“Habs ile, nefy ile, işkence ile ömrü geçer İşte Türkiye’de şair olanın hâli budur.” [1] Arif Damar’ı, 19 Ekim 2010 gecesi, 85 yaşında yit...
“Habs ile, nefy ile, işkence ile ömrü geçer
İşte Türkiye’de şair olanın hâli budur.”[1]
Arif Damar’ı, 19 Ekim 2010 gecesi, 85 yaşında yitirdik…
Bir söyleşisinde, “Gerçek şair kendisine dayatılan değerleri içine sindiremez, tüm baskılara başkaldırır. Çünkü şiir bir başkaldırı, bir ayaklanma, çağdaş aklın ve ilkelerinin savunulmasıdır,” diyen O, 40 Kuşağı’nın son temsilcisiydi.
Kuşağının “toplumcu gerçekçi” çizgisine yeni bir yorum getiren Damar, başkaldırır, “Ölüm yok ki...” diye haykırırdı… “Tek dostu şiirdi aslında. Eski semtlerin dar sokaklarını bilirdi. Kilimleri, yoklukları, soluğu tıkanıveren genç kadınları... Kırk kuşağının yoksul, dünyayı seven, işsiz bırakılmış yetenekli gençlerini... Ve seslerin ayak sesini…”[2]
Onun şiirindeki bilgi, dünyayı değiştirmenin, estetize etmenin bilgisiydi…
* * * * *
Çanakkale’nin Gelibolu ilçesine bağlı Karainebey köyünde 23 Temmuz 1925 günü doğan Arif Damar, ilkokulu Çanakkale’de, ortaokulu İstanbul’daki Yenikapı Ortaokulu’nda bitirdi. İstanbul Erkek Lisesi’ndeki öğrenimini iki yıl sonra bıraktı.
Şiir yazmaya orta birinci sınıf öğrencisi iken başladı. İlk şiiri Edirne’de Akşam, 1940 yılında (şair henüz 15 yaşında iken) ‘Yeni İnsanlık’ dergisinde “Harika Çocuk” diye bir notla yayımlandı. Bu şiiri ilgi görmüş, yayımlanmasından sonra dönemin ünlü şairi Hasan İzzettin Dinamo kendisini görmeye Yenikapı Ortaokulu’na gelmişti.
1944 yılında taşındığı Ankara’da 1950 yılına kadar yaşadı. 1945 yılına Ant Dergisi’nde yayımladığı şiirlerle adını duyurdu. 1944-1947 yılları arasında Atatürk Orman Çiftliği’nde memurluk yaptı. Askerliğini Kayseri ve Sivas’ta sürgün alayında yaptıktan sonra 1950’de İstanbul’a döndü, Mahmutpaşa’da işportacılık yapmaya koyuldu.
1951 Eylül’ünden 1952 Mart’ına kadar Türkiye Komünist Partisi desteğiyle çıkan ‘Yeryüzü’ adlı kültür dergisinin yönetiminde bulundu. 15 Kasım 1951’de yayımlanan ‘Dayanılmaz’ başlıklı şiirinin ardından gizli örgüt üyesi olduğu suçlamasıyla 5 Aralık 1951’de tutuklandı. İki yıl cezaevinde kaldı, delil yetersizliğinden beraat etti. Cezaevinden çıktıktan sonra çeşitli işlerde çalıştı.
Bir müddet Arif ‘Barikat’ takma ismiyle toplumsal gerçekçi anlayışta şiirler yazdı. Bu dönem şiirlerini 1956’da ‘Günden Güne’ kitabında topladı. Kitap basıldıktan 5 ay sonra toplatıldı ama beraat etti.
1956’dan sonraki şiirlerinde “yeni dil ve söyleyiş olanakları aradı. Yüksek sesle okunan coşkun söyleyişler yerine özü yönünden toplumsallığı yitirmeyen, değişik duyarlıklara açılan temiz, etkili, kendine özgü buluşlara ve imge gücüne dayanan bir şiir kurmayı başardı.” Onu kendi kuşağından ayıran en belirgin özelliğiyse biçim ve dil araştırmalarını elden bırakmadan kendi bireysel gerçeğini aramaya yönelmesidir.
1958 yılında ‘İstanbul Bulutu’ başlıklı kitabıyla Yeditepe Şiir Armağanı’nı Cemal Süreyya ile birlikte aldı.
Sonraları İkinci Yeni şairlerinin yanında, imgeye ağırlık veren bir şair olarak göründü. 1969’da Suadiye’de Yeryüzü Kitabevi’ni kurdu ve yönetti. Yayınevinde yasak yayın bulundurduğu gerekçesiyle 1982’de üç ay hapis cezasına çarptırıldı, Bozcaada tutukevi’nde yattı. 1984 yılında kitabevini kapatıp kendini bütünüyle yazılarına verdi. Asıl adı İbrahim Damar idi, ama “Arif Hüsnü”, “Arif Barikat”, “Ece Ovalı” takma isimlerini de kullandı.
985 yılında Melih Cevdet Anday ile ortak imza attığı ‘Yağmurlu Sokak’ romanını yayımladı. (Bu kitabı iki yazar 1959’da yazmışlar ve Murat Tek takma adıyla Tercüman gazetesinde tefrika edilmişti.)
* * * * *
Yaşar Kemal’in, “Arif Damar zamanımızın en iyi şairlerinden, iyi ve cesur insanlarından biriydi. Arif Damar demek halkla beraber olmak, şiirle beraber olmak, insanlıkla beraber olmak demekti. Ömür boyu inançlarına ve şiirlerine sadık kalmıştır. Arif’in şiirlerinin ve kişiliğinin farkında olmayanlar bundan sonra farkına varacaklardır,” diye betimlediği ozan, 40 Kuşağı içinde kendi bağımsızlığını koruyarak şiirinin kozasını ören bir şair olarak kaldı her zaman.
İlhan Berk’in de dediği gibi, şiirini bir “soğuk demirci titizliği” ile kurdu, kolladı ve yazdı.
Yetmiş yıla uzanan edebiyat yaşamında şiirini daha bir inceltti. Bunun yanı sıra şiirini çağrışımlar armonisi ile zenginleştirdi. Bu çağrışımlar aracılığıyla görüntüler çizdi.
Şiirinin bir özelliği de insana güveni, alın terine inancı, umudun türküsünü yılgıya düşmeden söylemesi idi.
Yaşam için, yaşam adına ayak diremesi, acıları ertelemesi... Her güzel şeyi herkesle paylaşmak dileğini her zaman taze tutabilmesi...
Yüksek sesle konuşmadı şiiri. İnce idi, derin idi, sessiz idi. Poyraza karşı söylenen bir çoban türküsü... Bir kiremit sesi...
Geçmişine bağlı olduğu kadar, yarınlara da açık idi. Tadı zaman geçse de eskimeyecek, her dem taze kalacak şiirlerdi dizeleri…[3]
* * * * *
O bir şairdi; hani Oruç Arıbora’nın, “Bir şairin gözleri kapanırsa, dünyada görülecek şeyler azalır”; Byron’un, “Gerçek şair, gerçekle hayali birleştirendir”; Can Yücel’in “Şiir bir uğraştır,/ Ama canhıraş bir uğraş”; Özkan Mert’in, “Şiir kahve içmez, cinayet işler. Çünkü şiir dünyaya sataşmadır,” diye betimlediklerinden…
Onun dili, kişiliği demekti; dizeleri ise, bulunduğu ana ait olmak yanında, yani bununla beraber, aslî olarak geçmişe ve geleceğe aitti…
Bu yanıyla da eskimeyen, aşınmayan, vazgeçilemeyendi; ‘2010 Melih Cevdet Anday Şiir Ödülü’ne değer görülen Metin Cengiz’in, “Şiir itibar kaybediyor,” dediği bugünde bile…
Çünkü onun şiirini, şiir yapan eksen “Büyük İnsanlık”a ait olandı; O, TKP’li bir komünistti…
Kaldı ki Tevfik Fikret’ten beri bir yüzyıl boyunca özgürlük ve isyan dizeleri yeni bir dünya için toplumun, dünyanın dertleriyle bütünleşti, insanımızla iç içe gelişti...
Nâzım Hikmet, Ahmed Arif, Arif Damar Can Yücel, geniş toplumsal kesimleri etkileyen şiirler yazdılar. Toplumun her kesiminde tartışıldılar, konuşuldular, toplumsal birer değere dönüştüler.
Yalnız onlar değil elbet, çağdaş şiiri yetiştirdiği onlarca önemli şairle parlak bir bütün oluşturdu. Herkesin altında kendine yer bulabileceği rengârenk bir gökkuşağı oldu.
Tevfik Fikret, “Yeryüzü vatanım, insanlık ulusum”, “Düşüncesi özgür, bilgisi özgür, vicdanı özgür bir ozanım,” demişti, yola çıkarken.
Bu düşünceler bayrağı oldu ozanların. Çağdaş şiirimizin tarihi aynı zamanda coğrafyasıyla bütünleşmiş, ezilenlerden ve umuttan yana saf bağlamış, bu uğurdaki mücadelelerin yolunu aydınlatan, ona yol gösteren şiirin de tarihidir.
Şiirin bu denli toplumsallaşması, insanlığın yaşadığı bütün deneyimlerin saflaştırılarak söze dökülmesine dayanır; insanlığın var oluşundan beri yaşadıklarını, biriktirdiklerini, birbirine aktardığı bir bilgelik, bir yaşam kılavuzluğu, yol göstericiliktir şiir sanatı...
Arif Damar’ın şiiri de insanın insanlaşma sürecinin ön safında olmasıyla ölümsüzleri arasındaki tarihi yerini almıştır…
Özetle Onun şiiri Yahya Kemal Beyatlı’nın, “Şiir, düşünceyi duygu hâline getirinceye kadar yoğunlaşmaktır”; Montaigne’in “Büyük şiir düşüncelerimizi doyurmaz, allak bullak eder”; Du-Yang Hiu’nun, “Şiir yoksul kılmaz, ancak yoksul olan iyi şiir yazar”; Oktay Rifat’ın, “Şiir insanın yaşamasını anlamasıdır”; Turgenyev’in, “Şiir ilahların dilidir” dizelerini haklı çıkardı…
* * * * *
Nihayet O; “bir mağlup akşamın mahzunluğu/ silinsin gözlerinden…
“Umutsuz bir yolculukta değilsin…
“Yaşamak sadece sevmektir, inan bana./ Sevmeyenler dünyamızda yaşamıyor…” derdi ‘Her Gün Yaşamak’ta…
“Vietnam için şiir yazılmaz/ Vietnam için dövüşülür/ Vietnam için ölünür…” diye haykırırdı ‘Vietnam”da…
“Şiirlerim benim/ Şarkılarım/ Ay ayakta değilken/ Ayaktayım…” diye terennüm ederdi ‘Ay Ayakta Değildi’de düşmana inat…
“Nice nice acıları aklına getir/ Bunca yoksulluğu aklına getir/ Gözyaşlarını aklına getir/ ‘GİTME KAL’ var yok dinlemez bir çocuk isteğidir/ Gitme aklına getir…
“Gitme beraberlik içinde/ Nasıl sevinirdik aklına getir…
“Soğuktu/ Yaktığımız ateşi aklına getir…
“Ne’çok severdik seni aklına getir,” derdi gidenlere…
“Bir sesti O/ Bütün sesler içinde ayrı/ Yürü diyen bir ses/ Savaş diyen bir ses/ Katıl diyen bir ses…” diye tarif ederdi Komutan(ımız)ı, ‘Che’ başlıklı şiirinde…
Arif Damar’ın ömür defteri kapansa da, şiirin defteri kapatılamaz; O şu dizeleriyle hep bizimle olacaktır:
“Büyük hüner/ İnsanları sevmek kolay değil, bir hürriyet bu;/ çetindir memleketimde.
Ben, ille varım dersen,/ bir gün pusuya düşersen,/ insanları sevmek/ büyük hüner...
Bu dünyada yaşadığın şu kadar yıl,/ gerçek’ten, güzellikten, yiğitlikten,/ payına düşeni alabilmişsen,/ vermişsen, payına düşeni;/ gerçek için, güzellik için,/ gücüne karşı konmaz,/ korkusuz, direnirsin...
Bilirsin,/ bir kere korku düşerse adamın içine,/ bir kere koparsa sevdiklerinden,/ mümkünü yok,/ gitti gider...
Söner gözlerinde güzelim ışık,/ kararır, çirkinleşir yüzü./ Önceleri, utanır belki,/ sonra vız gelir,/ umurunda olmaz dünya.
İnsanları sevmek büyük hüner,/ İnsanlarla beraber!”
29 Ekim 2010 20:07:57, Ankara.
N O T L A R
[*] İnsancıl, Yıl:21, No:245, Aralık 2010…
[1] Gelenmeli Eşref.
[2] Sennur Sezer, “Şiirin Bir Damarı Kapandı”, Radikal Hayat, 21 Ekim 2010, s.10.
[3] Refik Durbaş, “… ‘Şiirin Soğuk Demircisi’ydi”, Cumhuriyet, 21 Ekim 2010, s.18.
Yorumlar