“Düşünceler olmasaydı, insanlar yalnız olurdu.” [1] 12 Eylül’cü kesit de dahil, tam 21 yılını zindanda geçirdi Nevin Berktaş… So...
“Düşünceler olmasaydı,
insanlar yalnız olurdu.”[1]
12 Eylül’cü kesit de dahil, tam 21 yılını zindanda geçirdi Nevin Berktaş…
Sonra bu yetmiyormuş gibi 3 Kasım 2010 günü Onu yeniden içeri aldılar…
“Suçu”, ‘İnancın Sınandığı Zor Mekânlar: Hücreler’ başlıklı yapıtı kaleme almaktı!
“21 yıl yattığın zindanları anlattığı için 10 ay da daha hapis yatacaksın” dedi ona “adalet(sizlik)”…
Kolay mı?
“Ne insan hücreye sığabilir, ne hücre o kadar büyüyebilir!” diyen O burjuva egemenliğin zindanlarından söz ediyordu:
“Cezaevinde geçirdiğim uzun yılların önemli bir bölümünü de hücreler oluşturuyordu. 12 Eylül’ün karanlık hücreleri...
Başımdan geçenler üzerinden, bu hücreleri anlatmak istedim. Ortaçağ’ın izbe hücrelerinden hiç farkı olmayan; farelerin, Çukurova yılanlarının mesken tuttuğu, kibritin bile alev almadığı, vıcık vıcık nemli duvarlarıyla küçükcük bir hücrede nasıl yaşanır bilinsin istedim. Zorla İstiklal Marşı söyletmek, ‘komutanım’ dedirtmek, ön ilikletmek, tek tip elbise giydirmek, en basit insani ihtiyaçlarını bile yaptırtmamak, nasıl bir işkencedir bilinsin istedim. En azından bilinenlere bir katkı olsun istedim...
Bir kadın olarak, bunları yaşamanın ek zorluklarıyla dolu yıllarda tek bir yaptırıma bile uymadan, tek başıma kalsam da bu karanlığa nasıl göğüs gerdiğimi, insan gücünün ne yenilmez olduğunu, hücrelerin kaç devrimci ve komünistin ölümüyle yıkıldığını anlatmak istedim,” diyerek…
Devlet buna tahammül edebilir miydi?
İşkence, zulüm ve sürgünlerin, ‘İnancın Sınandığı Zor Mekânlar: Hücreler’de yazılıp-çizilmesine yani özgürce ifade edilmesine müsaade edebilir miydi?
Hayır! Berktaş’ın Yediveren Yayınları tarafından Nisan 2000’de yayınlanan kitabı çıktıktan bir hafta sonra toplatıldı; ardından da ‘Örgüt propagandası ve bölücülük’ iddiası ile hakkında dava açıldı.
Sonrası malûm: İstanbul Ağır Ceza Mahkemesi, Berktaş’ı yazdığı kitapta ‘bölücülük ve şiddet çağrısı’ yaptığı iddiasıyla 10 ay hapis cezasına çarptırdı (461 milyon para cezası da var); yani kitap yayınlandıktan tam 10 yıl sonra…
Burada Berktaş’ın avukatı İnayet Aksu’nun, “hukuki” itirazlarına; “infaz hukuku” açısından uğradığı mağduriyete değinecek değilim…
Görünen köy kılavuz ister mi?
* * * * *
Türkiye insan hakkı ihlâlleri ve bir hukuk(suzluk) c[i/e]nnetidir…
Hep denir: İnsan hakları, genel anlamıyla, “insanın insan olmaktan gelen hakları”dır ve hiçbir bahaneyle ortadan kaldırılması ya da ihlâli meşru görülmez!
Hukuk ise, bireyi (ve haklarını) devlet karşısında “koruyan” güvence(ler) midir?
Yok böyle bir şey! Nevin Berktaş bunun kanıtı…
Üstelik bunda yalnız da değil. Örneğin, Adana Demirspor-Livorno maçındaki bir telefon görüşmesi dinlemeye takılan pankart sohbetinin “örgütsel faaliyet” delili sayılması da bir başka kanıt…[2]
20 Ocak 2011 günü Ankara Demetevler Parkı’nda gözaltına alınan 5 üniversitelinin aynı anda PKK/Kongra Gel, MKP, DHKPC, ve TKEP/L üyesi yani “aynı anda 4 örgüte birden üye olmak”la suçlanması da…
2010 yılının 11 Nisan günü Ankara’da, Yükseköğretime Geçiş Sınavı’nı protesto eden Dev-Lis’li öğrencilerde… Hani bir dershanenin çatısından aşağı, üzerinde “Sınavlar kaldırılsın, dershaneler kapatılsın” yazılı bir afiş açarak “2911 sayılı toplantı ve gösteri yürüyüşleri kanununa muhalefet ettikleri gerekçesi”yle üçer yıl; “Kasten adam yaralama suçu yedişer kez işlendiği gerekçesi”yle 35’er yıl; “Eğitim ve öğretimi engellemek”ten üçer yıl; “Konut dokunulmazlığını ihlâl”den ikişer yıl; “Hakaret”ten yedi kez 14’er yıl; “Mala nitelikli zarar vermek”ten altışar yıl; “Görevi yaptırmamak için direnmek”ten üçer yılla toplam 63 yılla yargılanan Erdal Kozan (20), Göze Altınöz (16), Hasan Hüseyin Temir (17), Taylan Özden (20), Çiğdem Geçimli (18) ve Ferat Konukçu (19) da…
“Ben hiçbir zaman ifadelerimden geri adım atmadım, atmayacağım da. Çünkü İbrahim Kaypakkaya’nın suçlu olduğuna inanmıyorum. Kaypakkaya yasal olarak suçluluğu da kanıtlanmamış birisi. İnsanlar düşüncelerinden dolayı ceza almamalı” diyen Pınar Sağ’ın, İbrahim Kaypakkaya’dan övgüyle söz ettiği iddiasıyla Malatya 3. Ağır Ceza Mahkemesi’nce 10 ay hapis cezasına çarptırılması da…
Ya BDP’nin, en yoğun “insan hakkı ihlâli” yakınmasının geldiği Adana, Bakırköy Kadın ve Çocuk, Bolu F Tipi, Diyarbakır E tipi, Erzurum, Mardin M Tipi, Tekirdağ F Tipi ve Trabzon Cezaevi’nde yaptığı incelemeler sonucunda hazırladığı raporunda, “Hukuk yok, keyfiyet hâkim” saptamasında bulunduğu zindanlar?!
Sincan F Tipi Cezaevi’nde tutuklu Cengiz Kahraman ve Kenan Özyürek, başka koğuştaki arkadaşlarıyla selamlaşmak isteyince işkence görmesi de öyle…[3]
“Hak-Hukuk”, “Gak-Guk” denilen bir şeydir artık; mesela İHD’nin “Doğu ve Güneydoğu Anadolu” Bölgesi ‘2010 Yılı Hak İhlalleri Raporu’nda 23 bin 573 hak ihlâlinin yaşandığı belirtilirken ihlâllerde ciddi artışların görüldüğüne dikkat çekildiği üzere…
“Toz kokarsa…” ya da “Söz bitti…” denilen bir yerdeyiz…
Liberallerin, “Eğer gerçekten barış dolu, istikrarlı bir yıl istiyorsak, ‘vicdan-adalet-hukuk’ ilişkisini sağlamış bir demokrasiye geçmemiz gerek,”[4] söylencelerindeki “dilek ve temenniler” faslını da yerle yeksan eden bir “hak(sızlık)”, “hukuk(suzluk)”, “adalet(sizlik)” koordinatıdır sözünü ettiğim…
* * * * *
Hayır artık “adalet”ten, Platon’un ‘Devlet!’ yapıtından Polemarkhos’un, “Adalet her birine borçlu olunanı vermektir,”[5] tanımından hareketle söz etmek mümkün değildir…
Şimdilerde adaletsizlik karşısında, belki her zamankinden de daha fazla “Adaletçi” değil kurtuluşçu, özgürlükçü olmaktan baka çare yok.
Karl Marx’ın ‘Kapital’in III. cildindeki belirlemesine göre, “Doğal adalet yok”ken; adalet, güçler kavgasının durumunun belirlenmesinden başka bir şey değildir. Güçler dengesi değişince buna göre adil olanın da sınırları yeniden belirlenir.
Bu noktada altı özenle çizilmesi gereken Herakleitos’un “Adaletsizlik olmasaydı (insanlar) adaletin adını bilmeyeceklerdi,” saptamasıyla; Ruhi Su’nun, “Ekmeğin beyazına kir nerde bulaştı?” sorusudur…
XX. yüzyılın “adalet” hakkında düşünen Hans Kelsen’in ‘Platoncu Adalet’ (1933) ve ‘Adalet Nedir?’ (1953) başlıklı çalışmalarında “Mutlak adalet kavramı bir yanılsamadır,” demesi boşuna değildir.
Kelsen’e göre adalet kavramı çıkarlar, çıkar çatışmaları ve bunların çözülmesi için şiddet de dahil olmak üzere, sınırsız sayıda araçlar kullanılarak şekillendirilir. Çözüm, bu çalışma sonucunda ortaya çıkan güçler dengesine ve tekrar bu güçler dengesinin sarsılmasıyla ortaya çıkan sözleşmeye göre gerçekleşir.
Evet “adalet” özgürlükçü bir kurum değildir. Çünkü Keisen’e göre insanlar arası ilişkide kavganın amacı adaleti yeniden kurmak değil, barışı gerçekleştirmek olmalıdır. Bu anlamda adalet, başka bir deyişle seninki ile benimki arasındaki ayrımı (özel mülkiyeti) yeniden kurmak olmamalıdır.
“Adalet” tek başına soyut bir idedir. Bu nedenle “adalet” konusunu, adaletsizliklerin yoğun yaşandığı toplumsal sistemimizde “adaletsizlik” kavramından hareketle ele almak daha açıklayıcı olacaktır.
Yani mutlak, tarih üstü, tarih dışı, “hak” ve “adalet” anlayışı yoktur; bu tür vaazlar karşılıksızdır.
Bu nedenle de insan hakları alanındaki kazanımların başka alanlarda da kazanım getireceği gibi temelsiz bir beklenti içinde olmamak gerek.
Hukuk ve demokrasi mücadelesinin kapitalist sistemde mutlak bir sınırı vardır. Burjuva yönetimi re’sen hak tanımaz, bu süreçte mücadele devam etmelidir. Sınıf ve onun mücadelesi göz ardı edilmemelidir.
Marx’ın adalet anlayışında, kapitalizm adaletsiz olduğu için değil, insanlığın özgürlüğünü engellediği için yargılanır.
George Brenkert’in ‘Marx’ın Özgürlük Pratiği’ başlıklı yapıtına göre, “Haklar dünyasından bahsediyorsak orada birbiriyle uzlaşmaz çelişkilerle bir arada olan insanlardan söz ediyoruzdur. Marx kapitalizmi, orada adaletin bulunmayışından dolayı değil, özgürlüğü engellediğinden dolayı eleştirir. Burjuva toplumda bireysel boyuta indirgenen özgürlük mücadelesi bireysel ve negatiftir. Marx’a göre ise özgürlük pozitif ve kolektif olacaktır…”
Demem odur ki burjuva adaleti içinde proletaryanın tek gerçek hakkı kapitalizmi sonlandırmaktır.
* * * * *
Kanımca düşünce (ve ifade) özgürlüğünü de buraya kadar değindiğim bir “adalet” konsepti ekseninde ele almalıyız ki, bunu da Rosa Luxembourg’un, “Asıl özgürlük, başkaları gibi -herkes gibi- düşünmeye mecbur olmama özgürlüğüdür”…
Jean Paul Sartre’ın “Fikir özgürlüğünün olmaması, fikirlerini söylememek değildir; fikir özgürlüğünün olmaması asıl insanların o fikirleri düşünememesidir”…
Voltaire’in, “Düşüncesini anlatmak hürriyeti olmadı mı, insanlar da hürriyet yok demektir”…
Ferit Edgü’nün, “Düşüncenin gerçek özgürlüğü belli kalıplar içinde düşünmemektir”…
Vergilius’un, “Yapabilirler, çünkü yapabileceklerini düşünüyorlar,” sözleri yeterince net betimler…
Geçerken bir şey daha: İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi’nin 19., Uluslararası Medeni ve Siyasi Haklar Sözleşmesi’nin 19., Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin 10. maddelerine göre uluslararası, anayasanın 25 ve 26. maddelerinin de ulusal koruması altında olan düşünce ve düşündüklerini ifade etme ve yayma hakkı; Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin “Handyside v. United Kingdom (5493/72) kararında” işaret ettiği gibi, sadece “hoşa giden” düşünceler için değil “Devleti veya toplumun herhangi bir kesimini inciten, şoke eden ya da rahatsız eden” görüşler için de geçerlidir…
O hâlde “Bir ülkede ifade özgürlüğü yoksa o ülkede insan hakları yoktur” diyen Uluslararası Af Örgütü’nünden Daniel Veit’in, “Sözün gücü büyüktür” sözünü hatırlatarak, ifade özgürlüğün insan haklarının temeli olduğunun altını çizdiğini unutmadan Dünya Basın Konseyleri Birliği (WAPC) Genel Sekreteri Chris Conybare’nin, Türkiye’de medya ve ifade özgürlüğüne yönelik tehditlerin endişe verici boyutlara ulaştığı uyarısı yaptığını hatırlatarak ekleyelim:
Düşünce (ve ifade) özgürlüğünü Sokrates’ten Bruno’ya ve diğerlerine… Ezenlere karşı başkaldırı ve “İnsan olmak ve kalmak” babında ödenmesi gereken bir diyet olarak ele almalıyız…
Nevin Berktaş, -aslında hepimizin de olan!- hikâyesi bunları anlatıyor…
Ya da Onun “suçu”na ortak olmak için -ki buna ortak olmak bana onur verir- ‘İnancın Sınandığı Zor Mekânlar: Hücreler’ başlıklı yapıtının ikinci baskısı için istenen yazı, bana bunları anımsattı…
Evet, evet “De te fabula narratur/ “Anlatılan senin hikâyendir”…
20 Şubat 2011 23:22:59, Ankara.
N O T L A R
[*] İnancın Sınandığı Zor Mekanlar: Hücreler Dava Dosyası-Nevin Bektaş, Yediveren Yayınları-Belge Yayınları, Mart 2011 içinde…
[1] Stanislaw J. Lec.
[2] İsmail Saymaz, “Maçta Pankart Sohbeti ‘Örgüt Delili’ Sayıldı”, Radikal, 24 Ocak 2011, s.5.
[3] Hilal Köse, “… ‘Merhaba İşkencesi’ne 10 Ay”, Cumhuriyet, 21 Aralık 2010, s.7.
[4] E. Fuat Keyman, “Ocak Ayı Vicdanları Sızlatır”, Radikal İki, 30 Ocak 2011, s.9.
[5] Platon, Devlet, “Birinci Kitap”, çev: Sabahattin Eyüboğlu-M. Ali Cımcoz, İstanbul: Remzi Kitabevi, 1988, pr.331e. s.21.
Yorumlar