“Birşey olmayı değil, birisi olmayı amaç edinin.” [2] Adnan Yücel’den sadece toplumcu gerçekçi şiir bağlamında söz etmek, kanımca ...
“Birşey olmayı değil,
birisi olmayı amaç edinin.”[2]
Adnan Yücel’den sadece toplumcu gerçekçi şiir bağlamında söz etmek, kanımca Ona yapılacak en büyük haksızlıklardan birisidir.
Bir sosyalist olarak O; bir devrimci ahlâkın etik duruşuyla betimlenen eylem vicdanıdır.
Charles Bukowski’nin, “Etik değerleri olmayanlar genelde kendilerini daha özgür görürler ama çoğunlukla sevme ve hissetme yetisinden yoksundurlar,” vurgusunun altını çizerek açarsak: Kadim Yunan’da iyi yaşam, ruhun mükemmelliyle açıklanan etik, insan eylemleriyle iç içe geçen ahlâka ilişkin değer felsefesidir.
İnsanların yaptıkları her işte kendilerini sorumluluk sahibi hissetmeleri ve empati kurduktan sonra, kendi vicdanlarının da sesini dinleyerek bir harekette bulunmaktır; insan(lık)dan yana duran; vicdani olan herşey etiktir.
Yani ahlâk, yaşanan, pratik bir şeyken; etik de, o pratiğin teorisidir. Etik’in söz konusu olduğu yerde sorgulama vardır.
Her hayat için (sınıfsallığı ekseninde) ahlâk, bir anlamlandırma kavramıdır.
“İnsan kalmak için gerekli duyarlılıktır,” denilen “ahlâk” konusunda F. Engels, ‘Anti-Dühring’ de şunların altını çizer:
“Toplum şimdiye dek sınıfsal çelişkiler içinde gelişmiştir, ahlâk da daima sınıfsal olmuştur: Bu ahlâk ya egemenliği ya egemen sınıfların çıkarlarını haklı göstermiş ya da baskı altında bulunan artık bu egemenliğe karşı yeterli derecede sağlamlaşmış olan sınıfın nefretini ifade etmiş ve baskı altındakilerin ilerideki çıkarlarını savunmuştur”.
Ve nihayet insan olmanın ve kalmanın sigortası olarak erdem ile doğrudan ilintili olan vicdan da, bir davranış (ve eylem) biçimidir.
En zor anlarda dahi varlığıyla insan(ın) kalbini, bilincini sımsıkı sarmalayandır.
İnsan(lık)ın kaybedilmemesi gereken sigortası vicdan: Kişinin kendini yargılama yetisi; iyi ile kötüyü ayırt edebilme gücüdür; susturulmaz ve yok edilemeyez.
Bunlardan neden mi söz ediyorum?
Çünkü Martin Luther King’in, “Uğruna öleceği birşey olmayan insan yaşamayı hak etmez,” deyişindeki kesinlikle yaşayan sosyalistAdnan Yücel: Devrimci ahlâkın etik duruşuyla betimlenen eylem vicdanı olarak; W. Goethe’nin, “Güzel bir düşünceyle güçlü bir karakter birleşince, harikalar ortaya çıkar!” sözleriyle betimlenebilir; ya da Andre Gide’in, “Estetik, ‘etik’i kapsar” tanımındaki toplumcu sanatsal etkinliğin en rafine insanî örneğidir …
* * * * *
Bir şair olarak Adnan Yücel’in dizelerinin, devasa önemi üzerine söz etmek, ona durmadan gönderme yapmak, kimilerine “malumun ilamı” gibi gelse de, içinden geçilen “postmodern zamanlar”da, son derece gereklidir. Onu durmadan anımsayıp/ anımsatmalıyız…
Kolay mı? Kafka’nın ‘Şato’sudur yaşa(tıl)dıklarımız…
Veya Albert Camus’nün XX. yüzyıla takmış olduğu “korku çağı” betimlemesidir…
Camus’nün bir uyarı olarak dile getirdiği “korku çağı”nda ya da Kafka’nın gerek ‘Dava’da, gerekse ‘Şato’da altını çizdikleri, dünyanın kapitalizmle hangi karanlıklara doğru sürüklendiğinin, her şeyin nasıl da zincire vurulmuş olduğunun resmiydi…
“Şato”, anonim bir iktidarın simgesidir; tıpkı başı belli olmayan bir örgüt gibi. Bu yüzden onun da ne zaman, nerede, ne yapacağı, neyin yerine geçtiği, ne olduğu hiçbir zaman belli değildir. Kimi nereye gönderdiği veya göndereceği, kimi ödüllendirip kimi cezalandıracağı hiç belli değildir. Görevlendirdiklerini gerçek anlamda görevlendirip görevlendirmediği hep bir sırdır. Suçlamalarının gerekçeleri hep karanlıkta kalır, kanıtları da yok olur.
“Korku çağı” ve onun egemen kıldığı sürekli tedirginlik, tek gerçek niteliğiyle belirginleşir. Bu tedirginlik içerisinde yaşama durumunu Kafka, 9 Kasım 1903 tarihli bir mektubunda şöyle tasvir etmiştir: “...Ormanda yolunu yitirmiş çocuklar gibi terk edilmişlik içerisindeyiz.
Önümde durup bana baktığında, ne sen benim içimdeki acıları anlayabiliyorsun ne de ben seninkileri. Ve senin önünde kendimi yere atsam, ağlasam ve anlatsam bile, biri sana cehennemi sıcak ve korkunçtur diye anlattığında cehennem hakkında ne bilebilirsen, benim hakkımda da ancak o kadarını bilebilirsin...”
Tepeleri bulutlara karışmış şatolar, her türlü insanca iletişimi olanaksız kılıp; insanca iletişimin yerini korku alırken; insan(lık) yabancılaş(tırıl)ır…
Tam da bu koordinatlarda “Pir Sultan vaktinde kavgayı/ Karacaoğlan vaktinde sevdayı bildik,” diye haykıran Adnan Yücel’in dizeleri imdadımıza koşar…
Mesela ‘Kuş Mitingi’nde, “Bir çığlıktır artık yaşanan/ Sözcükler yetmez anlatmaya/ Notalar fırçalar susar”…
Mesela ‘Ölümüm Bahar Olsa’da, “Öfkelerim kadar küçük bu gece çığlığı/ Düşlerim kadar büyük/ Duygularım kadar karmaşık nasıl anlatsam/ Çıksam şimdi çöl suskunu sokaklara”…
Mesela ‘Ne Zaman’da, “Hep kavgayla sürecek gibi yaşam/ Korkarım ki/ Aşka zaman bulamadan gideceğiz/ İçimizdeki sonsuz sevgileri/ Acının tabutuyla toprağa vereceğiz/ Kim bilir/ Belki yürürken belki yatakta/ Bir yürekte bin şiir götüreceğiz”…
Mesela ‘Sen ki Anlarsın’da, “Şimdi devleşen bir öfkenin/ Ve sınırlar ötesi bir özlemin/ Bildirisi okunurken her gün/ Her saat, her dakika,/ Can çekişen/ Bir çağı yaşıyoruz dünyada”…
Mesela ‘Acının Rengi’nde, “...ey acılara tat veren güzellik/ Yüreğimize hoş geldin/ Geldin de/ Çiçekli dallara döndürdün öfkemizi/ Artık ister dolu yağsın ömrümüze/ İsterse kar/ Biz ki bildikten sonra sevmeyi/ Bütün sabahlar/ Acı renginde olsa ne çıkar” dizelerindeki üzere…
* * * * *
Evet o karanlık günlerin orta yerinde, “acıyı bal eyleyen” toplumcu gerçekçi şairlerinden birisi(ydi)...
Mahmut Temizyürek’in ifadesiyle, “Adnan Yücel şiiri bu ‘yalnızlıkta’ belirir. Adnan Yücel, toplumcu gerçekçi şiiri, bırakılan yerde, yeniden diriltmiş bir şairdir. Yapıtlarının zihinsel ve poetik iç tutarlığı o denli güçlüdür ki, ilk kitabından sonuncusuna, aynı temaların yeniden, yeni bir esinle, gürleye coşa, inleye şahlana canlandığını görürüz.”
Adnan Yücel’in çoğu şiirinde ağıt teması görülür. Ancak bu ağıt bir teslim oluşa neden olmaz tersine öfke ve isyanla iç içedir…
Adnan Yücel yerel olduğu kadar evrensel bir şairdir. Beslendiği damar Mayakovski’ye oradan Sandor Petöfi’ye, Atila Jozef’e ve Pablo Neruda’ya kadar uzanır. Ezilenlerin safında yer almak çabası sadece yaşadığı ülke sınırları içinde yer almaz. O tüm dünya halklarının sorunları üzerine kafa yorar ve yazar…
Ülkesinde yaşanan her toplumsal acıya açık bir duyarlılık olduğu gibi, bunların küresel anlamlarını da iyi bilen bir bilincin sancılarını yazmıştır. Buna karşın, acının şairi denemez ona. Şiirinde acı, umudun nedeni gibidir…”
Bu hâliyle O; vazgeçenlerin, döneklerin “değişim” diye adlandırmaya kalkıştıkları “başkalaşımı” yerle yeksan eden bir iradenin dik duran etiğinden estetiğine şiirin sosyalist eylemidir…
* * * * *
Kolay mı? Nâzım Hikmet Ran’ın, Ahmed Arif’in, Hasan Hüseyin Korkmazgil’in yoldaşıdır Adnan Yücel. Ezilenlerin, sömürülenlerin kavga damarından beslenir...
“Şiir” deyip geçmeyin; Metin Altıok’un, “Şiir insanı sevmeye yarar,” saptamamasına eklediğidir Asım Öztürk’ün: “Yaşadığı zamana tanıktır”. “Olanaksızın sınırlarını zorlamaktır”. “Aşkınlıktır şiir”…[3]
“Şiirin tarihsel gelişimi ile insanlığın tarihi ne kadar da örtüşüyor. Haksızlığın, sömürünün, adaletsizliğin hep karşısında olmuş ve bu nedenle demokrasi savaşçıları gibi o da hep baskı altına alınmak istenmiş, şiir yazanlar cezalandırılmış, hapislere, sürgünlere gönderilmiştir.
Şiir hep hayatın yanında yer almıştır. Hayatı savunanlara soluk olmuş, şarkı olmuş, hasreti, gurbeti, aşkı ve umudu anlatmış, beslemiş, büyütmüştür. Hasan Hüseyin’in dediği gibi: “belki bir şiir/ belki bir şiir kırıntısı/ çalar kapımızı umutsuz karanlıkta’…”[4]
“Şiir” deyip geçmeyin; şairlik zor zenaattır…
Hem de Carl Sandburg’un, “Şiir, gölgeyi dansa davet eden bir yankıdır”; Oktay Rifat’ın, “Şiir, insanın yaşamasını anlamasıdır”; Halil Cibran’ın, “Şiir çokça sevinç ve ızdırap ve hayrettir, biraz da söz.” “Şiir bir düşüncenin ifadesi değildir. O, kanayan bir yaradan veya gülümseyen bir ağızdan yükselen bir şarkıdır,” deyişlerindeki üzere…
Kolay mı? “Şiir nasıl henüz yan yana gelmemiş sözcükleri buluşturuyorsa, şair de bizi düşlere salar yeniden…” “Şiir hep acı eğitimiyle anlaşılır… Şiir daha çok bir gerilla hareketidir…”[5]
Tüm bunlarla bağıntılı olarak Şükrü Erbaş, “Uzar gider bu. İnsan soyu ortadan kalkmadığı sürece şiir olacaktır ve gelip bizi bulacaktır. Ya da biz, ışığa dönen pervaneler gibi gidip onu bulacağız,” derken Eray Canberk de şunların altını çizer:
“Şiir herkese tanıdıktır; herkesin bildiğidir. Kırgının fısıltısı, öfkelinin haykırışıdır. Şair de Fuzûlî’nin dediği gibi yoksul bir hükümdar, görkemli bir yoksul olabilir.
Şair herkes için de söylese, kendi için de söylese türküsünü, sözcükler bir kere dizeye dökülüp şiir oluştu mu herkesindir artık şiir. (…)
Şiir düşüncelerle yazılmaz ama şiirsiz düşünceler de bir işe yaramaz. Şaire de şiirle yaşamak yetmez, şiirde yaşaması gerekir.
Tehlike anında kurtarıcıdır şiir. Karanlıkta birbirini yitirenler, yine birbirlerini bulmak için ‘Sese gel!’ diye bağırırlar... Karanlık dönemlerde insanlığın kendini bulması için ‘Şiire gel!’ diye bağırılmalıdır... Aydınlık dönemlerde ise zaten şiire gelinmiş demektir…”
Nihayet “Mızırdanan şiir, mırıldayan şiir, haykıran şiir,”[6] tasnifini de unutmadan; Adnan Yücel’in şiirinin, Nâzım Hikmet’in şu tarifinin en has örneklerinden birisi olduğunu anımsatmalım:
“Gerçek şair kendi aşkı, kendi mutluluğu ve acısıyla uğraşmaz. Onun şiirlerinde halkının nabzı atmalıdır… Şair başarılı olmak için, yapıtlarında maddi yaşamı aydınlatmak zorundadır. Gerçek yaşamdan kaçan ve onunla bağıntısız konuları işleyen kimse, saman gibi anlamsızca yanmaya yargılıdır…”[7]
* * * * *
Tam da bunun için Adnan Yücel’in şiiri toplumcu gerçekçidir ve şimdilerde her zamankinden çok daha önemlidir…
“Neden” mi?
Her şey gibi kapitalizmin sanatı da alıp satmaya kalkışmasına, etiketli “sanatçıların”(!?) teslim olmasından!
Bilmiyor, görmüyor olamazsınız: 1980 sonrası özel sektör üzerinden şekillenen sanat üretiminin, “işletmecilik” mantığı ile hareket etmesi sanatın ticarileşmesini beraberinde getirdi. Bu bakış açısının yarattığı etki sanat eserlerinin de birer “meta” olarak görülmesini sağladı. Artık sanatın ticaretsiz olmayacağını düşünenlerin sayısı azımsanmayacak kadar fazla…
Oysa sanat satıl(a)mazken; Işıl Eğrikavuk’un ifadesiyle, “Hayal gücü kıymetlidir, satın da alınmaz…” Çünkü, “Sanat ‘mal’ değildir,” Ekin Onat’ın deyişiyle…
Ancak Murat Ülker’in, Bedri Baykam’ın boş bir çerçeveden ibaret “eseri”ne 100 bin dolardan fazla ödediği pazarda; bu vesileyle gündeme gelen Baykam, “Ben hayatta hesabını veremeyeceğim hiçbir şey yapmam, ne siyasi ne de etik anlamda. Bu konuda da içim son derece rahat,” diyebiliyor…
Tam da bu günlerde herkesin Adnan Yücel’in dik duruşu ile B. Brecht’in, “Sanatın apolitik olması, egemenler ile işbirliği yaptığı anlamına gelir”; Adorno’nun, “Her sanat eseri işlenmemiş bir suçtur”; Charles Bukowski’nin, “Tehlikeli birşeyi şık biçimde yaptığınızda ise ona sanat denir”; Mehmet Ercan’ın, “İdelojisiz sanatçı, bastonsuz köre benzer,”[8] uyarılarını bir kez daha anımsayamaya/ anımsatmaya olan gereksinimi çok büyüktür…
* * * * *
Diyeceklerimi toparlıyorum…
‘Acıya Kurşun İşlemez’inde, “Yıldızlar ve sular tanıktır bize/ Aç ve kavruk bir memeden/ Direnmeyi yudum yudum emen/ Bir çocuk gibi öğrendik/ Ve direndik/ Ordular kurduk türkü renklerinden/ Bütün ağıtları bir hücumda yendik/ Acıya kurşun işlemez artık/ Biz yaşamayı zulümsüz sevdik,” diye haykıran Adnan Yücel’in mücadeleci, sosyalist eylemci ruhu her daim dizelerine yansıtmıştır…
Bu niteliğiyle O; 12 Eylül karanlığı karşısında dik durmuştur.
Dizelerinde (ve yaşamında) aşkı ve kavgayı harmanlayarak, “Gel ki şafaklar tutuşsun” ısrarını somutlamıştır…
“Prometheus’un Ozanı” olarak da betimlenmesi mümkün olan Adnan Yücel, darbe yıllarının yaşamı her daim savunan, direnen kalemi, vicdanı, onurudur…
Enternasyonalisttir. Kalbinin bir yanı Diyarbakır’dadır.
Her direnişin yanındadır. Tıpkı 1984 Ölüm Orucu’ndaki gibi…
Tek tip elbiseye karşı olarak başlatılan 1984 Ölüm Orucu’nda Mehmet Fatih Öktülmüş 75. günde bizi bırakıp gittiğinde şunları haykırmıştır:
“yaşayan kimdir gerçekte ölen kim/ yaşarken bile tükenenler,/ yılgın yılgın düşenler mi/ yoksa çekilip tarihin burçlarına/ bayrak bayrak düşenler mi/ işte deniz, işte mazlum, işte fatih…”
Evet O; Deniz Gezmiş’in, Mazlum Doğan’ın, Mehmet Fatih Öktülmüş’ün “yine çiçekteyiz işte, yine meyvedeyiz...” diyen ozan yoldaşıdır…
Asi kır çiçeklerini anlatan mükemmel şiiriydi; akciğer kanseri tedavisi görüyordu.
Sakin, sessiz, derin bakışlı biriydi; elinde sigarasıyla görülürdü daima; Dumanlı bakardı…
Temmuz sıcağının doğayı kavurduğu bir günde Çukurova da toprak çatlarken yitirdik Adnan Yücel’i; binlerce yürek titredi…
O devrimcilere hep “yılgınlıkta inanç” olmuştu.
Boşuna “Üstat” denmezlerdi O’na…
İnsan(lık) sevgisi, adalet duygusu ve direnci sosyalist değerlerin başına koyandı…
Che Guevara, “Fakirlikle ama aynı zamanda yabancılaşma ile savaşıyoruz. Eğer komünizm vicdani yoldan ayrılırsa sadece bir dağıtım yöntemi olur fakat artık bir devrimci ahlâk taşımaz,” sözlerinde betimlediği sosyalist etiğin altını özenle çizendi…
Pazarlıkların, kirli yalanların ve vazgeçin ötesindeki politik bir ahlâktı…
Sosyalist vicdandı; sanattı…
“Başkaldırı yoksa onu icat etmek gerekirdi,” dercesine ihtilalciydi…
Özetin özeti: Devrimin şairidir Adnan Yücel ya da şiirin toplumsal gerçekçi devrimidir…
Nihayet ‘Yeryüzü Aşkın Yüzü Oluncaya Dek’deki şu ölümsüz dizelerdi:
“Saraylar saltanatlar çöker/ kan susar birgün/ zulüm biter./ menekşelerde açılır üstümüzde/ leylaklarda güler./ bugünlerden geriye,/ bir yarına gidenler kalır/ bir de yarınlar için direnenler.../ /
Ey herşey bitti diyenler/ korkunun sofrasında yılgınlık yiyenler./ ne kırlarda direnen çiçekler/ ne kentlerde devleşen öfkeler/ henüz elveda demediler./ bitmedi daha sürüyor o kavga/ ve sürecek/ yeryüzü aşkın yüzü oluncaya dek!”
28 Nisan 2013 16:57:01, Ankara.
N O T L A R
[1] 16 Mayıs 2013 tarihinde Ankara ve 25 Mayıs 2013 tarihinde İzmir’deki Adnan Yücel Edebiyat ve Sanat Festivali’nde yapılan konuşma… Gelecek Dergisi (Kıbrıs), No:17, Mayıs 2013…
[2] Victor Hugo.
[3] Asım Öztürk, “Yaşadığı Zamana Tanıktır Şiir”, İnsancıl, Yıl:22, N:267, Ekim 2012, s.40-42… Asım Öztürk, “Olanaksızın Sınırlarını Zorlamaktır Şiir”, İnsancıl Dergisi, Yıl:22, No:266, Eylül 2012, s.40-42… Asım Öztürk, “Aşkınlıktır Şiir”, İnsancıl, Yıl:23, No:269, Aralık 2012, s.21-22.
[4] Berken Bereh, “Kara Kışın Ayak Sesleri”, Evrensel, 17 Kasım 2012, s.12.
[5] Haydar Ergülen, “Düşyazdım...”, Cumhuriyet, 22 Ekim 2012, s.17… Haydar Ergülen, “Kendimi Hiçbir Zaman Şair Gibi Hissetmiyorum”, Cumhuriyet Kitap, No:1186, 8 Kasım 2012, s.4-5.
[6] M. Sadık Aslankara, “Kuşatılmış Toplumu Kuşatıcı Şiirle Savunmak”, Cumhuriyet Kitap, No:1210, 25 Nisan 2013, s.14.
[7] Nâzım Hikmet, “Şiir Üstüne Düşünceler”, 23 Nisan 2013…http://www.insanokur.org/?p=907
[8] Mehmet Ercan, Aforizmalar III, http://www.insanokur.org/?p=39016
Yorumlar