SANAT(ÇI) OLARAK RESİMİN (VE RESSAMIN) SORU(N)LARI[*]

         “İnsan yüzünü kim daha doğru görür: Fotoğrafçı mı, ayna mı, yoksa ressam mı?”[1] Sanat asla yalnızca “sanat” değildir. Biryerlere t...

         “İnsan yüzünü kim

daha doğru görür:

Fotoğrafçı mı, ayna mı,

yoksa ressam mı?”[1]

Sanat asla yalnızca “sanat” değildir.

Biryerlere tutsak olup, kolunu, yakasını/paçasını kaptıran sanat özgür değildir. Evet, “gücün” önünde secdeye kapanıp, aklını/ eylemini/ sorumluluğunu terk edenlerin, egemenin dayattığı “Köle/Efendi” oyununu bozması mümkün değildir.

Tahakkümünden kurtulup, özgürleşmeyen var olmaz, “varlık iddiası” da kocaman bir yalandır…

Egemen tahakkümün tarihine başkaldırmayan, özgürleştirici, eyleyiciyi olmayan bir sanat, post-modern, tinselci, mistik bireyselcilikten malûl olmanın ötesine geçemez.

Orta yolculuğun, bahanelerin, sinik vazgeçişlerin postmodern zamanlarında, fildişi kulelerinde “derin entelektüel” tefekkürlerle, dünyada yaşanan kıyıma protest/ duyarlı olmama vaaz’ı verenlerin karşısına dikilenleri, çemberi kıranları bekleyen tehlikeler sıralanamayacak, sayılamayacak kadar çokken; dünyanın talan edilmesine sessiz kalan sanat, sanat değildir; ve bu resim için de böyledir kuşkusuz…

Kapitalizme mündemiç itaati, özdeşleşmeyi, onaylamayı, benimsemeyi içselleştirip toplumsallaştırarak çoğaltan, “contemporary-art/ çağdaş sanat” dört yanı kuşatıyor…

Evet “çağdaş sanat” dedikleri şeyin; serbest pazar üzerinde yükselen uluslararası sistemin ürünü olduğunu bilmiyor, görmüyor olamazsınız…

Söz konusu kastın karşısında da hayatı belirleyen bilinç değil, bilinci belirleyen hayatken; yapay kavram ve nesnelerle değil, “hayatı içeren” gerçek olmalıdır “Hayır” diyen sanat…

Köle/efendi diyalektiğini yerle yeksan etmekten yana saf tutan sanatın başlangıç cümlesinde hep ve öncelikle “Hayır” vardır.

Tıpkı Gilles Deleuze’nün, “Daha önce düşünülmüş olanın bir adım dışına çıktığınızda, bilinirin ve güven verenin dışında tehlikeye atıldığınızda, bilinmeyen topraklar için yeni kavramlar icat edilmesi gerektiğinde, yöntemlerle ahlâklar çöker ve düşünmek, Foucault’nun bir formülüne göre ‘tehlikeli bir edim’, öncelikle kendi üzerimizde uyguladığımız bir şiddet hâlini alır. Size yöneltilen itirazlar ya da hatta size sorulan sorular her zaman kıyıdan gelir. Ve size yardım etmekten çok sizi öldürmek ve ilerlemenizi engellemek için kafanıza atılan şamandralar gibidirler. İtirazlar her zaman vasatlar ve tembellerden gelir,”[2]diye ifade ettiği üzere…

Sanatçı itirazları, başkaldırısı ile yaratan, üretendir.

Bunun için finans, borsa, bankalar gibi piyasa değerlerine bağlanan ve hoyratça tüketilen bir şey olamaz “sanat”…

Sanatsal üretimle nesnesi, kavramları yaratılır. Yaratılan nihai kertede bir önermedir; maddi yaşam koşullarında da form değişikliği yaratır.

Bir eleştiri ve değerlendirmeyi ortaya koyar. Bu öylesine bir şeydir ki, kendi başına bir amaç değil, araçtır artık: Aslî duygusu öfke, aslî etkinliği de hedef göstermek olan türden…

Bu hâliyle sanat, etkin/etkili olmaktan başka hiçbir açarı olmaması yanında; kendi dilini, sorgusunu kendi rengiyle yaratmak zorundadır da.

Çünkü egemenliğin içine aldığı şeylere hükmedeceğini unutmayan ve -asla- kutsamayan sanat kurar, eleştirir, aşar, özgürleştirir…

Sanat üzerindeki manipülasyonu nihayete erdirmek için özgürce hareket eden/ yaratan öznelere; bunun için de sanatsal eylemlerimize her koşulda eşlik eden özgürlük bilincine, iradesine, cüretine muhtacız; para vermeden kıpırdanamayıp, satın almadan nefes alınamayan cehennemin orta yerinde.

“Ezber bozma”, “yenilenme” nakaratıyla tezgâhlanan postmodern vahşetin her şeyi gerçeğine yabancılaştırdığı atmosferde kapitalizm, dumura uğratıp, felç ettiği bilinçle, sanat dahil her şeyin metalara dönüştürülmesini vaz’eder.

Çünkü kapitalizmin mantı(ksızlı)ğı “elegeçirme” ve baskılama üstüne kuruludur.

Onun için her şey sermayenin işletmeleridir. Kâr amaçlıdır.

Pazarı cazgırlarının, tezgâhçılarının, kapitalist ahlâk(sızlık)ın kollarındadır.

Kapitalist-emperyalizmin “çağdaş sanat”ına mündemiç kültür endüstrisi, pasifize edilmişlere; parça bölük, astarsız yamalı defolu, fragman tadındaki yalanları satarken şöyle haykırır:

Hep muhtaç ve tutsak olun…

Durmadan borçlanın; omuzlarınızdaki yükü artırın; diz çökün…

Siparişler verin. Uysal ve edilgen olun; tüketin…

Derin düşünmeyin, aldırmayın. Boşverin…

İdeolojik olmayın![3]

İsyan etmeyin, asıl önerim boyun eğmenizedir. Balkonda çiçek, evde köpek, kafeste kuş, akvaryumda balık besleyerek hapsettiğimiz hayatlarla yaşayın…

Evcilleştirilmekte beis görmeyin, yaşamlarınızı mülk kıldığınıza endeksleyin…

Alın, satın!

Böylelikle de sanatı aksesuarlaştırıp, “dekoratifleşmesi”yle[4]nitelen meta ilişkilerinin -dipsiz!- çukurunda, “Sanat ile ticaret” iç içe geçerken;[5]Karl Marx’ın, “Metalar paraya aşıktır.” “Birbirimizin gözünde, değişim değerinden başka bir şey değiliz,”[6]diye betimlediği meta fetişizminin “ideolojisiz sanat” çığlıkları ile sanat, sanat olmaktan çıkartılır…

Nâzım Hikmet’in, “Hakiki sanat, hayatı aksettiren sanattır,” saptaması “es” geçilir…

Afşar Timuçin’in, “İdeolojisiz sanat olmaz, ideolojisiz gibi görünen sanat olur… En tehlikeli ideoloji, hiçbir ideolojiye bağlanmamaya özen gösterme ideolojisidir,” uyarısına kulaklar tıkanır…

* * * * *

Sanatın aksesuarlaştırılıp, dekoratifleştirildiği alanlardan birisi de, resimdir…

Rönesans dönemi ressamlarından, Giotto geleneğinden gelen Cennino Cennini’nin ‘Sanat Kitabı’nda, resim sanatıyla ilgili olarak, “Resim sanatı diye bilinen sanat, hem hayal gücünü hem de el işini gerekli kılar; bunun nedeni, ressamın görevinin görünmeyen şeyleri bulmak ve... onlara elleriyle biçim vermek olmasıdır; böylece sanatçı, varolmayana varolanın görünüşünü vermiş olur,” denir…

Aynı konuda Alman resim sanatının öncülerinden sayılan Albrecht Dürer’in ‘İnsanın Orantıları Üzerine Kitap’ başlıklı yapıtında da şunlara dikkat çekilir:

“Pek çok şeyle ilintili olmasına karşın, güzelin ne olduğunu bilmiyorum. Ama onu eserimize dahil etmek istediğimizde, bunun çok zor olduğunu görüyoruz. Güzeli uzaklardan ve enginlerden derlemek zorundayız; özellikle insan figürü söz konusu olduğunda ise o figürün tüm parçalarını öncesinden ve sonrasından toplamak durumundayız. Çoğu zaman biri, iki yüz, üç yüz insan arasında araştırma yapabilir, fakat aralarında kullanılabilecek bir iki güzellik öğesi bile bulamayabilir. Bundan ötürü, iyi bir figür kompozisyonuna varmak istiyorsanız eğer, baş kısmını birinden, göğsü, kolları, bacakları, elleri ve ayakları da başkalarından almak zorundasınız... İyi bir şey, ancak çok sayıda güzel şey arasından çıkartılabilir, tıpkı balın çok sayıda çiçekten toplanması gibi...”

Ayrıca “Bir insan neden resim çizer?” sorusu ardından, “Çizerken farkında olsa da, olmasa da önemli bir şey yapıyor. Yeryüzünde kendi açısından gördüğü bir görüntüyü -iyi/kötü- belgeliyor. O gördüğü nesne ve o an, bir anlamda kalıcılaşıyor,”[7]diye ekler Mehmet Esatoğlu…

Yani kendinden öncekilerin, örneğin mağara duvarlarının izleri üzerinden yol alarak, yenilenen bir yaratıcılık olan resim, bir yeniden inşa ve yorum edimidir.

Bu kadar değil elbette…

“Yazıdan önce resim vardı,”[8]vurgusuyla, “Resim sözcüklerle yazılmaz. Onun dilinin öğeleri, desen, renk, biçim, lekedir. Önünde sonunda iki boyutlu bir yüzeyin düzenlenmesidir resim. Ama bu yüzey, resmi ‘taşıdığı’ andan itibaren, bizimle konuşmaya başlar. Onun dilini okuduğumuz ölçüde,” diye ekler Ferit Edgü de…

O hâlde çok ama çok eski(meyen) bir ifade ve düşünüş biçimi olan resim konusunda Joseph Addison’un, “Renkler her dili konuşur”; Marcus Aurelius’un, “Ruh, düşüncelerinin rengine boyanır”; Marcus Tullius Cicero’nun, “Gözler resimle büyülenir, kulaklar müzikle” notlarının altını çizerek, şunları sıralayabiliriz:

i) Resim, görmek istediğini görür ve gösterir. Zihnin algılamaya hazır olduğunu sergiler…

ii) Resmin konuştuğu dil her yerde aynıdır; etkindir, etkileyicidir. Çünkü o, her şeyi görür, gösterir…

iii) Resmin dili, sadece gözlerde değil, yürekte ve beyindedir. Çünkü o, nihai kertede görebilen gözlere değil; çarpan yüreklere ve düşünen beyine aittir…

iv) Resim yaparken umudu olan ressamın yaratı için hemen her şeyi vardır, hazırdır. Çünkü umut, yaratıcı (heyecan duyulan) eylemin ateşleyicisidir. Tam da bunun için ressamın umut ve heyecanları, hayalleriyle bitişiktir.

v) Söz konusu çerçevede ressam için her şeyin ölçüsü insan(lık) ve hayat iken, yaratılanın değeri de insan(lık) ve hayata içkinliğindedir…

Bu da Lee Iacocca’nın, “İnsanlar ekonomik şeyler istiyorlar ve bunun için her fiyatı ödemeye hazırlar,” diye betimlediği kapitalist kokuşmuşluğun orta yerine; Nâzım Hikmet’in, “Öylesine ciddiye alacaksın ki yaşamayı,/ yetmişinde bile mesela zeytin dikeceksin,” uyarısını göz ardı etmeden; çağı harekete geçirenlerin tarihi yapan insanlar olduğunu; insanî bir eylem olarak yaratmanın tarihi insan(lık) için hayatı estetize ederek yeniden yazmaktan geçtiğini; bu bağlamda da sanatçının “insanüstü” değil, ama insanların içinde onlarla birlikte olmasının “olmazsa olmaz”lığını unutmamaktır.

* * * * *

Evet, bunları hatırlatır bana, resim… İlk aklıma gelen; Bedri Rahmi Eyüboğlu, Edward Munch, Fikret Mualla, Leonardo da Vinci, Manet, Monet, Gauguin, Rembrandt, Van Gogh, Chagall, Goya, Manet, Bosch, Raffaello, Cézanne, Renoir, Fernando Botero, Oswaldo Guayasamin, Klimt gibi ressamlar ile…

Ya da “Güzellik fazlalıktan arınmışlıktır,” diyen Michelangelo…

Veya “Her zaman yapamayacaklarımı yapıyorum ki, nasıl yapabileceğimi öğreneyim.” “Nasıl yaşamam gerektiğini anladığım gün, nasıl ölmekte olduğumu gördüğüm gün oldu,” diyen Pablo Picasso…

Sonra da “O suratlar ki hem birbirine benzer, hem de birbirlerinden apayrı! Hepsinde göz, kulak, burun falan filan var ama parmak izleri kadar apayrı insan yüzleri, insan çeşitleri,” diyen Abidin Dino…

Belki de bu nedenle hoşlanırım “psikanalizin babası” sayılan Avusturyalı nörolog Sigmund Freud’un torunu, 20 Temmuz 2011’de 88 yaşında ölen Lucian Freud’den…

William Acquavella’nın, “Lucian Freud, kuşağının en önde gelen figüratif ressamı olarak hem portre, hem de manzara resmine derin bir bakış, drama ve enerji katmıştı,” derken; William Feaver de, Onun için şöyle demişti: “Freud her zaman aşırı uçlara doğru gitmiş, yepyeni bir stil oluşturmuştur.”

Robert Hughes’un “Büyük gerçekçi ressam” olarak tanımladığı Freud, sanat dünyasının moda akımlarına yakınlık duymamış, eleştirmen ve koleksiyoncuların gözünden düştüğü dönemde bile gerçekçi yaklaşımından ödün vermemişti.

Pek çok eleştirmen tarafından “itici” bulunmasına karşın, inatla kendi özgün üslubunu geliştiren Freud, en sonunda çağın en büyük ressamlarından biri olarak kabul edilmeyi başarmıştı.

“Benim resimlerimdeki karakterler otobiyografi niteliğindedir. Umut, hatıralar, hassasiyet ve emektirler hepsi,” diyen O, duraksamadan ekliyordu: “Ben insanları resmediyorum. Gerçek iç dünyalarını yansıtmaya çalışıyorum”!

Özellikle “tedirgin edici” portreleriyle ünlenen Freud, “Portrenin acımasız mucidi” olarak da anılırdı…

* * * * *

Freud’da itiraz edip, aldırmayan bir duruş söz konusudur; Fikret Mualla gibi…

“Resim” deyince Fikret Mualla’yı -beğenin/ beğenmeyin!- önemsemek zorundasınız!

Fikret Mualla’nın resimlerinde iç dünyasının etkilerini ve şiirsel bir anlatım yansıttığını görmek mümkündür. Popüler akımlara kendini çok fazla kaptırmak yerine daha kişisel çalışan ressam, kendi hislerini ve yaşamın gerçeklerini resme aktarmayı seçmiştir.

Fikret Mualla’nın başlıca eserleri arasında ‘Oturan Adamlar’, ‘Kafe’, ‘Marsilya’da Fransız İşçileri Bir Kahvede’, ‘Haliç ve Süleymaniye’, ‘Paris’te Bir Sokak’, ‘Baloncu’ ve ‘Balıkçı’ sayılabilir.

Ressamın bunların dışında da pek çok çalışması bulunuyor. Örneğin ‘Lüküs Hayat’, ‘Deli Dolu’, ‘Saz Caz’ gibi operetler için kostümler çizmiş, Nâzım Hikmet’in ‘Varan 3’ isimli şiir kitabını resimlemiş. Yeni Adam Dergisi için desenler hazırlamış, Ses Dergisi için çizimler yapmış. Edebiyata yatkınlığı da bilinen ressamın yine Ses Dergisi’nde yayımlanmış ‘Masal’ ve ‘Üsera Karargâhı’ isimli iki öyküsü, 1932’de yazdığı ‘Şiller (Schiller) 1759-1805, Hayatı ve Eserleri’ isimli bir de kitabı olduğunu yazar ansiklopediler.

O, Picasso’dan çok Toulouse Lautrec (1864-1901) resimlerini beğeniyordu. Bu hayranlık biraz da “benzerlikleri”nden ileri geliyordu belki de.

Lautrec, Güney Fransa’da aristokrat bir ailenin çocuğuydu. 14 yaşında çocuk felci olmuş ve vücut gelişimi durmuştu. Topaldı. İçkiye düşkündü. Barlarda kavga çıkarıyordu sık sık. Diğer yandan sürekli gözlemlediği sosyal hayatı resmediyordu.

Kuşkusuz Fikret Mualla, empresyonist (izlenimci) Toulouse Lautrec’in etkisinde kalmıştı; öyle ki Nurullah Berk’e göre tiplerinin elbiseleri bile Lautrec döneminin giysileriydi!

Ondan geriye, inandığı gibi yaşayıp, yaratan; -bunun da faturasını, yabanellerin kimsesizler evindeki ölümü ve yine gri gökler altındaki kimsesizler mezarlığında noktalayan-yaşamının aldırmayan bir duruşu kaldı…

Bu çok önemli bir duruş ve yaratı tarzıdır.

Tıpkı Chagall’da ‘Mavi Konser’ ile ‘Nişanlım Siyah Eldivenlerle’; Goya’da ‘Şemsiye’ ile ‘Maria Teresa de Bourbon’; Manet’de ‘Flüt Çalan Çocuk’ ile ‘Nana’; Picasso’da ‘Otoportre (Baş)’ ile ‘Sahildeki Figürler’de[9]öne çıktığı üzere…

* * * * *

Devasa totemlere, tapınaklara, sahteye inat “Başkası olma kendin ol” der size ressam Marc Chagall…

Bu nedenle de farklıdır öyküsü… Onun önemi, başkalarını taklit etmeden, doğru zamanda doğru yerde bulunan, dünya tarihinin yazıldığı tarihte/ mekânda tezgâh açan çalışkan bir sanatçı olmasındadır.

Ve o hep başkası değil, kendi olduğu için, kendi köklerine/ kültürüne halkına inandığı, sahi olduğu için güzel ve özgün kalmıştır.

Rusya’da 1917 devriminde Chagall’ı ön saflarda görürüz.

Devrimden sonra Sovyet hükümetince Vitebsk Kültür Komiserliği’ne atanır.

Vitebsk Güzel Sanatlar Akademisi’ni kurmakla görevlendirilir.

Daha sonra Moskova’ya giderek Bayt ve Stanislavsky’le çalışır; sahne dekorları yapar.

Sanatına müdahaleleri sevmez; özgürlüğüne düşkündür ve asla akademik değildir. Chagall’ın 1917 Bolşevik ihtilalinin komiseri, devrim komitesi sözcüsü efsane şair Mayakovski ve ünlü ressam Malevitch’le olan anlaşmazlığı bu dönemde başlar.

Yollar ve işler gittikçe daha fazla kesişir.

1917’de Chagall da Mayakovsky de devrimi destekleyen resimler, afişler yapmaktadırlar. Genç kuşakları yetiştiren öğretmenler ve eski ustalar kokuşmuş eski dünyanın, yıkılması gereken burjuvazinin, asalak aristokrasinin süpürülmesi gereken temsilcileridir onların gözünde.

Tarihin çöplüğüne atılması gereken bu mirası asla kabul etmezler. Tüm genç sanatçılarla birlikte, derin bir reddiye ile devrimle kurulacak yeni dünyaya, ütopyalarına ilişkin söylemler inşa etmek inancındadırlar.

Bu çalışmaların, Rus füturizminin başlangıcı olduğu söylenebilir. Bütün bunların yanısıra, “öfke” siyasi terminolojiye bir üslup olarak girmiştir

Ona göre devrim, baş eğişin değil başkaldırının/başkaldıranındır.

Bu duygularla Chagall da Mayakovsky de 1917 Ekim Devrimi’ni coşkuyla karşılarlar ve devrimin temsilcilerinden/sözcülerinden olurlar.

Özetle “Sanatçının itibarı bu dünyada merak duygusunu ayakta tutma görevinden gelir. Bu uzun uyanıklık süresince kullandığı uyarı yöntemlerini sık sık değiştirmek zorunda kalır ama aynı zamanda, bu uzun uyanıklık süresince, devamlı bir uyku isteğiyle boğuşması da gerekir,” diyen Chagall. XX. yüzyılın büyük ressamı; rüyaları çağrıştıran tablolarıyla, yaşamda tıpkı bir ressamın paletinde olduğu gibi tek bir rengin olduğu, bu rengin de yaşamın, sanatın anlamı ve yaşadığı tarih olduğuna inanan insandı…

* * * * *

“Resimde kural yoktur,” diyen Goya da bu kategoridedir…

Yine, “Aklın uykusu canavarlar üretir. Aklın terk ettiği düş gücü olanaksız, işe yaramaz düşünceler yaratır. Akılla bir arada kullanılan düş gücü sanatın anası ve bütün güzelliğinin kaynağıdır,” diyen Onun hayal gücüyle ilgili sözleri resmini de betimler sanki…

XIX. yüzyılın İspanyol resminin tartışmasız en büyük ustalarından biri olan Goya, cesur tekniği, sanatçının hayal gücünün gelenekten daha önemli olduğu inancıyla “ilk modern ressam” olarak anılır.

Pek çok sanatçı savaşı onun resimlerinden bilir, Picasso için örneğin savaş ‘3 Mayıs 1808’ adlı tablosu demektir. ‘Çıplak Maya’ ve ‘Giyinik Maya’ adlı ikiz tablolarla ya da ‘Aklın Uykusu Canavar Yaratır’ gibi resimleri içeren ‘Kaprisler’le, olacak iş değil’i olur eden bir fırçadır Goya.

Kendisinden sonra gelen ya da çağdaşı olan birçok ressamı etkilemiştir. Bunların başında ise pek çok bellibaşlı eserlerinde Goya’nın yapıtlarını temel alan Manet gelir.

* * * * *

İnsan olma hâlini her şeyin üzerinde tutan Edouard Manet, 1832’de doğdu, 1883’te öldü. Önce denizci olmak istemişti, neyse ki daha sonra sanat eğitimi aldı ve hep modern hayatı konu alan resimler yaptı.

Sadece konusu değil, üslubuyla da geleneksel olandan çok farklı bu resimler modern resmin başlangıcı sayılıyor. Manet, XX. yüzyılı göremeden frengiden öldü ve bir XIX. yüzyıl ressamı olarak kaldı. Ondan sadece sekiz yıl sonra doğan Claude Monet ise 1926’da öldüğünde 86 yaşındaydı. İki ressam neredeyse dönemdaştılar ve genç Monet, öncü Manet’den etkilenen sanatçılardan biriydi.

Degas, Renoir ve Sisley gibi isimlerle birlikte Claude Monet de ‘izlenimci’ akımın güçlü temsilcilerinden biri oldu. Onların yolunu açan ve yakın arkadaşları olan Manet ise, ‘izlenimci’ olarak anılmayı hayatı boyunca reddetti.

Manet, modern resmi başlattı, Monet modern resmin ilk devrimci sanatçılarından biri oldu.

Edgar Degas’nın, “Düşündüğümüzden çok daha büyüktü” dediği Manet, gerçekçilik akımının geçerli olduğu dönemde izlenimciliğe yol açan en önemli ressamlardan biriydi.

* * * * *

Sonra da “İnsanlar her şeyde ve herkeste bir ‘anlam’ arıyor. Çağımızın hastalığı bu; hiç de pratik olmayan ama bütün diğer çağlardan daha pratik olduğuna inanan çağımızın,” diyen Picasso…

Söylentiye göre daha konuşmadan resim çizmeye başlayan Onun hakkında fazla söze ne gerek? O, ‘Guernica’yı ölümsüzleştiren Picasso işte![10]

* * * * *

Ve Frida Kahlo…

Christina Burrus’un Onun için hazırladığı, ‘Frida Kahlo: Kendi Gerçeğimin Resmini Yapıyorum’ adlı kitabın başlığı Kahlo’nun bir sözü. Onun hem eserlerindeki özü hem de otoportreleri için söylediği bir ifade de bu sözü destekler mahiyettedir: “Kendimi resmediyorsam, en iyi bildiğim konu bu da ondan.”

Burrus kitabında,[11]ressam Frida’nın yanında -aslında yine elbette onun eserlerini yaratım süreçlerine, sanatının nasıl şekillendiğine ilişkin olarak- yırtık liseli kız Frida, erkek kılıklı Frida, komünist militan Frida, Tehuana yerlisi Frida, âşık eş Frida, yaralı eş Frida, baştan çıkarıcı Frida, tanrıça Frida, kurban Frida, ölüm saplantılı Frida, Meksikalı Frida’yı da konu ediyor. Acıdan sanat çıkarmak, sanatçının kendi zaaf, zayıflıklarını hatta kendi bedenini sanatında malzeme olarak kullanması, sanatsal tartışmalarıyla...

Ayrıca iyi bir mektup yazarı Frida Kahlo, çok mektup kaleme almış. “Yazdıkları avangardlığını, duygularının yoğunluğunu ve fiziksel sıkıntılarını ortaya çıkarır: Kişiliğini bir biyografiden daha iyi gözler önüne serer,” diyor Burrus.

Carlos Fuentes’in önsözünde “Frida Kahlo’da siyaseti, hatta estetiği aşan ve yaşamı gıdıklayan bir mizah var. Frida’yı bütün o acılara rağmen sonuçta ilgi çekici ve mutlu bir kişi kılan, cinaslarla dolu, canlılıkla yüklü bu açık saçık ve mizahi dil dehasının en iyi örneği” dediği Onun hakkında André Breton da, (‘Meksika’ sergisinin katalogu, 1939) “Bu kadar dişi bir başka resim yoktur; en çekici olmak için, kendini sırayla en saf ve en kötü kılmayı seve seve razı gelir bu anlamda. Frida’nın sanatı, bir kurdeleye sarılmış bombadır,” diye ekler.

Bu saptama, Kahlo’nun resmi ve Meksika’daki yeri açısından önemli bir belirlemedir.[12]

* * * * *

Nihayet çok yönlü sanat uğraşılarıyla Katalan Joan Miró…

Yaşadığı coğrafyanın, kurduğu dostlukların, Franco’nun baskıcı yönetiminin yaşamını nasıl etkilediğini yapıtlarından izlersiniz.

Çocuksu çizgileri, zengin renk kullanımı, şiirsel ve müziksel duyarlılık içeren yapıtlarıyla akıllara kazınan Joan Miró, o kendine özgü üslubuyla, sanatın çok fazla içinde olmayan kişilerin bile resimlerine aşina olduğu, belki de dünyanın en çok tanınan ressamlarından biri. Miró ile birlikte Goya, Picasso, Dali, Gaudi gibi sanatçıları da düşündüğümüzde İspanya ve Katalunya’nın nasıl bu kadar çok sıradışı ve özgün sanatçı çıkardığına şaşmamak elde değildir…[13]

* * * * *

Bizim İsmail Yıldırım örneğini de unutmayıp,[14]altını çizerek sanatsal eylemin sanatçı için “Bilgelik doğaya kulak vererek hakikâti söylemek ve doğru olanı yapmaktır,” diyen -MÖ 535’de doğumlu- Efesli Heraklitos’un ‘Fragmanlar’ın da işaret ettiğini vurgulamak…

“Ortam ve koşullar insanlığı yarattığı kadar, insanlar da ortam ve koşulları yaratır.” “İnsan için kök, insanın kendisidir,”[15]diyen Karl Marx’ın altını çizdiği gerçeğe “sırt dönmemek”…

Ve nihayet alınıp/ satılan bir meta olmamaktır!

20 Kasım 2011 12:45:20, Ankara.

N O T L A R

[*]Güney, No:12, Ocak-Şubat-Mart 2012…

[1]Pablo Picasso.

[2]Gilles Deleuze, Müzakereler, Norgunk, 2006, s.104.

[3]Hatırlatalım: “Toplumlar ideolojisiz yaşayamaz” vurgusuyla, “Onların tarih içinde nefes almasını sağlayan bir atmosferdir ideoloji. Toplumlar onu yaratmak zorundadır. İdeolojisiz toplum bir hayal, daha doğrusu bir başka ideoloji,” der Cemil Meriç…

[4]Şevket Sönmez, “Beden Ödemek İstemeyenlerin Kahramanlara İhtiyacı Vardı”, Birgün, 4 Kasım 2011, s.13.

[5]Ahmet Soner, “Sanat ve Ticaret”, Gündem, 12 Kasım 2011, s.15.

[6]Karl Marx, Kapital, C:1, Sol Yay., 1986, s.123-98.

[7]Mehmet Esatoğlu, “Resmin ve Heykelin Politik Duruşu”, Tavır, No:114, 2011/11, Kasım 2011, s.21.

[8]Ferit Edgü, Tüm Ders Notlar, Sel Yay., 2005.

[9]Sanat Kitapları Dizisi-Chagall, Goya, Picasso, Manet, Yapı Kredi Yay., 2011.

[10]Nurduran Duman, “Resmin Babaları...”, Cumhuriyet Kitap, No:1130, 13 Ekim 2011, s.14.

[11]Christina Burrus, Frida Kahlo, Çev: Elif Gökteke, Yapı Kredi Yay., 2011.

[12]Nurduran Duman, “Kendi Gerçeğinin Resmi”, Cumhuriyet Kitap, No:113, 16 Haziran 2011, s.20.

[13]Özlem İnay Erten, “Gerçeküstücünün İmge Dünyası”, Cumhuriyet, 4 Eylül 2011, s.15.

[14]Babür Kuzucuoğlu, İsmail Yıldırım Çehreler Âyini, Mülkiyeliler Birliği Yay., 2008.

[15]Karl Marx- F. Engels, Alman İdeolojisi, Sol Yay., 1976, s.64-60.

Yorumlar

BLOGGER

/fa-star-o/ Öne Çıkanlar$type=three-tab$sn=0$rm=0$m=0

Ad

1 mayis,25,12 eylul,11,18 mayis,1,6 mayis,1,afis,3,akp,36,aktuel,15,aktüel,29,ask,13,aydinlar devrimciler,189,baris,8,bilim,4,cevre,12,cinayetler,14,davalar,31,demokrasi,18,demokratiklesme,2,dersim,2,devlet,17,devrim,25,dinleti,2,duyuru,9,dünya,175,egitim,11,ekoloji,26,ekonomi,53,emek,51,emperyalizm,13,etkinlik,29,felsefe,2,futbol,6,genclik,44,grafik,6,güncel,6,gündem,26,hukuk adalet,111,ibrahim kaypakkaya,2,ideoloji,2,iktidar,9,iletisim,2,inanc,23,isci-sendika,5,islam,4,isyan,51,kadin,15,kapitalizm,34,katliamlar,54,kesk,1,kitap,37,komünizm,3,kriz,117,kutlama,8,kültür sanat,245,latin amerika,1,marksizm,2,mart ayi,1,materyalizm,1,medya,4,milliyetcilik,2,mizah,3,mucadele,9,mücadele,34,newroz,2,Ortadoğu,1,öteki,88,özgürlük,11,panel,8,politika,53,protesto,9,röportaj,15,savas,11,secim,19,seçim,5,sempozyum,3,sibel özbudun,1,sinifsal bakis,67,sosyalizm,7,soykirim,3,spor,1,tanitim,19,tarih,42,temel demirer,17,tercüme,4,türkiye,168,üniversite,7,video,54,yasam,53,yeni yil,5,
ltr
item
temel★demirer: SANAT(ÇI) OLARAK RESİMİN (VE RESSAMIN) SORU(N)LARI[*]
SANAT(ÇI) OLARAK RESİMİN (VE RESSAMIN) SORU(N)LARI[*]
temel★demirer
https://temeldemirer.blogspot.com/2012/04/sanatci-olarak-resimin-ve-ressamin.html
https://temeldemirer.blogspot.com/
https://temeldemirer.blogspot.com/
https://temeldemirer.blogspot.com/2012/04/sanatci-olarak-resimin-ve-ressamin.html
true
2640787830945118992
UTF-8
Loaded All Posts Not found any posts Diger devamını oku Yanıtla Cancel reply Sil Ana Sayfa Sayfa Posta Hepsini Gör BUNA BENZER Etiket Arsiv Ara Bütün Yayinlar İsteğiniz gönderi bulunamadı Ana Sayfaya Dön Sunday Monday Tuesday Wednesday Thursday Friday Saturday Paz Pts Sal Car Per Cum Cmt January February March April May June July August September October November December Oca Sub Mar Nis May Haz Tem Agu Eyl Eki Kas Ara simdi 1 dakika önce $$1$$ minutes ago 1 saat önce $$1$$ hours ago dün $$1$$ days ago $$1$$ weeks ago more than 5 weeks ago Followers Follow THIS CONTENT IS PREMIUM Please share to unlock Copy All Code Select All Code All codes were copied to your clipboard Can not copy the codes / texts, please press [CTRL]+[C] (or CMD+C with Mac) to copy