TEMEL DEMİRER “Bir çığlık bir çığ meydana getirir.” [1] “4 Mart 2012 tarihinde Ankara’da düzenlenen ‘Kıbrıs Kongresi’, bana “Sen t...
TEMEL DEMİRER “Bir çığlık bir çığ meydana getirir.”[1]
“4 Mart 2012 tarihinde Ankara’da düzenlenen ‘Kıbrıs Kongresi’, bana “Sen tohumu ek git; hasat mevsiminde biçen olacaktır,” diyen yerli atasözünü anımsatan bir etkinlik oldu.
Olabildiğince “başarılı” addedilmesi mümkün ‘Kıbrıs Kongresi’nin en önemli yanı, zamanlamasıydı…
“Neyin zamanlaması” mı?
* * * * *
i) Kıbrıs meselesi, Ortadoğu’daki gelişmeler ve T.“C”nin “neo-Osmanlı” emelleriyle yeniden güncellenirken; Ali Yurttagül de, “Kıbrıs dönem başkanlığı Ankara ve Brüksel tarafından siyasî bir krizin odak noktası hâline getirilmiş durumda ve iki taraf da konuyu abartıyor, tansiyonu tırmandırıyor,” dedirtiyor…
Evet, Kıbrıs egemenler için yeniden bir paylaşım nesnesine dönüştürülüyor.
* * * * *
ii) Gerçekten de Arap Bahar(lar)ının ikinci perdesinde “sonbahara” tahvil olmasıyla yeniden düzenlenmekte olan Ortadoğu bir savaş arenasına dönüşürken, “batmayan uçak gemisi” de bu soru(n)lardan T.“C” işgaliyle payına düşeni alıyor…
Arap Baharı derken, Soğuk Savaş rüzgârlarının esmeye başladığı bölge, yeni bir cepheleşmeye sahne oluyor.
Böylelikle Ortadoğu “satranç tahtası”ndaki “büyük oyun” giderek daha da karmaşıklaşırken kimi gelişmeler, Batılı oyuncuların ve AKP’nin bu oyunu, kurallarını tam olarak anlamadan, oynamaya çalıştığını gösteriyor.
“Neo-Osmanlı” emellerini “Pax-America” işbirlikçiliğine monte eden anlayış(sızlık)ın olumsuzluklardan kaçınması mümkün değil.
Çünkü binlerce sorunla beslenen olasılıkların tümü, T.“C”yi içine çekme potansiyeline sahipken; bırakın bölgesel oyun kuruculuğu ve arabuluculuğunu; Ortadoğu’da hızla gelişen durumun egemenler için bir kâbusa dönüşmesi ihtimali güçleniyor.
Söz konusu ihtimal Kürdistan ve Kıbrıs gibi, işgalcisini de doğrudan ilgilendiriyor.
* * * * *
iii) ‘Türkiye Ekonomik ve Sosyal Etütler Vakfı’nın (TESEV), Ortadoğu’daki 16 ülkede yaptığı araştırmaya göre, en çok sempati duyulan ülke yüzde 78’le Türkiye oldu veya “Ortadoğu’da en popüler ülke Türkiye”[2]yanılsamalarına yaslanan “neo-Osmanlıcılık” Erdoğancı medyanın hep bir ağızdan klişeleştirilmiş ve aynı fabrika ürünü olan manipülatif söylemlerini devam ettiriyor: “Ortadoğu’nun lideri”, “Yeni Osmanlıcılık”, “Etkililik” gibi…
Bir zamanların “komşularla sıfır sorun teorisi” ne kadar karşılıksız ise, manipülatif tekrarlar da bundan farksızdır…
Aslı sorulursa T.“C”, yeni Ortadoğu düzenlemesinde ABD, Fransa, Suudi cephesinde yer alıyor. Hem de Ortadoğu’nun Honduras’ı olarak…
Anımsayın: ‘Hürriyet’in 19 Ocak 2012 tarihli nüshasındaki “CIA Ajanından İskenderun İddiası” başlıklı haberde şunlar söyleniyordu:
“CIA’nın eski İstanbul yetkilisi Philip Giraldi, NATO ile Suriye arasında Türkiye’nin ‘ABD’nin vekili’ olarak başrolü oynadığı savaşın gizlice başladığını öne sürdü. Buna göre işaretsiz NATO uçakları, Suriyeli muhaliflere destek çıkmak için Kaddafi silahlarını ve Libyalı milisleri İskenderun’a taşıyormuş. (...)
‘The Guardian’ gazetesi yazarı Jonathan Steele de 18 Ocak 2012 tarihli yazısında müdahâlenin Libya örneğindeki gibi değil, soğuk savaş dönemindeki gibi yapıldığını öne sürerek şöyle yazdı: “Ronald Reagan’ın, Kontralara verdiği desteği hatırlayın. Reagan, Honduras’taki üslerinden, Nikaragua’daki Sandistalar’a saldırılar düzenleyip devirmeleri için Kontraları eğitip, silahlandırmıştı’...”
* * * * *
iv) T.“C”nin konumu Honduras’lıktır…
Nobel Barış Ödülü sahibi Yemenli Tevekkül Kerman da, “Türkiye, İslâm dünyasındaki rolünü şimdi iyi anladı. Rusya ve Çin ise değişimi engellemek istiyor,” derken…
Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu, Suriye’deki krizin çözümü için bir uluslararası platform oluşturmak istediklerini belirterek, “Suriye’de olanlara sessiz kalıp, ‘Rusya ve Çin veto etti, biz elimizden geleni yaptık ne yapalım, bekleyip göreceğiz’ mi diyeceğiz? Hayır, asla... Yeni bir uluslararası farkındalık yaratmaya çalışıyoruz…” “Sorumluluk bizden gitti. Irak’ta masada yoktuk, Suriye’de masadayız,” diye eklerken…
‘Reuters’ mülakatında Suriye’de durumun giderek “çok kötü” senaryoya doğru yaklaştığını işaret eden Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’ün tutumu T.“C”yi yeterince net anlatır…
* * * * *
v) Bunun böyle olmasında belirleyici olan T.“C”nin tarihinde olmadığı kadar ABD işbirlikçiliğidir…
Zaten “Önümüzdeki dönemde Obama ve Amerika’nın ‘güvenilir dost’ Türkiye’den Ortadoğu konusundan daha ileri adımlar atması ve bilhassa Suriye’de askeri bir harekâta başlamasını isteyeceği muhakkak ve mukadder,” diyen Hasan Bülent Kahraman’ın işaret ettiği ya da AKP İzmir Milletvekili ve TBMM Dışişleri Komisyonu üyesi Rifat Sait’in, İngiliz Muhafazakâr Parti temsilcisinin kendisine, “ABD seçimlere gidiyor, Suriye’ye müdahale edemez. İngiltere’nin de koşulları uygun değil. Siz bölge liderisiniz, bunu ancak siz yapabilirsiniz” dediğini söylemesi de bunların emaresi değilse nedir ki?
* * * * *
vi) Emareleri “anlamlı” bulmuyorsanız; alın size füze kalkanı…
ABD Avrupa Ordusu ve Yedinci Ordu Komutanı Korgeneral Mark Hertling’in, füze savunma sistemi çerçevesinde Türkiye’de bulunan radar savunma üssüne asker yerleştirmeye başladıklarını açıklarken; ABD Savunma Bakanı Leon Panetta’nın, Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu ile görüşmesinde “Füze kalkanı teşekkürü” de neyin ne olduğunu ortaya koyuyor!
* * * * *
vii) Kimileri burada “AKP politikası”nın “farklı” olduğu yalanına sarılabilir…
Ancak “mütereddit” görünümlü AKP’nin Ortadoğu politikası, genelde Batı’yla ve NATO’yla Türkiye arasında mesafe varmış gibi yapsa da; Ortadoğu’da imajı pek de olumlu olmayan Batı İttifakı’yla kol kola görünmemeye gayret etse de; Kürecik radarı İran’a karşı iken, “Değildir” dese de; verilerin İsrail ile paylaşılmasına teknik olarak hiçbir engel yok iken, öyle değilmiş gibi yapsa da; AKP ABD’nin, Erdoğan’da Obama’nın en çok güvendikleridir…
Nihayetinde alt emperyalist konumuyla T.“C”, ABD politikalarının taşıyıcısıdır.
Bu durum Ortadoğu düzenlemesinin bir parçası olan T.“C”nin de, işgal coğrafyalarından Kıbrıs’ın da “kaderi”ni doğrudan etkiliyor…
Var mı bun(lar)a itirazı olan?
* * * * *
viii) Mesela T.“C”nin sömürgeleştirip, devreye soktuğu kongerilla devleti “KKTC”yi ilhaka soyunması gibi…
Bu bir “tesadüf” değil, Ortadoğu’daki gelişmelerin “Kumarhaneleriyle ve otelleriyle tanınan KKTC bildiğiniz gibi hem bir turizm hem de eğitim adası”[3] diye sunulan Kıbrıs’ın Kuzey’ine yansımasıdır.
Kürşat Başar’ın, “Yıllardan beri sürüp giden Kıbrıs müzakereleri hem taraflar için hem de aslında tüm dünya için alışılmış bir ‘çözümsüzlük’ sürecidir. AB’nin Kıbrıs’ta gördüğü tek çözüm, ‘iki toplumun birleşmesi’... Ama görüşmeler uzadıkça uzuyor ve bir türlü sonuç çıkmıyor,” klasik teraneleriyle ifade ettiği Kıbrıs meselesi hakkında AB Bakanı ve Başmüzakereci Eğemen Bağış, Kıbrıs müzakereleriyle ilgili çarpıcı bir çıkış yaptı. Bağış, “Çözüm olmazsa KKTC Türkiye’ye bağlanabilir” dedi.
‘Kıbrıs’ gazetesine Türkiye’nin iki devletin tek çatı altında birleşmesi ve iki kurucu devletin oluşturacağı yapı ile iki tarafın da huzur içinde yaşamasının güvence altına alınmasını ümit ettiğini belirterek, “Çözüm, iki liderin anlaştığı bir birleşme ya da iki liderin uzlaşarak ayrılıp iki ayrı devlet olması ile KKTC’nin Türkiye’ye bağlanması olabilir. Bütün bu opsiyonlar masadadır,” diye ekledi.
Bağış, “Kıbrıs zaten elektrik ve su hatları ile Türkiye’ye bağlı. Biz biraz da Avrupa kendisine bağlasın istiyoruz... Fonlarını biraz da KKTC’ye yönlendirsin istiyorum. 2004 yılında izolasyonları kaldırma sözü verdiği hâlde hiçbir şey yapmamıştır. 2004’den beri bir tek AB uçağı bile KKTC’ye inmemiştir. Barış harekâtı sonrası doğan çocuklar bugün 38 yaşına geldiler.
Müzakereler devam ediyor. Biz çözümden yanayız ve çözüm, çözüm, çözüm diyoruz. Ama görüşmeler uzlaşmazlıkla sonuçlanırsa ve ayrılalım sonucu çıkarsa, KKTC Türkiye bağlanmak isterse o zaman bu değerlendirilir. Kimse Türkiye’ye ‘KKTC’yi yalnız bırak’ diyemez. Türkiye’siz KKTC ve KKTC’siz Türkiye olmaz” dedi.
Bağış, 1 Temmuz AB dönem başkanlığı’nın Güney’e geçeceğinin ve bundan sonra Türkiye-AB ilişkilerinin nasıl bir seyir izleyeceğinin sorulması üzerine de şunları söyledi: “Ben tanımadığım bir ülkeye (Güney) birileri başkan diyor diye devlet muamelesi yapmam. AB Türkiye ilişkileri devam eder. Üye ülkelerle de devam eder.”
Lamı, cimi yok: Bu bir ilhak söylemidir…
* * * * *
ix) Ancak önemli olan söz konusu ilhak söyleminin arka planını okumaktır.
Bunu da eveleyip, gevelemeden şöyle açıklıyor Zeynep Gürcanlı:
“Kıbrıs’ta Türk ve Rum tarafları arasındaki müzakereler 30 yıldır bitmiyor. Pek çok BM Genel Sekreteri, pek çok Kıbrıslı Türk ya da Rum lider, pek çok Yunan ya da Türk Başbakan, Cumhurbaşkanı, Dışişleri Bakanı geldi geçti. Ancak Kıbrıs’ta hâlâ hiçbir sonuç yok. Çözüme en yakın olunan an, Annan planının oylandığı referandumlardı. Ancak onda da Rumlar ‘hayır’ deyince, 2004 yılında kesiliverdi yeniden çözüm umudu. Her Kıbrıs ziyaretinde sorarız; ‘Müzakereler hâlâ BM gözetiminde sürüyor. Ancak nereye kadar? Nedir B planı?’
Yanıtı biliriz aslında da, resmen ne Kıbrıslı Türk, ne de Türkiye’den hiçbir yetkilinin ağzından yazmak mümkün olmadı bugüne kadar.
Ta ki, AB Bakanı ve Başmüzakereci Egemen Bağış’ın Londra seyahatine kadar. Bağış, Kıbrıs gazetesine bir demeç verdi Londra seyahati sırasında. Ve bizim hep sorup da, hiç ‘resmi yanıt’ alamadığımız soruyu yanıtlayıverdi:
‘Kıbrıs’ta çözüm için her opsiyon masada’... Bakan Bağış’ın açıklamasının yeri de, zamanı da manidar; Londra ziyareti sırasında yapıldı açıklama. İngiltere, Kıbrıs konusunda garantör ülkelerden biri… Her ne kadar elini taşın altına koymaktan hep geri dursa da, Ada’daki askeri üsleriyle en önemli aktörlerinden biri hâlâ Kıbrıs meselesinin.
Zamanlama da manidar. Tam da Kıbrıs’ta sabırların taştığı, Kıbrıslı Türk ve Rum liderlerin, New York’ta yaptıkları son tur görüşmeden de eli boş döndükleri sırada yapıldı açıklama. Tam da, Kıbrıslı Rumların 1 Temmuz 2012’de devralacakları AB dönem Başkanlığı’ndan sadece birkaç ay önceye denk getirildi.”
Tam da o kesitte eski Britanya Dışişleri Bakanı Jack Straw da şunları diyordu:
“AB, Rum yönetimi tarafından rehin alındı. AB bundan zarar görüyor. Eğer bir değişim elde edemezsek uluslararası toplum adanın bölünmesini bir seçenek olarak düşünmeye başlamalı. Bölünme toprak anlaşmazlığında çözümün bir başka yoludur. Birleşik Krallık’ın arka bahçesinde de bu var. Bölünme gündeme alınmalı. Şu anki ‘de facto’ bölünme sadece Güney Kıbrıs’a yarıyor, Kıbrıslı Türklere değil…”[4]
O hâlde T.“C”nin “ilhak girişimi” sahipsiz değilken; sakın ola “ilhak girişimi” deyip geçmeyin…
* * * * *
x) Kuzey’in durumu giderek, daha da giriftleşip/ ağırlaşıyor…
“KKTC’yle Güney Kıbrıs arasındaki görüşmeler 1 Temmuz 2012’ye odaklı.
Kıbrıs Cumhuriyeti Devleti AB üyesi olduğundan, 1 Temmuz 2012’de AB dönem başkanı olacak.
Süre altı ay... İşte kıyamet o zaman kopacak...
Nisan ayı önemli bir eşik... Çünkü BM Kıbrıs Özel Danışmanı Alexander Downer mart ayı sonunda raporu Derviş Eroğlu ve Hristofyas’a gönderecek.
Kıbrıs sorunu bir çözüme açık değil,” diyen Hikmet Çetinkaya da yaşanan kördüğümün farkında.
“Çözüm yok” diyenler sorunu daha da ağırlaştırıyorlar…
“Çözümü”, çözümsüzlükte arıyorlar…
Kontrgerilla devleti “KKTC”de çözümsüzlüğün bir parçası olma ısrarını sürdürüyor…
Örneğin Kuzey Başbakanı İrsen Küçük, T.“C”nin AB üyeliği sürecinde Kıbrıs’ın rolüne değinirken, “AB’deki gelişmelerin Türkiye’nin Kıbrıs politikasını pek etkilediğine inanmıyorum. Çünkü Türkiye, Kıbrıs’ı AB üzerinde gören bir ülke... Kıbrıs davası ile Türkiye’nin AB ile ilgili çalışmalarını çok da ilişkili görmem. Fakat AB’nin, Kıbrıs’ı Türkiye üzerinde bir baskı unsuru olarak kullandığını düşünebiliriz. Kıbrıs’ta beklenenin ötesinde bir taviz verilmesi istemi gözükmektedir,” diyor.
Sonra da “Türkiye’nin İsrail ile ilişkilerinin zayıflamasından ötürü, Güney Kıbrıs’la işbirliği yaparak İsrail de buradan siyasi bir çıkar sağlıyor,” notunu düştüğü petrol/ gaz arama sorununun altını çizerek ekliyor:
“Güney Kıbrıs, İsrail’in topraklarına üs kurmasına tek başına karar veremez”![5]
Dikkat: T.“C”ye endeksli Kuzey, T.“C”nin soru(n)larını Kuzey’e taşırken; Kuzey karşısındaki Güney de karşıtlığın kurbanı olarak, “Denize düşen yılana sarılır” açmazını seçenekleştiriyor…
* * * * *
xi) Bunlar elbette Kıbrıs’ta “Çözüm yok”un kaçınamadığı sonuç(lar)a denk düşüyor.
Kolay mı? BM Genel Sekreteri Ban Ki Moon’un, Kıbrıs görüşmelerinin çıkmaza girdiğini açıkladığı; buna bağıntılı olarak “AP’de Kıbrıs isyanı”nın[6] yaygınlaştığı; “BM’ye yakın önemli bir diplomatik kaynağın, Türkiye’nin Kıbrıs sorunun çözümü konusunda ‘eskisi gibi yardımcı olmadığını’ söyledi. Ada diplomasisinde etkin bir yere sahip olan bu kişi Kıbrıslı Rumları da her sıkıştıklarında Fransa ve Rusya üzerinden siyaset yapmakla suçladı”ğı[7] tabloya ilişkin olarak Deniz Zeyrek, “Merhum Rauf Denktaş ile Mehmet Ali Talat’tan sonra cumhurbaşkanlığı koltuğuna oturan Derviş Eroğlu, Rum muhatabı ile bir süre önce New York’ta buluştu ve çözüm için umutsuz bir çaba daha ortaya koydu,” derken; Hikmet Çetinkaya da ekliyor:
“Üçlü görüşme yapıldı ama bir sonuç çıkmadı... Türk tarafı bunu önceden biliyordu. Dr. Eroğlu’nun daha önce söyledikleri kanıtlanmış oldu…”
* * * * *
xii) Durum böyleyken; ‘AB Haber’e göre, Kıbrıslı Türk bazı sendika ve sivil toplum örgütleri, AP Sol grup üyesi Rum Parlamenterler Takis Hadjigeorgiou ve Kyriacos Triantaphyllides’e mektup göndererek Türkiye’nin “KKTC”de “uyguladığı politikaları” eleştirdi.
Ayrıca Kıbrıs’ın kuzeyindeki demografik değişim yeniden AP’de, 28 Mart 2012 tarihinde Brüksel’deki AP Sol grup GUE/NGL ve iki AP olan AKEL’in organize ettiği ‘Kıbrıs’taki Demografik Yapı: Sorunlar ve Beklentiler’ başlıklı toplantıda Kıbrıs’taki nüfus konusu tartışmaya açtı.
Ancak bunların hiçbiri sonuca müteallik olmazken Güney yönetimi, “AB ile Ankara arasındaki katılım pazarlıklarında veto ettiği altı başlıktan ikisinin müzakereye açılmasına onay verebileceği”nden söz etti.[8]
İster eleştirel, ister diyaloga açık olsun Güney’in manevra ve etkinlik alanı giderek daralmaktadır.
Bu da adadaki yabancı üstlerin, Güney’de tartışmaya açılmış olsa da, pekişmesi sonucuna yol açıyor…
İngiliz üslerinin adadaki varlığından rahatsız olan Güney Temsilciler Meclisi, bunun sonlandırılması isteğinde olduklarını ifade eden bir karar aldı.
‘Simerini’ gazetesinin haberine göre, İngiliz resmi makamları ile üs mensuplarının “tahrikkâr” açıklamalarda bulunduklarını ifade eden ‘Ekologlar ve Çevreciler Hareketi’ Milletvekili Yorgos Perdikis, üslerin kapatılması konusundaki düşüncelerinin en güçlü bir şekilde yansıtılması amacıyla, meclisin bu konuda bir karar almasını istedi.
Perdikis, İngiliz Savunma Bakanı’nın Aralık 2011’de İngiliz Avam Kamarası’nda yaptığı ve İngiltere’nin Kıbrıs’taki İngiliz üslerine bağlılığını yinelediği konuşmanın yanı sıra adadaki üs komutanının açıklamalarına dikkat çekerek bu tür tavırların “kuruluş anlaşmalarının” ihlâli anlamına geldiğini savundu.
Ancak ana muhalefetteki DİSİ’nin görüşlerini destekleyen Alithia gazetesi ise “Önce Kıbrıs sorunu çözülsün, sonra İngiliz üsleri” başlıklı haberinde, iktidardaki AKEL Partisi ile sağcı partilerin bu görüşte birleştikleri açıklandı.
* * * * *
xiii) Cüneyt Özdemir’in, “Az gittik uz gittik, AKP iktidarında Kıbrıs konusunda gele gele rahmetli Rauf Denktaş’ın durduğu yere geldik,” diye tarif ettiği koordinatlarda yapılması gereken, “İlhaka hayır!” talebini, “Adadaki tüm yabancılar defolsun!” şiarıyla bütünleştirerek Kıbrıs’ı, Kıbrıslı olmayan güçlerin pazarlık meselesi ve kozu olmaktan çıkartmaktır…
Bu bağlamda kimileri “abartılı” bulsa da, ‘Afrika’ gazetesinin “Sana da Has...tir!” manşetini atıp, “Ne dedin Egemen Efendi, Türkiye’ye mi bağlayacaksın bizi. Ne duruyorsun bağla da görelim hadi... Sen de anlarsın o zaman bakalım nasılmış Kıbrıs eşeğinin çiftesi” saptamasının işaret ettiği politik duruş önemli ve öğreticidir!
Evet, Kıbrıs’ın “kurtarıcılarından”(?) kurtarılması, kurtuluşunun en önemli adımı olacaktır…
‘Kıbrıs Kongresi’, suskunluğun ortasında ve çok önemli bir zamanda herkese anımsattı…
* * * * *
xiv) Şimdi tüm Kıbrıs’lıların, Kuzey’inden Güney’ine, tüm milliyetçilikleri bir kenara bırakarak, Malcolm X’in, “Yanlış yanlıştır, kimin söylediği önemli değil,” sözünü anımsamaları gerekiyor…
Sadece bu değil; “Bencilliğin gözü perdelidir,” notunu düşen Mahatma Gandhi’nin uyarısının da “es” geçilmemesi gerek…
Nihayet onurlu, devrimci, enternasyonalist çözüm için “Hak bellediğin yolda, yalnız da olsa gideceksin,” diyen Tevfik Fikret ile Konfüçyus’ün, “Derin olan kuyu değil, kısa olan iptir,” sözlerinin kulaklara küpe edilmesi gerek…
Son bir not da Kürtçesiyle Albert Einstein’dan: “Ne ji ber kesên ku xerabiyê dikin dinya cihekî xeternake, ji rûyê kesê ku bi mayîna bêtêkilî jê re tu tiştî nakin…” Türkçesi “Dünya, kötülük yapanlar yüzünden değil, seyirci kalıp hiçbir şey yapmayanlar yüzünden tehlikeli bir yerdir,” demek…
27 Mart 2012 09:39:44, Ankara.
N O T L A R
[*] Kıbrıs’ta Sınıf Bilinci, No:3, Bahar 2012…
[1] Aleksandr Soljenitsin.
[2] Sami Kohen, “Ortadoğu’da En Popüler Ülke Türkiye”, Milliyet, 3 Şubat 2012, s.18.
[3] Özlem Yüzak, “Bir Eğitim İkilemi: ODTÜ Kıbrıs”, Cumhuriyet, 21 Mart 2012, s.11.
[4] Fehim Taştekin, “… ‘Tatlı Dil’ ile ‘Hard Talk’…”, Radikal, 4 Mart 2012, s.28-29.
[5] “Türkiye, Kıbrıs’ta AB’den Etkilenmez”, Radikal, 4 Mart 2012, s.7.
[6] Güven Özalp, “AP’de Kıbrıs İsyanı”, Milliyet, 9 Mart 2012, s.20.
[7] Sefa Karahasan, “Türkiye Artık Kıbrıs’a Yardım Etmek İstemiyor”, Milliyet, 7 Mart 2012.
[8] “Rumlardan 2 Başlıklı ‘Taktik’…”, ntvmsnbc.com, 6 Mart 2012.