“Fotoğraf hakikâttir.” [1] Zamanı mekâna dönüştürür fotoğraf makinesi. Yani, bir anı alıp, zamandan çıkararak, bir nesne hâline getirir. Eve...
“Fotoğraf hakikâttir.”[1]
Zamanı mekâna dönüştürür fotoğraf makinesi.
Yani, bir anı alıp, zamandan çıkararak, bir nesne hâline getirir.
Evet, evet fotoğraf makinesi, mekânı zaman, zamanı mekâna dönüştüren bir zaman makinesidir.
Bir anı parantez içine alarak, dünyayı saptayandır fotoğraf…
Edward Weston’un, “Fotoğraf bir anı yalıtır ve sürekli kılar. Bunun önemli ve açımlayıcı bir an ya da önemsiz ve anlamsız bir an olması, fotoğrafçının konusunu kavramasına ve elindeki ustalığına bağlıdır,” uyarısını göz ardı etmeden Robert Capa’nın, “Fotoğrafınız yeterince iyi değilse, olaya yeterince yakın değilsiniz demektir,” saptamasının altı çizilmelidir…
* * * * *
Fotoğrafın ve fotoğrafçılığın temeli “camera obscura” olurken; fotoğraf sözcüğü, “photographia”dan gelir. (“Photo”: ışık; “graphia”: çizmek’tir…)
Fotoğraf aydınlanma çağının en önemli buluşudur. Varlık nedeninin başında gelen, belki de en önemli neden, çağın bilgi akışını ve enformasyon rolünü tek başına üstlenmesidir.
Fotoğraf bugünkü anlamda kimliğini, güncelleşen siyasal, toplumsal ve görsel yaygınlıkta bulmuştur.
Tıpkı “Beni ilgilendiren fotoğrafın kendisi değil. Ben yalnızca gerçekliğin minicik bir parçasını yakalamak istiyorum,” vurgusuyla eklediği gibi Henri Cartier-Bresson’un:
“Fotoğraf çekmek, tüm yetiler geçip giden gerçeklik karşısında birleştiğinde soluğunu tutmaktır. Bir görüntüye egemen olmak işte o anda büyük bir fiziksel ve düşünsel coşku olur çıkar…
“Fotoğrafçılar, sürekli olarak yok olan ve bir kez yok oldular mı yeryüzünde hiçbir gücün bir daha geri getiremeyeceği şeylerle uğraşırlar…
“Fotoğrafçı pasif bir seyirci olamaz, o her şeyi, olayın içinde yaşayabildiği an daha iyi görür…”
* * * * *
Fotoğrafçı “seyirci”, “yansıtıcı” değildir; insanî bir umudu yaşayan, yaşatandır…
Hem de E. M. Cioran’ın, “Umut etmek, geleceği yalanlamaktır,” uyarısının altını çizen bir zaman diliminde korkunun karşısında cesarettir fotoğraf ya da böyle olmalıdır.
Albert Camus’nün, ‘Ne Kurban, ne de Cellat’ başlıklı denemesinde, “XX. yüzyıl korkunun çağıdır,” uyarısını “es” geçmeksizin!
* * * * *
Devam edersek; ‘Piyano’nun bestecisi Michael Nyman’ın, “Her fotoğrafçının içinde bir röntgenci vardır. Görsel malzeme: beyine bir davettir,” derken; Murat Yazar’ın, “Eğer dokunabiliyorsa zihnime ve kalbimdeki bazı duygulara, o fotoğraf benim için iyi demektir. Tabii ki fotoğraflarıma bakanlarda da aynı hisleri uyandırabilmelidir. Fotoğrafın hikâyesi, mesajı ya da yansıttığı bir duygu olmalıdır,” diye betimlediği her bir fotoğraf ayrı konuşur, anlatır, tarihe tanıklık eder:
i) “Fotoğrafa nasıl bakılması gerektiği konusunda imgeleri anlamanın önemi büyüktür.”[2]
ii) Türü ne olursa olsun, her fotoğraf için sanatçının niyeti ile o fotoğrafa yönelik yorum arasında doğrudan bir örtüşüm söz konusu değil. İlk bakışta aynı şey gibi görünse de yazar, mana (“meaning”) ve anlam (“significance”) arasında bir ayrım yapar. Anlam, manadan daha “kişisel”dir. Anlam, bir fotoğrafın bizi nasıl etkilediğine veya bizim için ne demek olduğuna gönderme yapar. Mana ise, anlamdan daha nesneldir, fotoğrafın kendinde ne olduğuna, birçok insanın işaret edebileceği veya herhangi bir bilgili izleyicinin açıkça anlayabileceği şeye gönderir bizi.
iii) Çünkü “Fotoğraf yalnızca (resmin bir imge olması gibi) bir imge, yalnızca gerçeğin bir yorumu değildir; aynı zamanda bir izdir, bir ayak izi ya da ölüm maskı gibi gerçek olandan dolaysızca çekip alınmış bir şeydir…
“Uzaktaki acıları gösteren fotoğrafların sakladığı bilgi ne işe yarar? İnsanlar kendilerine yakın olan acılara pek bakmazlar. Hem de bütün dikizci tuzaklarına, kendileri için yararlı bir sonuç olan bilgi edinme fırsatını sunmasına rağmen,” der Susan Sontag…
iv) “Fotoğraf bir kentin, bir semtin tanığıdır, belleğidir. Unutmayan, unutturmayan...”[3]
v) Nihayet “Bütün fotoğraflar bize unuttuklarımızı anımsatmak için vardır. Bu yanıyla resmin karşıtıdır fotoğraf. Resim ressamın anımsadığını kaydeder. Her birimiz farklı farklı şeyleri unuttuğumuzdan, fotoğrafın anlamı ona bakan kişiye göre resimden daha fazla değişir,” diye ekler John Berger…
* * * * *
İyi de fotoğrafçı mı?
W. Goethe’nin, “Yalın olandan başka hiçbir şey hakiki değildir,”[4] uyarısı kulaklarımızda çınlarken; bizim koca Ermeni Ara Güler diyebiliriz…
“80 yaşını aşmış, insanlar onu hâlâ ‘fotoğrafçı’ sanıyor, ama o bir gazeteci, ‘foto muhabiri’ veya fotoğraf habercisi! O gerçi ‘fotoğraf sanatı’, ‘fotoğraf sanatçısı’ nitelemelerine karşı çıkar. Haklıdır, sanatçı düş kurgular. Ama Ara da, o anki gerçeği, çekerken üzerine kattığı müthiş yorumla dondurur; bu yorum, yani fotoğraftaki hüzün, bakış, düşünce... onu ‘sanatçı’ yapar. Bu anlamda da fotoğrafında bir ‘gizli kurgu’ vardır! O anı belgeleyen ‘romantik realist’ fotoğrafları, bir sanat şöleni gibidir. Çektiği fotoğraflardaki estetik tat ve bütünlük, bende bazen bir yontucu, bazen bir ressam ve sinema sanatçısı çağrışımı yapıyor. Bu anlamda, sanki görsel sanatların bütününü içeren bir ruhla karşı karşıyasınız.”[5]
Murat Belge, bakın Ara Güler için ne der:
“Ara, ‘sanatçı’ değilim derken haklı olabilir mi diye düşünüyor insan. Bu onda bir doğuştan yeti sanki... Zaman içinde olgunlaşmak, ustalaşmak diye bir derdi yok; almış eline aleti, basmış o düğmeye, Ara Güler oluvermiş. Herhâlde bir tek Ara Güler, bu kadar kolay Ara Güler olabilir. Gene bir tek onun çektiği fotoğraflarla, o mahalle, o insanlar, karşımızda capcanlı duruyorlar…”
* * * * *
Ara Güler, “Ben sanatçı değilim” dedi belki bin defa, ama “mütevazı sanatçı” diye sınıflandırıldı. “Ben fotoğrafçı değil foto muhabiriyim” dedi bir o kadar, “şahane fotoğrafçı” diye anıldı.
“Ben görüntünün değil yaşamın peşindeyim” diyen Usta ekler:
“Fotoğraf mı çekiyorum, hikâye mi anlatıyorum? Bilmiyorum. Çünkü ikisi benim için aynı. İkisi de fotoğrafta, görselde birleşiyor. Sana bir sahil anlatıyorum. O sahilde Kumkapı balıkçılarını, tekneleri anlatıyorum. Sen okuduktan sonra zihninde canlandırıp, sinema hâline sokacaksın, o aktörler içinde oynayacak. O zaman hayat buluyor. Yoksa durgun bir dünya olur.”
“Hayatı çekiyorum ben, insanların kendisini değil. Ben farkında olmadığı zamanı bulurum. Magnum ekolü budur. Hakikâte en yakın fotoğraf.”
“Yer değildi ki zaten çektiğim. Hayatın parçasıydı çektiğim… İnsansız bir şey olmaz, insanları sevmeyen insan fotoğrafçı olamaz, insansız bir şey yok ki,” der Ara Güler[6] ve ekler hepimize/ herkese öğreterek:
“Bu şehir niye benim şehrimdir bilir misin? Vatan millet Sakarya için değil! Aşklarımı burada yaşamışımdır, filan köşede işemişimdir, şurada dayak yemişimdir, orada bir herifi dövmüşümdür. İstanbul’da geçmişim vardır, duvarlara benim kokum sinmiştir. İşte bunun adına ‘vatan’ denir, anladın mı?..
İnsansız fotoğraf olmaz…
Gerçek fotoğraf insan beyninin birikimleriyle, kültürleriyle birleştirip yarattığı anlamlı, mesaj veren bir fikirdir…
En iyi makine en iyi fotoğrafı çekseydi en iyi daktiloya sahip olan da en iyi romanı yazardı…
Ben singer dikiş makinesiyle bile fotoğraf çekerim…
Ha silah, ha fotoğraf makinesi... Elini titretmeyeceksin. Keskin nişancı olacaksın, mesela ben çok iyi ateş ederim. (“İyi fotoğraf nasıl çekilir.” Sorusuna cevap olarak.)…
Yaşam size verilmiş boş bir filmdir. Her karesini mükemmel bir biçimde doldurmaya çalışın…
Bir daha dünyaya gelseydim tramvay olmak isterdim…
Keşke işim deklanşöre bastığım an bitse…
Sanatçı olmanın en kolay yolu fotoğrafçı olmaktır. Sıkıysa müzisyen ol!
Sanat olmasına lüzum yoktur fotoğrafın. Fotoğraf tarih olayıdır. Tarihi zapt ediyorsun, bir makine ile tarihi durduruyorsun…”
23 Mart 2011 10:32:37, Ankara.
N O T L A R
[*] Newroz, Yıl:5, No:171, 28 Nisan 2011…
[1] Jean-Luc Godard.
[2] Kaya Özsezgin, “Fotoğrafı Okuma Yaklaşımları”, Cumhuriyet Kitap, No:1052, 15 Nisan 2010, s.10.
[3] Doğan Hızlan, “Ara Güler’le Kumkapı’yı Dolaşın”, Hürriyet, 30 Ocak 2011, s.24.
[4] W. Goethe, Goethe Der ki, çev: Gürsel Aytaç, Kültür ve Turizm Bakanlığı Yayınları: 534, 2’inci baskı, 1986, s.300.
[5] Orhan Bursalı, “Ara Güler”, Cumhuriyet, 16 Ocak 2011, s.6.
[6] Ara Güler, İstanbul’u Dinliyorum, 1950-2010, Kitap Yayınevi.
Yorumlar