ÖLÜM HAKKINDA[*]

Epikuros’un, “Yıkımların en ürküncü olan ölüm, aslında bizi hiç ilgilendirmez; çünkü biz varken o yoktur, o varken biz artık yok...








Epikuros’un, “Yıkımların en ürküncü olan ölüm, aslında bizi hiç ilgilendirmez; çünkü biz varken o yoktur, o varken biz artık yokuzdur”; Publilius Syrus’un, “Biz ölümlüler ölüm karşısında eşitiz”; Cenap Şahabeddin’in, “Kâinatta yalnız bir sosyalist tanırım: Ecel”; Francis Bacon’un, “Ölmek, doğmak kadar doğaldır”; Francesco Petrarca’nın da, “Boyuna ölüyoruz; ben bu sözleri yazarken ölüyorum, siz okurken, başkaları dinlerken ya da dinleyemezken. Ben, siz bu sözleri okurken ölüyor olacağım; siz, ben bu sözleri yazarken ölüyor olacaksınız. Hepimiz ölüyoruz, sonsuzca ölüyoruz,” dedikleri “ölüm” konusunda yazmam; kimilerine pek anlamlı gelmeyebilir.

Ancak günlerdir “son nefesini” verip/ vermeme gelgitlerini yaşayan babamın başında sabahladığım geceler boyu üzerine düşündüğüm şeylerden birisi de “ölüm” oldu.
* * * * *
Bu konuda ilk anımsadığım, “Ayrım gözetmez ölümün soluk yüzü; aynı yansızlıkla dikilir kulübesinin kapısına da yoksulun, kale kapısına da kralın,” diyen Homeros’un ve “Ev mirine; ne fermandar nas dike, ne jî qeşmeran. Hemû kesan bi dilbijokî daqurtîne/ Ölüm bu; ne hükümdar tanır, ne soytarı. Herkesi aynı iştahla yutar,” diyen Victor Hugo’nun sözleri…
* * * * *
Ölüm, yaşamla fiziki bağın sonlandırılması; yani hayat hareket ise, hareketsizlik de ölüm oluyor…
Ya da doğduğumuz andan itibaren adım adım yaklaştığımız!
Yani Behçet Necatigil’in, “Ölüm, sen beni aldatamazsın. Aklımda!” dediği…
* * * * *
Ölüm varlığın yokluğudur, başka bir şey değil... Bir daha geri gelmemenin sonsuz zamanıdır... Göremediğin bir geçittir, o geçitten esen rüzgâr hiç ses çıkarmaz…
Malum; “İnsanların soyu da yaprakların soyu gibidir;/ Rüzgâr kimi zaman onları yere saçar ve kimi zaman da / Bahar onları yeşil ağaçların üzerinde filizlendirir. / İnsanların soyu da böyledir işte: Bir taraftan filizlenir, diğer taraftan silinir gider,”[2] diye tarif ettiği şeydir Homeros’un ölüm…
Nihayetinde ölümün ilk işareti doğumken; kim ne derse desin, o, düşünsel, felsefi bir soru(n) olması yanında acıdan başka bir şey değil; hele ilk ölümden sonra, bir ikincisinin olmadığını hatırlarsanız!
“Belki de en katıksız bilgelik: Ölüm kültürünü içermeyen bir yaşama kültürünün olmayacağının bilincine varmak. Ölüm, yani yaşamda kesinlikle gerçekleşeceği bilinen tek olgu”yken.. [3]
“Hermann Broch’un hep yinelediği gibi- ölümü de doğallığı içersinde kabullenmeden, hayatın hem sonu hem de doğal uzantısı diye nitelendirmeden, hayatı gerçek anlamda çözümleyebilmek ve kavrayabilmek, dahası, yaşayabilmek söz konusu değil…”[4]
* * * * *
“Ölüm”den söz edip de, Can (Yücel) Baba’nın, “Ölmek toplu suçumuzdur/ Topumuzun cezası ölüm…”
“Ölümün atyarışı olmaz/ Kimi plase gelir kimi ganyan/ Ecel değil, ölendir kazanan/ Bu sittirici ülkemizde…”
“Ölüm bir eşek şakasıdır/ Gelir geçer göçer…” dizelerini anımsayıp, anımsatmamak olur mu?
* * * * *
Ama… Ama insan sevdiklerinden kaçını kaybederse, o kadar kez ölür…
Bu yanıyla ölüm, sonsuz bir acı ve herkesi eşit kılan kocaman bir maceradır.
Nihayetinde nasıl olursa olsun; ölümün eşiğini herkes yalnız aşarken; ölümden ne korkmak ne de ölümü istemek insanî bir tutum olamaz.
* * * * *
Ölüme yenilmeyen tek şey aşk ile başkaldırıdır…
Ölüm; bir tek onların, yani Necati Cumalı’nın, “Sadece seni düşündüğüm geceler,/ Neden ölümü hiç düşünmedim,” dizelerindeki teslim alınamayan inceliğin karşısında çaresizdir.
* * * * *
Talat Sait Halman’ın, “Ölüler başka, ölüm hep birdir,” görüşüne katılmak mümkün değil…
“Neden” mi?
* * * * *
Aslında korkunç olan ölüm değil, ölmektir, yok olup, bitmektir…
Oysa yaşamı kucaklayan eylemli hayatıyla kişi bizi bırakarak gittiğinde, eksildiğimizde, birden tüm dünya boşalmış gibi gelir insan(lar)a…
Ki, böylesi bir ölüm yok olmayan, yok edilemeyen bir ölümsüzlüktür.
“Anan öle ölüm” diye haykırsak da, ölüm “doğal”; hem de “Ölümüm, daha doğduğum gün yola çıktı. Bana doğru geliyor, hiç acele etmeden. Ölümü hiç görmediniz mi? Öyleyse her gün aynaya bakın, onu bir cam kovanda arı gibi çalışırken göreceksiniz,” diyen Jean Cocteau’nun sözünde; Halil Cibran’ın, “Hayat’a dedim ki, ‘Ölüm’ün sesini duymak istiyorum.’/ Ve Hayat sesini hafifçe yükselterek,/ ‘Şu anda duyuyorsun,’ dedi,” dizelerindeki üzere…
* * * * *
Yaşamanın, her şeye rağmen ve her koşulda “gerekli” olup olmadığı bir tartışma konusudur; genellemelere aldırmadan üzerine kafa yorulmalıdır.
Bu konuda “Artık ayrılma vakti geldi, ben ölüp gideceğim birazdan, sen sürdüreceksin yaşamayı; ama hangimiz daha talihliyiz, bir tek Tanrı bilir,” diyen Sokrates de, bizi konuya ilişkin kafa yormaya çağırır.
* * * * *
Cahit Sıtkı Tarancı’nın, “Neylersin, ölüm herkesin başında,/ Uyudun uyanmadın olacak./ Kimbilir nerde, nasıl, kaç yaşında?/ Bir namazlık saltanatın olacak,/ Taht misali o musalla taşında” dizelerindeki ölüm eski bir şeydir ama insan(lar)a yeni görünür…
* * * * *
Leonardo da Vinci’nin, “Yaşamayı öğrenmekte olduğumu sanırken, ölmeyi öğrenmekteydim,” dediği ölüme içkin “bilinmezlikler”den korkarız çoğunluk…
* * * * *
Ölümden korkmalı mı?
Yanıt; nasıl ve niçin yaşadığına, ne yaptığına ve yapmadığına bağlı.
Bir yerde okumuştum sanırım, “Sonsuz yaşamaya karar veren ölümden korkmaz,” deyişini.
Ölüm korkusu, ölümden daha beter, daha korkunç bir şey…
* * * * *
Ölümle cesaret arasında önemli bir ilişki var.
Mesela William Shakespeare’in, “Korkaklar bin kez ölür ölünceye kadar; cesurlarsa ölümü yalnızca bir kez tadar,” sözlerindeki gibi…
* * * * *
Aslı sorulursa Yahya Kemal Beyatlı’nın, “Ölmek değildir ömrümüzün en fecî işi/ Müşkil budur ki ölmeden evvel ölür kişi,” dizelerindeki üzeredir mesele…
Yani Herakleitos’un, “Bir ölüm şanlı olursa, en büyük ödülünü kazanmış demektir,” sözündeki veya Nâzım Hikmet Ran’ın, “Memleket mi, daha uzak/ Gençliğim mi, yıldızlar mı?/ Bayramoğlu, Bayramoğlu,/ Ölümden öte köy var mı?” dizelerindeki gibi…
Böylesinin ne demek olduğuna tarih -yeterince- tanık ve taraftır…
15 Ocak 1941’de Fransız Komünist Partisi üyesi Maurice Pillet’nin, Nazilerin karşısında, “Kendi adıma, ölüm beni ürkütmüyor; ben hayatımı feda edeli çok oldu. Şunu da bilmelisin, ölürken hiçbir şeyden pişman değilim, hiçbir şeyden vazgeçmiyorum. Ve her zamandan çok bugün, eminim, biliyorum ki boşu boşuna ölmüyorum, inandığım şey bir gün gerçek olacak,” diye haykırdığı gibi…
20 Şubat 1943’de FKP üyesi Maurice Lacazette’in, “Elveda yoldaşlar, hepiniz, elveda işçi kardeşlerim! Hayat güzel olacak, nefret, sefalet kalmayacak, halkın hakkı kutsal olacak! Ama her şeyi göze alıp kavga vermek, ölenler gibi zafer için her şeyi feda edebilmek gerek…”
31 Mart 1943’de FKP üyesi Jean Robert’in, “Bize yapılanların hiçbiri beni ve arkadaşlarımı yıldırmıyor. Cesaretimiz, içimizdeki ateş, idama kadar sürecek. Bir yurtsever, bir komünist kendini moral yıkıma koyuvermez. Teslimiyetçilerden, hainlerden kimileri bizim takatten kesilmemize pek sevinecekler... Boşuna umutlanmasınlar, bu zevki tadamayacaklar. Ve çok geçmeden sıra onlara gelecek, o zaman nasıl korkudan tir tir titrediklerini görüp güleceksiniz. Haydi, sevgili arkadaşlar ve dostlar, sizlerden ebediyen ayrılıyorum. Ölmeden önce. Yine sizi düşüneceğim. Cesaret ve umut: parolamız buydu bizim, sizinki de budur!”
17 Ekim 1943’de FKP Komsomolu Yöneticisi Paul Camphin’in, “Bizim ardımızdan ağlamamalısınız, mücadele bayrağını hep daha, daha yükseklere çıkarmalısınız; öcümüzü alacaksınız yoldaşlar. Şan olsun ardımızdan gelen sizlere, hepinize; ölenler ve daha ölecek olanlar size teşekkür ediyor. Fransa’nın çocukları özgür ve mutlu olsunlar diye yakında şu yirmi bir yıllık küçük hayatımı geride bırakacağım; partimin davasına ihanet etmedim, dudaklarımda gülümseme, hançeremde şarkılarla gidiyorum; ölüm beni korkutmuyor. Elveda Partizan Çetelerinden yoldaşlar; Elveda Genç Yoldaşlar! Elveda benim güzel Partim! Elveda benim güzel ülkem! Ölecek olan sizleri selamlıyor…” diye haykırarak ölümsüz ölümü kucakladıkları gibi…
Ya da 19 Haziran 1953’de Ethel ve Julius Rosenberg’in, katledilmeden önce, “(G)eri kalanını size hayatınız öğretmeli, aynı bize hayatın öğrettiği gibi. Yaşamınız size özgürlüğün ve yaşamı gerçekten güzel kılan her şeyin bazen çok pahalıya ödenmek zorunda olduğunu öğretmelidir. Ve bizim yerimize başkalarının mücadeleyi sürdüreceklerinden emin olduğumuz için biz teselli buluyoruz,” demeleri…
Veya Ernesto Che Guevara’nın “Zamanın çağrısına kayıtsız kalamayız. Vietnam sonsuz kahramanlık dersleriyle, nihai zaferi kazanmak için verdiği trajik ve günlük mücadele ve ölüm dersiyle buna işaret ediyor... Eğer biz dünya haritasının küçük bir noktasında, kendimizden vereceğimiz ne kadar küçük olursa olsun, bu mücadele içinde hayatlarımızı özveriyle ortaya koyarak yerimizi alabilirsek ve eğer bir gün, kanımızı döktüğümüz, artık bizim olan herhangi bir ülkede son nefesimizi vermemiz gerekirse, bunun ancak eylemlerimizin etki alanını iyice ölçüp biçmemiz sayesinde olduğu bilinmelidir... Ölüm, nereden ve nasıl gelirse gelsin, savaş sloganlarımız kulaktan kulağa yayılacaksa ve silahlarımız elden ele geçecekse ve başkaları yeni savaş ve zafer naralarıyla ve de mitralyöz sesleriyle cenazelerimize ağıt yakacaksa; ölüm hoş geldi, safa geldi,” haykırışı…
Sonra bizimkilerden Cihan Alptekin’in, “Ana, tüm bunları bilerek ve inanarak yaptım. Tek düşüncem devrimci halk hareketinin selameti, sağlıklı gelişmesidir. Sana açıklamayı görev bildiğim bir durum daha var. O da bu kavga içinde hayatımın önemli olmadığıdır. Benim ve gerilla arkadaşlarımın tek düşünce ve hedefi hareketin zafere ulaşmasıdır. Gelecek bizimdir. Tarihi zafer bizim olacaktır. Benim mutluluğum hareketimizin başarısı olacaktır. Varsın düşmanlarımız ölüm cezası versinler, ölüme kadar hapsetsinler. Ne çıkar. Sonunda zafer bizim olacaktır. Ana biz ne çılgınız ne de maceraperestiz. Baskı ve zulüm altındaki bir kurtuluş davasının öncüleriyiz…”
İbrahim Kaypakkaya’nın, “Türkiye’nin geleceği çelikten yoğruluyor. Belki biz olmayacağız. Ama bu çelik aldığı suyu unutmayacak...” kararlılığı gibi…
Bir de 31 Mayıs 1971 Nurhak’ın da Sinan Cemgil’in, “Esas siz teslim olun!”…
30 Mart 1972 Kızıldere’sinde Mahir Çayan’ın, “Biz buraya dönmeye değil ölmeye geldik!”…
6 Mayıs 1972’de idam sehpasında Deniz Gezmiş’in, “Yaşasın Türkiye Halkının Bağımsızlığı! Yaşasın Marksizm-Leninizm’in Yüce İdeolojisi! Yaşasın Türk ve Kürt Halklarının Bağımsızlık Mücadelesi! Kahrolsun Emperyalizm!”… Yusuf Aslan’ın, “Ben halkımın bağımsızlığı ve mutluluğu için şerefimle bir defa ölüyorum. Sizler bizi asanlar şerefsizliğinizle her gün öleceksiniz! Biz halkımızın hizmetindeyiz. Sizler Amerika’nın hizmetindesiniz... Yaşasın Devrimciler, Kahrolsun Faşizm!”… Hüseyin İnan’ın, “Ben şahsi hiçbir çıkar gözetmeden, halkımın mutluluğu için savaştım. Bu bayrağı bu ana kadar, şerefle taşıdım. Bundan sonra bu bayrağı Türkiye halkına emanet ediyorum. Yaşasın İşçiler, Köylüler ve Yaşasın Devrimciler! Kahrolsun Faşizm!”…
13 Aralık 1980’de Erdal Eren’in, “Çok büyük bir ihtimalle bu işin ölümle sonuçlanacağını çok iyi biliyorum. Buna rağmen korkuya, yılgınlığa, karamsarlığa kapılmıyorum ve devrimci olduğum, mücadeleye katıldığım için onur duyuyorum. Böyle düşünmem, böyle davranmam, halka ve devrime olan inancımdan gelmektedir... Şunu bilmenizi ve kabul etmenizi isterim ki, sizin binlerce evladınız var. Bunlardan daha niceleri katledilecek, yaşamlarını yitirecek, ama yok olmayacaklar. Mücadele devam edecek ve mücadele alanlarında yaşayacaklar”…
28 Mayıs 1991’de Yusuf Ekinci’nin, “Gücünüz yetiyorsa siz teslim alın!” diye haykıran dik duruşlarıyla nasıl ve ne yapılacağını kayıtlara düştükleri üzere…
* * * * *
Evet, böylesi W. Goethe’nin, “İnsanlık bizim ölümsüz ereğimiz,”[5] diye tarif ettiğidir…
Ölüm değil; ölümsüzlüktür…
14 Ocak 2011 13:23:39, Ankara.
N O T L A R
[*] Kaldıraç, No:121, Mayıs 2011…
[1] Seneca.
[2] Homeros, İlyada, VI, çev. F. Koçak, s.146-149.
[3] Ahmet Cemal, “Yaşamanın Ölüm Kültürü”, Cumhuriyet, 27 Ağustos 2010, s.17.
[4] Ahmet Cemal, “Ölümle Hesaplaşmak Üzerine...”, Cumhuriyet, 22 Ekim 2010, s.19.
[5] W. Goethe, Goethe Der ki, çev: Gürsel Aytaç, Kültür ve Turizm Bakanlığı Yayınları: 534, 2’inci baskı, 1986, s.393.



Yorumlar

BLOGGER

/fa-star-o/ Öne Çıkanlar$type=three-tab$sn=0$rm=0$m=0

Ad

1 mayis,25,12 eylul,11,18 mayis,1,6 mayis,1,afis,3,akp,36,aktuel,15,aktüel,29,ask,13,aydinlar devrimciler,192,baris,8,bilim,5,cevre,15,cinayetler,15,davalar,31,demokrasi,20,demokratiklesme,2,dersim,2,devlet,20,devrim,27,dinleti,2,duyuru,9,dünya,186,egitim,11,ekoloji,26,ekonomi,53,emek,57,emperyalizm,15,etkinlik,29,felsefe,2,futbol,7,genclik,44,grafik,6,güncel,11,gündem,26,hukuk adalet,115,ibrahim kaypakkaya,2,ideoloji,2,iktidar,9,iletisim,2,inanc,26,isci-sendika,5,islam,4,isyan,53,kadin,16,kapitalizm,44,katliamlar,54,kesk,1,kitap,37,komünizm,4,kriz,130,kutlama,8,kültür sanat,250,latin amerika,1,marksizm,2,mart ayi,1,materyalizm,2,medya,6,milliyetcilik,3,mizah,3,mucadele,9,mücadele,41,newroz,2,Ortadoğu,1,öteki,91,özgürlük,17,panel,8,politika,56,protesto,9,röportaj,16,savas,13,secim,20,seçim,6,sempozyum,3,sibel özbudun,1,sinifsal bakis,70,siyonizm,3,sosyalizm,8,soykirim,3,sömürgecilik,1,spor,1,tanitim,19,tarih,48,temel demirer,17,tercüme,4,türkiye,176,üniversite,7,video,58,yasam,64,yeni yil,5,
ltr
item
temel ★ demirer: ÖLÜM HAKKINDA[*]
ÖLÜM HAKKINDA[*]
temel ★ demirer
https://temeldemirer.blogspot.com/2012/04/olum-hakkinda.html
https://temeldemirer.blogspot.com/
https://temeldemirer.blogspot.com/
https://temeldemirer.blogspot.com/2012/04/olum-hakkinda.html
true
2640787830945118992
UTF-8
Loaded All Posts Not found any posts Diger devamını oku Yanıtla Cancel reply Sil Ana Sayfa Sayfa Posta Hepsini Gör BUNA BENZER Etiket Arsiv Ara Bütün Yayinlar İsteğiniz gönderi bulunamadı Ana Sayfaya Dön Sunday Monday Tuesday Wednesday Thursday Friday Saturday Paz Pts Sal Car Per Cum Cmt January February March April May June July August September October November December Oca Sub Mar Nis May Haz Tem Agu Eyl Eki Kas Ara simdi 1 dakika önce $$1$$ minutes ago 1 saat önce $$1$$ hours ago dün $$1$$ days ago $$1$$ weeks ago more than 5 weeks ago Followers Follow THIS CONTENT IS PREMIUM Please share to unlock Copy All Code Select All Code All codes were copied to your clipboard Can not copy the codes / texts, please press [CTRL]+[C] (or CMD+C with Mac) to copy