“Sen öyle san!” [1] “Dünyada söylenmemiş hiç bir söz yoktur.” [2] (BİR) Bilenler bilir: Anlam veremediğim “polemikler”den uzak dururum...
“Sen öyle san!”[1]“Dünyada söylenmemişhiç bir söz yoktur.”[2]
(BİR) Bilenler bilir: Anlam veremediğim “polemikler”den uzak dururum, durmaya gayret ederim. Tabii bir yere kadar.
Belirteyim: Önce durdum, bekledim, yazmaktan başka “çare” kalmayınca da, bu satırları kaleme almak zorunda kaldım/ bırakıldım.
Plutarkhos’un, “Delphoi kehanetinde iki söz vardır ki insanlığın yaşamında çok işe yarar: ‘Kendini tanı’ ve ‘Hiçbir konuda aşırıya kaçma’. Kehanetteki tüm öteki buyruklar bu iki söze dayanır,” uyarısını asla göz ardı etmeyen birisi olarak, zinhar, kimseye “kem söz” edecek değilim.
İlk adımda adını koyayım: “Polemik”ten yana değilim. Tartışmadan da, karşılıklı bilgi alış verişiyle, öğrenme/ kavramayı anlıyorum.
Kimileri beğenmeyip, “gülümsese” de “tartışma” deyince: Epiktetos’un, “Doğa bize bir ağız, iki kulak vermiş: Bir söylersek iki dinleyelim diye”; Antoine de Saint-Exupéry’nin, “İşte benim sırrım, çok basit bir sır: İnsan ancak yüreğiyle doğru görebilir; öz, gözle görülmez”; W. H. Auden’in, “Burnunun dibinde olanı görmek için fazla yetenek gerekmez, ama burnunu ne tarafa çevireceğini bilmek için epeyce bir yetenek gerekir”; Cesare Pavese’nin, “Hızlı ve uzun yol almak istiyorsanız, üstünüzdekileri çıkarıp hafifleyin. Tüm hınçlarınızı, kıskançlıklarınızı, hoşgörüsüzlüklerinizi, bencilliklerinizi ve korkularınızı atın üstünüzden,” sözlerini anımsar ve anımsatırım…
* * * * *
(İKİ) “Tartışma” (asla “polemik” değil!) dediğim şey benim için öğretici, ilerleyici, yol açıcı ve en önemlisi de devrimci praksise mündemiçtir… Böyle de olmalıdır.
Çünkü yöntemin “olmazsa olmaz”ı olan böylesi bir tavır için “Eleştirinin Eleştirisi”[3]kilit önemdedir.
Bu bağlamda eleştirinin eleştirisi, somuttan soyuta doğrudur.
Somutla bağı olmayan soyut da, olsa olsa “teorist” zorlamadır… Ya da “… ‘Nasıl da çaktım abi’ yazarlığı”dır!
Bu güzel betimleme benim değil; “… İnternetin yeni gerekliliklerine fazlaca kapılıp teoriyi, analitik düşünmeyi bir yana bırakıp işi ‘ekspres laf sokuculuğuna’ getirirseniz o pek olmadı değil mi?”[4]uyarısını dillendiren Deniz Coşan’ın…
Coşan’ı tanımam bilmem; ama, Peyami Sefa ucuzluğunun[5]yaygınlaştığı bir sanal sorumsuzluğun “ekspres laf sokuculuğu”nu bundan iyi betimleyeni duymadım…
İyi de bunlar böyle diye “susacak” mıyız? Mümkün olduğunca “Evet”. Ancak “Evet”in imkânsızlaştığı yerde, zorunlu bırakıldığımıza sırt dönmeyeceğiz.
Bu çerçevede, “Müsademe-i efkârdan barika-ı hakikât doğar,” diyen Namık Kemal haklı; ama her zaman değil!
Örneğin tartışmada hakaretin, haksız olanın “gerekçesi” olduğunu unutmadan; bir de niyet sorgulayıp, başkasının ağzına laf koymadan…
George Bernard Shaw’ın, “İletişimdeki tek ve en büyük sorun, iletişimin sağlandığını sanmamızdır,” uyarısı orta yerdeyken; “niyet sorgulayan, başkasının ağzına laf koyan” tartışma bir iletişim değil, “körler sağırları ağırlar” denilen bir iletişimsizliktir.
Tartışmada iletişim için önce diyeceğinin ne anlama geldiğini bilmeli, somut hakkında fikir sahibi olmalı, ondan sonra da konuşmalıdır. Ancak, iletişimsizliği körükleyen soyut sözcüklerin, “Nasıl da çaktım abi’cilerin, kullandığı en güçlü uyuşturucuları olduğunu da “es” geçmeden!
“Es” geçilirse ne olur mu?
Bunun yanıtını, “Kuyu kurbağasına okyanustan söz etsen aklına sığmaz, yaz böceğine kardan söz açsan havsalası almaz,” diye verir Zhuangzi…
* * * * *
(ÜÇ) Bu saptamalar eşliğinde, Ahmet Kaplan’ın “… ‘İsmail Beşikçi ve Türkiye’de İfade Özgürlüğü’ Sempozyumu ve CIA Kuruluşları” başlıklı yazısının imal ettiği “mesele”ye “taraf” olacağım.
Olacağım… Çünkü Fatma Ataseven arkadaş diyor ki:
“Ahmet arkadaşın yazısını okudum; (…) sorulan sorulara yanıt verilmesi gerekir…”[6]
Olacağım… Çünkü Ali Haydar arkadaş diyor ki:
“Ahmet arkadaşımız kendi açısından takip ediyor ve bizimle fikirlerini düzenli bir şekilde paylaşıyor, üstelik somut dayanaklarını da bize sunuyor. Öyle işkembeden sallamadan, bakın bu grupta Gün Zileli de var. Fikret Baskaya da var. Temel Demirer de var. İsteyen soldan yana yüreği çarpan herkes katılabilir de. Yalnız benim anlamadığım Temel Demirer arkadaş kendine göre bir açıklama getirebilirdi veya bu işin başını çeken Fikret Başkaya açıklama yapabilirdi. Nedense taşeron misali Temel arkadaş bir başkasının yazısını buraya taşıdı. Kendisi cevap vermekten herhâlde aciz değildir. Hatta Gün Zileli de yazabilirdi. Neden böyle birşeye gerek duyulmadı? Bu konunun ayrı bir yanı…”[7]
Başkalarını bilemem ama benim meseleye ilişkin yanıtlarım ve elbette tarafım var.
Herkesin içi rahat olsun dostun da düşmanın da önünde yanıtını veremeyeceğimiz hiçbir soru(n) söz konusu olmamıştır, olmaz da…
Ancak burada Doğan Subaşı’nın, “Sempozyum’a katılan ABD kaynaklı vakıflarla ilgili Ahmet’in ilk yazısını okuyunca, oldukça şaşırdım. Devrimcilerle bu emperyalist vakıfların ne gibi bir ilişkileri olabilirdi? İlk etapta şöyle düşündüm; bu olsa olsa, sempozyumu düzenleyen arkadaşların ‘özensizliği’ ile açıklanabilirdi. Doğrusu bunu düşündüm ve sempozyum düzenleyicilerinin açıklamalarını beklemeye başladım. (…)
Elbette kimse, kimin kimle ne yapacağı hakkında karar (ya da fetva!) veremez. Dileyen emperyalist vakıflarla işbirliği de yapabilir, oralardan maaş da alabilir.
Ama ortalıkta devrimciyim diye dolaşıyorsanız, yaptığınız etkinliği de devrimci bir eylem olarak tanımlıyorsanız, devrimcilerin de yanıt hakkı doğar.
Ben bu sempozyuma katılıp da, kendisine devrimciyim, solcuyum diyen arkadaşlardan, Ahmet’in iddiaları konusunda doğru dürüst bir açıklama bekliyorum,”[8]satırlarından “Dileyen emperyalist vakıflarla işbirliği de yapabilir, oralardan maaş da alabilir,” ibaresini ona -“Bir daha asla olmasın” vurgusuyla- iade edip, sıralayalım:
Bu toplantı İsmail Beşikçi’ye verilen hapis cezasına uluslararası kamuoyunun dikkatini çekmek için düzenlendi…
Bunun için en uygun kanalın, uluslararası insan hakları kuruluşları olacağı, açıktı…
Zira bu kuruluşlar, hem kendi devletleriyle hem de uluslararası kurumlarla girift ilişkiler içerisindedirler ve Türkiye üzerinde basınç uygulama olasılıkları yüksekti…
Geçerken belirteyim: Yeryüzünde emperyal odaklarla şu ya da bu biçimde ilişkili olmayan uluslararası bir “İnsan Hakları” örgütü var mı?
Bu kurumların temsilcileriyle Sempozyum’da, devrim stratejilerini vb. tartışma amacı söz konusu değildi…
Amacımız, İsmail (Beşikçi) Hoca’mızın bir kez daha demir parmaklıklar ardına gönderilmesine dikkat çekip, bu konuyu uluslararası düzleme taşımaktı…
Aksi, elbette mümkündü: Sadece kendimizin konuşup kendimizin dinleyeceği, çok “doktiriner” lafların edildiği bir toplantı...
Ama bunu yankısı ne olurdu? Bakın burası tartışmalı…
Oysa sempozyuma katılan uluslararası örgüt temsilcileri, kurumlarının Türkiye’deki ihlâller konusunda daha duyarlı olması yolunda çaba göstereceklerini beyan etmişlerdir. Ayrıca toplantıya katılanların kabul etmeyeceği tek bir kelime dahi etmemişlerdir…
Kaldı ki toplantıya katılanların tanık olduğu üzere, İsmail (Beşikçi) Hoca’mızla dayanışma toplantısı anti-emperyalist, anti-kapitalist öğelerin öne çıktığı bir atmosfere tahvil oldu…
Bu sonucun ne İsmail Beşikçi Hoca, ne de bu ülkedeki diğer “düşünce suçluları” ve “ihlâl mağdurları” için olumsuz olduğunu düşünmüyoruz. Toplantıya katılanların tümünün de kanısı bu yöndedir; toplantıya baştan sonuna katılıp da, aksini iddia edecek bir var ise susmayıp, benim diyerek konuşmalıdır…
Bunun yanı sıra, Sempozyum kayıtları, çözümlendikçe http://www.adog.web.trsitesinden yayınlanmaktadır. Dileyen, bu kayıtlara ulaşıp katılımcıların konuşmalarını dinleyerek, organizasyonun “Emperyalizme ne ölçüde, nasıl, ne şekilde hizmet ettiği” sorusunun yanıtını kendisi verip/ alabilir…
* * * * *
(DÖRT) Bu mesele Ahmet Kaplan’ın, www.sendika.org’da 19 Eylül 2011’de yayımlanan makalesiyle başlamadı.
Maria Şatıroğlu’nun, Odatv.com’da 16 Eylül 2011 tarihinde yayımlanan “… ‘78’liler Federasyonu’ Bu Durumu Açıklamalı!” başlıklı yazısıyla başla(tıl)dı.
Hakkında -özel durumundan ötürü- bir şey demeyeceğim; ancak liberaller kadar mesafeli olduğumun altını özenle çizeceğim bu (“ulusal sol”cu) odak bakın ne diyor:
“… emperyalist merkezlerin ‘sivil’ görünümlü, ‘demokrasisever’ ama kazıyınca CIA’dan finanse edilen örgütler olduğu ortaya çıkan odakların fısıldayıp desteklediği… oturumlar, yalnızca örümcek ağlarınca kullanılanlarca değil bizzat örümceklerin katılım(lar!)ıyla sürüyor!”[9]
Bu düşkün üslubun, aynıyla vaki olduğuna dikkat çekip, seviy(sizlikl)elerine düşmeden belirtelim: Sözü edilen toplantı ile “Devrimci 78’liler Federasyonu”nun hiçbir ilgisi/ ilişkisi yoktur.
Üçü beşten atanlar, bilmeden konuşuyorlar, her zamanki gibi…
Evet işaret fişeği Odatv’den geldi…
Sadece, buna dikkat çekip devam ediyorum; Ahmet Kaplan’ın yazısı bunun üç gün ardından dolaşıma girdi.
Burada kısa bir parantez açıp, sormam gerek: Herkese anti-emperyalizm “dersi verme”ye kalkanlar AİHM kapısında sıraya girerken, komik duruma düşmüyorlar mı?
Nasıl mı?
Haber şu: “Odatv davası, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ne (AİHM) taşındı. AİHM, Türkiye’yi, ‘özgürlük ve güvenlik hakkı’, ‘adil yargılanma hakkı’, ‘hukuki korunma hakkı’, ‘özel hayatın gizliliği’ ve ‘savunma hakkı’nı ihlâl yönünden yargılayacak.
Ergenekon soruşturması kapsamında tutuklanan Odatv internet sitesi muhabiri Müyesser Yıldız Uğur, soruşturmada Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin (AİHS) 5, 6, 10 ve 13. maddelerine aykırı davranıldığını belirterek bunun tespiti talebiyle AİHM’ye başvurdu. Mahkeme, başvuruyu kabul etti.”[10]
AİHM, emperyalist AB’nin “insan hakları” kurumu değil mi?
İyi de Maria Şatıroğlu’nun, Odatv’si orada ne arıyor?
Bu soruyu sormak hakkım. Çünkü “ceza aldığım” Malatya 2. Ağır Ceza Mahkemesi kararına ve Ankara 2. Asliye Ceza Mahkemesi’nde TCK 301 ve 216/1 maddelerinden yargılanmamın hâlâ sürdüğü davanın ilk celselerinde mahkemelere kararları ne olursa olsun, AB emperyalizminin AİHM’ine itirazda bulunmayacağımı yüksek sesle ifade etmiştim…
Bunu yapan birisi olarak, bana Pablo Picasso’nun, “Yüzün üzerinde olanı mı, içinde olanı mı, ya da ardında mı olanı çizelim?” sözünü anımsatanlardan neden anti-emperyalizm “dersi” alacakmışım ki?!
* * * * *
(BEŞ) Maria Şatıroğlu’nun mantık(sızlığ)ıyla malûl bir düzlemde, “12 Eylül için sosyalistler tarafından düzenlenen bir sempozyumda, bir sürü CIA ya da emperyalist vakıf kendilerini insan hakları savunucusu olarak sunuyorlar. Bu bir 12 Eylül hesaplaşması değil, emperyalist sistemin meşrulaştırılmasıdır ki 12 Eylül darbesinin en önemli amaçlarından birisi bu idi,” vurgusunu yapan Ahmet Kaplan özetle diyordu ki:
“İnternet gazetelerinden öğrendiğime göre, 17 Eylül günü Ankara’da Çankaya Belediyesi Çağdaş Sanatlar Merkezinde Ankara Düşünceye Özgürlük Girişimi tarafından bir sempozyum düzenlenmiş. Adı ‘İsmail Beşikçi ve Türkiye’de ifade özgürlüğü’ olan sempozyumun amacı 12 Eylül faşist darbesini 31. yıldönümünde lanetlemek.
Sempozyumun açılış konuşması Ankara’ya Düşünceye Özgürlük girişimi adına, kendisi de 12 Eylül darbesinden sonra mesleğinden uzaklaştırılan ve yıllarca içerde yatan Sayın Fikret Başkaya tarafından yapılmış. Toplantıda moderatör, konuşmacı vb olarak katılan diğer sol demokrat aydınların listesi ise bir hayli uzun. Sibel Özbudun, İsmail Beşikçi, Temel Demirer, Şanar Yurdatapan, Onur Hamzaoğlu, Mesut Yeğen, Banu Güven, Kemal Göktaş vb. liste uzayıp gidiyor.
Bir de yabancı katılımcılar var. Mesela Freedom House’dan Eliza Young, İFEX’ten Annie Game, Article 19’dan Barbara Bukovska, Index on Censorship’ten Emily Butselaar, HRW’den Emma Sinclair-Webb de o gün panelist konuşmacı vb. olarak katılan insanlar. Paneli organize edenleri tebrik etmek lazım. Tek eksik Paul Henze, hani 12 Eylül Darbesi için ‘bizim çocuklar yaptı’ diyen Amerikalı faşist. Ama n’aparsın adam ölmüş, ölmese belki onu da çağırırlardı.
Freedom House’ın web sayfasına bile baksanız bu kuruluşun CIA’nın yan kuruluşlarından birisi olduğunu görürdünüz. Hadi oraya bakmadınız bari Sevgili Chomsky’ye sorsaydınız. (…)
Arkadaşlar Freedom House 12 Eylül darbesinin mimarlarının işlettiği bir psikolojik savaş vakfıdır. Bu kişilerin ne işi var bu sempozyumda? Sempozyuma katılan diğer vakıflar da farklı değil. Human Rights Watch da bir CIA kuruluşudur. Asıl Adı Helsinki Watch idi ve SSCB’ye karşı propaganda aracı olarak kurulmuştu. HRW da aynı Freedom House gibi ABD’li bürokratlarca yönetilir ve CIA’nın bir psikolojik savaş aygıtıdır. (…)
Freedom House ya da HRW gibi örgütlerin başarılı şekilde faaliyet gösterebilmesi için kamuoyu nezdinde meşruiyet kazanması gerekir. Yoksa dediklerine kimse inanmaz. Bu yüzden bu vakıflar meşrulaşmak amacı ile dünyanın her tarafında milyarlarca dolar para harcarlar. 17 Eylül sempozyumu bu savaş örgütlerinin meşrulaştırılması açısından çok önemli bir olaydır, çünkü düzenleyenler solcudur. HRW’nin böyle bir toplantıya çağrılması NATO’nun Libya’nın ırzına geçmesini dolaylı olarak meşrulaştırmaktadır.
Article 19, Ford vakfı vb vakıflar yanında, İngiltere devletinden ve Hollanda ve Norveç Dışişleri bakanlıklarından aldığı paralarla faaliyet yürütür. Doğal olarak parayı veren düdüğü çalar. Article 19 batılı emperyalist devletlerin bir dış politika aracıdır. (…)
Bazen duygularımı ifade etmek için söyleyecek kelime bulamıyorum. 12 Eylül için sosyalistler tarafından düzenlenen bir sempozyumda, bir sürü CIA ya da emperyalist vakıf kendilerini insan hakları savunucusu olarak sunuyorlar. Bu bir 12 Eylül hesaplaşması değil, emperyalist sistemin meşrulaştırılmasıdır ki 12 Eylül darbesinin en önemli amaçlarından birisi bu idi.”[11]
Dolaylı da olsa, nihayetinde “temel iddia”sı, “emperyalizm ile uzlaşma” olarak özetlenebilecek Ahmet Kaplan, bunları demesine diyor da, söz konusu kurumlara ilişkin bilgilere ulaşmanın imkânsız veya sadece kendi “inhisarı”nda mı olduğunu zannediyor?
Öncelikle “şeytan”la işbirliğini lanetleyenler, “şeytana karşı” olması kaydıyla, aksinin de mümkün olacağını bilmeliler…
Kaplan’ın “sayın” sıfatını layık gördüğü Fikret Başkaya ya da her nasıl lütfetmiş ise “diğer sol demokrat aydınlar listesi”ne dahil ettiği Sibel Özbudun, İsmail Beşikçi, Temel Demirer, Şanar Yurdatapan, Onur Hamzaoğlu vd’leri adı zikredilen kurumlar hakkında fikir sahibidirler; sadece fikir de değil; aynı zamanda diyetini ödedikleri bir kavganın da içindedirler…
Hiçbir şey, Ahmet Kaplan’ın iki satır çiziktirmesindeki kadar kolay/ucuz değildir, olamaz da…Burada soru(n), bu kurumlarla katılınan toplantıda, “abdesinden emin olanların ne dediği”dir!
Kaplan bu konuda (b)ilgi sahi midir?
Gereken gerektiği biçimde ifade edilip, yüksek sesle mahkûm edilmiştir!
Toplantıya katılanlar bunun tanığı ve tarafıdır!
Ahmet Kaplan’ın bu konuda deyip eleştirebileceği, itiraz edebileceği zerrece bir şey yoktur; varsa somut olarak demeli, dillendirmeli, eleştirmelidir…
O hâlde öze değil, ama biçime itiraz eden Ahmet Kaplan’ın tavrı sol pasifizm denilen şeyden malûlken; “sol çocukluk” bile değildir!
Hatırlıyorum, tanığı ve tarafı olduğum benzer bir tartışma Chiapas’da da olmuştu: 1996 yılında La Realidad’taki Kıtalararası Buluşma’ya Alain Touraine’in katılımına itiraz gibi.
“[Toplantıya] Touraine’in gelişi, 280 kişilik Fransız grup içinde tartışılmış. Üç Fransız, Marcos’a mektup yazıp, Touraine’in toplantıya katılmasının/ kabulünün doğru olmadığını, çünkü Touraine’in, Fransa’daki işçi eylemlerinde Juppé’nin, neo-liberal ‘reform paketi’ni desteklediğini ifade etmişler. Gerçekten de post-modern Touraine, Fransa’da Juppé-Chirac’a destek verirken, ne hikmet ise, Chipas’ta da neo-liberalizme karşı çıkarak, Zapatistalar’ı ‘destekliyor’… Tam bir post-modern paradoks…
Bu sorun üzerine Marcos ile Fransız delegasyonu temsilcileri arasında iki saatlik bir tartışma toplantısı yapılmış. Marcos, ‘Bu buluşma Zapatistalar’ın toplantısı değil… Buraya neo-liberalizme karşıyım diyen herkes katılabilir… Toleranslı olmalıyız… Eğer Touraine, Fransa’daki işçilerin neo-liberalizme başkaldırısına karşı çıkıp, Chiapas’ta neo-liberalizme karşıyım diyen bir çelişkiyi yaşıyorsa, bize düşen, ona bu çelişkisini anımsatıp, sorunu çözmeyi kendisine bırakmaktır,’ demiş”ti…[12]
Burada durup ekliyorum: Sözü edilen kişilere ilişkin bakışım budur. Komutan Yardımcısı Marcos’un ifade ettiği gibi…
Lafı uzatmadan noktalayayım. Ahmet Kaplan’ın bakış açısıyla mühürlü Alman trenine binen V. İ. Lenin de sorunludur!
* * * * *
(ALTI) Ahmet Kaplan’ın “tashih” kadar, tarife de muhtaç olan tutumu, adım başında, somuta aşina olmamanın sıkıntısını çekip, tökezlemektedir.
Temur Taşdemir’in uyarısındaki üzere: “Düşünceye Özgürlük Vakfı ile düzenlenen sempozyumla 78’liler vakfının veya 78’liler Girişiminin hiçbir ilgisi yoktur. Ahmet Arkadaş ilk yazısında 78’liler vakfı diye yazmış olmasına rağmen ikinci yazısında 78’liler vakfından özür dileyerek bu etkinliği Devrimci 78’liler Federasyonunun yaptığını açıklamıştır.
Devrimci 78liler federasyonu da kendi açılarından açıklamalarını yapmışlardır. Durum böyleyken, bazı arkadaşların ısrarla 78’liler vakfını bu etkinliğe ortak etme çaba ve ısrarlarını nasıl yorumlamak gerekiyor? Bilmiyorum. Bu arkadaşlar en azından 78’liler vakfına bir özür borçlu değiller mi. Bilgi sahibi olmayabilirler ama en azından araştırmak gerekir.”[13]
Siz bakmayın Ahmet Kaplan’ın, “Yazdığım her şey bilgilere dayalıdır. Beni oraya buraya davet etmenize gerek yok, istesem de gelemem zaten. Ancak bu forumlar ve sitelerde sizle istediğiniz gibi tartışabilirim, tabii eğer heybenizde küfürden başka bir şey varsa! (…)
Eminim sol kamuoyu sadece Fikret Başkaya’nın değil mesela sen ve adı geçen diğer sol aydınlardan da niçin bu vakıflarla aynı platformda yer aldığınızı öğrenmek isteyecektir. Umarım o çok övündüğünüz entelektüel vicdanınız bunu açıklamaya engel değildir.
Bu arada belirtmem lazım; Freedom House’ın ne olduğunu sizin bildiğinizi biliyorum. Sadece siz değil, Temel Demirer başta olmak üzere oradaki katılımcıların büyük çoğunluğu bu vakıfların ne olduğunu biliyordu.
Sempozyumdan bir gün önce 78’liler Federasyonu’ndan arkadaşlar bu vakıf konusunda sizi uyardıklarını, ama sizin buna rağmen bu toplantıyı yaptığınızı belirttiler. Buradan çıkan sonuç, sizin bu vakıflarla çalışmanız bilgisizlikten değil, bilinçli bir tercih. Bu sadece sizin kişisel tercihiniz değil, görünüşe göre sizle beraber Ankara Düşünceye Özgürlük Girişimi’nde yer alan diğer ‘sol’cu aydınların da tercihi. Siz grubunuz adına mektup yayınlıyorsunuz, gruptaki diğer insanlar ise mesela Temel Demirer bu mektubu forumlara yayma işini yapıyor. Bu arada ‘10 saate yakın İsmail Beşikçi’nin yanında direnen’ hiç bir entelektüel çıkıp bu konuda bir şey söylemiyor,”[14]demesine…
Öncelikle hiç kimse Ahmet Kaplan’ın standartlarıyla uyumlu olmak zorunda olmadığı gibi, bu türde beklentiler ise yalnızca sahibini bağlar.
O, Sait Çetinoğlu’na “Hadi oradan, densiz!” diyen “densiz” bir vurguyla verdiği yanıtta “hariçten gazel” atıyor.
Bu imkânsız değil, elbette mümkün. Ancak 11 yıl 8 ay 23 gün 8 saatlik sürgünlüğümde asla “hariçten gazel” atmadığım için bu tutum(suzluk) bana uymuyor, “Küfür, üslup mudur?” diye sormama yol açıyor…
Hızla bir kez daha sıralayayım:
Evet, bu vakıfların ne olduğunu biliyorum/z. Ancak, siz benim/bizim ne dediğimizi biliyor musunuz? Anlıyor musunuz?
Şeytan ile işbirliğine asla karşı olmadım; şeytana ruhumu satıp, onun tarafından asla ve kat’a kullanılmadığım gibi… Yaşadıklarım bunun kanıtı! Aksini “iddia” edecek biri var ise bir adım ileri atsın…
Bir kez daha sorayım: Beşikçi ile (kim dayanışmak isterse bu dayanışma çerçevesinde) dayanışma platformunda yer almak “suç” mu? Yanıtlayayım: Yer almamak “suç”tur!
Evet, Sait Çetinoğlu’nun açıklamasını kimi gruplara, ben yaydım. Yaydığım yerlere erişimi olmadığı için. Bunda soru(n) ne?
* * * * *
(YEDİ) Soru(n) kimileri için “Bilgi” eksikliğinden malûl olduğumuz manipülasyonu!
Hayır Diana Barahona’nın, “Freedom House Dosyaları”nı[15]önemsiz bulduğum yok; ama bunlar bunu bilenler değil, bilmeyenler için daha önemli…
Wikipedi’den bilgilenenlerin “bilgileri”ne pek değer vermem!
Tıpkı “Sefa Kübalı” rumuzlu zatın, “Freedom hakkında gerçekten Almanya Wikipedia’sında da geniş bilgiler var. Üstelik ABD Hükümeti yani yönetimi tarafından finanse edildiğini de açıklıyor. Neyin inkârını ediyor bu millet anlamadım. Hayret doğrusu, dünyada hangi ülkelerde nasıl ABD’nin sözde özgürlük özde ise tamamen işgal ve hegemonya tahakkümü politikalarının misyonerliğini yapan bir kurumun neyini savunurlar hayret doğrusu. Sayın İsmail Besikçi bari uyanık olsunda bu liboş tosuncukların tufasına gelmesin...”[16]
“… bu liboş tosuncukların bu kurumları bize gerçek demokrasi ve insan haklarını savunma aracı veya kurumlarıymış gibi göstermeye ve yutturmaya çalışmaların…”[17]
“… salon sosyalistliği elbette kolay sokaklara çık sen önce o bir yığın zulme maruz kalan insanların yanına, CIA ile yan yana kime karşı direniyorsun?”[18]türünden desteksiz atışlarına itibar edilemeyeceği gibi…
“Freedom hakkında gerçekten Almanya Wikipedia’sında da geniş bilgiler var” diyen “Sefa Kübalı” rumuzlu zatı, Ahmet Kaplan dahi, “Sevgili Sefa, Wikipedia kullanılması gereken ama dikkatle kullanılması gereken bir bilgi kaynağı. Tüm makaleler doğal olarak makale yazarının politik görüşlerini, ideolojik eğilimlerini bilgi birikimini vb yansıtır. Bir de bunun ötesinde özellikle politik konularda ve sosyalizmin tarihine ilişkin konulardaki makalelerin bir çoğu dezenformasyon içeriyor. Genellikle bu tür makaleleri Anglo sakson dünyadan anti komünist akademisyenler yazıyor ve ne kadar soğuk savaş propagandası varsa kapımızın önüne yığıyorlar. Freedom House’un Türkce wiki maddesine bakmamıştım ama onun bağımsız olduğunu yazdıklarına bakılırsa sanırım o maddeyi Freedom House dan birisi yazmış,”[19]diye uyarıyor…
Alın siz(ler)e uzaklardan “salon sosyalistliği” eleştirisi(?) ile “sokaklara çıkmak”tan söz ederek, “liboş tosuncuk”/ “tufaya gelmek” gibi “bilimsel argümanlar”la bilgi verenler!
Hayır! Bu düzey(sizlik), benden/bizden uzak olup, ona sahip çıkanlara kalsın!
* * * * *
(SEKİZ) Benden/bizden uzak olması konusunda çok kararlı olduğumuz düzey(sizlik), sadece bunlarla sınırlı değil, bir de “ulusal sol zırvalar” var!
Mesela “CIA’dan Medet Uman 78’li Olur mu?” vurgusuyla, “YAZIK YAZIK…
Bugün geldiğimiz noktada görüyoruz ki bunlar bile CIA’nın faziletini keşfetmişler…
Görüldüğü gibi Türkiye’nin bu sosyalistleri; kurtuluşu CIA’da ve onun sivil kullarında bulmuşlar.
Bence bunlar isimlerini biraz değiştirerek kendilerine ‘Liberal 78’liler’ desinler. Zaten İsmail Beşikçi’nin ömrünü Kürt nasyonalizmini yaratmaya harcadığını bilirseniz bu ekipten başka bir davranış da bekleyemezsiniz. Darbeler böyledir: Darbede ezilenler; ya çek senet mafyası olur ya da liberal düzen övgücüsü,”[20]diyen Rıza Zelyut gibi…
“78’liler’i liberal”, “İsmail Beşikçi’yi Kürt nasyonalisti” ilan etmeye cüret eden densizlik, olsa olsa Kemalist bir hezeyanın mevludundan başka bir şey olmaz…
Yakup Özarslantürk’ün de, Rıza Zelyut’a haklı eleştirisinde hatırlattığı üzere:
“İsmail Beşikçi’nin Kürt nasyonel Sosyalist yani Kürt faşisti olarak tanımlanması da kabul edilemez. Bu anlayış da şoven, ırkçı, faşizan bir söylemdir. İsmail Beşikçi araştırmacı yazardır. Resmi tarihe karşı gerçek tarih üzerinden Kürt kimliğini araştırmakta ve bedelini de ağır ödeyen yazardır.
Kızılderililerin, Filistinlilerin, Basklıların vb. yoksayılanların kimliklerini araştırıp yazmak faşistlik değildir fakat bunları araştırdıkları için ağır bedel ödettirenler ve onlardan yana olanlar gerçek anlamda şoven ve faşisttir, hangi kimlik altında olursa olsun.
İsmail Beşikçi’nin yazdıklarını çürütecek belgeler konacağına Türk olan birini Kürt nasyonal diye tarif etmek sol adına yapılıyorsa hele siyaseten iflas etmektir. Sol enternasyonal kimliğinden ulusalcı kimliğe bürünmüş ise o zaman o çakma sola, benim ‘Türk nasyonal sosyalisti’ deme hakkım doğar.”[21]
Devamla yine Rıza Zelyut’a bir başka yanıtta Hüseyin Eslek’in de dikkat çektiği gibi:
“Eminim ki orada Kürt yerine ‘Türk ulusallığı’ adı yer alsa sizin gibi Türk milliyetçisi yaftası taşıyan biri bu organizasyonu ayakta alkışlardı sayın Zelyut. Yapılan her etkinliği ve her düşünceyi Türk-İslâm sentezinde değerlendirmekten vazgeçmelisiniz artık.
XXI. yüzyılda dahi ‘Düşünceye Özgürlük’ adına yapılan tartışma girişimlerini engellemeye çalışan, olumlu katkılar sunmaktansa emperyalizmle bağlantılı olduğunu iddia eden birinin kendini eğitimci, yazar yada aydın olarak tanımlaması utanç vericidir.
Kişilerin ve toplumların özgür düşünebilme çabaları devam edecek ve bu ülkedeki ve bu dünyadaki devrimciler Özgür Düşünceye her zaman destek vereceklerdir.
Katılımcıları CIA ile bağlantılı göstermek isteğiniz ne 78’lilerin tarihini değiştirecek ne de devrimci sosyalist kimliklerini.”[22]
* * * * *
(DOKUZ) Aklı selimini yitirmeyen sadece Hüseyin Eslek değil.
“İsmail Beşikçi etkinliği ve süregiden tartışmalar üzerine” Fatin Kanat, “Sendika.Org’da ‘İsmail Beşikçi ve Türkiye’de ifade özgürlüğü sempozyumu ve katılımcıları’ kapsamında sürdürülen tartışmaya yönelik sitemize gönderilen aşağıdaki yazıyı yayımlıyoruz. Öncelikle belirtmeliyiz ki, İsmail Beşikçi bu ülkenin en önemli aydınlarından birisidir. Bu tartışmada adları anılmak zorunda kalınan İsmail Beşikçi, Devrimci 78’liler, Sinetopya ve başka dostlarımız bizim için değerlidir,” vurgusuyla aktarıyor:
“Öncelikle İsmail Beşikçi etkinliğinin çok başarılı geçtiğini, katılımın baştan sona üst düzeyde olduğunu belirtmeliyim. İsmail Beşikçi, Kürt sorununa ilişkin yeniden cezalandırılmasına neden olan temel yaklaşımlarının altını çizdikten sonra, Eliza Young başta olmak üzere ‘CIA’ bağlantılı diğer katılımcıların huzurunda özetle şunları söyledi:
‘Amerika’nın ve Avrupa’nın temiz kurumu yoktur. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi de dahil, en temiz görünen kurumları da aslında ikiyüzlüdür. Gerek Kürt sorununda gerek Türkiye’deki demokrasi sorununda bu kurumların riyakârlığının pek çok örneğini verebilirim. Kişiler iyi niyetli olabilir, samimi olabilir ama bu kurumların değişmeyen emperyalist, sömürgeci bir misyonları vardır ve bu asla unutulmamalıdır.’
Görüşlerine katılırsınız katılmazsınız ama İsmail Beşikçi adı herhangi bir organizasyonda geçiyorsa eğer ve bu konuda bir saptamada bulunacaksanız, söylediklerinizin ne anlama geleceğini iyiden iyiye tartmanız gerekir…
Gelelim Eliza Young ve diğerleri meselesine. Etkinliği düzenleyen arkadaşlara tekrar sordum… Freedom House’la kurumsal bir ilişki içine de girmediklerini ve yerli yabancı hiçbir vakıftan maddi destek almadıklarının altını çizmişlerdir…
Üzerinde bunca gürültü kopan mevzu özetle budur. Freedom House kurum olarak muhatap alınmamış, katılımcıların dayanışma belirttikleri ön metinlerinde de düzenleyici arkadaşlar kendilerince bir sakınca bulmamışlardır. Üzerine töhmet düşebilecek olasılıklar konusunda daha dikkatli olunamaz mıydı, elbette olunabilirdi. Ama bu konularda çok hassas olan arkadaşların olayın bütününü görebilecek bir hassasiyete sahip olmaları da gerekirdi. En azından 72 yaşında olan bir düşün insanının tekrar hapse girmemesi adına kendilerinin ne yapabileceğini de tartışsalar iyi olurdu.”[23]
* * * * *
(ON) Her sözün önemi (ve önemsizliği) onun düşünülüp, tartılarak söylenmesine ve üslubuna mündemiçtir.
Bir insan nasıl konuşuyorsa öyleyken; sözcükleri yerli yerinde kullanmak da, üslûbun gerçek tanımıdır.
Söz, davranışın doğrudan akrabasıdır.
Çünkü yüksek sesle söylenen her söz, bir şey, bir sorumluluktur.
Ulu orta konuşmak, olsa olsa “hanek” iken; sözün nihai kertede dünyayı değiştirme (veya değiştirememe) eyleminin (veya eylemsizliğinin) gölgesi olduğu unutulmamalıdır…
Söylenen her söz, bir sorumluluk ve yapma çağrısıdır.
* * * * *
(ONBİR) Tam da bunun için ve benin için bu “tartışma” nihayete ermiştir vurgusuyla sıralıyorum:
i) “Ev yanarken, suyu getiren adamın saçının rengini tartışır mısınız?” der J. Krishnamurti…
Önemserim bu sözü; tıpkı hayatın yeşil olduğunu unutmadığım gibi…
ii) “Masa başında dünyayı kurtarmak ne kadar kolaydır,” der D. L. George de…
“Teorisizm”e sarılıp, mangalda kül bırakmayan çırpınışların ne kadar da nafile olduğunu anımsatırcasına…
“Teorisizm” hakkında da “Aziz dostum, bütün teoriler gridir,/ hayatın altın ağacı ise yeşil!”[24]notunu düşer W. Goethe…
iii) “Teorisist”lerin “İşbirliği” söylenceleri mi? Ayıp!
Ya yan yana olmak mı? Dayanışma toplantısını mı kast ediyorsunuz? Bakın ne der bir Kürt Atasözü: “Ba ji tehtê çi dibe?” Türkçesi şu: “Yel kayadan ne götürür?”
Sempozyumun mimarları (en çok da “hamalları”) olan başta Sait Çetinoğlu’na (ve Mahmut Konuk ile Ramazan Gezgin’e) müthiş haksızlık ediliyor.
Ne yani bir şey yapmasalar daha mı iyi olacaktı?
Buradan bir şey yapmayanların “iyi bir şey” yaptığı sonucuna mı ulaşacağız?
Hayır elbette…
Ne yapılmışsa, ben de buna ortağım…
Neden mi? “Bir şeyin haklı olduğunu bildiğin hâlde o şeyden yana çıkmazsan korkaksın demektir,” der Konfüçyüs…
iv) Bu mesnetsiz saldırılar, “Çevrendekileri alçaltarak değil; kendini gerçekten yükselterek büyüyebilirsin,” diyen Montaigne’nin uyarısından bihaber apolitik aymazlıklardır…
Söz konusu mesnetsiz saldırılar, Almanya’dan İngiltere’ye çok uzaktaki “kaygı(sızlık)lar”ken; onlar için “Girtina derî ji vekirinê hêsantire/ Kapıyı kapatmak açmaktan kolaydır”dır bir Boşnak Atasözü’ndeki üzere… (Unutulmasın: “Bir insan köprü kurar, bin insan geçer,” notunu düşer Özbeklerin atasözü.)
v) Ne “güzeldir”, etrafına durmadan ders veren “keskinlik” kolaycılığı!
Herkesi “ıslah” eder, “haddini” bildirirsiniz!
Böylesinin unuttuğu Cemal Süreya’nın dizelerindeki, “Renkleri tek başına alırsan hepsi birer tarikat” uyarısıdır!
Bize durmadan nelerin emperyalizmin kurumların olduğundan söz ediyorlar. Malumun ilamı bunlar; “sır” falanda değil… “Problem” de, tartışılan da bu değil! Ne güzel demiş William James, “Yanlış anlayanlar tarafından söylenen bir doğrudan daha kötü hiçbir yalan yoktur,” diye…
vi) “Üslup” deyip geçmeyin sakın: Leo Alkman’ın ifadesiyle, “Bir insan hakkında, başkalarının onun için söylediklerinden çok, onun başkaları için söylediklerinden fikir edinilebilir.”
“Aleyhistan’da yeni bir lehçe olmak”tan söz eden Can Yücel, iyi ve gerekli olanın altını çizerken ekler: “Dili bilmek ve dibi bilmek gerek” diye…
Buradan ahkam kesmemenin, üslubuna dikkat etmenin yani Turgut Uyar’ın, “Her şey naylondandı o kadar” denilenlere benzememenin önemi ortaya çıkar…
Çok bilmişlik yaygın bir yüzeyselliğe dönüşürken; “keskin sirkelik”le idare edenler: Konfüçyüs’ün, “İyi insan, güzel söz söyleyen değil, söylediğini yapan ve yapabileceklerini söyleyendir”; Muhammed İkbal’in, “Aynı gökte uçarlar ama, kuzgunun dünyası başka, şahinin dünyası başkadır”; Rus Atasözü’nün,“Bir kişi herşeyi öğrenemez”; Bergs’in, “Kişilik, düşmanını, kendi yuvasında barındırır”; François de la Rochefoucauld’un, “Akıllı görünme isteği, çoğu zaman akıllı olmamızı engeller,” uyarılarını kulaklarına küpe etmelidirler.
vii) Dünyaya bağırıp, çağırarak nizamat “verenler”in; “Başka-kendilerimiz ile kendi-başkalarımız ve kendi-başkalarımız ile başka-kendilerimiz arasında”ki paradoksa dikkat çeken Özdemir Asaf’a kulak vermesi iyi olur…
George Bernard Shaw, “Yapabilen, yapar. Yapamayan, öğretir”; Cesare Pavese, “Ders verilmez, alınır”; Publilius Syrus da, “Öğüt veren çoktur, işe yarayan pek yoktur,” der…
Nihayetinde “Ez ezim, tu tuyî/ Ben benim, sen sensin,” bir Kürt atasözünün deyişiyle…
viii) Sonra mı? Nâzım Hikmet’in ifadesiyle “Ben, iyimserim, dostlar, akarsu gibi…”
Gerisi: Laf-ı güzaf ya da Antep’te çok kullanılan biçimiyle “Hanek”!
“O da neden” mi?
“Vicdanımız yanılmaz bir yargıçtır, biz onu öldürmedikçe,” der H. de Balzac…
Bir de bilenler için soru(n) yok; ama bilmeyenler de not etsinler: Dante, ‘İlahi Komedya’sında hepimize, “Segui il tuo corso, e lascia dir la genti/ Sen bildiğin yoldan şaşma, bırak ne derlerse desinler,” diye düşünüp/ davranmayı önerir…
21 Ekim 2011 22:22:02, Ankara.
TEMEL DEMİRER
N O T L A R
[*]Kaldıraç, No:126, Kasım 2011…
[1]Gözünü hayata yummadan önceki son sözünde “Sen öyle san!” der Henrik Ibsen…
[2]Alfred de Musset.
[3]Tzvetan Todorov, Eleştirinin Eleştirisi, çev: Mehmet Rifat-Sema Rifat, Türkiye İş Bankası Yay., 2011.
[4]Deniz Coşan, “… ‘Nasıl da Çaktım Abi’ Yazarlığı…”, Birgün Pazar, 25 Eylül 2011, s.8.
[5]“Peyami Sefa kavga edecek kimse bulamadığı zaman, takma bir isimle niza çıkaracak bir yazı yazar, gerçek ismiyle de kavga yazısı yazarmış.” (“Emin Karaca, “Ben Senin Cemaziyelevvelini… Ben de Senin…”, Birgün Pazar, 25 Eylül 2011, s.7.)
[6][yolculardevrimyolunda] devrimci kamuoyuna 2 Ekim 2011, “fatma ataseven” <f_ata1@...com>
[7][yolculardevrimyolunda] devrimci kamuoyun,dan önce Halka hesap vermek gerekecek. 3 Ekim 2011. “El Comandante Marcos” <chemarcos62@...de>
[8][yolculardevrimyolunda] devrimci kamuoyuna 1 Ekim 2011, “dogan subasi” <dogansubasi@...com>
[9]http://www.odatv.com/n.php?n=-78liler-federasyonu-bu-durumu-aciklamali-1609111200
[10] “ODATV Davası AİHM’de”, Cumhuriyet, 20 Ekim 2011, s.14.
[11]Ahmet Kaplan, “… ‘İsmail Beşikçi ve Türkiye’de İfade Özgürlüğü’ Sempozyumu ve CIA Kuruluşları”, www.sendika.org, 19 Eylül 2011.
[12]Fikret Başkaya-Temel Demirer-Sibel Özbudun, Dünyanın Balkonundaki İsyancılar, Türkiye ve Ortadoğu Forumu Vakfı Kitaplığı, No:1, Öteki Yay., 1996, s.186-187.
[13][yolculardevrimyolunda] devrimci kamuoyuna - 3 Ekim 2011, “temur taşdemir” <temurtasdemir@...com>
[14]Ahmet Kaplan, “Sait Çetinoğlu’na Yanıt: O Konferansa CIA Uzantıları Katılmadı mı?”, www.sendika.org, 3 Ekim 2011.
[15]Diana Barahona “Freedom House Dosyaları”, www.sendika.org, 11 Ekim 2011… Monthly Review Magazine’deki “The Freedom House Files” başlıklı makaleden http://mrzine.monthlyreview.org/2007/barahona030107.html sendika.org için çevrilmiştir.) hakkında bilgi veriliyor…
[16]sefa kübali ([yolculardevrimyolunda] Freedom House - ile ilgili Almanca bilgiler isteyene tercüme edilir. 4 Ekim 2011, “Devrim Yolundaki Yolcu” <alisafo@...de>
[17][yolculardevrimyolunda] Freedom House dosyalari -Diana Barahona (*) ( Libos tosuncuklarin yüzdügü mecralar). 12 Ekim 2011. “Devrim Yolundaki Yolcu” <alisafo@...de>
[18][yolculardevrimyolunda] Sendika.Org neye çanak tutmus? 03 Ekim 2011, “Devrim Yolundaki Yolcu” <alisafo@...de>
[19]“Ahmet” <kahmet_@...com>, [yolculardevrimyolunda] Freedom House - ile ilgili Almanca bilgiler isteyene tercüme edilir. 7 Ekim 2011.
[20][yolculardevrimyolunda] devrimci kamuoyuna 1 Ekim 2011, Kimden: “Rıza Zelyut” <zelyut@...com>
[21][yolculardevrimyolunda] devrimci kamuoyuna1 Ekim 2011, Kimden: “yakup özarslantürk” <yakup.oz@...com>
[22][yolculardevrimyolunda] devrimci kamuoyuna 2 Ekim 2011, “Hüseyin ESLEK” <heslek@...com.tr>
[23]Fatin Kanat, “İsmail Beşikçi Etkinliği ve Süregiden Tartışmalar Üzerine”, www.sendika.org, 6 Ekim 2011.
[24]W. Goethe, Goethe Der ki, çev: Gürsel Aytaç, Kültür ve Turizm Bakanlığı Yayınları: 534, 2’inci baskı, 1986, s.193.
Yorumlar