SİBEL ÖZBUDUN- TEMEL DEMİRER “Dare a Cesare quel che è di Cesare!” [1] 96 yaşındaydı bizi bırakıp gittiğinde; Murathan Mungan...
SİBEL ÖZBUDUN- TEMEL DEMİRER
“Dare a Cesare quel
che è di Cesare!”[1]
96 yaşındaydı bizi bırakıp gittiğinde; Murathan Mungan’ın,“Geçer devran, geçer günler, geçer ömür elbet,” dizelerini anımsatarak…
16 Ağustos 2011 günü kaybettik Onu; Türkiye Komünist Partisi (TKP) MK üyeliği, İleri Gençler Birliği, TEP, ÖDP, SDP kuruculuğu yapan… Yunan iç savaşına gerilla olarak katılan ve Demokratik Ordu saflarında tabur komutanlığı üstlenen… 68 gençlik hareketinde etkin rol oynayan ve 2002 genel seçimlerinde Emek Barış Demokrasi Bloğu İstanbul 1. bölgeden Milletvekili adayı olan… Toplam 11 yıl cezaevinde kalırken, 18 yıl da sürgünde yaşayan KOMÜNİST Mihri Belli YOLDAŞI!
Ertuğrul Kürkçü’nün, “Mücadeledeki ahlâki standartları çok yüksek bir yerden tanımlayan bir yaşantının sahibi”; Oguzhan Müftüoğlu’nun, “Bütün ömrünü inandığı dava uğruna mücadele ederek geçirmiş bir insan,” diye tanımladığı O; “Kendi anlatımıyla, ‘Devrimin Gezgin Şövalyesi’ydi”!
Albert Camus’nün, “İnancın yere düşerse silahın da yere düşer,” uyarısını asla unutmadan, üstüne üstlük herkese de anımsatarak yaşayan birini anlatmak kolay değil.
“Neden” mi?
Teslim Töre’nin ifadesiyle, “Mihri Ağabey de herkes gibi doğdu öldü ama herkes gibi yaşamadı,” da ondan…
Diyebiliriz ki “Büyük İnsan”diye bir kavram varsa ki var, Mihri Belli onlardan biriydi. Büyük insandı. Her büyük insan gibi iz bırakan kişisel hasletlere sahipti.
Hakiki bir insan, en evvel de hakiki bir devrimciydi.
Bitmek bilmeyen bir enerjiye sahipti. İnandığı gerçeklerde müthiş derecede inatçıydı.
Tek başına Parti gibi düşünen, Parti gibi davranan bir devrimciydi Mihri Belli.
Maraton koşan türden bir devrimciydi.
Çünkü Sırrı Süreyya Önder’in deyişiyle, “Nerede mazlum varsa Belli orada olmuştur”!
Evet, evet Mihrac Ural’ın, “Mihri Belli, kararlılığın direnmenin adıdır… O, bir dönemin değil, tüm dönemlerin en önde mücadele eden devrimci lideriydi…”
Ya da Jülide Aral’ın, “En temel yanı çok mücadeleci olmasıydı. Doğru bildiği neyse 96 yaşına kadar hep onu sürdürdü…”
Veya Doğan Özgüden ile İnci Tuğsavul’un, “Emekçilerin, ezilen halkların kurtuluşu için mücadelenin her daim ön saflarında oldu… Türkiye Komünist Partisi ve Türkiye İşçi Partisi’nin kendisini tüm dışlama çabalarına rağmen her zaman genç bir militanın savaşkanlığı ve özverisiyle devrimci kavganın hep içindeydi…” saptamalarındaki özellikleri sonuna kadar taşıdı O…
Bilmiyor olamazsınız!
“Mihri Belli, Türkiye siyasi yaşamında pankartı ilk kez kullanan komünist eylemciydi. 1944’te Mahyacı Tahsin Berkem’le beraber Sultanahmet Camii minaresine asmaya çalıştıkları pankartta ‘Saraçoğlu faşisttir’ yazıyordu”![2]
Duymamış olamazsınız!
“Mihri Belli’nin sarp bir görünüşü vardı. Yaşlanmanın, saçlarının kırlaşmasının yumuşattığı görüntüsünün altında, bir bakışının, bir hareketinin ele verdiği bir sertlik -sanki bir kabadayılık- fark edilirdi. Dilediği kadar çelebice davranışın gizleyemediği bir efelik,” diyor Onun hakkında Sennur Sezer…
Hakiki bir insandır Mihri Belli…
Onu O yapan özelliği ise, “… ‘Lenin’in düşüncesinin özü ve onu Marx’a bağlayan belirleyici halka devrimin güncelliğidir,’ der George Lukacs, 1924’te yazdığı Lenin değerlendirmesinde. 1960’ların ikinci yarısında Mihri Belli’ye çağdaşları arasında özgün bir konum sağlayan ve onu ‘devrimci gençlik’ hareketinin kutup yıldızı kılan da aynı şeydi: Devrimin güncelliği”ne[3]olan bağlılığı, sadakati…
İşte bir örnek; Gürkan Hacır sorar: “Dünyada sosyalist düşünce bu kadar gerilemişken hâlâ umudunuz var mı?”
Mihri Belli yanıtlar: “Ben devrim idealimi hiçbir zaman kaybetmedim, kaybetmem… İnsanlık bazen geriler… Geriye doğru adımları olur. Ama sonuçta daima insanlığın yüce değerleri galip gelir. Bundan şüpheniz olmasın. Bu, Türkiye için de böyledir.
Hacır yine sorar: “Yani devrim iddianız sürüyor…”
Belli tek bir kelimeyle yine yanıtlar: “Elbette!”
O, Jean-Paul Sartre’ın, “İnsanın özgürlüğü, kendine karşı yapılanlara takındığı tavırda gizlidir” sözlerinde betimlenendir!
* * * * *
“… ‘Ve o zamanlar mutsuzduk… Hey gidi güzel günler!’
Mihri Belli’nin sözleri bunlar. Uzun süre tutuklu kaldığı, hüküm giydiği, sürgüne gönderildiği 1950’li yılları simgeleyen sözleri bunlar…”[4]
Yoğun yaşayan, sevdalanan, Yunanistan’da dövüşen, 1979’daki suikast girişiminde, yaralansa da, “postu deldirtse” de “pes” etmeyen, dik duran/ diklenen, 2005’te 50 yıl önce yaptığı portreleri ‘Hapisaneden Çizgiler’başlığında sergilenen Onun hikâyesini anlatmak kolay değil…
1915 yılında Silivri’de doğan Mihri Belli, 1936’da Iowa Üniversitesi’nde iktisat eğitimi için gittiği ABD’de devrimci düşünceyle tanışır…
Mihri Belli, siyasal vaftiz olarak değerlendirdiği, ilk örgütlü siyasi eyleme Mississippi’de illegal faaliyet yürüten siyah tarım emekçileri arasında katılmıştır.
1940’ta ülkeye döndükten sonra Ankara’daki sosyalist aydın çevresiyle, Dil-Tarih Coğrafya Fakültesindeki öğretim üyeleriyle, temas kurmuştur.
Yine aynı yıl gizli TKP üyelerini bulup onlarla ilişkiye geçmiştir. Reşat Fuat’la tanışmıştır…
Belli, 1942 sonlarında, Reşat Fuat aracılığıyla TKP Merkez Komitesi’ne girmiş ve bazı işçi hücrelerinin takviyesinin yanı sıra gençlik örgütlenmesinde görev almıştır.
Gençlik içindeki çalışmaları ise 1943 yılında İlerici Gençlik Birliği’nin (İGB) kurulmasıyla sonuçlanacaktır.
Daha sonra İGB davasından aldığı iki yıl hapis arası ardından sürgüne gitmemek için Bulgaristan’a geçmiştir. Amacı, TKP genel sekreteri İsmail Bilen’le görüşmek ya da Moskova’ya gitmekti. Fakat Bilen’le ilişki kurulamamış ve o da ilginç biçimde, kendi deyimiyle “Yunanlılara karşı duyguları sıradan bir Türk milliyetçisininkinden farklı olmayan biri olarak emperyalizme karşı Yunan halkıyla dayanışma adına”Yunan iç savaşına katılmaya karar vermiştir.
1947 baharından 1949 yazına kadar Yunanistan’daki gerilla mücadelesinde yer almıştır. Çatışmalarda ağır yaralanarak ölümden döndüğü bu iki buçuk yıllık sürede yoğunlukla askeri görev üstlenmiştir.
28. Uluslararası İstanbul Film Festivali’nde gösterilen yapımlardan, Yunanlı yönetmen Fotos Lamprinos’un ‘Kaptan Kemal, Bir Yoldaş’adlı belgeseli, Mihri Belli’nin 1947’deki Yunan İç Savaşı’nda komünist arkadaşlarıyla dağlarda verdiği mücadeleyi anlatıyordu.
“Bir kere başlığın ‘Kapetan Kemal’olması lazım, Yunanca’da ‘Kapetan’, kaptan değil kumandan anlamına gelir. O zamanlar henüz İspanyolca’dan gelen gerilla sözcüğü yoktu. Gerillalara ‘andart’, gerilla şeflerine de ‘kapetan’denirdi” diyor Mihri Belli ve ekliyor:
“1944’te İleri Gençlik Birliği davasından hapse düştüm. O zaman İstanbul İktisat Fakültesi’nde meşhur hoca Neumark’ın asistanıydım. Nurosmaniye Camii’nin iki minaresi arasına ‘Saraçoğlu faşisttir’yazılı mahya (pankart) asmıştık. Beraber olduğumuz arkadaş Tahsin Berkem düşerek yaralandı. Polis kan izini sürerek bizi buldu. Bizi İleri Gençlik Birliği Davası’na soktular… 9 ay o zaman 1. Şube’nin bulunduğu Sansaryan Han’da gözaltında tecritte kaldım. Sonra Harbiye Cezaevi’nde 2 yıl… Çıkışta sürgüne gidecektim ama Amerika’dan kaptan arkadaşım Tom Criton gemisiyle İstanbul’a gelmişti. ‘Paris’e gidiyorum’diye laf çıkarıp, onun gemisi ile Marsilya’ya sonra da Paris’e kaçtım. Paris’te Yunan Komünist Partisi’nden arkadaşlar Türkçe gazete çıkarabilecek birini arıyorlardı. Bana teklif ettiler, kabul ettim. Türkiye’de tutuklamalar başlamıştı zaten. Yurda dönüp, aktif bir görev yapabilme olanağımız yoktu. Sofatya üzerinden Batı Trakya yani Rodop dağlarına ulaştık. Savaşta beni grup kumandanı yaptılar, grubun adını da Osmanlı taburu koydular…”
Devam edersek: Belli, 1950 Eylül’ünde Türkiye’ye dönecektir.
Belli, 1953-54 TKP davasında 7yıl hapse mahkûm oldu. Hapiste işkenceye karşı gösterdiği dirençle dikkat çekecekti. Aynı davadan hükümlü bulunan, mücadeledeki hayat arkadaşı Sevim Tarı’yla tecrit ortamında tanıştılar ve 1957 Şubat’ında kendisi hapishanedeyken evlendirler.
Şefik Hüsnü’nün 1959 yılında sürgünde ölmesiyle, bir “eski tüfek”olarak TKP’nin örgüt olarak faaliyet göstermediği bu dönemde, TKP mirasına sahip çıkarak “Reşat Fuat, Şevki Akşit ve Vecdi Özgüner’le birlikte kendisini TKP’nin ‘aktif politbüro’su olarak tanımlamıştır.”
Belli, “eski tüfekler”adına, 1962 yılında SBKP’nin bilgisiyle, yurtdışında başına Yakup Demir (Zeki Baştımar)’ın geçeceği, TKP’nin bir dış bürosu kurulması ve birlikte çalışılması önerisini reddetmiştir.
Belli, Çin-Sovyet çekişmesinin kızışmaya başladığı bir ortamdaki bu tutumunu, “Sovyetlere kafa tutmak”olarak tanımlamaktadır. 1965’ten itibaren Milli Demokratik Devrim tezini geliştirecektir.
O, 12 Mart’ın hemen ardından 1971’de yurtdışına çıkmıştı. Bir süre Filistin kamplarında ve Suriye’de cezaevinde kalan Belli, ülkeye döndükten sonra affın çıkmasıyla, MDD’ci görüşü paylaştığı 1960 öncesi TKP kadrosundan komünistlerle birlikte, 1974’te Türkiye Emekçi Partisi’ni (TEP) kurmuştur. 1979 yılında kendisine suikast girişiminde bulunuldu ve ağır yaralandı.
12 Eylül 1980’den sonra İsveç’e gitti, 1992’de Türkiye’ye geri döndü. 1996’da Özgürlük ve Dayanışma Partisi (ÖDP) kurucusu olan Belli, 1997’de Abdullah Öcalan ile görüşmüştü. 2002’de Sosyalist Demokrasi Partisi (SDP) kurucuları arasında yer alacak, 3 Kasım 2002 genel seçimlerinde, DEHAP adı altında seçime giren Emek Barış Demokrasi Bloğu’nun İstanbul birinci bölge adayı olacaktır.
Nihayet ‘Rigas’ın Dediği’ (Türkçe - İngilizce)… ‘Türk Solu - Dün, Bugün’ (Eine Analyse der türkischen Linken/ Almanca - Türkçe - İngilizce)… ‘Türkiye: Yapı, Ulusal Sorun’ (Türkçe- İngilizce)… ‘İnsanlar Tanıdım’ (Türkçe -1997)… ‘Gurbetten Notlar’ (Türkçe -1998)… ‘Gerilla Anıları’ (Türkçe - 2000)… ‘Asıl Mesele O Kiraz Ağaçları’ (Türkçe - 2002)… ‘İnsanlar Tanıdım’ (Türkçe-1999) Mihri Belli’nin kitaplarından bazılarıydı…
Bir şey daha: Belli, İstanbul Üniversitesi İktisat Fakültesinden mezun olduktan sonra yüksek lisans eğitimi için gittiği Amerika’daki Missouri Üniversitesinde tez konusu olarak “Türkiye ve Yunanistan arasında gerçekleşen zorunlu nüfus mübadelesine ekonomik açıdan bir bakış”konusunu seçmişti (1940).
Tezin varlığından haberdar olan ‘Lozan Mübadilleri Vakfı’ yöneticileri bir kopyasını temin için Belli ile ilişkiye geçti. Kendisinde bir kopya olmadığını söyleyen Belli: “Kimbilir hangi polis baskınında alınıp götürülmüştür,”diye yanıtlayacaktı bu talebi…
Amerika’da o tarihlerde (2004) doktora yapan Aslı Iğsız tezin bir kopyasını üniversite kütüphanesinden temin ederek LMV’ye gönderdi. Böylelikle Belli aradan 64 yıl geçtikten sonra tezine tekrar kavuşmuş oldu. Müfide Pekin tarafından İngilizce’den Türkçe’ye çevrilen tez Belge Yayınları tarafından 2004 yılında yayımlandı. Tezin telif haklarını Belli ‘Lozan Mübadilleri Vakfı’na bağışladı…
* * * * *
Onun hikâyesinden söz ederken, komünizme sevdasıyla içe geçmiş Sevim Abla’ya aşkının altı özenle çizilmelidir…
Mihri Belli ve Sevim Tarı işkenceleriyle ünlü birinci şubenin bulunduğu Sansaryan Han’da tecritte tanıştılar… Belli, bir röportajında ‘Hiçbir zaman hücredeki mektuplaşma kadar heyecan duymadık. Sağlıklı bir aşk mücadeleye güç katar,” derken; Sevim Belli (Tarı) da, eşi için eklemişti: “Onunla insanlığın kurtuluşu için mücadele ettik ve insanlığa olan sevgimizi paylaştık…”
Nihayet naaşı başındaki son(suzluk) konuşmasında eşi, aşkı, yoldaşı Sevim Abla, üç yıl süren hastalığı boyunca bir kez olsun “of” demediği vurgusuyla ekledi: “Üç senedir hasta yatıyordu Mihri, bir takıntım vardı. İlle ki son anında yanında bulunayım istiyordum. Tam istediğim gibi oldu, göz gözeydik. Bir baktım, nabzı yok. O kadar…”
Onları var eden, betimleyen sevda buydu…
* * * * *
Komünist sevdası, aşkıyla Onun yaptıklarına gelince…
Öncelikle “68 kuşağı O’nun rahle-i tedrisatında yetişmiştir dersek abartmış olmayız…”[5]
Gerçekten de Oğuzhan Müftüoğlu’nun, “Devrimci hareketin, solun gelişmesi, ayrışması ve şekillenmesinde etkili olmuş isimlerden birisi… Hayatı boyunca devrimci inançları doğrultusunda mücadele etti. Hayatımız üzerinde izleri olan bir isim,” diye tanımladığı O; Dostoyevski’nin, “Hepimiz Gogol’ün paltosundan çıktık,” diye betimlediği kapsamda büyük -işler yapmış- bir insandı…
“Mihri Belli’yi eleştirsek de, bu eleştiriyi yine ona borçlu olduğumuzu hiç unutmayacağız.
Ertuğrul Kürkçü’nün dediği gibi, ‘Mihri büyük adamdır’bu cücelerle dolu dünyada.
Cüceler ülkesinde bir Gulliver’dir.
O bizler için ‘Gogol’ün Paltosu’dur, o dev Rus Romanının içinden çıktığı.”[6]
Tam da bu bağlamda, “Ona, ‘Merak etme Gogol, Rus romanı sürecek!’demek isterdim,” vurgusuyla ekler Mahir Sayın: “Nasıl Rus romanı Gogol’un paltosunun altından çıkmışsa bizim ihtilâlci geleneğimiz de Mihri Belli’nin paltosunun altından çıkmıştır!..
Sovyetler Birliği’nde bürokratik bir rejimin olduğunu ben kişi olarak ilk M. Belli’den duydum. Herhâldeyıl 1968’dir. …
Ama günahları ne olursa olsun, bu kadar sevap onu bence ‘Sorgusuz sualsiz cennete götürür’!
İhtilâlci hareketimiz yaşadığı müddetçe o da onunla birlikte hep yaşayacak…
İletişim kurabildiğimiz son anına kadar aklı ihtilâldeydi; ve eminim vasiyet olarak da bunu bırakmıştır bize ‘her ihtilâlcinin görevi ihtilâl yapmaktır!”
* * * * *
“Ya ötesi” mi? Elbette var…
“Mihri Belli’yi eleştirsek de, bu eleştiriyi yine ona borçlu olduğumuzu hiç unutmayacağız” vurgusunu göz ardı etmeden; Ona saygı duyuyorsak ardından sadece olumlu konuşmak değil, onu nasıl görüyorsak öylece değerlendirmek zorundayız.
Komünistler, elbette siyasi ve hele ideolojik meselelerde her zaman dürüst olmak zorundadırlar. Komünist hareketin ideolojik, teorik ve programatik sorunları diplomasi kaldırmaz…
Yani politik itiraz(lar)a denilecek hiçbir şey olamaz…
Ancak Paul Valéry’in, “Bilmezler ne dediklerini çünkü bilmezler ne olduklarını”; Charles Bukowski’nin, “Çamur atan birileri hep olacaktır ve bunların çoğu seni bir an önce gömmeye can atanlardır,”[7]uyarıları göz ardı etmeden Belli’ye (vazgeçmiş, liberal!) “a-politik itiraz(lar)”a denilecek şeyler vardır…
İşte birkaç “rezil” örnek…
i) “… ‘Ordu-gençlik elele’nin mucitlerindendi, ülkemiz sol hareketi içinde... Generallerin birer birer içeri tıkılmasını görmeden göçüp gitmedi bu dünyadan... Ama, ayrıca merak ediyorum, 82 sol fraksiyonu ile, bir rekoru elinde tutan ülkemiz sol hareketi için yaptığı engin bölme… bölme... parçalama... etkinlikleri için ne düşünürdü ölmeden önce...
TKP, TİP’deki bölünme etkinliklerine engin katkılarından sonra, ÖDP’de de sürdürdü maalesef bu uğraşlarını... Önce SDP diyerek bölen tarafta oldu, sonra SDP yi bölerek SP yi kuranların başın da idi... P’yi kurmaya ömrü yetmedi... Nur için de mi yatsın? Bilemiyorum,”[8]diyor Mehmet Nazım Öztürk…
ii) “Türkiye sol/sosyalist hareketinin, evrensel değerlerden uzaklaşmasına, bugünkü bunca sorunlu ve hastalıklı bir yapıya dönüşmesine ciddi katkıları olmuş, tarihsel bir kişi idi.
Ölenin arkasından ‘kötü konuşmamak’geleneğine uyup, dünyevi hatası ve sevaplarını tarihin değerlendirmesine havale ediyor, sevenlerine ve yakınlarına baş sağlığı diliyorum. Allah rahmet eylesin...”[9]diyor Yalçın Ergündoğan…
iii) “Mihri Belli görüşleriyle çok tartışmalara neden olan bir sosyalisti. En çok Milli Demokratik Devrim teziyle tartışmalara konu oldu…
MDD çizgisi ilerici bir askeri cunta beklentileri temelinde inşa edilmişti. Fakat tersi oldu, 1971 de gerici bir askeri müdahale geldi ve ardından 12 Eylül 1980 faşist darbesi…” diyor Nabi Yağcı…
iv) “Bir yemek sohbeti sırasında, ‘ben bir şeyi çok isterdim, biliyor musun, iyi bir Chopin piyanisti olmayı’dediğini de unutmuyorum.
‘Eski tüfekler’çevresinde büyümenin bir parçasıydı bütün bunlar. Kim hatırlar bilmem; bizatihi bu ‘eski tüfekler’isminin kaynağı, Mihri Belli’nin Doğan Avcıoğlu’nun çıkardığı Yön dergisinde Mehmet Ali Aybar’a ve TİP’e çatan ilk yazılarında kullandığı ‘E. Tüfekçi’mahlasıdır.
Bundan sonrasını düşünmek istemiyorum, şu an. Anıların dünyası.
Uluslararası komünist hareketin dünyası. Anti-faşizmin. Sahte pasaportların. İspanya ve Yunanistan iç savaşlarının.
O dünya, o Türkiye yok artık,” diyor Halil Berktay…
Hızla yanıtlayalım…
“Nur için de mi yatsın? Bilemiyorum...” diyen Mehmet Nazım Öztürk: Bilin, unutmayın O emekçilerin, isyancıların gönlünde hep yaşayacak, “nur(unuz)a” da hiç gereksinimi olmayacak…
Bir şey daha: Şu “bölme” hikâyelerinizde, bildiğiniz yanıldığınıza yetmiyor, haberiniz oldun!
“Allah rahmet eylesin,” diyen Yalçın Ergündoğan: Onun ne “Allah”ın ne de siz(ler)in rahmetine hiç gereksinimi olmadı!
Bakın duruş ve görüşüne ilişkin olarak ne diyor -haklı olarak- Güçlü Gözaydın: “Türkiye sol/sosyalist hareketini evrensel değerlerle barıştıracak olan, ‘sorunlu ve hastalıklı yapı’dediğiniz şeyi ‘düzeltecek’olan eğer siz ve sizin zihniyetnizse; … Fetullah cemaatine ve Akp’ye objektif ve subjektif her türden desteği verecek kadar da ekseni şaşmış olan siz ve sizin çevrenizden bahsediyorsak eğer; Mihri Belli’nin ‘yerelliği’de ‘yurtseverliği’de, hatta bütün hataları da candır, canandır. O’nun bir günahını, sizin tüm sevaplarınıza değişmem şahsen…”[10]
Evet, sizin “sevaplarınız”, Onun “günahlarına” bile yetmez, yetişemez!
“MDD çizgisi ilerici bir askeri cunta beklentileri temelinde inşa edilmişti,” diyen Nabi Yağcı: Siz İ. Bilen’n TKP’sinde yönetici, söz sahibi ve daha sonra da “Genel Sekreter”diniz değil mi?
Ne anlatıyorsunuz, “Burjuvazinin ve ordunun ilerici kolu” üzerine ahkâm kesen, “İlerici-yurtsever general”Kenan Evren’den söz eden siz(ler) değil miydiniz?!
“Uluslararası komünist hareketin dünyası. Anti-faşizmin. Sahte pasaportların. İspanya ve Yunanistan iç savaşlarının. O dünya, o Türkiye yok artık,” diyen Halil Berktay: Ücretli kölelik de, ona karşı isyan ve iç savaşlar dünyası da yerli yerinde… Ayrıca Aziz Şah’ın deyişiyle, “Kapetan Kemal ölse de Yunan iç savaşı sürüyor” hâlâ; kim itiraz edebilir buna?
O hâlde?
Unutmayın: Mihri Belli’ye (vazgeçmiş, liberal!) “a-politik itiraz(lar)” yöneltenlerden kimileri, Onunla aynı yolda yürümüşlerdir bir kesitte; tıpkı, “Aynı yolu beraber yürüdüğümüzü sandığımız insanlar, aslında bize sadece gidecekleri yere kadar eşlik ederler,” diyen Mark Twain’in ifadesindeki üzere…
Evet, kimsenin inkâretmediği üzere Belli’nin doğru safta yer aldığında bile, o saf içinde yanlış yerde durduğu söylenebilir. Yanlış safta yer aldığı da olmuştur…
Ama Belli, sosyalist harekette önemli roller üstlenmiş bir radikal sosyalistti. Öyle kestirmeden sıfırlanacak bir kişi ise asla değildi…
Mustafa Lütfi Kıyıcı’nın, ‘Yolumuzu Açan Belli’dir’ başlıklı yazısında işaret ettiği üzere, “Dostları hâlâdost, düşmanları da hâlâdüşman. Ardından olumlu ve olumsuz yazılar yazıldı. Geçmişten hiç sorumluluğu olmadığını iddia eden bir çevre, sanki sütten çıkmış ak kaşık gibi eleştiriler sıralayabiliyor. Ya da döneğin biri çıkıp, konumuna bakmadan TİP’i böldü, ‘TKP’den atıldı diyebiliyor...
Bunların hiç biri Mihri Belli’yi tarif etmez. O bir mücadele adamıdır. Savaşçıdır. 68 gençliği üzerindeki etkisi de salt teorik yazıları nedeniyle değil, bu yönüyledir. Mesela, davet alıp Sovyetler birliğine gitmemesiyle Türkiye’deki, ‘damgalı komünist’olarak, geçim sıkıntısından tutun da olur olmaz tutuklanmalarla, takipler altında yaşamayı tercih etmesiyledir…”
* * * * *
Devrimci hareketin en hızlı koşucusu Deniz Gezmiş ise, uzun soluklu maraton koşucusu da (Dr. Hikmet Kıvılcımlı, Şefik Hüsnü Değmer, Reşat Fuat Baraner gibi) Mihri Belli’ydi…
O, 1930’ların ikinci yarısında bağlandığı sosyalizm davasına son nefesine kadar bağlı kalmıştır…
Yiğitliğine dost-düşman şahittir, Yunan iç savaşında omuz omuza savaştığı yoldaşları şahittir.
Mihri Belli defalarca tutuklanmış, işkence tezgâhlarından her defasında başı dik çıkmıştır, boyun eğmezliğine işkencecileri de tanıktır.
Nihayet EDP Genel Başkanı Ferdan Ergut’un, “Mihri Belli Kökleri Derinlerde Bir Çınardı” diye betimlediği O, “Düzenin ona sunduğu imkânlara sırtını dönüp bir asırlık ömrü ideal uğruna ve başını eğmeden yaşayan… Dünle bugünü, bugünle yarını aynı hayat hikâyesi içinde bulabileceğimiz… Sosyalist bir militan, düşünce dünyasında bir teorisyen, nice savaşlarda şaşmaz bir enternasyonalist olmayı bir canda buluşturmayı başaran Mihri Belli, insan uygarlığının değerler galerisinde yerini aldı”!
Evet, evet “Ordu-gençlik ele ele milli cephede”, “Kemalizm ile sosyalizm arasında aşılmaz duvarlar yok” söylenceleriyle Belli, “Kemalizmi, milliyetçiliği/yurtseverliği idealize eden ve aslında hakikâtteki karşılıklarından başka bir şekilde muamele eden bir yerde durdu, kendi içinde tutarlı ama kavramsal zeminde, pratikte ve bıraktığı miras itibariyle çelişkili bir yerde durdu Kaptan. Hele ki Kürt sorunundan çok başka bir yerde durdu.
Kürdistan’a sömürge demekten çekinmedi, PKK ile arasına duvarlar da koymadı; tam aksine dirsek temasında oldu... Kürt devrimi ile Türkiye devrimini bir bütün olarak gördü. Kemalizme karşı çıktığını sanan, milliyetçiliği yerden yere vuran sol liberaller, Kürtler söz konusu olduğu zaman nasıl en azılı Kemalist, en kanlı Devlet ve en uslanmaz Milliyetçi oluyorlarsa, yeni tür inkâr ve asimilasyon politikalarıyla ortaya çıkıyorsa bu sol liberal aydınlar; milliyetçilik ve enternasyonalizmi kardeş gören Mihri Belli de bir o kadar Kürt oluveriyor Kürt devrimini konuşurken...”[11]
Özetin özeti: “Mihri Belli, sol hareket için bir efsaneydi. Türkiye İşçi Partisi’nin ortasından bölünmesinde, gençlik hareketinin bütün Türkiye’yi yerinden oynatmasında, binlerce kişinin katıldığı konferanslarda hep Belli vardı diyebiliriz. 1968 Türkiyesi’ne damgasını vuran isimlerden birisiydi…
Belli, isyancı ve dikbaşlı bir kuşağın en kararlı ayakta kalan isimlerinden birisiydi. Adını tarihe yazdırarak aramızdan ayrıldı. Onu saygıyla anacağız…”[12]
* * * * *
Sadık Çelik’in, “Cenazesinde yakınlarının yanında onunla hiç karşılaşmamış ama ışığında ilerlemiş yüzlerce yoldaşı vardı,” dediği Onun son(suzluk) gününde naaşı[13]başındaki konuşmasında, “Onuruna hiçbir zaman leke getirmedin rahat uyu”diyen Sevim Belli, Onun yaşamını işçi ve emekçilere adadığını vurgusuyla ekledi: “O’na saygı duymalıyız ve yolundan gitmeliyiz”…
Yine Mihri Belli’nin 71 yıllık arkadaşı Vedat Türkali, “Ona saygı duyulur. Doğru, yanlış ona tarih karar verecek. Ama yürekten saygı duymalıyız ona” derken; Tarık Ziya Ekinci de, Belli’nin son nefesine kadar Kürt hareketinin başarısından yana olduğuna dikkat çekti.
O bir insan; O bir sevdalı; O bir komünist; O bir kahramandı Beranger’in şiirindeki gibi: “Yolun düşerse kıyıya bir gün/ Ve maviliklerini denizin seyre dalarsan/ Dalgalara göğüs germiş olanları hatırla/ Selamla yüreğin sevgi dolu/ Çünkü onlar fırtınayla çarpıştılar/ Eşit olmayan savaşta/ Ve dipsizliğinde enginin yitip gitmeden/ Sana liman gösterdiler uzakta…”
Nihayet “Bu parıltılı devrimci kahramanlar Panteonu’nun sebebi ne? Spartaküs, Thomas Münzer, Robespierre, Toussaint-L’Ouverture, Blanqui, Marx, Lenin, Rosa Luxemburg, Mao, Che Guevara ve diğer birçoklarının adını niye biliyoruz? Sebep şu ki, bütün bu özel isimler -bir bireyin, mutlak bir beden ve düşünce tekilliğinin kisvesi altında- hakikât olarak politikanın o ender ve kıymetli uçuşkan sekanslar ağını tarihsel olarak simgelemektedirler.”[14]
Evet, O da “Parıltılı devrimci kahramanlar Panteonu’nun”dadır artık…
24 Ağustos 2011 12:39:50, Çeşme Köyü.
N O T L A R
[*] Kaldıraç, No:124, Eylül 2011…
[1]“Sezar’ın hakkı Sezar’a” (İtalyan Atasözü.)
[2]Gürkan Hacır, “Bu İş Federasyonla Hâllolur”, Akşam, 21 Ağustos 2011, s.10.
[3]Ertuğrul Kürkçü, “Mihri Belli’den Bize Kalan: Devrimin Güncelliği”, Radikal Hayat, 18 Ağustos 2011, s.13.
[4]Muzaffer İlhan Erdost, “Mihri Belli ve ‘Milli Demokratik Devrim’…”, Cumhuriyet, 19 Ağustos 2011, s.2.
[5]Mehmet Yücel, birlik_hareketi@googlegroups.com, 17 Ağustos 2011.
[6]Demir Küçükaydın, “Gogol’ün Paltosu - Mihri Belli’nin 90 Yaşı Vesilesiyle”, DBH_Tartışma, 18 Ağustos 2011.
[7]Charles Bukowski, Kahramanın Yokluğu, Çev: Avi Pardo, Parantez Yay., 2011.
[8]Mehmet Nazım Öztürk, “Mihri Ağabey’e Allah Rahmet Eylesin...”, kuyerel@googlegroups.com, 17 Ağustos 2011.
[9]Yalçın Ergündoğan, kuyerel@googlegroups.com, 18 Ağustos 2011.
[10]Güçlü Gözaydın, kuyerel@googlegroups.com, 18 Ağustos 2011.
[11]Aziz Şah, “Kapetan Kemal Öldü, Yunan İç Savaşı Sürüyor...”, www.gercekgazetesi, 24 Ağustos 2011.
[12]Oral Çalışlar, “Mihri Abi’yle Vedalaşırken”, Radikal, 18 Ağustos 2011, s.17.
[13]Sosyalist önder Belli’nin naaşı konusunda, “Neden sosyalistler, komünistler dini törenle gömülürler???” (Fatma Ataseven, “Musalla Taşından Uğurlanan Komünistler!!!”, Yolculardevrimyolunda, 18 Ağustos 2011.) sorusu, doğru ve yerli yerindedir…
[14]Alain Badiou, Bir İdea Olarak Komünizm, Alain Badiou, Slavoj Zizek, Çev: Ebru Kılıç-Ahmet Ergenç; Ayrıntı Yay., 2011.
Yorumlar