliyor,” denildi.[63]
iii)
Türkiye’de özel hayatın gizliliğinin ihlâline ilişkin suçlar için 2006 yılında
toplam 53 dava açılırken 4 yıl içinde açılan davalardaki suç sayısı yaklaşık 30
kat artarak 1556’ya çıktı. 2006 yılında 9 kişi hakkında mahkûmiyet kararı
verilirken 2010 yılında özel hayatın gizliliğini ihlâle ilişkin açılan
davalarda 160 kişi suçlu bulundu.[64]
iv) Jandarma
Genel Komutanlığı, 2002-2012 yılları arasında mahkeme kararıyla adli ve
önleyici amaçlı olarak toplam 470 bin 102 kişinin iletişimini takip etti.
Jandarma tarafından yapılan dinlemelerde mahkemeler tarafından verilen dinleme
kararı ve dinlenen kişi sayısının 2008 yılına kadar sürekli artması dikkat
çekti. Yalnızca jandarma tarafından 470 bin kişinin dinlenmesi dikkate
alındığında AKP döneminde MİT ve Emniyet’le birlikte dinlenen kişi sayısının
milyonlarla ifade edilebileceği belirtiliyor.
TBMM’de tüm
partilerin desteğiyle yasadışı dinlemeleri engellemek amacıyla kurulan Böcek
Komisyonu 13 Mart 2013 Emniyet Genel Müdürlüğü ile Jandarma Genel Komutanlığı
ziyaretinde vekillere şu bilgiler verildi:
- 75 bin
mahkeme kararı: Jandarma Komutanlığı; 2002 yılından 2012 yılına kadarki 10
yıllık sürede adli ve önleyici amaçlı olarak toplam 75 bin 478 mahkeme
kararıyla 470 bin 102 kişiyi dinledi.
- Dinlemeler
her yıl arttı: Jandarma tarafından mahkeme kararıyla yapılan dinlemelerin 2008
yılına kadar düzenli bir şekilde artması dikkat çekti. 2002’de 105 kararla 380
kişi, 2003’te 983 kararla 3 bin 371 kişi, 2004’te 3 bin 84 kararla 8 bin 897
kişi, 2005’te 3 bin 843 kararla 12 bin 618 kişi dinlendi.
- 2008’de 108
bin kişi dinlendi: 2006 yılındaki yasal düzenlemenin ardından dinlemeler
önleyici ve adli amaçlı olarak iki türde yapılmaya başlandı. Bu kapsamda
2006’da toplam 8 bin 57 kararla 35 bin 728 kişi, 2007 yılında 11 bin 755
kararla 69 bin 947 kişi, 2008 yılında 13 bin 729 kararla 108 bin 534 kişi
dinlendi. 2009 yılında 13 bin 57 kararla 97 bin 28 kişi, 2010 yılında 8 bin 791
kararla 57 bin 505 kişi, 2011 yılında 6 bin 596 kararla 42 bin 472 kişi
dinlendi.[65]
v) Bilgi
Edinme Kanunu kapsamında Hopa olaylarının Ankara ayağında, “Ne kadar biber gazı
kullanıldığı ve ne kadar personelin görev yaptığını öğrenmek isteyen”
vatandaşın talebine yanıt vermediği için mahkemelik olan Ankara Emniyet Genel
Müdürlüğü, Ankara 12. İdare Mahkemesi’ne ilginç bir savunma gönderdi. Mahkeme,
ne kadar biber gazı bulundurduklarını açıklamayacaklarını çünkü bu bilginin,
“devlet sırrı” kapsamında olduğunu ve bu bilginin talep edilmesinin “kötü
niyet” olduğunu savundu.[66]
YASAKLAR, BASKILAR
Ralph Waldo Emerson’un “Yasaklanan ya da
sansür edilen her sözcük yeryüzünün dört bir yanında yankılanır durur,” sözünü
anımsatan yasakların ve baskıların sınır tanımadığı T.“C” pratiğine
ilişkin işte bir alay örnekten kimileri!
i) Muğla
Valiliği, Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın 30 Kasım 2013’de kent ziyareti
öncesi 4 günlük “sıkıyönetim” ilan etti. Valilik tarafından yayımlanan
genelgeyle, “ziyaret süresince yasalara aykırı provokatif eylemlerin ve suç
işlenmesinin önlenmesi” gerekçe gösterilerek, il genelinde her türlü basın
açıklaması, yürüyüş, çadır kurma, stant açma ve benzeri demokratik eylemler
yasaklandı.[67]
ii) Türk Hava
Yolları’nın (THY), kabin memurlarına uygulayacağı kırmızı ruj yasağından sonra
dövme de yasaklar listesine girdi. Düzenlemenin yalnızca kırmızı renkli rujla
sınırlı olmadığı bordo ve pembenin de yasak renkler arasında olduğu belirlendi.[68]
iii) Radyo ve
Televizyon Üst Kurulu (RTÜK) Başkanı Davut Dursun, kurula CHP kontenjanından
seçilen Süleyman Demirkan’ı, “Gerekirse döveriz” diye tehdit etti.[69]
iv) Danıştay,
gazeteci Uğur Dündar’ın Genel Yayın Yönetmeni olduğu dönemde Star TV ana haber
bülteninde yayımlanan ve ilkokul öğrencilerinin ders aralarında namaza
götürülmesini konu alan “Okuldan Cumaya” başlıklı haberi “ürkütücü fon müziği”
nedeniyle cezalandırdı. Yüksek mahkeme, RTÜK’ün kanala “İnsanların dil, ırk,
renk, cinsiyet, siyasi düşünce, felsefi inanç, din, mezhep ve benzeri
nedenlerle hiçbir şekilde kınanmaması ve aşağılanmaması” ilkesini ihlâlden
verdiği uyarı cezasını onayladı.[70]
v) AKP Genel
Başkan Yardımcısı Hüseyin Çelik’in dekoltesine tepki gösterdiği atv’deki
‘Veliaht’ programının sunucusu Gözde Kansu’nun işine son verildi. Hüseyin Çelik
katıldığı bir TV programında isim vermeden, “Bir kanaldaki yarışma programında
sunucu öyle bir kıyafet giymiş ki, olmaz bu yani. Kimseye karıştığımız yok ama
çok aşırı. Dünyada da kabul edilemez,” demişti.[71]
vi) Fox TV’de
28 Ocak 2013 akşamı yayınlanan “Yer Gök Aşk” adlı dizide ilginç bir sansür
uygulandı. Dizinin bir sahnesinde gövdesi çıplak kadın figürü olan abajur
buzlandı. İzleyicilerin dikkatinden kaçmayan sansür sosyal paylaşım sitelerinde
günün konusu oldu. Tepkiler üzerine bir açıklama yapan kanal yönetimi, “RTÜK’te
göğüs ucu ile ilgili bir madde var. RTÜK engeline takılmamak için böyle bir
uygulama yapıldı. Sigara ve içki paketleri de bu uygulama sebebiyle buzlandı”
ifadeleriyle uygulamayı savundu. TV 8’de yayınlanan ‘Turist Ömer Boğa
Güreşçisi’ filminde de bazı sahneler buzlanmıştı.[72]
vii) Sadri
Alışık’ın ‘Turist Ömer Boğa Güreşçisi’ filminde kadın oyuncunun dekoltesini
buzladığı için tepki çeken tv8, 21 Mart 2013 gecesi bir sansüre daha imza atıp,
‘Kanun Benim’ filminde kadın oyuncunun geceliğini buzladı. 2009 yapımı filmde,
Ariadna Gil’in üstünde gecelik olmasına rağmen gögüs kısmının buzlandığı görüldü.
40 saniye süren sahnede Gil’in göğüs bölgesi tamamen sansürlendi.[73]
viii) TRT1’de
9 Şubat 2013 akşamı + 13 logosuyla saat 22.30’da yayınlanmaya ‘Yuma Treni’
isimli filmde, bir kadın yatakta sevgilisiyle arkası dönük olarak konuşurken;
omzu açıkta kalan kadının çıplak omzu buzlandı. 2007 yapımı filmin
başrollerinde Oscarlı oyuncular Russel Crowe ve Christian Bale yer alıyordu.
Ayrıca oyuncu Ayça Varlıer de, konuk olduğu TRT Okul kanalında, kıyafet
konusunda uyarıldığını belirterek, “Geçen gün TRT Okul programına
konuktum. Kıyafet konusunda bazı uygulamalar getirilmiş. Sıfır kol ve anladığım
kadarıyla köprücük kemiğine kadar olan yakalar uygun değilmiş. Mini etek zaten
olamaz. Programa çıkmadan bana söylediler,” dedi.[74]
ix) ATV 14 Eylül 2013 gecesi Jason Statham’ın
başrolünde oynadığı ‘Koruyucu’ filmini yayınladı. TV’de ilk kez yayınlanan
filmde uygulanan sansür ise ‘bu kadarına da pes’ dedirtti. Filmin bir
sahnesinde barmenden içki isteyen karakterin “içki” sözcüğü biplendi.[75]
x) RTÜK, Muhteşem Yüzyıl dizisinin 2011’de
yayınlanan bazı bölümlerinin toplumun milli ve manevi değerlerine aykırı olduğu
gerekçesiyle, o dönem dizinin yayınlandığı Show TV’yi uyardı. Daha sonra
aykırılığın tekrar edildiği iddiasıyla kanala 782 bin 771 lira tutarında idari
para cezası verdi.[76]
xi)
TOKİ Şehit Savaş Kubaş Anadolu Lisesi resim öğretmeni Emin Gülören, 16’ncı
‘ArtNüyet’ adlı kişisel sergisini Eskişehir Devlet Güzel Sanatlar Galeri’nde
açtı. 15-24 Aralık 2012 tarihleri arasında açık tutulacağı duyurulan serginin
açılışına Eskişehir Büyükşehir Belediye Başkanı Yılmaz Büyükerşen ile çok
sayıda davetli katıldı. Sergilenen 29 nü eser, davetliler tarafından ilgiyle
izlendi. Pazar günleri kapalı olan galeriye ertesi gün gelerek sergiyi gezmek
isteyenler, tabloların duvardan indirildiğini, ters çevrilerek yere konulduğunu
gördü.[77]
xii) Mersinli
heykel sanatçısı Hasan Canel, Akdeniz Oyunları süresince açılacak sergiler için
verdiği çalışmaların “çıplak” olduğu gerekçesiyle geri çevrildiğini belirtti.[78]
xiii)
Manyas İlçe Milli Eğitim Müdürlüğü’nün onayıyla Yılmaz Erdoğan’ın
“Kadınlık Bizde Kalsın” adlı oyununu öğrencilerine oynatan Manyas Lisesi müdürü
Ali Kürşat Özgüler “öğrencilerin ahlâkını bozduğu” gerekçesiyle sürüldü.[79]
xiv) Cahit
Külebi’nin Hikâye adlı şiiri de Milli Eğitim’in sansürüne uğradı. Dokuzuncu
sınıflara okutulan Türk Dili ve Edebiyatı kitabında yer alan Cahit Külebi’nin
Hikâye şiirinin makaslandığı ortaya çıktı. MEB tarafından yayımlanan ve
editörlüğünü Dr. Sakin Öner’in yaptığı kitabın 71. sayfasında bulunan Hikâye
adlı şiirin sondan bir önceki kıtasında yer alan ifadeler şiirden çıkarıldı.
Şiirlerinde insan, doğa ve yurt sevgisini işleyen Cahit Külebi’nin sansüre
uğrayan dizesi şöyle: “Benim doğduğum köylerde/ kuzey rüzgârları eserdi/ ve bu
yüzden dudaklarım çatlaktır/ öp biraz!” Şair ve yazar Onur Caymaz, Milli Eğitim
Bakanlığı’nın internet sayfasında olan kitabı incelediğinde durumu fark etti.
MEB daha önce de aynı kitapta yer alan Melih Cevdet Anday’ın Rahatı Kaçan Ağaç
şiirindeki bir dizenin girişinde yer alan “Tanrı” kelimesini “Allah”a
çevirmişti.[80]
xvi) İstanbul
Bahçelievler’deki Behiye-Doktor Nevhiz Işıl İlköğretim Okulu’nda görev yapan 7.
sınıf Türkçe öğretmenine, derste okuttuğu, Milli Eğitim Bakanlığı’nın 100 Temel
Eser listesinde yer alan Jose Mauro de Vasconcelos’un “Şeker Portakalı”
kitabının “müstehcen” olduğu gerekçesiyle soruşturma açıldı.[81]
xvii) Talim
Terbiye Kurulu, Yunus Emre’nin bir şiirini sansürledi. 700 yıl sonra. XIII.
yüzyılın ortalarında yazılan şiir XXI. yüzyılın başlarında sansürlendi.
Şiiri
hatırlayalım mı?
“Aşkın aldı
benden beni, bana seni gerek seni/ Ben yanarım dün ü günü, bana seni gerek
seni/
Ne varlığa
sevinirim, ne yokluğa yerinirim/ Aşkın ile avunurum, bana seni gerek seni/
Aşkın aşıkları
öldürür, aşk denizine daldırır/ Tecelli ile doldurur, bana seni gerek seni/
Aşkın
şarabından içem, Mecnun olup dağa düşem/ Sensin dün ü gün endişem, bana seni
gerek seni/
Sofilere
sohbet gerek, Ahilere Ahret gerek/ Mecnunlara Leyli gerek, bana seni gerek
seni/
Eğer beni
öldüreler, külüm göke savuralar/ Toprağım anda çağıra, bana seni gerek seni/
Cennet Cennet
dedikleri birkaç köşkle birkaç huri/ İsteyene ver sen onu, bana seni gerek
seni/
Yunus’dürür
benim adım, gün geçtikçe artar odum/ İki cihanda maksudum, bana seni gerek
seni”
Talim Terbiye;
Yunus Emre’nin cennet cennet dedikleri birkaç köşkle birkaç huri sözlerini
terbiyesiz bulmuş olacak ki şiirin içinden atıvermiş![82]
xviii) Gazi
Üniversitesi Mimarlık Fakültesi’nde, karikatür dergisi Penguen, sosyal medya
platformu Ekşisözlük ve haber siteleri kemalistler.org ve sendika.org adlı
internet sitelerine erişim yasaklandı. Sitelere olan erişimin fakülteye
internet sağlayan ana sunucudan engellendiği öğrenildi. Engellenen sitelere
fakültede yer alan bilgisayarlardan girmek isteyen akademisyenlerin karşısına
“Bağlantı zaman aşımına uğradı” yazılı ekran görüntüsü çıktı.[83]
xix) Adnan
Menderes Üniversitesi Veterinerlik Fakültesi üçüncü sınıf öğrencisi Zeynep
Çelik (22), ikinci sınıf öğrencisi Başakcan Kaya (21) ve Felsefe Bölümü
dördüncü sınıf öğrencisi Hatun Er (22) 2013’ün nisan ayında ev tutarak birlikte
kalmaya başladı. Öğrenciler tehdit edildikleri, komşular da gürültüden rahatsız
oldukları iddialarıyla birbirlerinden şikâyetçi oldu. Bazı komşuların sürekli
şikâyet ettikleri öğrenciler, taşınmak için başka bir ev buldu.[84]
xx) CHP
Tunceli Milletvekili Hüseyin Aygün, Adana Devlet Tiyatrosu (DT) Hacı Ömer
Sabancı Kültür Merkezi Sahnesi’nde, 8 Ekim 2013’de ilk gösterimi
gerçekleştirilen “Fadik Kız” adlı oyunun DT Genel Müdürü Mustafa Kurt
tarafından sansürlendiğini açıkladı. Aygün, “Adana DT, bugün oynayacak Orhan
Asena’nın ‘Fadik Kız’ adlı oyunuyla sezonu açıyor. Fakat DT Genel Müdür Vekili
tarafından oyun sansürlenip büyük ölçüde budanmış, mesela ‘kadın ve erkek
oyuncular birbirine dokunmasın, yaklaşmasın ve sarılmasın’ emri verilmiş, kadın
oyuncuların kıyafetlerini ‘açık’ bulup tayt giydirmişler ve birçok kelime
‘müstehcen’ denerek metinlerden çıkarılmış. Ee Molla Hüseyin Çelik’in ‘açık’
diye kadın sunucuyu işten attığı ülkede Adana’daki tiyatro oyunu da böyle
olur!” açıklamasında bulundu.[85]
SANAT VE EDEBİYAT CEPHESİNDEKİ YASAKÇI
BASKI VE SANSÜRLER
|
Kültür
ve Turizm Bakanlığınca son verilen Devlet Tiyatroları (DT), Devlet Opera ve
Balesi (DOB) ile Güzel Sanatlar Genel Müdürlüğü’nü lağveden “Türkiye’deki
Sanat Kurumlarının Oluşumu ve işleyişi” başlıklı yeni yasa tasarısı taslağını
protesto eden tiyatro, opera ve bale meslek örgütleri Taksim’de “Karanlığa
inat Sanat” diyerek yürüdü.
|
Kültür
ve Turizm Bakanlığı, ülke geneline yayılan Gezi Parkı protestolarına katılan
sanatçılardan ve kurum personelinden savunma istedi.
|
Kültür
ve Turizm Bakanlığı müfettişleri DT yönetimi ve oyuncularına “dini aşağılayıp
aşağılamadıkları” yönünde sorular yöneltti.
|
Kültür
ve Turizm Bakanlığı, “Gezi eylemlerine destek verdikleri ve katıldıkları”
gerekçesiyle bu yıl aralarında Genco Erkal, Ferhan Şensoy ve Levent Kırca’nın
da bulunduğu yaklaşık 15 özel tiyatroyu destek yardımından yoksun bıraktı.
|
Kıbrıs
Tiyatro Festivali’nde, “Zengin Mutfağı” ve “Ateşli Sabır”ın yönetmeni Ragıp
Yavuz hakkında Gezi Parkı Direnişi’ne destek veren konuşması nedeniyle
soruşturma açıldı.
|
Kültür
ve Turizm Bakanı Ömer Çelik, tiyatrolara devlet desteği konusundaki
çelişkiler ve yanlış bilgilerle dolu açıklamasıyla kavram kargaşası yarattı.
|
Kültür
ve Turizm Bakanlığı, Gezi eylemlerini destekleyen özel tiyatrolara yardımı
kesmesinin ardından yardım konusunda ikinci bir skandala daha imza attı.
Bakanlık, yardım yapmaya uygun bulduğu tiyatrolara “ahlâklı oyun” kriteri
getirdi.
|
Aralarında
Genco Erkal, Ferhan Şensoy, Gülriz Sururi, Rutkay Aziz, Yücel Erten, Levent
Üzümcü, Gülsen Tuncer, Orhan Aydın’ın da bulunduğu pek çok sanatçı
“Susmuyoruz, susmayacağız!” dedi.[86]
|
Steinbeck’in
‘Fareler ve İnsanlar’ı, İzmir il Milli Eğitim Müdürlüğü’nce sakıncalı
bulundu.
|
‘Şeker
Portakalı’nı okutan öğretmen hakkında soruşturma açıldı.
|
Yunus
Emre’nin, 10. sınıf edebiyat ders kitabında yer alan bir şiirinin
sansürlenmesinin ardından, Türk edebiyatı 12. sınıf ders kitabındaki şiir,
öykü ve denemelerin büyük bir çoğunluğunun makaslandığı ortaya çıktı.
|
Fransız
şair ve yazar Guillaume Apollinaire’in “Genç Bir Don Juan’ın Maceraları’
kitabı hakkındaki davayla ilgili hükmün açıklanması 3 yıl ertelendi. Yayıncı
İrfan Sancı ya da çevirmen İsmail Yerguz, 3 yıl içinde benzer bir “suç”
işlerse dava yeniden görülebilecek.
|
Grup
Yorum’un yeni albümünün kayıtlarına el kondu, stüdyo talan edildi.
|
Kardeş
Türküler’in Marmaris’teki konseri engellenmeye çalışıldı.
|
Grup
Yorum’un Harbiye Açıkhava Tiyatrosu’nda vereceği konser, İstanbul Büyükşehir
Belediyesi’ne bağlı Muhsin Ertuğrul Sahnesi yönetimi tarafından iptal edildi.
|
Fazıl
Say’a Hayyam’ın dörtlüğünü Twitter’dan paylaştığı için 10 ay hapis cezası
verildi. Ceza, Say’ın sabıkasız oluşu dikkate alınarak ertelendi. Hakkında 2
yıl denetim süresi belirlenen Say, 2 yıl içinde kasıtlı bir suç işlemezse
ceza infaz edilmiş sayılacak.
|
Pek
çok siyasal ve toplumsal olaya da değinen sıra dışı polisiye dizisi “Behzat
Ç. - Bir Ankara Polisiyesi” gelen baskılar sonucunda ekranlara veda etti.
|
Danıştay
13. Dairesi, RTÜK’ün “Muhteşem Yüzyıl” dizisinin 6 bölümünün “toplumun milli
ve manevi değerlerine aykırı olduğu” gerekçesiyle kestiği idari para cezasını
oybirliğiyle onayladı.
|
TRT,
sevilen dizisi ‘Leyla ile Mecnun’u yayından kaldırdı. Kaldırma kararında,
dizinin oyuncuları ve teknik ekibinin Gezi Direnişı’ne destek vermesinin
etkili olduğu belirtildi.
|
Başrollerini
Cüneyt Arkın ve Meral Orhonsay’ın paylaştığı 1983 yapımı “En Büyük Yumruk”
adlı filmdeki sevişme sahneleri ceza getirdi. RTÜK “Duygusal boyutundan
arındırılmış” yorumu yaptığı sevişme sahneleri nedeniyle, filmi yayımlayan
Olay TV’ye uyarı cezası verdi.
|
TV
kanallarındaki sansür görülmemiş boyutlara erişti. ATV’de gösterilen “The
Island” (Ada) filminde, Pablo Picasso’nun “Oturan Kadın” tablosu “göğüsleri
andıran çizimler” yüzünden buzlanarak örtüldü!
|
RTÜK,
“Charlie’nin Melekleri” adlı ünlü filmde geçen bir dans sahnesinin fonunda
duyulan ezan sesinin toplumun milli, manevi değerlerine ve genel ahlâka
aykırı olduğu gerekçesiyle yayıncı kanalı cezalandırdı. Oysa Türkiye’nin
olimpiyat tanıtım filminde ünlü popçu Rihanna’nın şarkısı eşliğinde cami ve
ezan görüntülerine yer verilmişti.
|
Sinemaya
destek yönetmenliğinde yapılan değişiklikle 18 yaş kriteri getirildi.
|
Heykeltıraş
Mehmet Aksoy’un, Kars’ta yıkılan “İnsanlık Anıtı” heykeline “ucube” diyen
Başbakan Erdoğan’a açtığı 100 bin TL’lik tazminat davası başladı. Mahkeme,
“ucube”nin anlamını Türk Dil Kurumu’na (TDK) soracak.
|
Kitap
fuarıyla eşzamanlı düzenlenen, 23. Uluslararası Sanat Fuarı’ndaki (ARTÎST
2013) “Müdahale Var mı?” isimli sergide, Nova Kozmikova’nın bir yapıtı
Başbakan Erdoğan’a hakaret ettiği şikâyeti üzerine kaldırıldı.
|
İHA’nın,
İstanbul Devlet Tiyatrosu yapımı “Çirkin” adlı oyunu “ensest ve grup sekse”
yer verdiği iddialarıyla gündeme getiren haberine tiyatroculardan sert tepki
geldi.
|
Ankara
Devlet Tiyatrosu’nun, Konya’da Necip Fazıl Kısakürek’in oyunlarından “okuma
tiyatrosu” olarak sahneye taşıdığı oyunun provaları sırasında “ezan üzerinden
dinin aşağılandığına” yönelik şikâyet üzerine Kültür ve Turizm Bakanlığı
soruşturma başlattı. Oyunun yönetmeni Serhat Nalbantoğlu, “Ben de inançlı bir
insanım. Ezanın nasıl okunacağını, makamını bilirim. Kendim de ezan okurum.
Makamına, usulüne göre okunmayan ezanı her zaman eleştiririm” dedi.
|
Milli
Eğitim Bakanlığı’nın bürokratları, 2009’dan bu yana kapalı gişe sahnelenen
‘Kerbela’ adlı oyunu “uygun” bulmadı. Bürokratların “Oyun izlemeye uygun
değil” notu iletmeleri üzerine Bakan Nabi Avcı, Öğretmenler Günü nedeniyle 81
ilden gelen öğretmenlerle birlikte oyunu izlemekten son anda vazgeçti.
|
AKP
iktidarın politikaları bale eğitimi tercihlerini de büyük ölçüde düşürdü.
Hacettepe Üniversitesi Ankara Devlet Konservatuvarı’nın orta kısım bale
bölümüne 10 yıl önce 700 başvuru yapılırken bu sayı 2011’de tek sınıf için
43, 2012’de iki sınıf için 59, 2013’te ise yine tek sınıf için 38 kişide
kaldı.
|
Hazırladıkları
özel Gezi Direnişi sayısı nedeniyle, matbaaya gitme aşamasındayken yayını
durdurulan ve sonrasında kapatılan Doğuş Yayın Grubu bünyesindeki NTV Tarih
dergisinin yasaklanan sayısı, önce internette yayımlandı, ardından Metis
Yayınları’nca kitap olarak basıldı.[87]
|
xxi)
Emniyet-Sen Genel Başkanı Faruk Sezer, 250 Emniyet-Sen üyesi polis hakkında
sendika kuruluş toplantısına katıldıkları için soruşturma başlatıldığını
söyledi.[88]
xxii) Sanatçı
Edip Akbayram, Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın sanatçılara yönelik kahvaltı
davetine katılmamasının ardından Maliye’nin gelir defterlerini incelemeye
aldığını söyledi.[89]
xxiii) Gezi
Direnişi sırasında polislerin de aralarında bulunduğu eli sopalı bir grup
tarafından dövülerek öldürülen 19 yaşındaki Ali İsmail Korkmaz ile ilgili
haberleri nedeniyle ‘Radikal’ gazetesi muhabiri İsmail Saymaz’a e-posta atarak
hakaret ve tehdit eden Eskişehir Valisi Güngör Azim Tuna, ilk açıklamasının
aksine e-postayı kendisinin gönderdiğini kabul etti. Tuna, özür dilemek yerine
e-postanın “kişiye özel” olarak gönderildiğini belirterek, bunu açıklayan
Saymaz’a tepki gösterdi. Tuna, Saymaz’ın yaptığı haberlerle kendisini hedef
gösterdiğini ileri sürdü.[90]
xxiv) Merkez Seyhan İlçesi’ndeki AKP Adana İl
Başkanlığı binası karşısında bulunan billboardlardaki Başbakan Erdoğan’ın
“Bugün bayram birlik olalım” sözünün yer aldığı afişin yırtılması üzerine polis
çalışma başlattı. Mobese kayıtlarından
billboardlardaki afişleri yırttıkları tespit edilen G.A., D.D. ve M.T.G.
gözaltına alındı. Çocuk Şube
Müdürlüğü’nde işlemlerin ardından 16 yaşlarındaki 3 çocuk, ‘Başbakana hakaret’
suçundan adliyeye sevk edildi.[91]
xxv) Ümraniye Belediyesi’nde çalışan Tüm Bel-Sen
İstanbul 3 No’lu Şube Başkanı Hasan Güzel, belediyede izinsiz bildiri dağıttığı
gerekçesiyle ‘devlet memurluğundan çıkarılma’ cezası aldı. Güzel’in cezası “suçu”
ilk kez işlediği gerekçesiyle kınama cezasına çevrildi. 23 yıldır belediyede
çalışan Güzel hakkında aynı “suç”u yeniden işlediği gerekçesiyle ikinci
soruşturma başlatıldı.[92]
xxvi) Maliye Bakanı Mehmet Şimşek, ‘Leman’,
‘Gırgır’, ‘Penguen’ dergilerinin kapaklarını sosyal paylaşım sitelerinde
“beğenen” veya paylaşan Ankara Defterdarlığı’ndan 2 personele, “Başbakanlık’tan
gelen şikâyet” üzerine “ikazen uyarı” cezası verildiğini açıkladı.[93]
xxvii)
Antalya’da Muratpaşa İlçesi’ndeki Mustafa Asım Cula İlkokulu 2-A sınıfında
yapılan sınıf başkanlığı seçimi sırasında bir öğrencinin, “Başbakan da seçimle
geldi ama ağaçları kesiyor, su sıkıyor, gaz sıkıyor” sözleri üzerine sınıf
öğretmeni ile öğrencinin annesi arasında başlayan tartışma adliyeye taşındı.[94]
xxviii)
Beşiktaş Maçka Parkı’nda bankta oturan ve sigara içen gazeteci M.E. ile avukat
B.Ö., açık havada sigara içmenin yasak olduğu uyarısı yapan polislere kimlik
göstermeyince gözaltına alındı.[95]
xxix)
Amasya’nın Suluova ilçesinde aralarında lise ve üniversite öğrencileri ile
askerden izne gelen bir gencin de bulunduğu 28 kişi Yedikır Barajı’na pikniğe
gitti. Öğrenciler, piknikte saz çalıp 1 Mayıs Marşı ve Grup Yorum şarkıları ve
türküler söyledi. Çevrede bulunan yurttaşlar da gençlere eşlik etti. Oradan
geçen Suluova Belediye Belediye Başkanı Mahmut Boz da gençlere katıldı ve
birlikte futbol oynadılar. Saat 17.00 sıralarında kente geri dönmek için
toplanan gençlerden biri çantasını unutunca gençler geri döndü. Bu sırada orada
piknik yapan Astsubay H.G, gençlere, “Müslüman mahallesinde salyangoz satılmaz.
Pis komünistler, siz buralarda eğlence yapamazsınız” diye gençlere hakaretler
yağdırdı. Gençler de H.G’ye tepki gösterince arbede çıktı. Bunun üzerine 28
genç jandarma tarafından gözaltına alındı. İ.D. ve B.T.D’nin babası Arif
Demirci, H.G’nin gençlere baskı yaptığını, “Bunun dişlerini kırın” diye
askerlere talimat verdiğini belirtti. MHP ve Alperen Ocakları üyeleri karakolun
önünde gençleri linç etmek istedi.[96]
xxx) Başbakan
Erdoğan’ın Yeşilay’ı ziyaretinde, “Bira milli içkimiz diye teşvik edildi.
Hâlbuki milli içkimiz ayrandır” diyerek düğmeye basması üzerine alkole ilişkin
yeni yasaklamalar devrede...[97]
xxxi) Erdoğan
alkol yasağını savunarak, “Biz seçenek sunuyoruz. İçecekseniz evde için,” dedi.[98] ‘The Times’ da, 28 Mayıs 2013
tarihli başyazısını Türkiye’deki içki yasakları konusunda uyardı: “Bu adımlar
gelecekteki başka kısıtlamaların habercisi olabilir…”[99]
xxxii) İçki
ruhsatlarını yenilemeyen Emniyet ve TSK tesisleri fiili alkol yasağı uygulaması
başlatmış oldu… Türkiye’de bulunan 175 bin 464 işletme ruhsatlarını yenilerken,
44 bin 451 işletme 2013 yılında alkol satmaktan vazgeçti. Ruhsatlarını
yenilemeyen kurumlar arasında Emniyet Genel Müdürlüğü’ne bağlı sosyal tesisler,
orduevleri ve askeri birliklerdeki kantinler de yer aldı.[100]
xxxiii)
Alkolün reklamı ve tanıtımı yasağına uymayanlara 50 bin TL’den 200 bin TL’ye
kadar para cezası verilecek. Çocuklara alkol satışı, alkolle ilgili işlerde
çalıştırılmaları ve tüketimlerine izin verilmemesi yasağına uymayanlar hakkında
her bir çocuk için 10 bin TL’den 50 bin TL’ye kadar para cezası uygulanacak.
İzin verilen yerler dışında alkol içen ve satanlara 100 bin TL’den 500 bin
TL’ye kadar para cezası verilecek. Alkollü içkiyi tezgâh altına indirmeyip dışarıdan
görünecek şekilde satanlar 10 bin TL’den 50 bin TL’ye kadar para cezasına
çarptırılacak. En ağır ceza ise alkollü içki şişelerinin üzerine sigara gibi
sağlığa zararlarını ve içindeki alkol oranlarını okunacak şekilde yazmayanlara
kesilecek. Bu yasağa uymayanlara 100 bin TL’den az olmamak kaydıyla “yasaklara
aykırı olarak piyasaya sürdüğü malların piyasa değeri kadar” para cezası
uygulanacak.[101]
xxxiv) Vali
İrfan Balkanlıoğlu imzasıyla 2012 Nisan’ında yayımlanan ve kent sınırları
içerisindeki açık alanlarda her türlü alkollü içki tüketilmesini yasaklayan
genelgenin Afyonkarahisar İdari Mahkemesi’nce 27 Şubat 2013’de iptal edildiği
ortaya çıktı. Ancak Vali Balkanlıoğlu, “Milletin rahatsız edilmesine müsamaha
isteniyorsa buna yine izin vermeyeceğiz,” dedi.[102]
xxxv) Afyon
Valisi İrfan Balkanlıoğlu’nun alkol yasağı ve okullara mescit genelgesinin
ardından, Belediye Başkanı Burhanettin Çoban’ın “kadınlara mahsus” otobüsü ile
gündeme gelen Afyon, tutucu bilinen bir kent. Şehri tamamen “dönüştürmeye”
dönük baskı ve yasaklar daha da artmış. Kent merkezinde içkili lokantalar bir
bir kapanmış, sadece bir otelde ve bir lokantada içki var.[103]
xxxvi)
“Mekke-Medine-Kudüs-Isparta” sloganıyla yola çıkan Isparta Valisi Memduh Oğuz,
“Gül tam manasıyla Peygamber efendimiz gibi kokar” deyip gülü kutsal ilan
ederken, piknik yerlerinden park edilmiş araç içlerine dek birçok yerde alkol
içilmesini de yasaklayıverdi.[104]
xxxvii)
Denizli Valiliği, ilde alkollü içki izin belgesi bulunan derneklerin izin
belgelerindeki “alkollü içki” bölümünü iptal ederek “içkisiz lokal açma ve
işletme izin belgesi” gönderdi.[105]
xxxviii)
Ortadoğu Teknik Üniversitesi (ODTÜ) sınırları içerisinde yer alan Eymir Gölü
tesisleri içerisinde bulunan restoran ve büfelerde içki satışı yasaklandı.[106]
xxxix) ODTÜ’ye
bağlı Eymir Gölü’nde alkol satışını durduran Tütün ve Alkol Piyasası Düzenleme
Kurumu’nun (TAPDK) bu kararının üniversitelerin bütün yer, tesis ve alanını da
kapsadığı ortaya çıktı. Buna göre, üniversitelerin kampusu ve dinlenme, sosyal
tesislerinde de alkol satışı yapılamayacak. Bu karar uyarınca, Ankara
Üniversitesi’nin Manavgat ve Ilgaz’daki, Hacettepe Üniversitesi’nin
Bartın’daki, ODTÜ’nün Uludağ’daki tesisleri de yasak kapsamına alınmış oldu.
Yasak yalnızca öğrencileri değil öğretim üyelerini de etkileyecek.[107]
EGEMEN ŞİDDETTEN KESİTLER
Kristian
Williams’ın, “Polis aylardır Türkiye’de terör estiriyor. Örneğin İstiklal
Caddesi’nde polis yokken normal akan hayat, yalnızca polisin varlığı nedeniyle
işkenceye dönüşüyor,”[108]
diye betimlediği Türk(iye’deki) egemen şiddet ‘Türkiye İnsan Hakları Vakfı’nın
(TİHV) İstanbul, Ankara, İzmir, Adana ve Diyarbakır olmak üzere 5 kentteki
merkezlerine işkence gördüğü iddiasıyla 2012’nin yalnızca ilk dört ayında 124
kişi başvurduğu gerçeğinde de açığa çıkıyor.
1990’dan beri
TİHV’e işkenceye maruz kaldığı için toplam 13 bin 93 kişi şikâyette bulundu.
TİHV Başkanı Prof. Dr. Şebnem Korur Fincancı ise “İstanbul’dan adli gözaltılar
nedeniyle yaşananlardan kaynaklı başvurular arttı. Ayrıca vakfımıza şikâyette
bulunan mültecilerin sayısı da arttı,” diyor.
Yine somut
verileri hızla sıralıyorum:
i) Sarıgazi
Demokrasi Caddesi’nde 13 Eylül 2013 akşamı toplanan yurttaşlar, polis şiddetini
ve Ahmet Atakan’ın öldürülmesini protesto etti. Polis ekipleri, gösteriye yoğun
bir şekilde gaz bombası atarak müdahale etti. Bu sırada 33 yaşındaki Orhan
Şahin sol gözünden yaralandı.[109]
ii) Çorlu’da
Zafer Çolak polisin “Dur” ihtarına uymadığı gerekçesi ile polis tarafından
öldürüldü. Polis 10 Ekim 2013 akşam saatlerinde Zafer Çolak’ın kullandığı
arabayı durdurmak istedi. İçinde üç gencin bulunduğu araba durmayınca polis
araca ateş açtı. Açılan ateş sonucu aracın tekerleri patlayınca araç durdu
ancak polis kurşunları durmadı. Aracın sürücüsü 20 yaşındaki Zafer Çolak araban
inmek için kapıyı açarken vuruldu ve olay yerinde hayatını kaybetti.
Baran Tursun
Vakfının kayıtlarına göre 2007 yılında Polis Vazife ve Salahiyet Kanunu’nda
(PVSK) yapılan değişiklikten sonra 138 kişinin ölümünde polis fail olarak yer
alıyor. Sadece 2013’te polisin fail olduğu ölüm sayısı 16. Baran Tursun
Vakfının verilerine göre polis, savunmasında sürekli dengesini kaybettiğini
söylüyor![110]
“AYAĞI KAYANLAR”?!
|
Aydın’da
polis tarafından öldürülen 21 yaşındaki Mahir Zorbey olayına karışan polis
memurları ‘Ayağım kaydı, silahım ateş aldı, mermi maktülün kafasına isabet
etti, öldürme kastım yoktu, suçsuzum, görevimi yaptım’ şeklinde savunma
yaptı.
|
İzmir’de
aracıyla seyir hâlinde olan Baran Tursun adlı genç dur ihtarına uymadığı
gerekçesiyle kurşunların hedefi oldu. Polisler, ‘Tursun’un aracına kasıtlı
olarak ateş edilmediğini, polis memurunun kayıp düştüğü için elindeki silahın
kazayla patladığını’ iddia etti.
|
Mustafa
Uslu, Tokat Turhal’da otomobiliyle giderken trafik kontrolü yapan polisler
‘Dur’ ihtarında bulundu. ‘Dur’ ihtarına uymadığı iddia edilen Uslu’ya ateş
edildi. Uslu, boynuna isabet eden kurşunla olay yerinde yaşamını yitirdi.
Polisler, “Ayağım kaydı, silahım ateş aldı” şeklinde savunma yaptı.
|
Antalya’da
18 yaşındaki Çağdaş Gemik adlı genç, dur ihtarına uymadığı gerekçesiyle polis
kurşunlarıyla yaşamını yitirdi. Sanık polis, “Önce havaya ateş ettiğini, daha
sonra peşinden birkaç adım atarken ayağının kaydığını ve silahının ateş
aldığını” iddia etti.
|
iii) Ankara
Keçiören’de dur ihtarına uymadığı gerekçesiyle polisler tarafından açılan ateş
sonucu, 24 yaşındaki Cem Aygün hayatını kaybetti. Aygün ailesi, çocuklarına 10
el ateş edildiğini ve vücuduna 3 kurşun isabet etti. “Denetimli serbestlik”ten
yararlandığı için her akşam karakola imza veren Aygün’ü vuran iki polisin
gözaltına alındıkları öğrenildi. Polislerin ilk ifadelerinde “tanıdık” bir
savunma vardı: “Havaya ateş ederken ayağım kaydı, sendeledim. Şahıs öyle
vuruldu”![111] İki polis serbest
bırakılırken; kardeşlerinin öldürülmesini protesto eden yedi ablası ise, Ankara
Emniyet’i önünde eylem yapınca gözaltına alındı.[112]
iv) Başbakan
Erdoğan’ın eşi Emine Erdoğan ve Aile ve Sosyal Politikalar Bakanı Fatma
Şahin’in katıldığı konferansta protesto gösterisi yapan 6 kadın, sivil giyimli
iki erkek tarafından dövüldü. Halkevci Kadınlar, daha sonra polis tarafından
gözaltına alındı.[113]
v)
Kuşadası’nda motosikletini çekmek isteyen polisler tarafından gözaltına alınan
Fuat Şengül atılan dayak sonucu yürüyemez hâle geldi. Şengül’e karakolda
uygulanan şiddetin kamera kayıtları basına sızdı.[114]
vi) İstanbul
Avcılar’da 2012 yılı aralık ayında, polisin kimlik sorduğu üniversite öğrencisi
Muhammet Faruk Y.’yi (24), içtiği sigarasını atmadığı gerekçesiyle karakola
götürerek çırılçıplak soyup, komutlar eşliğinde kültür fizik hareketleri
yaptırdı.[115]
vii) Artvin
Çoruh Üniversitesi öğretim görevlisi Özbek Acar, memleketi Sakarya’nın Akyazı
ilçesinde, kimliğini sorduğu sivil polisin kendisine şiddet uygulayarak
parmağını kırdığını açıkladı.[116]
viii) Üsküdar
Adliyesi’nde görevli mübaşir Gökhan Bayram’ın aracıyla seyir hâlindeyken
kendisini durduran polis ekibine “Nazik davranın” uyarısında bulunması üzerine
polisin şiddetine uğradı. Annesinin yanında darp edilen ve hakarete maruz kalan
Bayram, polislerden şikâyetçi olurken, Bayram’a müdahale eden 8 polisten 2’si
de darp raporu alıp Bayram’ı şikâyet etti.[117]
ix) Fatih’te
18 Haziran 2012’de izinli olarak askerden gelen Koca, polisler tarafından “yol
verme” tartışması nedeniyle eşi ve çocuklarının önünde dövülmüş, olayın
görüntülerinin basına yansımasının ardından polisler hakkında soruşturma
açılmıştı. Soruşturmayı yürüten savcı Ayhan Bedirhan, 3 Temmuz 2012’de 11
polisin ifadesini aldı. Polislerin tamamı ifadelerinin ardından serbest
bırakıldı. Olaya karıştığı tespit edilen 7 polis’ten 3’ü de “Ellerinde ve
bileklerinde hassasiyet oluştuğuna dair” rapor alarak Koca’dan şikâyetçi
olmuştu. Koca hakkında da 2 yıl 3 aydan 6.5 yıla kadar hapsi istemiyle dava
açıldı.[118]
x) Ankara’da
karşıdan karşıya geçen karı-koca, bir polis otosunun geri geri giderek
kendilerine çarptığını, ikaz edince de polisin biber gazı sıkıp telsizle
vurduğunu söyleyerek şikâyetçi oldu. Polis ise yaşanan olayı “Kafasını telsize
çarptı” diye kayda geçirdi… Evrim ve Banu Lüleci çifti, saat 18.30 sıralarında
Kızılay Mithat Paşa Caddesi’nde bulunan köprünün altından karşıya geçmek
istedi. O sırada geri geri gelen polis otomobili, önce Evrim Lüleci’ye daha
sonra 5 aylık hamile eşi Banu Lüleci’ye (38) çarptı. Evrim Lüleci, otomobilin
arka camına eliyle vurarak, uyarıda bulundu. Otomobil geri geri gelmeye devam
edince Lüleci, bu defa yan cama eliyle vurdu. Araçtan inen polislerden A.D.,
“Devletin malına niye zarar veriyorsun?” diyerek Evrim Lüleci ile tartışmıştı.[119]
xi) İzmir’in
Karabağlar ilçesinde trafik polisinin bir oğlunu öldürdüğü, diğerini yaraladığı
acılı baba Nusrettin Barlak’a, 600 liralık trafik cezası geldi.
12 Ağustos
2012’deki olayda, ehliyeti olmayan Erhan Barlak’ın (24) kullandığı otomobil,
yol kenarına park etmiş İzmir Emniyet Müdürlüğü Asayiş Şube Müdürlüğü’ne ait
araca çarpmıştı. Daha sonra Erhan, ağabeyi Emrah ve arkadaşları Faruk
Karhan’la, polis memurları arasında tartışma çıkmıştı. Polisin biber gazı
sıktıktan sonra havaya ateş açmasının ardından gençler sandalyelerle memurların
üzerine yürümüş, polis memuru İ.K’nin silahını ateşlemesiyle, Emrah Barlak
karnından, kardeşi Erhan ve Faruk Karhan bacaklarından vurulmuştu. Emrah Barlak
kaldırıldığı İzmir Atatürk Eğitim ve Araştırma Hastanesi’nde yaşamını
yitirmişti.[120]
xii) İzmir’in
Karabağlar ilçesinde 2012 yılında öldürülen Emrah Barlak’ın babası Nusret
Barlak’taki oğluna ait fotoğraflar polis tarafından “suç unsuru” gerekçesiyle
imha edildi… Polis kurşunuyla yaşamını yitiren Emrah Barlak’ın babası, 24 Ocak
2013 günü Mazlumder ve Baran Tursun Vakfı’nın ortak yürüttüğü “Dikkat Polis
Geliyor” kampanyası için düzenlenmesi planlanan basın açıklamasına, oğlunun
vesikalıklarından büyütülmüş 26 adet fotoğrafı alarak gitmek istedi. Yolda
polislerin elindeki fotoğrafı alarak Çankaya İlçe Emniyet Müdürlüğü’ne
götürdükleri baba, polislerin kendisini tehdit ettiğini ve oğlunun fotoğrafına
el konulduğunu belirterek fotoğrafın kendisine verilmesini istedi ancak
fotoğraf baba Barlak’a teslim edilmedi. Baba Barlak’a 82 TL ceza verilirken,
fotoğraflar suç unsuru olduğu gerekçesiyle imha edildi.[121]
xiii) İzmir’de
arkadaşlarıyla tartışırken polis tarafından gözaltına alınan gençleri korumaya
çalışan bir şahsın karakolda dayak yerken çekilen kamera görüntüleri ortaya
çıktı. Olay sırasında oğlunun gözaltına alınmasına engel olmaya çalışan baba
ise karakol önünde kalp krizi sonucu yaşamını yitirdi. Güvenlik kamerası
görüntüleri, 22 Ağustos 2012 tarihinde Bergama İlçe Emniyet Müdürlüğü’nde
kaydedildi… Gözaltına alınan Muammer Zeybek, Emniyet Müdürlüğü’ne götürüldü.
Babası ve yakınları da karakola gitti. Bu sırada baba Talat Zeybek’in arkadaşı
Adnan Yörür, elleri kelepçelenerek içeriye alındı. Yörür karakolda yerlerde
sürüklenerek tekmelendi. Gerilime dayanamayarak kalp krizi geçiren baba Zeybek
de hayatını kaybetti.[122]
xiv) İstanbul
Bağcılar’da eşine şiddet uyguladığı gerekçesiyle gözaltına alınan Hasan Latif
Kaplan’ın (35), tutulduğu Bağcılar Asayiş Büro Amirliği’ndeki avukat görüşme
odasında kendisini kemerle masaya asarak intihar ettiği öne sürüldü. “Boynunda
kemer izi yoktu” diyerek Kaplan’ın intihar ettiğine inanmadıklarını kaydeden
ailesi, Emniyet yetkilileri hakkında şikâyetçi olacaklarını belirtti.[123]
xv) Ankara
Emniyet Müdürlüğü’nde gözaltında bulunan üç şüphelinin “işkence ve kötü muamele
gördüğü” öne sürüldü. Savcılığa suç duyurusunda bulunan Ankara Barosu’nun
dilekçesinde, “şüphelilerin çırılçıplak soyulduğu, dövüldüğü, makatına cop
sokulduğu ve tazyikli su tutulduğu” öne sürüldü. 30 Mart 2013’de savcılığa suç
duyurusunda bulunan Ankara Barosu’nun dilekçesinde olayın ayrıntılarına yer
verildi. 30 Mart 2013 günü baroya Cinayet Büro Amirliği’nde şüphelilere işkence
yapıldığına dair ihbar geldiği belirtilen dilekçede, “Avukat Hikmet Balkan
Tunalı ve Avukat Mustafa Kaymak tarafından Cinayet Büro Amirliği’nde gözaltında
bulunan şüpheli müvekkilleri ile görüştürülmediklerini ve hatta Tunalı’nın
zorla dışarı çıkarıldığını ve dışarıda da darp edildiğini bildirmişler ve bu
konuda Ankara Barosu Avukat Hakları Merkezi’nden yardım talebinde
bulunmuşlardır,” denildi.[124]
xvi) Harran
Üniversitesinde 21 Mayıs 2013 tarihinde yurtsever öğrencilerle ülkücü
öğrenciler arasında çıkan kavga sonrası gözaltına alınan öğrenciler Dara Aydın,
Murat Dallı ve Serhat Emen’in polis tarafından darp edildikleri doktor
raporuyla kanıtlandı.[125]
xvii) İdil’de
2008’de kendi başlattığı işkence davasında tanık olan savcı Kenan Göksü,
nezarethaneye girdiğinde yerde yatan şüphelinin “Savcım beni kurtar” diye
yardım istediğini, ilk görünüşte darp izi görmediğini ve hemen doktor
çağırdığını söyledi. Şırnak İdil’de 21 Ekim 2008’de Öcalan’a cezaevinde şiddet
uygulandığı iddiasıyla yapılan eyleme müdahale edilmiş, eyleme katılan sekiz
kişi ‘terör örgütü üyeliği ve propagandası’ iddiasıyla tutuklanmıştı. Aynı gün
akşam saat 20.53’te Savcı Kenan Göksu’nun telefonu çaldı. Avukat Cihan Güçlük,
zanlıların hastane ve ilçe emniyet müdürlüğünde dövüldüğünü söylüyordu. Savcı
Göksu karakolu bastı, nezarethaneye girdi. İçerideki sekiz kişi savcıya cop,
tekme ve yumruklarla dövüldüğünü anlattı.[126]
xviii) Tekirdağ’ın
Saray ilçesine bağlı Kapaklı’da psikolojik rahatsızlığı olan Ali Çelebi (34)
isimli bir vatandaş akıl hastanesine gitmeyi kabul etmediği için polisler
tarafından dövülerek öldürüldü. Tedaviyi reddeden Çelebi’yi hastaneye götürmek
için ailesinin talebiyle eve gelen polisler, kendilerine direnen şizofreni
hastası Çelebi’ye copla ve biber gazıyla müdahale etti. Başına çok sayıda cop
darbesi alan Çelebi olay yerinde hayatını kaybetti. Görgü tanıkları, savcılığa
verdikleri ifadelerinde, polislerin Çelebi’nin başına “cop yamulup düzelecek
kadar şiddetli bir darbeyle” vurduğunu belirtti.[127]
xix)
Giresun’da Yeşilgiresun Belediyespor ile TrabzonsporBasketbol takımları
arasında oynanan maçta polisin copladığı 14 yaşındaki Onur Utku Torun’un bacağı
kırıldı. Sağ bacağına platin takılan Torun’un ailesi polislerden şikâyetçi
oldu.[128]
xx)
Kocaeli’nin Gebze ilçesinde boşanma davası açtığı eşi tarafından silahla
öldürülen Mehtap Civelek’in ailesi, genç kadının kaçırılmasının ardından
iddialarına göre kaplumbağa hızında bir sistemle karşılaştı… 25 yaşındaki
Mehtap Civelek, altı aydır ölüm tehditleri gönderdiği ileri sürülen ve polise
defalarca şikâyet edilen eşi Volkan Civelek tarafından başından iki kurşunla
vurulmuştu. Katil koca, öldü sandığı eşini özel bir hastanenin önüne bırakıp
kaçtıktan sonra yakalanırken, olay günü de eşinin İstanbul’daki ailesine
“Cesedini gelin alın” diyerek telefon açtığı anlaşıldı. Mehtap’ın ablası Meryem
Bülbül, kız kardeşini boşanmak üzere olduğu kocasının kaçırdığını haber alınca
gittikleri karakolda, kendilerine “Siz fazla Arka Sokaklar dizisini
izliyorsunuz” denilerek ilgilenilmediğini ileri sürdü.[129]
xxi) Kürt
illerinde 20 yılda polis ya da askerin açtığı ateş sonucu en az 350 Kürt çocuğu
öldürüldü. En fazla çocuğun öldürüldüğü yıllar ise 1992 ile 2006 yılları oldu.
Polis veya asker kurşunu ile öldürülen çocukların yanı sıra birçok Kürt çocuğu
ya polis veya asker tarafından vurularak yaralandı ya da yapılan operasyonlar
sonucu tutuklanarak yaşlarından büyük cezalara çarptırıldılar. Kürt çocuklara
karşı uygulanan politikanın son örneği ise Şırnak’ta yaşandı. Kızıltepe’de 13
kurşunla öldürülen 12 yaşındaki Uğur Kaymaz’ın 6. ölüm yıldönümünde Şırnak’ın
Kumçatı (Dêrgulê) Beldesi’nde 12 yaşındaki Ahmet Açar, askerler tarafından vurularak
ağır yaralandı. Çocuk ölümleri konusunda uluslararası toplantılarda İsrail’in
öldürdüğü çocukları sürekli hatırlatan Başbakan Erdoğan’ın kendi ülkesinde
öldürülen çocukları görmezden gelmesi ise hâlâ devam ediyor. Asker veya polis
tarafından öldürülen çocukların sayısına bakıldığı zaman Türkiye’nin karnesinin
İsrail gibi karanlık olduğu ortaya çıkıyor.
AKP Hükümeti
döneminde çocukların yaşamını yitirdiği en önemli tarih ise 28 Mart 2006 oldu.
Muş’un Şenyayla bölgesinde yaşamını yitiren 14 HPG’liden 4’ünün cenazesi
Diyarbakır’a getirilerek defnedilmesinin ardından çıkan ve bölge illerine
yayılan olaylar da güvenlik güçlerinin açtığı ateş sonucu 14 kişi yaşamını
yitirmişti. Yaşamını yitirenlerden 6’sı ise çocuktu. Olayların yaşandığı
dönemde Başbakan Erdoğan’ın “Güvenlik güçlerimiz çocuk da olsa, kadın da olsa
kim olursa olsun terörün maşası hâline gelmişse gerekli müdahale ne ise bunu
yapacaktır. Bunun böyle bilinmesini istiyorum” açıklaması ise, “Erdoğan
İsrail’i örnek alıyor” yorumlarına yol açmıştı. 28 Mart 2006 olaylarında
güvenlik güçlerinin açtığı ateş sonucu öldürülen çocukların isimleri şöyle:
- Fatih Tekin
(3): Batman’da 29 Mart 2006 günü çıkan çatışmalarda plastik mermiyle
eylemcileri dağıtan polisin açtığı ateş sonucu parkta oyun oynarken boğazına
isabet eden kurşunla yaşamını yitirdi.
- Abdullah
Duran (9): 29 Mart 2006’da evinin balkonundan sokaktaki olayları izlerken,
‘güvenlik güçlerinin’ açtığı ateş sonucu yaşamını yitirdi. Otopsi tutanağı
ölümün, ateşli silah mermisiyle kalp ve her iki akciğer yaralanmasından gelişen
iç kanama ve kanama şoku sonucu meydana geldiğini ortaya koydu.
- Enes Ata
(8): 3 sivil yurttaşın 30 Mart 2006 tarihindeki cenaze töreni esnasında
‘güvenlik güçlerinin’ ateşli silah kullanması sonucu, Kuruçeşme semtinde
vücuduna isabet eden mermi sonucu yaşamını yitirdi. Otopsi raporunda Enes’in
kalbiyle midesi arasına saplanan kurşunla öldüğü kaydedildi.
- Mahsum
Mızrak (17): 30 Mart 2006 günü 10 Nisan Polis Karakolu tarafından gözaltına
alındı. Ailesi günlerce aradı. En son 3 Nisan 2006’da Devlet Hastanesi
Morgu’nda cesedi bulundu. Cesedin 30 Mart 2006 tarihinden beri kimliği belli
olmayan ceset olarak morgda tutulduğu ortaya çıktı. Otopsi tutanağı Mızrak’ın
ateşli silah mermisi yaralanmasına bağlı beyin harabiyeti ve kanaması sonucu
öldüğünü ortaya koydu.
- Emrah Fidan
(17): 29 Mart 2006’da polisin açtığı ateş sonucu yaralandı ve Dicle
Üniversitesi Tıp Fakültesi yoğun bakım ünitesinde tedavi altına alındı. 3 Nisan
2006’da yaşamını yitirdi. Otopsi tutanağı Fidan’ın ateşli silahla beyin
kanaması sonucu yaşamını yitirdiğini kanıtladı.
- İsmail Erkek
(8): 28 ve 29 Mart 2006 tarihlerinde öldürülen 3 sivil yurttaşın 30 Mart
2006’daki cenaze töreni esnasında polisin tekrar ateşli silah kullanması
sonucu, 10 Nisan Polis Karakolu civarında vücuduna isabet eden mermi nedeniyle
yaşamını yitirdi.
Abdullah
Öcalan’ın Türkiye’ye getirilmesinin yıl dönümü dolayısıyla 15 Şubat 2008’de
bölgede yaşanan olaylar karşısında, Erdoğan bu kez de, “Vatandaşımızın huzuruna
kast edenlere güle güle diyemeyiz” açıklamasında bulundu. Erdoğan’ın
açıklamasının üzerinden çok geçmeden Şırnak’ın Cizre İlçesi’nde 16 Şubat günü
16 yaşındaki Yahya Menekşe panzerle ezilerek öldürüldü. Emniyet ve Hükümet
yetkilileri, Menekşe’nin diğer göstericilerin attığı taşların kafasına isabet
etmesi sonucu öldüğünü duyurdu. Ancak hem bilirkişi raporu, hem adli tıp raporu
Menekşe’nin sert bir cismin altında ezilerek öldüğünü açıkladı. Malatya Adli
Tıp Kurumu da yaptığı inceleme sonucunda Menekşe’nin ‘Araç altında kalmasına’
bağlı olarak öldüğünü tespit etti. Bölgede yaşanan ve zaman zaman Filistin’deki
intifada görüntülerini aratmayan olaylarda güvenlik güçlerinin açtığı ateş
sonucu çocukların öldürülmesi AKP iktidarı döneminde sadece bölge ile değil
Türkiye’nin birçok kentinde yaşandı. Bu çocuk ölümlerinin özellikle Kürt sorunu
ile bağlantılı olaylarda yaşanması ise dikkat çekiyor.
AKP iktidarı
döneminde askerlerin öldürdüğü çocuklar arasında öne çıkan bir başka isim ise
Uğur Kaymaz. 21 Kasım 2004 tarihinde Mardin’in Kızıltepe ilçesinde İskenderun’a
gitmek üzere kamyonuna binmek isteyen şoför Ahmet Kaymaz (31) ve 12 yaşındaki
oğlu Uğur Kaymaz, ayaklarında terlikleriyle beraber katledildi. 12 yaşındaki
Uğur Kaymaz’ın minik bedenine otopsi sonucunda tam 13 kurşun sıkıldığı ortaya
çıkmıştı. Ceylan Önkol, 28 Eylül 2009 günü koyunlarını otlatırken Tapantepe
Taburu’ndan atılan hava mermisi sonucunu parçalanarak can verdi. Cesedi
saatlerce arazide bekletildi. Olay yerine ne Cumhuriyet Savcısı, ne de jandarma
ekipleri gitmedi. Üstelik Ceylan cinayetini gizlemek için devlet organları
elinden geleni yaptı. Hatta ordu aileden özür dileyeceğine “Ceylan’la
yıpratılmak isteniyoruz” dedi. Bir yıl aradan sonra bu kez Karabük’ün
Safranbolu ilçesinde Edanur Avcı, küçük bedeniyle bir askerin silahından çıkan
kurşunun kurbanı oldu. 4 Kasım günü evinin önünde oynarken 125’inci Jandarma Er
Eğitim Alay Komutanlığı’ndan yapılan “atış-talim” kurşunuyla öldü. Ceylan
Önkol’un ölümü üzerinden askerlerin yıpratıldığını ileri süren Jandarma Genel
Komutanlığı, cinayetin hemen ardından Edanur’un hayatını kaybetmesiyle ilgili
idari soruşturma başlattığını duyurdu.
2010 yılında
yaşanan bazı çocuk ölümleri ise şöyle:
- 11 Kasım
2010: Şırnak’ın Cizre ile İdil arasında yer alan Aslantepe Köyü yakınlarında,
eski bir karakol bahçesinde oyun oynarken buldukları cismin patlaması sonucu 4
ve 6 yaşlarındaki Beşir ve Nujiyan İdem adlı iki kardeş ağır yaralandı, ancak
Rojivan hayatını kaybetti.
- 10 Ekim 2010:
Şırnak’ın Silopi ilçesinde yaşandı. Cudi mahallesinde düzenlenen 9 Ekim
komplosunu protestolarında polisin attığı biber gazından kaçarken, yedi
yaşındaki Umut Furkan Akçil yoldan geçen bir aracın altında kalarak öldü.
- 6 Ekim 2010:
Şırnak’ın Güçlükonak ilçesine bağlı Fındık beldesi Gümüşyazı köyü kırsalında
buldukları metal bir cismin patlaması sonucu 12 yaşındaki Ahmet İmre öldü, aynı
yaştaki başka bir çocuk ağır yaralandı. Çocukların oynadığı alanın askeri bölge
yakınındaydı.
- 29 Eylül
2010: Hakkari’nin Yüksekova ilçesi Esendere beldesi sınırı bölgesinde
askerlerin ateş açması sonucu İranlı 14 yaşındaki İsa İbrahimzade adlı çocuk
hayatını kaybetti. İran’ın Urmiye kenti Siro kasabasına bağlı Fireziyan Köyü
nüfusuna kayıtlı İbrahimzade’nin Türkiye sınırları içerisinde asfaltlı yolda
öldürüldüğü öğrenildi.
- 22 Temmuz
2010: Van’ın merkez köylerinden Kurubaş’ta pikniğe giden 16 yaşındaki Canan
Saldık kafasına isabet eden kurşunla öldürüldü. Ateşin yerleşim birimi içindeki
Hacıbekir Kışlası’ndan açıldığı öne sürülüyor.
- 22 Haziran
2010: Şırnak’ta bir polis zırhlısının çarptığı 14 yaşındaki Birem Basan
yaşamını yitirdi.
- 25 Mayıs
2010: Van’ın Özalp İlçesi’nde, Orgeneral Mustafa Muğlalı Kışlası atış
poligonunu çevreleyen tel örgülerin yaklaşık bir metre dışında, çocukların oyun
oynadığı sırada patlama meydana geldi. 13 yaşındaki Oğuzcan Akyürek öldü. Dört
çocuk yaralandı. Kışladan bir askerin çocuklara patlayıcı attığı iddia edildi.
- 23 Nisan
2010: Mardin’in Yeşilli İlçesi kırsalında Kabala beldesinde hayvan otlatan 14
yaşındaki İzzettin Boz, bulduğu bir cismin patlamasıyla hayatını kaybetti.
Mühimmatın askeriyeye ait olduğu öğrenildi.
- 2 Nisan
2010: Van’ın İran sınırına 10
kilometre uzaklıktaki Çaldıran ilçesine bağlı Hangedik
köyünde, Çatak Anadolu Lisesi birinci sınıf öğrencisi, 14 yaşındaki Mehmet Nuri
askerler tarafından vurularak öldürüldü.
Bölge
illerinde çatışmaların yoğunlaştığı 1989 yılından günümüze kadar asker veya
polis tarafından 350’den fazla Kürt çocuğu öldürüldü. En çok çocuğun
öldürüldüğü yıl ise 1992 yılı oldu. Anne karnında öldürülen çocuklar hariç
yıllara göre öldürülen çocuk sayısı şöyle: 1989 yılında 2, 1990 yılında 41,
1991 yılında 22, 1992 yılında 115, 1994 yılında 94, 1995 yılında 17, 1997
yılında 7, 1998 yılında 8, 1999 yılında 12, 2000 yılında 3, 2004 yılında 1,
2006 yılında 8, 2008 yılında 5, 2009 yılında 7, 2010 yılında 7…
ÖTEKİLEŞTİREN/ DIŞLAYAN MİLLİYETÇİ
AYRIMCILIK PRATİĞİ
Türkiye ötekileştirenlerin dışlandığı
ayrımcılık pratiğiyle betimlenen bir coğrafyadır…
Thomas Mann’ın,
“Milliyetçi olmak için insanın belirli bir derecede zihinsel engellilik hâli
bulunmalıdır,” diye tanımlarken; Oscar Wilde’ın, “Acımasızların erdemidir,”
notunu düştüğü “Milliyetçilik, ulusalcılık ya da nasyonalizm en genel anlamda
kendilerini birleştiren dil, tarih veya kültür bağlarından bir üstyapı
oluşturabilmiş sosyal birikimlerin adı olan millet veya ulus olarak tanımlanan
bir topluluğun yaşama ve ilerleme ülküsünün toplumların ve insanlığın
gelişmesini sağladığına inanan görüştür.”[130]
Bu kapsamda Aydın Şetle’nin ifadesiyle, “Türkiye Cumhuriyeti uluslaşma
sürecini Avrupa’dan farklı olarak çok daha geç ve Osmanlı’nın parçalanması
sürecinde yaşama geçirmeye çalışmıştır. 1908’de (İkinci Meşrutiyet) Türkler,
Rumlar, Ermeniler ve Bulgarlar hep birlikte Yeni Türkiye’nin devrimini
gerçekleştirmiş; fakat evrensel bir dille hazırlanan bu devrim 1900’lerin
ortasından itibaren ileride İttihat ve Terraki’yi oluşturacak olan Jön Türkler
diye anılan grubun ülkeyi homojenleştirme çalışmalarına dönüşmüştür.
I. Paylaşım Savaşı’nda Almanya saflarında savaşa girilmesi, neredeyse
delilik noktasında bir komutanla binlerce askerin Türkî Birliği sağlamak için
soğukta donarak öldürülmesi, savaştan kaçan askerlerin Ermeni, Rum köylerine
saldırması, daha Tehcir ve Mübadele öncesi bugün azınlık olarak geçen gayri -
Müslimlerin zorunlu göçü, İslâmi kardeş kavim Kürtler eliyle Süryani, Keldani,
Ermeni katliamları bu homojenleşme sürecini biraz daha hızlandırdı. Tarih
1917’yi geçip 1918’e geldiğinde geride buharlaşmış bir buçuk milyon Ermeni ve
sürgünde kaybolmuş Karadeniz Pontusları’nı bırakıyordu. Cumhuriyet’in
kurulmasıyla birlikte 1924 yılında yürürlüğe konulan Mübadele ise, Türk yurduna
tek kelime Türkçe bilmeyen Yunanlı Türkleri, Yunan yurduna ise tek kelime Rumca
bilmeyen Türkiyeli Rumları gönderiyordu.
O yıllardan sonra birbiri ardına ulus-kurucu kurum ve kuruluşlar yaratıldı,
yeni teoriler üretildi. Türk Tarih Kurumu (TTK) ile Türk tarihi baştan yazıldı,
Türk Dil Kurumu (TDK) ile yeni bir alfabe oluşturuldu, Güneş Dil Teorileri,
Türk Tarih Tezleri vücut buldu. Artık Sümerler ön-Türk, Troialılar ilk Türk,
Kürtler dağ Türkü, Lazlar orman Türkü idi. Acemler kardeş kavmimiz, Çerkez,
Gürcü, Çeçen vs başımız üstünde yeri olan Türk vatandaşlarıydı. Binlerce yıl bu
coğrafyada yaşayan, belki de bu coğrafyanın gerçek sahipleri Rumlar, Ermeniler,
Süryaniler, Keldaniler artık yok denecek kadar azdı.
Yeni resmî görüşe göre, coğrafyanın en eskilerinde birisi olan Kürtler
Türk’tü. Yeni bir devlet doğuyordu. Bu homojenleşmenin de bir adı olmalıydı:
Atatürk milliyetçiliği. En iyi tanımlamayla anadili Türkçe olmayan Müslüman
etnik topluluğun veya Lozan’da hakları baştan belirtilmiş olmayan herhangi bir
(yine anadili Türkçe olmayan) gayri-Müslim etnik topluluğun varlığını kabul
etmeyen, kafatasçı olması fiilen imkânsız olduğu için kültürel ırkçılık ve
asimilasyon politikası izleyen bir milliyetçilik türüdür”[131]
ve acımasız bir saldırganlıktan malûldür…
Söz konusu milliyetçi saldırganlık hakkında
hızla sıralarsak; T.“C” hepimizi fişler, damgalar…
i) Başbakan
Erdoğan, “Etnik milliyetçiliği ayaklar altına alıyoruz” derken Mersin polisi
“suça karıştığı” savlanan ilköğretim öğrencisini “etnik kimliğiyle” fişledi.
Mahkemenin “ekonomik ve sosyal” durumunun belirlenmesini istediği çocuk için
polis, çocuğun “Roman” olduğunu “esmer vatandaşlardan” diyerek raporlaştırdı.[132]
ii) İzmir
Milli Eğitim Müdürlüğü’nün okullardan, Kürtçe ve Zazaca derslerini seçen
öğrencilerin listesini istediği öne sürüldü. Daha önce Roman öğrencilerin
belirlenmesi amacıyla benzer yazı isteyen müdürlük, ayrımcılıkla suçlanıyor.[133]
Ya Aziz Nesin’in, “Kentin girişine, “Ne
Mutlu Türküm Diyene” yazmışsınız. Ben katıksız bir Türk’üm ama mutlu değilim,
bir Kürt nasıl mutlu olsun,” diye betimlediği Kürtler mi?
iii) Artvin
Yusufeli Barajı’nda çalışan 11 Kürt vatandaşa taşlı sopalı saldırı düzenlendi.
İlçeden taksilerle gelen 30 kişilik kalabalık grup Kürt işçilere sopalarla
saldırdı. Saldırıya uğrayan 11 Kürt işçiden durumu ağır olan ikisi Artvin
Devlet Hastanesine kaldırıldı. İşçiler, can güvenlikleri olmadığı için ilçeyi
terk ettiler.[134]
iv) Aydın’ın
Köşk ilçesinde, 14 Ağustos 2013 gecesinde yaklaşık 600 kişilik grup, Kürtlerin
oturduğu evleri, araçları taşladı. Olaylarda 1’i ağır 12 kişi yaralandı, 10
kişi gözaltına alındı.[135]
v) Eryaman’da
24 Eylül 2013 akşamı gerçekleşen olayda, 25-30 kişilik bir grup “Buradan geçmek
yasak bilmiyor musunuz?” diyerek sigara almaya giden üç işçinin yolunu kesti.
Nereli olduklarını sorup, işçilerin Kürt illerinden geldiğini öğrenen grup
işçilere saldırdı. Bu esnada şantiyedeki işçiler, uzun süre geri gelmeyen 3
arkadaşlarını merak ederek dışarı çıktı. Saldırgan grup dışarı çıkan işçilerden
3’ünü pompalı tüfekle yaraladı. Saldırıda Yunus Tamçınar, Nedim Tamçınar,
İbrahim Tamçınar, Ömer Tamçınar, Nurullah Tamçınar, Reşat Aktaş, Hacı Yıldız
yaralandı. İşçilerin ateşli silahla yaralandıkları Yenimahalle Devlet
Hastanesi’nden aldıkları darp raporunda da teyit edildi. İşçiler saldırının
ardından İnsan Hakları Derneği Ankara Şubesi’ne başvurdu.
İHD Ankara Şube
Başkanı Halil İbrahim Vargün, saldırganların tanımadıkları hâlde sadece Kürt
oldukları için işçilere saldırdığına dikkat çekti. Bu saldırıyı nefret suçu
olarak niteleyen Vargün, saldırının organize olduğunu söyledi. Daha önce de
farklı illerde Kürt işçilere yönelik saldırılar olmuştu. 2013’te yaşanan
saldırıların bir kısmı şu şekilde:
-
Diyarbakır’ın Çınar ilçesinden Erzurum’un Narman ilçesine mevsimlik işçi olarak
giden 2 Kürt gencin gece saatlerinde parkta Kürtçe müzik dinlerken yanlarına
gelen bir grup ülkücü tarafından linç edilmek istendiği öğrenildi.
- Giresun’un
Bulancak ilçesi Kovanlık beldesinde, belediyenin inşaatında bir taşeron firmaya
bağlı olarak çalışan 13 Kürt işçi, ırkçı grupların küfürlü saldırısına ve
tehditlerine maruz kaldı.
- Silivri’ye
bağlı Beyciler köyünde ülkücü olduğu belirtilen bir grup, köyde bulunan inşaat
şantiyesini basarak 7 Kürt işçiye saldırdı.
- Ümraniye’de
Çakmak Armağan Evleri inşaatında çalışan Kürt işçilere 150 kişilik ırkçı grup
saldırdı. 6 işçinin yaralandığı saldırıda, Nuri Şahin kalçasından aldığı bıçak
darbesi, soyadı öğrenilemeyen Veysi isimli işçi ise demir boru ile kafasına
aldığı darbe sonucu yaralandı.[136]
Ya Hıristiyanlar mı?
vi)
Hıristiyanların Noel Bayramı’nı kutladığı 25 Aralık 2013 gecesinde, Kadıköy’deki
Sultan 3. Mustafa İskele Camisi’nin elektronik panosunda yer alan “Ey iman
edenler, Yahudi ve Hıristiyanları dost edinmeyin. Onlar, birbirlerinin
dostlarıdırlar. Sizden kim onları dost edinirse kuşkusuz o da onlardandır”
ayeti sosyal medyada tepki çekti. Söz konusu ayetin elektronik panoya
yazılmasının Noel gecesine denk gelmesinin tesadüf olduğunu söyleyen Kadıköy
Müftüsü İlyas Öztürk, panodaki ayetin değiştirileceğini söyledi.[137]
vii) Ankara’da
yaşayan Hıristiyan yurttaşlar, Kırkkonaklar semtinde 448. Sokak’a kilise inşa
etmek için valiliğe başvurdu, ancak bu başvurudan hemen sonra Diyanet İşleri
Başkanlığı’nın aynı araziye yaptığı cami başvurusu kabul edildi. Söz konusu
arazide cami inşaatı için çalışmalar başlarken her başvuruda “yer yok” yanıtı alan
Ankaralı Hıristiyanlar, kilise yapmak için yer arıyor.[138]
viii)
Diyarbakır Protestan Kilisesi Pastörü Ahmet Güvener’in lise birinci sınıfa
giden ve zorunlu din kültürü ve ahlâk bilgisi dersinden muaf bırakılan kızına,
seçmeli din dersi ‘zorunlu’ kılındı. Baba Güvener, sadece dini içerikli üç
dersin seçmeliler arasında bulunduğunu, diğerlerine sınıf açılmadığını, kızının
kredisini tamamlaması ve sınıfta kalmaması için bu derslerden birisini seçmek
zorunda bırakıldığını açıkladı.
Bu arada
‘Protestan Kiliseler Birliği’nin ‘2012 Yılı Hak İhlâlleri’ raporuna göre
İstanbul Güngören Protestan Kilisesi, 8 Ağustos 2012’de ibadet yeri tahsis
edilmesi için Güngören Belediyesi’ne başvurdu. Dilekçeyi işleme koymak
istemeyen yetkililer, bir gün sonra Diyanet İşleri Başkanlığı’ndan yazı
getirilmesini istedi. Raporda yer verilen diğer ihlâl ve saldırılar ise şöyle:
- 3 Şubat
2012: İzmir Çeşme Lütuf Kilisesi önderi Engin Duran, eşi ve çocuğu ile evinde
bulunduğu sırada kapısı sabaha karşı saat üç sularında yumruklanarak ve
zorlanarak açılmaya çalışıldı. Şüpheliler yakalanamadı. Duran ve ailesi ilçeyi
terk etti, kilise kapandı.
- 25 Şubat
2012: Samsun Agape Kilisesi binasına maddi zarar verildi.
- 7 Mart 2012:
Adana’da Hıristiyanlık içerikli yayın satan Söz Kitabevi’ne sözlü taciz ve
tehditte bulunuldu. Üç şüpheli yakalanamadı.
- 7 Nisan
2012: İstanbul Bahçelievler Lütuf Kilisesi’ne gelen dört genç kilise önderi
Semir Serkek’i “Burası Müslüman mahallesi, burada kilisenin ne işi var, eğer
kelime-i şahadet getirmezsen gebereceksin” diye tehdit etti. Serkek’i
tekmeleyip kaçan saldırganlar yakalanamadı.
- 3 Haziran
2012: Ankara’da Hıristiyanlık içerikli yayın yapan Radyo Shema’nın ofisine,
ofiste kimsenin bulunmadığı akşam saatlerinde defalarca gelen şüpheli üç kişi
dikkat çekti. Kimlikleri saptanamadı.
- 28 Temmuz
2012: Denizli’de bir grup, kilisenin kapatılması için eylem yaptı. Tehditler
nedeniyle polis güvenlik önlemi aldı.
- İzmir
Konak’ta bulunan ve ‘Dua Evi’ olarak bilinen Diriliş Kiliseleri Derneği
temsilciliğine yıl boyunca sözlü, yumurtalı tehdit ve saldırılarda bulunuldu.
Silah göstererek dernek yetkilisi tehdit edildi.
- 12 Kasım
2012: Batman’da ibadete katılan bir kadın, sivil polislerce toplantılara
katılmaması için taciz edildi. Apartman kapıcısından da eve gelenler ve
faaliyetler hakkında bilgi vermesi istendi.
- Denizli,
Diyarbakır, Sinop ve Hatay’da sivil polisler bazı kişileri ibadetlere
katılmamaları, Hıristiyanlarla görüşmemeleri veya katıldıkları toplantılar,
tanıştıkları kişiler hakkında detaylı bilgi vermeleri için uyarıldı.
- 20 Aralık
2012: Marmara Üniversitesi’nde öğrencilerle Hıristiyanlık hakkında konuşan iki
Protestan, on ülkücü tarafından darp edildi.
- İzmir
Büyükşehir Belediyesi birçok etkinlik için kullanılan Aya Vukla Kilisesi’nde
Paskalya kutlaması talebini gerekçe göstermeden reddetti.
- İzmir
Valiliği, ‘Dua Evi’ olarak kullanılan ibadet yerini İmar Kanunu’na aykırılıktan
kapatmak istedi.
- İzmir’de
aynı kurumda çalışan dört Hıristiyan memur kilise toplantılarına katıldıkları,
Hıristiyanlarla görüştükleri ve memurlara misyonerlik yapacakları savıyla,
idarecilerine emniyet kuruluşlarından gelen baskı neticesinde, görev yerleri
değiştirildi.
- Birçok
yabancı uyruklu Protestan toplumu üyesi birey ve aile, oturum vizesini
yenilememe veya sınır dışı etme yöntemiyle ülkeden çıkmaya zorlandı. Birçoğunun
çocukları eğitim hayatlarına devam ederken bu uygulamalara maruz kaldı.[139]
ix)
Trabzon’da, 5 Şubat 2006’da dua ederken öldürülen Santa Maria Katolik Kilisesi
Rahibi Andrea Santoro’nun, ölümünden üç ay önce emniyet tarafından ‘Pontusçu’
diye cep telefonunun dinlendiği, dinleme işleminin bitimine üç gün kala
saldırıya uğradığı anlaşılmıştı. Trabzon Emniyet Müdürlüğü’nün, rahip
Santoro’yu dinleme talebinde bulunmak üzere savcılığa sunduğu evrakta,
Santoro’yu ilişkide gösterdiği üç isimden ikisinin de ‘Pontusçu’ değil,
Protestan oldukları ortaya çıktı. Emniyet tarafından izlendikleri anlaşılan
biri Türk, iki Protestan’ın, Rahip Santoro cinayetinden sonra Trabzon’dan
ayrıldıkları öğrenildi. Trabzon Emniyeti’nin de bağlı olduğu İçişleri
Bakanlığı, daha 2001’de bir milletvekilinin sorusu üzerine, “Pontusçuluk ile
misyonerlik arasında bağ bulunmuyor” demişti.[140]
Ya Hrant Dink’in katlinden Maritsa Küçük
cinayetine Ermeniler mi?
x) Batman’ın
Kozluk ilçesindeki Gümüşgörgü Jandarma Karakolu’nda zorunlu askerliğini yapan
Ermeni asker Sevag Balıkçı’nın 24 Nisan 2011’de devre arkadaşı er Kıvanç
Ağaoğlu tarafından öldürülmesiyle ilgili Diyarbakır 2’nci Hava Kuvvet
Komutanlığı Askeri Mahkemesi’nde görülen davada 26 Mart 2013 tarihli karar
çıkmış, katil zanlısı Kıvanç Ağaoğlu, 4 yıl 5 ay 10 gün hapis cezasına mahkûm
edilmişti. Balıkçı’nın katil zanlısına verilen 4 yıl 5 aylık hapis cezasına
ailesi tepki gösterdi. Anne Balıkçı üzgündü: “Sevag suçlu. Ne işi vardı o
tüfeğin önünde demek istediler...”[141]
Kolay mı? Tam
da bu noktada ekleyerek, uyarır Orhan Kemal Cengiz: “Mahkeme er Sevag
Balıkçı’nın öldürülmesinde bir ‘kasıt’ olmadığını söylemiş. Bende değişik
çağrışımlar oluştu bu kararı duyunca. ‘Herhâlde cinayet, Amerikan korku
filmlerindeki gibi oldu’ dedim kendi kendime. Hani şu ‘kötü ruhun’, iyi
insanların içine girip onlara hiç yapmayacakları şeyleri yaptırdığı filmler
vardır ya.
Bizim Türk
versiyonunda, ‘kötü ruh’ 2011 yılının 24 Nisan gününde Anadolu’nun ücra
köşesinde bir jandarma karakoluna çörekleniyor. Biri Ermeni diğeri de Türk
kökenli iki gencin şakalaştıklarını görünce, günün anlamına uygun bir şekilde,
kötülüğünü yapmaya karar veriyor. Bütün bu kötü ruhlar nereden geldi derseniz?
1915’tir bütün bu hikâyenin başlangıcı.”[142]
Ya Yahudiler mi?
x) Büyük Adım
Yayınları tarafından hazırlanan 15 kitaplık Biyografi Dizisi, İlçe Milli
Eğitim’in onayıyla, Maltepe’de 10-13 yaşlarındaki yaklaşık 1000 öğrenciye
dağıtıldı. Yazarı belirtilmeyen, M. Sırrı Arvas editörlüğünde, Büyük Adım
Komisyonu’na hazırlatıldığı belirtilen kitaplar 5, 6, 7, ve 8. sınıfa giden
1000 öğrenciye dağıtıldı. Nefret söylemi içeren kitaplarda Edison’nun “Yaşarken
küpünü doldurmaya baktığı”, Einstein’ın “Pasaklı bir Yahudi olduğu”, Darwin’in
“Gençliğinin maymunlara fıstık atmakla geçtiği”, Freud’un “Sapıkların babası”
olduğu gibi daha pek çok ifade yer alıyordu.[143]
Kitapların öğrencilere dağıtılmasından sorumlu Maltepe İlçe Milli Eğitim Müdürü
Faik Kaptan ve Şube Müdürü Muzaffer Doğan hakkında soruşturma izni verilmedi.[144]
Ya Süryaniler mi?
xi) Mardin’in
Midyat ilçesine bağlı İzbırak köyünde bulunan Süryani Mor Dimet Kilisesi’nde
yaşayan rahip ve rahibeler kimliği belirsiz kişiler tarafından 2 aydır tehdit
ediliyor. Kiliseye giden 15 kişi “Sizi burada yaşatmayacağız” diyerek din
adamlarını tehdit ettiler.[145]
Ya Romanlar mı?
xii) Amasya
Valisi Abdil Celil Öz, sorunlarını anlatmak için Amasya Valiliği’ne giden
Romanları dinlemedi. Valiliğe sokulmayan Romanları Vali Yardımcısı Hakan
Kılınçkaya, dışarıda bir bankta dinledi. Kılınçkaya, sorunlarını anlatan Roman
yurttaşları, “Aydan mı geldiniz” diye azarladı.[146]
xiii) Bursa’da
at pisliği nedeniyle çıkan kavgada… diğer mahalle sakinleri, Romanların
oturduğu evlere saldırdı, araçlarını yaktı.[147]
Olayla ilgili gözaltına alınan 21 kişiden 4’ü tutuklanırken atlar toplanmış,
belediye ekiplerince Romanlara ait ev ve işyerleri ruhsatsız olduğu
gerekçesiyle yıkılmıştı. Olaylarla ilgili 25 Temmuz 2013’de 4’ü çocuk 19 kişi
daha gözaltına alındı.[148]
xiv) İznik’te
işlenen cinayetin ardından, Romanların yaşadığı üç mahalle “açıkhava cezaevi”ne
döndü. Can güvenliği yok. Çocuklar okula gidemiyor. Bakkallar alışverişi kesti.[149]
xv) Bursa’nın
İznik ilçesinde yol verme kavgasında bir kişinin ölümünün ardından yükselen
tansiyon inmiyor. Yaklaşık 2 bin kişi Roman mahallesine yürüyerek Romanların
ilçeden gönderilmesini istedi. 200 Roman aileden 150’sinin baskılar nedeniyle
ilçeyi terk ettiği belirtildi.[150]
Ya Alevîler mi?
xvi)
Amasya’nın Gümüşhacıköy İlçesi’ndeki Mehmet Paşa Ortaokulu’nda Din Kültürü ve
Ahlâk Bilgisi öğretmeni A.A.’nın, derste öğrencilere “Bir sünni Alevî ile
evlenirse yüz kırk kırbaç cezası ile cezalandırılır, çocuk yaparsa ölür.
Kurtuluş savaşına yardım eden bayanların başı kapalı olduğu için biz bu savaşı
kazandık, bugün olsa kazanamayız,” diye konuştu.[151]
xvii)
Ankara’nın Mamak ilçesindeki Yunus Büyükkuşoğlu Anadolu Lisesi’nde Müdür
Yardımcısı Tuncer Küllücek’in yönetim tarzı ve işlemleri okuldaki çok sayıda
öğretmen tarafından Ankara İl Milli Eğitim Müdürlüğü’ne şikâyet edilmişti.
Müdürlüğün görevlendirdiği eğitim denetmeni Cengiz Karahan, incelemelerinin
ardından hazırladığı raporda, Küllücek hakkında “öğrenci dövmek ve hakaret
etmekten” maaş kesimi; felsefe öğretmeni Suat Özcan’a yönelik sözleri nedeniyle
“Görevin yerine getirilmesinde siyasi düşünce, din ayrımı yapmak”tan kademe
ilerlemesinin durdurulması; küfürlü sözleri nedeniyle aylıktan kesme
cezalarının verilmesi ve başka okula atamasının yapılmasını istemişti.
Okulda kısa
bir süre sonra ikinci bir soruşturma başlatıldı. İlk soruşturmada şikâyet
edilen Müdür Yardımcısı Küllücek, kendisini şikâyet eden felsefe öğretmeni
Özcan’ın yanı sıra Okul Müdürü Turan Kantos ve ilk soruşturmayı yapan eğitim
denetmeni Karahan’ı Alevîlik üzerinden ayrımcılık yapmakla suçladı. Küllücek,
üç eğitimcinin de Alevî olduğunu, ilk soruşturma safhasında “Sunulan belgelerin
‘gerek yok’ diyerek soruşturmaya dahil edilmediği”, “Tanık göstermelerine izin
verilmediği” iddialarında bulundu.[152]
Ya LGBTİ’liler mi?
xviii) Ünlü
modacı Barbaros Şansal, 27 Aralık 2012 gecesi Taksim’de bir grubun “tekbirli”
saldırısına uğradı. Modacı Şansal, uğradığı saldırının ardından yüzü gözü
kanlar içinde kaldı. Saldırıyı siyasi olarak değerlendiren Şansal, “Bunu ancak
AK Gençlik yapar” dedi.[153]
Şansal, olay sırasında aynı cadde üzerinde bulunan Makine ve Kimya Endüstrisi
Kurumu’nun kameralarının kayıtta olmadığını bildirdiğini söyledi. Yaşadıklarını
anlatan Şansal, “Üzerimden kamyon geçmiş gibiyim. Ortada profesyonelce düzenlenmiş
bir saldırı var,” diye ekledi.[154]
Kendisini terzi yamağı olarak tanımlayan ünlü modacı, katıldığı bir televizyon
programında cinsel tercihini açıklamış, eşcinsel olduğunu belirtmişti.[155]
Ya faşist saldırganlık mı?
xix) İzzet
Baysal Üniversitesi’nde ülkücü öğrenciler 9 Ekim 2013 akşamı solcu öğrencilerin
kaldığı Kredi ve Yurtlar Kurumu’na ait yurtları bastı.[156]
xx)
Adıyaman’da 2 Mart 2013 gecesi KESK’e bağlı sendikalar, İHD Adıyaman Şubesi,
BDP Adıyaman ilçe binası ile bazı işyerlerinin kapısına kırmızı boya ile üç
hilal simgeleri çizilerek “ensenizdeyiz” yazısı yazıldı. KESK binasının giriş
kapısına kırmızı boyayla tüm kapıyı kaplayacak büyüklükte çizilen üç hilal
simgesi ile ilgili olarak sokakta bulunan güvenlik kamerası kayıtları
incelenmeye alındı.[157]
HAZİRAN KARŞISINDA DEVLET(İN) TUTUMU
Devlet(in)
Haziran 2013 karşısındaki tutumu, Başbakan Erdoğan’ın, “Bir kişi, iki kişi, üç
kişi, dört kişi polise direnirken ölüyor,” ya da AKP İstanbul Milletvekili
İsmet Uçma’nın, “Gezi’de 77 düvelle savaştık,” sözleriyle betimlenirken;
unutulmamalıdır ki, “Bir kişi devlete taş atıyorsa bu adi bir suç olabilir, ama
bir halk devlete taş atıyorsa bu politik bir eylemdir,” Ulrike Meinhof’un
saptamasındaki üzere…
Avrupa Konseyi
İnsan Hakları Komiseri Nils Muiznieks, 1-5 Temmuz 2013 tarihleri arasında
Türkiye’ye yaptığı ziyaretle ilgili raporda, polisin toplantı ve gösterilere
müdahale sırasında neden olduğu insan hakkı ihlâllerinin yapısal bir sorun
hâline geldiğini ve Ankara’nın defalarca Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nde bu
nedenle mahkûm olduğunu anımsatırken; Türkiye’deki sistematik cezasızlığın,
yargı ve emniyetin alışkanlık edindiği uygulamalardan kaynaklandığını belirtip,
Gezi olayları boyunca ortaya çıkan şiddete polisin yol açtığını kaydetti.
Devlet(in) tutumu açık/fütursuz saldırganlık
ve provokatiflikte ifadesini bulurken T.“C” zorbalığı tüm netliğiyle
karşımızdaydı; hem de en acımasızından; şöyle ki…
i) CHP İnsan
Hakları Çalışma Grubu tarafından hazırlanan “Gezi Parkı Eylemleri İnsan Hakkı
İhlâlleri” başlıklı rapora göre eylemler sırasında polis şiddeti nedeniyle 7
kişi yaşamını yitirirken 8 bin 163 kişi de yaralandı. 11 bin kişi gazdan
etkilendi, 3 bin 600 kişi ise gözaltına alındı.[158]
ii) Ankara’da
Gezi direnişçisi Dilan Dursun’a yönelik polisin “öldürmek amaçlı” doğrudan gaz
bombası attığına ilişkin iddialar doğrulandı. Dilan’ın vurulma anına ilişkin
ortaya çıkan MOBESE görüntülerinde olay anbean görülüyor. ‘Evrensel’
gazetesinin ulaştığı görüntülerde polis Dilan’ı vurmakla kalmıyor, yaralı genç kadına
yardım edenleri uzaklaştırmak için yanına tekrar gaz bombası atıyor.[158]
iii) Ankara
Dikmen’de yapılan Gezi eylemleri sırasında gözaltına alınan yüksek lisans
öğrencisi Eylem Karadağ’ın polisler tarafından Akrep aracında taciz edildi.[160] Eylem Karadağ, en ürktüğü anı,
“Akrep’e sokulurken göğsümde, kalçam ve cinsel organımda el hissettim. Tecavüze
uğrayacağımı dahi düşündüm” sözleriyle anlattı.[161]
iv) Gezi Parkı
protestolarının İzmir bölümüne katılan ve gözaltına alındıktan sonra tutuklanan
Elif Kaya’yı, Aliağa Yenişakran Cezaevi’ndeki gardiyanlar tamamen soyarak
aramak istedi.[162]
v) Gezi Parkı
direnişi sırasında yaptığı habercilik nedeniyle 18 Haziran 2013 günü polis
tarafından basılan ve çalışanları gözaltına alınan Derya Okatan, Arzu Demir ile
birlikte çıplak arama işkencesine maruz kaldıklarını ifade etti.[163]
vi) Sincan
Cezaevi’nde tutuklu Gezi eylemcileri, CHP’li heyete idarenin kendilerine
üzerinde “Suçu: Terör” yazan kimlik kartları verdiğini söyledi.[164]
vii) Ethem
Sarısülük’ün ölümünden sonra İstanbul çevik kuvvet personeline şube müdürü,
“Çanakkale Zaferi’nden sonra ikinci bir zaferi siz kazandınız,” diye mesaj
yolladı.[165]
viii) Kızılay
Meydanı’ndaki Gezi Parkı olaylarında ağır yaralanan Ethem Sarısülük’ün bir
çevik kuvvet polisi tarafından silahla başından vurulmasına ilişkin görüntüler
ortaya çıktı. Olaya ilişkin soruşturma başlatan savcılık ise 6 gün sonra olay
yerinde keşif yaptı. Olayın üzerinden günler geçtiği için olay yeri keşif
tutanağına “Yerde kan ve mermi izine rastlanmadı,” notu düşüldü.[166]
ix) Ethem
Sarısülük’ün ölümünde “şüpheli” polisin ifadeleri çelişti. Polis A.Ş., bir
kişiyi vurduğunu da olaydan 2 gün sonra öğrenmiş.[167]
x) Ethem
Sarısülük’ü başından vurarak öldüren polisle ilgili mahkeme kararını Arınç
çarpıttı. Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç’ın Ethem Sarısülük’ün ölümüne
ilişkin “(Polisin) üçüncü el ateş sırasında eline isabet eden taştan dolayı
silahın düşmesiyle böyle bir olayın meydana gelebileceği bir kanaat olarak
mahkemede yer almış” açıklamasını mahkeme kararı yalanladı.[168]
xi) Gezi
eylemleri sırasında polis kurşunu ile yaşamını yitiren Ethem Sarısülük’ün
yakınlarının polis tarafından “gözaltına alınmakla” tehdit edildiği bildirildi.[169]
xii) Ethem
Sarısülük’ün abisi Mustafa Sarısülük, “Başbakanın kardeşimin katiline bir
madalya takmadığı kaldı! O kurşun aslında Ethem’e değil, halka sıkıldı,”[170] dedi.
xiii)
Eskişehir’de üniversiteli Ali İsmail Korkmaz’ın dövülerek öldürülmesine dair
bilirkişi raporuna göre “sivil polis olduğu sanılan veya polisin yanında yer
alan sopalılar” kameralarda. Ancak kritik 18 dakika silinmiş.[171] Ali İsmail Korkmaz’ın sopalılar
tarafından dövülmesini kaydeden kameraların bulunduğu Beşik Otel’in sahibi
Erdoğan Gözseçen, “Ben hard diskteki o görüntüleri polislerle birlikte izledim,
sonra da onlara teslim ettim. Ben teslim ederken sağlamdı,” dedi.[172]
xiv) Ali
İsmail Korkmaz’a saldıran polis sanık değil tanık oldu… Eskişehir’deki Gezi
Eylemleri’ne Destek yürüyüşüne katılan Ali İsmail Korkmaz’ın sokak
ortasında dövülmesiyle ilgili davada yeni bir bilgi ortaya çıktı. Korkmaz’ın
dövüldüğü görüntülerde elindeki copla göstericileri kovalayan polis
memuru Selçuk Bal’ın davaya tanık olarak çağrıldığı anlaşıldı.[173]
xv) Başbakanın
‘iyi, hoş bir arkadaştır’ dediği Eskişehir Valisi Güngör Azim Tuna,
“çalışmalarına” ara vermeden devam ediyor. Polislerce dövülerek öldürülen Ali
İsmail Korkmaz olayıyla ilgili “Arkadaşları yapmıştır” diyerek, Ali İsmail
Korkmaz’ın avukatlarını illegal örgütlerle bağlantılı olmakla itham ederek, Ali
İsmail Korkmaz’la ilgili haberler yapan gazeteci İsmail Saymaz’a hakaret içeren
e-posta göndererek gündeme gelen Vali Tuna, bu kez de Eskişehir’de Gezi
eylemlerine katılanlara kesilen para cezalarıyla sahneye çıktı. Eskişehir’de
Gezi direnişine katıldıkları için 427 kişiye toplam 148 bin 365 lira para
cezası kesildi.[174]
xvi)
Antalya’da Gezi Parkı eylemlerine katılan biri kız 3 üniversite öğrencisini
büyükşehir belediyesi kapalı otoparkı içinde döven 17 polisle ilgili Emniyet
Genel Müdürlüğü müfettişleri tarafından hazırlanan raporda, kamera
görüntülerine karşın kimlik tespiti yapılamadığı ortaya çıktı.[175]
xvii) Gezi
Parkı olayları sırasında bayrak satarken gözaltına alınan ve “görevli memura
mukavemet” suçlamasıyla tutuklanan Ali Sarıçiçek, mahkemedeki ifadesinde,
“Eylem amacıyla orada değildim. Asıl mağdur benim” dedi. Duruşmada hâkim
TOMA’dan sıkılan suyun ‘parfüm gibi mi yoksa tazyikli mi’ olduğunu sordu.[176]
xviii) TBMM
Başkanı Cemil Çiçek, Taksim’deki eylemde BDP Mersin Milletvekili Ertuğrul
Kürkçü’ye yapılan gazlı müdahale ile ilgili “yasalara uysun” diye uyardı.[177]
xix) Taksim
Gezi Parkı Direnişi’nin 3. haftasında, Okmeydanı’ndaki evinden ekmek almak için
dışarı çıktığı sırada polisin attığı biber gazı kapsülünün başına gelmesi
sonucu ağır yaralanan ve beyin kanaması geçiren 14 yaşındaki Berin Elvan
aylardır yoğun bakımda yaşam mücadelesi veriyor.[178]
xx) Gezi Parkı
Direnişi’nde hükümet karşıtı protesto gösterileri sürerken, 18 Haziran 2013’de
kaybolan Mimar Sinan Üniversitesi öğrencisi Gürcan Siviş’den 3 aydır haber
alınamıyor. Siviş’in ailesi oğullarını ararken savcılık ve Emniyet Siviş’in hiç
gözaltına alınmadığını söylüyor. Polisler ise oğlunu kaybettiğini söyleyen Baba
Hayati Siviş’e, “24 yaşında çocuk, alıp başını gitmiştir” yanıtını verdi.[179]
xxi)
Eskişehir’deki Gezi Parkı eylemleri sırasında dövülerek öldürülen Ali İsmail
Korkmaz’ın Harman Fırın’ın önünde dövülmeden önce ve sonra birer kez daha
dövüldüğü ortaya çıktı.[180]
xxii) Gezi
direnişinden sonra bir hastane odasında her iki ayağı alçıya alınan Sevgi
Korkmaz ameliyatının üzerinden beş ay geçmesine rağmen yürüyemiyor. “Gezi’den
bana kalan iki vida” diyen Sevgi Hanım, “Polislerin çatışmaya girmediği,
kalkanlarıyla durduğu sakin bir bölge vardı. Ben onlara sığınmaya giderken
onlar beni vurdu. Atılan bir kapsül her iki ayağımı da parçaladı” diyor.[181]
xxiii)
İstanbul’da Volkan Keanbilici adlı yurttaşın Gezi Parkı gösterilerinde, plastik
mermiyle gözünden vurulmasına ilişkin soru önergesine cevap veren eski İçişleri
Bakanı Muammer Güler, emniyette plastik mermi bulunmadığını, emniyette konuyla
ilgili bir belge bulunmadığını savundu. Oysa bu soruşturmayı yürüten savcılığın
19 Temmuz 2013’de İstanbul Emniyeti’ne plastik mermiyle ilgili yazı yazıp
MOBESE kayıtlarını istediği, emniyetin de gönderdiği ortaya çıktı.[182]
xxiv) Gezi
protestoları sırasında polisin attığı gaz bombası kapsülüyle kafatasından
yaralanan 16 yaşındaki M.A.T., sağlığına kavuşma mücadelesi veriyor.[183]
xxv) CHP İzmir
Milletvekili Aytun Çıray, Gezi Parkı eylemlerinde Taksim’de kullanılan biber
gazı, plastik mermi ve tazyikli suyla ilgili Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın
yanıtlaması istemiyle soru önergesine İçişleri Bakanı Muammer Güler şu yanıtı
verdi: “Gösterinin sona erdirilmesine ve grubunun dağıtılmasına yetecek kadar
su ve göz yaşartıcı gaz mühimmatı kullanılmıştır. Talimatlara aykırı olarak göz
yaşartıcı gaz mühimmatı kullanan veya zor kullanma sınırını aşan personelin
tespit edilmesi hâlinde haklarında gerekli işlemler uygulanmakta olup,
araştırma ve incelemeler ilgili mevzuat doğrultusunda devam etmektedir.”[184]
xxvi)
Taksim’de 3 Ağustos 2013’de günkü gösteriler sırasında Bekar Sokak’ta içki
içerken gözaltına alınan vatandaşın 54 yaşındaki Hakan Topkurulu, olduğu
öğrenildi. Gözaltına alınışına tanık olan bir esnaf, “Kendisi müşteriydi. İçki
değil, çay içseydi alınmazdı. Gözaltına alınmasını engellemeye çalışan komi de
yumruklandı” dedi.[185]
xxvii) Polis,
3 Ağustos 2013’de gecesi yaşanan müdahale sırasında Mis Sokak’taki bazı
mekânları giriş katlarından teraslarına kadar dolaşarak boşalttı ve eylemci
aradı. Arama ve takibin ardından 39 kişi gözaltına alındı.[186]
İş bunlarla sınırlı kalmadı, yoğun ve yaygın
bir te’dip harekâtı uygulandı…
i) Tunceli
Üniversitesi Gıda Mühendisliği Bölüm Başkanı Yrd. Doç. Dr. Alper Güven’in, polis
şiddetiyle ilgili eleştirilerine Rektör Prof. Dr. Durmuş Boztuğ, “Polisi
eleştiriyorsan dağa çık” karşılığını verdi.[187]
ii) Başbakan
Erdoğan, Mısır’da yaşananlara değindiği konuşmasında, “Ülkemizin meydanları
ikinci Tahrir olmayacak” ifadesini kullandı.[188]
Yurttaşların
Gezi Parkı direnişini sert sözlerle eleştiren Başbakan, “Biz birkaç tane
çapulcunun o meydana gelip, insanımızı, halkımızı yanlış bilgilendirmek
suretiyle tahrik etmesine pabuç bırakmayız” diyerek binlerce yurttaşa hakaret
etti.[189]
Erdoğan 13
Temmuz 2013 akşamı, Çemberlitaş’taki Birlik Vakfı’nın iftar yemeğindeki
konuşmasında, tencere-tavalı protestoların gürültü kirliliği yaptığını
belirterek bu konuyla ilgili İçişleri Bakanı’na talimat verdiğini, Emniyet’in
yasal anlamda gerekli müdahaleyi yapmasını istediğini belirterek ekledi: “Ama
bazıları sabah 04.00’e kadar tencere-tava çalışıyor. Bu suçtur.”[190]
Ayrıca
Başbakan’ın Gezi Parkı eylemlerini destekleyen sanatçıları hedef göstermesiyle
başlayan “linç kampanyası” yandaş basın ve diğer AKP’lilerin de saldırılarıyla
sürdü. Ankara Büyükşehir Belediye Başkanı Melih Gökçek’in TV8’de yayımlanan bir
programda Memet Ali Alabora için “Allah’ın izniyle devlet bunu yakalayacak ve
ben Alabora’yı içeride göreceğim” sözleri linç kampanyasının son halkası oldu.
‘Yeni Akit’
ise, 1 Temmuz 2013 tarihli nüshasında Memet Ali Alabora’nın babası Mustafa
Alabora için “Babası da tescilli terörist” başlığı ile haber yaptı.[191]
iii) İzmir
merkezli yayın yapan “egesiyaset.com” adlı internet sitesi, Kredi ve Yurtlar
Kurumu İzmir Bölge Müdürlüğü’nde görevli, Eğitim-Sen üyesi bazı personelin Gezi
eylemleri sırasında çekilmiş fotoğraflarını yayımlayarak, “İzmir Kredi ve
Yurtlar Kurumu Gezi Eylemlerinin Merkez Üssü” başlığıyla bu kişileri hedef
gösterdi.[192]
iv) Gezi
Direnişi sırasında rapor alan ya da almak isteyen polis memurlarının, amirleri
tarafından “vatan haini” söylemiyle itham edildiği, raporlu polis memurlarının
ise görev yerlerinden sürgün edildiği ortaya çıkarken; direnişin hemen her
noktasında orantısız güç kullanımına imza atan çevik kuvvet polisinin, yapılan
toplantılarda amirleri tarafından adeta “savaş psikolojisine” sokulduğu ortaya
çıktı.[193]
v) Meclis’te
yaşanan palalı saldırganlar tartışmalarında AKP’li vekiller CHP’lilere
saldırganların kendilerinden olmadığını, birlikte mücadele edilmesi gerektiğini
söyledi. AKP Grup başkanvekili Mahir Ünal CHP’lilere eylemcilerle birlikte
olmak yerine eylemcilerin karşısında esnafla birlikte olmaya çağırdı.[194]
İş bunlarla sınırlı kalmadı yalanlara
sarılındı…
i) Gezi Parkı
protestoları sırasında polisin gaz bombalarında kaçanların sığındığı ve revir
olarak kullanılan ancak Başbakan’ın “içki içildiğini” iddia ettiği Dolmabahçe
Bezm-i Âlem Valide Sultan Camii’nin müezzini ve imamı ile Beyoğlu Müftüsü’nün
görev yerleri değiştirildi. Müezzin Fuat Yıldırım, iddialarla ilgili verdiği
ifadede “Kimseyi içki içerken görmedim, yalan söyleyemem” demişti. Dolmabahçe
Bezm-i Âlem Valide Sultan Camisi’nin müezzini Fuat Yıldırım Başakşehir’e bağlı
Kayabaşı köyüne gönderildi.[195]
Konuya ilişkin
olarak ‘Zaman’ gazetesi İstihbarat Şefi İbrahim Doğan, Twitter’dan yaptığı
açıklamada “Evet, o bira kutularını sonradan biri koydu, müezzin de bunu teyit
etti,” dedi.[196]
ii) Başbakan
Erdoğan’ın Gezi Parkı eylemcilerine yönelik en sık işlediği “Camide bira
içtiler” suçlamasının ardından bu kez de “alkollü İstiklal Marşı” suçlaması
ortaya atıldı. Anadolu Ajansı tarafından servis edilen habere göre,
“Görüntülere dikkatle bakan” Emniyet güçleri Ankara’da eylemcilerin “İstiklal
Marşı’nı ellerinde içki şişeleriyle söylediklerini” ayrıca “Sözde iftar
sofrasında ezandan 17 dakika önce yemek yediklerini,” belirledi denildi.[197]
İş bunlarla sınırlı kalmadı devreye sokulan
baskılarını haddi hududu yoktu…
i) Gezi Parkı
eylemleri ile ODTÜ’den yol geçirilmesi olaylarında sergiledikleri mücadele ile
dikkatleri üzerine çeken ve bir süre önce toplantı salonunda böcek bulunan
Mimarlar Odası Ankara Şubesi’nin yayın deposuna polis tarafından baskın
düzenlendi. Bandrolsüz kitap basıldığı ve bulundurulduğu iddiasıyla yapılan
aramada, bazı yayınlara el konuldu. Polisin arama kararını alırken savcılığa
burasının Mimarlar Odası’na ait olduğu bilgisini vermediği öğrenildi.[198]
ii) Gezi
eylemleri sürecinde pek çok sağlık çalışanı ve tıp öğrencisi eylemcilere ilkyardım
yaptı. Sağlık Bakanlığı’nın, öncelikle tıbbi yardım yapan doktorların, ardından
ilaç satan eczanelerin peşine düştüğü öğrenildi. Bakanlığın, bu arada kendisine
bağlı doktorların da Gezi eylemlerinde sağlık desteği verip vermediğini
öğrenmeye çalıştığı ortaya çıktı.[199]
Gezi Parkı
protestolarında polis müdahalesi ile yaralanan yurttaşların isimlerinin günlük
olarak bildirilmesini hastanelerden isteyen Sağlık Bakanlığı, bu kez de gözünü
çatışma bölgelerinde kurulan gönüllü revirlere dikti. Bakanlık başdenetçiliğinden
tabip odalarına gönderilen yazıda, “Gönüllü revir işlemleri için neden izin
almadınız, revirlerde kimler görev yaptı, yetki ve unvanları neydi, müdahale
yetkisinin olup olmadığını nasıl tespit ettiniz, kaç hasta muayene edildi”
soruları soruldu. Hastanelere başvuran yaralıların isimleri ile yetinmeyen
bakanlığın, gönüllü revirlere başvuran yaralılarla ilgili olarak “Hastaların
isimleri nelerdir, Sağlık Bakanlığı ile paylaşıldı mı” sorularını da sorması
dikkat çekti.[200]
iii)
Çalışanlarının sosyal medya hesaplarını inceleyen TRT Gezi eylemleri sırasında
sosyal medyadan destek paylaşımları yaptığını belirlediği 15 çalışanından,
“sözleşmenin feshini gerektiren fiilleri işledikleri” iddiasıyla savunmalarını
istedi. Personel kişisel verilerin hukuka aykırı bir şekilde kaydedildiğini
belirterek TRT yönetiminin suç işlediğini belirtti. Personele gönderilen
tebligatta eylemler sırasında attığı twittler örnek gösterilerek “yasadışı
sokak gösterilerinde yönlendirmede” bulundukları iddia edildi.[201]
TRT, Gezi
eylemleriyle ilgili tweet atan personeline cezayı kesti. 15 kişi hakkında
başlatılan ve TRT tarafından da doğrulanan soruşturmalar sonucu 2 kişi kovuldu,
1 kişi ise para cezasına çarptırıldı.[202]
“TRT’de Gezi
kıyımı” haberleri üzerine açıklama yapan TRT yönetimi, “Milletin vergisiyle
maaş alanlar sınırsız sorumsuzluk isteyemez,” vurgusu yaptı. Haber-Sen’den ise
“TRT, hükümete değil, halka karşı sorumludur,” yanıtı geldi.[203]
iv) İnternet
üzerinden iş ilanlarının yayımlandığı ve binlerce üyesi olan yenibiris.com’da
yayımlanan Vema Pnömatik’in iş başvurusu formunda “Gezi” sorusu sorulduğu
ortaya çıktı. Şirketin başvuru formunda iş başvurusu yapanlara, “Gezi Parkı
Direnişi’ne katıldınız mı?” sorusu yöneltildi.[204]
İş bunlarla sınırlı kalmadı ajanlık dayatması,
işten el çektirme ve sürgünler devreye sokuldu…
i) Ankara İl
Milli Eğitim Müdürlüğü müfettişleri Gezi Direnişi’ne katıldığı iddiası ile
öğrenci ve öğretmenler hakkında başlatılan incelemede okul müdürlerini
protestocu öğrencileri teşhise zorluyor.[205]
Milli Eğitim
Bakanlığı’nda öğretmen ve öğrenciler üzerinde yürütülen Gezi Parkı
soruşturmalarının boyutu her geçen gün akıl almaz bir hâl alıyor. Ankara’da
bazı okullarda müdürler, yaz tatilinde öğrencileri okula çağırdı. Önlerine
koydukları kâğıtlara, “kendilerini eyleme yollayan” öğretmenlerinin isimleri
ile “eyleme giden arkadaşlarının” isimlerini yazmalarını istedi. Müdürler,
öğrencilere kimliklerini deşifre etmeyeceklerini de “Rahat olun” sözleri ile
anlattı.[206]
Gezi Parkı
olaylarına katılan tüm öğretmenlerin isim listesini isteyen Ankara İl Milli
Eğitim Müdürlüğü’nün, öğrencileri eylemlere yönlendiren öğretmenlerin
isimlerini okul müdürlerinden “şifahi” olarak istediği ortaya çıktı.[207]
Ankara
Valiliği, başkentte yapılan Gezi eylemlerine destek verdiği gerekçesiyle
öğretmenler hakkında yürüttüğü incelemeyi soruşturmaya dönüştürdü. Valilik, il
milli eğitim müdürlüğünün başvurusu üzerine 101 okul yöneticisi hakkında idari
soruşturma izni verdi.[208]
Ankara İl
Milli Eğitim Müdürlüğü müfettişleri Gezi Parkı eylemleri ile ilgili soruşturma
raporlarını tamamladı. 101 okul yöneticisi hakkında Ankara Valiliği’nin verdiği
soruşturma izninin raporların tamamlanmasının arkasından gelmesi dikkat çekti.
Çoğunun Eğitim Sen üyesi olduğu 46 okul müdür ve müdür yardımcısı hakkında
“Gezi Parkı eylemlerine katılan öğrenciler hakkında cezai işlem uygulamadığı”
gerekçesiyle sürgün cezası istendi.[209]
Ankara’daki
gezi gösterilerine öğrencilerin katılmasını teşvik etmek suçlamasıyla 101 okul
yöneticisi hakkında soruşturma açıldı. 2 müdür görevden alınıp öğretmen
yapılırken, 5 müdürün yeri değiştirildi.[210]
ii) Ceyhan’da
Eğitim Sen Şubesi Kadın Sekreteri görevini de yürüten sınıf öğretmeni Begüm
Avşar hakkında Gezi Direnişi’ne destek eylemlerine katıldığı gerekçesiyle
açılan soruşturmada yaşları 9-10 olan öğrencilerinin ifadesine başvuruldu.
Avşar, 17 Eylül 2013’de ilçe Milli Eğitim müfettişlerinin eylem sırasında
çekilen bir fotoğraf göstererek ifadesine başvurduğunu söyledi.[211]
iii)
Ankara’daki Gezi Parkı eyleminde gözaltına alınan bir akademisyen ve iki
üniversite öğrencisine polisin baskıyla “boş gözaltı tutanağına” imza attırmaya
çalıştığı ve eylemlere bir daha katılmamaları yönünde tehdit ettiği ortaya
çıktı. Üniversite öğrencileri, polisin “Terör suçundan yargılanacaksınız. Bir
daha meydanlarda görünmeyin. Sizin için iyi olmaz,” dediğini bildirdi.[212]
Üniversitelerde
öğretim üyelerine yönelik hak ihlâlleri ve soruşturmalar her geçen gün artarak
sürüyor. Gezi Parkı eylemlerine destek veren öğretim üyeleri ve asistanlar
hakkında ihbarlar yapıldığını belirten Eğitim Sen 6 No’lu Üniversiteler Şubesi
Başkanı İsmet Akça, “Gezi Parkı eylemleri döneminde sınavını yapmayan hocaların
listesi çıkarıldı ve bir cadı avı başlatıldı. AKP 12 Eylül ürünü YÖK’ü kendini
savunma aracı olarak kullanıyor,” dedi.[213]
Eğitim Sen 6
No’lu Üniversiteler Şubesi, Marmara Üniversitesi’ndeki (MÜ) hak ihlâllerini ve
antidemokratik uygulamaları raporlaştırdı. 27 maddelik raporda, Gezi
eylemlerine katılmanın “yüksek lisans” eğitime kabul edilmeme nedeni olduğu,
üniversitedeki öğretim görevlilerinin kapılarının kırılarak eşyalarına el
konulduğu, sosyal medyadaki paylaşımlar nedeniyle öğrencilerin okuldan
uzaklaştırıldığı, üniversitedeki politik saldırıları ve hak ihlâllerini takip
eden üniversite personelinin fişlendiğine dek çok sayıda uygulamaya yer
verildi.[214]
iv) ESM Adana
Şube Başkanı ve TMMOB üyesi Cem Eren, Gezi eylemlerine katıldığı gerekçesiyle
hakkında başlatılan soruşturmanın ardından Kars’a sürüldü. Adana’da 144
sendikacı hakkında soruşturma da sürüyor.[215]
v) İzmir
Urla’da 13 öğretmen hakkında, Gezi Direnişi sırasındaki sosyal medya
paylaşımlarından ötürü Milli Eğitim Bakanlığı’nca soruşturma açıldı. Konya’da
da Eğitim-İş Genel Başkanı Veli Demir’in eşi Hülya Demir hakkında, Gezi Direnişi’ne
katıldığı gerekçesiyle işlem başlatıldı.[216]
vi) Gezi
direnişlerine katıldığı için hakkında soruşturma açılan Gebze Anadolu Lisesi
İngilizce öğretmeni Meral Akkaya’nın tayini Kandıra Ballar köyündeki ortaokula
yapıldı.[217]
vii) Adana İl
Milli Eğitim Müdürlüğü, Gezi Direnişi’ne destek eylemlerine katılan Eğitim-Sen
Adana Şubesi Başkanı Kamuran Karaca, yönetim kurulu üyeleri ve sendika üyesi 13
kişi hakkında “eylemleri organize etmek, katılmak, yönlendirmek” iddiasıyla
soruşturma başlattı ve savunma istedi. Müfettişler öğretmenlere, eylemlerde
çekilen fotoğraflarını göstererek “Adana’da düzenlenen eylemlere katıldınız
mı?” ve “Kitleyi yönlendirdiniz mi?” gibi sorular yöneltti.[218]
viii) Gezi
direnişi sırasında Eskişehir’de eylemlere katıldığı için açığa alınan
Eğitim-Sen Eskişehir Şube Başkanı Ali Paşa Şanlı, Konya’nın Meram ilçesinde
bulunan bir imam hatip lisesine sürgün edildi.[219]
Eskişehir’de
Gezi Parkı eylemlerine katıldığı gerekçesiyle hakkında 3 yıl hapis istemiyle
dava açılan, Milli Eğitim Müdürlüğü’nün başlattığı soruşturma nedeniyle önce
açığa alınan ardından Konya’da bir imam hatip lisesine sürgün edilen Eğitim-Sen
Eskişehir Şube Başkanı Ali Paşa Şanlı’ya ilişkin polis 23 Ekim 2013’de
gazetecilere görüntü dağıttı.[220]
ix) Samsun
Ondokuz Mayıs Üniversitesi’nde Kredi ve Yurtlar Kurumu’na (Yurt-Kur) bağlı
öğrenci yurdunda kalan öğrencilerden bazılarının Taksim Gezi Parkı
protestolarına katıldıkları gerekçesiyle yurttan atıldıkları belirtildi.[221]
İş bunlarla sınırlı kalmadı baskılar zindanlara
kadar da uzandı…
i) Tekirdağ 1
Nolu F Tipi cezaevinde mahpuslara yönelik işkence ve kötü muamele iddialarıyla
gündeme gelen ikinci müdür Haydar Ali Ak, tutuklu Ali Gülmez’in tutulduğu tek
kişilik hücrede yetiştirdiği yeşillikleri “Ali Gülmez’in gezi parkını
düzenleyelim” diyerek söktü. Bu keyfi uygulamaya tepki gösteren Gülmez’e ise
disiplin cezası verildi.[222]
ii) İzmir’deki
Gezi operasyonları kapsamında 5 Temmuz 2013’de tutuklanarak Aliağa Şakran
Cezaevi’ne konulan Burcu Koçlu’nun sağlık durumunun, uygun beslenemediği ve
tedavi göremediği için “Myestanra Gravis” adı verilen bir tür kas hastalığı
nedeniyle giderek kötüleştiği bildirildi.[223]
HAZİRAN’A PARAMİLİTER MÜDAHALE
Haziran ayaklanmasına sadece devlet değil,
paramiliter güçleri de müdahale etti.
‘Akşam’
gazetesindeki köşesinde Mehmet Ocaktan, “Gezi Parkı’nı terörize etmekten lütfen
vazgeçin ve milletin tepesini de attırmayın,” diye tehdit dolu edayla
haykırırken; türkücü İsmail Türüt hakkında, Ankara’da verdiği bir konserde Gezi
Parkı eylemcilerine yönelik hakaret içeren ve “camide göbek atan Allahsız
şerefsizler” ve “başörtülü bacıma saldıran edepsizler” gibi sözler içeren “Gezi
şarkısı” devreye girdi.[224]
İşte diğer
örnekler…
i) Gezi
eylemleri sırasında tekerlekli sandalyesi ile TOMA’nın önünde duran engelli
yurttaş Oktay Hacıoğlu, kimliği belirsiz kişilerin saldırısına uğradı. 2009
yılında yakalandığı kas hastalığı nedeniyle tekerlekli sandalyeye mahkûm olan,
işçi emeklisi Oktay Hacıoğlu (54), Taksim Gezi Parkı olaylarına da ilk günden itibaren
katılanlardan biri. Engelli olmasına karşın Gezi Direnişlerine giden ve
TOMA’lardan sıkılan tazyikli sulara ve polisin attığı biber gazına maruz kalan
Hacıoğlu, Kartal- Kadıköy metrosunda akşam 19.30 sıralarında kimliği belirsiz
bir kişinin saldırısına uğradı.[225]
ii)
Eskişehir’de Ali İsmail Korkmaz’ın ölümünü Dikmen Caddesi’nde protesto etmek
isteyen yurttaşlara pala ile saldırmaya çalışan kişinin İlkadım Mahallesi
Muhtarı Yılmaz Yıldırım’ın oğlu Ataman Yıldırım olduğu öğrenildi. Polis üç
gündür şüpheliyi yakalayamazken, 4 vatandaş şüphelinin adını savcılığa vererek
suç ihbarında bulundu.[226]
Gezi Parkı
protestolarının Eskişehir ayağında sivil polis ve polisle birlikte hareket eden
esnaf tarafından dövülerek öldürülen Ali İsmail Korkmaz’ın darp görüntülerinin
karartılması konusunda çarpıcı bilgiler günışığına çıktı… Dosyada yer alan, 2
polisin ifadelerine göre, olayın yaşandığı sırada kameraların fişinin çekilmesi
talimatını polis verdi. Bu talimatı veren polisin ise Korkmaz’ı döven
isimlerden Hüseyin Engin olduğu iddia edildi.[227]
Ali İsmail
Korkmaz soruşturmasında tutuklanan dördüncü sivil kişi de “Devletin polisine
yardım ettik. Biz düşürdük. Son tekmeyi polis vurdu,” dedi.[228]
iii) Ali
İsmail Korkmaz’ı anmak için İstanbul Kocamustafapaşa’da toplanan kalabalığa,
eli sopalı ve bıçaklı bir grup saldırdı. Saldırganların, halka “Yarın da gelin
bakalım, gelirseniz sizi öldürürüz” şeklinde tehditler savurduğu belirtildi.
Saldırının elebaşısı olduğu iddia edilen B.A. Facebook hesabından “Bundan sonra
Kocamustafapaşa Meydanı’nda Gezi eylemi bitmiştir,” yazdı.[229]
iv) Ali İsmail
Korkmaz’ın ölümünün ardından Ankara’nın birçok yerinde protesto gösterileri
yapıldı. Dikmen semtinde bir kişi protestoculara palayla saldırdı, 5 kişi de
polis müdahalesi sırasında yaralandı.[230]
v)
Kasımpaşaspor formasıyla gösterici avına çıkan sopalı grup korku saçarken,
Şişhane’deki CHP İstanbul İl Başkanlığı’nın camları sopalı bir grup tarafından
kırıldı.[231]
vi) “İzmir’de
eli sopalı tipler, çocuklara saldırdı. Vali çıktı, hemen reddetti. Onlar polis
değil dedi. Emniyet müdürü çıktı, hayret... İtiraf etti, onlar polis dedi.
Peki siz hiç
bugüne kadar, emri altındaki memurları örtbas etmektense, basının önüne atan
emniyet müdürü görmüş müydünüz?
İlk defa
gördük. Çünkü... Bizzat vali ‘onlar polis değil’ deyince, eli sopalı tiplerin
‘AKP’li’ olduğu yazılmaya başlanmıştı. İşte tam bu noktada, emniyet müdürü
çıktı, AKP’yi ak’lamak için derhâl itiraf etti.”[232]
vii) Modacı
Barbaros Şansal’ın 4 Ağustos 2013 gecesi Halk TV’de telefonla katıldığı
programdan sonra ortadan kayboldu. Canlı yayına telefonla bağlanarak Taksim’de
polis şiddeti üzerine konuşmuştu. Telefonla gönderdiği son mesajda “sivil
polislerin kapısına geldiğini” belirten Şansal, kendisini sivil polis olarak
tanıtan 3 kişi tarafından alıkonulduğundan söz etti.[233]
viii)
Taksim’de polislerin gözü önünde elinde palayla vurduğu ve tekme attığı genç
kadın, darbelerden canının yandığını, ancak uğradığı hakaretlerin kendisini
daha fazla üzdüğünü belirterek “Ülkemiz adaletine şaşkınlıkla bakıyor ve bu
olayların bu şekilde devam edeceğinden tedirgin oluyorum” diye konuştu. Genç
kadın yaşadıklarını şöyle anlattı: “Palayla sırtıma vurdu. Acıdan nefesim
kesildi, ama korkmadım ‘ne yapıyorsun’ dedim. Üzerime yürüyüp, küfretmeye devam
ederek sırtıma tekme attı. Bir apartmanın önünde biriken insanlar bana yardımcı
oldu. Apartmanda birçok kişi vardı. Bel boşluğumda meydana gelen morluğu ve
göçüğü hemen görüntülediler.”[234]
ix) Taksim’de
6 Temmuz 2013 tarihindeki olaylar sırasında elindeki satırla kalabalığa
saldıran Sabri Çelebi, polise verdiği ilk ifadesinde “olaylar sırasında çok
zarar ettiği için” bu eylemi gerçekleştirdiğini söyledi. Sabri Çelebi’nin
babası Mahmut Çelebi ise oğlunun yaptıklarının kabul edilemez olduğunu
belirterek “Kürt ve Türk halkından, Taksim’e çıkan insanlardan özür diliyorum,”
dedi. Tutuklanmaları istemiyle nöbetçi mahkemeye sevk edilen dört saldırgan
serbest bırakıldı.[235]
x) İstanbul
Barosu Yönetim Kurulu üyesi Av. Hasan Kılıç, Talimhane ve Tophane civarında
halka palaları ve sopaları ile saldıran kişilerle ilgili olarak ise
“Görüntülerde polis adeta eli sopalı ve palalı kişilerin sırtını sıvazlıyor. Bu
kişiler hakkında herhangi bir işlem yapılmıyor,” değerlendirmesini yaptı.[236]
xi)
İstanbul’daki Taksim’deki Gezi Parkı protestocularına destek veren
göstericilerin, İzmir ve Antalya’da olduğu gibi Adana’da da eli sopalı sivil
giyimli kişilerce dağıtıldığını yansıtan görüntüler ortaya çıktı. Olay, 4
Haziran’da saat 23.00 sıralarında meydana geldi. Atatürk Parkı’nda bir araya
gelen eylemciler, Ziyapaşa Mahallesi’ndeki AKP İl Başkanlığı’na doğru yürüyüşe
geçti. Polisin ‘Dağılın’ uyarısına rağmen yürümeyi sürdüren gruba, Çevik Kuvvet
müdahale etti. Göstericiler ara sokaklara dağılmaya başladı. Eylemcilerden bir
grup da Gülbahçe Sitesi’ne girip çevredeki apartmanlara saklandı. Grup
koşarken, eli sopalı bir grup da onları sopalarla kovaladı. Eylemcilerle,
onları sopalarla kovalayanlar ise bir işyerinin kameraları tarafından saniye
saniye görüntülendi.[237]
HAZİRAN 2013 DAVALARI
Gelelim Bertolt Brecht’in, “İyi yönetilen
ülkelerde adaletin özellikle vurgulanmasına gerek yoktur. Adaletin çok fazla
övüldüğü devletlerde adaleti yerine getirmek zordur,” sözlerini anımsatan
Haziran davalarındaki hukuk(suzluğ)a…
i) Zanlı veya
mağdur gibi bir sıfatı olmamasına rağmen AKP İstanbul İl Örgütü savcılığa
başvurarak dosyanın fotokopisini aldı. Hukukçular, siyasi bir partinin dosyaya
müdahalesinin kabul edilemez olduğunu ifade etti.[238]
ii) Gezi Parkı
eylemleri, üniversitede bütünleme sınavında soru da oldu. Ankara Üniversitesi
Hukuk Fakültesi’nde Doç. Dr. Ömer Arbek’in sorusu şöyle: “Berk, hükümetin
icraatlarını protesto etmek için her gün akşam evinde tava ve tencere çalan
çift yüzünden fakültenin final sınavlarına hazırlanamamış ve bütün derslerinden
bütünlemeye kalmıştır. Bunun üzerine Berk’in psikolojisi bozulmuş ve yaz
tatilinde tedavi görmüştür. Berk tek başına komşularına dava açabilir mi, ne
tür davalar açabilir?”[239]
İşte Ankara’dan örnekler...
iii) “Konrad
Wolf” Televizyon ve Film Yüksekokulu Belgesel Yönetmenliği Profesörü Prof. Dr.
Klaus Stanjek, Kızılay’daki Gezi eylemleri sırasında Ethem Sarısülük’ün polis
tarafından öldürülmesine ilişkin görüntüleri inceleyerek, “uzman raporu”
hazırladı. Sarısülük ailesinin avukatlarının başvurusu üzerine hazırlanan
raporda, “Burada bir meşru müdafaa durumu söz konusu olamaz” sonucuna varıldı.[240]
Ethem
Sarısülük’ü başından vurarak öldüren polis memuru Ahmet Şahbaz’ın yargılandığı
davanın ilk duruşması, salona “izleyici” kılığında sivil giyimli çevik kuvvet
polislerinin yığılması üzerine çıkan gerginlik nedeniyle yapılamadı. Duruşmada
salona polis yığan Emniyet, davayı baskı altına almaya çalıştı. Polisler
tanığa, izleyicilere saldırdı.[241]
Ahmet
Şahbaz’ın 2013’ün eylül ayındaki ilk duruşma öncesinde Şanlıurfa’ya Koruma Şube
Müdürlüğü’ne atandığı ortaya çıktı.[242]
iv)
Ankara’daki Gezi Direnişi’ne ilişkin yapılan operasyonlarda “terör örgütü
üyeliği” suçlamasıyla tutuklanan üniversite öğrencisi Erdal Kozan’ın tutukluluk
incelemesine “kopyala-yapıştır” karar damgasını vurdu. İki kişinin durumunu
inceleyen hâkim, cebinden çıkardığı flash diskteki kararı mahkeme tutanağına
geçirdi. Daha önceden hazırlandığı anlaşılan kararla iki eylemci tahliye
edilmedi.[243]
v) Gezi
eylemlerinin Ankara ayağıyla ilgili soruşturmada “şüpheli” sayısı her gün
artıyor. Emniyet, görüntüleri izleyerek, kimliklerini belirlediği eylemcileri
soruşturma dosyasına şüpheli olarak ekliyor. Şüpheli sayısı şu ana kadar 800’ü
buldu. Savcılık kaynakları ilerleyen günlerde şüpheli sayısının daha da
artacağını belirtti. Sanık sayısı 1000’i bulabilir.[244]
Ankara’daki
Gezi eylemlerine ilişkin 5 ayrı dava açan Ankara Basın Savcılığı, bu
iddianamelerin tümünde AİHM’nin bir kararını kes-kopyala-yapıştır şeklinde
kullandı. Gezi eylemlerinin barışçıl olmadığını savunan savcılık, Makedonların
Bulgaristan’da kurduğu ve bu ülkenin toprak bütünlüğünü tanımayan bir derneğin
eylemlerine ilişkin AİHM kararına gönderme yaptı. Savcılık, Bulgaristan’da
ayrımcılığı savunan derneğin eylemlerine ilişkin AİHM’nin “toplantı asayişi
bozar hâle geldiyse müdahale edilebilir” yorumunu Gezi Direnişi’ne yapılan
müdahaleyi savunmak için hazırladığı iddianamesine aldı.[245]
vi)
Ankara’daki protesto gösterileri sırasında polis, yakaladığı çocukları
ceplerinden misket çıktığı gerekçesiyle gözaltına aldı. Soruşturma yürüten
basın savcılığı, toplam 137 kişinin şüpheli olduğu 6 ayrı dava açtı. Diğer tüm
şüphelileri tek dosyada birleştiren savcılık, toplu dava açmaya hazırlanıyor.[246]
vii) Ankara
Emniyet Müdürü Kamil Ay ve 71 çevik kuvvet polisi; Gezi olayları sırasında
biber gazı ve su atılan CHP Ankara Milletvekili Levent Gök hakkında toplu
tazminat davası açtı.[247]
viii) Ankara
Cumhuriyet Başsavcılığı, Gezi eylemleri sırasında polis şiddetine ilişkin
şikâyetlerle ilgili başlattığı soruşturma kapsamında mağdurları dinlemeye
başladı. Emniyet Müdürlüğü’nün iddialara ilişkin savcılara verdiği yanıtlar
skandal nitelikte… Emniyet, Evrensel muhabiri Hasan Akbaş’ı yaralayan TOMA’yı
kimin kullandığın bilmediğini iddia etti. “Ortalık karışıktı, kim hangi TOMA’yı
kullandı bilemiyoruz” yanıtı veren Emniyet, onlarca polisin isim listesini
savcıya vererek adeta “Biz bulmuyoruz, sen bul,” dedi.[248]
ix) Gezi
eylemlerine yönelik Ankara merkezli 5 ilde düzenlenen operasyonda “MLKP terör örgütü
üyesi olmak” iddiasıyla gözaltına alınan 10 kişiden, Ezilenlerin Sosyalist
Partisi (ESP) Genel Başkan Yardımcısı Fadime Çelebi’ye tartışma yaratacak
sorular yöneltildi.
Yasal bir
parti olan ESP, sorguda “MLKP’nin açık alan yapılanması” olarak adlandırılırken
Çelebi’ye emniyette “Yürüyüş sırasında ESP flamasını taşımak için talimat
aldınız mı? ESP Genel Merkezi’nde yapılan toplantıya neden katıldınız” gibi
tuhaf sorular yöneltildi.
Parti
eylemlerinin suç gibi gösterildiği sorguda, terör örgütü kurucuları olarak
nitelendirilen Deniz Gezmiş ve Mahir Çayan’ın fotoğraflarının bir toplantı
sırasında duvarda asılı olduğuna dikkat çekilerek Çelebi’ye “Gezmiş ve Çayan
sizin için ne anlam ifade ediyor” diye soruldu.[249]
İşte İstanbul’dan örnekler...
x) Gezi Parkı
olayları sırasında gözaltına alınan ve yedi yıl hapsi istenen bayrak satıcısı
Ali Sarıçiçek’in de aralarında bulunduğu 20 sanığın yargılanmasında İstanbul 9.
Asliye Ceza Mahkemesi’nde hâkim tutuklulara Ahmet Duymaz, “Su sıkıldığını
söylediniz. Parfüm gibi miydi yoksa tazyikli miydi” diye sordu.[250]
xi) Başbakan
ile görüşen Taksim Dayanışması üyeleri, Gezi Parkı gösterileri sırasında
kanunsuz eylemlere katıldığı ve marjinal grupları yönlendirerek olayların
meydana gelmesine zemin hazırladığı iddiasıyla ifade verdi.[251]
xii) İstanbul
Barosu üyesi binlerce avukat 12 Haziran 2013’de Çağlayan’daki adliyede bir
araya gelerek avukatlara ve Gezi Parkı direnişçilerine yönelik polis şiddetini
protesto etti.[252]
xiii) ÇHD
üyesi 50’den fazla avukat hakkında üst aramasına direndikleri, avukatların
tutuklanmasını ve Gezi’deki polis şiddetini protesto ettikleri için açılan
onlarca soruşturmaya biri daha eklendi. ÇHD İstanbul Şube Sekreteri avukat
Güray Dağ ve Yönetim Kurulu üyesi avukat Gülvin Aydın hakkında, Çağlayan
Adliyesi önünde basın açıklaması yasağını protesto ettikleri açıklama nedeniyle
soruşturma başlatıldı. Avukatlar hakkında, ifade vermeleri için zorla getirme
kararı çıkarıldı.[253]
xiv) İstanbul
Emniyet Müdürlüğü’nün 16 Temmuz 2013’de İstanbul’da 100’ün üzerinde adrese
baskın yaptığı Gezi eylemleri soruşturması kapsamında haklarında yakalama
kararı çıkarılan TKP üyesi Cihat Parıltı ve Okan Çevik, savcılıkta ifade verdi.
Polisin evlerinde arama yapmadığı öğrenciler, arkadaşlarının evinde yapılan
arama sonucu ele geçirilen maske ve sopalar nedeniyle terör örgütü üyeliği ve
örgüt adına suç işlemek iddialarıyla sorgulandı.[254]
xv) 14 Temmuz
20213’de TMMOB’nin Taksim’de düzenleyeceği basın toplantısına gitmek isterken
İstiklal Caddesi’nde dövülerek gözaltına alınan Mimar Sinan Üniversitesi Güzel
Sanatlar Fakültesi Sanat Tarihi Bölümü öğretim üyesi Yard. Doç. Dr. E. Osman
Erden’in suç duyurusu savcılık tarafından “basit müdahale gerektiren yaralanma”
olduğu gerekçesiyle kabul edilmedi. Erden’in “polise direndiği ve kanuna aykırı
yürüyüşe katıldığı” ileri sürülerek 6 aydan 3 yıla kadar hapis istemiyle dava
açıldı.[255]
xvi)
Beşiktaş’ta apartman komşularının “tencere-tava çalarak gürültü yaptıkları”
gerekçesiyle şikâyet ettiği bir anne ile 2 çocuktan oluşan aile hakkında
“kişilerin huzur ve sükûnunu bozmak” suçundan 3 aydan bir yıla kadar hapis
cezası istemiyle dava açıldı. Hilal K. isimli kadın, Gezi Parkı eylemleri
sırasında aynı apartmanın üst katında oturan Filiz D. ile oğlu Onur A. ve kızı
Tuğçe A’dan tencere tava çalıp gürültü yaptıkları gerekçesiyle şikâyetçi oldu.[256]
xvii) Gezi
Parkı direnişi çerçevesinde Taksim’de yasalara aykırı olarak gösteri yaptıkları
iddiasıyla 168 direnişçi hakkında açılan soruşturma tamamlandı. 39 direnişçi
hakkında iddianame hazırlanırken 11 yıl ceza isteniyor.[257]
xviii)
İstanbul’daki Gezi davasının avukatlarından Efkan Bolaç, “Darbeye teşebbüsle
ilgili, gizlilik kararı olan bir soruşturma var. Yakında cadı avı
başlayabilir,” dedi.[258]
Gezi Parkı
olaylarına ilişkin yürütülen soruşturmalar kapsamında 41. iddianame hazırlandı.
7’si yabancı uyruklu 255 kişi hakkında, “Toplantı ve Gösteri Yürüyüşleri
Kanunu’na Muhalefet”, “görevi yaptırmamak için direnme”, “kamu malına zarar
verme” ve “ibadethaneyi kirletmek suretiyle zarar verme”, “özel kıyafetleri
usulsüz kullanmak” gibi suçlardan dava açıldı. Sanıklar arasındaki 3 doktor
hakkında ise “ibadethaneyi kirletmek” ve “suçluyu kayırmak” iddialarıyla 6 yıla
kadar hapis cezası istendi.[259]
6 Aralık
2013’de tamamlanan iddianamede Gezi Parkı eylemleri kapsamında şimdiye kadar
hazırlanan en çok sanıklı dava oldu.[260]
xix) Gezi
direnişi sırasında İstanbul Talimhane’deki palalı saldırgan Sabri Çelebi
hakkında, palayla bir kadına vurmasına ilişkin iddianame hazırlandı. “Tehdit”,
“hakaret” “halkı kin ve düşmanlığa tahrik” suçlarından kovuşturmaya gerek
olmadığı yönünde karar veren savcı Ali İhsan Demirel, iddianamede yalnızca
“kasten silahla yaralama” suçuna yer verdi. “Tehdit”, “hakaret” “kin ve
düşmanlığa tahrik”ten takipsizlik kararı veren savcı hakkında, “Hayata Dönüş
Operasyonu” katliamını karartmaya çalıştığı için dava açılmıştı.[261]
xx)
İstanbul’da Ümraniye’de, Mehmet Ayvalıtaş adlı gencin Gezi Parkı gösterilerinde
yol kesme eylemi sırasında araç çarpması sonucu ölmesine ilişkin dava, ‘Gezi
Parkı’ günlerini aratmadı. Duruşma salonuna Ayvalıtaş Ailesi alınmak istenmedi.
Polis, aileye ve salona girmek isteyenlere biber gazı sıktı. Bazı avukatlar
salon dışında bırakılırken, polislerin ise içeriye silahlarıyla girdiği ortaya
çıktı.[262]
İşte Antalya’dan örnekler...
xxi)
Antalya’da Gezi Direnişi ve çeşitli protesto eylemlerine katıldıkları
gerekçesiyle gözaltına alınan 3 kişi “örgüt adına eylem yapmak” suçlamasıyla
tutuklandı. Şüphelilerin taktıkları kırmızı fularlar da örgüt üyeliğine delil
olarak gösterildi. Antalya’de Gezi Direnişi’ne katılan Ali K, Leyla N, Anıl
Bartu E, Murat S, Mustafa Cihan Y. ve Ayşe Deniz K, 2- 3 Ekim tarihlerinde
gözaltına alındı. Gençler, 1 Haziran 2013 gecesi Çallı’daki eylemler, 9 Eylül
2013’de Ahmet Atakan’ın ölümüne ilişkin protesto, 12 Eylül darbesi ile ODTÜ
olaylarına yönelik protesto gösterilerine katılmakla suçlandı.[263]
xxii)
Antalya’da Gezi olaylarına katılan şüpheliler hakkında hazırlanan 157 sayfalık
iddianamede 170 sanığın yanında yine “şüpheli” olarak 45 “suça sürüklenen
çocuk” adı da geçiyor.[264]
Antalya’da
Gezi Parkı eylemlerine destek veren kişi ve gruplara yönelik yürütülen detaylı
soruşturma sonunda Cumhuriyet Savcısı Ahmet Diler tarafından hazırlanan 157
sayfalık iddianamede ürkütücü detaylar ortaya çıktı.[265]
ANTALYA’DA GEZİ PARKI EYLEMLERİ
İDDİANAMESİ’NDEN
|
|
ŞÜPHELİLER
KONUŞTU
|
Kanuna
aykırı toplantı ve yürüyüşlere silahsız katılarak ihtara rağmen kendiliğinden
dağılmama, görevi yaptırmamak için direnme suçlaması ile karşı karşıya kalan
şüphelilerin gözaltı işlemleri esnasında yaşadıklarına yönelik verdikleri
ifadeler iddianamenin en can alıcı bölümlerini oluşturdu.
|
GÖRÜNTÜLÜ
DELİL SUNULDU
|
25
adet DVD görüntüsü ile mahkemeye sunulan iddianamede, göstericilere sopa,
demir çubuk ve taşlarla müdahale eden polislere yönelik tespitlerin yanı sıra
polisin kendilerine şiddet uygulayıp hakaret ettiğini iddia eden kadın
şüphelilerin ifadeleri dikkat çekti.
|
APARTMANA
SOKULDUM
|
İfadesinde,
Cumhuriyet Meydanı’nda 1 Haziran tarihinde düzenlenen Gezi Parkı eylemlerine
katıldığını ve buradan Çallı’ya yapılan yürüyüşte bulunduğunu belirten D.K.,
göstericilerle polis arasındaki gerginlikte saçlarından tutularak
yakalandığını ve bir apartmanın içerisine sokulduğunu, kendisini yakalayan
polisin “Bur da ne işin var o…pu, benim üç tane çocuğum var ben uyuyamıyorum
sen de bana taş atıyorsun” şeklinde hakaret ettiğini iddia etti.
|
ISLATIP
DÖVDÜLER
|
Apartmandan
çıktıktan sonra polisin kendisini fıskiyeler ile ıslattığını ve cop ile
vurduğunu daha sonra gözaltı aracına götürülürken tanımadığı en az beş polis
memurunun coplarla ayağından baldırına kadar olan bölümlere vurduklarını
belirten D.K., gözaltına alındığı araçta da kendisine yine “O…pu” şeklinde
hakaret edildiğini iddia etti.
|
AMERİKAN
AJANI
|
İddianamede
kan donduran iddialarda bulunan bir başka kadın şüpheli N.E. ifadesinde,
akrabalarının evinden eczaneye gitmek için çıktığını bu sırada Gezi
eylemlerine katılan gençlere sert müdahalede bulunan polislere, “Yapmayın
etmeyin ne yapıyorsunuz siz” diyerek seslendiğinde yanındaki yeğeni ile
birlikte gözaltına alındığını anlattı. N.E.’nin ifadesinde gözaltı esnasında
başına, sağ koluna ve sırtına copla vurulduğu, polislerin kendisine, “Sizi
bir odaya kapatıp tecavüz edeceğiz. AKP size ne yaptı, Doğu
Perinçek’in itleri, Amerikan ajanı” diyerek hakaret ettiği iddiaları da yer
aldı.
|
SOPAYLA
DÖVÜLDÜM
|
Gezi
Parkı eylemlerinde gözaltına alınan kişilere hukuki destek vermek amacıyla 4
Temmuz tarihinde Çallı bölgesine gittiğini anlatan avukat K.K., polisin
attığı gaz fişekleri nedeniyle yaralanan göstericilerin ambulansa
bindirilmesine yardım ettiği esnada yanlışlıkla gösterici grup arasında
kaldığını ve kaçmaya başladığını bu esnada ellerinde sopalar olan yaklaşık
7-8 kişilik polis olup olmadığını bilmediği sivil giyimli üç veya dördünün
kafalarında şapka bulunan şahısların tahta sopalarla iki veya üç kişinin
kafasına sopalarla vurduklarını iddia etti.
|
BAYGIN
NUMARASI YAP
|
İfadesinde
sivil polis olduğunu düşündüğü birisinin elindeki tahta sopa ile koluna
vurduğunu kaydeden K.K., başka bir Çevik Kuvvet polisinin kafasına yumruk
attığını bu esnada bilincini yarı kaybettiğini, kafasına yediği yumruklar
nedeni ile kendisini tutan polise avukat olduğunu sessizce söylediğini, onun
da “Bu saatten sonra bir şey yapamayız baygın numarası yap sana kimse vurmaz”
dediğini ve yanından ayrıldığını, başka polislerin kafasına ayağı ile
bastıklarını, başka bir polisin “Biraz önce o…pu çocuğu diye bağırıyordunuz
şimdi de bağırsana o…pu çocuğu” dediği iddialarına yer verdi.
|
DAYAĞI
ANLATMADILAR
|
Cumhuriyet
Savcısı Ahmet Diler tarafından hazırlanan iddianamenin bir diğer ayrıntısını
da Büyükşehir Belediyesi Kapalı Otoparkı’nda biri kız 3 üniversite
öğrencisinin 17 polis tarafından dövülmesi oluşturdu. Kamera görüntüleri ile
ortaya çıkan olayda polisler tarafından dövülen gençlerin ifadelerine yer
verilirken, babası polis memuru olan B.Ö. ve kız öğrenci E.S.O.’nun
ifadesinde dayak olayı ile ilgili tek bir cümle dahi kullanmaması dikkat
çekti.
|
xxiii) Emniyet
Genel Müdürlüğü bünyesinde polis terörü ve orantısız şiddet vakaları nedeniyle
Antalya’da 40 polis hakkında soruşturma başlatıldı. Antalya’da 1 Haziran
2013’de düzenlenen eylemde Oğuz’un sağ gözünü kaybetmesine neden olan bir polis
memuru ve 2 Haziran 2013’de belediyenin kapalı otoparkında 3 üniversiteliyi sopalarla
döven 17 polisin de aralarında bulunduğu toplam 25 polise, 16 ay kıdem durdurma
cezası verildi.[266]
İşte İzmir’den örnekler...
xxiv) Terör
örgütü adına suç işlemek iddiasıyla haklarında dava açılan sekiz kişi için
17’şer yıl hapis isteniyor… Gezi Parkı protestolarının İzmir bölümüne katılan
ve tutuklu olan 36 kişiden Vedat Y., İbrahim K., Elif K., Kubilay İ., Ozan A.,
Erhan İ., Orhan Ö. ve İzzet U. hakkında, “2911 Sayılı Yasaya Muhalefet. Görevi
Yaptırmamak İçin Direnme ve Terör Örgütü Üyesi Olmamakla Birlikte Terör Örgütü
Adına Suç İşlemek” iddiasıyla 17’şer yıl hapis cezası istemiyle, 12’nci Ağır
Ceza Mahkemesi’nde dava açıldı.[267]
xxv) Gezi
Parkı protestolarının İzmir bölümüne katıldıktan sonra evinden gözaltına
alınarak tutuklanan 20 yaşındaki üniversite öğrencisi Görkem Özer hakkında
hazırlanan iddianamede, sosyal medyada paylaştığı Hasan Ocak, taş atan teyze
fotoğrafları da suç unsuru olarak kabul edildi.[268]
İşte Muğla’dan örnekler...
xxvi) Devlet,
2013’ün Haziran ayında başlayan Gezi eylemlerine katılan 14 yaşında olan ve
liseye yeni adım atan B.D’nin peşine düştü. Muğla’nın Ortaca ilçesinde
annesiyle birlikte Gezi eylemlerine katılan B.D hakkında savcılık soruşturma
açtı. B.D,’Kamu malına zarar vermek’ ‘Duvarlara yazı yazmak’ iddiasıyla ifadeye
çağırıldı.[269]
xxvii)
Muğla’nın Datça ilçesinde 2013 yazında Gezi Parkı Direnişi’ne destek veren çok
sayıda kişi, Datça Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından ifadeye çağrıldı.
Eylemlere katılmalarına karşın ifade vermeye çağırılmayanlar da “Ben de vardım”
diyerek kendilerini ihbar etti. Kendilerine ulaşan 12 Ekim 2013 tarihli
tebligatları alarak adliyeye gelenler cumhuriyet savcılığı yetkilileri
tarafından personel yetersizliği gerekçesiyle geri çevrildi.[270]
İşte Eskişehir’den örnekler...
xxviii) Eskişehir’de
Ali İsmail Korkmaz’ın dövüldüğü sokakta 16 ayrı işyeri ve 7 MOBESE kamerasından
görüntü alınamadı. MOBESE’lerin arızalı olduğu belirtilirken, diğer işyerleri
için de “bozuktu, kameranın lensi yoktu, şalter kapalıydı, TOMA su sıktı
bozuldu” gibi gerekçelerle görüntü olmadığı yönünde tutanak tutuldu. Oysa
Korkmaz davasındaki en önemli deliller olan “öldürme anı” görüntüleri yine
“kayıt yok” denilen bir fırına ait kameradan çıkmıştı.[271]
İşte Antakya’dan örnekler...
xxix) ODTÜ
direnişine destek eylemleri sırasında 10 Eylül 2013’de Antakya’da, polisin
müdahalesi sırasında 5 katlı bir binanın üzerinden düşerek yaşamını yitiren 22
yaşındaki Ahmet Atakan’a isabet ettiği iddia edilen biber gazı kapsülünün
kriminal incelemesi tamamlandı. Kapsülün üzerindeki lekelerin ne olduğu tespit
edilemedi.[272]
İşte İzmit’ten örnekler...
xxx) İzmit’te
bir parkta Ethem Sarısülük’ün adının yazılı olduğu duvarın altında Çarşı
amblemli bayrağa sarılarak uyuyan 20 yaşındaki Mesut Yılmaz yaşıtı Emre Akpınar
ve 24 yaşındaki Adem Süzen adlı 3 gence “izinsiz toplantı ve gösteri”den dava
açıldı![273]
İşte Rize’den örnekler...
xxxi) Rize’nin
Fındıklı ilçesinde Gezi Direnişi eylemlerine destek verenlerle ilgili savcılık
800 kişilik listeyle hazırlık dosyası oluşturdu. 800 kişilik liste daha sonra
48 kişiye indirilerek soruşturma açıldı. Eğitim-Sen üyeleri, siyasi parti
yöneticileri ve Derelerin Kardeşliği Platformu (DEKAP) temsilcilerinin de
aralarında olduğu 48 kişi ifadeye çağrıldı. Rize’nin Pazar ilçesinde de 500
kişilik liste hazırlanıp 32 kişiye soruşturma açıldı.[274]
İşte Edirne’den örnekler...
xxxii) Trakya
Üniversitesi Keşan Yusuf Çapraz Uygulamalı Bilimler Yüksekokulu İngilizce
Okutmanı Gökcan Tazeler, öğrencilere içerisinde “Tayyip Ç.” ve çapulcu anlamına
gelen “Chappul” kelimelerinin yer aldığı sorular sorması nedeniyle hakkında
soruşturma başlatılarak görev yeri değiştirildi.[275]
GENEL DURUM HAKKINDA
Rosa Luxemburg’un, “Ceza talep ediyorum.
Bugün tok olanlara sefa sürenlere, milyonların ekmeğini hangi acılarla
kazandığını bilmeyenlere, hissetmeyenlere,” sözleriyle bire bir uyum içindeki
Türkiye’nini genel durumunu; S. Çiftyürek, “Putinizmin İslâm versiyonu”;[276] Atakan Büke ile Aylin Okutan, “Korku, denetim ve taassup rejimi”;
Aras Türay, “Polis devleti Öztin Akgüç, “Otokrasiye
geçiş,” saptamalarıyla; İbrahim Özden Kaboğlu da, “Oligarşi mi, anayasal
monarşi mi?” sorusuyla betimler…
Karin
Karakaşlı’nın, “Sistematik işkencenin terfisi ne demektir? Cezasız kalması da
değil sadece, taltif edilmesi ne anlama gelir? Başlı başına bir istikrar,
dehşet verici bir istikrardır. Tecavüz ve işkence hükümlüsü Sedat Selim Ay,
terfi ettirilerek İstanbul Emniyet Müdürlüğü Terörle Mücadele Şube
Müdürlüğünden sorumlu İl Emniyet Müdür Yardımcısı yapıldı. Keyfiyetle,
tesadüfle açıklanamayacak bir şey bu. Bir Türkiye gerçeği... Ama dünyaya
anlatılabilmesi bir yana, ülke içinde de infial sebebidir. “El insaf” denecek
cürettir. Devletin istikrarıdır.
Terörle
Mücadeleden Sorumlu İstanbul Emniyet Müdür Yardımcılığı’na atanan Sedat Selim
Ay, Asiye Zeybek Güzel’e işkence ve tecavüz ettiği ve daha pek çok mağdura
işkence yaptığı gerekçesiyle 11 ay 20 gün ceza almış, Türkiye’nin de AİHM’de
mahkûm olmasına neden olmuş bir isim. Bu davaların AİHM’e taşınma gerekçesi,
durumun vehametini ortaya koyuyor: Polisler cezasız kalıyor,” diye betimlediği
verili tablo “Metro istasyonlarındaki ahlâk anonsları, bunu protesto edenlere
döner bıçağıyla saldırmalar, konser, sanat galerisi basmalar, içki yasakları,
gelişen ve değişen dünya karşısında âciz kalan ve bu dünyaya ayak uydurmakta
zorlandığı için kendisini ezik hisseden muhafazakârların ahlâk anlayışlarının
dışa vurumlarıdır! Tehlikeli olan, bu anlayışın topluma zorla empoze edilmek
istenmesi ve üstelik üniversitelerde paramiliter bir güvenlik gücünün
kurulmakta oluşudur.”[277]
Mehmet Y.
Yılmaz’ın ifadesiyle de, “… ‘Diktatörleşme eğilimi’ dediğimiz şey budur!”
İş bu
nedenledir ki; İnsan haklarından yine sınıfta kalan Türkiye, insanlık dışı
muamelede Rusya’dan sonra ikinci sırada yer alıyor.
Türkiye ortak
hukuk alanındaki standartlara uyum sağlayamamıştır. 1959-2012 yılları arasında
en fazla ihlâl kararı verilen ülke (2870 karar ile) Türkiye olmuştur.
Türkiye’yi İtalya ve Rusya izlemektedir.
2012 yılında
en fazla ihlâl kararı Rusya’ya (134) ilişkin olurken, Türkiye 123 ihlâl kararı
ile ikinci gelmiştir. 2012 yılı istatistiklerine göre, Türkiye insanlık dışı
muameleden 261 ihlâl ile ikinci (birinci Rusya), toplantı ve gösteri
yürüyüşleri özgürlüğünde 57 ihlâl ile, adil yargılamada 755 ihlâl ile, mülkiyet
hakkında 634 ihlâl, düşünce özgürlüğünde 215 ihlâl ile birinci durumdadır.
İhlâl sayılarının Gezi olaylarından sonra çok daha artması beklenmektedir.
Bu
istatistikler, kendi vatandaşlarına insanlık dışı muamele yapan, bireylerin
temel hak ve özgürlüklerini çiğneyen, insan haklarına saygısız bir devlet
görünümü çizmektedir.
Hızla
örneklersek:
i)
Afyonkarahisar Milli Eğitim Müdürlüğü Din Eğitimi Şube Müdürlüğü’nü vekâleten
yürüten İbrahim Özkul, “Bundan sonra işler ve işlemler, din kültürü ve ahlâk
bilgisi öğretmenlerinin kontrolünde gerçekleşiyor ve gerçekleşecek. Bunu Ankara
da böyle istiyor. Allah da böyle istiyor,” dedi.[278]
ii) Tunceli’de
askeri operasyonda çıkan orman yangınları “kanunun verdiği yetki kapsamı”nda
sayılarak suç olmaktan çıkarıldı.[279]
iii) Tunceli
Hozat’ta aralarında belediye başkanının da yer aldığı 70 kişinin emniyet
tarafından fişlendiği, bu kişilerin görüşlerinin, aile yaşamlarının düzenlenen
fişlerde saklandığı açığa çıktı. Valiliğin, emniyetin, mahkeme ve savcılığın,
“bilgimiz yok” açıklaması yapmasına rağmen, fişlemelerden haberdar olduğu
ortaya çıktı. Valilikten gelen bu açıklamaya karşılık, valiliğin, emniyetin,
mahkemenin ve savcılığın fişlemelerden haberdar olduğu, hatta anayasa ve
yasalara uygun buldukları açığa çıktı.[280]
Hozat’taki
fişleme skandalını kamuoyuna duyuran gazeteci Ferit Demir, biyografik fişlemeye
ilişkin verileri bir flash bellek aracılığıyla aldığını ve dosya içinde
yüzlerce fiş bulunduğunu belirtti. Komisyona sunulan Jandarma kriminal
raporunda da Emniyet’in bilgisayarlarındaki sabit disklerinde anahtar
kelimelerin dökümü yer aldı.
Demir, “Fişler
2011’in son çeyreğinde de hazırlanmış. Bu fişlerin 1990’lı yıllardan günümüze
gelerek güncellendiğini düşünüyorum” dedi. Demir, fişlerde 18 yaşından 80
yaşına kadar kişilerin olduğunu hatta hayatını kaybeden kişilere ilişkin de
bilgi fişinin bulunduğunu belirtti.[281]
iv) Emniyet
Genel Müdürlüğü, suçla mücadeleyi daha etkin kılmak iddiasıyla “Sırdaş Polis
İhbar Noktası Projesi” başlatıyor. Mahallelere konulacak ihbar kutuları ile vatandaş
“kimliği belli olmadan” ihbarda bulunabilecek.[282]
v) Bilgi
Teknolojileri ve İletişim Kurumu’nun (BTK), mahkeme kararı olmaksızın
Türkiye’deki tüm internet, yazılı, sözlü, görüntülü iletişim trafiğinin
izlenmesine ilişkin karar aldığı ortaya çıktı.[283]
vi) Hükümet
bütçenin aslan payını telefon dinlemelerine ayırdı. BTK diğer kurumları geride
bıraktı… Kamuda tasarruf yapacağını açıklayan hükümet, telefon dinlemeleri için
kesenin ağzını açtı. Telefon dinlemelerinin gerçekleştirildiği Telekomünikasyon
İletişim Başkanlığı’nın (TİB) bağlı olduğu Bilgi Teknolojileri ve İletişim
Kurumu’nun (BTK) bütçe ödeneği her yıl artarak 2016 yılında 2 milyar liraya
ulaşacak. BTK, bu ödenekle kendisine en yakın düzenleyici ve denetleyici
kurumun bütçesine tam 8 kat fark atacak. Düzenleyici ve denetleyici kurumların
toplam bütçelerinin 3’te 2’si de BTK’nin olacak.
Türkiye’de
mahkeme kararıyla telefon dinlemelerini BTK’ye bağlı TİB yapıyor. Hükümet 2014
bütçesinde de 2015 ve 2016 yıllarına ilişkin ödenek tahminlerinde de düzenleyici
ve denetleyici kurumlar arasında en yüksek payı BTK’ye ayırdı. BTK’nin ödeneği
2014 yılında 1 milyar 785 milyon 700 bin lira olacak. Kurumun ödeneği 2015
yılında 1 milyar 931 milyon 200 bin liraya yükselecek. 2016 yılında ise 2
milyar 93 milyon 650 bin liraya ulaşacak.[284]
vii) İçişleri
Bakanı Muammer Güler, TOMA, akrep, shortland gibi zırhlı araçlara “araç içi
görüntüleme ve kayıt sisteminin” kurulmasına ilişkin yürütülen AR-GE
çalışmalarının devam ettiğini söyledi. CHP Genel Başkan Yardımcısı Sezgin
Tanrıkulu’nun soru önergesini yanıtlayan İçişleri Bakanı Güler, Emniyet Genel
Müdürlüğü envanterine kayıtlı 13 bin ve Jandarma Genel Komutanlığı envanterine
kayıtlı 6 bin 233 araçta “GPS Cihazı” bulunduğunu söyledi.[285]
viii) “Melih Gökçek, ODTÜ’de ağaç kesen personele iki maaş ikramiye
verdi.”[286]
ix) Başkentte
binlerce ağacın kesildiği ODTÜ Ormanı’ndan geçen otoyolun da bulunduğu ve
çoğunlukla ODTÜ’lü öğrencilerin kaldığı 100. Yıl Mahallesi’nde polis,
öğrencilerin kaldığı evlerin adreslerini toplamaya başladı. Mahalleye önceki
gün gelen sivil polisler, apartman yöneticilerinden, kapıcılardan ve
muhtarlardan öğrencilere ait kimlik numaralarını ve ikametgâh adreslerini
istedi.[287]
x) İçişleri
Bakanı Muammer Güler, Başbakan Erdoğan’ın da katıldığı ODTÜ’deki Göktürk 2
uydusunun fırlatma törenlerinde yaşanan öğrenci protestosuna polisin yaptığı
sert müdahalenin “orantılı” olduğunu savundu. Bakan Güler, biri ağır çok sayıda
öğrencinin yaralandığı müdahale ile ilgili “Topluluk içerisindeki yüzleri kapalı
bazı şahısların barikatta görevli güvenlik güçlerine şişe, taş, çekiç vb.
materyallerle doğrudan saldırmaları üzerine orantılı ve direnci kıracak ölçüde
sulu ve gazlı müdahalede bulunulmuştur,” dedi.
Çeşitli siyasi
partilerden çok sayıda milletvekili olayları “ODTÜ’de 105 koruma aracı, 20
zırhlı araç, 8 TOMA ile 3 bin 660 polis bulunduğu doğru mudur, bu kadar
güvenlik gücüne, zırhlı araçla korunma ihtiyacı duyulmasının nedeni nedir, biri
ağır olmak üzere onlarca öğrencinin yaralanmasına neden olan polis müdahalesinin
emrini kim vermiştir” soruları ile TBMM gündemine taşımıştı.[288]
xi) Polis
memuru İlker Ç., 26 Aralık 2012’de Keçiören Uyanış Mahallesi’ndeki bir
apartmanda halı çırpma yüzünden karısının tartıştığı komşusu Yeliz Keskin’in
evini bastı. İlker Ç.’nin kadını ve çocuklarını dövdüğü, karısının da aileye
biber gazı sıktığı iddia edildi.[289]
xii) Selçuklu
ilçesi Alaaddin Caddesi üzerinde 7 Ekim 2013 gecesi 20.00 sıralarında Ebubekir
D. (17), bir grup arkadaşıyla yürüdüğü sırada yanlarına gelen tanımadığı 3
kişinin sözlü tacizine uğradı. Gruptakiler “Sen artist misin” diyerek Ebubekir
D’yi sol bacağından bıçaklayıp olay yerinden kaçtı. Çocuk ambulansla hastaneye
götürülürken olayla ilgili bilgi almak isteyen polis ile Ebubekir D. arasında
ilginç bir diyalog geçti. Emniyet’te bir dosyası ya da sabıkası olup olmadığını
da soran polis memuru, gencin “Hayır” yanıtı üzerine “Saçların hiç öyle
göstermiyor ama” diyerek şaşırttı.[290]
xiii)
Yalova’da oturan Sıla Daşdemir (22), Buse Karakurum (24) ve Eser Engin (26),
Berkay Özer’in (27) kullandığı çift kabin kamyonetle Bursa’ya gitmek için yola
çıktı. Kamyonet, kamyonu sollamak isterken arkadan çarparak savruldu. Hurda
yığınına dönen kamyonetten yola fırlayan Daşdemir ve Karakurum can verirken
sürücü Özer ağır, arkadaşı Engin ise hafif şekilde yaralandı. İki genç kızın
cenazeleri morgdan ailelerine teslim edilirken hastanedeki din görevlisi Ahmet
Yavuz, ailelerin çocuklarını uzak şehirlere okuması için gönderdiğini
belirterek kötü alışkanlıklardan uzak durulması yönünde uyarıda bulundu.
Üniversiteli gençler ve aileler, cenaze sırasında böyle bir konuşmanın yeri
olmadığını belirterek Yavuz’a tepki gösterince tartışma çıktı. Yavuz, dua
edemeden alandan ayrıldı.[291]
xiv) Ankara
Adliyesi’nde kendilerine ayrılan sendika panosuna başsavcılığı protesto eden
afiş asan Büro Emekçileri Sendikası’nın (BES) işyeri temsilcilerine 182’şer TL
para cezası kesildi. BES’in Ankara Adliyesi temsilcileri olan Kamuran Emir,
Turgay Akçay ve Gülçin Batıhan, çalışma koşullarının protesto edileceği bir
eylem için adliye içindeki sendika panosuna duyuru afişi astı. Afiş,
başsavcılığın talimatı üzerine özel güvenlikler tarafından kaldırıldı. Bu
duruma tepki gösteren üç adliye çalışanı sendikacı, panoya “Başsavcılık
tarafından sendikamıza yönelik baskıları ve panolarımıza yapılan müdahaleyi
kınıyoruz” şeklinde bir afiş daha astı. Bu afişleri de toplatılan sendikacılar
hakkında soruşturma başlatıldı. Başsavcılığa bağlı Ankara Kabahatler Bürosu, üç
sendikacı hakkında 182’şer TL para cezası kesti. Cezanın gerekçesi ise
Kabahatler Yasası’na göre “Umumi ve özel yerlere izinsiz afiş asmak,” olarak
açıklandı.[292]
xv) Ordu’da
kadın heykellerine yapılan saldırının ardından heykeller yeni yerlerine
taşındı. Ordu Belediyesi tarafından 2012 yılı Ağustos ayında düzenlenen ‘2’nci
Uluslararası Taş Heykel Sempozyumu’nde 8 heykeltıraş tarafından yapılan 12
heykelden 6’sı, Bahçelievler Mahallesi’nde sergilendi. Kadın heykellerin
üzerlerine sprey boya ile ‘Edep yahu’ yazılması üzerine Ordu Belediyesi,
heykellerin temizlenmesi talimatı verdi. 4 heykel kentin en fazla ilgi gören ve
mobese kameralarının da bulunduğu parklara yerleştirildi.[293]
Türkiye’nin hâli bu; böyle…
“SONUÇ YERİNE”
Birleşmiş
Milletler Genel Kurulu tarafından 10 Aralık 1948’de kabul ve ilan edilen İnsan
Hakları Evrensel Beyannamesi’deki saptamaları anımsayalım:
Madde 1: Tüm
insanlar özgür; onur ve haklar bakımından eşit doğar. Akıl ve vicdanla
donatılmış olup birbirlerine karşı bir kardeşlik anlayışıyla davranır. (Ne güzel yazılmış, keşke öyle bir dünya
olabilseydik.)
Madde 2:
Herkes; ırk, renk, cinsiyet, dil, din, siyasal ya da başka bir görüş, ulusal ve
toplumsal köken, doğuş ya da benzeri başka bir statü gibi herhangi bir ayrım
gözetilmeksizin bu bildirgede ileri sürülen tüm hak ve özgürlüklere sahiptir.
Ayrıca ister bağımsız olsun, ister vesayet altında ya da kendi kendini
yönetmeyen bir ülke olsun, ister başka bir egemenlik sınırlaması altında
bulunsun, bir kimsenin uyruğunda bulunduğu ülke ya da alanın siyasal, hukuksal
ya da uluslararası statüsüne dayanarak hiçbir ayrım gözetilemez. (Bu beyannamenin altında hemen hemen tüm
ülkelerin imzası var. Peki o zaman dünyadaki bu kaos niye?)
Madde 3:
Herkesin yaşama ve kişi özgürlüğü ve güvenliğine hakkı vardır. (Peki bunu güvence altına alacaklar nerede?)
Madde 4:
Kimse, kölelik ya da kulluk altında tutulamaz; kölelik ve köle ticareti her
türüyle yasaktır. (O dönemler çok geride
kaldı demek tam bir kandırmaca. Çağdaş kölelik hâlâ devam ediyor.)
Madde 5: Hiç
kimseye işkence ya da zalimce, insanlık dışı ya da onur kırıcı davranış ve ceza
uygulanamaz. (Sanki bu kural, tam tersine
işliyor. Korunanlar işkence görenler değil, yapanlar.)
Madde 6:
Herkesin, nerede olursa olsun yasa önünde bir kişi olarak tanınma hakkı vardır.
(Keşkeeeee.)
Madde 7:
Herkes yasa önünde eşittir ve ayrım gözetilmeksizin yasa tarafından eşit
korunma hakkı vardır. Herkes, bu bildirgeye aykırı herhangi bir ayrımcılığa ve
ayrım kışkırtıcılığına karşı eşit korunma hakkına sahiptir. (Bu kurala inanan var mı?..)
Madde 8:
Herkesin anayasa ya da yasayla tanınmış temel haklarını çiğneyen eylemlere
karşı yetkili ulusal mahkemeler eliyle etkin bir yargı yoluna başvurma hakkı
vardır. (Hakların olması onun
kullanılıyor olması anlamına geliyor mu?)
Madde 9: Hiç
kimse keyfi olarak yakalanamaz, tutuklanamaz ve sürgün edilemez. (Bu maddeyi yazanlar, uygulanabilir
olacağına inanıyorlar mıydı, çok merak ediyorum.)
Madde 10:
Herkesin, hak ve yükümlülükleri belirlenirken ve kendisine herhangi bir suç
yüklenirken tam bir eşitlikle bağımsız ve yansız bir mahkeme tarafından hakça
ve açık bir yargılanmaya hakkı vardır.
(Hukuk devleti, olmazsa olmazların başında geliyor. Bu konuda herkese çok
önemli görevler düşüyor. Çünkü gün gelir herkese lazım olur.)
Madde 11: 1.
Kendisine bir suç yüklenen herkesin, savunması için gerekli olan tüm
güvencelerin tanındığı bir açık yargılanmayla yasaya göre suçluluğu kanıtlanana
değin suçsuz sayılma hakkı vardır.
2. Hiç kimse
işlendiği sırada ulusal ya da uluslararası hukuka göre bir suç oluşturmayan
herhangi bir eylem ya da kusurdan dolayı suçlu sayılamaz. Kimseye suçun
işlendiği sırada uygulanabilecek olan cezadan daha ağır bir ceza verilemez. (Kulağa ne kadar hoş geliyor değil mi? Keşke
sadece o kadarıyla kalmasa...)
Madde 12:
Kimsenin özel yaşamı, ailesi, konutu ya da haberleşmesine keyfi olarak
karışılamaz, şeref ve adına saldırılamaz. Herkesin, bu tür karışma ve
saldırılara karşı yasa tarafından korunma hakkı vardır. (Ne olur gülmeyin! Peki koruyacak olan kim? Asıl önemli olan o değil
mi?)
Madde 13: 1.
Herkesin bir devletin sınırları içinde yer değiştirme ve oturma özgürlüğüne
hakkı vardır.
2. Herkes,
kendi ülkesi de dahil, herhangi bir ülkeden ayrılma ve ülkesine dönme hakkına
sahiptir. (Eminim ki bu maddeye de geç
bunları diyen çok çıkacaktır...)
Madde 14: 1.
Herkesin, zulüm altında başka ülkelere sığınma ve sığınma olanaklarından
yararlanma hakkı vardır.
2. Gerçekten
siyasal nitelik taşımayan suçlardan ya da Birleşmiş Milletler’in amaç ve
ilkelerine aykırı eylemlerden doğan kovuşturma durumunda bu haktan
yararlanılamaz. (Belki de en iyi
yaptığımız görev bu. Kapımız herkese sonuna kadar açık.)[294]
Ancak verili
tablodaki kara tonlar baskın gibi görünse de, gerçek öne çıkan görüntünün
ardındadır.
Bu noktada,
“Umutsuzluk ve karamsarlık, yıkımın nedenlerini kavrayamayan, çıkış yolu
göremeyen, mücadele yeteneğini kaybetmiş olanlara ait bir sorundur,” diyen V.
İ. Lenin’in uyarısını unutmayanlar için “umutsuzluk” diye bir şey söz konusu
değildir asla.
Albert
Camus’nün ifade ettiği üzere, “Sokaklardan başka yerde bilinç yoktur, çünkü tarih
yalnız sokaklardadır.”
Haklarımız
için Adnan Yücel’in, “İyi ki silahlanmışız acılara karşı/ Türküsüz çıkmamışız
yollara/ Ekmekten ve gömlekten önce/ Aşk ve sevinç doldurmuşuz koynumuza/ İyi
ki koparmamışız çiçekleri/ Sevgiyi öfkesiz takmışız yakamıza,” dizelerini
haykırarak haksızlıklara karşı sokaklara çıkacağız…
Sonra
göreceğiz ki her şey Cemal Süreya’nın o muhteşem dizelerindeki üzere olacak:
“Biz şimdi
alçak sesle konuşuyoruz ya,
Sessizce
birleşip sessizce ayrılıyoruz ya,
Anamız çay
demliyor ya güzel günlere,
Sevgilimizse
çiçekler koyuyor ya bardağa,
Sabahları
işimize gidiyoruz ya sessiz sedasız,
Bu, böyle
gidecek demek değil bu işler,
Biz şimdi
yanyana geliyor ve çoğalıyoruz.
Ama bir
ağızdan tutturduğumuz gün hürlüğün havasını,
İşte o gün
sizi tanrılar bile kurtaramaz.”
Bunu biz
yapacağız; yani yeryüzünün lanetlileri…
15 Ocak 2014
17:40:22, Çeşme Köyü.
N O T L A R
[1] Londra
Gezi Platformu’nun 19 Ocak 2014 tarihinde düzenlediği etkinlikte yapılan
konuşma… Kaldıraç, No:154, Nisan 2014…
[2] Noam
Chomsky.
[3]
George Orwell, “Yazının Korunması” başlıklı denemeden… Kitaplar ve Sigaralar,
Çev: Levent Konca, Sel Yay., 2013.
[4]
Ahmet İnsel, “Kültürel Kuşatma Altında”, Radikal İki, 29 Eylül 2013, s.5.
[5]
http://www.siyahbant.org/
[6]
“Türkiye İnternet Sansüründe Birinci”, Evrensel, 21 Aralık 2013, s.13.
[7]
“Türkiye Yine Başı Çekiyor!”, Gündem, 19 Aralık 2013, s.7.
[8]
“Utanç Listelerinde Şampiyon”, Taraf, 19 Aralık 2013, s.3.
[9]
“Türkiye, Gazeteci Hapsinde Dünya Lideri”, Cumhuriyet, 2 Mayıs 2013, s.8.
[10]
Suat İnal, “Gezi’de Gazeteciler de Fişlenmiş”, Evrensel, 28 Aralık 2013, s.13.
[11]
“Erdoğan’a Balkondan Ayakkabı Gösteren Kadın Gözaltına Alındı”, Hürriyet, 30
Aralık 2013… http://www.hurriyet.com.tr/gundem/25467493.asp
[12]
Esra Açıkgöz, “Sansüre Karşı Somut Politika Üretmeliyiz”, Cumhuriyet Pazar,
No:1405, 24 Şubat 2013, s.2.
[13]
Aydın Hasan, “Erotik Dansa En Yüksek Ceza”, Milliyet, 6 Aralık 2013, s.4.
[14]
Mahmut Lıcalı, “Oyuna Gezi Ambargosu”, Cumhuriyet, 18 Eylül 2013, s.6.
[15]
Selda Güneysu, “… ‘Gezi’ Yardıma Engel mi?”, Cumhuriyet, 23 Ekim 2013, s.14.
[16]
Mesut Hasan Benli, “AİHM’ye Şok Savunma!”, Radikal, 2 Kasım 2013, s.8-9.
[17]
Hilal Köse, “Avukata Twitter Baskını”, Cumhuriyet, 2 Haziran 2013, s.18.
[18]
“Sosyal Medyada ‘Mahlûk’ Sözüne Bin 740 Lira Ceza”, Birgün, 31 Aralık 2013,
s.2.
[19] “…
‘Müstehcen Kitap’ın Her Bir Sayfası İçin 36 Gün!”, Birgün, 7 Ağustos 2013,
s.13.
[20]
“Her Sayfası İçin 36 Gün!”, Vatan, 6 Ağustos 2013, s.6.
[21]
“Yargıtay, Fransızca Kitabı ‘Müstehcen’ Buldu”, Radikal, 6 Ağustos 2013, s.16.
[22]
Özgür Mumcu, “Dayağımız Cennetten, Demokrasimiz Zıvanadan Çıkmadır”, Radikal, 8
Nisan 2013, s.10.
[23]
Ezgi Başaran, “301. Madde Kılık Değiştirdi ‘Dine Hakaret’ Oldu”, Radikal, 27
Mayıs 2013, s.8-9.
[24] Ali
Osman Karaoğlu, “İfade Özgürlüğü ve Dinin Karalanması”, Yeni Şafak, 26 Temmuz
2013, s.18.
[25]
Ragıp Zarakolu, “İllallah Demek Bile Yasak!”, Cumhuriyet Pazar, No:1405, 24
Şubat 2013, s.2.
[26]
Meltem Yılmaz, “Linç Kampanyasına Dönüştü”, Cumhuriyet, 8 Ağustos 2013, s.10.
[27]
Eyüp Can, “Allah Karışmıyor Mahkemelere Ne Oluyor?”, Radikal, 16 Nisan 2013,
s.4.
[28]
Artun Avcı, “İfade Özgürlüğü Bir Haktır”, Radikal İki, 21 Nisan 2013, s.10.
[29]
Orhan Kemal Cengiz, “Fazıl Say, Nefret Söylemi ve AİHM”, Radikal, 20 Nisan
2013, s.10.
[30]
Adalet Bakanlığı, Hrant Dink’in öldürülmesi sonrasındaki açıklamaları nedeniyle
yargılandığı dava “3. Yargı Paketi” doğrultusunda ertelendikten sonra aynı
sözleri tekrarlayan yazar Temel Demirer hakkında TCK’nın 301. maddesi
kapsamında soruşturma açılmasına izin vermedi.
Cumhuriyet Savcısı Erdoğan Gökçek, bakanlığın
soruşturma izni vermemesi üzerine takipsizlik kararı verdi. Kararda, Ankara 2.
Asliye Ceza Mahkemesinde yargılandığı dava 19 Şubat 2013’te “3. Yargı Paketi”
doğrultusunda ertelenen Demirer’in, duruşma çıkışında adliye önünde, “Beni ya
cezalandırın ya da beraat ettirin, dediğim hâlde hâkim benim davamı erteledi.
Şimdi buradan çıkan sonuç şudur. Ben üç yıl süresince ‘Türkiye’de Ermeni
soykırımı vardır’ demezsem, ben üç yıl süresince Türkiye’de ‘Devlet katildir’
demezsem beraat edecekmişim. Hemen şimdi, davadan beş dakika sonra, üç yıl
beklemeden ‘Hrant Dink’in katili devlettir’ diyorum. Ayrıca ‘Bu ülkede Ermeni
soykırımı olmuştur’ diyorum” şeklinde açıklamalar yaptığı belirtildi. (Barış
Kılıç, “Yazar Demirer İçin Bu Kez Soruşturma İzni Yok”,
http://www.haber3.com/yazar-demirer-icin-bu-kez-sorusturma-izni-yok-haberi-2200737h.htm...
http://www.haberler.com/yazar-demirer-icin-bu-kez-sorusturma-izni-yok-5074441-haberi/...
http://www.memleket.com.tr/yazar-demirer-icin-bu-kez-sorusturma-izni-yok-237209h.htm
Memleket Haber, 18 Eylül 2013 Çarşamba 11:23…) Ayrıca bkz:
http://humanrightsturkey.org/
[31]
İsmail Saymaz, “Dink’e 301 Baskısı Bitmiyor”, Radikal, 6 Nisan 2013, s.8-9.
[32] “…
‘Gezi’de Polise Sanal Âlemde ‘Hakaret Etti’, 301’lik Oldu”, Radikal, 28 Aralık
2013, s.6.
[33]
İsmail Saymaz, “13 Yaşındaki Çocuğa Gezi Davası: Ya Hapse ya da Yuvaya!”,
Radikal, 10 Aralık 2013, s.10-11.
[34]
Yalçın Yusufoğlu, “Tarihin İncir Yaprağı Yoktur”, baris_icin_vic, 16 Aralık
2013.
[35]
İsmail Saymaz, “Polis ‘Dur’ İhtarına Uymayanı Vurur”, Radikal, 29 Aralık 2013,
s.4.
[36]
Orhan Gazi Ertekin, “Yargının Kürtlerle İmtihanı”, Radikal İki, 17 Kasım 2013,
s.3.
[37]
“Felç Edene 2 Buçuk, Felç Olana 3 Buçuk Yıl”, Birgün, 21 Aralık 2013, s.7.
[38]
İsmail Saymaz, “Türkiye’de 2.5 yıl, Hollanda’da 1 Saat”, Radikal, 28 Aralık
2013, s.8.
[39]
İsmail Saymaz, “Mahkeme Eylemcinin ‘Fiş’ini Sordu Polis Gönderdi”, Radikal, 30
Aralık 2013, s.8-9.
[40]
İlhan Taşcı, “Durum Çok Kaygı Verici”, Cumhuriyet, 3 Haziran 2013, s.14.
[41]
“İşkenceci Kaç Polis Var?”, Evrensel, 5 Aralık 2013, s.3.
[42]
“Türkiye AİHM’de Mahkûm Oldu: Yaşam Hakkı İhlâl Edildi”, Cumhuriyet, 17 Nisan
2013, s.8.
[43]
Alican Uludağ, “Akit’e Hoşgörü İstedi”, Cumhuriyet, 8 Nisan 2013, s.5.
[44]
“Kadıköy’de Eyleme 7 Yıl Hapis İstendi”, Cumhuriyet, 13 Ekim 2013, s.6.
[45] “11
Faili Meçhule Gizlilik Kararı!”, Birgün, 14 Ocak 2013, s.9.
[46]
Alican Uludağ, “Devlet Eylemciye El Koydu”, Cumhuriyet, 3 Ekim 2013, s.6.
[47]
Onurkan Avcı, “İşkencecilere ‘İyi Çocuklar’ Kararı”, Birgün, 10 Nisan 2013,
s.9.
[48]
Alican Uludağ, “Savcı: TOMA Mağdur”, Cumhuriyet, 11 Ekim 2013, s.5.
[49]
Alican Uludağ, “Rekor Dava”, Cumhuriyet, 26 Eylül 2013, s.5.
[50]
Alican Uludağ, “Polis Şiddeti Yine Cezasız”, Cumhuriyet, 23 Eylül 2013, s.5.
[51]
Alican Uludağ, “Adaletin ‘Ağar’ Yüzü”, Cumhuriyet, 14 Kasım 2013, s.8.
[52]
Mesut Hasan Benli, “Galada Dağıtılan ‘Haberleşme Topu’ Delil Oldu”, Radikal, 10
Ağustos 2013, s.10-11.
[53]
“KESK Basın Açıklaması: ‘Gel Gülüm Gel’ Örgütsel Talimatmış”, Cumhuriyet, 12
Ağustos 2013, s.5.
[54]
Alican Uludağ, “Yargıdan Yine Pardon”, Cumhuriyet, 16 Kasım 2013, s.9.
[55]
Uğur Koç, “Güler Diler Terör Örgütüne Ceza!”, Birgün, 8 Haziran 2013, s.9.
[56]
Esra Koçak, “Cem Aygün’ün Katili de Hiçbir Şey Hatırlamıyor”, Birgün, 6 Aralık
2013, s.9.
[57]
Hilal Köse, “Mahkûmiyet Hükmü Gibi”, Cumhuriyet, 7 Haziran 2013, s.16.
[58]
Elçin Yıldıral, “Cesur Yürek, Newroz ‘Delili’ Oldu”, Birgün, 16 Ocak 2013, s.6.
[59]
“Şık’a ‘Niye Konuştun’ Davası”, Radikal, 4 Temmuz 2012, s.12-13.
[60]
Hilal Köse, “Mahkemeye Sözlük Gerek”, Cumhuriyet, 11 Eylül 2013, s.3.
[61]
“Peşinizdeyiz”, Birgün, 10 Aralık 2013, s.16.
[62]
“Ölü Çocuklar Ülkesi”, Birgün, 24 Mart 2013, s.6.
[63]
Bahadır Selim Dilek, “Türkiye’de İşkence Devam Ediyor”, Cumhuriyet, 10 Haziran
2012, s.5.
[64]
“Telekulak Rekor Kırdı”, Cumhuriyet, 23 Şubat 2012, s.4.
[65]
Mahmut Lıcalı, “470 Bin Kişi Dinlendi”, Cumhuriyet, 14 Mart 2013, s.8.
[66]
Mesut Hasan Benli, “Polise Göre Gaz Devlet Sırrı”, Radikal, 26 Ocak 2012,
s.10-11.
[67]
“Muğla’da ‘Erdoğan’ Yasakları”, Cumhuriyet, 30 Kasım 2013, s.6.
[68]
Özcan Yaşar, “Dövme de Yasak”, Cumhuriyet, 30 Nisan 2013, s.3.
[69]
Fırat Kozok, “Dursun: Gerekirse Döveriz”, Cumhuriyet, 23 Ağustos 2013, s.4.
[70]
Fırat Kozok, “… ‘Okuldan Cumaya’ Onay”, Cumhuriyet, 9 Mart 2013, s.7.
[71]
“Dekoltenin Faturası: İşine Son Verildi”, Cumhuriyet, 9 Ekim 2013, s.4.
[72]
“Abajura ‘Göğüs Ucu’ Sansürü!”, Cumhuriyet, 30 Ocak 2013, s.9.
[73]
“Tv8’den Şaşırtan İkinci Sansür!”, Milliyet, 22 Mart 2013.
[74]
Esra Yazdıç, “TRT’de Kadın Omuzu Buzlandı!”, Habertürk, 11 Şubat 2013.
[75]
“ATV Ekranlarında Görülmemiş Sansür!”, Milliyet, 15 Eylül 2013…
http://magazin.milliyet.com.tr/atv-ekranlarinda-gorulmemis-sansur-/magazin/detay/1763964/default.htm?ref=yahoo
[76]
“Danıştay Muhteşem Yüzyıl’ın Cezasını Onadı”, Milliyet, 15 Nisan 2013.
[77]
Eyüp Kelebek, “Nü Resimler İndirilip Ters Çevrildi”, Hürriyet, 17 Aralık 2012.
[78]
Abidin Yağmur, “Bunlar Çıplak, Olmaz”, Cumhuriyet, 30 Nisan 2013, s.3.
[79]
“Yılmaz Erdoğan’ın Oyununu Oynatan Müdüre Sürgün”, Milliyet, 10 Şubat 2013.
[80]
Serbay Mansuroğlu, “Cahit Külebi de Sansürlenmiş!”, Birgün, 26 Şubat 2013, s.7.
[81] “…
‘Müstehcen’ Bulmak Müstehcen!”, Cumhuriyet, 3 Ocak 2013, s.15.
[82]
Mehmet Tezkan, “Yunus’a Sansür İnsanlık Suçu”, Milliyet, 23 Aralık 2012, s.7.
[83]
Mert Taşçılar, “Bilim Sansüre Takıldı”, Cumhuriyet, 19 Eylül 2013, s.18.
[84]
“Üniversite Öğrencileri Komşularıyla Karakolluk Oldu”, Cumhuriyet, 28 Kasım
2013, s.8.
[85]
Selda Güneysu, “… ‘Fadik Kız’a Tayt Sansürü”, Cumhuriyet, 10 Ekim 2013, s.15.
[86]
“Karanlığa İnat Sanat”, Cumhuriyet, 31 Aralık 2013, s.16.
[87]
“Kargalar Bile Güler”, Cumhuriyet, 31 Aralık 2013, s.16.
[88]
Samet Atken, “Sendika İsteyen 250 Polise Soruşturma”, Milliyet, 25 Temmuz 2013,
s.17.
[89]
“Davete Katılmadım İnceleme Başlatıldı”, Cumhuriyet, 5 Ağustos 2013, s.5.
[90]
“Vali ‘Pes Artık’ Dedirtti”, Cumhuriyet, 4 Ekim 2013, s.7.
[91] “16
Yaşındaki 3 Çocuk Başbakan’a Hakaretten Adliyelik Oldu”, Milliyet, 8 Ağustos 2013… http://siyaset.milliyet.com.tr/16-yasindaki-3-cocuk-basbakan-a/siyaset/detay/1747168/default.htm?ref=yahoo)
[92]
“Şube Başkanı Sendikacıya İdeolojik Bildiri Cezası”, Birgün, 4 Eylül 2013, s.6.
[93]
Ayşe Sayın, “Mizaha da Ceza Geldi”, Cumhuriyet, 30 Mart 2013, s.7.
[94] “9
Yaşındaki Çocuğa Vatan Hainliği Suçlaması”, Cumhuriyet, 27 Eylül 2013, s.6.
[95]
“Parkta Sigara Gözaltısı”, Cumhuriyet, 30 Nisan 2013, s.3.
[96]
Mehmet Menekşe, “Piknikte Astsubay Terörü”, Cumhuriyet, 25 Nisan 2013, s.6.
[97] “…
‘Ayran’ Yasası”, Cumhuriyet, 11 Mayıs 2013, s.13.
[98]
“Sarhoşun Yasası Muteber de Dinin Değil mi”, Radikal, 29 Mayıs 2013, s.12-13.
[99]
“Yükselen İslâmcılık Tehlikesi”, Cumhuriyet, 29 Mayıs 2013, s.4.
[100]
Mert Taşçılar, “Alkolsüz Güvenlik Kuvvetleri”, Cumhuriyet, 3 Mayıs 2013, s.4.
[101]
“Astronomik Cezalar”, Cumhuriyet, 11 Mayıs 2013, s.13.
[102]
Huriye Mazi, “İçki Yasağında Israr”, Cumhuriyet, 28 Mart 2013, s.3.
[103]
Türey Köse, “Beş Yıldızlı Oteller de ‘Helal’leşti”, Cumhuriyet, 25 Mart 2013,
s.6.
[104]
Türey Köse, “Isparta’ya ‘Nur’ Yağdı”, Cumhuriyet, 24 Mart 2013, s.9.
[105]
“Derneklerin İçki Ruhsatı İptal Edildi”, Cumhuriyet, 17 Ocak 2013, s.7.
[106]
Mert Taşçılar, “Eymir’de İçki Yasağı”, Cumhuriyet, 22 Ocak 2013, s.4.
[107]
Sinan Tartanoğlu, “Alkol Yasağı Her Yerde”, Cumhuriyet, 9 Şubat 2013, s.8.
[108]
Kristian Williams, “… ‘Düzen’ Arayışı ve Modern Polisin Doğuşu”, Birgün, 7
Ağustos 2013, s.6.
[109]
“Plastik Mermi Terörü”, Cumhuriyet, 15 Eylül 2013, s.7.
[110]
“Zafer Durdu Polis Kurşunu Durmadı”, Evrensel, 12 Ekim 2013, s.3.
[111]
Mesut Hasan Benli, “Cem’i Vuran Polisin Ayağı Kaymış!”, Radikal, 1 Eylül 2012,
s.8.
[112]
Mesut Hasan Benli, “Polislere Özgürlük Ablalara Gözaltı”, Radikal, 3 Eylül
2012, s.4.
[113]
“Protestocu Kadınlara Dayak Attılar”, Cumhuriyet, 10 Ekim 2013, s.10.
[114]
“Karakolda Meydan Dayağı”, Radikal, 21 Mart 2012, s.9.
[115]
Burcu Purtul, “Çıplak İşkence”, Hürriyet, 16 Eylül 2013…
http://www.hurriyet.com.tr/gundem/24717514.asp
[116]
“Sen misin Polise Kimlik Soran!”, Cumhuriyet, 19 Şubat 2013, s.6.
[117]
Gürkan Akgüneş, “Şiddete Uğradı Ama Polis Davacı Oldu”, Milliyet, 18 Nisan
2012, s.15.
[118]
“Dayakçı Polisler Serbest Bırakıldı”, Cumhuriyet, 4 Temmuz 2012, s.5.
[119]
Nurettin Kurt, “Telsize Kafa Atmış”, Hürriyet, 5 Eylül 2012, s.4.
[120]
“Bu Neyin Faturası?”, Cumhuriyet, 29 Eylül 2012, s.9.
[121]
“Fotoğrafı Suç Unsuru!”, Cumhuriyet, 26 Ocak 2013, s.7.
[122]
“Babasının Kalbi Dayanmadı: Kelepçeli Zanlıya Karakolda Dayak”, Cumhuriyet, 11
Ekim 2012, s.8.
[123]
“Masaya Kendini Asmış!”, Cumhuriyet, 21 Eylül 2012, s.11.
[124]
Alican Uludağ, “Emniyet’te İşkence İddiası”, Cumhuriyet, 1 Nisan 2013, s.8.
[125]
“Öğrencilere Polis İşkencesi Raporlandı”, Evrensel, 25 Mayıs 2013, s.3.
[126]
İsmail Saymaz, “İşkence Davasına Savcı Tanık”, Radikal, 4 Haziran 2013,
s.16-17.
[127]
Samet Atken, “Şizofreni Hastası Polis Copu Kurbanı”, Milliyet, 15 Ağustos 2013,
s.7.
[128]
“Polis Copla Çocuğun Bacağını Kırdı”, Radikal, 28 Mayıs 2013, s.9.
[129]
“Polisin ‘Mehtap’ Yanıtı: Fazla Arka Sokaklar İzliyorsunuz”, Radikal, 22 Ocak
2013, s.9.
[130]
Motyl. Encyclopedia of Nationalism, Volume 1: Fundamental Themes. San Diego,
California, USA; London, England, UK: Academic Press, 2001. Pp.251.
[131]
Aydın Şetle, Değişen Milliyetçilik (1): Coğrafyamızda Milliyetçiliğin
Temelleri, www.sendika.org, 15 Ağustos 2012.
[132]
İlhan Taşcı, “Esmer Vatandaş Fişlemesi”, Cumhuriyet, 14 Mart 2013, s.6.
[133]
“Romanlardan Sonra Kürtler!”, Cumhuriyet, 21 Şubat 2013, s.6.
[134]
Gençağa Karafazlı, “Artvin’de Kürt İşçilere Saldırı”, Evrensel, 13 Eylül 2013,
s.3.
[135]
Ozan Yayman, “Tehlikeli Gerginlik”, Cumhuriyet, 16 Ağustos 2013, s.7.
[136]
Birkan Bulut, “Kürt İşçilere Irkçı Saldırı”, Evrensel, 25 Eylül 2013, s.3.
[137]
“Kadıköy İskele Camisi’nde Tepki Çeken Pano”, Milliyet, 26 Aralık 2013...
http://gundem.milliyet.com.tr/kadikoy-iskele-camisi-nde-tepki/gundem/detay/1813400/default.htm?ref=yahoo
[138]
Mert Taşçılar, “Camiye Var da Kiliseye Yok mu?”, Cumhuriyet, 6 Mayıs 2013, s.3.
[139]
İsmail Saymaz, “Papazın Kızına Zorunlu Seçmeli Din Dersi”, Radikal, 16 Ocak
2013, s.7.
[140]
İsmail Saymaz, “Emniyet, İki Protestan’ı da ‘Pontusçu’ Saymış”, Radikal, 8
Ağustos 2011, s.11.
[141]
İsmail Saymaz, “Sevag’ın Ne İşi Vardı Tüfeğin Önünde”, Radikal, 27 Mart 2013,
s.9.
[142]
Orhan Kemal Cengiz, “Kötü Ruh ve Er Sevag”, Radikal, 29 Mart 2013, s.11.
[143]
Umay Aktaş Salman, “O Kitaplar ‘İnceleniyor’…”, Radikal, 20 Ekim 2012, s.6.
[144]
Umay Aktaş Salman, “… ‘Nefret Kitapları’na Soruşturma İzni Yok”, Radikal, 12
Şubat 2013, s.9.
[145]
“Süryani Kilisesi 2 Aydır Tehdit Ediliyor”, Cumhuriyet, 26 Ekim 2013, s.8.
[146]
Mehmet Menekşe, “Aydan mı Geldiniz”, Cumhuriyet, 10 Nisan 2013, s.8.
[147]
“Roman Vatandaşların Mahallesine Baskın”, Milliyet, 23 Temmuz 2013, s.13.
[148]
“Nefret Suçu İşlendi”, Cumhuriyet, 26 Temmuz 2013, s.3.
[149]
Hacer Foggo, “İznik’te Romanlara ‘Nefret’ Baskısı”, Radikal, 18 Eylül 2013,
s.11.
[150]
Levent Gencelli, “Göçe Zorlanıyorlar”, Cumhuriyet, 11 Eylül 2013, s.3.
[151] “O
Öğretmene İnceleme”, Cumhuriyet, 4 Ocak 2014, s.8.
[152]
Sinan Tartanoğlu, “… ‘Alevî misin’ Sorusu Hukuk Tekniğiymiş”, Cumhuriyet, 4
Aralık 2013, s.9.
[153]
“Modacıya ‘Tekbirli’ Saldırı”, Cumhuriyet, 29 Aralık 2012, s.3.
[154]
Burcu Ünal, “Üzerimden Kamyon Geçmiş Gibiyim”, Milliyet, 29 Aralık 2012, s.3.
[155]
“Ne Bu Şiddet Ne Bu Celal...”, Taraf, 29 Aralık 2012, s.14.
[156]
“Ülkücü Öğrenciler Yurt Basmak İstedi”, Cumhuriyet, 11 Ekim 2013, s.13.
[157]
Mehmet Menekşe, “Derin Güçlerin Provokasyonu”, Cumhuriyet, 4 Mart 2013, s.4.
[158]
“Gezi’nin Bilançosu: 8 Bin 163 Yaralı”, Cumhuriyet, 10 Aralık 2013, s.9.
[159]
Hasan Akbaş, “Polis Resmen Dursun’un Canına Kastetmiş!”, Evrensel, 6 Eylül
2013, s.3.
[160]
Alican Uludağ, “Akrep’te Tacize İkinci Soruşturma”, Cumhuriyet, 9 Ekim 2013,
s.7.
[161]
İklim Öngel, “Tecavüzden Korktum”, Cumhuriyet, 10 Temmuz 2013, s.5.
[162]
Ozan Yayman, “Gardiyanlar da İfade Verecek!”, Cumhuriyet, 25 Eylül 2013, s.6.
[163]
Sevgim Denizaltı, “Mutfak Önlüğüne Delil Muamelesi”, Birgün, 20 Haziran 2013,
s.9.
[164]
Miray Çimen, “Sincan’da ‘Gezici’lere Terör Kartı İddiası”, Radikal, 21 Temmuz
2013, s.8-9.
[165]
Doğu Eroğlu, “O Müdüre Herkes Küfretti”, Birgün, 9 Temmuz 2013, s.6.
[166]
“Polis Kasten Vurmuş”, Cumhuriyet, 11 Haziran 2013, s.7.
[167]
Mesut Hasan Benli, “Bileğine Gelen Taşı Sonra Hatırladı”, Radikal, 26 Haziran
2013, s.6-7.
[168]
Alican Uludağ, “… ‘37 Taş’ Tutanakta Yok”, Cumhuriyet, 26 Haziran 2013, s.6.
[169]
“Şimdi de Ailesine Tehdit”, Cumhuriyet, 10 Temmuz 2013, s.6.
[170]
Ayşe Arman, “Başbakanın Kardeşimin Katiline Bir Madalya Takmadığı Kaldı!”,
Hürriyet, 27 Haziran 2013, s.8.
[171]
İsmail Saymaz, “… ‘Beyzbol Sopalı Saldırı’ Kameralarda”, Radikal, 12 Temmuz
2013, s.6-7.
[172]
İsmail Saymaz, “Otel Sahibi: Hard Diski Sağlam Verdim”, Radikal, 13 Temmuz
2013, s.8.
[173]
“Ali İsmail Davası: Sanık Olması Gerekirken Tanık Oldu”, Cumhuriyet, 7 Kasım
2013, s.7.
[174]
Eylem Lodos-Engin Deniz Ergin, “Kabahat Sende Değil Seni Sevende!”, Evrensel,
14 Ekim 2013, s.3.
[175]
“Polis Olunca Teşhis Zor!”, Cumhuriyet, 22 Ağustos 2013, s.4.
[176]
Esra Alus, “Hâkim: TOMA’nın Suyu Parfüm Gibi miydi?”, Milliyet, 2 Kasım 2013,
s.22.
[177]
“Bir Müdahale de Çiçek’ten”, Cumhuriyet, 23 Ağustos 2013, s.6.
[178]
Sibel Bahçetepe, “Ölüden de Diriden de Korkuyorlar”, Cumhuriyet, 13 Ağustos
2013, s.6.
[179]
Mert Taşçılar, “Alıp Başını Gitmiş”, Cumhuriyet, 24 Eylül 2013, s.11.
[180]
“Önce ve Sonra da Dövülmüş”, Cumhuriyet, 29 Ağustos 2013, s.6.
[181]
Esra Koçak, “Polise Sığındım O Beni Vurdu”, Birgün, 21 Ekim 2013, s.14.
[182]
İsmail Saymaz, “Güler’in Yok Dediği Belge Emniyette”, Radikal, 31 Aralık 2013,
s.9.
[183]
Hakan Dirik, “Konuşma Zorluğu Çekiyor”, Cumhuriyet, 2 Aralık 2013, s.7.
[184]
Miray Çimen, “Gezi’de Yeteri Kadar Gaz Kullandık”, Radikal, 6 Eylül 2013, s.16.
[185]
İsmail Saymaz, “Ocakbaşı Direnişi!”, Radikal, 5 Ağustos 2013, s.8-9.
[186]
İsmail Sağıroğlu, “Polis Eğlence Yerlerinde Tek Tek Eylemci Aradı”, Radikal, 5
Ağustos 2013, s.9.
[187]
Sinan Tartanoğlu, “Dağa Değil, Yargıya Gitti!”, Cumhuriyet, 9 Ekim 2013, s.7.
[188]
“Meydanlarımız İkinci Tahrir Olmayacak”, ntvmsnbc, 23 Ağustos 2013…
http://www.ntvmsnbc.com/id/25462302/
[189]
“Erdoğan Geriyor”, Cumhuriyet, 3 Haziran 2013, s.5.
[190]
“Bakana Tencere Tava Talimatı”, Cumhuriyet, 15 Temmuz 2013, s.6.
[191]
“Suç İşliyorlar”, Cumhuriyet, 2 Temmuz 2013, s.7.
[192]
Emre Döker, “Geziciler Hedef Gösterildi”, Cumhuriyet, 4 Ağustos 2013, s.8.
[193]
Meltem Yılmaz, “Rapor Alan ‘Hain’ Oldu”, Cumhuriyet, 7 Temmuz 2013, s.6.
[194]
“Polise Değil Eylemcilere Karşı Durun”, Birgün, 9 Temmuz 2013, s.8.
[195] “O
Müezzin Sürgün Edildi”, Cumhuriyet, 22 Eylül 2013, s.8.
[196]
“Camiye Bira Kutuları Sonradan Konuldu”, Cumhuriyet, 2 Aralık 2013, s.7.
[197] “…
‘Din Polisi’ Gibi”, Cumhuriyet, 29 Temmuz 2013, s.5.
[198]
“Odaya Gezi Baskını”, Cumhuriyet, 5 Ekim 2013, s.5.
[199]
İklim Öngel, “İlacı Nereden Aldın?”, Cumhuriyet, 28 Eylül 2013, s.7.
[200]
“Yeni Hedef Doktorlar”, Cumhuriyet, 15 Haziran 2013, s.6.
[201]
“TRT ‘Gezi’ Avında”, Cumhuriyet, 15 Ekim 2013, s.6.
[202]
Mehmet Bilber, “TRT’den Gezi Cezası: Kovuldunuz!”, Radikal, 15 Kasım 2013, s.9.
[203]
“Fikir Açıklama Adı Altında Suç İşlediler”, Radikal, 17 Ekim 2013, s.8-9.
[204]
“İş Başvurusunda Gezi Sorusu”, Cumhuriyet, 13 Eylül 2013, s.6.
[205]
Sinan Tartanoğlu, “Gezici Hafiyeler”, Cumhuriyet, 16 Ağustos 2013, s.6.
[206]
Sinan Tartanoğlu, “Öğrenciye ‘Gizli Tanık Ol’ Baskısı”, Cumhuriyet, 19 Ağustos
2013, s.5.
[207]
Sinan Tartanoğlu, “… ‘İhbar Et’ Baskısı”, Cumhuriyet, 25 Haziran 2013, s.9.
[208]
Alican Uludağ, “AKP’nin Öfkesi Dinmiyor”, Cumhuriyet, 25 Ekim 2013, s.8.
[209]
Sinan Tartanoğlu, “… ‘Öğrenciye Ceza Vermedin’ Sürgünleri”, Cumhuriyet, 26 Ekim
2013, s.6.
[210]
Fevzi Kızılkoyun-Muhammet Kaçar, “101 Müdüre Gezi Sorgusu”, Hürriyet, 25 Ekim
2013… http://www.hurriyet.com.tr/gundem/24977702.asp
[211]
“Çocuklara İfade Baskısı”, Cumhuriyet, 28 Eylül 2013, s.7.
[212]
Mahmut Lıcalı, “Bir Daha Meydanlarda Görünmeyin”, Cumhuriyet, 15 Haziran 2013,
s.7.
[213]
Hazal Ocak, “Üniversitelerde Gezi Avı”, Cumhuriyet, 18 Ekim 2013, s.5.
[214]
“Yüksek Lisansa Gezi Engeli”, Cumhuriyet, 4 Ekim 2013, s.7.
[215]
Savaş Kürklü, “Sendikacıya Gezi Sürgünü”, Cumhuriyet, 25 Ekim 2013, s.8.
[216]
Emre Döker, “Eğitimcilere Eylül Gözdağı!”, Cumhuriyet, 20 Eylül 2013, s.7.
[217]
Sibel Bahçetepe, “Meral Öğretmene ‘Gezi’ Cezası”, Cumhuriyet, 12 Kasım 2013,
s.5.
[218]
Savaş Kürklü, “13 Öğretmene Soruşturma”, Cumhuriyet, 17 Eylül 2013, s.6.
[219]
Can Hacıoğlu, “Sendikacıya Gezi Sürgünü”, Cumhuriyet, 15 Ekim 2013, s.6.
[220]
Can Hacıoğlu, “Polisten Sendikacıya Linç Kampanyası”, Cumhuriyet, 24 Ekim 2013,
s.6.
[221]
“Gezi’ci Öğrenciler Yurtlarından Atıldı”, Milliyet, 2 Kasım 2013, s.22.
[222]
Zeynep Kuray, “F Tipi Cezaevinde Gezi Düzenlemesi”, Birgün, 15 Kasım 2013, s.7.
[223]
Ozan Yayman, “Cezaevinde Değil Hastanede Olmalı”, Cumhuriyet, 5 Ekim 2013, s.5.
[224]
Sertaç Koç, “Türüt İçin Suç Duyurusu”, Milliyet, 30 Ağustos 2013, s.15.
[225]
Sibel Bahçetepe, “Sen misin Direnişe Katılan...”, Cumhuriyet, 15 Ekim 2013,
s.6.
[226]
“Polisin Görevini Yurttaş Yaptı”, Cumhuriyet, 13 Temmuz 2013, s.7.
[227]
Gökçer Tahincioğlu, “Emri Polis Verdi”, Milliyet, 21 Eylül 2013, s.17.
[228]
İsmail Saymaz, “Biz Devletin Polisine Yardım Ettik”, Radikal, 21 Ağustos 2013,
s.9.
[229]
“Hepinizi Keserim”, Cumhuriyet, 13 Temmuz 2013, s.7.
[230]
“Palalılar Çoğalıyor”, Cumhuriyet, 12 Temmuz 2013, s.7.
[231]
Ömer Şahin, “Eli Sopalı Dehşeti”, Radikal, 18 Haziran 2013, s.9.
[232]
Yılmaz Özdil, “Behzat Ç’apulcu”, Hürriyet, 9 Haziran 2013, s.3.
[233]
“Barbaros Şansal: Beni Kaçırdılar”, Milliyet, 5 Ağustos 2013, s.17.
[234]
“Acıdan Nefesim Kesildi Ama Korkmadım!”, Cumhuriyet, 8 Temmuz 2013, s.4.
[235] “4
Palalı Serbest Bırakıldı”, Cumhuriyet, 8 Temmuz 2013, s.4.
[236]
“Polis Sırtını Sıvazladı”, Cumhuriyet, 8 Temmuz 2013, s.4.
[237] “2
İlde Daha Sopalı Sivile İnceleme”, Milliyet, 8 Haziran 2013, s.24.
[238]
Murat İnceoğlu, “AKP’den Yargıya Müdahale”, Cumhuriyet, 6 Ekim 2013, s.7.
[239]
“Tencere-Tava Bütünleme Sınavında”, Cumhuriyet, 16 Ağustos 2013, s.6.
[240]
Alican Uludağ, “Ethem’in Ölümünde Meşru Müdafaa Yok”, Cumhuriyet, 19 Eylül
2013, s.7.
[241]
Alican Uludağ, “Emniyet Provokasyonu”, Cumhuriyet, 24 Eylül 2013, s.11.
[242]
Mesut Hasan Benli, “O Polis ‘Koruma Memuru’ Oldu”, Radikal, 8 Ekim 2013, s.9.
[243]
Alican Uludağ, “Kopyala-Yapıştır-Tutukla”, Cumhuriyet, 13 Eylül 2013, s.7.
[244]
Mesut Hasan Benli, “Geziciler İçin Özel Ekip Kuruldu”, Radikal, 13 Kasım 2013,
s.7.
[245]
Alican Uludağ, “Gezi’ye ‘Bölücü’ Yorum”, Cumhuriyet, 24 Ekim 2013, s.6.
[246]
Alican Uludağ, “Gezi’ye Dava Yağmuru”, Cumhuriyet, 17 Eylül 2013, s.6.
[247]
Mahmut Lıcalı, “Mağdur Benim”, Cumhuriyet, 10 Ekim 2013, s.9.
[248]
Cem Gurbetoğlu, “Emniyet: Muhabirinize Saldıranı Biz Bulamıyoruz, Siz Bulun!”,
Evrensel, 27 Aralık 2013, s.2.
[249]
Alican Uludağ, “Parti Faaliyeti Suç Oldu”, Cumhuriyet, 2 Ağustos 2013, s.6.
[250]
Aysun Yazıcı, “Gezi’nin Hâkimi Sordu: Parfüm Gibi mi Sıktılar”, Taraf, 2 Kasım
2013, s.9.
[251]
Ali Açar, “Dayanışma Sorgusu”, Cumhuriyet, 11 Ekim 2013, s.5.
[252]
“Savunma Meydanda”, Cumhuriyet, 13 Haziran 2013, s.9.
[253]
Hilal Köse, “Hak Aramak Yasak”, Cumhuriyet, 27 Eylül 2013, s.6.
[254]
Canan Coşkun, “Neden Katıldınız!”, Cumhuriyet, 24 Ekim 2013, s.6.
[255]
“Dayak Yedi Yetmedi Dava Açıldı”, Cumhuriyet, 21 Eylül 2013, s.7.
[256]
“Hapis İstendi: Tencere Tavaya İlk Dava”, Cumhuriyet, 21 Ağustos 2013, s.6.
[257]
“39 Gezi Direnişçisi Hakkında 11 Yıla Kadar Hapis İstemi”, Birgün, 6 Aralık
2013, s.9.
[258]
“Gezi’ye Darbe Davası Hazırlığı”, Taraf, 16 Aralık 2013, s.11.
[259]
Musa Kesler, “Kıyafetleri Usulsüz Kullanma Suçu!”, Milliyet, 11 Aralık 2013,
s.22.
[260]
“Camiye Sığınmak Suç!”, Cumhuriyet, 11 Aralık 2013, s.4.
[261]
Elif Örnek, “Palalı Saldırgan İddianamesi Katliamı ‘Karartan’ Savcıdan”, Sol,
17 Aralık 2013, s.6.
[262]
İsmail Saymaz, “Aileye Biber Gazı, Salona Silah!”, Radikal, 22 Kasım 2013, s.7.
[263]
“Kırmızı Fular da Örgüt Delili Oldu”, Cumhuriyet, 11 Ekim 2013, s.5.
[264]
Mehmet Çınar, “45 Çocuk ‘Gezi Sanığı’ Oldu”, Radikal, 10 Aralık 2013, s.11.
[265]
Salim Uzun, “Gezi İddianamesinde Korkunç İfadeler”, Hürriyet, 3 Aralık 2013…
http://www.hurriyet.com.tr/gundem/25266461.asp
[266]
“Kör Eden Polise İsyan Ettiren Ceza”, Cumhuriyet, 18 Eylül 2013, s.6.
[267]
Ozan Yayman, “Bir Gözdağı da İzmirli Gençlere”, Cumhuriyet, 29 Ağustos 2013,
s.6.
[268]
Ozan Yayman, “Hasan Ocak Fotoğrafı da Suç!”, Cumhuriyet, 24 Ekim 2013, s.6.
[269]
Orkun Özkaya, “Devlet Bir Çocuğun Peşine Düştü”, Evrensel, 20 Eylül 2013, s.7.
[270]
Özcan Özgür, “Biz de Oradaydık”, Cumhuriyet, 25 Ekim 2013, s.8.
[271]
İsmail Saymaz, “Her Kamerada ‘Sorun’ Var”, Radikal, 3 Kasım 2013, s.7.
[272]
“Kapsüldeki Kan Değilse Ne?”, Cumhuriyet, 5 Ekim 2013, s.5.
[273]
İsmail Saymaz, “… ‘Uyuyan Adam’lara Dava Açıldı”, Radikal, 19 Aralık 2013, s.6.
[274]
Ömer Şan, “32 Kişiye Soruşturma”, Cumhuriyet, 25 Ekim 2013, s.8.
[275]
Ünsal Yücel, “… ‘Tayyip Ç. Lise Arkadaşım’ Dedi Ama Soruşturmadan Kurtulamadı”,
Radikal, 1 Ocak 2014, s.10.
[276] S.
Çiftyürek, “Doğu Despotik İkliminde Putinizmin İslâm Versiyonu Başbakan
Erdoğan”, Newroz, Yıl:7, No:244, 25 Aralık 2013, s.2.
[277]
Emre Kongar, “Ezik Muhafazakârlar ve Paramiliter Oluşum”, Cumhuriyet, 28 Mayıs
2013, s.3.
[278]
“Ankara da Böyle İstiyor Allah da”, Cumhuriyet, 27 Haziran 2013, s.13.
[279]
İsmail Saymaz, “Artık Operasyonda Orman Yakmak Suç Değil”, Radikal, 19 Şubat
2013, s.7.
[280]
Gökçer Tahincioğlu, “Tunceli’deki Fişlemeyi ‘Herkes’ Biliyormuş!”, Milliyet, 20
Kasım 2012, s.19.
[281]
“Hozat’ta 10 Değil 100’lerce Fiş Var”, Cumhuriyet, 15 Şubat 2013, s.4.
[282]
“Mahallelere İhbar Kutusu”, Cumhuriyet, 29 Temmuz 2013, s.5.
[283]
İlhan Taşcı, “Big Brother Kıskanacak”, Cumhuriyet, 13 Ekim 2013, s.7.
[284]
Mustafa Çakır, “Dinleme İmparatorluğu!”, Cumhuriyet, 27 Ekim 2013, s.9.
[285]
“TOMA Müjdesi”, Cumhuriyet, 16 Kasım 2013, s.9.
[286]
Ayşe Sayın, “Gökçek’ten Katmerli Ödül”, Cumhuriyet, 21 Kasım 2013, s.7.
[287]
Mert Taşçılar, “Polisten Ev Ev Taciz”, Cumhuriyet, 13 Kasım 2013, s.7.
[288] “3
Bin 600 Polis Gaz ve Su Orantılıymış”, Cumhuriyet, 16 Nisan 2013, s.7.
[289]
Nurettin Kurt, “Bir Ankara Olayı İlker Ç.”, Hürriyet, 31 Aralık 2012, s.3.
[290]
Barış Yaman, “… ‘Artist’ Dayağı”, Cumhuriyet, 9 Ekim 2013, s.3.
[291]
“İmamın Sözleri Acıyı Katladı”, Cumhuriyet, 20 Mart 2013, s.3.
[292]
Alican Uludağ, “Afiş Asmak ‘Kabahat’…”, Cumhuriyet, 8 Nisan 2013, s.5.
[293]
“Belediye Saldırıya Uğrayan Heykellerin Yerini Değiştirdi”, Birgün, 22 Nisan
2013, s.3.
[294]
Abbas Güçlü, “En Temel İnsan Hakları (1)”, Milliyet, 10 Aralık 2013, s.21.
Yorumlar