“Onlar ölmediler yok, Ateş fitiller gibi: Dimdik ayakta, Barut ortasındalar!/ / Doğan ulu günün ortasına bakın: Bu topraktan gül...
“Onlar ölmediler yok,
Ateş fitiller gibi:
Dimdik ayakta,
Barut ortasındalar!/ /
Doğan ulu günün ortasına bakın:
Bu topraktan güler ölüleriniz.
Kalkık yumrukları titrer
Buğdayın üstünde
Bilesiniz.”[1]
Mehmet Özer’in “sesini yitiren şehir Sivas fotoğrafları”nda bir yangın var; hepimizi kavuran 2 Temmuz 1993 yangını…
Oradaki alevler, “onca yıl” ardından hâlâ, hepimiz durmadan içine içine çekerken aklıma ilk gelen Cemil Meriç’in, “Cinayete ses çıkarmayan caninin suç ortağıdır”; Maksim Gorki’nin, “Herkesi öldürüyoruz, sevgili dostum, kimini kurşunlarla, kimi sözlerle, kimini yaptıklarımızla. İnsanları hiç fark etmeden, hiçbir şey hissetmeden mezara yolluyoruz,” sözleri oluyor…
Evet, Mehmet Özer’in fotoğrafları, unutmanın cinayete ortak olmakla özdeşleştiğini haykırıyor; ona bakabilenlerin suratlarına…
Hem de Stéphane Hessel’in, “Kayıtsızlık: En kötü tavırdır”… “Direnişin nedeni öfkedir…”[2]veya 1789 Fransız Devrimi’nin meşhur sloganı, “Oser Penser, oser agir.../ Düşünmeye cesaret, harekete geçmeye cesaret…”i kulaklarımıza küpe edercesine…
* * * * *
Kimse inkâra kalkışmasın; buna hepimizin ihtiyacı var; çünkü o alevlerin sarıp sarmaladığı coğrafyamızda “masum değiliz hiçbirimiz”…
Olsaydık; hâlâ “Cemevi cümbüş yeridir” derler miydi?
Olsaydık; hâlâ yok sayılan Alevilik, çoğunluğa massedilmek istenir miydi?
Olsaydık; hâlâ AKP’nin başı Erdoğan Çorum konuşmalarında Kızılbaş düşmanı İskilipli Mehmed Ebussuud Efendi’ye olan saygısını haykırabilir miydi bu denli serbest vezin?
Olsaydık; hâlâ “zındık ve mülhid” olarak tanımlanabilir miydi Alevilik?
Hem de Dilek Kurban, “İçimizdeki Alevifobikler”e dikkat çekerken; “Sürekli ayrımcılık”a maruz kalan, bırakılanlar için Neval Oğan Balkız’ın, “Aleviler ne (kadar) eşit? ne (kadar) yurttaş?” sorusu hâlâ gündem maddesiyken…
* * * * *
Bir “Duyarlık Körleşmesi”nin orta yerindeyiz ne yazık ki?
Onun için Mehmet Özer’in fotoğrafları bizi, kendimizle; bizi, yakanlarla hesaplaşmaya; yüzlemeye çağırıyor.
Hazır mıyız?
Kolay mı, bu “Duyarlık Körleşmesi”nin orta yerine…
Bakın, “Duyarlık Körleşmesi” konusunda ne diyor Emin Özdemir: “Körleşmenin, dilsel, düşünsel, düşsel, duygusal gibi bin bir değişik türü var. Benim (...) değindiklerim, dilsizleştirme, beyne korkunun kilidini vurma, sorma, sorgulama gücünü öldürme gibi etkenlerin ürünü...”
Yazar, “Körleşme sayrılığına yakalananlar ‘hiçbir ahlâksal değer’ tanımazlar,” diyor, ardından şu soruyu yöneltiyor: “Peki, kurtulur muyuz böylesi bir körleşme illetinden? ‘Gördüğü hâlde görmeyen körler’ konumundan çıkarabilir miyiz insanımızı?”[3]
Sorunun yanıtını José Saramago şöyle veriyor:
“Neden kör olduk? Bilmiyorum, bunun nedeni belki bir gün keşfedilebilir. Ne düşündüğümü söylememi ister misiniz? Şöyle. Sonradan kör olmadığımızı düşünüyorum. Biz zaten kördük. Gören körler mi? Gördüğü hâlde görmeyen körler...”
“Gördüğü hâlde göremeyen körler”in coğrafyasında Mehmet Özer’in Sivas fotoğrafları hepimize ayna tutuyor; görmezden gelsek de; dosta da, düşmana da Firdevsi’nin, “Ateşten insana serinlik gelir mi hiç?”; Voltaire’in, “Boş inanç tüm dünyayı ateşe verir; o yangını felsefe söndürür,” uyarılarını anımsatarak…
* * * * *
Tarih, insan(lık)ın hafızasını elinde tutarken; egemenlerin yok edip unutturmak istediğini yaşatır…
Üstü küllenenin korlarını canlı tutan tarih, unutmanın/ unutturmanın da panzehiridir…
Bu nedenle acıların gömülmemesi, unutturulmayıp, yeni nesillere aktarılması ve geçmişin hatırlanması için toplumsal hafızanın diri tutulmasına, her şeyin kayda geçirilmesine muhtacız…
İnkâr ve imhanın ihanetleri karşısında Mehmet Özer, 2 Temmuz 1993 Sivas’ını, Madımak Oteli’ni, Metin Altıok’u, Behçet Aysan’ı, Uğur Kaynar’ı, Asım Bezirci’yi, Asaf Koçak’ı, Hasret Gültekin’i, Nesimi Çimen’i, Muhlis Akarsu’yu hasılı 33 canımızı ölümsüzleştiriyor…
Bunu yaparken de Behçet Aysan’ın, “Şiir kendi toplumundan yola çıkarak evrensel ölçekte aynı sorunları olan insanlığın nabzını çoğul değerler içinde elinde tutar. Kitlesel bilinçaltını sarsar,” diye tanımladığı şeyi fotoğraflarla yapıyor…
* * * * *
Nasıl unuturuz? Nasıl unutursunuz? Nasıl unuturlar? Mümkün mü?
Sivas’ta bizi yakanlardan; hem “suçsuz” olduklarını söyleyip hem de mahkemede “Dinsizlere ölüm” sloganı atan 106 sanıktan yalnızca 38’i cezalandırıldı. Oysa bu kanlı olaya binlerce kişi örgütlü olarak katılmıştı…
8 yıl süren dava “gizlilik” kararı alınarak kamuoyundan kaçırılmıştı…
Mehmet Özer’in Sivas fotoğrafları hepimize bunları hatırlatıyor…
Tekrarlıyorum: Nasıl unuturuz? Nasıl unutursunuz? Nasıl unuturlar? Mümkün mü?
2 Temmuz 1993’de Başbakan Tansu Çiller’in ilk açıklamasında, “Otelin etrafını saran vatandaşlarımıza hiçbir biçimde zarar gelmemiştir. Onlardan ölen ve yaralanan da yoktur. Dolayısıyla olay, bir otelin yakılması ve içinde olan vatandaşlarımızın ölmesi ile ortaya çıkmıştır. Tahrike kapılacak bir durum yoktur. Ancak, dediğim gibi bir otelin yanması meselesi olmuştur. Sivas olayının neden ve nasıl olduğu tahkik edilmektedir. Sayın Aziz Nesin’in oradaki konuşmasından sonra, gazetelere yansıyan haberlerden, halkın tahrik içerisinde olduğu anlaşılmaktadır…”
3 Temmuz 1993’de Başbakan Yardımcısı Erdal İnönü, “Hâlâ, demokrasi içinde fikirlere tahammülümüzün olmadığını gösteren bir durum. Ama bundan çıkardığımız sonuç, laik düzen aleyhine olamaz (...) Güvenlik güçlerimiz, vatandaşlarımızın zarar görmemesine dikkat ederek olayları kontrol etmeye çalışmışlardır…”
3 Temmuz 1993’de İçişleri Bakanı Mehmet Gazioğlu, “Yangın önceden planlanmış bir olay değil, topluluk psikolojisi ile ortaya çıkmıştır. İdari ceza soruşturması sonunda, olaylara karışan kişilerin ve kamu görevlilerinin verdiği ifadeler doğrultusunda, Aziz Nesin hakkında da soruşturma açılabilir…”
3 Temmuz 1993’de Anavatan Partisi Genel Başkanı Mesut Yılmaz, “Devletin valisi yüzde 99’u Müslüman olan Türkiye’de halkımızın dini duygularını rencide eden, dini değerlerle alay eden bir konuşmacıya karşı tepkisiz kalmışsa, milletin o valiye güvenmesini bekleyemezsiniz. (...) Fikir özgürlüğünün halkımızın mukaddes değerleri için kullanılmasına hiçbir şekilde kayıtsız kalmayız…”
Refah Partisi Genel Başkanı Necmettin Erbakan, “Provokatörler geliyor, benzin döküyor, kibrit çakıyor, perdeleri tutuşturuyor. Bunları yapanlar gene bulunmaz. Çünkü arkasından CIA çıkar. Tıpkı Uğur Mumcu cinayetinde olduğu gibi, katilleri bulamazlar…”
5 Temmuz 1993’de Sivas’ta BBP Genel Başkanı Muhsin Yazıcıoğlu, “Olayların bastırılması sırasında ve şu ana kadar güvenlik güçlerinin gösterdiği itidalli ve akıllı görev anlayışı, olayların daha vahim boyutlara ulaşmasına engel olması bakımından, her türlü takdirin üzerindedir. Kendilerine teşekkür ederim. (...) Aziz Nesin’i Sivas gibi hassas ilimize getirerek zehrini kusmasına sebep olanlar olayın birinci derece sorumlusudur. Halkımız kışkırtılmıştır, tahrik edilmiştir…”
Eski İstihbaratçı Prof. Dr. Mahir Kaynak, “Burada taraflardan birini suçlamak yanlış. Hangisini suçlasak hata yapmış oluruz. O zaman gerçek suçluları gözden kaçırırız. Gerçek suçlular, somut olarak söylüyorum. Bir gizli servis operasyonudur. Bir Alman servisi yapabilir bunu…” demişlerdi…
Tekrarlıyorum: Mehmet Özer’in Sivas fotoğrafları hepimize bunları hatırlatıyor…
* * * * *
“Hâfıza-i beşer”, ne denli unutmaya yatkın olursa olsun, “Sivas Katliamı”, toplumsal belleğimizde Mehmet Özer’in ve benzerlerinin çabalarıylahep taze ve diri kalacak, asla unutulmayacaktır!
Ellerimiz, “Ozanlar Kenti” Sivas’ı “Ölü Ozanlar Kenti”ne dönüştürenlerin her daim yakasında olmalıdır, olacaktır da!
Tıpkı Abdullah Rıza Ergüven’in dediği gibi: “Hep o kıyımcılar/ ellerinde kan, çamur, irin/ bin dört yüz yıldan beri!/ Sivas’ta ölenleri unutmadık/ Sivas unutmadı bizi...”
* * * * *
‘Siyaset, Ekonomi ve Toplum Araştırmaları Vakfı’nın (SETA) araştırmasına göre, Türkler’in yüzde 73.9 Ermenilerden, yüzde 71.5’i ise Yahudilerden hazetmeyip; Andy-Ar’ın araştırması da Türkler’in “ateist”, “çingene”, “Hıristiyan”, “eşcinsel”, “Yahudi” ve “Ermeniler” ile komşu olma konusunda soğuk olduğunu ortaya koyuyorken; böylesi bir iklimde kişisel özgürlüklerin yok edildiği; ifade özgürlüklerinin baskı altına alındığı; toplumsal kontrol-denge mekanizmalarının çiğnendiği; azınlık haklarının sıfırlandığı; yurttaşlık bağının etnik-din temeline indirgendiği; hasılı bunların hepsinin içiçe olduğu coğrafyamızda Sivas yangınları “vaka-i adiyeden”ken diyeceklerimi toparlıyorum:
Ezen ve ezilenlerin tarih yazımında mitler esastır, mitler ikili karşıtlıkla kurulur. Her muzaffer iyilik anlatısının, bir ezilen karşıtı da olmak zorundadır.
Ezilenler açısından aslî olan, kendilerine ait karşıt anlatıyı unutturmamak, canlı tutmaktır…
Hem de “Güvercinin öfkesinden kork,” diyen Fransız Atasözü’nü… Stéphane Hessel’in, “Öfkelenmek ilk adımsa, çözüme giden yol eylemden geçer,” deyişini… “Zalimleri affetmek, mazlumlara zulümdür,” diyen Sadi Şirazi’nin uyarılarını “es” geçmeden…
A. Hicri İzgören’in, “Kanayan bir imgedir Sivas... Alevler içimizi yakmaya devam etsin... Unutmayalım. “Sivas Madımak’ı unutmayalım!” çığlığını çoğaltarak…
17 Haziran 2011 16:19:11, Ankara.
N O T L A R
[*]Sesini Yitiren Şehir Sivas, Editör: Mehmet Özer, Çankaya Belediyesi Yay., Temmuz 2011… içinde…
[1]Pablo Neruda, “Oğulları Ölen Analara Türkü”.
[2]Stéphane Hessel, Öfkelenin, Çev: İsmail Yerguz, Cumhuriyet Kitapları, 2011.
[3]Emin Özdemir, Yüzler ve Sözcükler, Bilgi Yay., 2011.
Yorumlar