EŞİTSİZLİK, SAVAŞ VE YIKIM TABLOSU “III. BÜYÜK BUNALIM”IN, “GENEL KRİZ”İN DÜNYASI BELİRSİZLİK-İKTİDARSIZLIK AĞINDA ULUSLA...
EŞİTSİZLİK, SAVAŞ VE YIKIM TABLOSU
“III. BÜYÜK BUNALIM”IN, “GENEL KRİZ”İN DÜNYASI
BELİRSİZLİK-İKTİDARSIZLIK AĞINDA ULUSLARARASI İLİŞKİLER
KUZEY KUTBU’NDAN UZAKDOĞU’NUN DOĞU ÇİN DENİZİ’NE
GERİLİM ODAĞI: KORE’NİN “GÜNEY”İ İLE “KUZEY”İ
JAPONYA İLE ÇİN
RUSYA’NIN SORU(N)LARI
“YENİ” PAYLAŞIM ODAĞI: UKRAYNA
YERKÜRE İSYANLARDA
“SIYRILIP GELEN(LER)”LE İSYAN ZORUNLUDUR![1]
TEMEL
DEMİRER
“Ölçülü olmak ölümcüldür.
Aşırılık kadar,
hiçbir şey başarılı olmaz.”[2]
Biliyorum; 30 Mart 2014 yerel seçimlerinin ortaya koyduğu
“yüzdeler”, “rakamlar” kimilerinin sükut-u hayale uğrattı!
Emma
Goldman’ın, “Oy vermek bir şeyleri değiştirseydi yasaklanırdı,” saptamasını
yıllardır telaffuz etmekteki ısrarımdan mı nedir; sükut-u
hayale uğrayanlarla ya da “yüzdeler”/ “rakamlar”la uğraşmak yerine “sıyrılıp
gelen(ler)”in işaret ettiğini önemseyip, altını ısrarla çizip, “Vurun ulan
vurun ben kolay ölmem” diyen gelenektenim…
“AKP ile karanlık kazandı” diyenlere sürdürülemez
kapitalizmle her şey zaten zifiriydi; bu pisliği zorunlusu olduğumuz isyan
temizler ve temizleyecek de…
Yeter ki, umutlarımız ve isyanımız Yalçın Ergündoğan’li, Zeynep Gambetti’li, Hasan Cemal’li Gülen’li zırvalardaki üzere,[3] CHP ve “Yetmez ama evet”çi liberallerin açmazlarıyla
sınırlanmayıp; ufkumuz onlarla karartılmadan Nevzat Çelik’in dizeler
haykırılsın:
“çok
olmadığımız kesin/ çok olan
tarafta değiliz/ çok olan
tarafta olmayacağız/ türkiye’de
kürt olacağız/ kürtlerde ermeni/
ermeniler de süryani/
gidip almanya’da türk olacağız/ hollanda’da surinamlı/ fransa’da cezayirli/ iran’da azeri/ amerika’da zifiri zenci olacağız/ çoğalan zencide mutlaka kızılderili/ israil’de Filistinli/
köpeğin karşısında kedi/ kedinin karşısında kuş olacağız/ kuşun karşısında börtü böcek/ hakemler hep karşı takımı tutacak/ ve biz hep yedi kişiyle tamamlayacağız maçı/
çiçeklerden kamelya olacağız/ az kolumuzun tarafında/ solda
olacağız/ bu itirazın ilk şartı/
solda da az olacağız/ devrimi çoğaltırken çünkü/ bir başka devrime hızla azalacağız/ bu da itirazın ikinci şartı!”
Evet, evet tam da böyle olacak…
Siz bakmayın 2500 siyaset ve iş insanını bir araya
getiren Dünya Ekonomik Forumu’nun, “Krizde en kötü dönem geride kaldı”
vurgusuyla, “Ekonomide çöküş ihtimalinin geride kaldığı ancak aynı yolda devam
etmek gerektiği mesajı vermesine…
Ya da ‘Bilecik
Şeyh Edebali Üniversitesi’ndeki Yardımcı Doç. Dr. Hüseyin Yılmaz’in,
“İstikrarlı ve çalışkan Çinlilerin, kapitalizmin yetiştirdiği agresif ve hırslı
Batı toplumlarından farklı olması, krizlerin oluşmasında tampon görevi
görecektir,” diyen zırvasına!
Sürdürülemez
kapitalizmin eşitsizlik, savaş ve yıkım tablosundaki egemen figür
istikrarsızlıkla karakterize olan krizdir.
EŞİTSİZLİK, SAVAŞ VE YIKIM TABLOSU
Kimse inkâr
edemez!
Sürdürülemez
kapitalist krizin devreye soktuğu “Büyük Durgunluk”un yedinci senesinde küresel
eşitsizlik giderek derinleşiyor…
Veriler, en
üst yüzde 1’lik gelire sahip ultrazenginlerin, 1980-2010 arasında gelirlerini
ABD, Kanada ve Avustralya’da yüzde 60-70; İtalya’da yüzde 40; bir zamanların
sosyal refah devletleri olarak anılan İskandinav ülkelerinde ise en az yüzde 50
oranında artırdığını belgeliyor. Gelir dağılımındaki bozulmanın nedenlerini
açıklayan önemli olguların başında ulus-ötesi şirketlerin otuz yılda elde
ettikleri baş döndürücü servet birikimi yatmakta. İmalat sanayinde faaliyet
gösteren 1.318 adet en güçlü ulusötesi şirketin iştirakleri ve ortaklıkları ile
birlikte imalat sanayi sektöründeki küresel gelirin yüzde 60’ını elde ettiği
biliniyor. Bu resme küresel finans “oyuncularını” da eklediğimizde,
servetlerdeki yoğunlaşmanın boyutları daha da netleşiyor: 2010 yılında sadece
altı bankanın -Bank of America, JP Morgan Chase, Citigroup, Wells Fargo,
Goldman Sachs and Morgan Stanley- küresel finans sektörünün yüzde 60’ını
kontrol ettiği görülüyor.[4]
Küresel
anlamda gelirlerin yoğunlaşması ve bozulması 1980’lerden bu yana ivmelenmiş.
Söz konusu dönem küresel kapitalizmin merkezlerinde kârlılığın gerilemesi ve
üretkenlik kazanımlarının yavaşlaması ile betimlenmekte…
Facundo
Alvaredo, Anthony B. Atkinson, Thomas Piketty ve Emmanuel Saez’in hazırladığı
rapor, Kuzey ülkeleri arasında gelir dağılımı eşitsizliği bakımından ilk sırada
gelen ülkenin ABD olduğunu ortaya koyarken; 1970’den 2013’e ülkedeki en yüksek
geliri kazanan yüzde 1’lik grubun şu andaki gelir dağılımından yaklaşık yüzde
20’lik bir pay aldığını ortaya çıkardı.
ABD’de
1980’lerden bu yana hane halklarının milli gelire oran olarak toplam borçları
yüzde 70’lerden başlayarak iki misline ulaşmış. Aynı dönemde en üst gelire
sahip yüzde 5’lik kesimin toplam milli gelirden almakta olduğu payın da yüzde
22’den yüzde 34’e değin yükselmiş olduğu gözleniyor.[5]
Gelir dağılımındaki bozulma, finansallaşma ve borçlanma bir sarmal gibi birbirini
besleyip, 2008 küresel krizinin önkoşullarını hazırlayarak bugünlere ulaşmış.
Finansallaşma kapitalizmin kaçınılmaz krizlerini erteleyebilmek için
geliştirilen en önemli araçlardan birisi. Diğerleri ise sosyal dışlanma,
şiddet, çatışma ve demokratik kazanımların geriletilmesi…
‘Uluslararası
Para Fonu’ (IMF) raporunda ülkeleri gelir dağılımında artan adaletsizliği karşı
uyararak, birçok Kuzey ve Güney ülkelerinde ekonominin artan gelir
adaletsizliğiyle karşı karşıya olduğunu vurguladı.
‘The Wall
Street Journal’daki haberde IMF Başkanı Christine Lagarde, toplumsal
huzursuzlukların nedenlerinden birinin de gelir adaletsizliği olduğunun altını
çizerek, gelir eşitsizliğinin “dışlanma ve yeteneklerin harcanması” gibi
tehditler arz ettiğine dikkat çekiliyordu.
Ayrıca IMF
Birinci Başkan Yardımcısı David Lipton, “Gelir dağılımının durumunu zenginliğin
dağılımıyla karşılaştırırsak, zenginliğin çok daha eşitsiz dağıldığını
görebiliriz,” derken; benzer şekilde Oxfam’ın bir araştırması da “Dünyanın en
zengin 85 kişisinin, dünya nüfusunun en yoksul yarısına eşit zenginliğe sahip
olduğu”nu açıklıyordu.
Bu felaket
tablosunda ‘Save the Children’, her yıl 1 milyon bebeğin, doğduğu ilk gün
hayatlarını kaybettiğine dikkat çekiyor!
‘Deutsche
Welle Radyosu’nun, ‘Avrupa’nın Artık Etleri Afrikalıların Tabaklarında’
başlıklı haberinde, Avrupalılar daha sağlıklı olduğu için göğüs, but gibi
kısımları tüketirken, sakatat, kanat ve boğaz gibi daha az tüketilen ve sağlık
açısından çok da iyi olmayan kısımlar Afrika’ya ihraç edildiğinin altı çiziyor!
Büyüyen
açlığın orta yerinde savaş(lar) ve yıkım(lar) tam gaz sürerken; dünyada bir
yılda kaç cinayet işleniyor dersiniz? 524.000. Bir önceki yıla göre 40 bin
artmış…
2008-2013
döneminde “barış endeksi”nin ibresi “savaş endeksi”ne kaymış. Aynı dönem,
barışa yaklaşan ülke sayısında azalma var, bu ülkelerin sayısı 48’e düşmüş.
Barış endeksinden uzaklaşan ülke sayısı 84’ten 110’a çıkmış…
Birbirini
yiyip öldürüp bitiren bir dünya var karşımızda...
Mesela her 100
bin kişi başına düşen cinayet sayısı, 2008’de 6.7 iken, 2013’te 10.9’e
yükselmiş…
100 bin kişiye
düşen mahkûm sayısı 160’a yükselmiş…
İç
çatışmalarda ölenlerin sayısı 5 kat artmış. 2008’de 38 binden, 2013’e 180 bine
dayanmış. Yıl başına ortalama 50 binden fazla…
2012 yılında
şiddetin dünyaya maliyeti, 9.46 trilyon dolar! Bir önceki yıl 8.12 trilyon
dolardı!
Sadece 2008’de
Irak’ta iç savaşta ölenlerin sayısı 10.050 kişi. Sadece Suriye’de 2012’de
72.900 kişi öldürüldü.
Irak’ta yılda
kaç kişi öldürülüyor bilginiz var mı? Sadece 2013’te 8000’den fazla sivil
insan! Yaralıları saymıyoruz...
Sürdürülemez
kapitalizmin ölüm ve yıkım makinesi tam istim çalışırken; dünyanın en büyük 10
silah ve savunma sanayi şirketinin piyasa değeri fırlayıveriyor!
Suriye’nin
ardından Mısır’ın da karışması, silah şirketlerinin hisselerini yeniden
hareketlendirdi. Kriz nedeniyle pek çok ülkenin savunma harcamalarını azaltması
sonrası kârları zayıflayan silah ve savunma sistemleri üreten firmaların
hisseleri, Libya’ya askeri müdahale sonrasında tavan yapmıştı.
Hisseleri en
fazla yükselen şirket ABD’li Raytheon olurken; piyasa değerini en fazla artıran
şirket de United Technologies oldu. Dünyanın en büyük savunma şirketi ABD’li
Lockheed Martin Corporation’ın hisseleri Mısır’da gösterilerin başladığı 1
Temmuz’dan bu yana yüzde 14.8’e yakın yükseldi.
Yine ABD’li
Boeing’in hisseleri temmuz başından bu yana yüzde 2 artışla 105.33 dolara
çıktı. Şirketin piyasa değeri de 1.5 milyar dolarlık artışla 79.5 milyar dolara
yükseldi.
İngiliz BAE
Systems PLC’nin hisseleri yüzde 10.69 artış yaşarken; piyasa değeri 14.2 milyon
pounda ulaştı (21.9 milyon dolar). Şirketin 1 Temmuz’dan beri kazancı 1.374
milyon pound, yani 2.1 milyon dolar oldu.
SİLAH SEKTÖRÜNDE KİM NE KADAR DEĞER
KAZANDI?[6]
|
Raytheon’un
hisseleri yüzde 16.5 arttı. Piyasa değeri ise 3.5 milyar dolar yükselerek
24.8 milyar dolara çıktı.
|
General
Dynamics’in hisseleri yüzde 10 artarak 87 dolara dayandı.
|
Northrop
Grumman hisse değerini yüzde 14.6 yükseltirken; piyasa değerini 2.8 milyar
dolar artışla 22 milyar dolara ulaştırdı.
|
Hollanda
merkezli EADS’ın hisse değeri yüzde 11.5 yükseldi. Şirket piyasa değerini 3.9
milyar Avro, yani 5.1 milyar dolar artırdı.
|
İtalyan
Finmeccanica’nın hisse senetleri yüzde 9, piyasa değeri de 197 milyon Avro
(262 milyon dolar) yükseldi.
|
ABD’li
United Technologies’in hisseleri yüzde 11, piyasa değeri de yaklaşık 10
milyar dolar artış gösterdi.
|
ABD’li
L-3 Communications’ın ise hisseleri yüzde 7; piyasa değeri 550 milyon dolar
arttı.
|
GÜVENLİK SEKTÖRÜNDE 5 BÜYÜK ŞİRKET[7]
|
|
AEGIS
Defence
|
Daha
önce Papua Yeni Gine’ye paralı asker göndermekle suçlanan Tim Spencer
tarafından 2002 yılında kurulan İngiliz şirketi. Bağdat ve çevresinde görev
yapıyor.
|
DYNCORP
International LLC
|
25
bin çalışanı olan esas uzmanlık alanı kişilerin korunması, asker ve polislerin
eğitilmesi, lojistik destek olan bir ABD Şirketi. Afganistan, Irak ve
Kolombiya’da çalışma yürütüyor.
|
ACADEMI
|
Irak’taki
katliamları sonucu adını önce Xe Services LLC olarak değiştirdi. Sonra
Academi adını alan şirketin 20 bin çalışanı var.
|
TRIPLE
Canopy Inc
|
2003
yılında kurulan ABD şirketinin 5 bin çalışanı var. Irak ve Ürdün’deki
operasyonlarda yer alıyor.
|
REFLEXIVE
Responses (R2)
|
Michael
Roumi tarafından yönetilen şirkette Blackwater’ın eski ortaklarından Eric
Prince de yer alıyor. Abu Dabi ve Suudi Arabistan’da olası isyan ve kitle
eylemlerine müdahale etmek amacıyla 800 paralı askerin yer aldığı bir birlik
oluşturdu. Şirketin 580 çalışanı olduğu tahmin ediliyor.
|
V. İ. Lenin’in, “Silahsızlanma, sosyalizmin
amacıdır”; Fidel Castro’nun, “Soygun felsefesine son verirseniz, savaş
felsefesi de ortadan kalkar,” uyarılarının altını çizerek ilerlersek…
Evet,
“barışçı” İsveç Hükümeti, aralarında Suudi Arabistan, Bahreyn, Birleşik Arap
Emirlikleri ve Umman’ın da bulunduğu ülkeleri silahlandırmayı sürüyor. 26 Şubat
2014’de kamuoyuna açıklanan istatistikler İsveç’in 2013 yılındaki silah satışının
2012 yılına kıyasla yüzde 22 oranında artarak 11.9 milyar krona yükseldiğini
gösteriyorken; ‘Save The Children’ın, “Ateş Altındaki Çocukluk: Suriye’de İki
Yıllık Çatışmanın Etkisi” başlıklı raporunda, 2 milyon çocuğun yardıma muhtaç
olduğu, çocukların eline silah verildiği, hamal, muhafız, muhbir olarak
kullanıldıkları, 8 yaşındakilerin bile insan kalkanı yapıldığı belirtildi.
1991 yılında
Körfez Savaşı’nda 150.000 insan ölmüş ve 75.000 insan da yaralanmıştı. Körfez
Savaşı ve Irak işgali sürecinde 12 yılda 5 yaşın altında tam 500.000 çocuk
öldü! Bugün hâlâ savaşın yarattığı koşullar nedeniyle her gün 250 insan
yaşamını yitiriyor. Savaş sırasında 8 milyon varil ham petrol Basra Körfezi’ne
yayıldı ve 30.000 deniz kuşu yok oldu. Mezopotamya da 15.000 km2
sulak alan yok edildi. Irak işgalinde 2.000.000 insan öldü, 5.000.000 çocuk
yetim, 1.000.000 kadın ise dul kaldı. 6.000.000 insan da göç etmek zorunda
kaldı. Libya işgalinde 50.000 insan ölürken en az 25.000’i de yaralandı.
UNICEF
verilerine göre Latin Amerika’dan Afrika’ya kadar 25’ten fazla ülkede 18 yaşın
altında 300 binden fazla çocuk asker bulunuyor. Bu çocuk askerlerin yüzde 40’ı
kız çocuklarından ve genç kızlardan oluşuyor. Kızların büyük kısmı da seks
kölesi olarak kullanılıyor.
‘Fransa ve
Batı Afrika Ülkeleri Ekonomik Topluluğu’ üyesi ülkeler tarafından işgal edilen
Mali’deki siyasi ve askeri krizin, ülke genelinde yaklaşık 700 bin çocuğun
eğitimini etkilediği bildirildi.
BM Çocuklara
Yardım Fonu UNICEF, 15.5 milyon nüfuslu ülkede yaklaşık 700 bin çocuğun krizden
etkilendiğini belirtti.
UNICEF, bu
çocuklardan 200 bin kadarının okula gidemediğini, Ocak 2012’den bu yana ülkenin
kuzeyindeki 115 okulun kapalı, yağmalanmış ya da yıkılmış olduğunu, bazılarında
ise patlamamış bombaların bulunduğunu vurguladı.
‘Küresel
Kölecilik Endeksi’ne göre, dünya çapında yaklaşık 30 milyon insan köle
koşullarında yaşıyorken; ‘Walk Free Foundation/ Özgür Yürü Vakfı’nın hazırladığı
kölecilik endeksine göre, Türkiye’de de 110 ile 130 bin arasında kişi köle
durumundayken; AB’de 880 bin kişinin “köle” olduğu veya “6 bin köle olabilir”
denilen İngiltere’nin Londra’sında üç kadının 30 yıl bir evde “köle” olarak
zorla tutulduğu ortaya çıktı!
İşte
sürdürülemez kapitalizmin çocukları katleden; insan(lar)ı köleleştiren dünyası!
“III. BÜYÜK BUNALIM”IN, “GENEL KRİZ”İN
DÜNYASI
IMF Başkanı
Christine Lagarde’ın, Avrupa ve ABD’de yaşanan sorunlar çözülemezse bunun
dünyada büyük bir krize yol açacağına dikkat çektiği; Bertell Olman’ın, “Bu
krizden çıkış çok zor!” notunu düştüğü tabloda daha uzun yıllar sonra ermeyecek
bir “dünya ekonomik krizi” yaşıyoruz. Kriz, iplerini koparmış bir boğa gibi
ülkeden-ülkeye, bölgeden-bölgeye yayılıyorken; küresel kapitalizmin 1970’lerden
bu yana yapısal bir kriz içinde süründüğü, bu krizi mali genişlemeyle, balonlar
şişirerek öteleme kapasitesini de artık yitirdiği herkesin malumu…[8]
1970’lerin
başından bu yana ötelenen “aşırı birikim”, “fazla kapasite” sorunu birden
görünür oluyordu. ABD bir imparatorluk projesine başlar, Afganistan ve Irak’ı
işgale hazırlanırken 1929 Büyük Bunalımı anımsanıyordu.
Ancak “tren”
yavaşlayamıyor. Kredi balonu patlıyor, mali kriz ve “büyük durgunluk”
başlıyordu. Kurtarma paketleri, sonra niceliksel genişleme derken mali sermaye,
durgunlukla boğuşan merkez ülkelerden çevreye gidiyor. Çevrede koşullar yeniden
bozulmaya başlayınca sermaye yeniden merkeze dönmeye çalışıyor. Ama merkezde
durum parlak değil. Devletlerin mali krizi söz konusu, yeni bir köpük şişirmek
olanaklı değil. Sanırım mali sermaye için artık “kaçacak” yer kalmadı... 2014
çok tehlikeli bir yıldı…[9]
2014’ün büyük
durgunluk koşulları altında, yavaş ve durağan büyüme hızları, gerileyen ücret
gelirleri, yüksek işsizlik oranları ve isyanlarla/ çatışmalarla geçeceği
herkesin malûmu…
Evet, artık
“büyük durgunluk/ great recession” kavramıyla da betimlenen küresel kriz,
2007’de önce ABD konut piyasasında bir “finansal çalkantı” olarak gözlendi;
hızla tüm yerküreye yayıldı, 2008 sonunda küresel ticaret ve sermaye
akımlarının tahrip edilmesiyle birlikte şiddetlendi. 2010 ve sonrası ise
küresel ekonominin farklı coğrafyalarında, farklı biçimlerde etkisini
göstermeye başladı: AB ekonomilerinde kamu maliye ve borç krizi; Uzak Asya ve kalkınmakta
olan piyasa ekonomilerinde yavaşlama, durgunluk ve artan işsizlik yanında
Ortadoğu, Uzakdoğu ve Kuzey Afrika’da artan şiddet ve toplumsal çatışma olarak
karşımıza dikildi.
Ayrıca bugün için “Avrupa Kaynıyor” başlığı
yeterli olsa da “Avrupa Yanıyor” başlığını kullanacağımız zaman çok uzakta
değil.
Merkezden
çevreye giden mali dalganın kaldırdığı kayıklar, bu dalga çekilirken karaya
oturma riskiyle karşı karşıya. Market Watch’a göre “bir mükemmel fırtına
yaklaşıyor”![10]
Özetle
sürdürülemez kapitalizm, tarihinin garip bir noktasında! Geleceğ(in)e ilişkin
belirsizlik, kaygı, kuşku egemenken; ‘The Financial Times’dan Samuel Brittan’ın
“eşitsizlik kavramını ekonomi lügatinden kovun” çağrısı da boşuna değil.
Kolay mı?
Küreselleşme, emeğe yönelik büyük saldırı demek!
UNCTAD’ın
yayımladığı ‘Ticaret ve Gelişme Raporu’nun 14. sayfasındaki (1.4 No’lu) grafiğe
baktığınızda, dünya ekonomisinin çıktısı içinde emeğin aldığı payın 1980’de
yüzde 63’ten 2011’de yüzde 54’e gerilediğini görürüz.
UNDP’nin 2010
yılında yayımladığı Rodriguez ve Jayadev imzalı, “Emeğin Gerileyen Payına
İlişkin Bir Araştırma”nın 27. sayfasında emeğin payının 1960-70 döneminde
arttığını, 1970’ten sonra gerilemeye başladığını, gerilemenin 1980’den sonra
hızlanarak mali krizle birlikte adeta bir çöküşe dönüştüğünü gösteriyor.
Bu madalyonun
öbür yüzüne ilişkin verileri de Credit Suisse’in açıkladığı servet raporunda
görmek olanaklı. Rapora göre dünya nüfusu içindeki yetişkinlerin yüzde
68.7’sinin (3.2 milyar insan) yıllık geliri 10 bin doların altında. Bu yüzde
68.7, 241 trilyon dolara ulaşan global toplam hane halkı gelirlerinin ancak
yüzde 3’ünü edinebiliyor. Buna karşılık yetişkinlerin binde 7’sini oluşturan,
yıllık geliri 1 milyon doların üzerinde 32 milyon kişi, 98 triyon dolarla
toplam hane halkı gelirinin yüzde 41’ine ulaşabiliyor. Yıllık geliri 100 bin
dolar - 1 milyon dolar aralığında olan 361 milyon kişi yetişkin nüfusunun yüzde
7.7’sini oluşturuyor ve toplam gelirin yüzde 42.3’üne ulaşıyor. Kısacası, dünya
yetişkin nüfusunun yüzde 8.4’ünün, toplam hane halkı gelirinin yüzde 80’ini
edindiğini görüyoruz.
Bu müstehcen
adaletsizliği yansıtan verilerden başka sonuçlar çıkartmak da olanaklı. Hane
halkının toplam geliri 2012 yılında 241 trilyon olmuş. Bu büyüklüğü, yüzde
80’ini kimin aldığını unutmadan, mali piyasaların 800 trilyona ulaşan hacminin
(borç köpüğü) karşısına koyduğumuzda, bu mali krizden kimin sorumlu olduğunu,
yüzde 8.4’ün yükü yüzde 90’ın üzerine yıkmaya çalıştığını görebiliriz. Boşuna
mı yüzde 99 yüzde 1’e karşı ayakta... [11]
Küreselleşmenin
geleceğini ve iflas etmiş bir modeli tartışırken; ekonomik kriz içinde
hükümetlerin mali sermayeyle yaptığı “anlaşma”nın, Dr. Faust’un Mefistofeles
ile yaptığı anlaşmayı anımsattığı da unutulmamalı!
‘The
Guardian’dan Seumus Milne’in işaret ettiği gibi, İngiltere hükümeti, mali
sermaye ne diyorsa yaparken; ‘The Financial Times’dan Martin Wolf da, ‘Kemer
Sıkma Politikalarının Üzücü Bilançosu’ başlıklı yorumunda, “On milyonlarca
insan gereksizce sıkıntı çekiyor” diyordu.
Wolf, Avrupa
kemer sıkma politikalarının, “nispi maliyetleri yeniden düzenlemek, emek
piyasalarındaki reformları gerçekleştirmek için, gaddarca da olsa tek yol
olduğunu” kabul ediyor ama bunun borç krizini aşmaya yetmediğini vurguluyordu.[12]
İşte bu
noktada da insan(lık)ın karşısına krizin acılı yıkım tablosu dikiliyor!
i) Avrupa’da
kemer sıkma önlemlerine rağmen kamu borçları rekor düzeye ulaştı. Bölgenin borç
yükü ortalaması yüzde 90’a, bütçe açığı ise yüzde 5’e yaklaştı. Oysa Maastrich
kriterlerine göre, AB üyesi olmak için borcun GSYH’ye oranının yüzde 60’ı,
bütçe açığının ise yüzde 3’ü geçmemesi gerekiyor![13]
ii) Portekiz
hükümeti, 2014 bütçesinde 3 milyar 900 milyon Avro’luk tasarruf öngörürken
memurların ve emeklilerin maaşlarında yine kesinti yaptı![14]
iii) Yunanistan,
30 bin memuru işten çıkarıyor. İşten çıkarılacak memurlar listesinde isimlerini
gören binlerce kişi sokaklara döküldü, çok sayıda kamu binası işgal edildi![15]
Yunanistan’da
parlamento binlerce kamu çalışanının işten çıkarılmasına ilişkin tasarıyı onayladı![16]
iv) Bir yandan
borç sorunuyla, diğer yandan durgunluk ve işsizlikle mücadele eden Avrupa’da
kriz giderek derinleşiyor. İspanya’daki kriz, gıda sektöründe tüketimi düşürdü![17]
v) Fransa’nın
da “kemer sıkmaya” gitme gereği giderek daha fazla konuşulur, tartışılır hâle
gelmeye başladı… Krizle kamu gelirleri azaldı, harcamalar hemen kısılamadığı
için borç stokları hızla arttı. Kamu harcamalarının 2017’de yüzde 53’e
düşürülmesi planı var![18]
vi) Avrupa’yı
baştanbaşa saran ve özelikle Yunanistan, İspanya gibi ülkeleri derinden sarsan
ekonomik kriz, Avrupa’nın nüfus yapısını değiştiriyor…[19]
Ekonomik kriz
sonucu İspanya’yı terk eden yerli ve yabancı sayısında patlama yaşanıyor.
İspanya İstatistik Kurumu (INE), 2012 yılının ilk dokuz ayında 420 bin kişinin
ülkeden ayrıldığını açıkladı![20]
vii) ‘Bank of
America’, 3000 kişiyi işten çıkartacak![21]
‘Der
Sonntag’ın haberine göre düşen kârları telafi etmek için İsviçreli UBS bankası
3 bin ila 5 bin, Credit Suisse ise bin ila 2 bin arasında çalışanını işten çıkarak.
Habere göre UBS, 900 çalışanını bilgi teknolojileri biriminden diğer 2 bin ile
4 bin çalışanını ise yatırım bankacılığı ve diğer bankacılık faaliyetleri
birimlerinden çıkarmayı planlıyor![22]
Dünyanın
ikinci büyük ağır vasıta devi İsveçli Volvo Group, “net kâr kaybı”ndan dolayı 2
bin iş biriminin ortadan kaldıracaklarını açıkladı![23]
viii) Avro
bölgesinde işsizlik oranı 2013 mart’ında yüzde 12.1’e çıkarak yeni rekorunu
kırdı. Avro ülkelerinde işsizler ordusuna bir ayda 62 bin kişi daha eklendi.
Bölgede işsiz sayısı 19.2 milyon kişi ile 1995’ten bu yana en yüksek seviyeye
ulaştı. Genç işsizlik yüzde 24’e kadar çıktı![24]
Avrupa’nın
üçüncü büyük ekonomisi İtalya’da, genç işsizlik oranı yüzde 40’ı aştı![25]
ix) İtalya’da
işsiz kaldıktan sonra girdiği depresyon sonucu intihar eden 28 yaşındaki Fausto
Genovese tedavi gördüğü hastanede hayatını kaybetti. Bir mühendislik firmasında
çalışan Fausto Genovese işten kovulduktan sonra 5 ay boyunca işsiz kaldı. Bu
süreç sonunda bunalıma giren genç adam, 21 Aralık 2013’de intihar etti! Ekonomik
kriz İtalya’da birçok vatandaşı zorluyor. Benzer şekilde Fausto Genovese’nin
kendini ateşe vermesinden birkaç gün sonra ekonomik sıkıntıları sebebiyle 51
yaşındaki bir adam da Vatikan’da kendini yakarak intihar etmişti![26]
x) Avrupa
tasarrufa gidiyor... Ekonomik krizdeki Yunanistan yılda 3 bin kişinin tedavi
gördüğü akıl hastanelerini kapatıyor… Almanya’da da elektrik kullanımını
azaltmak isteyen bir belediye sokak lambalarını söndürüp el fenerini önerdi![27]
xi) Krizin
etkisi hissediliyor: Gelişmiş dokuz ülke ve en hızlı gelişen üç ülke tüketicisi
ekonomik kaygı içinde. Özellikle İspanya ve Fransa’da kaygılar giderek arttı.
İspanya’da kaygılı tüketici oranı 2011’de yüzde 77’den 2013’te yüzde 84’e
çıkarken Fransa’da yüzde 55’ten 2013’te yüzde 67’ye yükseldi. 2010’da kaygılı
tüketici oranı yüzde 48 olan İtalya’da ise söz konusu oran yüzde 71 olarak
görüldü![28]
Finans
çalışanları iş kaybı stresinden dolayı hastalanıyor. ‘UNI Küresel Finans
Birliği’nin 2013 araştırmasına göre finans sektörüne yönelik küresel bir
araştırma, bu alanda çalışan kişilerin yeni düzenlemeler ve yeniden yapılanma
stresi nedeniyle sağlıksız hâle geldiğine işaret etti![29]
Yaklaşık yüzde
70’i gelecek kaygısı taşıyan ve emekliliklerindeki finansal durumlarından
endişeli olan Japonların kaygıları mutluluklarını da etkiliyor. Japonların
yalnız yüzde 36’sı mutlu olduğunu söylüyor![30]
xii) Mali
sorunlar nedeniyle sıklıkla grevlere sahne olan Yunanistan’da ekonomik krizin
“gizli kurbanı” hapishaneler oldu. Avrupa Konseyi’nin 2013 mayıs’ında
yayımladığı yıllık rapor, AB’deki en kalabalık hapishanelerin, gardiyan sayısı
yetersiz kalan ve boş yer sıkıntısı yaşanan Yunanistan’da olduğunu gösterdi.
Rapora göre Atina’dakiler dahil hapishanelerdeki mahkûm sayısı 2013 yılında
rekor seviyeye ulaştı. Hapishanelerin çoğu kapasitelerinin 2, hatta 3 katı dolu
olduğundan yeni gelen yüzlerce tutuklu mahkemeye çıkana kadar saatlerce veya
günlerce polis gözetimindeki hücrelerde kötü şartlar altında tutuluyor.
Hapishane Çalışanları Federasyonu Başkanı Spyros Karakitsos sistemin çökmekte
olduğu uyarısı yaptı. 2013 Eylül rakamları 12 bin 479 mahkûmun 8224 koğuşa
“tıkıştırıldığını” ortaya koydu![31]
Yunanistan’da
hapisten kaçan mahkûm, krizden kırılan ülkeyi görünce 20 saat sonra döndü…
Cinayet suçundan müebbet hapse mahkûm edilen 48 yaşındaki mahkûm, 16 yıldır
tutuklu bulunduğu Volos’taki Kassavetias cezaevinden 21 Ağustos 2013’de firar
etti. Cezaevinde yapılan gece sayımında firar ettiği anlaşılınca polisin arama
çalışmaları başlattığı mahkûm, 20 saat sonra geri dönüp teslim oldu![32]
xiii) Ekonomik
kriz nedeniyle kredi borcunun ödeyemeyen İspanya halkının evlerine el
konulması, ülkede yeni bir sorun doğurdu: Konut stoku fazlası! Bu stoku
eritmeyi ve inşaat sektörünü yeniden canlandırabilmeyi hedefleyen hükümet,
İspanya’da 160 bin Avronun üzerinde değere sahip ev alan yabancıya oturma izni
verilmesini öngören bir yasa çıkartıyor![33]
İspanya
borçlarını ödemek için her şeyini satıyor… 19 Aralık 2013 tarihli ‘Le Monde
Gazetesi’nde İspanya’nın havalimanlarını, hastanelerini, bankalarını, tarihi
binalarını ve hatta gökdelenlerini satılığa çıkardığını yazdı![34]
Avro
Bölgesi’nde yaşanan borç krizinden en çok etkilenen ülkeler İspanya ve
Yunanistan, AB vatandaşı olmayanların da bu ülkelerden ev alması hâlinde oturma
izni veriliyor![35]
xiv)
İspanya’nın yaşadığı ekonomik kriz toplumun her kesimini etkilerken,
kültür-sanat etkinlikleri de büyük ölçüde kesintiye uğradı. Kültürel
hizmetlerden alınan verginin yüzde 8’den yüzde 21’e çıkartılmasının ardından,
2013 devlet bütçesinde kültür-sanat etkinliklerinde ortalama olarak yüzde
30’luk bir kesinti yapıldı. 52 resmi kütüphanenin bütçesi yüzde 60
azaltılırken, 2013’de yeni kitap alımında yardım yapılmayacağı açıklandı.
Madrid’deki müzeler de kemer sıkmak zorunda kalırken, Prado Müzesi yüzde 30,
Reina Sofia Müzesi yüzde 25, Thyssen Müzesi yüzde 33’lük kesinti yaptı![36]
BELİRSİZLİK-İKTİDARSIZLIK AĞINDA ULUSLARARASI
İLİŞKİLER
Eski dünya
düzeni öldü ama öldüğünü bilmiyor. Yapısal kriz, mali genişleme (küreselleşme)
hegemonyacılığın son baharıydı. Mali kriz, bir hegemonya boşluğu ortamında yeni
olasılıkları zorlamaya başladı. Dün dünle beraber gidiyor ama bugünün
getirmekte oldukları henüz belirsizken; sürdürülemez kapitalizmin ekonomik
çürümesi kaçınılmaz olarak siyasete, uluslararası ilişkilere de yansıyor.
George Soros’a
göre, “Dünyada aşılamayan siyasi krizlerin sayısı gittikçe artıyor. Bu küresel
yönetişimin bozulduğunu gösteriyor”... “Böylece bir iktidar boşluğu oluşuyor.”[37]
Şanghay
İşbirliği Örgütü Genel Sekreteri Büyükelçi Zhang Deguang, “Dünya artık çok
kutuplu,” notunu düşerken; Ergin Yıldızoğlu’nun ifadesiyle, “Artık ABD ve
Batı’nın tek başına olayları belirleme kapasitesi yok. ‘Tek kutuplu dönem
geride kaldı’. Batı liderliği bu yeni koşullara adapte olmakta büyük zorluk
çekiyor. Bu tabloda ‘iktidarsızlık’ çok belirginleşti. Rusya’nın Kırım’ı ilhak
etmesi, bir başlangıç değil başlamış olan belirsizliğin, iktidarsızlığın
sonuçlarından biri.”
“ABD ve
Avrupa’nın bir hesap hatası, Rus ordusunun Kırım’a girmeye başlamasına neden
oldu. Birçok yorumcu Asya’da Japonya ile Çin’in küçücük bir ada için bir savaşa
doğru ilerlediğini düşünüyor. Çok yönlü, karmaşık ittifaklar, rekabet kaygıları
içinde büyük güçlerin manevra alanları giderek daralıyor.”
Ve en önemlisi
ABD-Rusya ilişkilerinin eski uyumlu günlerine geri dönmesi artık mümkün
gözükmüyor.
KUZEY KUTBU’NDAN UZAKDOĞU’NUN DOĞU ÇİN
DENİZİ’NE
Bunun birçok
alâmeti var; mesela…
“Küresel
ısınma ile özellikle Kuzey Kutbu’nda insan kullanımına açılan alanlar hükümranlık
tartışmasını da başlattı. ABD, Kanada, Rusya ve diğer kuzey ülkeleri yeni
tarım, enerji ve maden alanları kazanmanın sevincini yaşıyor. Ancak bu heves
yeni rekabetleri de birlikte getiriyor”ken; Rusya, derinliklerinde 10 milyar ton petrol ve gaz rezervi
bulunduğu sanılan Kuzey Kutbu’nu fethe çıkıp, “Soğuk Savaş” rüzgârlarını
okyanus tabanına taşıdı. Rus bilim adamları, 2 Ağustos 2008’de iki mini
denizaltı ile Kuzey Kutbu’nda okyanus tabanının 4 kilometre dibine inip
Rus bayrağı dikiverdi. Amaç 1.2 milyon kilometrekareye yayılan Lomonosov
Sıradağları’nın deniz yatağından Sibirya anakarasına bağlı olduğunu ispattı.
27 Mart 2009
tarihinde ‘Rus Ulusal Güvenlik Konseyi’, ABD, Danimarka, Kanada ve Norveç’in de
hak iddia ettiği bölgeye 2020’de üs kurulacağını ve üsse “askeri güvenliği
sağlayacak” birlikler konuşlandırılacağını ilan etti.
Bununla
beraber dünya petrol ve doğalgaz rezervlerinin yüzde 20’sinin yer aldığı
kutuplarda hiç toprağı olmayan Çin’in de harekete geçmesi ABD, Rusya ve diğer
Avrupa ülkelerini alarma geçirdi.
Ayrıca Kuzey
Kutbu için paylaşım savaşına tutuşan Rusya ve ABD’den geri kalmayan Kanada,
egemenlik iddiasını güçlendirmek için Arktik Ordusu’nu kurmak dahil bir dizi
adımı ardı ardına atıyor. Savunma Bakanı Peter MacKay, ülkenin en kuzeydeki
eyaleti Northwest Territories’in başkenti Yellowknife’da törenle Arktik askeri
birliğini resmen hizmete soktu. MacKay, 60 askerle kurulan Yellowknife İhtiyat
Birliği’nin 2019’a kadar gerek asker gerek teknik açıdan tam tekmil hâle
geleceği vurgusuyla, “Birlik, bölgede görev yapan Canadian Rangers ve Kanada
Ordusunun bir parçası olarak, ülkemizin egemenliği ve hükümranlığı adına görev
yapacaktır” diyerek, Savunma Stratejisi kapsamında bölgedeki tüm birliklerin
günün şartlarına ve son teknolojiye göre yenileneceğini kaydetti.
Kuzey
Kutbu’nun paylaşımı yanında bir de Göktürk Tüysüzoğlu’nun, “Uluslararası güç
savaşının yeni adresi” olarak ifade ettiği Uzakdoğu’nun Doğu Çin Denizi’nde bir
patlama söz konusu…
Asya
Pasifik’te uzun süredir sıcak seyreden sular aniden kabardı. ABD ve Çin
arasındaki hegemonya savaşının baş muharebe alanlarından biri olmaya namzet bu
bölgede hamle yapma sırası Çin’deydi. Çin, ABD’nin bölgedeki en önemli
müttefiki Japonya ile arasındaki ihtilaflı Diaoyu (Japonlara göre Senkaku)
adaları ve nüfuz alanını kapsayan hava sahasında “savunma amaçlı” tek taraflı
bir deklarasyonda bulundu ve “Bu hava sahasına giren her kuş önce beni
bilgilendirecek” dedi.
Çin’in bu
ilanı yalnızca ABD ve Japonya’yı değil Güney Kore, Vietnam, Filipinler gibi
bölgedeki birçok ülkeyi ve uluslararası ticareti etkileme potansiyeline sahip
bir hamleydi. ABD, Çin’in bu çıkışının fiyakasını bozmak için hemen hamle yaptı
ve B-52 bombardıman uçaklarını “yasaklı” semalarda gezdirdi. Japon yolcu
uçakları ve Güney Kore savaş uçağı da Çin’in tek taraflı ilanına riayet
edilmeyeceğini gösteren diğer örnekler oldu.
Özetle Doğu
Çin Denizi’nde, Çin’in ilan ettiği yeni hava savunma sahası, bölgede gerilimin
yükselmesine neden oldu. Çin’in savunma sahasını Doğu Çin Denizi’ndeki Japonya,
Tayvan ve Güney Kore’nin hak ilan ettiği sulara doğru genişletmesi, yeni hava
sahasından geçecek uçakların güzergâhlarını ve kimliklerini Çin’e önceden
bildirmemesi takdirinde “acil savunma önlemlerinin” uygulanacağının açıklanması
tepkiye neden oldu. Çin’e meydan okuyan Amerikan ve Japon jetleri, 29 Kasım
2013’de Çin’in savaş uçakları tarafından yakın takibe alındı.
Bunun üzerine
ABD Başkan Yardımcısı Joe Biden, 5 Aralık 2013’de Çin Cumhurbaşkanı Xi Jinping
ile Pekin’de görüştü. 5.5 saat süren görüşmede Doğu Çin Denizi’ndeki gerginlik
önemli yer tuttu.
İş bununla
sınırlı da kalmadı. Kuzey ve Güney Kore arasında sular 31 Mart 2014 sabah
saatlerinde yine ısındı. Kuzey Kore’nin gerçek mühimmatla yaptığı tatbikat sırasında
attığı top mermilerinin Güney Kore sularına düşmesine, Seul’un cevabı
gecikmedi.
GERİLİM ODAĞI: KORE’NİN “GÜNEY”İ İLE
“KUZEY”İ
Kore’nin
“Güney”i ile “Kuzey”i, hep gerilimli ilişki(sizlik)lerin odağı oldu.
Mesela… Kuzey
Kore’nin Güney Kore’ye ait Yeonpyeong Adası’na yönelik saldırısında 2 asker
öldü, 18 kişi yaralandı. Kuzey Kore’nin, Yeonpyeong Adası’na açtığı top
ateşinde yaralananlardan 5’inin durumu ağır. Yaklaşık 1200 kişinin yaşadığı
adada topçu ateşi nedeniyle onlarca ev yanarken ada sakinleri de evlerini
tahliye ediyor.
Mesela… Güney
Kore’de sürgünde olan Kuzey Kore rejiminin eski üst düzey yetkililerinden Hvang
Jang-Yop’un, Güney Kore’deki evinde 9 Ekim 2010’de ölü bulunduğu ve istihbarat
servislerinin cinayet ihtimali üzerinde de durduğu kaydedildi.
Mesela… Kuzey
Kore ve Güney Kore donanmaları arasında çatışma çıktı. Güney Kore yetkilileri
10 Kasım 2009’da Sarıdeniz’de meydana gelen olayda, Kuzey Kore donanmasına ait
bir devriye gemisine kendi karasularını ihlâl etmesi üzerine önce sözlü uyarı
yapıldığı ardından ateş açıldığını belirtti.
Mesela… Sarı
Deniz’de seyreden Güney Kore donanmasına ait bir gemiye Kuzey Kore gemisince
torpido saldırısı düzenlendi. 1500 tonluk bir gemi torpido saldırısı sonucu
Kuzey Kore’nin batı kıyılarında battı.
Mesela… Güney
Kore, 1950-1953 Kore Savaşı’nın ardından teknik olarak hâlâ savaş hâlinde
olduğu Kuzey Kore’yle tansiyonun giderek yükseldiği sularda yeni bir tatbikat
düzenlendi. Ülkenin batı sahillerinde 5 Ağustos 2010’da başlayan ve bir hafta
kadar süreceği açıklanan tatbikata yaklaşık 4 bin 500 Güney Kore askeri, 20’den
fazla savaş gemisi ve denizaltı, 50 savaş uçağı katıldı. Kuzey Kore’ye uyarı
niteliğindeki tatbikatlar, 2010’un mart ayında bir Güney Kore gemisinin batması
ve 46 askerin ölmesiyle bölgede yükselen tansiyonu daha arttırırken; Seul,
tatbikatların Kuzey Kore’nin nükleer tehdidine ve saldırı olasılığına karşı
hazırlık niteliğinde olduğunu savunurken yakın müttefiki Güney Kore’de yaklaşık
29 bin askeri bulunan ABD de Seul’e her türlü desteği vereceğini açıklamıştı.
Mesela… Güney
Kore Devlet Başkanı Lee Myung-bak, kabine üyelerini Kuzey Kore’nin
provokasyonuyla karşılaşabilecekleri konusunda uyardı. ABD ve Güney Kore, Kuzey
Kore’ye karşı caydırıcılık amacı güden ortak askeri tatbikata 28 Kasım 2010
tarihinde başlarken Kuzey Kore füze rampalarını sınıra kaydırdı.
Mesela… Kuzey
Kore, Güney Kore’nin gövde gösterisi niteliğinde askeri tatbikat başlatmasının
ardından, “kutsal bir savaşa hazırlandığını” bildirdi. Kuzey Kore resmi ajansı
KCNA’nın haberine göre, “Kuzey Kore Devrimci Silahlı Kuvvetleri, düşmanca
eylemlere karşılık vermek amacıyla, nükleer caydırıcılık temelinde, Kore
tarzında adil, kutsal bir savaşa hazırlanmaktadır” denildi.
Bu ve benzeri
sebeplerle Kuzey Kore, BM’nin yaptırım kararlarına meydan okuyarak Güney
Kore’yle saldırmazlık anlaşmasını yürürlükten kaldırdı.
Ardından da
Kuzey Kore 30 Mart 2013’de Güney Kore’yle “savaş durumuna girdiğini” ilan
ederken, “Seul ve Washington tarafından yapılacak provokasyonlara önceden haber
verilmeksizin misillemede bulunulacağı” uyarısı yaptı ve “Roket gücünün ABD’li
emperyalistlere hesap sormak için zaten hazır olduğunu” söyledi.
Kuzey’in bu
tutumu elbette boşuna değildi; ‘The Daily Telegraph’ın üst düzey ABD’li bir
yetkiliye dayandırdığı haberine göre, Güney Kore’deki Amerikan özel güçlerinin
komutanı General Neil Tolley Florida’da katıldığı bir konferasta Kore
savaşından beri Pyongyang yönetiminin yeraltına binlerce tünel inşa ettikleri
vurgusuyla, “Biz de Güney Koreli ve ABD’li askerleri Kuzey’e özel keşif için
gönderdik,” dedi.
Yani ABD ve
Güney Kore özel birliklerinin, askeri yapılandırmasına ilişkin istihbarat
toplamak amacıyla Kuzey Kore’ye sızdıkları aşikârdı.
Kolay mı?
Kore’nin “Güney”i ile “Kuzey”inin geriliminde ABD hep başat aktör oldu.
Mesela… ABD
ile Güney Kore’nin ortak tatbikatı Doğu Asya’da gerginlik yarattı.
Bölünmüş Kore
Yarımadası’nda savaş tamtamları çaldı. Kuzey Kore, ABD’ye meydan okuyarak
“nükleer güçle karşılık verme” tehdidinde bulundu.
Kore
Demokratik Halk Cumhuriyeti (KDHC) Ulusal Savunma Komisyonu, “ABD ve Güney Kore
ile savaşa her zaman hazır olduklarını” duyurdu.
Kuzey Kore’nin
savaş tehditlerine ABD de gerilimi tırmandırarak yanıt verdi. ABD B-2
bombardıman uçaklarından sonra bölgeye hava kuvvetlerinin en modern ve pahalı savaş
uçakları olan, “görünmez başlık” taşıdığı için radarlar tarafından da
yakalanmayan F-22 saldırı uçakları gönderdi.
ABD Güney
Kore’ye karşı savaş durumu ilan ettiğini açıklayan Kuzey Kore’ye gözdağı
vermeyi sürdürüyor. ABD “hayalet uçak” B-2’lerden sonra bu kez saldırı uçağı
F-22’leri bölgeye gönderdi. Güney Kore Devlet Başkanı Park Geun-hye de, Kuzey
Kore’nin olası bir saldırısına “sert yanıt” verecekleri uyarısında bulundu.
ABD’nin Güney
Kore’ye B-2 hayalet bombardıman uçağı göndermesine Kuzey Kore’den yanıt
gecikmedi. Kuzey Kore’nin lideri Kim Yong-un, “Mevcut durum göz önünde
bulundurularak ülkesinin roket gücünün ABD’li emperyalistlere hesap sormak için
zaten hazır olduğunu” söyledi. Kim, ABD’nin nükleer yeteneğe sahip iki B-2
uçağı göndermesinin ardından, ABD’nin “tehdit ve şantaj aşamasının ötesine
geçerek pervasız bir döneme girdiğini” belirtti.
Kuzey Kore,
ABD’yi vurmakla tehdit etti. Kuzey Kore KCNA ajansı, uzun menzilli füzeler de
dahil, tüm topçu birliklerinin savaşa hazır pozisyona geçirilmesi için emir
verildiğini duyurdu. Birliklerin, Kuzey Amerika’daki Hawaii ve Guam da dahil
ABD’nin Asya-Pasifik’teki tüm askeri üslerine saldırı pozisyonuna geçmeye hazır
olduğu belirtildi.
Kuzey Kore,
Rusya, İngiltere ve diğer Avrupa ülkelerinin elçiliklerini boşaltmaya hazır
olmalarını istedi. Pyongyang yönetiminin iki orta menzilli füzeyi seyyar
rampalara yerleştirerek doğu kıyıları yakınlarındaki tesislere gizlediği
bildirilirken Güney Kore’nin de füze savunma sistemi yerleştirilmiş iki gemiyle
önlem aldığı açıklandı.
Bunun üzerine
ABD, Guam Adası’na füze savunma sistemi yerleştirirken Pyongyang yönetimi
nükleer silah kullanımına onay verdi. Kuzey Kore ordusu, nükleer silahların
kullanımı da dahil olmak üzere, ABD’ye karşı “acımasız” askeri operasyon başlatmak
için nihai onay aldığını duyurdu.
Bu gerilimler
bitmedi; yerli yerinde patlayıcı biriktirerek duruyor!
JAPONYA İLE ÇİN
Bunlara bir
de, ABD’ye karşı dürüst olacaklarını, kendi etkin dış politikalarını
yürüteceklerini söyleyen Japon Demokrat Partisi’nden (DPJ) Yukio Hatoyama ve
“İmparatorluk ruhunu kamçılayan, pasifist anayasayı çöp atmayı, Kuzey Kore’ye
saldırmayı, Çin’e karşı silahlanmayı ve nüfus patlamasını vaat eden,”
‘Japonya’da Mutluluğu Gerçekleştirme Partisi’ gibi figürlerle betimlenen
Japonya ile Çin meselesi öne çıkıyor.
Japonya ile
adalar konusunda gerginlik yaşayan Çin, 300 metre uzunluğundaki
uçak gemisi Liaoning’i törenle denize indirdi. Japonya-Çin-Tayvan’ın rol aldığı
adalar kriziyle Güney Çin Denizi’nde egemenlik tartışmaları alevlendi.
Çin ile
Japonya arasında yaşanan ada krizine Tayvan’ın da müdahil olması ile Doğu Çin
Denizi’ndeki tansiyon tekrar yükselmeye başladı. Japonya, kendi egemenlik alanı
saydığı sulara giren Tayvanlı balıkçı gemilerini püskürtmek için tazyikli su
kullandı.
Burada bir
parantez açıp ekleyelim: ABD istihbaratına göre 2030’da güç dengeleri Asya’ya
kayacak. Pax-Americana yavaşlarken, dünyanın en büyük ekonomisi Çin olacak.
ABD’de 16
istihbarat teşkilâtının bağlı olduğu ‘Ulusal İstihbarat Direktörlüğü’nün
hazırladığı raporda, 2030’un dünyasında güç dengelerinin Asya’ya kayacağı
öngörüldü.
Tek kutuplu
dönem sona ererken; ABD, 2020 itibariyle ekonomik üstünlüğünü Çin’e kaptırmaya
başlayacak.
Yani Henry
Kissinger’in, “ABD’nin müttefiki olmak, ABD’nin düşmanı olmaktan daha
tehlikelidir,” saptamasıyla karakterize olan ABD (ve Japonya) hegemonyası ile
Çin kaçınılmaz olarak çatışacak!
RUSYA’NIN SORU(N)LARI
Bu durum, Rusya’yı da doğrudan
ilgilendirip, etkileyecek elbette…
Hem de Rusya,
ABD ile AB karşısında Putin ile “farklı” bir duruş sergiliyorken…
Mesela… “Bizi
tahrik ediyorsunuz. Bu işin boyutları çok ciddi” diyen Rusya, ülkedeki muhalif
hareketlerin faturasını ABD’ye kesiyor. “Soğuk Savaş”ın iki ana aktörü
arasındaki ilişkiler yeniden geriliyor.
Rusya
Dışişleri Bakanı Yardımcısı Sergei Ryabkov, ABD’nin demokrasi desteği adı
altında muhalif organizasyonlara bütçe sağladığını ve bu yardımların iki ülke
ilişkileri açısından sorun oluşturmaya başladığını açıklıyor.
Ayrıca
İngiltere Dışişleri Bakanı David Miliband, Rusya Dışişleri Bakanı Sergey
Lavrov’la 2 Kasım 2009 tarihli görüşmesinde, iki ülkenin belli konularda
yakınlaşabileceğini, buna karşılık anlaşmazlığa konu olan asıl sorunlarda, bir
anlaşmaya varmanın henüz gündemde olmadığını açıkladı.
Gerçekten de
Rusya’nın ABD (ve AB) ile soru(n)larının büyümesinde Kosova’dan Kırgızistan’a
uzanan ve en son örneğiyle de Ukrayna’daki müdahalenin rolü çok büyük.
Mesela…
Dmitriy Babiç, “Ayrılıkçı bir bölgenin bağımsızlığının herhangi birkaç devlet
tarafından değil de ABD ve AB tarafından tanınması, dünyada son derece
tehlikeli bir süreci başlatıyor ve diğer ayrılıkçı bölgeler için de örnek
oluşturuyor. Fakat bu seçimlerde, Kosova’nın bağımsızlığının tanınıp
tanınmaması değildi söz konusu olan. Bu devletin bundan böyle sadece Arnavutlar
tarafından mı yönetileceği, yoksa Kosovalı Sırp nüfusun, en azından yerel
düzeyde siyasi süreç üzerinde etkisini mi koruyacağı idi,”[38]
derken; Paddy Ashdown ile Richard Holbrooke da uyarıyorlar:
“Bosna Sırp
Cumhuriyeti, Rusya’nın da desteğiyle uzun vadede Bosna’dan ayrılmaya yönelik
bir politika izliyor. 1992’de savaşı başlatan korku ve şüphe canlandı, Boşnak
ve Hırvat milliyetçiliği de yükselişte. AB ve ABD hızla harekete geçmezse işler
hızla çirkinleşebilir.”[39]
Soru(n),
sadece Kosova’daki gerilimle sınırlı değildi.[40]
Asya’ya el
atan ABD’nin Kırgızistan’daki mevcudiyeti de ayrı bir soru(n) idi.
Tom
Malinowski’nin, “Demokrasi vaadiyle iktidara gelen fakat baskı ve yakınlarını
kayırmak dışında bir şey yapmayan bir hükümetin yönettiği Kırgızistan’da,… ABD
Orta Asya’yı Afganistan için bir tedarik güzergâhı olarak görüyor ve insan
hakları ihlâllerine ses çıkarmıyor,”[41]
diye tarif ettiği yönetim “Geliyorum diyen bir isyan”la devrildi...
Kırgızistan’da
6 Nisan 2010’de ayaklanan muhalifler hükümeti devirdi. Olaylar sırasında çok
sayıda kişi yaşamını yitirdi.
Bişkek’te 7
Nisan 2010’da devlet başkanlığı binası önünde polis ile muhalif göstericiler
arasında çıkan çatışmalarda 40 kişi öldü. Muhalif kaynaklar ise ölü sayısının
100’ü bulduğunu bildirdi.
Ayaklanan
muhalifler hükümeti devirerek geçici hükümet kurdu. Başbakan Birinci Yardımcısı
Akılbek Japarov, Talas’ta göstericiler tarafından dövülerek rehin alınırken
muhaliflerin Kırgızistan televizyon merkezini ele geçirmesinin ardından tüm
televizyon yayınları kesildi.
Olaylar
üzerine ülkede olağanüstü hâl ve sokağa çıkma yasağı ilan edildi. Bişkek’te
devlet başkanlığı binasının önünde toplanan binlerce gösterici, polislerin
araçlarına ve silahlarına el koydu. Göstericilere engel olamayan polislerin
bazıları dayak yerken bazıları kaçmak zorunda kaldı.
Nihayetinde
Kırgızistan’da ABD kaybetti ki, Ukrayna da o kesitte devreye girdi…
“YENİ” PAYLAŞIM ODAĞI: UKRAYNA
Fehim
Taştekin’in, “Tarih bazı coğrafyalar için hiç değişmiyor. Dün Osmanlı ile
Çarlık Rusya ya da Lehistan (Polonya) ile Rusya arasında paylaşım savaşına
maruz kalan Ukrayna, bugün de AB-ABD ile Rusya arasında bir tahterevalli,” diye
tarif ettiği hâle ilişkin olarak “Ukrayna, Avrupa’nın yeni muharebe alanı mı?”
sorusu dillendiriliyor.
Evet, evet,
“Bir taraftan ABD’nin stratejik hesapları, diğer taraftan Rusya’nın stratejik
çıkarları, AB’nin iktidarsız müdahaleleri, Almanya’nın kararsızlığı arasında
Ukrayna halkı bu tarihsel mirasının, dünya siyasetinin fillerinin ayakları
altında ezilmeye başlıyor.”[42]
Tüm bunların
ardında bir “Turuncu Senaryo” yatıyor!
Ukrayna’da
“Turuncu Senaryo”nun ürünü olan Yulya Timoşenko’nun Devlet Başkanlığı seçiminde
mağlup olmasıyla, Doğu Ukraynalıların desteğine sahip olan Viktor Yanukoviç
seçildi.
Yani Batı
yanlısı liderlerin bitmeyen iç çekişmeleri yüzünden krizlere teslim olan
Ukrayna’da Yanukoviç’i başkan seçti. Seçim sürecine AGİT tam not verdi.
Fabrizio
Tassinari’nin, “Turuncu Devrim’i destekleyip sonrasında Ukrayna’yı iyi yönetim
konusunda teşvik etmeyen AB, ülkenin bugün yaşadığı yönetim krizinin kısmi
sorumlusu sayılabilir. AB Kiev’e ne üyelik vaat etti, ne de iç dönüşümleri
desteklemek için genelde kullandığı cezaları ve teşvikleri devreye soktu,”[43] diye tarif ettiği süreç
yolsuzluklarla anılan AB’ci Timoşenko’nun hapsine kadar uzandı.
AB’den
uzaklaşılıp, Rusya’ya yanaşılan “Batı’yla Rusya’yı dengeleme politikası”yla[44] Yanukoviç döneminde yolsuzluklar
ile baskılar yine gündemdeydi…
Örneğin
Anayasa Mahkemesi’ne yeni üyeler atayan Ukrayna Devlet Başkanı Viktor Yanukoviç’in,
2004 öncesi sisteme dönülerek yetkilerini arttırma isteği karşılık buldu.
Mahkeme parlamenter sisteme geçiş düzenlemesini iptal etti. Yeniden devlet
başkanının elinde toplandı. Böylece Ukrayna yeniden, 1996 Anayasası’nda
belirlenen başkanlık sistemine geri dönmüş oldu.
Yanukoviç
iktidarının da Timoşenko’yu aratmayan iktidarı, faşist destekli muhalefet
tarafından devrilmesini devreye soktu.
İrem Köker’in
ifadesiyle, “Ukrayna’da devlet mekanizmalarının muhaliflerin eline geçmesi ve
polisin çekilmesiyle oluşan otorite boşluğunu aşırı milliyetçi Sağ Sektör
dolduruyor. Sağ Sektör’e bağlı paramiliter güçler, hem parlamentonun hem de
devlet başkanlığının korumasını üstlenmiş durumda. Bu grup, Ukrayna’nın farklı
yerlerinden gelen genellikle 20’li yaşlardaki genç erkeklerden oluşuyor.
Meydandaki muhalif hareketlerin en organize olan grubu olarak da dikkat
çekiyor. Ayrıca, olaylar sırasında polisle en çok çatışmaya giren gruplar
arasında başı çekiyor. Bu grubun, silahlı olduğu yönünde de iddialar var. Bugün
elinde bir torbanın içinde tüfekle gezen bir Sağ Sektör üyesi haricinde bu
grubu silahlı hiçbir zaman görmedik. Ancak meydandaki Molotof kokteyli, sopalar
ve krikolar gibi ilkel çatışma silahlarının çoğunu da bu grup elinde tutuyor.
Kiev’de güvenlik birimlerinin görevini bu grup yerine getiriyor”du.
Yanukoviç’in
devrilmesiyle, “Batı’nın Ukrayna’daki ‘ikinci turuncu devrim’ denemesi en başta
ciddi bir psikolojik yenilgi. İlk raundun sonucu Kiev’in aşırı sağcı soslu yeni
oligarklara teslimi ile Rusya Kırım’a tek kurşun atmadan konması”nı[45] devreye sokarken; her şey birden
alt üst oldu.
“Rusya’nın
Ukrayna’ya bağlı Kırım özerk bölgesine müdahalesi, Batı basınında Rusya’nın
yeni emperyal hayallerinin bir parçası olarak değerlendiriliyor ve Batı’nın
kararlı bir tutum sergilemediği koşullarda Rusya’nın eski Sovyetler Birliği
ülkelerinin tümü açısından tehdit oluşturacağından korkuluyor”ken;[46] Ukrayna’da kıvılcımı çakan yeni
“Soğuk Savaş”ın şok dalgalarının Doğu Avrupa’yı sarması gecikmedi.
Polonya ve üç
küçük Baltık ülkesi Estonya, Letonya ve Litvanya diken üstünde. Rusya Devlet
Başkanı Putin’in bölgede Rus azınlığın hamiliğine soyunması; ABD ve AB’nin
artık NATO koruması altındaki Polonya ve Baltıklar’a ortak savunma vaatlerini
vurgulaması tehlikeli bir gidişata işaret.
Öyle ki,
Kırım’ın Rusya’ya ilhakıyla başlayan sürecin hangi noktada durulacağı artık
kimse kesin olarak söyleyemez hâlde. Net olan bir şey varsa şimdilik, “tarihin
argümanlarının tekerrür ettiği”dir...
Ancak burada bir not düşmeden geçmeyelim: “…
‘Ukrayna emperyalizmin hedefi oldu’ savına dayanarak taraf tutmak doğru olmaz!
Burada büyük güçler karşı karşıya. Çıkacak bir çatışma, ‘haksız bir çatışma’,
paylaşım savaşı olacaktır,”[47] başka bir şey değil…
YERKÜRE İSYANLARDA
Ekonomik kriz
ile siyasal istikrarsızlığın büyüyerek derinleştiği yerküre de kaçınılmaz
olarak isyanlardadır…
Kolay mı?
Kapitalizmin yapısal krizi içinde, uluslararası sermayenin kullanımına, mali
sermayenin talanına açılan bu ülkelerin halkları, yoksullaşma, işsizlik,
toplumsal istikrarsızlık, ideolojik karmaşa yoluyla krizin tüm yükünü
omuzlarında hissederler.
Sermaye daha
fazla kâr, daha hızlı dolaşım, daha fazla tüketim peşinde koşarken finanse
ettiği teknolojiler, işsizliğin artmasını hızlandırır. Hem bu eğilimler
önümüzdeki dönemde etkilerini göstermeye devam edecekken, mali şoklar (yapısal
kriz) bu eğilimleri daha da güçlendirecektir.
Teknolojik
gelişmeler; işsizliği daha da artırarak, gelir dağılımını daha da bozarak
gençler arasında hızla öfkeye dönüşen adaletsizlik duygusu yaratmakla
kalmıyor, haberleşme ve örgütlenme alanlarında (sosyal medya vb.) gelişmeler bu
öfkenin örgütlenmesini de kolaylaştırıyor.[48]
İsyan büyüyüp,
yaygınlaşıyor…
Elbette her
isyan başarıya ulaşmıyor; başkaldırıya “yenilgiler” de dahildir!
“Yenilmişsek”,
bundan bir kez daha ayaklanmamız gerektiği sonucu çıkar; mücadelenin inşa
hâlindeki bir tarih olduğunu asla unutmadan…
Bu durumda ne “Toplumsal
olaylar yararlı sonuçlar üretmiyor” sonucu, ne de “Hadi bir daha, daha iyisini
yapalım” sonucu çıkar. Çünkü, “toplumsal olaylar” kendiliğinden, ama toplumun
dokusunda biriken moleküler değişikliklerin sonucu (kasırgalar, depremler gibi)
patlak verirler. Bu yüzden de tekrarlanamazlar!
Biri olur
biter, sonra, bir zaman bir başkası, mutlaka ve de hiç beklenmedik biçimde
patlak verir.
Siyasi
öznelere de bunları tekrarlama hayali kurmak yerine, bunlardan öğrenmek görevi
düşer…
Bir toplumsal
olay başladığında, buradaki enerji kendini, önüne koyduğu talepleri yaşama
geçirmeye başlamasına uygun bir örgütsel biçimle ifade edemiyorsa, başka
projelere sahip örgütlü yapıların, hatta ülke dışındaki hesapların sunak
taşında kurban edilebiliyor. ‘The Financial Times’da Prof. Mazover’in Lenin’den
atıfla, vurguladığı gibi “örgüt şart”![49]
Evet, “Biz
hatalarımızdan korkmuyoruz. Devrimin patlamasıyla insanlar azizlere dönüşmüyor.
Yüzyıllardır ezilmiş, korkutulmuş, sefalet ve cehalet içinde tutulmuş,
vahşileştirilmiş olarak yaşamış olan emekçi sınıflar devrimi, hatalar da
yapmadan gerçekleştiremezler. Ve benim daha önce de söylediğim gibi, burjuva
toplumunun cesedi ve tabut içinde çivilenip mezara gömülüp bitmez. Hâl edilmiş
kapitalizmin cesedi bizim içimizde, ortamızda çürümeye başlar, havayı zehirler,
varlığımızı zehirler ve yeni olanı, taze, genç, canlı olanı eskinin, çürümüşlüğün
ve ölümün binlerce bağıyla bağlayıp boğmaya çalışır,” diyen V. İ. Lenin’in
cüretiyle baş kaldırılması gerekiyor.
İnsan(lık)
tarihi zulme karşı isyanların-başkaldırıların, ateşlerin mirasıyla doludur.
İsyan ateşi hiç sönmeden süregelen bir mirastır.
Söz konusu
ateş, Cegerxwîn’in, “Ev dema serbestî ye/ Bindestî êdî nema” “Bu özgürlük
çağıdır/ Boyunduruk yok artık” dizelerindeki ezilenlerin, mazlumların
yüreklerindeki birikmiş hardır…
Fransızca’sıyla,
“Apres moi, le deluge”; İngilizce’siyle, “After me the deluge”; Almanca’sıyla,
“Nach mir die Sintflut” İsveççe’siyle, “Efter mig syndafloden”;
İtalyanca’sıyla, “Dopo di me il diluvio”; Portekizce’siyle, “Depois do
diluvio”; İspanyolca’sıyla, “Despues de mi el diluvio” yani “Benden sonra
tufan” diyen sürdürülemez kapitalizm karşısında Benedictus de Spinoza’nın,
“barış, sadece savaşın olmaması demek değildir. Barış bir yaşam biçimidir…”
Albert
Einstein’ın, “İnsanlar savaşa savaş açmadıkları sürece hiçbir şey savaşı
ortadan kaldıramaz…”
Bertolt
Brecht’in, “Barışsa bir armağan gibi verilmez/ insana:/ savaşa karşı/ barış
için/ katillerin önüne dikilmek gerek,/ ‘hayır yaşayacağız!’ demek./ indirin
yumruğunuzu suratlarına!/ böylece mümkün olacak savaşı önlemek…” diye tarif
ettikleri gerçek ve gereklilik asla göz ardı edilmemelidir.
Çünkü, hiç ama
hiç unutulmaması gerektiği üzere, “Komutana karşı haklı bir tepki gösteren
asker, amire karşı haklı bir tepki gösteren memur, kocasına karşı haklı bir
tepki gösteren kadın; bunların hepsi iki kat cezaya çarptırılmaz mı? Zayıflar
için haklı olmak bir suçtur!” der Amin Maalouf…
Öyleyse şimdi;
“İsyan için ille de çoğunluk olmak gerekmez, birkaç kararlı önder ve haklı bir
dava yeterlidir,” diyen Henry Louis Mencken’in sözlerini hatırlayın!
Unutulmasın:
Mitolojik ya da tarihi kahramanlara baktığımızda; Prometheus’tan Spartaküs’e,
Şeyh Bedreddin’den Lenin’e, Che Guevara’ya kadar bu önder karakterlerin gerek
kendi kahramanlıkları gerekse halkları harekete geçirmekte göstermiş oldukları
gayret ve üstünlükleri devrim tarihinin asıl belirleyen unsurları olmalarına
yetmiştir. Öyle ki bu kahramanlar, yaşamları, gelenekleri nesilden nesile
aktarılmış ve yol göstermiştir Edip Cansever’in dizelerindeki şu özlemle:
“Gül
kokuyorsun, amansız kokuyorsun/ bu koku dünyayı tutacak nerdeyse/ gül, gül!
Diye bağıracak çocuklar bütün/ herkes, hep bir ağızdan: gül!/ ve her şeyin
üstüne bir gül işlenecek/ saçların, alınların, göğüslerin üstüne/ yüreklerin
üstüne/ bembeyaz kemiklerin/ mezarsız ölülerin üstüne/ kurumuş gözyaşlarının/
titreyen kirpiklerin üstüne/ kenetlenmiş çenelerin/ ağarmış dudakların/
unutulmuş çığlıkların üstüne/ kederlerin, yasların, sevinçlerin üstüne/ ve her
şeyin üstüne bir gül işlenecek…”
1 Nisan 2014 11:02:10, Ankara.
N O T L A R
[1] 5
Nisan 2014’de Mersin’de, 6 Nisan 2014’de Adana’da DHF’nin düzenlediği
“Milyonların Korosuyla Haykıracağız Türkülerimizi” etkinliklerinde yapılan
konuşma… Kaldıraç Dergisi, No:155, Mayıs 2014…
[2]
Oscar Wilde.
[3]
“Günümüzü açıklayamayan XVIII. yüzyıldan kalma kavramlarla olan biteni
değerlendirmeye çalışan, ‘soğuk savaş’tan kalma söylemlerle kendisini ‘sol’
diye tanımlayan bazı çevrelerin ısrarla ‘ülkücü’ tanımlaması ile karşı
çıktıkları Mansur Yavaş’ı çeşitli defalar izledim, konuşmalarını dinledim.
Fikrim o ki, CHP’nin -ya da belki de diğer partilerin- tüm adayları içinde,
Belediyecilik anlamında da en iyi adayı Mansur Yavaş’tı. Kim ne derse desin,
eğer Ankara’da oy kullanıyor olsa idim, hele de karşısında Ankara’yı tam bir
‘çiftlik’ gibi yöneten Melih Gökçek gibi biri varsa, tereddütsüz oyumu Mansur
Yavaş’a verirdim.” (Yalçın Ergündoğan, 1 Nisan 2014…
https://www.facebook.com/photo.php?fbid=10152285695168279&set=a.10150168928153279.317864.681398278&type=1&theater
)
“HDP Danışma Kurulu Üyesi Zeynep Gambetti, ‘Peki,
kabul, bıçak kemiğe dayandı: HDP Genel Merkez, İstanbul seçimlerinden çekilsin,
oyların CHP’ye gitmesi çağrısında bulunsun!’ diye tweet atıp İstanbul
Büyükşehir Belediye Başkan adayı Sırrı Süreyya Önder’i de etiketledi.” (Mustafa
Küçük, “HDP’li Gambetti’den CHP Çağrısı”, Hürriyet, 21 Mart 2014…
http://www.hurriyet.com.tr/gundem/26054835.asp)
“Hasan
Cemal, bugün yayımlanan oy tercihini açıkladığı yazısı ile ilgili olarak da,
‘İlk defa adını koyarak oyumu kime vereceğini açıkladım. CHP’ye oy vereceğim.
Bu benim CHP’li olduğumu göstermez, benim CHP’yi çok beğendiğimi göstermez,’
dedi. (“Hasan Cemal: CHP’ye oy vereceğim, bu benim CHP’li olduğumu göstermez”,
24 Mart 2014…
http://t24.com.tr/haber/hasan-cemal-bu-gece-youtube-ve-facebookun-kapatilacagi-soylentileri-var/254263)
[4]
Veriler ve daha geniş bilgi için: Journal For A Progressive Economy, Mart 2014…
http:// www.progressiveeconomy.eu/
[5]
Kaynak: Michael Robert Blog, “Is Inequality the Cause of Crises?”: http://
thenextrecession.wordpress.com/
[6]
Pelin Ünker, “Kanla Besleniyorlar”, Cumhuriyet, 13 Ağustos 2013, s.11.
[7]
Murat Kuseyri, “Savaş da Özelleştiriliyor”, Evrensel, 12 Nisan 2013, s.11.
[8]
“2013’ün Aralık ayında, mali piyasa analistlerinin bloklarında, ABD borsasının
1929’daki ani çöküşünü, günümüzdeki borsa grafiğiyle karşılaştıran ilginç bir
grafik dolaşıyor, yeni bir borsa balonu oluştuğundan söz ediliyordu. 2014
yılında 26 Ocak’tan 12 Mart’a yana dünyanın çeşitli yerlerinde toplam 10 üst
düzey bankacı şüpheli koşullar altında öldü. (Ergin Yıldızoğlu, “Yine Bir Şey
mi Olacak?”, Cumhuriyet, 12 Mart 2014, s.4.)
[9]
Ergin Yıldızoğlu, “Piyasalarda Ocak Sıkıntısı…”, Cumhuriyet, 3 Şubat 2014,
s.11.
[10]
Ergin Yıldızoğlu, “Dünya Ekonomisinde Yeni Dönem”, Cumhuriyet, 16 Eylül 2013,
s.8.
[11]
Ergin Yıldızoğlu, “… ‘Uzun Durgunluk’ ve ‘Küreselleş-me’…”, Cumhuriyet, 14 Ekim
2013, s.13.
[12]
Ergin Yıldızoğlu, “Korku Piyasalara Geri Döndü...”, Cumhuriyet, 4 Mart 2013,
s.11.
[13] “AB
Maastrich’ten Sınıfta Kaldı”, Yeni Şafak, 27 Ekim 2012, s.7.
[14]
“Portekizliler 2014’te de Kemer Sıkacak”, Cumhuriyet, 17 Ekim 2013, s.10.
[15] “30
Bin Memur İşten Çıkarılacak”, Cumhuriyet, 21 Kasım 2012, s.10.
[16]
“Komşuda Kıyım”, Cumhuriyet, 19 Temmuz 2013, s.10.
[17]
“Avrupa’da Kriz Derinleşiyor”, Cumhuriyet, 8 Ocak 2013, s.11.
[18]
Uğur Gürses, “Fransa’da Sosyal Devlet Kalkanı Tehlikede”, Radikal, 17 Aralık
2012, s.20.
[19]
“Kriz Yoksulları Yerinden Yurdundan Ediyor”, Gündem, 19 Mayıs 2012, s.4.
[20]
“Fakirlikten Kaçtılar!”, Haber Türk, 15 Ekim 2012.
[21]
“3000 Bankacı İşsiz Kalacak”, Cumhuriyet, 26 Ekim 2013, s.11.
[22]
“Credit Suisse ve UBS 7 Bin Kişi Çıkaracak”, Hürriyet, 22 Ekim 2012.
[23]
“Volvo 2 Bin Kişiyi Çıkaracak”, Cumhuriyet, 26 Ekim 2013, s.11.
[24]
“İşsizlik Çığ Gibi Büyüyor”, Cumhuriyet, 1 Mayıs 2013, s.10.
[25]
“İtalya’da İşsizlikte Yeni Rekor”, ntvmsnbc, 31 Ekim 2013…
http://www.ntvmsnbc.com/id/25476131/
[26]
“İşsiz Adam Kendini Yaktı!”, Milliyet, 29 Aralık 2013…
http://dunya.milliyet.com.tr/kendini-yakti-/dunya/detay/1814765/default.htm?ref=yahoo
[27]
Reha Erus, “Avrupa Darda”, Hürriyet, 22 Aralık 2013, s.7.
[28]
“Kaygı, Sınırları Aştı”, Cumhuriyet, 16 Ekim 2013, s.11.
[29]
“İşsizlik Korkusu Hasta Ediyor”, Cumhuriyet, 17 Ekim 2013, s.10
[30]
“Japon Yalnız ve Mutsuz”, Cumhuriyet, 16 Ekim 2013, s.11.
[31]
“Yunanistan’da Kriz Hapishaneleri Vurdu”, Radikal, 31 Aralık 2013, s.29.
[32]
“Krizi Gördü, Koşarak Hapse Geri Döndü”, Akşam, 23 Ağustos 2013, s.5.
[33]
“160 Bin Avro’ya İspanya’da Oturma İzni!”, Vatan, 20 Kasım 2012, s.8.
[34]
Gila Benmayor, “İspanya’da Her Şey Satılık”, Hürriyet, 27 Aralık 2013, s.15.
[35]
Yorgo Kırbaki, “Ev Alana Oturma İzni”, Hürriyet, 22 Kasım 2012, s.13.
[36]
“Kriz Sanatı da Vurdu”, Hürriyet, 22 Kasım 2012, s.13.
[37] New
York Review of Boks, 26 Mart 2014.
[38]
Dmitriy Babiç, “Kosova Seçimleri: Bölünmeye Giden Yol”, Rus resmi haber ajansı
RİA Novosti, 16 Kasım 2009.
[39]
Paddy Ashdown-Richard Holbrooke, “Bosna Yeni Bir Felaketin Eşiğinde”, The
Guardian, 22 Ekim 2008.
[40]
Bosna, yoksulluk ve yolsuzluğa başkaldırdı… Boşnak, Sırp veya Hırvat bütün
Bosnalılar 2014’ün Şubat başından beri eylemde. Kundaklanan binaların üzerine
“Bizi açlık birleştiriyor, etnik farklılık ayıramaz!”, “Kahrolsun
milliyetçilik!” sloganları yazılıyordu. (Kıvanç Eliaçık, “Bosnalıları Açlık
Birleştiriyor”, Radikal İki, 23 Şubat 2014, s.9.)
Bitme ya da devam etme eğilimi gösterse de
protestoların ülkenin geleceği üzerinde kalıcı etkiler bırakacağı aşikâr.
Bosna’da 4 Şubat’ta başlayan protestolar, 1995 yılında sona eren savaştan bu
yana görülen en şiddetli eylemler. Kısa sürede ülke geneline yayılan gösteriler
şimdiden “Bosna Baharı” adını almış durumda, buna karşılık esasında Bosna
siyasi ve ekonomik anlamda kara bir kışın ortasında bulunuyor. (Hamdi Fırat
Büyük, “Bosna’da ‘Bahar’ Hasreti”, Radikal, 18 Şubat 2014, s.17.)
[41] Tom
Malinowski, “Kırgızların Öfkesi Kimseyi Şaşırtmadı”, Foreign Policy, 9 Nisan
2010.
[42]
Ergin Yıldızoğlu, “Ukrayna’da Filler Tepişiyor”, Cumhuriyet, 24 Şubat 2014,
s.10.
[43]
Fabrizio Tassinari, “AB Kiev’i Göz Göre Göre Kaybetti”, Open Democracy, 3 Şubat
2010.
[44]
“Ukrayna’nın Geleceği Rusya’da Değil, AB Üyeliğinde”, Financial Times, 24 Şubat
2010.
[45]
Ceyda Karan, “Rusya’ya ‘Turuncu Devrim’ İşlemiyor”, Taraf, 9 Mart 2014, s.12.
[46]
“Batı, Ukrayna İçin Ne Kadar Bedel Ödeyebilir?”, Evrensel, 8 Mart 2014, s. 11.
[47]
Ergin Yıldızoğlu, “Bir Semptom Olarak Ukrayna”, Cumhuriyet, 5 Mart 2014, s.4.
[48]
Ergin Yıldızoğlu, “İsyanlar Boşuna Değil: Uygarlık Tehlikede”, Cumhuriyet, 19
Mart 2014, s.12.
[49]
Ergin Yıldızoğlu, “Kitleler ve Diktatörler”, Cumhuriyet, 26 Mart 2014, s.4.
Yorumlar