“… ‘Ama ben suçlu değilim,’ dedi K., ‘Bu işte bir yanlışlık var. Hem bir insan nasıl suçlu olabilir ki’?” [1] “Suç” ve “(c)eza” ko...
“… ‘Ama ben suçlu değilim,’ dedi K.,
‘Bu işte bir yanlışlık var.
Hem bir insan nasıl suçlu olabilir ki’?”[1]
“Suç” ve “(c)eza” konusunda çok şey söylenebilir.
Ancak bu konuda sürdürülemez kapitalist tiranlığın söyleyebileceği hiçbir şey yoktur.
Tıpkı, ‘Sosyalizm ve İnsan Ruhu’nda “Modern suçun anası günah değil, açlıktır… Onlar şahane Macbeth’ler değillerdir. Onlar yeterince yiyecek bulamamış, sıradan, saygın, kendi hâlinde insanlardır,” diyen Oscar Wilde’ın işaret ettiği üzere…
Çünkü sürdürülemez kapitalist tiranlık koşullarında Beilby Porteus’un ifadesiyle “Bir kişiyi öldürene katil derler, milyonlarca cinayet işleyene kahraman…”
Veya yine bu “düzen(sizlik)de, “Dizê biçûk tê dardekirin, ji dizê mezin re pate lê dikin/ Küçük hırsız asılır, büyük hırsıza selam çakılır,” W. Wander’in altını çizdiği üzere…
Evet, “suçu” ekonomi-politikasıyla sürdürülemez kapitalist tiranlık hazırlarken; “(c)eza”da bireyin “ıslahı”ndan çok -“(c)eza” içinde “(c)eza” zulmü ile- yok edilmesine dayanır…
İşte bunun kimi gazete haberlerine yansıyan kanıt(lar)ı:
‘Birgün’: “Hapishanelerde hasta tutuklular ölüme terk ediliyor”… “Tecrit içinde tecrit: F tipleri!”… “Cezaevlerinde hak ihlâlleri hız kesmeden devam ediyor”…
‘Cumhuriyet’: “Tecrit ve şiddet sürüyor”…
‘Star’: “F Tipi’nde kırmızı yasak”…
‘Gündem’: “Cezaevleri Toplama Kampına Dönüştü”…
Bu çerçevede ağırlaştırılmış müebbet hapis hükümlüsü Alaattin Öğet’in haykırdıklarına[2]kulak verilirse, söz konusu zulme karşısında “Berxwedan jiyane/ Direnmek yaşamaktır”!
Evet, “Cezaevlerine kulak vermek zorundayız. Bu memleketin bütün yaraları orada, gözümüzden uzak kanayıp duruyor,” Yıldırım Türker’in dikkat çektiği gibi…
Sağlık durumu kritik olduğu için dışarıda tedavi görmesi gereken siyasi tutuklu sayısının 276; ölümcül hasta tutuklununsa 9 olduğu içerdekiler, hapishanelerin durumu, mahpusların çektikleri bilmesin istiyorlar.
Onların efkâr, hüzün, özlem ve dirençle yoğrulmuş, “görülmüştür” damgalı mektupları, Özdemir Asaf’ın, “Bana bir mektup geldi/ İçinden ben çıktım,” diyen dizelerindeki gerçeğin haykırışıdır…
Onlar yazar, anlatır: Diyarbakır’dan, Sincan’dan, Edirne’den, Tekirdağ’dan, Metris’ten, Adana’dan, Gebze’den, Kırıkkale’den, Kocaeli’den…
Onların yazdıkları, anlattıkları Adres-Siz mektuplardır… Tıpkı 21 yıl boyunca gezmediği cezaevi kalmayan Nevin Berktaş’ın işaret ettiği türden:
“Hücreler çok yönlü bir savaş alanı. İdeolojik bombardıman ve psikolojik çöküntü içine girmen için öyle çok uğraşıyorlar ki, “ama”larla başlayan hiçbir bahaneye sığınmadan yaşamak, diz çökmeden onurunla yaşamak için her açıdan direnmek gerekiyor”!
Onlara kulak vermeli; onları kopartıldıkları hayatın ortasına taşımalıyız. Çünkü onlar, “adalet(sizlik)” denen bir zulmün hedef tahtasıdırlar...
(C)EZAEVLERİNDEKİ “DURUM”
İHD verilerine göre, cezaevlerinde yaklaşık 240 tutuklu ve hükümlü ileri derecede hasta durumda bulunuyor.
Çeşitli cezaevlerindeki siyasi tutuklu ve hükümlüler, kanser, Wernicke-Korsakof, ülser, akdenizanemisi, siroz, böbrek, sedef, diyabet, panikatak, çölyak, verem, sara, Hepatit B, Behçet, astım, şizofren gibi hastalıklarla mücadele ediyor.
TAYAD, 10 yılda hapishanelerde 1318 kişinin öldüğünü, 401 kişinin intihar ederek yaşamına son verdiğini, hastanelerde ise 912 kişinin yaşamını yitirdiğini belirtirken; ileri derecede hasta olan tutuklu ve hükümlülerin durumları korkutucu boyutlara ulaştı.
Örneğin Bakırköy Kadın Kapalı Cezaevi’nde tutuklu bulunan Yasemin Karadağ doktor kontrolü sırasında görevli askerin saldırısına uğradığını anlatarak “Uzman çavuş bana ‘Ölürsen öl, senin için toprak bulunur,’ dedi,” diyor.
Bu durumda, cezaevlerinde sağlıklı kalabilme süresini 3 ay olarak gözlemlediklerini ifade eden TAYAD Genel Başkanı Avukat Behiç Aşçı, “Tecrit bitmiyor, aksine AKP tarafından ağırlaştırılarak sürdülüyor. AKP iktidarında hem tecrit arttı, hem de tecridin yasal dayanağı sağlandı,” derken; hukukçular ve insan hakkı savunucuları, tecridin “travma” yarattığına ve “işkence” olduğuna dikkat çekerek uygulamaya son verilmesini istiyorlar.
Gerçekten de “(c)eza”nın “Onarılmaz ruhsal acılar”la “Sosyal tecrit modeli”ne tahvil edildiği dizaynda Çağdaş Hukukçular Derneği (ÇHD) İstanbul Şubesi Başkanı avukat Taylan Tanay, “Tecride dayalı bu infaz rejimi, savunma, havalandırma, görüş, okuma, giyim, sağlık gibi temel ve vazgeçilmez hakları dahi kısıtlıyor veya yok ediyor,” derken; İHD Genel Başkanı Öztürk Türkdoğan, F tipinin bir tecrit uygulaması olduğunu, insanların havasız bir ortamda kaldıkları için bile çok ciddi sağlık sorunları ile karşı karşıya kaldıklarını dile getiriyor.
Türkdoğan, 2010 yılında cezaevlerinde toplam 413 kişinin öldüğünü belirterek, şöyle devam etti: “2010 yılındaki ölüm sayısı, 10 yılın en yüksek rakamı. 213 tutuklu normal ölüm yaşadı. 161’i hastalıklarının tedavi edilmemesi, 38’i intihar ederek yaşamlarını yitirdiler. 266 kişi hastalık nedeniyle acil tedavi bekliyor. Bu kişiler acilen tahliye edilmeli.”
Evet, “Psikolojiyi bozup, kanser yapan” F tipi (c)ezaevlerinde Türkiye İnsan Hakları Vakfı (TİHV) Başkanı Prof. Dr. Şebnem Korur Fincancı, F tipi cezaevlerinin bağışıklık sisteminin zayıflamasına yol açarak birçok hastalığı beraberinde getirdiğinin de altını çiziyor.
Yine Türk Tabipleri Birliği’nin (TTB) eski başkanı Prof. Dr. Gençay Gürsoy, F tipi cezaevlerindeki tutukluların, yıllardır ağır sağlık koşullarında yaşadıklarını, tecridin ağır psikolojik sonuçlarının olduğunu vurguluyor.
Şüphe yok: Tutuklu ve mahkûmlar paranoyaklaşıp, strese bağlı hastalıklara gark eden kötü yaşam koşulları nedeniyle hastalığa yakalanan tutuklu ve hükümlülerin 913’ü 2000-2010 yılları arasında yaşamını yitirdi.
İHD verilerine göre tutuklu ve hükümlüler en fazla kalp, kanser, felç, hafıza kaybı, strese dayalı mide hastalıklarına yakalanırken, başında şarapnel parçası ile yaşayanlar da bulunuyor. Kurumun 2011 yılı verileri, cezaevlerinde sayıları hızla artan hükümlü ve tutukluların kötü yaşam koşulları nedeniyle pek çok hastalığa yakalandığını ortaya koydu.
Örneğin 12 yıldır hapiste yatan Mehmet Aras yemek borusu kanseri nedeniyle sıvıyla bile beslenemiyor. Ölüme çok yakın ama hâlen cezaevinde…
Bir diğer örnek de hapiste yakalandığı kanser vücuduna yayılan Gülay Çetin’in, “Cezaevinde yaşayamaz” raporuna rağmen tahliye edilmemesi. ÇHD’nin Adalet Bakanlığı’ndan aldığı rakamlara göre 2000 yılından bu yana 912 tutuklu ve hükümlü hastanede yaşamını yitirdi. Antalya’da yatmakta olan Gülay Çetin gibi cezaevinde ölümü bekleyenlerin sayısı ise meçhul…
(C)Ezaevlerindeki “durum” buyken; hatırlanması/ hatırlatılması gereken, ““Azizler her zaman suçsuzlukları kanıtlanıncaya kadar suçlu sayılmalıdırlar,” diye haykıran George Orwell’in sözleridir…
YASAKÇILARIN YASAKLARI
(C)Ezaevleri yasakçıların yasaklarıyla betimlenen bir cehennemdir; ya da William Shakespeare’in, “İn cin top oynuyor cehennemde,/ Tekmili buraya doluşmuş iblislerin,” diye betimlediği şey…[3]
Gerçekten de Tekirdağ 1 No’lu F-Tipi’nden Hasan Şahingöz’ün, “F-Tipinde her şey yasak”[4]deyişiyle tarif edilmesi mümkün olan mekânlara ilişkin olarak verilebilecek anlamlı örnek: Kocaeli 1 No’lu F tipi Cezaevi idaresi tarafından Derya Sazak, Nuray Mert, Özgür Mumcu, Ezgi Başaran, Umur Talu, Hüseyin Aykol ve Yıldırım Türker’in de aralarında olduğu 16 gazeteciye gönderdikleri mektuplara el konulması keyfiliğidir!
Evet, evet Kocaeli 1 No’lu F Tipi Cezaevi’nde yaşadıkları hak gaspları ve işkenceleri gazetecilere aktarmak isteyen tutukluların mektuplarına cezaevi idaresi tarafından “sakıncalı” denilerek el konuluyor. Söz konusu yasak tutsak Hüsamettin Yavuz’un gönderdiği mektup ve cezaevi idaresinin konuyla ilgili yazısıyla ortaya çıktı.
Kocaeli 1 No’lu F tipi Cezaevi’nden gazetecilere gönderilmek istenilen “sakıncalı” mektup listesinden bazı örnekler şöyle: Erzat Çifçi’den Nuray Mert’e; Mecit Şahinkaya’dan Birgün Gazetesi’ne; Baran Furkan Gül’den Özgür Mumcu’ya; Tayfun Taç’tan Yaşar Seyman’a; Efdal Bayram’dan Ezgi Başaran’a; Özkan Yılmaz’dan Yıldırım Türker’e; Ceyhun Bay’dan Umur Talu’ya mektup göndermek yasak!
Tam bu noktada Ezgi Başaran, “Kocaeli F Tipi Cezaevi idaresi, biz bir grup yazara yazılan mektupları sakıncalı buluyormuş. Sakıncalı olan, mektupların içeriği mi bizler miyiz?” sorusuyla her şeyi özetliyor…
Sadece Koaeli’de değil; Tekirdağ 2 No’lu F Tipi Cezaevi’ndeki siyasi tutuklu ve hükümlüler de, cezaevi yönetiminin ve gardiyanların keyfi müdahalelerine maruz kalıyorlar…
F tipinden mektup gönderen tutuklu ve hükümlüler, cezaevi prosedürüne göre ayda bir kere aranması gereken hücrelerin bir haftada tam üç kez gardiyanlar tarafından aranıp, hücrelerin keyfi bir biçimde basılarak eşyalarının talan edildiği belirtiyorlar.
Uygulamaların son bulması için “kapı dövme” eylemi yaptıklarını aktaran tutuklu, bunun üzerine havalandırma haklarının gasp edildiğine dikkat çekiyorlar.
Gardiyanların keyfi uygulamayı haftada tam 3 kez tekrarladığını söyleyen tutuklu, karşı çıkanların ise darp edildiğini ve 6 Nisan 2011’de üç kişilik hücrelerinin basıldığını anlatarak, “Öğlen saatlerinde bir tutukluya 4 gardiyan düşecek şekilde birden hücremizi bastılar. ‘Ne oluyor?’ dememize kalmadan kitaplarımızı, defterlerimizi, mektuplarımızı ve özel eşyalarımızı yerle bir ettiler. Tepki gösterdiğimizde ise ‘Susun lan, yoksa gebertiriz’ dediler” diye anlattılar.
Tüm bunlar olurken de “Tekirdağ 1 No’lu F Tipi’nden gelen mektuplardan cezaevi yönetiminin hiçbir çözüme yanaşmadığını, uzlaşmaya gönlünün olmadığını anlıyoruz,” diyen Yıldırım Türker durumu şöyle özetliyor:
“Mektuplardan birinde, ‘En basit ve en haklı talepler için dahi ‘Bunu kabul edersek yeni talepler gelir!’ diye düşünmektedirler. Bu nedenledir ki ‘insan’ olarak hak verdikleri, haklı buldukları ve diğer F tiplerinde uygulanan pek çok şey (Örneğin en basitiyle boncuk, elişi üretimi, çiçek, kırtasiye malzemeleri, giysiler, hediyelik eşyalar, plastik raflar vb. burada yasaktır!); çünkü mahpusun yaşamını kısmen kolaylaştıracak, insanca yaşayacağı koşullar mahpusun yeni taleplerine yol açar! O nedenle ne kadar sıkılırsa, ne kadar baskı uygulanırsa o kadar iyi yönetilecektir!’ yazmış arkadaşlar.
Şebnem Korur Fincancı, cezaevlerindeki ağır hasta tutukluların durumuna dikkatimizi çekmek için uzun zamandır çırpınıyor. TİHV Başkanı ve eski Adli Tıp Anabilim Dalı Başkanı Prof. Dr. Fincancı, cezaevlerindeki ağırlaşan tecrit koşullarının ölüme davetiye çıkardığını söylüyor. Fincancı, hâlâ sürmekte olan işkence uygulamalarının cezasız geçiştirilmesine isyan ediyor: ‘Kamu görevlileri soruşturma izni verilmeyerek korunuyor. Yargı da bu kişiler için bir daha suç işlemeyeceği gerekçesiyle takipsizlik kararı veriyor. Cezasızlık olunca ister istemez işkence de sürüyor. Çünkü işkencenin yapılması gerektiği gibi bir algı yaratılıyor.’
Yani sıfır tolerans palavrasına rağmen değişen fazla bir şey yok. Vahşilere göre işkenceyi hak edenler var. Onlara işkence etmeyip de hoş mu tutacaklar? Kanser ve intihar vakalarındaki artış konusunda da söyledikleri aydınlatıcı:
‘Yalnızlaştırılmış kişiler, koruyucu mekanizmalar olmadan tümüyle o cezaevinin insafına terk ediliyor. Bu nedenle hastalıklar ve intiharlar arttı. İşkence sonucu ölüm olgularında da artış var. Tecrit sistemi, örneğin bağışıklık sistemi üzerine çok olumsuz etkiler yaratıyor. Tecride uğrayan bütün canlılarda organizmaya ait birtakım koruyucu mekanizmalar işlevsiz hâle geliyor. Çünkü dışarıdan bir tehdit olmadığı yanılsaması içine girildiği için canlı organizma kendini korumaktan vazgeçiyor. Bağışıklık sistemi bir kendini koruma mekanizmasıdır, kendini koruma mekanizması devre dışı olunca da ister istemez kanser gibi, birtakım başka sağlık sorunları gibi ciddi hastalıkların ortaya çıkmasıyla karşı karşıya kalıyoruz. Ayrıca ruhsal etkileri de var. Çünkü tecritte herhangi bir uyarılanın olmaması, uyaranın son derece sınırlı olması, az sayıda insanın sürekli birbirleriyle olması gibi durumlarda ruhsal problemler ortaya çıkıyor.”
SINIRSIZ, KURALSIZ BASKILAR
(C)Ezaevleri yasakçıların yasakları aynı zamanda sınırsız, kuralsız baskı/ terör demektir…
Örneğin İHD Cezaevi Komisyonu açıkladığı raporla, genelde ceza infaz kanununun özelde ise 16. ve 25. maddenin hapishanelerde “ölüme davetiye” çıkardığının altı özenle çizildi.
F Tiplerinin ağır koşullarına dikkat çekilen açıklamada, “Hükümlü tek kişilik odada barındırılır. Hükümlüye günde bir saat açık havaya çıkma ve spor hakkı tanınır, kurum iç yönetmeliğinde belirtilenlerin dışında herhangi bir spor ve iyileştirme faaliyetine katılamaz” gibi hükümlerin yer aldığı ceza infaz kanununun 25. maddesi “tecrit içinde tecrit” olarak tanımlandı.
Konuya dair İnsan Hakları Derneği İstanbul Şube Başkanı Avukat Abdülbaki Boğa da şunları ekliyor:
“2000 yılında F tipi cezaevlerine geçiş için bir operasyon yapıldı. Buradaki temel amaç siyasi görüşlü mahkûmların içerde tekrar düşünce üretmesini engellemeye dönük bir müdahaleydi. Sisteme muhalif olan ve terör suçuyla suçlandırılan bireylerin yaşamdan koparılması, imha edilmesi yani düşünsel bir imha hedefleniyordu. Şu anda da yapılan budur. Birey cezaevine alındığı zaman rehabilitasyon amaçlı alınır. Bizce siyasi mahkûmlar için bu bile yanlış. Temel hedef rehabilitasyon ise mahkûmların birbirleriyle olan iletişimleri için sosyal ortam yaratılması gerekiyor. Sağlık ve yaşam haklarının devletin güvencesi altında olması lazım ama yasal haklara rağmen şu an çok kötü bir infaz yasası olarak değerlendirdiğimiz bu yasa dahi uygulanmıyor.
16. maddede hasta mahkûmlarla ilgili infaz savcılarının yapması gereken şey adli tıptan bir rapor alıp durumu ağır olan hastaların tedavilerinin sağlanması için infazlarına ara verilmesi lazım ama maalesef bugüne kadar hiçbir cumhuriyet savcısı bu yasanın gereğini yerine getirmediler. Yine 25. maddede cezaevindeki tutukluların sosyal ortamdan faydalanma durumları var ama eksik bir madde olmasına rağmen bu madde de uygulanmıyor. Dolaysıyla bir an önce bu F tipi uygulamasına son verilmesi lazım, F tipi cezaevi tecrit demek, izolasyon demek, insan olan tüm vasıflardan arındırmak demek.”
Ancak iş bunlarla da sınırlı değil; aktaracağım örneklerdeki üzere…
Mesela Tekirdağ 2 No’lu F tipi Cezaevi’ne konulan Kahraman Akacak, Abdullah Ön ile Doğuş Kotak’ın cezaevinde darp edildikleri bildirildi.
Mesela Kocaeli 1 No’lu F Tipi Cezaevi’ndeki kronik ve iltihabi bağırsak hastası (Crohn) siyasi mahkûm Sami Özbil, defalarca Adalet Bakanlığı ve savcılığa başvurmasına karşın kendisine diyet yemek verilmedi. Özbil’in sağlık durumu bu nedenle kötüleşti. Adalet Bakanlığı’nın, cezaevi yönetimine diyet listesinin uygulanması yönünde yazı yazmasına karşın bir gelişme olmadı.
Mesela Kocaeli F Tipi Cezaevi’nden gelen Mecit Şahinkaya imzalı mektupta, tutuklu ve hükümlülerin maruz kaldıkları kanun dışı muamele örneklerle yansıtarak, “28 Şubat 2011 tarihinden itibaren bulunduğumuz hapishanede adeta olağanüstü hâl uygulanmaktadır. Hapishane idaresi hücreden her çıkışımızda ayakkabılarımızı çıkarıp içini göstermemizi dayatıyor ve bu onur kırıcı uygulamayı kabul etmediğimizde bize yapmadığını bırakmıyor,” derken; Kocaeli 1 No’lu F tipi cezaevinde hiçbir hukuki, ahlâki, insanî dayanağı olmadan verilen disiplin cezalarının OHAL’in en ağır dönemlerini aratacak bir hâl aldığının altını çiziyor…
Mesela Kandıra 1 No’lu F Tipi Cezaevi’nden gelen mektup, siyasilerin “adalet ve ileri demokrasi” söylemlerine karşın cezaevindeki keyfi uygulamaların son bulmadığını gözler önüne seriyor. Tutuklu Erdal Bayram, gönderdiği mektupta yaşadıklarını anlatarak “Sessiz protesto yaptığımız gerekçesiyle, kapıdan çıktığımızda ceza alıyoruz. Bir hafta içerisinde ziyarete, telefona, avukata çıkmamız yasak. Eğer bu yasağa uymazsak 15 ay ziyaret, telefon, mektuptan men cezası alıyoruz. Yalnızca 2 ay içinde aldığımız cezalarla dışarıyla olan tüm iletişimimiz koparılıyor. Tüm bunlar, uzun süre ailemizle, yakınlarımızla görüşemememiz anlamına geliyor ‘Sessiz protesto’nun ne olduğunu ise kimse anlamış değil. Tamamen ceza vermek için uydurulan bir kılıf,” diyor…
Alanya L Tipi Cezaevi sakinlerinden siyasi mahkûm Gülay Efendioğlu’nun mektubu, hâlen 1200 mahkûmun bulunduğu cezaevine ilişkin olarak, “Şu an yirmi kişilik bir koğuşta kalıyoruz” diye başlıyor ama yanlış anlamayı önlemek için hemen ekliyor: “Hapishaneler tıklım tıklımken yirmi kişilik koğuşta iki kişi kalıyoruz. Söz konusu tecridin yaşama geçirilmesi olunca devlet her türlü fedakârlığı gösteriyor”!
Örnek çok; ama bu kadarı dahi yeter…
“ADALET(SİZLİK)”
Nihayet “Adalet Bakanı Sadullah Ergin’e bir önerim var: Gelin, en insanî bulduğunuz bir F tipi cezaevinde, sadece bir hafta, birlikte kalalım,” teklifini dillendiren Sırrı Süreyya Önder’in işaret ettiği (c)ezavi içindeki (c)eza olan “adalet(sizlik)”e…
Mesela cezaevine düzenlenen operasyonda kolu kopan Veli Saçılık’a devletin ödediği 150 bin liralık tazminatın geri alınması gündemde… Antalya İdare Mahkemesi, devleti 150 bin TL tazminat ödemeye hükmetmiş, ancak Danıştay 10. İdare Mahkemesi 2009’da, “eksik soruşturma” gerekçesiyle kararı bozmuştu. Karar Antalya yerine, yeni kurulan Isparta İdare Mahkemesi’ne gitti. Isparta’daki mahkeme “Teröristler anmış ve devlet gereğini yapmıştır” diyerek, tazminatı, faizini ve mahkeme masraflarını geri istedi…
Mesela F tipi cezaevlerindeki hak ihlâlleriyle ilgili en çarpıcı örneklerden biri: Nedim Öztürk’ü ziyaret için Tekirdağ 2 No’lu F Tipi Cezaevi’ne giden 13 yaşındaki ilkokul öğrencisi Öykü’ye babasının fotoğrafı bulunan tişörtle görüş yasak…
ÇHD İstanbul Şubesi, Tekirdağ 1 ve 2 No’lu, Kandıra 1 ve 2 No’lu ile Edirne F tipi cezaevlerinde kalan 70 kadar tutuklu ve hükümlü ile yüz yüze görüşüp mektuplarını da inceleyerek hak ihlâllerini yansıtan raporunda diğer hak ihlâli iddiaları sıralamakla tükenmiyorken…
Mesela hapiste evlenen iki mahkûm, aynı cezaevinde kalma hakkından yararlanamıyor. Gerekçe ise cezaevindekileri örgütleyecekleri… TKP/ML TİKKO üyesi olmak ve örgüt adına eylemlere katılmak savıyla müebbet hapis cezasına çarptırılan Muhammet Akyol ve Hiyem Yolcu, ayrı cezaevlerinde kalan iki sevgiliydi. Aynı cezaevinde buluşup haftada bir saat de olsa görüşebilmek için evlilik kararı aldılar. Ocak 2010’da Yolcu’nun bulunduğu Gebze Cezaevi’ne getirilen Akyol, “örgütlenmeye geldiği” iddiasıyla daha nikâh kıyılmadan geri gönderildi. Akyol, yılmadı. Nice yazışmalardan sonra, ‘evlenip geri dönmesi’ kaydıyla Gebze’ye getirildi. Evlendiler ama bu kez de Hiyem, sadece kadınların kaldığı Bakırköy Cezaevi’ne sevk edildi…
Mesela Sincan Cezaevi’nde tutuklu ve hükümlülere kitap yasağı koyuyor, avukatları aracılığıyla getirilen İlya Ehrenburg’un “Dipten Gelen Dalga”, Marx ve Engels’in ortaklaşa yazdıkları “Komünist Manifesto”, Dimitrov’un “Savaşa ve Faşizme Karşı Birleşik Cephe”, Mao Zedung’un “Seçme Eserler” adlı kitapları “devletin birlik ve bütünlüğü”ne aykırı görüldüğü gerekçesiyle yasaklıyor…
Ayrıca Halil Gündoğan, 12 Eylül 1980 darbesinden sonra ölüm cezasıyla yargılandı, 1988’de Metris’ten tünel kazarak kaçan 29 tutukludan biriydi. 1995 yılında yakalanıp cezaevine konuldu. 2005 yılında ‘Metris’ten Munzur’a/ Bir Firarinin Öyküsü’ kitabının birinci bölümü yayımlandı. Kitabın ikinci bölümünü yazdı Gündoğan. Kitap cezaevi yönetimince sakıncalı bulundu, infaz tüzüğünün 123. maddesine göre “sakıncalı kitap” için “yok edilme” kararı verildi…
Tablo bu. Ancak unutulmasın ki Henry Miller, “Zorla elde edilecek şeyden hayır gelmez,” derken; Ksenophon da ekler:
“Zorba, ettiği kötülüklerden ötürü, tüm insanlık tarafından ölüme mahkûm edilmiş olarak yaşar gece gündüz, hiç kuşkunuz olmasın…”
14 Ekim 2011 22:20:20, Ankara.
TEMEL DEMİRER
N O T L A R
[*]Newroz, No: 192, 10 Kasım 2011…
[1]Franz Kafka.
[2]Alaattin Öğet, “F Tipi’nde ‘Ağırlaştırılmış Müebbetlik’ Olmak…”, Kızıl Bayrak, No:2011/37, 30 Eylül 2011, s.31.
[3]Her ne hâl ise: “Cehennem, başkalarıdır,” der Jean-Paul Sartreve ekler “Cehennem, umudunu yitirmektir,” diye Archibald Joseph Cronin…
[4]Hasan Şahingöz, “F-Tipinde Her Şey Yasak”, Gündem, 22 Haziran 2011, s.10.
Yorumlar