“Hatırlanacak çok hüzünler bulacaksın, Onların tohumunu havaya savurarak, Uzun bir yolculuk yaratacaksın kendine, Her şeyin, hiçbir ...
“Hatırlanacak çok hüzünler bulacaksın,
Onların tohumunu havaya savurarak,
Uzun bir yolculuk yaratacaksın kendine,
Her şeyin, hiçbir şeyin yolculuğu…”[1]
“Dil Kuyumcusu” olarak anılırdı; 16 yıl emek harcayarak ‘Türkçenin Büyük Argo Sözlüğü’nü dilimize kazandıran şair, yazar ve ressamdı; 1977’de ‘Gidenler Dönmeyenler’ ile TDK Öykü Ödülü’ne; 1980’de ‘Bir Çağ Yangını’ ile Abdi İpekçi Roman Ödülü’ne; 1990’da ‘Bir Yer Göstericinin Hayatı’ ile Yunus Nadi Ödülü’ne; 1995’de ‘Istıraplar Ansiklopedisi’ ile Cemal Süreya Şiir Ödülü’ne ve 2010’da da “Sönmemiş Dizeler”iyle hem Necatigil hem de Metin Altıok Şiir Ödülleri’ne layık görülmüştü…
Thomas Munzer’in, “İnsan olunuz, tanrı da tanrı olacaktır,” deyişindeki gibi bir insandı; F. Kafka’nın, “Bastığın yerin iki ayağının kapladığından daha büyük olamayacağını anlamak ne büyük bir mutluluktur,”uyarısını asla unutmadan yaşadı; sonra bir gün, 29 Haziran 2011’de bizi bırakıp gitti…
Refik Durbaş’ın, “62 yıla sığdırdığı yaşamı bir ‘merak’ anıtı olarak edebiyat sözlüklerinde... Hikâye, roman, şiir, resim ve inceleme-araştırmadan oluşan bir ‘merak’tı,” diye betimlediği Onun adı Hulki Aktunç’tu…
* * * * *
O, 1949’da İstanbul’da dünyaya geldi. Kadıköy Moda İlkokulu’nda başladığı öğrenimini 1960-63 arasında Selimiye Askeri Ortaokulu’nda sürdürdü, ardından Kuleli Askeri Lisesi’ni bitirdi. Lisede okurken ressam Turhan Vecdi Karal’dan, resim dersleri aldı ve ilk kişisel sergisini ‘Lacivert ile Bordo’ adıyla 1965’te açtı. Resme ilgisini son günlerine kadar sürdürdü.
Liseden sonra İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi’ne girdi; bu dönemde yazı çalışmalarına ağırlık verdi. 1968’de ‘Yeni Ufuklar’ dergisinde yazdıkları, bu dönemin başlangıcı sayılabilir.
1969-1972 arasında ise ‘Meydan Larousse’ta redaktörlük yaptı. Bu kesit “sözlük” yazarlığının miladı oldu. Sonrasında da uzun yıllar sürecek reklam sektöründe çalışması başladı.
Resimden, şiirden ve edebiyattan kopmadan yaşadı…
Son kişisel resim sergisini ‘Yoldaşım 40 Yıl’ etkinlikleri kapsamında gerçekleştirdi.
* * * * *
“Sabahattin Ali’nin gerçekçiliği ile Sait Faik’in avangardizminin bir bileşimini oluşturmaya çalışan”[2]Hulki Aktunç yazarlık serüvenine ilişkin olarak şunları derdi: “Yirmi dilin konulduğu bir yerde (Kadıköy’de) büyüdüm ve dilin kendisi bana yazma isteği verdi…
Ben edebiyatta kendi kalbimin argosunu ortaya koymak istedim. O yüzden hikâye yazdım, şiir yazdım, roman yazdım, sözlük yazdım, denemeler yazdım.
Benim gördüğüm budur, çünkü edebiyat aslında kendisine yönelik bir argodur…”
“Ne yazarsam yazayım, ‘bitti’ demekte çok zorlanan bir yazarım ben. İnanamıyorum bir hikâyenin daha bittiğine. Hikâye benim yolumdur, evet, kişi niçin yürüdüğünü düşünür mü? Yolda attığı her bir adım, kişinin kişi olduğu için eylediği sayısız edimden biridir. Ben de hikâyeyi öyle yazıyorum. Hikâye vardır, olay onu yüklenir ve götürür. Hikâye vardır, onu da söz yüklenir ve sürdürür. Hiçbir yazar, ben ille birinci yolu ya da ikinci yolu seçeceğim, seçtim, başkasını yazmam, diyemez…”
Özgün bir üslup oluşturduğu edebiyata 1969 yılında yayımladığı bir öyküyle adım atan Aktunç, şiir, eleştiri, inceleme, roman disiplinlerinde de eserler üretti. Öykü, eleştiri ve incelemeleri ‘Soyut’, ‘Yeni Edebiyat’, ‘Yeni Dergi’, ‘Papirüs’ ve yönetimine de katıldığı ‘Türkiye Defteri’ dergilerinde yayımlandı.
Yazdıklarında tekniğe ve yapıya özel bir önem veren Aktunç, kendi kuşağını çevreleyen toplumsal sorunları konu edinirken simgelerle yüklü anlatımı, ayrıntıları ustaca kullanması ve biçim özellikleriyle farklılığını belirginleştirerek özgün bir üslup oluşturmayı başarmıştı. Duygusallığın ağır bastığı şiirlerinde özellikle sözcük seçimiyle dikkati çeken yazar, öykü ve romanlarında kişilerin farklı zaman kesitlerindeki yaşamlarını işleyen, olayları atlamalı kesitlerle, konuyu gizleyerek dolaylı biçimde veren bir üslubu yeğliyordu.
İlk romanı ‘Bir Çağ Yangını’, Füsun Akatlı’nın ifadesiyle “Bir özgürlük manifestosu” olarak karşılanmıştır. ‘Güz Her Şeyi Bilir’ adlı öykü kitabında ise alışılmış anlamda öyküden bir kopuşu gerçekleştirmişti. Bu özellikleri nedeniyle Aktunç, ‘Güz Her Şeyi Bilir’i “Kendi yazdığı hikâyelerle bir hesaplaşma kitabı” olarak değerlendiriyordu.
Yapıtlarında argoyu otantik bir şekilde kullanan Aktunç’un dil üzerine çalışmalarının bir ürünü de “Ben edebiyatta kendi kalbimin argosunu ortaya koymak istedim” sözleriyle tanımladığı ‘Büyük Argo Sözlüğü’ydü.
Hani Andreas Tietze’in, “Aktunç, bugün mevcut olan en büyük ve en iyi argo sözlüğünü ortaya koydu, açıklamalarındaki itina ve kaynaklardan verdiği misaller çok değerlidir,” dediği…
YAPITLARI
| |
ŞİİR
|
Sır Kâtibi (1989)… Islıkla Tarihçe (1989)… Adresim Aynalar (1991)… Şarkılar (1992)… İnsan Aşklarının Külüdür (1993)… Istıraplar Ansiklopedisi (1994)… Bir Şeyin Varoluşu (1999)… Firak (Toplu Şiirler)… Sönmemiş Dizeler (2009)…
|
ÖYKÜ
|
Gidenler Dönmeyenler (1976)… Kurtarılmış Haziran (1977)… Ten ve Gölge (1985)… Bir Yer Göstericinin Hayatı (1989)… Güz Her Şeyi Bilir (1998)… Toplu Öyküler I-II (2003)…
|
ROMAN
|
Bir Çağ Yangını (1981)… Son İki Eylül (1987)…
|
DENEME
|
Erotologya (2000)… Aforistika (2001)… Bir Kadıköy Oğlu (2009)…
|
* * * * *
Hulki Aktunç’un kuşları, kedileri, ağaçları, meyve çekirdeklerini güzelleyen yalın, hayatın anlamına dokunan yazıları kadar şiirleri de vardı…
Mesela Metin Altıok ile Behçet Aysan’ın anısına kaleme aldığı, “Bir kalem dikin toprağıma/ İki ucu da açılmış sipsivri/ Bir elime bir gece yapraklarına/ Bir kalem dikin toprağıma/ Tam da erken bahar vakti/ Azar da kök salar belki/ Elim gece yapraklarına/ Bir kalem dikin mezarıma/ Yan yana gelmemiş sözcükler var daha,” diye haykıran ‘Kalem Ve Toprak’ başlıklı dizeleri…
Veya 1974 yılında ‘Türkiye Defteri’ dergisinde Ali Devran mahlasıyla yayınladığı ‘Yarın Rüya Kitabı’ başlıklı dizelerindeki toplumculuk gibi:
“Sabah kalktım da/ sanki gece./ İki yanım zelzele/ ve sersefil./ Hışım. Soğuk. Veznecibaşı./ Ardımda kara/ önümde al bir gece./ Basıp işe yürüdüm. Şimdi anlatsam da/ anlatmasam da/ işe yürüdüm ve baktım ki/ ardında kara ve/ önünde al bir gece/ fabrikanın.
Geçen günkü oylamanın,/ geçen günkü grev oylamasının/ ardında kara/ önünde al bir gece.
Zurnalar üflenirken/ tezgâhlar susadurur/ davullar dövülürken/ geçerken günler/ sağa sola devrilerekten/ tuttum ben rüya gördüm. (...)
Titreşmiştir pazılarımda:/ Bacaların, akaryakıtın, sanayi kayışlarının/ ve dönerbantların marifetlerini de/ bilirim.
Ve eylerim hoş kasketin aklını. Ve en çok haziranları severim/ bu yüzden/ O yar ile.
Elim fırdöndülerden, nişan yüzüğünden önce/ küreğe alıştığından,/ dizlerim pantolondan önce/ balçığa alıştığından,/ göğsüm uzun zaman/ kurşun dumanıyla ıslandığından,/ ve sevgili kafam/ fötr şapkaya hiç alışmadığından. (...)
Aşkın ve hıncın,/ yufkayüreklilik ve gaddarlığın,/ ufak bir çizik ve kanderyasının,/ iç soğukluğu ve hararetin,/ sevdanın ve yaltaklığın,/ duruluş ve çarpıntının,/ sermaye ve ücretli işin,/ sessizlik ve ateşlenmiş fitilin,/ gönül derdi ve pervasızlığın,/ artçılıkla öncülük ve suskunlukla hummanın,/ onların köhne zamanıyla/ bizim dumanı üstünde zamanımızın/ bir bir yazıldığı tomarlarla…”[3]
* * * * *
Tek sözcüğü boşa harcamadan yazan Onun ardından İbrahim Yıldırım, “Kırk ambar bir yazardı, her konuda bilgisi vardı. Olağanüstü bir edebiyatçıydı, hikâyeciydi”; Semih Gümüş, “Edebiyatımızın en sıra dışı yazarlarındandır. Edebiyata saygısı öylesine sonsuzdur”; Selim İleri, “Hulki Aktunç büyük bir dil ve anlatım ustasıydı… Edebiyatının dil ve anlatım kuyumcusu oldu,” dediler…
Sennur Sezer’in, “Hulki hem şiirde hem öyküde Türkiye gerçeğini inceliklerle anlatan bir yazardı. ‘Kurtarılmış Haziran’, 15-16 haziran olaylarını en artistik anlatmış belgedir. Onu bir haziran günü kaybetmek beni çok sarstı,” diye betimlediği Onun ölüm(süzlüğ)üne ilişkin olarak Rıza Kıraç’ın düştüğü notta şuydu: “Hulki Aktunç’un masasında daha çok şiir, öykü, roman vardı bitmeyi bekleyen. Heyecanını hiç kaybetmedi, ciddiyetinin ardındaki muzır çocuğu görmemizi istedi. Bizi hüzünlendirdi ama daha çok, ‘Durun, bi de buradan bakın dünyaya’ derdi.”
Gerçekten de “Aktunç, yazma çizme işini ‘Ölümden bir şeyler kopartmaya çalışmak’ olarak tanımlıyordu. Masasında yazı, öykü, roman taslakları vardı, çekip gitmek için çok erkendi daha. Etkin ve yaratıcı okur kavramını önemseyen, metninin anlamını, esnek içeriğini okurla birlikte zenginleştirmeyi amaçlayan bir yazardı. Çok satar ve star olmak umurunda değildi.
‘Sanatçının bilinçle yaptığı iş, gerçekliğin bir kısmını alıp çıkartmak, yansıtmak ve mümkün olduğunca yorumlamak’ olmalıydı. Bir dil ustası, titiz bir dil işçisi olarak içeriği kof yapıtlarda dilin de çürümüş olduğu gerçeğine işaret ediyordu. Rıza Kıraç’la yaptığı Yoldaşım Kırk Yıl başlıklı nehir söyleşide, 12 Eylül sonrası bir akıl yarılması yaşadığımızı, bunun günümüzde de devam ettiğini, düşünce ve dildeki yarılmaların toplumu kavga ve ölümlere sürüklediğini söylüyordu.
Sosyopolitik olguların yatay ve dikey çelişkilerle biçimlendiğini, dikey çerçevede emek sermaye çelişkisi, yatay olanın da ise sömürüyü gizlemek ve hedef saptırmak için egemen güçlerin yarattığı gereksiz sorunlar olduğu görüşündeydi.”[4]
Evet Eray Canberk’in ifadesiyle, “Bir Kadıköy’oğlu”nu yitirdik! Hulki Aktunç hikâye, roman, şiir, deneme, sözlük gibi ürünleriyle edebiyat verimi açısından bizim XIX. yüzyıl yazarlarımızın günümüzdeki temsilcisi gibiydi” ve yine Onun hakkında, Mustafa Öneş, “O, çok zekiydi. Sertti, prensiplerinden ödün vermezdi”; Doğan Hızlan da, “Okuduklarının etkisinde kalmakla, onu okuyup özümseme, yeniden yaratma arasında büyük fark vardı, Hulki Aktunç, o farkın sırrını bilenlerdendi. Dünyaya, türlere geniş açıdan bakar, dil araştırmalarının sonucunda da genel dile özel bir lezzet katardı,” diye eklerdi…
* * * * *
Diyeceklerimi toparlıyorum:
Aktunç bir şiirinde “Bir kalem dikin mezarıma/ Yan yana gelmemiş/ Sözcükler var daha” demişti; Cemal Süreya’nın, “Ölüyorum tanrım/ Bu da oldu işte./ Her ölüm erken ölümdür/ Biliyorum tanrım./ Ama, ayrıca, aldığın şu hayat/ Fena değildir.../ Üstü kalsın...”; Murathan Mungan’ın, “Ölümün mevsimi yoktur,” dizelerini anımsatırcasına…
Ya da Ahmet Soner’in, “Onat Kutlar’ın bir şiirinde sorduğu soruyu sen de bilirsin: ‘Ne kalacak bizden geriye?’ Senden geriye kalanları sayıyorum şimdi: Gidenler Dönmeyenler, Kurtarılmış Haziran, Bir Çağ Yangını, Ten ve Gölge, Son İki Eylül, Bir Yergöstericinin Hayatı, Islıkla Tarihçe, Adresim Aynalar, Şarkılar, İnsan Aşklarının Külüdür, Istıraplar Ansiklopedisi, Güz Her Şeyi Bilir, Sır Katibi, Sönmemiş Dizeler ve BÜYÜK ARGO SÖZLÜĞÜ...” saptamasındaki gibi…
16 Ağustos 2011 13:39:28, Çeşme Köyü.
Yorumlar