“Göklerin mavisi çan sesi ve güneş Beni üzüyor ve gözlerimi Yakan bir acı, onu avutmaya gelen Şiiri de sakatlıyor ve azgın başıboş -...
“Göklerin mavisi çan sesi ve güneş
Beni üzüyor ve gözlerimi
Yakan bir acı, onu avutmaya gelen
Şiiri de sakatlıyor ve azgın başıboş
-Ah, deniz, köpüklerinin üstünden senin-
Uçup gidiyor
Göçmen bir martı gibi Küba’ya.”[1]
Hakan Aksay’ın, “Bazen isim, cisimden büyüktür. Küba buna örnek. Toplam 11 milyon nüfuslu
bir ülke. Büyüklüğü Türkiye’nin yaklaşık yedide biri. Bulgaristan kadar. Ama önemi
topraklarından kat kat fazla...” diye betimlediği coğrafyasından; Fidel’in, Che’nin toprakları ya
da Raúl’ün Küba’sından söz etmeye; Nâzım Hikmet’in (devrim sırasında karargâh olarak
kullanılan) Hotel Libre’deki dizeleriyle başlamalıyız:
“...otelin 24’üncü katından dinliyorum şehri gece vakti/ şehir türkülere gömülü/ toprağın
taşın yaprağın içinde türküler/ havanın içinde azot filan gibi türküler/ türküler yemişlerin
kabuğu eti çekirdeği/ çiçeklerin korkusu türküler/ türküler İspanya Arabistan Afrika/ türküler
gözlerinde ve kalçalarında kadınların/ türküler erkeklerin sıcak elleri/ türküler oyunların
ayakları belleri omuzları/ asansörle iniyorum hole/ asansörde köylü kızlar Oriente ilinden
Bayamo köylüklerinden/ şehre dikiş öğrenmeye gelmişler/ Habana Libre (Hür Havana)
otelinde duvarlarında milyonerlerden/ gölgeler kalmış apartmanlarda oturuyorlar/ otelin eski
adı Hilton/ 24 milyara çıkmış/ asansörde köylü kızlar Bursa ilinden Ankara köylülerinden/
kızlar İstanbul’da işiniz ne kızlar sizi nasıl bıraktılar Hilton’a/ Hilton değil gayrı diyorlar Hür
İstanbul’a çevrildi adı çoktan/ ve gülüyorlar ağızlarını örtüp kınalı elleriyle/ ağalar da kaçtı
Amerikanla birlikte/ ya toprak/ bölüştük...”
Evet, Nâzım Hikmet’in dizelerine de yansıyan bir özlemin, bir rüyanın evrensel adıdır Küba…
“Küba, önce Che, sonra Fidel ve biraz da yazar Ernest Hemingway demek,” vurgusuyla Işıl
Özgentürk’ün, “Kübalı çocuklar her gün bedava bir kilo süt içiyor… Somos Socilalistas Palante
Palante: Biz sosyalistiz haydi ileri!” diye resmettiği bir coğrafya…
TARİH
“Asla unutmayın! Tüm dünyanın şanı bir mısır tanesine sığar,” diyen José Martí’nin mütevazı
derinliğiyle betimlenen “Yeşil Timsah” Küba’nın tarihi, bıkmaz usanmaz bir mücadeledir…
Küba’nın (“uygar” denilen) tarihi, 3 Ağustos 1492’de İspanya sahillerinden yola çıkan
Christoph Colomb’un 27 Ekim’de Küba kıyılarına varmasıyla başlatılır çoğunlukla. Sanki adada
1daha önce hiç insan yokmuş, hiçbir şey yaşanmamış gibi… Ama İspanyolların karaya ayak
basmasından sonraki birkaç on yıl içerisinde, ada yerlileri, topyekûn kırılır, yok edilir.
Bundan sonra Küba’da artık İspanyol kökenliler ile onların Afrikalı köleleri yeni bir tarih
yazmaya başlayacaktır. Yüzyıllara yayılan İspanyol sömürgeciliğinin ve buna direnişin öyküsü
Küba halkının bağımsızlıkçı ve devrimci kimliğinin önemli köşe taşlarından birini oluşturur.
Küba hükümeti 1 Ağustos 1899’da ABD’ye devredilir; İspanyol sömürücülerin yerini bu kez
yankiler alır. Bu kez de ABD hâkimiyetine karşı direniş ve mücadele parantezi açılacaktır Küba
tarihinde.
Küba’nın zor yılları ve bu dönemde Küba halkının dayanışması ve direnci... Sonunda yüzlerce
yıllık sömürgecilikten kurtuluş: Küba devrimi...
Bu “genel” tarihi biraz daha detaylandırırsak: Küba’nın İspanyollara karşı bağımsızlık savaşı
1868 yılında Carlos Manuel de Cespedeo’in “Yara Çağrısı” diye anılan isyanıyla başlar.
Bu isyanın önemle anılması gereken simgelerinden birisi Küba’nın ulusal önderi José
Martí’dir.
1853 yılında Havana’nın yoksul bir semtinde İspanyol kökenli bir topçu çavuşunun oğlu
olarak doğan; 1895’te, savaş alanında, İspanyol sömürgeciliğine karşı Küba ulusal kurtuluş
savaşının en büyük kuramcısı ve önderi olarak 42 yaşında can veren Martí; şiirlerinde bir
devrim önderinin kuramsal düşüncelerini değil, somut bir insanın, çocuğuna hasret bir baba,
ya da yurdundan uzaklardan yapayalnız bir sürgünün son derece kişisel yaşantılarını, bu
yaşantıların derin izlerini yansıtmıştır...
“Sabahları oğlum/ Minicik oğulcuğum/ Kocaman bir öpücükle/ Uyandırırdı beni./ Sonra bir
atlı gibi otururdu göğsüme/ Dizgin yerine/ Tutup saçlarımı...”
“İsmaelillo”daki bu dizelerin, sürgünde olduğu New York’ta Küba kurtuluş savaşını planlayan,
ve karısı ile oğullarını alıp işgal altındaki Küba’ya dönmüş bir devrim önderinin eseri olduğunu
düşünmek olağanüstüdür...
Ya da: “İki yurdum var benim: Küba ve gece/ İkisi de bir sayılır aslında. Yiterken/ Güneşin
görkemi. Küba/ Üzgün bir dul gibidir/ Uzun örtüleri içinde, suskun, elinde karanfil/ Bilirim ne
olduğunu elinde ürperen/ Bu kanlı karanfilin! Bomboş/ Göğüs kafesim, bomboş,
paramparça/ İçinde yüreğimin çırpındığı. Vaktidir/ Ölüme gitmenin. Uygundur gece/
Elvedalara...”[2]
1882, 85 yıllarının ürünü “Özgür Şiirler”de yer alan “İki Yurt” adlı şiirindeki bu dizelerin,
Martí’nin kitaba yazdığı önsözdeki kendi anlatımıyla “gözden fışkıran yaşlara, yaradan fışkıran
kanfıskiyesine benzeyen” bu sözlerdeki içtenliğin, insanca itiraf özelliklerinin, kuşaklar
boyunca Latin Amerika şiirini nasıl etkilemiş olduğunu; ve bir devrim önderinin sözleri olduğu
için, Latin Amerika’da devrim hareketlerine nasıl insanca boyutlar kattığını anlamak güç
değildir...
2“Basit Şiirler”in XXIII’üncüsünde kendi ölümü hakkında şunları söylüyor: “aynı yalınlıkla
ölmek isterim.....”
Evet, henüz 17 yaşındayken İspanyol sömürgeciliğine karşı olduğu için 6 ay kürek cezasına
çarptırılan; Küba muhalif geleneğinin mihenk taşı; 1892 yılında Küba Devrimci Partisi’ne
önder seçilip, bağımsızlık savaşını başlatan; 18 Mayıs 1895 tarihinde bir çatışmada ölüp,
kafası İspanyol askerlerince kesilerek, çeşitli yerlerde özellikle dolaştırılsa da, kimsenin
öldüğüne inanmadığı José Martí’nin geleneği; daha sonra Fidel ve yoldaşlarının elinde
yükseltilen isyan sancağı olmuştur…
Devam edersek: 1895 yılında Küba, ABD’nin de yardımıyla(!) “bağımsızlığını” kazanır. ABD
askerleri Küba’yı 1902’de arkalarında bir kırsal muhafız bırakarak, ama Platt Anlaşması’na
göre de istedikleri zaman dönmeyi garanti altına alarak terk ettiler. Kırsal muhafızların
görevi, şeker plantasyonlarını korumaktı. Yani Küba bağımsızlığını kazanmış, ama şekilsel de
olsa ordusu olmayan bir ülkeydi.
İktidara muhafazakâr parti gelir. Fakat liberal partinin isyan hareketleri de devam eder.
1906’da liberallerin ayaklanmasına karşı ABD, adayı bir kez daha işgal eder ve ayaklananları
silahsızlandırır. Fakat bu işgalin halkın arasında hoşnutsuzluk yarattığını gören ABD yönetimi,
“mücadeleyi Kübalaştırma” kararı alır. Bu durumda sosyal karışıklıkları, ayaklanmaları
Amerikalıların yardımıyla Kübalılar bastıracak ve iç güvenliği Kübalılar sağlayacaktı. Kurulacak
Küba Ordusu ABD’li danışmanlar tarafından eğitilecekti. Ordunun subayları ABD
akademilerinde eğitilecekti.
Eski bir at hırsızı olan General Gerardo Machado yeni kurulan Küba ordusuna “başmüfettiş”
olarak atanır. ABD’nin uşaklığını yaparak kısa sürede zengin bir “iş adamı” hâline gelir. 1924
yılında cumhurbaşkanı seçilir. Machado’nun döneminde büyük yolsuzluklar olur ve mevcut
özgürlükler de yok edilir. Özellikle de işçi muhalefetine önderlik edenler katledilir. Halkın
boyutlu hoşnutsuzluğuna rağmen bu diktatör, 1928’de topladığı kurucu meclise kendini 6 yıl
süreyle bir kez daha başkan seçtirir. 1929’da tüm dünyada yaşanan ekonomik kriz, Küba’yı da
derinlemesine etkiler. Ekonomik bunalım başlar, toplumsal hareketlerde büyük artışlar
yaşanır.
1930-1932 yılları arasında sol sendikalar büyük bir grev dalgası başlatırlar. Bu grevler hep
kanla bastırılır. Üniversiteler, işçi merkezleri kapatılır. Yükselen muhalif hareketler sonucu
1933 Ağustos’unda Machado devrilir. Machado’nun devrilmesini ABD de desteklemiştir.
Yükselen hareketlerden kaygı duyan ABD, bu teşhir olmuş diktatörden kurtulmak istemiştir.
Machado’dan sonra “geçici hükümet” kurulur. Machado, kaçıp gitmesine rağmen eylemler
daha da yoğunlaşarak artar. “Sendikalar Komünist Partisinin yönlendirmesiyle eylemlerini
daha radikalleşmişler; şeker üretim merkezlerinin işgalini, işçi konseylerinin kurulması
izlemiştir. Devrimci unsurlar kısa bir süre sonra da Bolşevik sloganlar dile getirmeye
başladılar. Tüm iktidar, asker ve denizci komitelerine yaslanan işçi ve köylülere
bırakılmalıdır.”
3Maaşların kesileceği yolundaki söylentiler üzerine Kara Kuvvetlerine bağlı astsubaylar
ayaklanırlar, Astsubaylara bağlı birlikler, subayları tutuklamaya başlarlar. Machado’nun
düşüşünden sonra kurulan geçici hükümete karşı çıkan muhalefet liderleri bu astsubayların
ayaklanmasından faydalanırlar. Raman Grau San Martín’in ön plana çıktığı 5 kişilik bir
komisyon ayaklanan askerlerin de yardımıyla geçici hükümeti devirir.
Grau San Martín geleceğin diktatörü “melez” Batista’yı biraz da ordunun içindeki
hareketlenmeleri bastırmak amacıyla ordu komutanlığına atar. Batista kendine gerekli
gördüğü subayları ordudan alıkoymak ya da yeniden atamak konusunda tek yetkili olmuştur
ki bu da ona çok büyük bir güç kazandırmıştır. Küba ordusunda o zamana kadar yalnızca
beyazlar subay olabiliyordu. Oysa ki şimdi Batista bir melez olarak ordunun komutasına
sahipti. Batista’nın ordu içindeki ilk icraatlarından biri de orduya melez ve siyahların alımının
artırılması ve üst rütbelere yükselmelerinin önünün açılması oldu.
Ordu’ya bu alınanlar “ne siyasal oligarşiye, ne 1895 muhariplerine ne de üst tabakalara
mensuptular. Ayrıca özel bir askeri formasyonları da yoktu. Rastlantı ya da gereksinim
sonucu orduya girmeden önce ya işsizdiler ya da el işçisiydiler...”
Ordunun komutanlığına getirilmeden önce ordu içinde Stenograf Çavuşu olan Batista, daha
önceleri şeker kamışı kesiciliği, marangozluk ve demir yolu işçiliği yapmıştı. Yani Batista
aslında asker değildi. “Halkın içinden” gelişi, melez oluşu onu fazlasıyla popüler kılıyordu.
Grau başkanlığındaki hükümetin ömrü sadece 100 gün olacaktır. Bu dönemde şeker kamışı
kesicileri için asgari ücret uygulaması, 8 saatlik işgünü gibi reformlar yapılır. Bu reformlar
geleneksel siyasi güçlerin ve ABD’nin tepkisini çeker. Komünist Partisi ise fazla ılımlı bulduğu
bu reformist harekete karşı güçlü bir muhalefet sürdürüyordu. Kısacası bu hükümetin siyasal
anlamda dayanağı yoktu.
1934’te Grau hükümeti devrilir. Hiçbir siyasi partinin etkin olmadığı bu ortamda Batista işçi
ve köylü hareketlerini şiddetle bastırır. “Kriz dönemindeki Küba’ya ABD’nin bu dönemde özel
bir müdahalesi olmaz. Zaten böyle bir şeye de gerek yoktur aslında. ABD diplomatları yeni
yükselişe geçen Batista’dan istedikleri gibi yararlanabileceklerinin farkına varmışlardır. Bu
“kriz” dönemi için ABD geçici olarak Platl Anlaşması’nı askıya alır ve asker göndermez. Kendi
askerlerini yıpratmasının gereği yoktur çünkü.
Batista 1940 yılında başkanlığa “seçildiği” döneme kadar ordunun komutanıdır ve “büyük
seçici”dir. Yani 7 yıl içinde gelen devlet başkanlarını kendisi seçmiştir. Bunlar kukla
yönetimlerdir. Ve Batista’nın 1959’da yıkılıncaya kadar birçok kukla yönetimi seçtirdiğini
göreceğiz.
Bu dönem içerisinde (1933-1940) ABD’deki Rockefeller Vakfı tarafından hazırlanan
“ekonomik ve toplumsal dönüşümü” hedefleyen üç yıllık bir plan devreye sokulur. Bu plan
“şeker üretiminde çalışan ücretlilerin yaşam koşullarını düzeltmeyi, küçük üreticiliği
yaygınlaştırmayı ve tarımsal üretimin çeşitlendirilmesini amaçlamaktadır.” “Modernleşme
süreci” olarak tanımlanan bu süreçten doğaldır ki esas olarak askeri kurumlar faydalandı.
Ordu için sivil kesimlere açılmayan hastaneler, dinlenme merkezleri, yetim evleri açıldı.
4Batista 1938 yılında Komünist Partisinin lideriyle görüşmelere başlamıştır. Sağladığı destekle
1940 yılında bir kurucu meclis toplar. Bu mecliste kendisini başkanlığa seçtirir. Ayrıca yeni bir
anayasa kabul edilir. (Bu anayasanın maddeleri Fidel Castro tarafından Moncada
Savunmaları’nda program olarak savunulacaktır. Yani bu anayasanın talepleri “ilerici”
sayılmaktadır.) Bu anayasanın Batista tarafından savunulması elbette ki onun siyasi
misyonuyla ilgilidir. Zaten burada savunulanlar da yaşama geçirilmemiştir.
1942 yılında hükümetine Komünist Partiden iki kişiyi alır. Batista 1944 yılında yapılan
seçimlere katılmaz. Fakat Komünist Partinin desteğine rağmen kendi adayını da seçtiremez.
Ve yönetime tekrar Grau San Martín gelir.
“Komünistler kendi ifadeleriyle ulusal cephenin babasının, ‘halkın gözbebeğinin’ ve ‘Küba
demokrasisinin bu yılmaz bekçisinin’ seçimlere katılmamasından ötürü büyük bir üzüntü
duymuşlardır.”[3]
Grau ekonomik sıkıntıların fazlasıyla arttığı, yolsuzluğun boyutlandığı bir dönemde başa
gelmiştir. 1933’teki 100 günlük yönetiminde işçiler için çıkardığı reformların aksine bu sefer
yoğun hak gasplarına, yolsuzluğa imza atar. Sonraki seçimde Grau’nun yerine “Otantik Parti”
lideri ve anti-komünist olan Prio Saccarras seçilir. Fakat Prio Saccarras’ın döneminde de
ekonomide iyiye doğru bir gidişat olmaz.
Ekonomik sıkıntıların boyutlandığı bu dönemde yolsuzluğa, çeteciliğe karşı radikal
söylemleriyle dikkat çeken Eduardo Chibas’ın partisi “Ortodoks Parti”nin yıldızı parlar.
Chibas, 1952 seçimlerinden kısa bir süre önce yolsuzluğu, çeteciliği eleştirdiği bir radyo
programından sonra intihar eder. Bu onun popülaritesini daha da artırır. 1952 seçimlerinde
Ortodoks Partinin seçileceği kesindir artık.
Batista, Ortodoks Partinin seçilmesini istememektedir. Bu nedenle seçimler yapılmadan kısa
bir süre önce zaten halkın da bezmiş olduğu Saccarras hükümetine darbe yapar ve yönetimi
ele geçirir.
Batista’nın başa gelir gelmez ilk uygulamaları adada artan yoğunluktaki “gangsterlik”
olaylarına yönelmek olur. Bu ilk başlarda halkın sempatisini toplar, fakat kısa bir süre sonra
Batista servetine servet katmaya, askeri gücünü daha da artırmaya başlayınca halkın da
tepkisi yükselmeye başlar.
Castro siyasal yaşamına Eduardo Chibas’ın önderliğindeki Ortodoks Parti’de başlamıştır.
Ortodoks Partiye üye oluşunun nedenlerini şöyle açıklamaktadır Martha Harnecker:
“Parlamenter özgürlükler döneminde bulunulduğu için “devrimci bir program önermek,
kitleleri bu program etrafında harekete geçirmek ve iktidarın devrimci bir tarzda alınışına
doğru ilerlemek’ için milletvekilliği kürsüsünü kullanmak düşüncesindedir.”[4]
1952’de Batista’nın darbe yapmasından önceki dönemde Chibas’ın partisi diğer tüm partilere
göre yolsuzluklara, yoksulluğa karşı önerdikleriyle halkın sempatisini toplamıştı, Castro, bu
parti içerisinde, yoksul halka daha hızlı ve rahat ulaşacağını düşünmektedir.
5Fakat Batista’nın darbesiyle Ortodoks Parti çözülme sürecine girer. Castro, bu darbeyle
birlikte legal olanakların ortadan kaldırıldığını ve iktidarın alınması için zora başvurulması
gerektiğini savunur. Bu doğrultuda Castro önderliğindeki genç Ortadokslar grubu “darbe
yapmak” amaçlı Moncado Kışlasına saldırı hazırlığına başlar. Temmuz 1953’te oluşturulan
150 savaş hücresinde 1500 eğitimli savaşçım, 26 Temmuz 1953’te saldırıyı gerçekleştirir.
Çatışmalar sırasında pek çok kişi öldürülür. Aralarında Castro’nun da olduğu 28 kişiye yıllarca
kürek cezası verilir. Bir süre sonra sürgüne gönderileceklerdir.
Mahkeme süreci içerisinde Castro’ya yoldaşlarının bir kısmı; “diğer siyasi partilerle şöyle ya
da böyle bir anlaşmaya varabileceği” önerisinde bulunulur.
Castro; 26 Temmuz kalkışmasına katılanların toparlanması ve bir “çekirdek” oluşturulması
gerektiğini savunuyordu.
Castro’nun bahsettiği programa geçmeden önce, dilerseniz Küba’nın devrim öncesi
ekonomik durumuna bir göz atalım. Che’nin 1962 yılında Cuba Socialista’da yayınlanan
açıklaması bize bu konuda epey bilgi verir:
“Küba tarım alanlarında, tek ürün üreten ülkeydi, şimdi de öyledir. Ülkemiz kelimenin en
mutlak anlamıyla tek bir pazara bağlıydı. Buna ek olarak Küba, yarı-sömürge ülkelerin tüm
özelliklerini gösteren yarı-sömürge bir ülkeydi. İşsizlik, büyük boyutlardaydı, ayrıca gizli
işsizlik de vardı; ülke içinde üretilebilecek birçok tüketim malları ve özellikle besin maddeleri
yurtdışından ithal ediliyor, yabancı ülkelerdeki emperyalist ihracatçılara bağımlı ticaret
burjuvazisi giderek semizleniyordu. (...)
Şeker ürünün dünya çapındaki dağıtım aygıtı Birleşik Devletlerin yönetimindeydi. İşsizler
ordusu günden güne büyüyordu, bir zamanlar 600 bine ulaşmıştı... Dışarıdan ithal edilen ham
maddeleri işleyerek mamul ürün hâline getiren bazı küçük sanayi kuruluşları da vardı.
Bunların fabrika donanımları yurtdışından getirilmişti. Yedek parça gerektiğinde, bunların da
yabancı ülkelerden satın alınması gerekiyordu. Emperyalist pazarlardaki rekabet ve
latifundiya sistemi yüzünden boğulan tarımda hiçbir gelişme görülmüyordu. Latifundiya
sahipleri yalnızca şeker üretimiyle ilgileniyor, bazen büyükbaş hayvan yetiştiriyor, yiyecek
maddelerinin ABD’den ithal edilmesini yeğ tutuyorlardı. Kısacası ülkenin ekonomisi çarpıktı
ve tam bir durgunluk içerisindeydi.”[5]
Che, Küba’nın sosyoekonomik yapısını; “az gelişmiş, yarı-sömürge, yarı-sanayileşmiş” olarak
ifadelendiriyordu.
“Tarih beni beraat ettirecektir” sözüyle bilinen mahkeme savunmalarında sunduğu
programla ilgili olarak Castro’dan alıntılarla M. Harnecker şunları yazar:
“Tüm program önerileri 1940 anayasasının iki temel maddesinin kesin uygulanışından
esinlenmiştir. Bu maddelerden biri ‘Latifundiya’nın yasaklanmasını öngörmektedir. Yasa,
tarımsal işletme türüne göre kişi ya da birim başına izin verilen maksimum yüzölçümlerini
belirtmekte ve toprağın Kübalılara geri verilmesi için alınacak önlemleri açıklamaktadır. Diğer
6madde kesin bir dille işsiz olanlara iş ve el yada kafa emekçisine uygun yaşam koşulları
sağlamak konusunda devlete elindeki tüm olanakları kullanmasını emretmektedir. Fidel
1953’teki savunmasında ‘kamu özgürlükleriyle siyasi demokrasinin yeniden kurulmasının yanı
sıra çözüm bekleyen şu altı sorun konusunda acil kararlar alırdık: toprak, sanayileşme, inşaat,
işsizlik, sağlık’ demektedir.”[6]
Daha sonraki yıllarda Castro, bu program için “Sosyalist bir program değildi. Ama o sırada
halkımızın hedefleyebileceği en iyi toplumsal ve devrimci programdır,” demektedir.
Castro ve yoldaşlarının çoğu Meksika’ya giderler. Moncado Kışlası’na saldırının tarihini isim
olarak alırlar: 26 Temmuz Hareketi. 26 Temmuz Meksika’da adaya yeniden çıkmanın
planlarını yapıyordu. O dönem içerisinde iktidarın nasıl ele geçirileceğine dair, hareket
içerisinde çok farklı düşünceler vardı. Che, 1959’da yapılan Çin röportajında o dönemdeki
farklı düşüncelere dair şu örneği vermişti:
“Bu örgüt üyelerinin (26 Temmuz) toplum üzerine görüşleri birbirinden çok farklıydı. Mexico
City’de grup içerisinde yaptığımız bir tartışmadan sonra, Küba halkına devrimci bir program
önermek zorunluluğunu öne sürdü. Moncado Kışlası baskısına katılanlardan birinin gösterdiği
tepkiyi hiç unutmam; bana şöyle demişti: ‘Eylemimiz çok basit. Bizim amacımız darbe
yapmak, Batista da hükümet darbesiyle iktidara geçti. Onu iktidardan uzaklaştırmak için biz
de darbe yapmalıyız. Batista ABD’ye yüz ödün verdiyse biz de 101 ödün veririz.’ O zaman ben
de ona yapacağımız hükümet darbesinin bir ilke temeline dayanması gerektiğini, iktidarı ele
geçirdikten sonra ne yapacağımızı açıkça bilmek zorunda olduğumuzu söyledim.”[7]
Castro önderliğindeki 26 Temmuz Hareketi; Küba “milliyetçi küçük burjuvazisinin”
hareketidir. Hareket Batista’nın baskıları karşısında tepki duyanların bir araya gelmesinden
oluşmuştur daha çok. İlk başlarda anti-emperyalist olarak bile nitelenemez. Savaş boyunca
nispeten pasif bir tutum içerisinde olan ABD’ye karşı net tavır, devrim sonrasına kadar
alınmamıştır.
26 Temmuz dışında çeşitli tutucu milliyetçi gruplar, Katolik Kilisesi üyelerinin oluşturduğu
gruplar Sosyalist Halk Partisi olarak bilinen Küba Komünist Partisi ve bunların etkilediği
sendikalar, dernekler vardı.
Meksika’ya geri dönersek 25 Kasım 1955’te aralarında Castro ve Che’nin bulunduğu 82 kişi
Granma yatıyla Küba’ya doğru yola çıkar. Epey zor bir yolculuktan sonra 1 Aralık 1956’da
Küba’ya varırlar. Fakat kıyıya yaklaşırken Batista askerleri tarafından fark edilirler. Ve hemen
uçaklarla saldırıya başlanır. Burada sadece 12 kişi hayatta kalır.[8]
Küba’nın yazgısını değiştiren bu tarihsel müdahaleyle (İspanya iç savaşında dövüşmüş
komünist Alberto Bayo tarafından eğitilen) gerillaların Batista’ya karşı sürdürdüğü ve 1959’a
değin uzanan süreçte birçok gelgit yaşandı.
Sonuçta, 1 Ocak 1959 günü Batista’nın bir uçağa binerek Dominik’e kaçmasıyla, devrimci
savaşım kazanıldı.
76 Ocak’ta Fidel, yoldaşlarıyla Havana’ya girdi…
Sonrası …
DEVRİM ADASI KÜBA’NIN KISA TARİHİ[9]
1492 Kristof Kolomb ‘Küba’yı da’ keşfetti ve İspanyol idaresine aldı.
1511 İspanya’nın adayı fetih süreci başladı ve koloniler yerleşmeye başladı.
1526 Afrika’dan köleler getirilmeye başlandı.
1762 Havana İngilizler tarafından ele geçirildi.
1763 Havana Paris Anlaşması’yla İspanya’ya geri verildi.
1868-1
878
On yıllık bağımsızlık savaşı İspanya ile ateşkes anlaşmasıyla sona erdi. İspanya
reform ve daha fazla özerklik sözü verdi, fakat bu sözleri tutmadı.
1886 Kölelik kaldırıldı.
1895-1
898
Yurtsever şair José Martí öncülüğünde ikinci bağımsızlık savaşı yaşandı; ABD
İspanya’ya savaş ilan etti.
1898 ABD İspanya’yı yendi. İspanya Küba üzerindeki tüm haklarını ABD’ye devretti.
1902 Küba bağımsızlığını ilan etti, fakat Devlet Başkanı Tomas Estrada Palma adayı ABD
himayesinde tutmayı sürdürdü ve ABD’ye Küba’nın içişlerine müdahale hakkı verdi.
1906-1
909
Estrada istifa etti ve bir halk ayaklanmasının ardından ABD adayı işgal etti.
1924 Gerado Machado’nun diktatörlük yönetimi başladı.
1925 Sosyalist Parti kuruldu.
1933 Machado, Teğmen Fulgencio Batista’nın liderliğini yaptığı askeri darbeyle devrildi.
1934 ABD belli ticari imtiyazlar karşılığı Küba’ya müdahale hakkından vazgeçti.
1944 Batista emekli oldu ve yerine sivil kökenli Ramon Gray San Martín geçti.
1952 Batista iktidarı tekrar ele geçirdi, yolsuzluk ve baskıya dayanan bir diktatörlük
kurdu.
1953 Fidel Batista rejimine karşı ilk isyan teşebbüsünde (Moncada Kışlası baskını)
bulundu, başaramadı.
1956 Castro Che’nin de eşliğinde gerilla savaşı başlattı.
1959 9 bin kişilik gerilla kuvveti Havana’ya girdi, Batista ülkeden kaçtı. Castro başbakan
oldu.
1960 Küba’daki bütün Amerikan şirketleri devletleştirildi. ABD Küba ile diplomatik
ilişkilerini kesti.
1961 ABD desteğindeki Kübalı muhaliflerin adayı işgal edip Castro’yu devirme girişimi
başarısızlığa uğradı.
1962 Sovyetlerin Küba’ya nükleer füzeler konuşlandırdığı iddiası Domuzlar Körfezi krizine
yol açtı, ABD’nin Türkiye’deki füzelerini kaldırması karşılığı Sovyetler de Küba’daki
füzeleri kaldırdı.
1965 Küba’nın tek siyasi partisi Küba Komünist Partisi adını aldı.
1972 Küba Sovyet merkezli Karşılıklı Ekonomik Yardım Konseyi’ne üye oldu.
1976 Yeni sosyalist anayasa kabul edildi, Fidel devlet başkanı oldu.
1976-1
981
Küba Angola ve Etiyopya’daki devrimci gerilla örgütlerine yardım gönderdi.
81980 125 binden fazla Kübalı ABD’ye kaçtı.
1991 Sovyetler Birliği’nin likidasyonu ardından Sovyet askeri danışmanları Küba’dan
ayrıldı.
1993 ABD Küba’ya yönelik ekonomik ambargosunu daha da güçlendirdi. Bunun üzerine
ABD doları serbest bırakıldı, bazı devlet çiftlikleri yarı-özerk hâle getirildi ve sınırlı
özel mülkiyete izin verildi.
1998 Papa II. Jean Paul Küba’yı ziyaret etti.
2002 BM İnsan Hakları Komisyonu, insan hakları ihlâllerinden dolayı Küba’yı suçladı.
2002 ABD Dışişleri Bakanlığı, Küba’yı biyolojik silah üretmeye çalışmakla suçlayıp ülkeyi
‘şer ekseni’ listesine ekledi.
2002 Küba Ulusal Meclisi anayasada değişiklik yaparak, sosyalist yönetim biçimini
değişmez ve dokunulmaz ilan etti.
2003 75 önde gelen Kübalı muhalif, 28 yıla varan hapis cezaları verilerek hapse atıldı.
2003 AB, Küba’nın son dönem İnsan Hakları sicilini gerekçe göstererek Havana’ya üst
düzey ziyaretleri askıya aldı.
2005 200 kadar Kübalı muhalif, Havana’da 1959 devriminden bu yana ilk kez gösteri
düzenledi.
2006 Başkan Castro ameliyat oldu ve yetkilerini geçici olarak kardeşi Raúl’e devretti
KÜBA DEVRİMİ
Küba Devrimi, hem başlı başına hem de; devreye soktuğu dinamikler, ortaya çıkardığı
“sonuçlar” itibariyle müthiş bir öneme sahiptir…
Görülmesi gerektiği üzere şöyle ki, “2000’li yılların başından beri Latin Amerika’da devrim
rüzgârları esiyor. Aslında bu devrim, 1953-59 yıllarında Küba’da başladı. Uzun bir iç savaşın
sonunda iktidara gelen Castro’nun amacı sosyalist bir düzen kurmaktı. Fakat, Batista
idaresinden aldığı miras hiç de parlak değildi. Batista döneminde, Amerikan zenginlerinin
kumar ve eğlence merkezi olmuş, sömürgeleşmiş bir ülkeydi Küba. Muazzam bir açlık ve
sefalet ülkesiydi.
Devrimden sonra, uzun süre Sovyetler Birliği’nin yardımıyla yaşadı ama 1990’da Sovyetler
Birliği yıkıldı. Rejimin dayanağı halka bedava yiyecek, içecek, bedava ilaç ve sağlık hizmetleri,
bedava eğitim, ucuz mesken sağlamaktı. Bu şekilde Castro halkın sevgisini kazanıyor, halktan
yana bir idare kuruyordu. Aslında tam anlamıyla bir sosyalizm değil, bir tip halk sosyalizmi
gelişti.
2002 yılına gelindiğinde artık Çin de yardımda bulunuyor, Venezüella ucuz petrol veriyordu.
Sonuçta bugünün gelişme hızı Küba’da yüzde 10.8. Sağlık sektörü ve ilaç sanayi o kadar
gelişmiş ki bütün Latin Amerika’ya ilaç satıyor, hastaneler kuruyor, uzman doktor yolluyor.
Böylece biz Küba’da halka dayanan sosyalizme yönelen bir kalkınma modeli görüyoruz…”[10]
9Ertuğrul Mavioğlu’nun, “ABD, arka bahçesinde yaşanan Küba devrimini yıllardır
hazmedebilmiş değil. Küba, bir yandan ABD saldırılarına karşı sıkı tedbirler alırken, diğer
yandan propaganda silahını da hiçbir şekilde ihmal etmiyor,” diye resmettiği tabloda bir
Kübalının “Devrimimize karşı tutumunuz nedir yoldaş?” sorusuna Tarık Ali’nin verdiği yanıt
şudur:
“Sizin devriminiz bizim de devrimimizdi. Biz hep beraber büyüdük. Benin kuşağım Küba
Devrimi’ne sırılsıklam aşıktı. Bize en cezbedici gelen yanınız da devrimimizin lirik yönüydü...
Biz sizin kitaplarınızı alıp okuduk, yaptığınız o harika afişleri duvarımıza astık. Fidel ve Che’nin
konuşmalarını dergilerimizde yayınladık, sizin bir devrim gerçekleştirdiğinize inanmayan
liberallere karşı hep savunduk. Sizi çok sevdiğimiz için de size çok güvendik. Ama sonra siz ne
yaptınız? Gittiniz o şişko, çirkin Brejnev adlı bürokratla yatağa girerek bizi aldattınız. Varşova
Paktı’nın Çekoslovakya’yı işgal etmesini savundunuz... Devriminizin lirik yönü bu süreçte
hemen hemen kaybolunca biz de sizi terketmek zorunda kaldık... Peki şimdi ne mi
düşünüyorum? Söyleyeyim: Şimdi ikimiz de yaşlandık. Birbirimize muhtacız. Bu bir nevi
kolera zamanında aşk…”[11]
Tarık Ali’nin işaret ettiklerine, Ömür Yurtöze’nin şu “saptamaları” da eklenmeli:
“Nasıl anlatmalı seni Küba? Sınırlı verilerle bilgiççe genellemelere mi gitmeli? Sosyalizmin
timsali ilan edip politik primler mi çıkarmalı? (...)
Arada bir rüküş etkinliklere konu ederek ‘sol vicdanı mı’ rahatlatmalı? (...)
Yoksa kitabi ölçeklerle ideolojik hükümlere vararak fevkalade bir iradeyle ayakta tuttuklarına
burun mu kıvırmalı?
Hangi yönüne vurgu yapmalı Küba?
Kapitalist kuşatmaya ve tüm yoksulluklara rağmen sebatla sürdürülebilen sosyalist iktidar
sırrına mı? (...)
Sıcak, samimi ve kendisiyle barışık insanlarını mı anlatmalı?
İyisi mi sana güzellemeler düzen ve aleminin sarhoşluğuna kapılanlara mesafe koymalı. (...)
Methiyeler, tüketim çılgınlığıyla bitimsiz açlıklarını gidermek isteyenlerin tatil beldesi hâline
getiriyor seni. (...)
Mecbur kaldığın NEP benzeri uygulamalar, Miami’ye kaçan karşı-devrimcilerin yakınlarına
gönderdikleri dövizler ve özellikle kapıları açtığın turizm, kapitalist sistemin omurgası olan
orta sınıfı ve piyasa tipi insanı geliştiriyor. (...)
Orta kademe yöneticilerin özgüveni ve umutlu hâlleri, kitlelerin gamsızlığını perdelemeye
yetmiyor. Castro sonrası belirsizliğini koruyor...” [12]
10KESİNTİSİZ ABD MÜDAHALESİ
Küba’nın soru(n)ları var; bunu “es” geçen yok; esas “es” geçilen, Küba’nın soru(n)ları üzerine
ahkâm kesenlerin, Küba’ya yönelik Amerikan müdahalesine karşı çıkma sorumluluklarını
görmezden gelmesidir…
Juan Diego Garcia’nın dikkat çektiği üzere, “ABD’nin XIX. yüzyıldan beri Karayip Adaları’nın en
büyüğünü kendi topraklarına katma isteği sürüyor. Soğuk Savaş yıllarında ‘komünizm
tehlikesi’ bahaneydi. Şimdi devrimi haritadan süpürmek gerekiyor. Küba’yı terörizmi
desteklemekle suçladılar, olmadı. Biyolojik silah üretiliyor diye uydurdular, kanıtlayamadılar.
Sayısız ambargo önlemleri aldılar. BM pek çok kez bu önlemleri mahkûm etti. Ama Bush
uluslararası hukuku hiçe sayarak önerilerini yineliyor. Küba bağımsızlığını her zaman başarıyla
korumuştur. En karanlık zamanlarda bile ulus idealiyle direnmiştir. Washington Küba’yı
yalıtlamak istiyor, ancak Küba asla yalnız kalmadı, ne önce, ne de şimdi. Küba’nın dünyanın
her yanında dostları artarken ABD saygınlığını kaybedip yalnızlaşıyor. Kibri ve zorbalığı,
özgürlük ve demokrasinin beşiği imgesini bozuyor. Kimse Küba’dan korkmazken dünya
ABD’ye ve onun kontrolsüz gücüne güvenmiyor.”[13]
Bunların bir alay örneği var; kısaca birkaçını sıralayalım…
* Küba’ya karşı terörist eylemlerin tetikçileri arasında yer alan, eski CIA çalışanı Kübalı
militan Luis Posada Carriles ABD’de “yargılandıktan” sonra serbest bırakıldı!
Küba’nın Türkiye Büyükelçisi Ernesto Gómez Abascal’ın, “ABD için ‘iyi’ ve ‘kötü’ teröristler
bulunmaktadır. Anlaşılıyor ki Carriles onlar için iyi terörist sınıfına giriyor, çünkü suçlarının
çoğunu, CIA aracılığıyla, ABD yönetiminin kirli işlerinin ve gizli eylemlerinin bir parçası olarak
işlemiştir,” diye betimlediği Luis Posada Carriles, 1962 yılından bu yana, adı Küba’ya yönelik
insanlık dışı saldırılar, cinayetler, katliamlar ile özdeşleşmiş bir katildir!
Carriles, ABD belgelerinde açık bir şekilde yer aldığı gibi, Küba devriminin hemen ardından
yaklaşık 45 yıl boyunca CIA için çalışmış bir katildir. Domuzlar Körfezi; ardından Venezüella
gizli polisinde ilerici Venezüellalılara karşı korkunç işkenceler; 1973’te Şili’de faşist
darbecilerle birlikte çalışması; Salvador Allende’nin Dışişleri Bakanı Orlando Letelier’nin
ABD’de sokak ortasında acımasızca katledilmesi; 1976 yılında Venezüella’dan Havana’ya
giden bir sivil yolcu uçağının havada iken infilak ettirilmesi ile 73 yolcusunun katledilmesi;
1990’lı yıllarda Havana’da turistik tesislere C4 patlayıcılarla saldırılar düzenlenmesi;
bunlardan 1997 yılında düzenlenen bir tanesinde genç bir İtalyan turistin katledilmesi; 2000
yılında, Panama’da Fidel’in üniversite öğrencilerine bir konuşma yapacağı amfide yalnızca
Fidel’in değil, çok sayıda öğrencinin de katledilmesiyle sonuçlanacak olan, son anda Küba
İstihbarat Servisi’nin çabalarıyla önlenen katliam girişiminden sorumludur...
* Castro’yu bir türlü deviremeyen ABD, planlarını efsanevi liderin ölümü sonrasına
yapıyor. Dışişleri Bakanı Condoleezza Rice ve Ticaret Bakanı Carlos Gutierrez’in
başkanlığındaki komitenin planına göre Castro sonrası Küba’nın “siyasi özgürlüğü” için 80
milyon dolar ayrıldı...
11* ‘Küba-Amerika Vakfı’ndan Willam Sanchez, 4 Ağustos 2006’da Bush’a “Sürgünlerin
geçiş hükümetine destek için adaya gitmesine izin vermeli” çağrısı yaparken, Bush, Küba’daki
yetki devrinden sonraki açıklamasında Kübalılara, “Demokratik değişim için çalışmaları”
çağrısında bulundu.
Ayrıca Bush, Castro’dan sonra rejiminin ayakta kalmasını engelleyebilmek için muhaliflere
verilmek üzere 80 milyon dolarlık ek yardım paketini onayladı. Konuşmasına İspanyolca
“Yaşasın özgür Küba” diye başlayan Bush, Castro’nun zayıflayan iktidarının “tropikal gulag”
dediği Küba’da demokrasiye geçiş için şans verdiğini savunup, “Sosyalist cennet, aslında
tropikal gulag. Şimdi, özgürlüğü için ayağa kalkan Kübalılara destek vaktidir,” diye
sonlandırdı!
* Özetle Bush’un, “Castro’suz Küba’ya hazırlık için kurdurduğu ‘Küba’yı
Özgürleştirmeye Yardım Komisyonu’, işbirlikçilerine Amerikan tarzı siyaset ve ekonomik
özelleştirme salık veriyorken; ‘Uluslararası Politika Merkezi’ uzmanı Carter yönetiminin
Havana’daki üst düzey diplomatlarından Wayne Smith’in ifadesiyle, ‘Bush yönetimi iktidarın
Raúl Castro’ya geçmesini ‘kabul edilemez’ buldu…”[14]
* Küba hükümeti, adada ABD çıkarlarını savunmak üzere bulunan Amerikan
misyonunun başı Michael Parmly’yi “terör faaliyetleri” için rejim karşıtlarına mali kaynak
sağlamakla suçladı…
Tüm bu ve benzeri örneklerden hareketle; Abascal, “ABD terörizmden besleniyor,”
vurgusuyla şunların da altını çizmektedir:
“Küba uzun yıllardan beri, ABD’nin direkt saldırısı tehdidi altındadır, fakat devrimin ve
yönetiminin en büyük başarılarından biri de ABD’nin direkt askeri saldırısını önlemiş
olmasıdır. Çünkü Küba baştan itibaren sorumlu ve bilinçli bir politika güttü.
Bağımsızlığımızdan ve Devrim ilkelerimizden vazgeçmeksizin ABD’yle bir savaşa girmeyi
önlemek, bizim anlayışımıza göre savaşı kazanma şeklidir. Benimsediğimiz diğer bir prensip
ise böyle bir savaşa maruz bıraktıkları takdirde halkımızı askeri açıdan hazırlamak ve bunu,
ulusal bağımsızlığını ve kendi topraklarını savunan tüm halkın katıldığı bir savaş hâline
dönüştürmektir. Bu hazırlık, Küba’yı işgal etme niyetinde olanlara çok pahalıya mal olacaktır
ve kuvvetli bir caydırma unsurunu da içermektedir. Küba halkı parti yönetimi altında ve her
zaman kendi çıkarlarını savunmaya öncülük etmeye hazır, şerefin ve direnişin bir örneği
olmuş yönetimiyle bir bütündür.”
“Washington’da kamuoyuna açıklanan Bütçe Teftiş Dairesi’nin hazırladığı rapora göre,
Havana’daki ABD Çıkarlar Dairesi’nin dağıtmaya çalıştığı diğer materyaller arasında bir de;
bağımsız bir bütçeyle, Küba’da yayın yapmak üzere devrim karşıtı verici istasyonlar dahilinde
programlanmış 223 bin kısa dalga radyo yer almaktadır.
Nafile bir şekilde yeniden giriştikleri, ülkemizi yeniden sömürgeleştirme fikrinden farklı bir
konu olmayan ‘Küba’da demokrasiye geçiş’e yönelik Bush planı, özellikle bilgi savaşına tahsis
edilmiş ek bütçeleri de içermektedir. Radyo istasyonları, Amerikan topraklarından, her hafta
farklı kısa ve orta dalga frekanslardan 2240 saati aşkın yayın yapmaktadır. Ayrıca bir tanesi
12askeri uçak olmak üzere Küba hava sahası üzerinde seyir hâlinde bulunan iki uçak
kullanılarak, sinyal gönderilen bir televizyon kanalı da mevcuttur. Hem Uluslararası
Telekomünikasyon Birliği’nin kurallarını hem de Küba’nın radyo-elektronik sahasını alenen
ihlâl ederek, terörist eylemlerde bulunmak üzere çağrılarda bulunan, bozguncu programlarını
sürdüren, 22 verici istasyondan, günde 327-338 saat arasında yayın yapılmaktadır.
Dünyanın hiçbir ülkesine, yabancı bir güç tarafından, bu kadar uzun bir süre boyunca, bu
kadar yalancı, bu kadar yıkıma ve bu kadar nefrete teşvik eden bir yayın yapılmamıştır.
Buna karşın, Washington’daki yetkililerin, bozgunculuk ve yeniden sömürgeleştirme görevleri
bunlarla da sınırlı kalmamaktadır. Birleşik Devletler Merkezî İstihbarat Örgütü (CIA), ABD
Uluslararası Gelişmeler Ajansı (USAID) ya da Sınır Tanımayan Gazeteciler (RSF) gibi örgüte
bağlı diğer kuruluşların gizli kanalları aracılığıyla dağıtılan milyon dolarlık ek bütçeler, Küba
gerçeğine dair yanlış bilgilendirmede bulunmaları ABD’de yayımlanmakta olan Forbes
dergisinde yayımlanan bir haberde, Castro’nun dünyanın en zengin insanlarından biri olarak
gösterilmesi gibi) ve yöneticilerimizi karalamaları için basın-yayın organlarına, satılık
yazarlara ve gazetecilere ödenmek üzere kullanılmaktadır…”
Bunların yanında Küba’ya yönelik saldırgan emellerinden hiçbir şey kaybetmeyen ABD
yönetimi, bir belgesel için Küba’ya giden muhalif yönetmen Michael Moore hakkında
soruşturma başlatırken; beş Küba vatandaşı hâlâ ABD zindanlarındadırlar!
SOSYO-EKONOMİK DURUM
Küba bir cennet değil; “Küba kendi içinde sınıfsal farklılıkları yok etmiş bir ülke,”[15] hiç değil;
olsa olsa, “olabildiğince eşitliğin hüküm sürdüğü” bir coğrafya…
Önce bir örnek: “… ‘Maaşım, 1 doları 25 pesodan hesaplarsak, 30 dolar. Ama açlıktan
ölmüyorum. Parti aidatımı ödüyorum; kira olarak belli bir yüzde ödüyorum; yüzde 10
ödeniyordu sanırım. (...) Bir teyzem var ona yardım ediyorum. Oğlu, henüz burada emeklilik
sistemi yerleşmeden savaşta öldü. İsyan ordusu altı ay boyunca hiç maaş almamıştı.’ Bu
sözler, sokaktaki bir Kübalıya da ait olabilirdi ama değil... Maaşı aylık 30 dolar olan,
Castro’nun ta kendisi. Castro ayda 30 dolar kazanınca, bir doktorun aylık gelirinin 25 dolar,
bir öğretmeninkinin 20 dolar, ülkedeki aylık kazanç ortalamasının ise 18 dolar civarında
olmasına şaşmamak gerek…
Küba’nın, kişi başına düşen 2 bin 700 dolarlık milli geliriyle dünyanın yoksul ülkeler liginde yer
aldığına hiç kuşku yok. Dahası, ücretlerin düşüklüğünde ülkenin yoksul oluşunun da payı son
derece büyük. Fakat diğer yandan, konuşulan ülke Küba olunca, başka ülkelerin
ortalamalarıyla yapılan kıyaslamalar ve bu bakışla irdelenen istatistikler, gerçeği açıklamakta
aciz kalırlar. Çünkü ortalama geliri Küba’nın çok üzerinde olan ülkelerdeki nüfusun
azımsanmayacak bir bölümünün; açlık ve işsizlik çektiği, eğitim, sağlık ve barınma
haklarından yoksun bulunduğu gerçeğini unutursak, Küba’nın zikredilen gelir düzeyiyle bu en
temel insani meselelerini nasıl alt etmiş olduğunu da çözümleyemeyiz.
13İşin sırrı, kimi turistlerin Havana’daki Eski Kent Meydanı’nda (Habana Vieja) gördüğü turistik
figürlerden yola çıkarak dillendirdiği, ‘burada da sosyalizm bitmiş’ söyleminin aksine, tüm
eksikliklerine rağmen yine sosyalizmde saklı.
Küba’daki hayatı yakından gözlemleyen herkes, burada olup bitenlerle; yeni dünya
düzeninin, yoksulların önüne kırmızı halılar döşeyerek, reverans eşliğinde davet ettiği o
meşum çukur arasındaki açıyı daha iyi anlayacaktır. Küba’da herkesin karnı doymaktadır ve
ülkedeki işsizlik oranı yüzde sıfıra yakındır. Küba’da yaşayanların yüzde 85’i kendi evinde
oturmaktadır ve kiralar aylık gelirin yüzde 10’unu geçemez.
Küba’da yedi yaşına kadar olan bütün çocukların günde 1 litre süt hakları, bütün çocuk ve
gençlerin sınırsız eğitim hakları vardır. Kimse elektriğe, suya para ödemez. Ve Küba’da
istisnasız herkesin sağlık hizmetlerinden sınırsız yararlanma hakkı bulunmaktadır. Bu
durumda anlaşılacağı üzere, çalışanların 20-25 dolar (25 peso = 1 dolar) düzeyindeki aylık
ücretleri, zaten bedava olan temel ihtiyaçların karşılanmasına yönelik değil; son derece ucuz
olan temizlik maddelerinin teminine, kültürel ihtiyaçlarının giderilmesine, ulaşım
hizmetlerine ve fazladan alınan besin maddelerinin karşılanmasına yaramaktadır.
Ne var ki, insan odaklı bu işleyiş, yoksulluk zemini üzerinde tıkır tıkır işlemekle birlikte, ülkede
turizmin gelişmesi ve Venezüella ile olan ilişkiler sayesinde gözlenen zenginleşmenin
eşitsizliği körüklemesi, ciddi bir sorun olarak Küba’nın önünü tıkamaya aday. Castro bu
gerçeklerden yola çıkarak, ‘Yankiler bu devrimci süreci yıkamazlar, çünkü silah kullanmayı
bilen bir halkımız var; hatalarımıza rağmen kültür, bilgi ve bilinç seviyesi bu ülkenin tekrar
Amerikan sömürgesi olmasına izin vermeyecek düzeye gelmiş bir halkımız var. Ama bu ülke
kendi kendini yıkabilir. Devrim kendi kendini yıkabilir. Bizler yıkabiliriz ve bu kendi suçumuz
olur. Hatalarımızı düzeltmezsek’ diyor.
Castro’nun anımsattığı gibi, Küba’da devrim bütün diğer devrimler gibi kendini yıkma
potansiyelini içinde taşımakla kalmıyor, üstelik bu mikrobu kendi eliyle dolaşıma da sokmuş
durumda. Şimdi bu mikrop, sokaklarda, gece kulüplerinde, tezgâhlarda, lokantalarda, benzin
istasyonlarında; yani dövizin geçtiği her yerde.... Turizmi geliştirmekle görevli olan
Havanatur, Cubatur gibi devletin büyük ortak olduğu şirketler, tam da bu paradoksun
ortasındalar. Kuşatma altındaki sosyalizmin ayakta kalması için ülkeye daha fazla turist
getirmeye çalışmak bu şirketlerin ana sorumluluğuyken, diğer yandan daha fazla bakir alan
turizmin hizmetine sokulduğu içindir ki, eşitsizlik mikrobunun, salgın bir hastalık gibi ülkenin
en ücra köşelerine yayılması da engellenememekte.
Ne Kübalıların turistlerle ilişkilerinin sınırlandırılması, ne de Jardines del Rey, Coya Largo gibi
kimi bölgelerin tamamen Küba yurttaşlarından arındırılması sorunun kabararak büyümesinin
önüne geçemiyor. Örneğin bir lokantada işini bilen bir garsonun günde 50 doların üzerinde
bahşiş toplaması işten bile değil. Bu da bir doktorun iki aylık maaşına eşit. Ya da eski
Havana’da elinde çiçek sepeti, frapan giysileri ve aşırı boyalı dudaklarıyla turistleri öpen ve
her öpücük karşılığı 1 ile 10 dolar arası bahşiş kazanan kızların günlük kazancı, bir mühendisin
aylık gelirinin kaç katına ulaşabilir dersiniz? Hepsini bir yana bırakın, Cathedral
Meydanı’ndaki ünlü Patio Restaurant’ın tuvaletinin önünde oturan ve her çıkandan 1 dolar
alan temizlikçi kadın, yakında Küba’nın yeni zenginlerine katılabilir.
14Üstelik, bu çok bilinmeyenli, içinden çıkılması zor denklemin çözümü için henüz üretilmiş
kapsamlı bir formül yok. Şimdilik eldeki tek reçete, çocuklara adanmış Havana La Plaza
Vieja’daki tarihi bir binada asılmış bez afişte yazılı: Viva Fidel 80 Años Más! (Fidel 80 yıl daha
yaşa!)”[16]
Görülmesi gerek: “Sovyetler Birliği’nin dağılmasıyla birlikte ABD kuşatmasının ağırlığını daha
net hisseden Küba, ya teslim olacak ya da ekonomisini ayağa kaldırmak için kendisine yeni bir
rota çizecekti. İkinci yolu seçen Küba, sahillerini turizmin hizmetine sundu…
Ablukanın dolaysız sonuçları, Küba’nın yılda ortalama 1.8 milyar dolar zarara girdiğini
gösteriyor. Fakat ambargonun sonuçları ekonomik zararla da sınırlı değil. İnsani ihtiyaçlar da
kuşatmanın duvarına çarpıyor. Küba, kendi ülkesinde üretemediği tıbbi ilaç ve malzemelere
ulaşmakta büyük zorluklar çekti.
Veriler, 11 milyon nüfuslu Küba’nın yıllık ulusal gelir toplamının 30 milyar dolar, devletin
toplam borcunun ise 15 milyar dolar civarında olduğunu gösteriyor. Ekonomisi ise, tarım,
hayvancılık, madencilik ve turizme dayanıyor. Tütün, kahve, kakao, patates ve fasulyenin yanı
sıra asıl üretim kalemi şekerkamışı. Ancak yıllarca Sovyetler Birliği’ne piyasa fiyatlarının çok
üstünde fiyatlarla şeker satan Küba, bu olanağı yitirince ekonomisinde büyük bir gedik
doğdu. 9 milyon ton olan şekerkamışı üretimi, peyderpey 2 milyon tona kadar geriletildi.
Artık ‘deniz tükenmişti’ ve ülkenin karnının doyabilmesi, çeşitli temel ihtiyaçlarının
karşılanabilmesi için yeni bir çıkış yolu bulunmalıydı. Küba için bu yol, turizm oldu.”[17]
KÜBA (1995)[18]
BAŞKENT Havana
PARA BİRİMİ Küba pesosu
1 EURO = 1.12 Küba pesosu (18 Ocak 2006’da) [Uluslar arası işlemlerde
kullanılan konvertibl peso]
29.70 Küba pesosu (18 Ocak 2006’da) [Ulusal peso]
DİLLER İspanyolca
YÜZÖLÇÜMÜ 110.860 km²
SİYASAL VERİLER
DEVLETİN NİTELİĞİ Üniter cumhuriyet
REJİMİN NİTELİĞİ Sosyalist
ŞİMDİKİ DEVLET
BAŞKANI
Raúl Castro
SEÇİM SİSTEMİ Başkanlık seçiminde dolaylı genel oy, Devlet Başkanı, Devlet
Konseyi Başkanı Ulusal Meclis (doğrudan genel oyla beş yıl süreli
seçilen 589 milletvekili) tarafından seçilir; adaylar halk iktidarı
yerel yönetim meclislerince belirlenmektedir.
DİĞER GRUPLAR -
BÖLGESEL BAĞINTILAR/
ANLAŞMALAR
Aladi üyesi
TOPRAK İMTİYAZLARI Guantanamo askerî üssü sınırsız süreyle ABD’ye tahsis edildi.
15İKTİSADİ VERİLER
2002 2003 2004 2005
TOPLAM GSH (milyon dolar) 27.686.2 28.393.1 29.244.9 Veri yok
BÜYÜME (yıllık yüzde) 1.5 2.9 3.0 11.8
ENFLASYON (yıllık yüzde) 7.0 -1.0 2.9 4.2
KİŞİ BAŞINA MİLLİ GELİR (yıllık yüzde) 1.2 2.6 2.7 Veri yok
KENTSEL İŞSİZLİK (aktif nüfusun
yüzdesi)
3.3 2.3 1.9 2.0
KİŞİ BAŞINA YILLIK GELİR (2004) Veri yok
AKTİF NÜFUSUN SEKTÖREL DAĞILIMI
(1990)
Tarım: 18.2; Sanayi: 30.4; Hizmetler: 51.5
KİŞİ BAŞINA ULUSAL ZENGİNLİK
TOPLAMI (Dünya Bankası İndeksi)
(2000)
Veri yok
KİŞİ BAŞINA ULUSAL ZENGİNLİK
ARTIŞI (Dünya Bankası İndeksi)
(2000)
Veri yok
İKTİSADİ GÜVEN VE AÇILIMLAR (Milyon Dolar)
2002 2003 2004 2005
ÖDEMELER DENGESİ 4 73 841 860
CARİ HESAP -296 -127 41 60
SERMAYE HESABI 300 200 800 800
İHRACAT 4.238 4.871 5.860 8.700
İTHALAT 4.754 5.263 6.219 8.400
TOPLAM BRÜT DIŞ BORÇ 10.900 11.300 12.000 Veri yok
BAŞLICA İHRAÇ MALLARI (ve toplam
ihracat içindeki yüzdesi)
Şeker (32.6), nikel (27.7), tütün (15.7), balık ve diğer
deniz ürünleri (4.6), sebze ve meyve (2.9)
BAŞLICA ALICILAR (2004) Hollanda (22.7), Kanada (20.6), Çin (7.7), Rusya (7.5),
İspanya (6.4)
BAŞLICA SATICILAR (2004) İspanya (14.7), Venezüella (13.5), ABD (11.0), Çin
(8.9), Kanada (6.4)
DEMOGRAFİK VE TOPLUMSAL YAPILAR
NÜFUS (2005) 11.369.000 kişi
NÜFUS YOĞUNLUĞU (2005) 101.7 kişi/ km²
EN BÜYÜK KENT (1998) Havana (2.192.321 kişi)
İKİNCİ BÜYÜK KENT (1998) Santiago de Cuba (439.669 kişi)
YAŞAMA SÜRESİ BEKLENTİSİ (2003) 77.3 yıl.
DEMOGRAFİK BÜYÜME ORANI (2005-2010
arası yıllık ortalama varyasyon)
0.2
YOKSULLUK SINIRI ALTINDA YAŞAYAN
HANELERİN YÜZDESİ (kentsel nüfus içinde)
Veri yok
OKUMA YAZMA BİLMEYENLER (yetişkin
nüfus içinde) (2005)
2.7
16TEMİZ İÇME SUYUNA ERİŞEBİLEN NÜFUS
(yüzde) (2002)
91
KENTSEL NÜFUS (yüzde) (2005) 81.9
YERLİ NÜFUSUN TOPLAM NÜFUSA ORANI
(yüzde)
0
YAŞ GRUPLARINA GÖRE NÜFUS YAPISI
(toplam nüfus yüzdeleri)
0-14: 18.9; 15-34: 29,7; 35-49: 24.7; 50-64:
15.9; 65+: 10.8
İLETİŞİM VERİLERİ
TELEFON HATLARI (bin kişi başına)
(2003)
64
CEP TELEFONLARI (bin kişi başına)
(2003)
3
KİŞİSEL BİLGİSAYAR (bin kişi
başına) (2003)
32
BAŞLICA GAZETELER Granma, Juventud rebelde, Tribuna de la Habana, El
Economista de Cuba
Evet, Larry Birns ile Adrienne Nothnagel’in de işaret ettiği üzere, “Küba, turizmin gelişmesi ve
Venezüella ile ilişkiler sonucu, zenginleşmenin doğurduğu problemlerle tanıştı. Yoksulluğu
paylaşmayı başarmış olan bu ülkenin artan geliri pay etmekte sorun yaşadığı açık…”
Ancak Komünist Parti hükümetinin üst düzey bürokratlarından, politbüro üyesi Juan Carlos
Robinson’un, yolsuzluk suçundan 12 yıl hapse mahkûm edildiği[19] Küba’da her şey
“olumsuzluk”la malûl değil; örneğin, “Turizme esir düşmüş Havana’nın dışına çıkıp
plantasyonlara uzandığınızda, farklı bir hava ciğerlerinize hücum edecek. Turistten değil,
toprağı sulayan terinden medet uman işçilerin, yoksul ve yoksun hayatlarından hiç mi hiç
yüksünmeyen gururlu edası sakın şaşırtmasın (...)
Asla üretmek istemeyen; yaşamının ana eksenini, hazır yiyiciliğin iflah olmaz beklentisine
oturtarak maymunlaşanların ve buna karşılık üretmeye alışmış, toprağı işleyip ter dökerek,
ülkesinin acılarıyla yandıkça insanlaşanların, iki farklı Küba’sı...”[20]
“Bugün bu adada, Venezüella, Çin, Kanada, İspanya ve Brezilya’nın sağlam bir varlığı var.
Venezüella Kübalı doktorlarla indirimli petrolü ‘değiş-tokuş ediyor’. Kanada, İspanya ve Çin,
son 10 yılda Küba’da turizm, nikel ve enerji sektörüne önemli yatırımlar yaptı. ABD’nin adaya
yatırım akışını sınırlama çabalarına rağmen, bu ilişkiler Küba’nın (CIA’in tahminine göre) 2007
yılında yüzde 7 oranında ekonomik büyüme sağlayabilmesine yardım etti,”[21] diyor Anya
Landau French…
ABD AMBARGOSU
Ve Amerikan ambargosu hâlâ sürmektedir…
17Oysa BM Genel Kurulu, yine ezici bir çoğunlukla, ABD’nin Küba’ya 45 yıldır uyguladığı
ekonomik ambargoyu kaldırmasını 2007 yılında da istedi. BM’nin 192 üyeli genel kurulunun
1992’den bu yana 16.sı benimsenen ve bir ritüel durumuna gelen karar tasarısı, 4’e karşı, 184
oyla kabul edildi. ABD tarafından Küba’ya uygulanmakta olan ekonomik, ticari ve mali
ablukanın kaldırılmasının gerekliliğine vurgu yapan karar tasarısında, tüm ülkelere
ambargoyu uygulamama çağrısı yapıldı…
Küba’nın sunduğu karar tasarısına, karşı oy veren dört ülke ABD, İsrail, Palau ve Marşal
Adaları idi…
Ancak… Genel Kurul’da kabul edilen karar tasarısının bağlayıcılığı bulunmadığı için
uygulamada bir değişiklik olmadı!
Ama… ABD tarafından beslenen 20 civarında grup, Castro’nun aktif yönetimden ayrılmasının
ardından, Küba’ya yönelik ambargonun gevşetilmesini istediler; ‘Ulusal Küba-Amerikan Vakfı’
Başkanı Francisco Hernandez, “Bu, sürgündeki Kübalıları, ülke içinde değişimin ajanları hâline
getirme fırsatıdır” dedi!
“SEÇİM MESELESİ”
Ambargo silahını tüm vahşiliğiyle kullanan “ABD, Küba’daki seçimleri demokratik olmamakla
suçluyor ama bizim demokrasimiz, seçilmeyi sadece dolar milyonerlerinin ayrıcalığı hâline
getiren herhangi bir kapitalist demokrasiden çok daha demokratik,” diyor Küba’nın Türkiye
Büyükelçisi Ernesto Abascal... Buna itirazı olan var mı?
Ya da Raúl Castro’nun, Amerikan siyasi sistemiyle dalga geçerken Küba sisteminin, eksikleri
olmasına karşın “farklılıklara açık olduğu” vurgusuna?
Veya “Küba’da hiçbir seçilmiş vekil, halk temsilciliği görevi için özel bir maaş veya fazladan
ücret almaz,” [22] diye haykıran José Manzaneda’ya itirazı olan var mı?
O hâlde?!
İNSAN HAKLARI MI?
Küba’da, aralarında Nobel ödüllü kişilerin de bulunduğu 400 imzalı ‘İnsan Hakları
Konusundaki İkiyüzlülüğü Durdurun’ başlıklı bir bildiri yayımlandı.
Havana’daki Amerikan Evi’nin başkanı yazar Roberto Fernandez Retamar tarafından 14 Mart
2006’da açıklanıp,BM İnsan Hakları Komisyonu’nun 62. oturumunun 20 Mart’ta Cenevre’de
başlayacağı hatırlatılan bildiride, “ABD ve müttefiki AB’nin bugüne kadar, komisyonun,
terörizme karşı sözde savaş adına işlenen sistematik ve kitlesel insan hakları ihlâllerini
mahkûm etmesini, başarılı biçimde engellediği” belirtildi.
18Ayrıca AB üyesi ülkelerin hükümetlerinin, Guantanamo Üssü’nde işkenceye maruz kalan
kendi vatandaşlarının tanıklığını bile kabul etmeyi reddettikleri belirtilen bildiride şu görüşler
dile getirildi:
“İnsan Hakları Komisyonu ya da onun yerini alacak olan Konsey, ABD tarafından açılan keyfi
gözaltı merkezlerinin acilen kapatılmasını ve bütün bu kasıtlı insanlık onuru ihlâllerinin
engellemesini talep etmelidir.”
Bunların yanı başında ABD ve bazı Avrupa ülkelerinin insan haklarını ihlâl etmekle suçladığı
Küba, Birleşmiş Milletler’in insan haklarını koruyan ikiz sözleşmelerini 2008’de imzalayacağını
ve 2009’dan itibaren BM raportörlerinin ülkeye girmesine izin vereceğini açıkladı.
Küba Dışişleri Bakanı Felipe Perez Roque, İnsan Hakları Günü’nde yaptığı açıklamada “bu
kararın Küba’nın egemenliğine ve halkının kendi kaderini tayin hakkına saygı temelinde BM
ile her zaman yakın işbirliği içinde çalışacaklarını gösterdiğini” ifade etti.
KÜBA’NIN “ARTISI”
Küba’yı -ambargo ve emperyalist kuşatmaya karşın!- ayakta tutan “artılar”ı var…
Öncelikle Küba’da temel hizmetler paylaşıldıktan sonra, Fidel ayda 30 dolar alıyorsa,
temizlikçi kadın da 20 alıyor…
Sonra da Küba’da hiç kimse açlıktan ölmüyor ama insanlar yeterince beslenebilmek için her
ay, yıllardır uygulanan bir yiyecek istihkakı programını izlemek durumunda...
Bugün, Küba’da halkın temel gıda maddeleri olan pirinç, baklagiller, patates, ekmek, yumurta
ve et için yılda 1 milyar dolar devlet yardımı yapılıyor…
Nihayet Kübalı çocuklar, dünyanın geri kalanından daha bir çocuklar... Onlar sokakların
diktatörleri; evlerin kralları. Korkak ve çekingen değiller, çünkü onların organ ticareti için
kaçırılma kaygısı yok. Başka saldırı ve tacizlerin ihtimali yok. Çalışmak zorunda değiller.
Oyuncular, oyun oynama hakları var ve bu tartışılmaz bir hak! En krizli dönemlerde bile ne
sütsüz kaldılar ne de eğitimsiz bırakıldılar. İşte, veriler de kanıtlıyor, Küba’da çocuk olmak
varmış!
Dünyada her ay 900 bin çocuk yoksulluktan ölüyor, 200 milyon çocuk sokaklarda yaşıyor, 13
yaşın altında 250 milyonu çalışıyor, bir milyondan fazla çocuk fahişeliğe zorlanıyor, her gün
25 bin çocuk, kızamık, sıtma, difteri, zatürree gibi hastalıklardan ölüyor, yüzde 60’ı kız, 130
milyon çocuk okula gidemiyor ve bunların hiçbiri Kübalı değil. Küba çocuk ölüm oranının en
düşük olduğu Latin Amerika ülkesi (2005’te binde 5.8). Bir yaşına kadar tüm çocuklar 13 farklı
hastalığa karşı ücretsiz aşılanıyor.
Küba dünyanın diğer çocuklarına da kapılarını aralamaktan çekinmiyor, Havana’dan 20 km
uzaklıktaki Tarara Plajı’nda bulunan en önemli gençlik kampını Çernobil kurbanlarının
19tedavisine sundu. 1990’dan bu yana radyasyonla ilgili hastalıklardan musdarip 18.546’sı
Ukrayna, Belarus ve Rusya’dan olmak üzere 22 bin çocuk hiçbir bedel talep edilmeksizin bu
merkezde tedavi gördü. Benzer bir kazanın kurbanı olan Brezilyalı çocuklara da tedavi olanağı
sağlandı. Çoğunun tümör tedavileri yapılıp kemoterapileri gerçekleştirildi. 16 yılı aşan
program boyunca yalnızca 15 kişi öldü, lösemili 6 hastaya kemik iliği nakli yapıldı. Hastaneye
her yıl aileleriyle birlikte yaklaşık 800 çocuk geliyor. Tarara kompleksindeki Rus Okulu’na
devam ediyorlar. Küba yönetimi programın bütününü finanse ediyor, ancak toplam harcama
hakkında bilgi verilmiyor…
DAYANIŞMA
Evet, Küba’nın eşitlikçiliği yanında, bir diğer artısı da Che’de somutlanan dayanışmacılığıdır…
Bunun böyle olduğunu Eric Hobsbawm’ın “Kısa vadede tarih, galip gelenler tarafından
yazılabilir. Ama uzun vadede tarihsel kavrayıştaki kazanımlar hep yenilenenlerden gelmiştir,”
sözündeki üzere, yaşayanlar görmüştür ve daha da görecektirler…
Küba’nın dayanışmacılığı Angola’dan tüm Latiğn Amerika’ya uzanan bir gerçek ve tarihe not
düşme eylemidir…
Örnek mi? Ünlü yazar Roberto Fernandez Retamar dahil, yüzlerce solcu aydının, ABD’yi
“Küba’nın içişlerine karışmaması” için uyaran “Açık Mektup”undan tutun da; bugünlerde
Bolivya’da, Ekvador’da, Venezüella’da yaşananlara, veya ABD’nin ezeli düşman belleyip
yıllardır ambargo uyguladığı ülkenin tıp okullarından sekiz Amerikalı gencin mezun olması
gibi…
DEVRİMCİ SİYASET
Sadece dayanışma mı? Değil elbet, bir de bunun kaçınılmazı, devrimci siyaset söz konusu…
Abascal’ın, “Ülkesini savunmak için Küba halkı hazırlıklıdır. Saldırı gerçekleşirse, ABD yönetimi
çok yüksek bir bedel öder…”
Raúl Castro’nun, “ABD’nin dünya hâkimiyeti yönündeki mantıksız emelleri dünyamızı
şekillendiriyor. Soğuk Savaş bitti ama ABD silahlara yılda 1 milyar dolar harcıyor. Ticari
reklama da öyle. Savunulamayacağı kanıtlanan sosyal ve ekonomik bir düzenin güçle
korunacağını düşünmek saçma. Emperyalist Amerika’nın daha çok savaş yaratma riski her
zamankinden ciddi. Gelin, bir gelecek talep etme hakkımız için gücümüzü birleştirelim”;
İran’a ilişkin olarak da, “İsrail’in nükleer silahlara sahip olmasını destekleyen ama barışçıl
nükleer enerji kullanma niyetindeki İran’a sert çıkan ABD’nin ikiyüzlülüğünü kınıyoruz…”
Ya da Saddam Hüseyin’in idamı vesilesiyle yayımlanan bildiri de Küba Dışişleri Bakanlığı’nın,
“Milyonlarca insanın öldürüldüğü ya da sürüldüğü bir iç çatışmanın yaşandığı bir ülkede
20böyle bir hareket, siyaseten saçma ve yasadışıdır…” demesinde ve öteki örneklerde olduğu
üzere…
FİDEL SONRASI
Fidel sonrasındaki yeni yönetime Komünist Parti’nin kurucusu 77 yaşındaki eski Sağlık Bakanı
Jose Ramon Machado devlet başkanı birinci yardımcısı olurken, 7.5 milyon üyeli Devrimci
Savunma Komiteleri koordinatörü Juan Jose Rabilero Fonseca, 3.6 milyon üyeli Küba Kadınlar
Federasyonu Genel Sekreteri Yolanda Ferrer Gómez, 3 milyon üyeli Küba İşçiler
Konfederasyonu Genel Sekreteri Valdes Mesa, 600 bin üyeli Komünist Gençlik Birliği’nin
sekreteri Julio Martínez Ramirez ve 200 bin üyeli Ulusal Küçük Çiftçiler Birliği Başkanı Orlando
Fonte Devlet Konseyi’ne seçildi.
Raúl’le Küba’da yeni dönem başladı.
RAÚL MODESTO CASTRO RUZ
3 Haziran 1931’de doğan Raúl Modesto Castro Ruz, üniversitede sosyal bilimler okudu.
Adanmış bir komünist olan Raúl, gençliğinde Küba Komünist Partisi’nin yasal örgütü Sosyalist
Halk Partisi’ne bağlı Sosyalist Gençlik örgütünde çalıştı. 1953’te Moncada Kışlası’na
gerçekleştirilen baskın sırasında sonradan, 26 Temmuz adını alacak olan hareketin üyesiydi.
Baskından sonra 22 ayını cezaevinde geçiren Raúl, abisi Fidel gibi cezaevinden sonra
Meksika’ya sürgüne gitti. Granma’nın Küba’ya vardığı 2 Aralık 1956 dahil, Küba devriminin
önder kadrosu ile birlikte hareket etmeyi sürdüren Raúl’ün, Fidel ile Che’nin tanışmasını
sağlayan kişi olduğu biliniyor.
Raúl, devrimden sonra 26 Temmuz hareketinin lider kadrolarının oluşturduğu farklı siyasi
örgütlenmelerin ve bunların, 1965 Ekim ayında oluşturduğu Küba Komünist Partisi’nin (KKP)
içindeydi. KKP’nin Merkez Komitesi üyesi de olan Raúl, Politbüro ikinci sekreterliği görevini
de yürüttü. Devlet Konseyi Birinci Başkan Yardımcısı görevinin yanı sıra, Devrimci Silahlı
Kuvvetler Bakanı olarak da görev yapıyordu, askeri olarak Genelkurmay Başkanı yetkisine
sahip olan Fidel’den sonra ikinci adam konumundaydı. Fidel’in görevlerini bırakmasıyla bu
alanda da birinci sıraya yükseldi.
Fidel’den farklı olarak Raúl’ün fazla kamuoyu önünde görünmekten hoşlanmadığı biliniyor.
Kübalılar Fidel’i içlerinden bir “kahraman” olarak görürken, gizemli bir kişilik olan Raúl’e karşı
ürkek bir saygı duyuyorlar.
Raúl, 2006 sonbaharında Havana’da yapılan Bağlantısızlar Zirvesi’nde ve aynı zamanda
Fidel’in 80. doğum günü olarak kutlanan Granma’nın karaya çıkışının 50. yıldönümünde
kürsüdeydi. Her zamanki gibi milyonun üzerinde katılımcıyla görkemli bir şekilde gerçekleşen
2007 yılı 1 Mayıs gösterilerine de başkanlık etti.
21Raúl, üniversite öğrencilerine yaptığı bir konuşmada, Fidel için şunları söylüyordu: “Bizler hep
birlikte onun yerini alana dek, Fidel’in yeri doldurulamaz.”
“DEĞİŞİM”
Savunma bakanlığı göreviyle devrimin merkezinde bulunmuş Raúl, ilk mesajında sosyalizmin
devamı sözü verdi: “Emaneti devralıyorum ama Fidel’e danışmayı sürdüreceğim. Küba
devriminin başkomutanı tektir, Fidel’dir ve yeri doldurulamaz. Fiziksel olmasa da
düşünceleriyle hep burada olacak.”
2007 yılında eşi Vilma Espin’i yitiren dört çocuk ve sekiz torun sahibi Raúl’ü “Light Fidel”
gören ABD yönetimi seçimi “Küba için potansiyel değişim” diye niteledi.
Yeni yönetim hakkında Fidel, “Amerikan imparatorluğunun planları karşısında yeni
savunmanın çok sıkı ve sağlam olduğu görülüyor” ifadesini kullanırken; ve de kimileri, “Raúl
ne yapıyor?”[23] sorarken; “Küba’nın komünist kalacağını” belirten Raúl, bağımsızlıklarına
saygı gösterirse ABD’yle görüşebileceklerinin altını çizdi.
Daha sonra da Raúl, Küba Komünist Partisi’nin 12 yıl aradan sonra 2009’da kongre
düzenleyeceğini açıkladı. “Küba değişiyor mu” sorularına yol açan Raúl, “Son birkaç ayda çok
yoğun çalıştık, ama daha fazlasını yapmalıyız. Ülkede yönetimi, devrimi yapan kuşakların
olmadığı bir döneme hazırlamalıyız” dedi.[24]
Bunlarla birlikte önce bilgisayar, video ve araba parçalarının ithalatını kolaylaştırmak için
gümrük rejimini değiştiren Raúl, bu kez uçak sektöründe özel mülkiyete kapı aralayan
kararname yayımlayıp, “Uçak devletindir, bütün halkın mülküdür. Fakat mülkiyeti istisnai
durumlarda kısmen ya da tamamen özel ya da tüzelkişilere devredilebilir” dediyse de, buna
kimlerin malik olabileceğine değinmedi.
Sonrasını basına yansıyan haberlerden izleyelim:
* “Castro’nun emekliye ayrılmasından sonra liderliğe geçip bilgisayar, DVD oynatıcısı,
cep telefonu gibi tüketim mallarının satışındaki sınırlamaları kaldırmak gibi ‘mini devrimlere’
soyunan kardeşi Raúl Castro, turizmi canlandırmak için yedisi Havana’da olmak üzere 10 yeni
golf sahası açmak istiyor. Yıllık 2 milyar dolarlık turizm gelirinin düşüşe geçmesinden
endişelenen hükümet golf sayesinde gidişatı tersine döndürmeyi umuyor.”[25]
* “Devlet Başkanı Raúl, mini reformlarını konut alanında da sürdürdü. Kamu
personelinin lojmanlarını emekli olduktan sonra ellerinde tutup ailelerine miras
bırakmalarına izin verdi.”[26]
* “Raúl, ada halkına birçok alanda getirilen kısıtlamaları esnetmek için küçük, ama
önemli adımlar attı. Günlük hayata en çabuk yansıyacak değişiklik ise Kübalıların DVD ve
bilgisayar satın alma hakkı kazanacak olması gibi görünüyor.”[27]
22* “Raúl’ün son ‘mini devrimi’ yabancı içerikli yayın yapacak televizyon kanalı oldu.
Bilgisayar, DVD oynatıcısı gibi ‘lüks’ tüketim mallarının satışındaki sınırlamanın kaldırılması,
cep telefonu kullanımının serbest bırakılması ve Kübalıların yabancılara mahsus otellerde
konaklama yasağının tarihe karışmasının ardından Küba Radyo ve Televizyon Enstitüsü 2
Nisan 2008 günü büyük oranda yabancı içerikli 24 saat yayın yapacak kanal açacağını
duyurdu. Kanal, 12 ülkeden yayınları içerecek. Küba’da tamamı devlete bağlı beş kanal
bulunuyor. Bunlardan biri kablodan dünyaya yayın yapıyor.”[28]
* Küba’da doktor da tarım işçisi de ayda 20 dolar kazanıyordu… Küba’da Castro’nun
devrimiyle başlayan ve tüm işçilerle yöneticiler için geçerli olan eşit işe eşit ücret sistemi
tarihe gömülüyor. Raúl, reform politikaları çerçevesinde artık çalışanlar performanslarına
göre değerlendirilecek...”[29]
* “Küba, Devrimin gerçekleştiği 1959 yılından beri ilk kez Aralık 2006 da en büyük
ABD parlamenter heyetini ağırladı. 6’sı Demokrat, 4’ü Cumhuriyetçi 10 milletvekili,
Arizona’nın Cumhuriyetçi temsilcisi Jeff Flake ve Massachusetts’in Demokrat temsilcisi
William Delahunt başkanlığında yetkililerle temaslarda bulundu.”[30]
* AB Küba’ya uygulanan yaptırımları kaldırma kararı aldı. Avrupalı diplomatlar, AB
dışişleri bakanlarının Brüksel’deki zirve çerçevesinde 19 Haziran 2008 günü aldıkları kararın,
Küba’da Raúl’ün uygulamaya koyduğu reformları teşvik etme amacı taşıdığını belirtiyor.”[31]
* Vb’leri, vb’leri…
Bunlara ve benzerlerine, tümüyle “negatif” veya “pozitif” bakmak toptancılığından özenle
kaçınarak, -Anayasa’sında altı net biçimde çizilen “niteliği”ne karşı! - Küba’da da, tarihimizin
tanık/ taraf olduğu tüm olası tehlike ve tehditlerle yüz yüze olduğumuz unutulmamalıdır…
Abascal, “Küba’daki değişimlerin sistemi daha da ilerletmeyi amaçladığı”nı söylerken; Salim
Lamrani de ekliyor: “Çok uluslu haber kaynakları, Washington ve Avrupa Birliği; Kübalılar
pazar ekonomisine geri dönmeyecekler. Onlar, daha rasyonel, daha dürüst ve çağdaş
sosyalizmi kurma yolundadaki mücadelelerine devam edecekler…”[32]
Bir not daha; Salim Lamrani’nin iyimserliğini, “Kalbim Küba’da kaldı” diyen Selen Tokcan da
paylaşarak, şunları ekliyor: “Kübalı kadınlar rengarenk, solda Havana sokakları, sağda Che’nin
anıt mezarı…
Evlerin içine bakıyorum yürürken. Boyası dökülmüş duvarların çevrelediği küçük haneler, bir
koltuk bir masadan ibaret. Ama yüzler gülüyor. En olmadı dans var, müzik var bu şehirde, bir
melodi ki sanki tüm eksikliklerin üzerini örtüyor...
Ellerinde cep telefonları, evlerinde çamaşır makinalarıyla, uzaktan gözlerini süze süze
Küba’ya bakıp da bu haberler üzerine, ‘tüh tühhhh Küba da elden gidiyor’ diyenlerden
değilim. Hiç moralimi bozmuyorum, bizde var da ne oldu? Ayrı mı düştük, koptuk mu
birbirimizden, yok yok hiç canımı sıkmıyorum. Hem arada bir değişim iyidir…”[33]
23“SONUÇ YERİNE”: FİDEL’İN -ÖLÜMSÜZ- ÖNEMİ
Ceyda Karan’ın haklı saptamasıyla, “Beğenin ya da beğenmeyin Castro, küçük bir ada
devletinde, tüm imkânsızlıklara rağmen hatalarıyla sevaplarıyla gerçekten bir devrim yaptı.
Kumar ve fuhuşun yerine onur, özgüven ve olabildiğince eşitlik getirdi. Castro, ölebilir ama
‘Fidelizm’le baki…”
“Neden”i şu…
Çünkü Korkut Boratav’ın, “Kendisi hiç kuşkusuz büyük bir devrimci, büyük bir siyaset insanı,
Latin Amerika’nın medar-ı iftiharı olacak bir kişidir. Sosyalizmin bayrağını Latin Amerika’da
çok olumsuz koşullara rağmen sallandırmaya devam etti. Ayakta durmayı başardı. Ülkesi ve
Latin Amerika halklarının gurur kaynağı oldu. Bizim demokrasi sorununu yeniden
tanımlamamız lazım. Halk kitlelerinin yönetime katılım düzeyi bakımından acaba Küba’mı
yoksa Kolombiya mı daha demokratiktir diye sormak gerekir. Latin Amerika’nın iki ucunda
olan iki ülkeye bakıp değerlendirme yaptığınızda bir sonuca varırsınız. Benim
değerlendirmem o ki sıradan insanların yönetime katılma düzeyi bakımından Küba’nın
Kolombiya’dan geri kalır bir yanı olmadığı gibi Kolombiya’nın Küba’dan çok şey öğreneceği
var. Küba’yı rejimin öncesiyle karşılaştırmak lazım. Batista rejimiyle Castro rejimini
karşılaştırmak lazım. Kübalılar şimdi daha özgürler elbette. Bu konuda hiç şüphem yok…”
Çünkü Levent Tüzel’in, “Castro özellikle emperyalizme karşı mücadelede simge olmuş,
özellikle ambargo karşısında halkıyla buluşan, tek yumruk olan, halkı için ekonomik ve siyasi
bir politika izleyen bir lider olarak dünya halklarının gönlünde sempatik ve güvenilir bir yer
tutmuştur. Burjuvazi ve gericilik kendi politikalarına ayak uydurmayan veya onay vermeyen
muhalif sesleri ve liderleri çok kolayca diktatörlükle suçlamıştır. Demokrasi meselesine kimin
için demokrasi sorusuna verilen yanıtla yaklaşılmalı. Küba’da da çok açık ki geniş halk
kesimlerinin istek ve çıkarlarına uygun bir yönetim izlenmektedir. Dolayısıyla Castro’yu
diktatörlükle suçlamak abes ve komiktir...”
Çünkü Ertuğrul Mavioğlu’nun, “Onun fikirleri, sevin ya da sevmeyin sıradanlığa giderek daha
fazla mahkûm edildiğimiz bu yerküreye birkaç beden büyük. Ama onun farklılığını ve gördüğü
teveccühü, sadece fikirlerindeki zenginlik ile açıklamaya yeltenmek onu hafife almak olur.
Onu dinleyenler asıl olarak; tek kutuplu dünyanın, beyinleri dumura uğratan tek sesli
korosundan farklı bir sesin; ‘elveda proletarya, elveda sosyalizm’ çığlıklarına kulak asmadan,
mazlumları isyana çağıran tınısına meftunlar…”
Çünkü Fikret Başkaya’nın, “Başlangıçta Castro sosyalist Marksist bir formasyona sahip değildi.
Fakat sürekli devrim zorunluluğu gerçeği onları bu noktaya getirdi. Dolayısıyla hümanist,
burjuva demokrat perspektiften sosyalist bir perspektife evrildiler. Bu durum olayların,
gelişmelerin zoruyla oldu. Emperyalist dünya sisteminin çevresinde yer alan tüm ülkeler için
geçerlidir bu. Başka türlüsü de mümkün değildir. Fidel, tabii ki son derece etkileyici,
karizmatik ve halkına güven vermeyi bugüne kadar başarmış bir şahsiyet. XX. Yüzyılın ikinci
yansının en önemli siyasetçilerinden biriydi”… diye betimledikleri büyük bir dönüşümün
Küba’daki (s)imgesidir…
24Ve bir José Martí gibi Küba’nın iliklerine dek nüfuz etmiş Fidel (s)imgesi; Bertolt Brecht’in,
‘Me-ti’nin Özdeyişler Kitabı’ndaki şu tarihsel uyarılarla bütünleşmiştir; bu da Küba’nın
gücüdür:
“Me-ti şöyle dedi: Ne zaman özgür sayılırız? İnsanların çoğunluğunun güçlüklerin ortadan
kaldırılması açısından en iyi diye nitelendirdiği çözüme baş vurabildiğimiz zaman. Bunun için
çok az zor kullanmak gereklidir. Yine özgürlüğümüz açısından gerekli olan bir şey de, bu
özgürlüğün elden geldiğince az yadsınması ve böylece bizim de elden geldiğince az zor
kullanmak zorunda kalmamızdır.
Yeni dünyaların ve yeni makinelerin bulunması, insanlığa büyük bir özgürlük getirmişti.
İnsanlık doğadan daha iyi yararlanmayı öğrenince birçok kısıtlamalardan da kurtulmuş oldu.
Ama kazanılan yeni özgürlük aradan kısa bir süre geçtikten sonra insanın insanı ezme ve
sömürme özgürlüğüne dönüştü. Çağımızda ise başka sınıfları ezen ve sömüren sınıflar,
ezdiklerinden ve sömürdüklerinden ulusu özgürlüğe kavuşturmalarını, başka deyişle ulusa
öteki ulusları ezme ve sömürme özgürlüğünü sağlamalarını istiyorlar. Oysa bu tür özgürlükler
arttığı oranda yeryüzünde kölelik de artacaktır.”
“Me-ti şöyle dedi: Duyduğuma göre Büyük Düzen’in gerçekleştirilmekte olduğu Su’da
özgürlük yokmuş. İnsanlar orada yalnızca Büyük Düzen’i kurma özgürlüğüne sahipmiş. Ama
bu kurma biçimi de özgür olmaktan uzak. Ne demeli şimdi buna? Büyük Düzen, özgürlüğün
temeli değil mi?
Özgürlüğün insanların yaşam için en gerekli olan şeyleri üretme biçiminden, bunu sağlarken
gerçekleştirilen işbirliğinin türünden bağımsız olduğuna inanıldığı sürece, insanların belirli
özgürlüklerle, onlara şunu ya da bunu istedikleri gibi yapma izninin verilmesiyle özgür
kılınabileceklerine de inanıldı. Ama bu yol, insanları özgürlüğe götürmedi.”
27 Ekim 2008 13:02:28, Ankara.
N O T L A R
[1] Savaş ve Şair: José Martí, Derleyen: Orhan Tüleylioğlu, Edebiyatçılar Derneği Yay., 2006.
[2] José Martí, Göklerde Eriyip Gitmek İsterdim, Çev: Ataol Behramoğlu, Adam Yay., 2005.
[3] Alain Rouguie, Latin Amerika’da Askeri Devlet, s.180-182-183-104.
[4] Martha Harnecker, Latin Amerika Solu Kendini Sorguluyor, s.193.
[5] Che Guevara, Ekonomi Yazıları, s.77-78.
[6] Martha Harnecker, Latin Amerika Solu Kendini Sorguluyor, s.55.
[7] Che Guevara, Yaşam Öyküsü-Röportajlar-Mektuplar, s.70-71.
[8] “Latin Amerika Üzerine-2: Küba”, Partizan, No:58, Haziran-Temmuz 2006, s.58-63.
[9] “Devrim Adası Küba’nın Kısa Tarihi”, Birgün Pazar, 20 Ağustos 2006, s.10.
[10] Yıldız Sertel, “Latin Amerika’da Devrim”,Cumhuriyet, 12 Ocak 2007, s.9.
[11] Tarık Ali, Karayip Korsanları-Umut Ekseni, Agora Kitaplığı, 2008, s.126-127.
[12] Ömür Yurtöze, “Küba Notları”, Teori ve Politika Dergisi, No:40, Kış 2006, s.221-222-224.
[13] Juan Diego Garcia, “Bush’un ‘Cuba Libre’ Gafı”, Argenpress, 30 Ekim 2007.
Devrimin “yeşil timsah”ı: Küba...
Temel Demirer, www.mavidefter.org
25[14] Ceyda Karan, “Castro Bir Daha Dönmeyecek Ama ‘Fidelizm’ Baki”, Radikal, 4 Aralık 2006, s.9.
[15] Şengül Özdemir-Eser Sandıkçı, “Mutlu İnsanlar Ülkesi”, Toplumsal Özgürlük, No:25, Ekim 2008,
s.11.
[16] Ertuğrul Mavioğlu, “Küba, Che, Güneş, Salsa (4): Fidel Castro 80 Yıl Daha Yaşar mı?”, Radikal, 23
Mayıs 2007, s.8.
[17] Ertuğrul Mavioğlu, “Küba, Che, Güneş, Salsa (3): Küba Kuşatmayı Turizmle Kırdı”, Radikal, 22
Mayıs 2007, s.4.
[18] Kaynak: “L’Amerique latine en 2005”, Les Etudes de la documentation française, P. Zagefka
(der.), Institut des Hautes Etudes de l’Amérique Latine, Université Paris III, Sorbonne Nouvelle, 2006.
[19] “Gözünün Yaşına Bakmadı”, Express, No:2006/9, 63, Temmuz 2006, s.27.
[20] Ertuğrul Mavioğlu, “Havana Notları (5): İki Ayrı Dünya, İki Ayrı Küba”, Radikal, 28 Eylül 2006, s.4.
[21] Anya Landau French, “Küba’da Hamle Yapmanın Tam Zamanı”, The Washington Post, 20 Şubat
2008.
[22] Jose Manzaneda, “Dünyanın En Adil Siyasi Seçimleri Küba’da Yapılıyor: Sosyalizm Böyle Bir Şey!”,
Birgün, 24 Haziran 2007, s.2.
[23] “Raúl Ne Yapıyor?”, Atılım, Yıl:4, No.2008 35 (224), 23 Ağustos 2008, s.9.
[24] “12 Yıl Sonra Kongre Düzenliyor”, Cumhuriyet, 30 Nisan 2008, s.11.
[25] “Che’nin Golf Sopası Küba’ya Dönüyor”, Radikal, 12 Nisan 2008, s.12.
[26] “Küba’da Kapitalist Rüzgâr”, Taraf, 13 Nisan 2008, s.3.
[27] Deniz Ülkü Tekin, “Raúl ile DVD Keyfi”, Cumhuriyet Dergi, No:1149, 30 Mart 2008, s.3.
[28] “Küba’ya Yabancı İçerikli TV Kanalı”, Radikal, 4 Nisan 2008, s.9.
[29] “Fidel’in Eşit İşe Eşit Ücreti Tarihe Karışıyor”, Radikal, 13 Haziran 2008, s.12.
[30] “Küba ABD’li Heyeti Ağırlıyor”, Cumhuriyet, 17 Aralık 2006, s.11.
[31] “AB Küba’ya Yaptırımları Kaldırıyor”, Cumhuriyet, 21 Haziran 2008, s.12.
[32] Salim Lamrani, “Küba’daki Değişmeler Ne Anlama Geliyor? Sosyalizmi Terk Etmek mi?
Sosyalizmle İlerlemek mi?”, Kaldıraç Dergisi, No:91, Temmuz-Ağustos 2008, s.20-22.
[33] Selen Tokcan, “Kalbim Küba’da Kaldı”, Radikal İki, 11 Mayıs 2008, s.10.
Yorumlar