“Önemli olan aşkın kendisi değil, varoşlarıdır.” [1] O’nun ardından yazmaya oturduğumda; Orhan Veli (Kanık)’nin, ‘Karmakarışık’ındaki,...
“Önemli olan aşkın
kendisi değil, varoşlarıdır.”[1]
O’nun ardından yazmaya oturduğumda; Orhan Veli (Kanık)’nin, ‘Karmakarışık’ındaki, “Bir okla yaralı kalbim,/ Boyacının sandığında/ Güvercinim kâğıt helvasında;/ Sevgilim kayığın burnunda;/ Yarısı balık,/ Yarısı insan;/ İn miyim?/ Cin miyim?/ Ben neyim?”; veya Fernando Pessoa’nın, ‘Tütüncü’sündeki, “Hiçim ben./ Asla bir şey olmayacağım./ Bir şey olmayı isteyemem./ Öte yandan, bendedir bütün düşleri dünyanın”; ya da Kavafis’in, ‘Bir Başka Deniz Bulamazsın’ındaki, “Dile ki uzun sürsün yolun./ Nice yaz sabahları olsun,/ eşsiz bir sevinç ve mutluluk içinde/ önceden hiç görmediğin limanlara girdiğin!”[2]dizelerini anımsadım birden… Bir hüzün tuttu yüreğimi…
Kolay mı? 4 Temmuz 2010 günü, 66 yaşında kaybettiğimiz O; çok yönlü, düşünen, üreten, tartışan biriydi; eleştirmen ve felsefeciydi; insandı…
“Hayattaki insanın duruşunu, daha doğrusu insanın bir felsefesi olması gerektiğini anlattı.”[3]
Bilgi birikiminin ve zihin berraklığının sonucu olarak lafı uzatmadan felsefe yapan bir felsefeciydi, hayatı da lafı uzatmadan noktaladı.
Özdemir İnce’nin, “Füsun, ‘olması gerekeni olamayanlar’ sınıfına girer,” diye tarif ettiği O; Üstün Akmen’in, “Sanatçı-öznenin vazgeçilmez rolünü 66 yıl hiç yadsımadan yaşadı”; Dikmen Gürün’ün, “Yaşadığı toplumu sorgulamaya zorlardı”; Zeynep Oral’ın, “Yaptığın her işe, yazdığın her yazıya derinlik kattın,” diye betimledikleriydi…
Evet, evet “Zamansız Yazılar yazarıyım ben. Öyle olmaktan hoşnutum. ‘Zamansız’ın anlamı üzerine birkaç söz etmek isterim. Okur bunlardan birine saplanıp kalmasın, günahımı almasın diye! ‘Zamansız’; zamanı olmayan, zamana tabi olmayan, belli bir zamanla kayıtlandırılmamış, yani ‘zamanı kaplayan’ anlamını taşır. Kelime olumsuzluk taşırken, anlam olumlu burada. Dün, bugün, yarın yok. Hep, her zaman geçerli...” diyen Füsun Akatlı, soluk almadan eklerdi: “Eskimiş, unutulmuş, küflü, naftalinli, demode bulunarak gündemin dışında bırakılanlar, benim her zaman gündemimdedir demek isterim bir yandan…”
Dedikleriyle hayatı/ yaşadıkları müthiş örtüşen Doç. Dr. Füsun (Altıok) Akatlı, 4 Temmuz 2010 pazar günü akşamüzeri kaybettiğimizde 66 yaşındaydı; 12 Mart kuşağındandı…
Hakkında Zeynep Oral’ın, “Her değerin yozlaştığı, ucuzlaştığı, kolaylaştığı; halk dalkavukluğuna dönüştüğü bir ortamda Füsun Akatlı, düşünceyi ve emeği temel erdemler olarak kabul etti, benimsedi, bunun örneğini verdi. Yaptığı her işe, yazdığı her yazıya derinlik kattı. Ve gülümsemeyi hiç unutmadı,” dediği O; 1944 yılında doğdu.
Ankara Üniversitesi Dil Tarih Coğrafya Fakültesi Felsefe Bölümü’nden mezun olup, bu bölümde asistan olarak göreve başladı. 1971 yılında master, 1974’de edebiyat felsefesi konusunda hazırladığı bir tezle doktora aldı.
1983 yılında doçentlik aşamasındayken, üniversiteden istifa ederek ayrılan Akatlı, reklamcılık sektöründe metin yazarlığı yaptı, 1991 yılında da Şehir Tiyatroları’na girerek kurumun başdramaturgluğunu üstlendi.
Daha sonra Yeditepe Üniversitesi, Tiyatro Bölümü’nde de dersler vermeye başlayan sanatçı, yönetimle ortaya çıkan anlaşmazlıklar sonucunda Bedrettin Dalan’ın gerekçesi açıklanmayan hoşnutsuzluğu ile istifaya zorlandı; Akatlı ile birlikte sekiz öğretim üyesi de görevlerinden ayrılmak zorunda bırakıldı.
Simavi Edebiyat Ödülleri, Sait Faik Hikâye Armağanı, Behçet Necatigil Şiir Ödülü, İnkılap Yayınevi Edebiyat Ödülleri, Cevdet Kudret Ödülleri seçici kurulları üyesi olan Füsun Akatlı, yazılarını Dost, Soyut, Varlık, Milliyet Sanat gibi dergilerde; Politika, Söz, Cumhuriyet gazetelerinde yayımlamış, üç yıl süreyle de Milliyet Kitap ekinde eleştiriler kaleme almıştı.
2 Temmuz Sivas Katliamı’nda hayatını kaybeden şair Metin Altıok’tan Zeynep isimli bir kızı olan Akatlı,[4] 2004 yılında Memet Fuat Deneme Ödülü’ne layık görülmüştü.
Oruç Aruoba’nın, “12 Eylül’ün postallı kafasının, üniversiteyi ezerken, amaçlamadan, hele, hiç istemeden varoluşunu olanaklı kıldığı bir avuçluk bir aydın-düşünür kümesinin üyesiydi: Devletle ‘bordro’ köklerini kesmiş, kendi işini (yazma ve eleştirme...) yaparken geçimini ayakları üstünde durarak sağlayan; kimseye, hele devlete ve onun resmî ideolojisine hiç bağımlı olmayan, özgürleşmiş aydınlardandı,” dediği O; yani “Edebiyat, tiyatro ve felsefenin önemli eleştirmenlerinden Füsun Akatlı ‘Acıyla, Sevgiyle ve Kahramanca’ yaşadı ve zamansızca aramızdan ayrıldı,” Sibel Oral’ın vurguladığı gibi…
* * * * *
O; yazdığı kitaplar arasında felsefi tartışmalar yaptığı ‘Niçin Diyalektik’, felsefi argümanlarla edebiyat kuramlarına yaklaştığı ‘Felsefe Gözüyle Edebiyat’, toplumsal, kültürel ve sanatsal alandaki yozlaşmışlık üzerine yazdığı ‘Kültürsüzlüğümüzün Kışı’, Bilge Karasu’nun yapıtlarını edebiyat, dil ve estetik açıdan değerlendirdiği ‘Bilge Karasu Aramızda’ ve ozan Ruhi Su’nun hayatı, sanatı ve düşünsel duruşu üzerine kaleme aldığı ‘Bir de Ruhi Su Geçti’ ve ayrıca da son yıllarda dergi ve gazetelerde yazdığı yazılardan oluşturduğu ‘Zamansız Yazılar’ adlı yapıtlarıyla entelektüel hayatımıza felsefi, düşünsel ve sanatsal değerler bıraktı.
AKATLI’NIN YAPITLARI
|
1) ‘Niçin Diyalektik’; 2) ‘Felsefe Gözlüğüyle Edebiyat’; 3) ‘Zamansız Yazılar’; 4) ‘Kültürsüzlüğümüzün Kışı’; 5) ‘Sis Lambası’; 6) ‘Düşünce Ufkunda Pupa Yelken’; 7) ‘Zamana Direnen Şiir; Zamanı Yaşatan Roman’; 8) ‘Acıyla; Sevgiyle; Kahramanca’; 9) ‘Bilge Karasu Aramızda’; 10) ‘Bir de Ruhi Su Geçti’; 11) ‘Pusulamız Felsefe’; 12) ‘Tenha Yolun Ortasında’; 13) ‘Yaz Başına Neler Gelir’; 14) ‘Bir Pencereden’; 15) ‘Edebiyat Defteri’; 16) ‘Felsefenin Kıyılarında’; 17) ‘Zamansız Yazılar’; 18) ‘Rüzgâra Karşı Felsefe’; 19) ‘Öykülerde Dünyalar’…
|
Kızı Zeynep Altıok’un, “Acıyla, sevgiyle, kahramanca şu omurgasızlar dünyasında, tüm acılara ve adaletsizliklere karşı ilkelerinden ödün vermeden dimdik yaşadı,” betimlemesini sonuna dek hak eden ve Füsun Akatlı ardında bıraktıklarıyla, “Bilgi zengini ama bilgisini satmayan bir insandı. Kıvrak zekâsı ile gözlemlerdi dünyayı. Hassas, hassas olduğu kadar da güçlüydü. Olaylar karşısında dik durmasını bilen bir insandı. Ardında hayata dair, insana dair deneme ve eleştiri yazılarını, kitaplarını bıraktı... Adını bıraktı... Gülen gözlerini bıraktı...”[5]
Özetle Selim İleri’nin, “Eleştirmen, deneme yazarı, felsefeci, kılı kırk yaran titizliği, derin sanat duyuşu ve inanılmaz sezgisi”nin altını özenle çizdiği; Kürşat Başar’ın, “Titiz, ciddi bir eleştirmendi. Felsefenin süzgecinden geçen, edebiyat bilgisiyle zenginleşen yazılar yazardı” ve Leyla Erbil’in de, “Güvenin, bilginin, dürüstlüğün, dik duruşun kızıydı,” diye betimlediği O; “Yaptığı her işe derinlik kattı.”
* * * * *
“Yaşadığı sürece Sokrates’in: “Üzerinde düşünülmeyen bir hayat, yaşanmaya değer bir hayat değildir” ilkesinin simgesi olan Füsun Akatlı, toplumumuzda eleştirel düşüncenin ender rastlanır temsilcilerindendi.”[6]
“Füsun Akatlı, ‘denemeci yaratıcılığı’ ile buluşturduğu ‘eleştiri’ türüne okuma keyfi katmıştı. Ele aldığı yapıtları yorumlarken kullandığı ‘eleştiri dili’ni de ‘edebiyat’ kılabilmiş incelikli bir yazı işçisiydi.”[7]
“Füsun’un arkasından Ona ‘Kültürsüzlüğümüzün Kışı’ başlıklı kitabında yer alan ‘Tiyatroda Eleştirinin Kısılan Sesi’ başlıklı yazısından kısa alıntılarla seslenmek istiyorum önemli bir parçası olduğu tiyatro dünyasından...
‘Eleştiri, insan zihninin en dinamik etkinliklerinden biri. Günlük yaşam içinde gerçekleşen ayaküstü eleştirileri bir yana koyacak olursak; edebiyatta, tiyatroda, genel olarak sanatın bütün dallarında, bunlardan biraz daha farklı bir yapıda olmakla birlikte bilimde eleştiri, bütün bu alanlarda üretilenlerin, ortaya konan yapıtların bugününe ve yarınına ‘teşhis koyan’ bunu da o alanlarla ilgili olarak edinilmiş birikim, kazanılmış donanım ve geliştirilmiş beğeni yardımıyla gerçekleştirebilen bir etkinlik. (....)
(Eleştiri) kısır çekişmelerin, dar görüşlülüklerin, burnunun ucundan ötesini göremeyenlerce yaratılan taviz bataklıklarının sergilenmesinde; yazının başından beri sözünü ettiğim düşünce ve bilgi birikimi, deneyimlerle pekiştirilmiş donanımlar, değerliyi yozdan, performansı şovdan, sanatı magazinden ayıran, seçen eleştirel bilinç, altın değeri taşıyabilirdi. (...)
Arz-talep dengelerinin tüm hayatımızı yönettiği küçücük, ufuksuz dünyalarımızdan sanatı kovduk da, şimdi daha mı rahat nefes alıyoruz?
Hepimiz manevi fukaralıkta eşitlenince, maddiyat zenginlerinin tek eksikleri, yoksunlukları da ortadan kalkacak ve başları göğe erecek.... Ama Türkiye, Cumhuriyetin ilk kırk yılı içinde katettiği yolu geri koşuyormuş, taş taş üzerine konarak nice zahmetle, emekle inşa edilen kültür-sanat kaleleri dinamitleniyormuş, ne gam! Bu karanlık tablonun neresinde, eleştirmene hangi rol, nasıl bir görev düşüyor? Artık bu soruya cevap bulmak eskisinden de güç...’ (…)”[8]
Özetle bunları diyen Füsun Akatlı’nın “oldukları ve olmadıkları” da tamamen kendi tercihleriydi. Çünkü O; acıyla, sevgiyle, kahramanca ve boyun eğmeden, dimdik yaşayan biriydi; insandı…
30 Ağustos 2010 17:07:43, Ankara.
N O T L A R
[*] Patika, No:72, Ocak-Şubat-Mart 2011…
[1] Fernando Pessoa, “Huzursuzluk Kitabı”.
[2] Cevat Çapan, Kavafis’ten Yüz Şiir-Bir Başka Deniz Bulamazsın, Helikopter Yay., 2010.
[3] Tolga Yeter, “Ufuk Açıcı Bir Eleştirmen ve Felsefeciyi Kaybettik”, Radikal, 6 Temmuz 2010, s.21.
[4] “Füsun Akatlı’nın eski eşi, kızı Zeynep’in babası şair Metin Altıok da bir Temmuz ödeşmesindeki yerini alır. 2 Temmuz 1993’te Sivas’ta Madımak Oteli’nin yakılmasıyla yaşamını kaybeden 37 candan bir candır o da. Bir vakit lokantası hizmette olan, bugün daha yeni kamulaştırılabilmiş ama hâlâ otel diye anılan o cehennem, köz olarak tüter içimizde.” (Karin Karakaşlı, “Temmuz Ürpermesi”, Radikal İki, 11 Temmuz 2010, s.9.)
[5] Dikmen Gürün, “Bilgi Zengini Bir İnsan...”, Cumhuriyet, 13 Temmuz 2010, s.18.
[6] Ahmet Cemal, “Felsefeciler Farklı mı Ölür?”, Cumhuriyet, 9 Temmuz 2010, s.18.
[7] Ayşegül Yüksel, “Bir ‘Güzel Aklı’ Daha Yitirdik”, Cumhuriyet, 6 Temmuz 2010, s.18.
[8] Zeynep Altıok, “Boyun Eğmeden, Dimdik”, Cumhuriyet, 10 Temmuz 2010, s.18.
Yorumlar